Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.BÖLÜM: "GEÇMİŞİN SIZISI"

@yildiztozuyazari7

Yeni bölümden kocaman merhabalaaaarrr 🌼 Ben buraya alışamadım hâlâ yahu :( Neyse neyse, söylemek istediğim bir kaç şey var, öncelikle bu kitabın bir kurgu olduğunu unutan arkadaşlarımız var ve özellikle tiktokta çok sert eleştiri yapanlar var, ben hem Wattpad'den hem burdan hemde bir çok yerden fazlası ile açıklama yaptım. Kurgu ile gerçeklik arasında ki farkı anlayamadıklarını hatta kurgu kelimesinin anlamını dahi bilmeyen insanlar olduğunu fark ettim. Arkadaşlar kurgunun bile türleri var ve ben kurgularımı gerek gerçekçi gerekte gerçekçi olmayan kurgular üzerine yazıyorum. Elbette bende biliyorum protez bacağı olan biri asker olamaz yada herhangi bir engeli olan biri asker olamaz, ben bunun fazlası ile farkındayım. Zaten ben bu kurguyu meslek(asker, polis vb.) konusunda fazlası ile araştırarak ilerliyorum ama buna rağmen hâlâ eleştiren insanlar var. Bunun bir kitap ve kurgu evreni olduğunu unutanlar var ve bunu unutmamanızı öneriyorum.

NOT:

Kurgu Nedir?

Tamamen veya kısmen gerçeklere dayanmayan; yazar veya sanatçının hayal gücünün eseri olan kişi, yer ve olaylar içeren eser.

Gerçekçi olmayan kurgu

Gerçekçi olmayan kurgudaki bazı detayların gerçek hayatta gerçekleşmesi mümkün değildir. Hayalî yaratıklardan, henüz icat edilmemiş cihazlardan, evrende henüz keşfedilmemiş veya tamamen hayal ürünü olan yerlerden vs. bahsediyor olabilir.

Keyifli okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım lütfen. Hedefim bu kurguyu bastırmak ve kitaplaştırmak umarım bunu başarabilirim. Şimdiden teşekkürler.🤍

Mayıs 2004 Edirne

Yağmur damlalarının yeri döven sesi pencerelerin ardından içeri sızarken huzurun melodik sessizliği çökmüştü dört duvar arasına. Gri bulutlar kasveti andırıyordu lakin hayatında ilk defa kendini huzurlu ve güvende hisseden küçük kız pencere önüne çökmüş bir şekilde dışarıdan yağan yağmuru izliyordu. Cama vuran damlaların melankolik sesi içerideki sesizliği dağıtıyordu birde genç bir kadının mutfakta narin sesi ile söylediği türkü. Camdan dışarıyı izleyen ışıltılı gözler iki katlı bahçeli evin bahçesini turladı ve en sonunda hafif esen rüzgarla beraber sallanan salıncakta durdu. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken yağmurda sallanmanın nasıl bir duygu olduğunu merak etti. Acaba dışarı çıksa annesi çok kızar mıydı? Belki de çakıra sormalıydı? Çakır kabul eder miydi? O kendisinin hiç bir isteğini geri çevirmezdi ki...

Yağmuru severdi ve şimdi hiç olmadığı kadar dışarı çıkmak istiyordu. Yanaklarını şisirerek nefesini verdiğinde kapının çalma sesi gedi, heyecan ile yerinden fırladığında annesi kendisinden önce yetişmiş ve açmıştı kapıyı. Küçük Leyal'in dakikalardır beklediği kişi sonunda gelmişti, küçük adımlar atarak annesi ile sarılan Dilem teyzesine baktıktan sonra ardından yine suratsız bir ifade ile ilerleyen Çakır'ı gördü. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştuğunda çakır gözlü çocuğun çatık kaşları gevşedi ve yüzünde bir yumuşama meydana geldi. Bunu ayakta duran ve onların bu birbirlerine olan hayran dolu bakışlarını izleyen iki genç kadında fark etmişti, bu durum ikisininde tebessüm etmesine neden olmuştu.

"Çakıırrrr!" Diyerek küçük kollarını o yaşına rağmen hayli uzamış olan Artun'un boynuna sardığında küçük Artun düşmemesi için iki kolu ile belinden tuttu. Başına bela almıştı hemde en tatlı olanından.

"Dur ay tenli düşeceksin." Diyerek kızgın bir eda ile söylendi. Canının yanmasını istemiyordu ve Leyal bunu çok kez başaran bir çocuktu. Nasıl oluyordu kimse bilmiyordu lakin sürekli bir sakarlık yaparak kendisine zarar veriyordu.

"Hoşgeldin, hoşgeldin! Şabahtan beri şeni bekliyordum ki ben." Diyerek heyecan ve bir kaç harfi yutarak konuştu, bu konuşma şekli Artun'un çok hoşuna gidiyordu. Kendisi konuşmayı çok sevmezdi ama onun konuşması için herşeyi yapardı ve bazen dakikalarca onu konuştururdu.

"Geldim işte." Diyerek istemeyerek de olsa küçük kızı kendisinden uzaklaştırdı.

Küçük kız ayakları üzerinde durduğunda kafasını geriye atarak kendisinden haylice uzun olan Artun'a sevimlice baktı. Artun'un yine kalbi hızlanmıştı, sanırım yine hasta oluyordu.

"Kızım bir dur, kapıda kaldılar içeri geçelim sonra hasret giderirsin hem Dilem teyzene hoşgeldin dedin mi sen bakim?" Annesinin kendisine söyledikleri ile mahcup bir şekilde gülümseyip ellerini arkasına alarak utanmış bir şekilde Dilem teyzesine baktı.

"Hoşgeldin Dilem teyze." Dilem küçük kızın bu sevimli haline küçük bir gülümseme bahsedip eğilerek gece karası saçlarına küçük bir öpücük bıraktı. Eşi görevde olduğu için bu gece belki de bir kaç gün Leyal ve annesi ile kalacaklardı, kendisi içinde iyi olmuştu nöbetleride gözü kapalı oğlunu burda bırakabiliyordu.

"Hoşbulduk güzelim. Nasılsın?" Leyal hayranlık ile Dilem teyzesine baktı. Büyüyünce o da onun gibi güzel ve akıllı bir hemşire olacaktı.

"İyiyim teşekkür edeyim şen nasılsın?" Her ne kadar Dilem teyzesini sevsede ses tonu oldukça sabırsızdı bir an önce çakır ile yalnız kalmak ve oynamak istiyordu.

"Bende iyim güzelim teşekkür ederim. Ee hadi siz gidin salona bizde yemeği hazırlayalım." Dilem küçük kızın sabırsızlığını görünce ikisini yalnız bırakmaları gerektiğini düşünerek konuştu.

"Yaa sen bitanesin Dilemcim." Ve kimsenin konuşmasına fırsat vermeden Artun'un elinden tutarak cekistitmeye başladı.

"Ay tenli biraz yavaşla, düşeceksin kendine zarar vereceksin. Tamam tamam geliyorum çekiştirme." Söylene söylene salona geçtiklerinde Leyal onu pencerenin önündeki koltuğa oturttu ve kendisi de yanına kuruldu.

"Bugün yine çok yakışıklışın Çakırrrr." Gülümseyerek söylediği şey ile Artun Agâh içli bir soluk verdi. Yine oluyordu, yine kalbinde bir hareketlilik oluyordu ve buna engel olamıyordu.

"Teşekkürler ay tenli sende bugün fena sayılmazsın." Küçük kıza takılmak amacı ile sarf ettiği kelimeler amacına ulaşmıştı. Leyal kaşlarını çatarak Artun Agâh'ın yanından biraz kayarak uzaklaştı, bu uzaklaşma Artun Agâh'ın canını sıksada birşey demedi küçük kızın tepkisini merak ediyor ve aklına kazımak istiyordu.

"Sen bana çirkinsin mi dedin?" Kollarını birbirine bağlayarak kaşları çatık bir şekilde karşısında ki siyah-kahveregi saçlarına tezat parlayan çakır gözlerine baktı.

"Zaten çirkinsin bunu niye söyleyeyim ki fena sayılmazsın dedim ay tenli yani idare edersin anlamında dedim." Daha okuma yazmayı bile yeni yeni çözmüş küçük bir kıza idare edersin mi demişti? Şimdi Leyal bunu da soracaktı

"İdare etmek ne demek ki?" Düşünceli bir şekilde sorduğu soru ile Artun Agâh gülümsedi ve gülerken çenesinde oluşan gamze ile Leyal büyülenmiş bir şekilde oraya baka kaldı. Çok güzel gülüyordu.

"İdare eder demek yani ne çirkinsin ne de güzel. Anladın mı?" Leyal Artun'un kendisine verdiği cevap ile büyülenmiş gözlerini gamzesinden çekip öfke ile koltuğun en uç noktasına kaydı.

"Sen beni sevmiyorsun." Diyerek başını başka bir tarafa çevirdi. Artun Agâh Leyal'in söylediği ile bir an kaşlarını çattı ne demek sevmiyordu, annesinden ve babasından sonra en çok onu seviyordu hatta bence ikinci sırada Leyal vardı.

"Seviyorum tabiki Leyal saçmalama." Sinir ile konuştuğunda Leyal başını iki yana sallayarak onu red etti. İnanmıyordu.

"Şen bana Leyal demessin ki bak işte sevmiyorsun." Oturduğu yerden kalkarak pencerenin önüne doğru ilerledi bir yandan da çaktırmadan Artun'un ne yaptığına bakmaya çalışıyordu.

Artun Leyal'in haklı söylemi ile biraz yumuşadı evet o ona Leyal demezdi, ay tenli, ela göz, gece saçlı diye hitap ederdi hatta en çok ay tenli derdi. Ama şimdi Leyal demesinin sebebi onu sevmediğini düşünmesinden dolayıydı. Sıkıntı ile yerinden kalkarak Leyal'in arkasında durdu, yağmur biraz yumuşamış ve daha yavaş yağıyordu.

"Ay tenlim tabiki seni seviyorum hemde herkesten çok." Yumuşak sesi ile Leyal hemen yelkenleri suya indirerek kocaman bir gülümseme ile arkasını döndü ve küçük kolları ile Artun'a sarılmaya çalıştı.

"Bende seni çok seviyoyum Çakır. Hem güzelim deyil mi?" Artun Agâh onun bu haline gülümsedi ve aklından çok güzelsin hemde dünyalar kadar diyerek cevap verdi ama dile döktüğü çok farklıydı.

"Hâlâ çok çirkinsin ay tenli üzgünüm." Leyal aldığı karşılık ile hızla geri çekilip küçük eli ile yaptığı yumruğu Artun Agâh'ın koluna geçirdi. Artık onu sevmiyordu, başka bir Çakır bulacaktı.

"Bende artık seni sevmiyorum. Kendime başka biy Çakır bulacağım tamam mı? Küstüm sana bir saat koynuşma benle." Sırtını dönerek salonun çıkışına doğru ilerledi. Hep o mu kendisi ile uğraşacaktı birazda o sinir olsundu.

" Ne demek başka bir Çakır bulacağım? O ne demek ya? Ne demek yani?" Sesine yansıyan şaşkınlığın ve öfkenin keskin tınısı yüzüne de yansımıştı. Kaşları hiç olmadığı kadar çatıktı ki zaten hep kaşları çatık bir oğlan çocuğu olmuştu.

"Sana ney?" Diyerek koridora çıktığında Artun Agâh'ta hızlı adımlar ile ona yetişti. Başka çakır ne demekti ya?

"Cevap ver ela göz sinirlendirme beni! Başka Çakır kim?" Leyal arkasından kendisine seslenen çocuğu duysada cevap vermeden nazlı bir eda ile bahçeye açılan kapıya doğru ilerledi ve sessizce kapıyı açtı.

Neden cevap vermiyorsun kızım? Ne yap-?" Demeye kalmadan küçük kız hışımla arkasını döndü. Boyu o kadar kısaydı ki bir an bu Artun'un gülmek istemesine sebep oldu.

"Ya sessiz olsana biras." Ayaklarının üzerinden yükselerek Artun'un arkasından mutfağa baktı. Gelen giden kimse yoktu bu güzeldi.

"Ne oldu? Ay tenli ne yapıyorsun sen?" Sabırsız ses tonu ile konuştuğunda Leyal omuzlarını silkerek açtığı kapıdan dışarı çıkacağın aniden yakasından tutularak yukarı kaldırıldı.

"Ya ne yapıyorsun ya? Deli misin sen? Bırak beni!" Diye cırladı. Zaten bugün yeteri kadar canını sıkmıştı birde havada saklandırıyordu kendisini.

"Cırlamasana kızım, rahat dur! Dışarıda yağmur var ne diye dışarı çıkıyorsun sen?" Sinirli ses tonunu duyan küçük kız dudaklarını büzerek kirpiklerinin altından mahsun bir bakış attı, neden kızıyordu ki?

"Dışarı çıkacağım sallanmak istiyorum ne diye kızıyorsun?" Dudaklarını büzmesi ve titreyen kirpikleri ile kendisine bakması anında Artun'un yumuşamasına neden oldu. Küçük kızı tuttuğu yakasından yavaşça yere bırakaral usulca gülümsedi.

"Kızmıyorum tabiki ay tenli, dışarı da yağmur var ve hasta olabilirsin. Sadece hasta olmanı istemiyorum." Yumuşak sesi ve bakışları ile Leyal hemen mest oldu aslında yelkenleri hemen suya indirmeye niyeti yoktu lakin onun karşısında fazlası ile savunmasız olduğu için indirmesi uzun sürmemişti.

"Ama ben yağmurun altında sallanmak istiyorum." Diye hüzünlü bir ses ile konuştu. Yağmurda sallanmanın nasıl birşey olduğunu merak ediyordu.

"Olmaz, hasta olursun hem annemlerde izin vermez. Gel içeride başka birşey yapalım seninle, resim çizeriz, senin sevdiğin çizgi filmi izleriz ne dersin?" Artun Agâh ne kadar ikna etme çabasına girsede bunun boş olduğunun farkındaydı zira karışısında dünyanın en inatçı küçük kızı duruyordu.

"Olmaz ben sallanmak istiyorum, hem bak yağmur çok az yağıyor, ne olur ya ne olur." Ellerini çenenin altına koyarak hafifçe yerinde narin narin sallanarak kabul etmesi için gözlerinin içine derin derin baktı.

"Olmaz, hasta olursun sonra sana iğne yaparlar. Canın acır, hayatta olmaz." Ses tonunda ki keskinlik küçük kızı hem üzdü hemde sinirlendirdi. Kollarını birbirine bağlayarak, ayağını yere vurdu ve çatık kaşları ile kötü kötü bakmaya başladı sanki önce masum masum Artun Agâh'a bakan o değilmiş gibi.

"O zaman bende başka bir Çakır buluyum. Onunla sallanırım, onunla sevdiyim çizgi filmi izlerim, tamam mı?" Bugün Çakır'ın damarına basma günü falandı herhalde yoksa bunun başka açıklaması olmazdı. Başka Çakır'da olamazdı ya, buna izin vermezdi Artun Agâh.

"Bana bak geldiğimden beri başka Çakır diye tutturmuşsun, yok öyle birşey çıkar aklından. Hemen çıkarıyorsun, hemen." On bir yaşındaki bir çocuğa göre fazla agresif ve ketumdu. Özellikle konu Leyal olunca bu durum akıl almaz derecede artıyor hem daha korumacı hemde daha kıskanç oluyordu.

"Olur, sende görüysün. Hem sen izin veymiyorsun sallanmama, küstüm seninle!" Sırtını dönerek üzgün gözler ile yağan yağmuru izlediğinde Artun Agâh omuzları çöken küçük kızı kendisine doğru çevirdi. Ona kıyamıyordu, kimsenin kıymasına da izin vermezdi.

"Çok mu istiyorsun ay tenli?" Ses tonu yine yumuşacktı, herkese karşı olan ketum tavrı Leyal'e gelince tuzla buz oluyor, hatta yok oluyordu.

Leyal Çakır'ın sorduğu soru ile usulca başını salladı, ters birşey söylemek istemiyordu zira biliyordu Çakır'ın sorduğu bu soru izin demekti, kabul etmiş demekti.

"Tamam sen kazandın inatçı keçim ama çok uzun durmayacağız biraz sallanıp içeri geçeceğiz ve üstüne bir hırka daha al hatta başına da bir bere mi taksaydık? Yağmurluğun nerde ay tenli?" Kendi kendine konuşurken Leyal'in çoktan dışarı fırladığını görmemişti. Karşısında kimseyi bulamayınca aynı hız ile dışarı fırladı ve karşısında gördüğü manzara ile ne ıslanan çoraplarını ne de yağan yağmur aklına geldi.

Leyal yağmurun altında çıplak ayakları ve mavi çiçekli elbisesi ile kahkaha atarak etrafında dönüyordu. Artık kendi isteğiyle, özgürce dışarı çıkabiliyor yağmurun altında korkudan ve kimsesizlikten korkmadan ıslanabiliyordu. O hep babasının esareti altında yaşayan mahkum küçük prensesti, babası sinirlenince kendini kar kış, yağmur çamur demeden dışarı atan bütün öfkesini kendisinden çıkaran o küçük kızdı. Halbu ki daha ağzı süt kokan bir bebekten farkı yoktu, konuşmayı bile bilmez, yemek yerine süt isteyen küçük bir bebekti. Şimdi ise sırtını dayadığı koca bir dağ vardı, babası yoktu ama onun yerini dolduran ve öz babasından bile çok seven bir adam vardı. Dilinde yüreğinde binlerce teşekkürü ettiği, her gece uyumadan önce onlarca dua ettiği.

Artun Agâh kalbindeki hızlanma ile derince yutkundu, küçük bir kız çocuğu bu kadar güzel olabilir miydi? Neden kalbi onu görünce bu kadar hızlı atıyordu?

Derin bir soluk çekerek hayran dolu bakışları ile karşısındaki manzarayı izledi. Büyülenmişti, küçük kalbi yine küçük bir kalbe yenik düşmüştü. Hayatı boyunca izlemek isteyeceği tek manzara karşısındaydı ve o yıllarca bu tabloyu ve tablodaki kişiyi arayacak, özleminden kavrulacaktı.

"Çakır, gelsene sende haydi." Diyerek kendisini düşüncelerinden ayıran narin ses ile kendine gelerek küçük kıza doğru ilerledi. Kalbinin atışları daha da hızlanırken, içli bir soluk vererek ıslanmış ve alnına düşmüş saçlarını geriye atarak küçük kızın önünde durdu.

Leyal Artun Agâh'ın elinden tutarak döndürmeye çalıştı. Kendisi ile dans etsin istiyordu ama biliyordu ki Artun Agâh dans edecek bir çocuk değildi. Yinede kendisi ile dans etmesini istiyor hatta kahkahalar ile gülmesini istiyordu. Agâh onun bu teklifini geri çevirmedi, çeviremedi çünkü karşı gelemediği, red edemediği tek kişi oydu. Leyal'in küçük ellerinden tutarak kendi etrafında döndürmeye başladığında Leyal'in yüksek kahkahaları hem bahçede hemde küçük Artun'un kalbinde yankılandı.

"Çakır bu çok güzeeeeeel." Neşeli sesini duyan Artun Agâh gülümsedi. Onun mutlu olması kendisini de mutlu etmişti.

"Evet çok güzel." Dediğinde Leyal onun yağmura söylediğini sandı lakin Artun'un ondan başka gördüğü hiç birşey yoktu.

"Haydi haydi, sallanalım." Artun Agâh küçük kızın hızına yetişemiyordu, yine de ayak uydurmaktan geri kalmıyordu.

Leyal salıncaklardan birine oturduğunda üstü başı çoktan ıslanmış, gece siyahı uzun saçları sırtına yapışmıştı ama o bunu umursamadı. Oysa o saçlarına aşık küçük bir kız çocuğuydu, babasının sevmediği ve hep acıttığı.

"Salla beni Çakır, ayaklarım gökyüzüne değsin. HAYDİ!" Artun Agâh onun bu haline gülümseyerek kafasını iki yana sallayıp ıslanmış olan bedenini ile küçük kızın arkasına geçerek salıncağı itmeye başladı. Yağmur çiseliyor ve iki heyecanlı yürek yağan yağmurun altında sallanıyordu.

"Mutlu musun ay tenli?" Diyerek yüksek ses ile bağırdı Artun Agâh, zira sesini duyamayacak kadar yüksek kahkahaları vardı küçük kızın.

"Çoook mutluyum Çakır, çoook." Harfleri uzata uzata kurduğu cümle Artun'u daha mutlu etti. Gülümsemesini seviyordu.

"Bende çok mutluyum ay tenli bende." Kendi kendine mırıldanarak kurduğu cümleyi Leyal duymadı lakin kalbinde hissetti.

"Daha hızlı Çakır daha yükseğe." Diye bağırdığında Artun Agâh onu dinlemedi ve aynı hızda sallamaya devam etti. Yaralanmasını, canının yanmasını istemiyordu.

"Yaa Çakır biraz daha hızlı sallasana, lüytfen." Leyal'in isyan dolu sesine karşılık bir tık daha hızlı sallamaya başladı ama bu pek Leyal'i memnun etmiş gibi durmuyordu.

"Hızlı sallayamam ay tenli, bir şey olur düşersin canın yanar. Olmaz!" Leyal Artun Agâh'ın net sesini duyunca üstelemek istemedi, haklıydı bu yüzden sustu ve teni e değen yağmur damlalarının keyfini çıkarmaya başladı.

"Çakır haydi sende sallan. Haydi!" Heyecanlı sesi ile tekrar konuştuğunda Artun Agâh onun bu kadar mutlu olmasına karşılık birşey diyemeden bira daha sallayıp hemen yanındaki diğer salıncağa oturdu ama sallanmadı zira sallanmaktan ziyade izlemek istediğin bir manzara vardı.

"Yeter bu kadar ay tenli, hasta olacaksın haydi gidelim." Kesinlikle hasta olacaktı, zaten zayıf bir bağışıklığı vardı hemen hasta olurdu ve bu Artun'un isteyeceği son şeydi.

"Ya biraz daha lüytfen." Yalvaran bakışlar ile karşısında yanındaki salıncakta oturmuş çocuğa baktığında Agâh bu bakışlardan etkilenmedi.

"Olmaz çok ıslandın hem hasta olacaksın hemde annemler fark ederse kızabilirler." Demeye kalmadan bahçeye açılan kapıdan Leyal'in annesi ve kendi annesinin şaşkın nidasını duydu her iki haylaz çocuk.

"Ne yapıyorsunuz siz bu yağmurda, hemen içeri hemen!" Leyal'in annesinin sesini duyan ikili hemen yerlerinden fırladı. Yakalanmışlardı...

"Oğlum bu yağmurda ne işiniz var dışarıda, hep ıslanmışsınızda hasta olacaksınız." Oğluna söylene söylene içeriye girip iki havlu alarak tekrar yanlarına döndü.

Leyal ve Artun suçlu çocuklar gibi başlarını öne eğmiş çıt çıkarmadan annelerinin azarlamalarını dinliyor bir yanda da saçlarını kurutmalarına izin veriyorlardı.

"Ah ah ne diyeyim ki ben size, bu böyle olmayacak bir sıcak suya girsinler." Dilem Leyal'in annesi Emel'e hak verircesine başını salladı ve iki küçük yaramaza kızgın bir bakış attı.

"Küçük hanım sen hemen banyoya, Agâh sende yukarı orda bir duş alıp sıkıca giyinip geliyorsun. Marş marş." İtiraz istemeyen sesi ile Leyal banyoya girdiğinde annesi de ona yardımcı olmak için onunla beraber banyoya girdi. Artun Agâh yukarı çıkarken Dilem'de iki küçük yaramaza sıcak çikolata yapmak için mutfağa girdi.

Aradan geçen yirmi dakikanın ardından Artun Agâh duş almış ve üstünü giymiş hapşıra hapşıra aşağı indiğinde Leyal'de annesinin yardımı ile üstünü sıkıca giymiş ve burnunu çekiyordu. Hemen hasta olmuşlardı bile, ikiside yorgunca tek koltukta yan yana oturmuş üstlerinde battaniye ile oturuyorlardı. Leyal başını Artun Agâh'ın omuzuna koymuş ve mayışmış bir şekilde sıcak çikolatasının biraz soğumasını bekliyordu.

"Ay tenli, uyudun mu?" Artun Agâh küçük kızın rahatsız olmaması için oldukça sessiz bir şekilde konuştuğunda Leyal mayışmış bir ses ile cevap verdi.

"Hm? Uyumadım ama uykum var." Esneyerek cevap verdiğinde Artun Agâh onun bu haline gülümsedi. Her hali başka bir güzeldi sanki.

"Bugün, başka bir Çakır bulurum derken ciddi miydin?" Aklından bir an çıkarmadığı bu düşünce hiç olmadığı kadar sinirini bozuyordu.

"Hayır." Diyerek uykuyla uyanıklık arasında konuştu Leyal. Cevap vermeye hali bile yoktu.

"O zaman tek Çakır'ın benim? Değil mi? Başkası olamaz." Kucağına düşmüş olan küçük ellerini kendi ellerinin arasına alarak avucunun içine küçük kızın daha da mayışacağı hayali çizgiler çizmeye başladı. Leyal'in vereceği cevabı çok merak ediyordu, vereceği cevaba ihtiyacı vardı.

"Senden başkası olamaz ki Çakır çünkü ben en en en çok seni seviyorum." Mayışmış sesi ile cevaplar vermeye çalışması küçük Artun'un kalbinin hızlanmasına neden oldu.

"Zaten ben başka bir Çakır'a izin vermem ki! Seni en çok ben severim, en çok ben seveceğim." Hırslı çıkan sesi ile Leyal gözlerini açarak gülümsemek istedi lakin çok yorgundu ve üşüyordu.

"Biyde en çok ben, değil mi Çakır?" Diğer eli ile battaniyeyi üzerine sardığında Artun Agâh onun üşüdüğünü anlayarak kaşlarını çattı ve battaniyeyi sıkıca örttü etrafına.

"Evet birde en çok sen, beni en çok sen seveceksin. Hem başka bir Çakır bulmayı unut bence sen bu çirkinlik ile kimse seni sevmez benden başka." Huysuz konuşması ile Leyal kaşlarını çatıp ellerini küçük çocuğun elinden çekmek istese de Artun Agâh buna izin vermedi.

"Bırak!" Diyerek öfkeli bir ses ile konuştu. Hâlâ kendisine çirkin demesi sinirini bozuyordu.

"Tamam şaka yapıyorum." Leyal iyice mayıştığı için cevap veremedi, çoktan uykuya geçmişti bile.

"Hem bence dünyanın en güzel kızı sensin,ben sadece senin benden başka bir arkadaş bulmanı, onunla oynamanı, onunla en sevdiğin çizgi filmi izlemeni, onunla yağmurun altında sallanmanın ve onu sevmeni istemiyorum." Leyal'in uyuduğunun farkındaydı ve kendisinin de yavaş yavaş uykusu gelmeye başlamıştı. Kafasını Leyal'in kafasına yaslayarak genişçe esnedi ve uyumadan önce son kez konuştu.

"Seni sonsuza kadar seveceğim ay tenli..."

Leyal Bige'den

Bedbaht bir talih ile çepeçevre işgal edilen hayatlar, umut ile boyanmaya hazırlanan beyaz yarınları, o beyazlığa leke süren kader ise siyah geçmişi temsil ederdi. Siyah ve beyazın savaşı gün geçtikçe büyürken birbirine karışan iki rengin ortaya çıkarırdığı karamsarlığın rengi bütün hayatımıza düzenini kurmaya başlamıştı bile.

Damarlarımızdan kalbimize doğru ilerleyen firari iğneler bir ok gibi saplandığında ortaya çıkan nağmeler ruhumuzun gözyaşlarından ibaretti. Geçmiş bir sis bulutu gibi ruhumuzu çevrelediğinde bu gözyaşlarının önü arkası kesilmez bir heyelanın başlangıcı bir yıkımın sonucu olurdu.

Sıkıntı ile sarmalanan yürek harbim ile ruhumda başlayan isyanların sonu zihnimdeki çığlıkları tetikliyordu. Zira şu sıralar hepsini aynı anda tetikleyen biri vardı ve benim mesleğim ile dinlenme başlayan ruhum kendisi sayesinde tekrar savaş naraları atarak uyanmaya başlamıştı. Yıllardır zihnimde verdiğim savaş ruhuma ve kalbime sıçramıştı, bu dört tarafı çevrelenmiş bilimlezlik savaşında yıpranan taraf benliğim olmuştu. Kafam karma karışıktı, yıllardır zihimde tutunduğum seslerin sahibini şimdi hiç olmadığım kadar yakınımda hissediyordum. Ruhum daralıyordu, kalbim sıkışıyor ve hiç olmaması gereken biri için hızla çarpıyordu.

İçimde büyüyen hapsolmuş yaşanmışlıklar ve tüm hisler bir çığ misali büyüyerek yüksek haykırışlarla omuzlarıma çökerken beni bir çıkmaza sürüklüyordu.

Yüzüme ve ruhuma geçirmiş olduğum bir maske vardı ve bu maske o yanımda olduğu zamanlarda düşüyor ve geçmişime gömdüğüm, kimsenin görmesini istemediğim gerçek benliğim ortaya çıkıyordu ve bu benim elimde olmadan gerçekleşiyordu. Ben Bige'ydim üsteğmen olan o sarsılmaz, güçlü ve dik başlı o kadındım, annemin tek ve omuzları dik başarılı kızıydım. Ama o bana her Leyal dediğinde olmak istediğim kişi olamıyordum ve benim bütün kaçışlarımın sebebi hayatımın en karanlık köşesine ittiğim o Leyal'in ortaya çıkmasıydı. Bunu ne ben ne de içimdeki Leyal istiyordu, onu ben unutmuştum tıpkı onunda beni unuttuğu gibi ancak şimdi kalbimi titreten adamın cam gibi parlayan çakır gözlerinin içine bakarken geçmişimi ve Leyal'in varlığını bütün damarlarımda hissediyordum. İçimdeki Leyal beni parçalayarak ve Bige'yi alt ederek çıkmak istiyordu.

Annem hep şöyle derdi-geçmişinden kaçamazsın güzel kızım, sen kaçtıkça o seni kovalar- ben geçmişimden kaçmıyordum, kaçmak istemiyordum lakin yıllar içinde Leyal kimliğimden koparılmıştım ve on iki, on üç yaşından öncesini hatırlamıyordum ve bu bilinmezlik beni yoruyordu.

Şuan onu ve beni büyüleyen gözlerini görmemem iyi birşeydi çünkü ne zaman onlarla göz göze gelsem akrep ve yelkovan parçalara ayrılarak kalbim için zamanı durduruyor zihnim içinde geçmişle dolu bir boşluğun dolmasına sebep oluyordu. Ona her baktığımda koca bir fırtına, derin rüzgarlar, hırçın denizler ve gök yüzü harekete geçiyor şimşekler çakıyor, ben o fırtınaların içinde kayboluyordum. Hayatımda olması gereken herşey tek tek parçalanıyor ve bu Artun Agâh yüzünden oluyordu. Zihnimin en ücra köşelerinde saklı, biriktirdiğim herşeyin üzerine benzin döküyor ve düşüncelerim ile beraber bir kibrit çakarak ruhumdan kalbime sıçrayarak bir yangın başlatıyordu. Buna engel olamamak ise benim en büyük acizliğimdi.

Ruhum kilolarca ağırlığın yükünü üstlenmiş gibi ağır ve yorgundu. Bu ağırlığın bir ölçüsü yoktu, bunu ölçecek güçte artık bende yoktu. Kalbim onun varlığı ile canlanıp yokluğu ile çöküyordu. Bu dayanılmaz bir histi ve ben bu hisleri kaldıracak kadar güçlü bir kadındım, öyle sanıyordum o gelene kadar. Yinede savaşmaktan geri durmuyordum, savaşmak benim ruhumda vardı ve bu savaşı sonuna kadar diretecektim.

Sıkıntılı ve titrek soluğumu bıraktığımda karşımdaki planlama şemasına boş gözler ile izliyordum. Dün gecenin yankıları hâlâ zihnimde çınlarken başımı ağrıtan ve sıkı bir şekilde topuz yaptığım saçlarımı açmak istiyordum ama bu şimdilik pek mümkün değildi. Birazdan albay ile toplantı yapılacaktı, onun dışında herkes buradaydı, onu en son gece görmüştüm. Aklım dün geceye gidince dalgınlığım daha da arttı.

 

Dün gece

 

"Çocukluğuma dokunan biri var, zihnimde çınlayan. Söylesene Artun senin benim hayatımda ki yerin ne? Kimsin sen?" Ona ilk defa kendi isteğim ile ismi ile hitap etmiştim ve bu da onun farkındadyı.

İsmi bana hiç yabancı gelmiyordu, dilimde dönüp duran ve sanki yıllardır tanışığımda olan bir isimdi. Hiç beklenmedik bir anda odasına çıka gelmiş, hiç olmadık bir zamanda ismini kendi isteğim ile söylemiş, hiç olmadık bir soru sormuştum. Bu sorumun onu da afallattığı aşikardı zira bunu gözlerinin arkasında gizlemeye çalıştığı hislerinin arasından seçip almıştım.

 

"Neden bunu kendine sormuyorsun Leyal?" Sesi zihnimin kapalı kapıların ardından içeri sızdığında iç çekmek istedim. Sesini duyunca kalbim hızlandı ama renk vermedim.

"Sormadığımı sana düşündüren ne?" Diyerek dik bir ses ile sordum. Karşımda derin bir soluk alarak kollarını indirdi ve bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. Uzaklaşmak isteyen yanımı bastırarak dik omuzlarım ile yerimden kıpırdamadan kararlı bakışlarım ile çakırlarına bakmaya devam ettim fakat bu bile benim için zordu zira burnuma dolan ferah erkeksi kokusu ile bir an yutkunmak istedim.

"Bak Leyal şuan zamanı olduğunu düşünmüyorum zira sabah önemli bir toplantımız var ve senin işin konusunda ne kadar hassas olduğunun biliyorum. Sana tek söyleyebileceğim, hatırlaman. Hatırla..." sakin sesinde yayılan gerginlik bir kurşun gibi ruhuma dokunduğunda derin bir iç çektim. Bu karmaşanın soluğuydu...

"Hatırlasam zaten sormazdım. Laf oyunları oynamak yerine neden herşeyi açık açık konuşmuyoruz? Sen de sıkılmadınız mı bu imalardan, ucu açık sorulardan? Beni tanıdığın apaçık ortada zaten ben sadece bunu öğrenmek istiyorum? Geçmiş hayatımda ki rolün ne?" Kalbimin gümbürtüsüne rağmen ses tonuma yayılan düzlük beni bile şaşırtacak cinstendi. Evet hep çok sakin biri olmuştum lakin bu sefer başkaydı, bu sefer içimde zelzeleler oluyor, fırtınalar kopuyordu.

"Kaldırabilecek misin?" Gözleri yüzümde dolandı, sanki birşeyleri tartıyor ve ifadelerimden birşeyler çıkarmaya çalışıyor gibiydi. Sonra parlayan çakırlarından bir duyguyu kıskıvrak yakladım ve yüreğime hapsettim. Gözlerinde özlem vardı, bütün dünyayı kasıp kavuracak kadar derin bir özlem.

"Benim neleri kaldırdığımı görseydin bunu sormazdın." Alaycı cevabım ile bakışlarım aşağı indiğinde yıllardır benimle bir bütün olan ve normal bir protezden farklı tasarlanmış olan protez bacağıma kaydı bakışlarım. Benim en büyük yüküm yine bana aitti.

Yüzbaşının gözleri benimle beraber bacağıma kaydığında kaşları derince çatıldı. Bir an utandım; bacağımdan, engelimden, eksik oluşumdan. Böyle bir asker olmazdı, olamazdı zaten. Ben bir deney ürünüydüm, sonunda yok olacak olan. Kendi sonunu kendi yazan ama ona rağmen hayatta kalmaya çabalayan ömrü bir günlük olan kelebek gibiydim. Narin ama savaşçı.

" Senin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu biliyorum ben Leyal, senin ve timinde ki her kadının ne kadar güçlü ve başarılı olduğunu biliyorum. Söylemek istediğim ruhun, ruhunun yara almasını daha fazla istemiyorum." Sesinin tonunda ki yumuşaklık bir an bana birini hatırlattı, sadece bir an için gözlerimin önüne gelen küçük bir erkek çocuğu ve çakır gözler ile elim başıma gittiğinde gözlerim karardı ve sendeledim. Anında belimi çevreleyen güçlü kollara teslim olduğunda göğsüm aldığım soluk ile şişti.

"Leyal? İyi misin? Ne oldu birden?" Yüzbaşının telaşlı ve endişeli sesi ile toparlanmak istedim lakin güçlü kolları buna izin vermeyecek kadar beni sıkı sarıyordu.

"İyiyim, iyiyim komutanım sadece bir an gözüm karardı." Hâlâ dik durma çabam ile kollarının öfkeden kasıldığını hissettim. Beni benden daha iyi tanıyor gibiydi.

"S*km*işim komutanını ne komutanı? İyi falan değilsin! Leyal işte kastettiğim bu, bunca yükün arasında birde bunun ağırlığını mı bırakayım omuzlarına. Ben sendeki bütün yükleri yüklenmek isterken sen bana ikimizinde taşımakta zorlanacağı o yükü bir anda anlatmamı istiyorsun. Yapma bunu bize ay tenli!" Ses tonunda ki yakarış ile kollarındaki ellerimi tenine bastırdım. Şimdi anlıyordum ki o geçmişimden gelen bir öylesine değildi o benimle hayatı soluyan kişiydi ve bunu anlamanın ağırlığı daha öğrendiklerimin yanında bir hiç gibiydi.

"Bugün değilse ne zaman? Ben artık zihnimde çınlanan seslerden, seslerin sahibinden gerçek hayata geçiş yapmak istiyorum! Bana yardım edebilecek tek kişi sensin, senin benim geçmişimden biri olduğunu anladım ama kim olduğunu ne kadar önemli olduğunu bilmiyorum? Düşüncelerim beni boğuyor, ben bu değilim ben üsteğmen Bige Kılıç'ım. Bu kadar aciz bir kadın değilim!" Hırçın sesim dalga dalga dalga ikimizin arasına yayıldığında Yüzbaşı beni kendinden biraz uzaklaştırarak ellerini omuzuma koyup yüzünü yüzüme yakınlaştırdı.

"Bak Leyal herşeyin bir sırası vardır. Herşeyi bir anda kendine yükleyerek bir yere varamazsın, sen zaten çok güçlü bir kadınsın ve aciz değilsin saçma sapan konuşma ama güçlü olmam acılarını, zihnindeki karmaşayı paylaşamayacağın anlamına gelmez. Sen bir askerden önce insansın önce bunu anla...." Diyerek taviz vermeyen keskin bir ses tonu ile konuştuktan sonra derin bir soluk verdi. Daha sonra gözlerimin içine derin bir şekilde bakarak devam etti. " Senden saklamak istediğim birşey yok zaten, sadece zamana bırakıyorum. Şuan tek önceliğin operasyon, benimki de sen. Yarın ki toplantıdan sonra ikinci adıma geçeceğiz biliyorsun, bu haftayı atlatalım söz konuşacağız, ben sözümün eri bir adamım o gün sen bana ne sormak istiyorsan hepsine yalansız bir şekilde cevap vereceğim ve senden tek istediğim o zamana kadar nasılsan öyle davran. Anlaşıldı mı?" Yumuşak ses tonu benimde yelkenleri suya indirmemi sağladı. Hafifçe kafamı sallayıp derin bir soluk verdim.

"Haklısın, bir an zihnimdeki soruların bir sonu gelmedi ve soluğu burda aldım kusura bakma. Hem hangi kafa ile geldiysem sanki zihnimdeki seslerin cevabı sendeymiş gibi?" Zihnime tanıdığım zaman ile herşey yavaşça sakinleşmiş ve ben yaptığım hatanın farkına varmıştım. Hiç yapmamam gereken birşey yapmış ve soluğu komutanım olan adamın odasında almıştım. Bu hem doğru değildi hemde meslek ahlakına tersti, nasıl böyle bir yanlış yapmıştım? Nasıl bu kadar fevri davranmıştım?

"Hepsinin sorusu bende Leyal ama sadece düşünme ve kendini yorma. Herşeyi konuşacağız." Diri tuttuğu sesi benden güçlüydü. O her yönü ile benden daha güçlü ve dirayetliydi.

"Herşeyin cevabı sizde olamaz komutanım. Ben sadece bu gece fazla saçmaladım, kusura bakmayın bir daha olmayacak ve evet konuşmamız gereken bir takım şeyler ve benim sormak istediğim sorular var nasıl istiyorsanız öyle olacak." Benim her kelimem ile kaşları derince çatıldı ve ağzının içinde birşeyler geveledi daha doğrusu küfür etti desem daha doğru olurdu. Tekrar rütbeye geçmiş olmam onu sinirlendirmiş olmalıydı.

Anlaşılan tekrar rütbedeyiz üsteğmenim?" İmalı sesi ile bir an yanaklarım kızlarsa da geri adım atmadım. Çenemi dikleştirip Leyal kişiliğimden çıkacak Bige'ye geçiş yaptım.

Bige benim zırhımdı, kimliğimdi. Ben Leyal ile varolmuş Bige ile tekrar doğmuştum, Bige sarsılmazdı, Bige korkmaz, işi dışında başka hiç birşey düşünmezdi. Bige sadece silahına ve silah arkadaşlarına güvenir, zekası ile hareket ederdi. Leyal gibi iç güdüleri ve hisleri ile yol almazdı zira bilirdi bütün yaraları ve acıları Leyal'deydi, Leyal onun güçsüz, Bige ise güçlü yanıydı. Ve ben gücüme aşık bir kadındım.

"Hep öyleydi komutanım. Sadece bir kaç dakikalığına türbeden çıkıp isminiz ile hitap etmem size başka şeyler düşündürmesin. Dediğim gibi bir daha olmayacak, olmaması için elimden geleni yapacağım. " Hemen toparlamış olmam onu hem şaşırtmış hem gururlandırmış hemde sinirlendirmiş gibiydi. Şuan ikimizde duygularımızı en uç nokta da yaşıyorduk ve ben ona ters köşe yapmayı seven biriydim.

"Yirmi dokuz dakika, kırk saniye..." Diyerek cevap verdiğinde şaşkınlık ve inanmazcasına kendisine baktım. Burda olduğum dakikları mı saymıştı? Takıntılı mıydı? Delinin tekiydi artık bunu anlamıştım.

"Gerçekten inanılmazsınız komutanım..." Başımı iki yana sallayarak kendisine baktım ve devam ettim. " İzniniz olursa odama gitmek istiyorum." Diyerek konuşmamı sonlandırdım. Burdan hemen gitmek ve yaptığım bu aptallık yüzünden kendimi cezalandırılmak istiyordum.

"Seninle geçirdiğim her saniyenin benim için ne kadar kıymetli olduğunu bilseydin böyle konuşmaz, bir kaç dakika diye geçiştirmezdin Leyal ama dediğin gibi olsun. Çıkabilirsin." Sesinde ki mekaniklik göğsümün altındaki kalbimin ruhuma esaslı tekmeler atmasına sebep oluyordu. Yinede kalbime yenik düşmek istemiyordum bu yüzden baş selamı vererek kapıya doğru ilerleyip önünde durduğumda kapının kapalı olduğunu ve sadece oda sahibi askerin el izi ile açıldığı aklıma geldiğinde sert bir soluk çektim. Tam arkamı dönüp kapıyı açmasını rica edecektim ki sırtıma değen sert ve sıcak bir göğüs ve omuzumun üstünden uzanan kaslı bir kol ile yerimde çakılı kaldım. Açılan kapı ile adım dahi atamazken ensemde hissettiğim ılık nefes ile gözlerimi yumarak titrek bir soluk verdim. Zira nefesini hissedebilmem için eğilmesi gerekiyordu çünkü kendisinin boyu benden bir hayli; yirmi sekiz, otuz santim kadar uzundu bu da demek oluyordu ki bilerek yapmıştı. Burnundan ciğerlerine çektiği soluk ile yüreğim hop ederken aklımdaki tilkiler saçlarımı kokladığını fısıldıyordu ruhuma.

"Birşeyleri hâlâ hatırlıyor olman hoşuma gitti ay tenli, günü geldiğinde beni de geçmişide hatırlayacak ve yanımdan hiç bir şekilde ayılamayacaksın. Değil uzağa gitmek, bensiz bir adım atmana bile izin vermeyeceğim." Doğrudan kalbimi hedef alan boğuk sesi ve tenime değen ılık nefesi kalbimin durmasına sebep olabilirdi. Aldığım titrek nefes ile kapıdan bir adım attıktan sonra alelacele koridora çıkacak kendi odama doğru yol aldım, sırtımda hissettiğim bir çift çakır gözler ile...

 

ŞİMDİ

Yanımdan çekilen sandalyenin sesi ile zihnim dün geceden koparak beni kendime getirdiğinde bakışlarım yanıma oturan kişiye kaydı. Yüzbaşı Artun yanıma oturup önündeki tabletten plan dosyasını incelerken rütbem gereği ayaklanmak istedim lakin o bunu yapacağımı bilmiyormuş gibi kolumdan tutarak beni engelledi.

"Rahat!" Diyerek sessiz ama çelik gibi tok sesi konuştu. Hâlâ odağı önündeki tabletteydi, neden yüzüme bakmıyordu?

"Kusura bakmayın komutanım geldiğinizi fark etmemişim." Düz ama mahçup bir ses tonu ile konuştuğumda dudağının kenarı belli belirsiz kıvrıldı öyle ki dikkatli bakılmadığı sürece fark edilmezdi. Bunu görünce bir an gerçek gülümsemesini merak ettiğimi fark ettim. Sahi gülüşü nasıldı acaba?

"Fark ettim üsteğmenim oysa ben sana dün çok düşünme demiştim. Demek ki pek dinlememişsin." İma ile söylediği ile bakışlarımı kaçırdım ve önüme döndüm. Ben her zaman çok düşünen ama az konuşan biri olmuştum, bu benim özümde vardı ve elimden de gelen birşey yoktu zira zihnimi durduracak özel bir gücüm yoktu.

Liseye gittiğim zamanlar bir öğretmenimiz anı yaşamamız gerektiğini söylemişti bizlere çünkü insanların düşünceleri içinde fazla boğulduğunu bu yüzden erken yaşlandıklarını bu gereksiz düşünceler ve sorular zincirinde hayatın her anını kaçırdıklarından bahsetmişti. Kendisi kırklı yaşların ortasında gördüğüm en güzel ve güçlü kadındı, fazlası ile feminist ve sonraydı. Her genç kızın kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini, ne olursa olsun özgürce yaşamaları gerektiğini savunurdu. Erkek öğrencilerini sevse de kız öğrencileri bir başkaydı gözünde, belki de beni bu günlere gelmemin en büyük destekçisi ve annemden sonra en bugün sırdaşım oydu ve hâlâ da o.

Şimdi onu çok iyi anlıyordum ben anlarımı zihnimdeki düşünceler ile kaçıran biriydim. Yüzbaşının iması yerinde yapılmış doğru bir imaydı zira bana düşünme dediği halde kendisinin geldiğini göremeyecek kadar derin düşüncelere dalmış durumdaydım

Mantığım ile kalbimin çeliştiği ve bir felakete yol açtıkları bu yolda nasıl yara almadan çıkacaktım bilmiyordum. Bildiğim tek birşey vardı o da yanımdaki bu adamın dün geceden sonra hayatının her anında olacağıydı.

"Bazen herşey istediğimiz gibi olmaz komutanım. Zihnimiz bizim hem dostumuz hemde silahını sırtımıza doğrultmuş olan düşmanımız gibidir. Bu aralar o silahı bana fazlası ile doğrulttu." Belki de kendimi en iyi bu şekilde ifade edebilirdim. Herşey yapma etme diyince olmuyordu zira hayatın bize karşı inanılmaz bir garezi olduğu ayan beyan ortadaydı.

"Haklısın ama zihnimizin de en büyük düşmanı kalbimizdir. Kalbinin sesini dinle." Şimdi bakışları üzerimdeydi bunu hissedebiliyordum ama bu seferde elalarımı o çakırlara çevirecek gücü kendimde bulamıyordum. Onun yanında hem Leyal olmaya mahkum edilmiş gibiydim, sanki içimdeki herşeyi bir tek o görebilirdi. Leyal'in yıllar sonra onun için ortaya çıkmasının başka bir açıklaması olamazdı, ben onu geçmişimin derinliklerine bilmediğim bir sebepten gömerken şimdi kılıçlarını kuşanmış bir şekilde o gömdüğüm yerden çıkmıştı.

"Kalbimin sesini dinlemek beni zayıf düşürecek bir eylem ve Üsteğmen Bige kalbinin sesini duymazdan gelmeyi uzun süre önce öğrendi." Tek düze verdiğim cevap ile tek kasının kalktığını hissettim lakin yine bakmayı red ettim.

Ben kendi hayatımda kendi cehenneminde nefes almaya çalışan bir kadındım. Ben kendi cephemde kendi duygularım ve mantığım ile çatışıyor hemde karşımdaki insanların zihinleri ile savaşıyordum. Kafamın içinde yüzlerce savaş vardı zaten, bir çoğunu kazansamda bazı savaşlar beni kaybetmeye mahkum ediyordu yinede bu pes edeceğim anlamina gelmezdi. Şimdi bir uçurumun kıyısındayım, zihnimdeki şeytanlar beni ittirerek o sonsuz boşluğa düşmem için bana çelmeler takarken yüreğimin ve ruhumun eşsiz çabası takdire şayandı doğrusu.

Uçurumun sonu ya ölüm yada yeni bir başlangıçtı benim için ama iki şekilde de ben kaybediyor ve onlar kazanıyordu. Bu benim kendim için verdiğim bir iç savaştı, doğruları görmek için çabalayan tarafım ile kendimi kendimi kandıran tarafım yoğun bir çekişme içindeydi. Yinede bu çekişmede arafta kalan ruhum ve benliğimdi.

Ruhumun sızısına sinen ölüm, şeytanın inini mesken tutan ateş gibi sıcak ve acımasızdı.

"Bige görmezden geliyor olabilir ama benim muhattabım Leyal ve ben biliyorum ki Leyal kalbinin sesini dinlemekte oldukça ısrarlı." Beni düşüncelerim arasından çıkaran bariton ses ile bakışlarım yanımdaki adama döndü. Söylediği şey ile kaşlarım çatıldı, belki haklı olabilirdi lakin yanıldığı bir nokta vardı Bige Leyal'den daha güçlüydü her anlamda.

"Yanıldığınız bir nokta var komutanım." Sesim beklediğimden duru ve net çıkmıştı. Beni anlamasını umuyordum ama o benden daha inatçı gibiydi hata gibi az olurdu fazlası ile inatçı bir adamdı.

"Neymiş o?" Yüzünde yine bir ifadesizlik maskesi hakimdi, ne düşündüğünü anlayamıyordum. İşte bu da benim için bir savaştı, her zaman insanların yüz ifadelerinden ne düşündüklerini anlayabilen biri olmuştum ama şimdi değil anlamak tahmin dahi edemiyordum. Yüzbaşı fazlası ile tahmin edilmez bir adamdı.

"Leyal'in çok önceden öldügü." Kuru çıkan sesim hiç olmadığı kadar ifadesizdi. Bir ismin ölümünden değilde birinin ölümünden bahsediyor gibiydim.

"Seninde yanıldığın bir nokta var Leyal!" İsmime baskı yaparak kurduğu cümle ile çenem kasıldı. Fazla inatçıydı.

"Neymiş o komutanım?" Diyerek bende rütbesine ima yaptığımda sağ dudağı bu durumdan memnun olmuş gibi kıvrıldı. Benimle uğraşmaktan zevk aldığı aşikardı.

"Benim hiç bir zaman yanımladığım ve yanılmayacağım!" Doğrudan elalarımı hedef alan gözleri ve kendinden emin duruşu ile konuşması ruhumu ürpertti. Bir ipte iki cambaz yürümezdi, eninde sonunda ikimizden biri düşecektik.

"Öyle diyorsanız öyledir komutanım." Uzatmanın bir manası yoktu, o beni anlamayacak bende onun inadını kıramayacaktım. En iyisi akışına bırakmaktı.

"Öyle Leyal, öyle." İçli bir soluk verip önüme döndüğümde o da kendi önüne döndü. Toplantı saati gelmişti. Solumda oturan Artun yüzbaşı tableti alarak yerinden kalktığında omuzlarımı dikleştirerek mesleki rolüme büründüm.

Mesleğim benim ikinci hayatımı temsil ediyordu, yıllar önce bir gelse ve bana bir asker olacağımı hatta gizli bir timin komutanı olacağımı söyleselerdi gülüp geçerdim. Ben kendi durumumun farkında olarak büyümüştüm, on üç yaşından beri bacağımdaki protez ile yaşıyor ve buna göre hayatımı idame ettiriyordum. TSK engelli birini vatani görevini yapması için asker yapmazdı öyle ki engelli bireyler normal askerlik dahi yapamazken benim gibi birinin asker olması ve bunu meslek olarak yapması imkansızdı ve daha imkansızı benim gibi engelleri olan bireylerden oluşan bir tim ile her türlü saha görevine çıkacak olmamızdı.

Şuan oturduğum bu masada bulunan ve yıllarca kendime kardeş saydığım kadınlar benim gibi üst düzey eğitimlerden geçmişlerdi. Hıçkıra hıçkıra ağladığımız zamanlar da olmuştu, en ufak birşeyi başardığımızda mutlu olduğumuzda. Pes ettme raddesine de gelmiştik, getirilmiştik. Bizeler birer deneyin parçalarıydık, gözü olmayana göz, duymayana kulak, konuşmayana dil, yürümeyene bacak, kolu olmayana kol olmuştuk. Bizi bilen bütün herkes hiç var olmadan yok olacağımıza inanıyorlardı, hiç kimse bu kadar başarılı olacağımızı bilmiyor düşmemiz ve hiç varolmamış gibi yok olmamızı istiyorlardı. İlk operasyonumda yaralandığımda ama buna rağmen o operasyonu başarılı bir şekilde bitirmemizi sağladığımda işte o gün bende dahil bütün timin inancı artmış ve bizi bugüne getirmişti. Şimdi tek başımıza başladığımız bu yolculukta kalabalık bir destekçimiz vardı, ismimizi sanımızı yüzümüzü bilmeyen herkesin bize olan derin bir hayranlığı vardı.

Bir gün... Bir gün bu tim hiç varolmamış gibi yok olacaktı, işte o gün ne benden nede ruhumdan geriye hiç birşey kalmayacaktı. Bir isimsiz olarak varolmuş, bir isimsiz olarak tükenecektim.

"Dikkat!" Yüzbaşının gür sesi ile kendime gelerek oturduğum yerden esas duruşa geçtim. Kapıdan yanındaki postası ile giren albayı gördüğümde kaşlarım bu bilgiyi bilmemem ile çatıldı. Çevrimiçi bir toplantı olacağı bilgisi verilmişti bana.

"Nasılsın asker?!" Albay Ertuğrul Türksoy'un gür sesi ile hepimiz daha da yerlerimizden dikleşip gür ve koro halinde klasik asker selamını verdik.

"Sağol!" Odada yankılanan ses ile gurur ile gülümsemek istedim. Mesleğime aşık bir kadındım.

"Sizde sağolsun, rahat. Oturabilirsiniz!" Bir emri ikiletmeyi sevmeyen bir komutandı Albay Ertuğrul adı gibi yiğit bir adamdı. Hayatımın dönüm noktası olan bir adamdı. Bazen bir abi, bazen bir baba yeri gelince acımasız bir komutan gibiydi ve bizim en büyük destekçimizdi. Bizi bugünlere getiren oydu, ona ne kadar minnet etsem, ne kadar teşekkür etsem azdı.

Ertuğrul albayın huyunu ve karakterini masada bilen herkes komutunu ikiletmeden yerlerine oturdu ama otururken bile esas duruşta gibiydik.

"Öncelikle, hepinizi iyi ve sağlam gördüğüme sevindim çocuklar. Operasyonun ilk ve küçük kısmını sorunsuz bir şekilde atlattınız, hepinizi yürekten tebrik ediyorum. Ama biliyorsunuz ki bu daha ilk adımdı. Dün sabah jandarma istihbarattan elime geçen önemli bir dosya ile çevrimiçi olan toplantıyı yüz yüze yapmaya karar verdim. Durumlar pek iç açıcı değil çocuklar, yüzbaşım." Diyerek Artun'a işaret verdiğinde ekrana yansıyan kişinin fotoğrafı ile oturduğum yerden doğruldum. Yeşil listede adı bulunan bir örgüt liderinin fotoğrafıydı.

"Kod adı Riyan, gerçek adı Şehmuz Milan. Diyarbakırlı bir ailenin en büyük oğlu, elli yaşlarında yaklaşık otuz yıldır örgütte. Oldukça tecrübeli olduğu bu yüzden de silah sevkiyatının başında olduğu elimize geçen bilgiler arasında. İstihbarattan aldığımız ve kesin olduğunu bildiğimiz bilgiye göre Irak'ğın Evbil bölgesinde büyük bir silah sevkiyatı olacak, Riyan denilen adam sevkiyatın başında olacak ve sevkiyatın yapılacağı kişi Fransız kökenli bir terör örgütü lideri. Tabi bununla da sınırlı değil, Fransız adamımızın Hanry Davtyan ile yakından bir ilişkisi olduğu, güncel toplantılar yaptığı ve yapılan eylemlerde birerbir parmağı olduğu biliniyor. Sevkiyatın yapılacağı tam konum ve bölge haritası sizlere gönderildi, acil görev emri ile yaklaşık on kişilik bir tim ile askeri helikopter ile sınır dışına bırakılacaksınız. Açık arazi, bu yüzden oldukça dikkatli olmanız gerekiyor, ayrıca Börte, Öyke ve Alp operasyon sonrası bölgede bir süreliğine gizli görevde olacaksınız." Ertuğrul albay lafını bitirdiğinde yine onu onaylamak için hep bir ağızdan konuştuk.

"Emredersiniz komutanım!" Artun başka bir plan şemasına geçtiğinde, karmaşık ama anlaşılır fotoğraflarla desteklenmiş aşina olduğum şemaya bir bakış attım.

"İzninizle komutanım?" Albaydan aldığı onay ile konuşmaya başladığında bütün dikkatim kendisine kaydı.

"Hepinizin bildiği üzere bir kaç gün önceki operasyon başarı ile sonuçlandı lakin biz istediğimiz sonuca hâlâ varamadık. Dinçer Arslan hâlâ bizimle bir iletişime geçmedi, bu yüzden ilk adımı bizim atmamız gerektiğini düşünüyorum." Albaydan çektiği gözleriniz bende dahil masadaki herkesin üzerinde gezdirdi. Bende böyle düşünüyordum, ne kadar Dinçer Arslan'ın bizimle iletişime geçeceğini düşünsemde bizim adım atmamız ve yakınlık kurmamız daha iyi olacaktı. Elimi kaldırarak konuşmak için izin istediğimde albaydan aldığım onay ile konuşmaya başladım.

"Artun yüzbaşına katılıyorum komutanım çünkü ihalede fazlası ile göze çarptık ki her ihale belli şirketler arasında olurdu ve bizim ilk defa katıldığımız ve ilk seferde aldığımız arazi Dinçer Arslan'da bir şüphe uyandırmış olabilir. Daha önce ortada yokken neden bir anda ortaya çıkıp kendisinin peşinde olduğu o araziyi nasıl sorunuz alabildiğimizi sorguluyor olabilir ki öncesinde şirketine sızan muhabirlerimiz var ve bu onları da ifşa etmek demek." Beni düşündüren ve aklıma takılanları tek tek söylediğimde albayında yüzünde bir düşünce belirmişti. Bana hak veriyorum olmalıydı.

"Bige komutanıma katılıyorum, komutanım. Şirkette bu aralar yoğun bir toplantı trafiği var, Dinçer Arslan fazlası ile öfkeli ve sürekli telefon görüşmeleri yapıyor, şirkette bulunan bütün bilgisayar, telefon ve kameralara erişim sağlasakta Dinçer Arslan'ın şahsi telefonu ve bilgisayarında bunu sağlayamıyoruz. Özel bir bilişim ağı ile üst düzey korunmakta." Gaye'nin beni destekleyen sesi ile sıkıntılı bir soluk verdim. Operasyon iyimi gidiyor demiştik? Unutun gitsin...

"Ve hâlâ birşey yapmıyorsunuz öyle mi?" Ertuğrul albayın sert sesi ile bulunduğum konumdan gerginlik ile doğruldum. Sert bir fırça bizi bekliyordu.

"Planımız hazır komutanım ben Dinçer Arslan'ın şahsi mailine görüşme talebimizi zaten ilettim. Kendisi bu sabah üç gün sonrası için bir toplantı ayarlayabileğini ve sekreteri ile bizi bilgilendireceğini yazmış." Gözleri bana değdiğinde öfkemi belli edercesine ateş saçan gözler ile kendisine baktığımda ifadesiz gözler ile bana bakıyordu. Bana ve time hiç bir bilgi vermeden kendi kafasına göre hareket etmesi öfkelenmeme sebep olmuştu. Biz bir takımdık hayır biz artık bir aileydik ve yüzbaşının şuan söyledikleri hepimizin şaşırmasına sebep olmuştu.

"O zaman harekete geçin Agâh, biz size güveniyoruz diye sizi görevlendirdik. En iyi iki timi bir araya getirdik ve hâlâ ortada elle tutulur birşey yok. Böyle mi çıkayım üstlerimin karışısına, böyle mi sizi savunayım ben? Aklınızı başınıza devşirin, bir hafta sonra önümde elle tutulur birşeyler istiyorum. Bu operasyon bu yıl bitmeden bitecek, sizde bende bütün şehitlerimizin karşısına başımız dik yüzümüz ak bir şekilde çıkacağız. Gerekirse önümüze çıkan her engeli yok edeceksiniz, gerekirse öleceksin asker! Sizin şehadete erişmiş olan yiğitlerimizden hiç bir eksiğiniz yok, tek bir fazlanız var o da hala nefes alıyor oluşunuz. Gerekirse bu uğurda nefesinizi bile keseceksiniz! Şimdi bana planını daha detaylı bir şekilde anlatın!" Masaya sertçe vurduğu yumruğu ile hepimiz mahçupça başımızı eğdik. Haklıydı, bizim bir amacımız vardı ve biz bu amacı unutmuştuk. Zihnimizi başka şeyler ile yormuş, görevimiz dışındaki şeyler ile uğramıştık. Şimdi utanmak hakkımız bile değildi

İnsanoğlu dünyaya gelmiş en acımasız, en gaddar ve en kana susamış canlı türüydü. İnsanlar fazla duygularına yenik düşen zayıf varlıklardı, düşmanlıklar, kinler, nefretler zihinlerinde ve yüreklerinde cirit atardı. Çoğu insan bu duyguları bastırmaya çalışa da kalbe taht kurmuş şeytanın karanlık varlığı sinsi bir yılan gibi bütün ruhumuzu ele geçirirdi. Ben iyi olmaya çalışan taraftım, elimde yüzlerce teröristin kanı vardı belki ama bu benim vatanım için kan döken her şehidimin intikamıydı. Düşmana boyun eğilmez, boyun eğdirtilir boyun eğmemeyenin kafası kesilirdi.

Yıllarca haberlerde şehit haberleri dinlemiş, ateşin düştüğü yeri yakar cümlesini çürütmüş al bayrağa sarılarak evine getirilen her yiğit için aynı acıyı ve daha fazlasını yaşamıştık. İnsan vicdanı ve duyguları varsa insandı, insanı insan yapan yüreğindeki merhametidir.

Küçükken izlediğim bir haber kanalında al bayrağa sarılmış bir tabut ve o tabuta sarılarak ağlayan bir anne görmüştüm. Sonra onun ardında herşeyden habersiz ama ne olduğunu hissettmiş gibi ağlayan küçük bir çocuk . Herşeyi daha iyi anladığım ve olgunlaşmaya başladığım sıralardı, şehit ne demekti bilirdim, şehit ailesi ne demekti anlardım. Haberi izlerken göz yaşlarıma hakim olamamamış ve dakiklarca ağladığımı hatırlıyorum, annemin yanıma gelişini benimle beraber ağlayışını ve babam, babama ettiği bedduaları hatırlıyorum sonra "anne ben onların yerine ölsem olur mu?" diye sorduğumu da. Çok küçük değildim ama ölüme alışmayan ruhum eğer ölürsem o şehitlerin ailelerine geri dönebileceğine inanıyordu. Sonra büyüdüm ve onların yolundan, onlar için intikam duygusu ile ilerleyen bir asker oldum. Bugün varoluşum, çocukluğumda gök yüzünden eksik olmayan güneşim, korkusuzca gezdiğim sokaklarım, vatanım, özgürlüğüm ve herşeyim için onlara minnettarım. Bir gün değil binlerce gün ansakta haklarını ödemediğimiz her şehit için, aldığımız her solukta onlarcasınız soluğunu keseceğiz.

Kininizi diri tutun zira ödenecek bedeller, alınacak intikamlar, soluğu kesilecek düşmanlar var.

Toplantının bitmesi ile Ertuğrul albay yerinden kalktığında, hepimiz yerimizden kalkarak esas duruşa geçtik. Elinde tuttuğu dosyaları ve tableti eline alarak kapının önünde bekleyen postasına çağırıp taşıması için eline verdiğinde kararlı ve keskin gözler ile hepimizi süzdü.

"Merkezdeki karargaha geçeceğim, sizi orda uğurlayacağım. Her iki operasyonunda bütün bilgilerini en ince ayrıntısına kadar bir kaç gün sonra masamda hazır istiyorum, buna alınan ifaderlerde dahil. Sınır dışındaki operasyonu için zaten harekat merkezinde olacağım beraber yürüteceğiz.Bu arada time katılacak iki askerimiz daha var Bige personel bilgileri sana aktarıldı bir sorun çıkarsa hemen benimle iletişime geçiyorsun. Anlaşılmayan bir durum?" İtiraz ve aksilik istemediğini belirten ses tonu ile hepimiz başımızı aşağı yukarı bir kere sallayıp gür bir ses ile onayladık.

"Anlaşıldı komutanım!" Gür sesimizi duyan Ertuğrul albay memnun bir eda ile başını sallayıp son kez bize bakarak konuştu.

"Allah yardımcınız olsun." Gözlerindeki gurur ve sevgi bir komutandan ziyade bir baba şefkati ve sıcaklığı taşıyordu. Bugün bu iki timden birine birşey olsa canı en çok yanacak insanlardan biriydi.

"Amin!" Bizden aldığı cevap ile son kez bakışlarını üzerimizde dolaştırarak toplantı salonundan çıktı.

Artun yüzbaşının bize dönen bakışları ile hepimiz ona döndük. Toplantı bitmişti ve şimdi operasyona gidecekler ve karargahta kalacaklar yüzbaşı tarafından belirlenecekti.

"Gaye sen zaten görevde olduğun için bu operasyonda yoksun. Öyke, Börte, Alp, Amine, Kağan, Umay, Sökmen, Çolpan, Leyal ve ben sınır dışı görevindeyiz. Geri kalanınız, burdaki görevdesiniz. Gaye Dinçer Arslan ile ilgili her bağlantıyı, her ortağını, yaptığı bütün işleri, yaptığı yatırımları, düşmani, takibi aklına gelebilecek ve gelmeyecek herşeyi bir dosya ile istiyorum. Ayrıca yedi yirmi dört bize düşürdüğünüz kameralar, ses takip cihazları hiçbir detay kaçırılmadan takip edilecek. Ayrıca son beş yılda yaptığı harcamaların finansal raporunu da istiyorum. Albayı duydunuz arkadaşlar, yüzümüzü kara çıkartamayız. Anlaşılmayan birşey? Sorusu olan?" Tek kaşını kaldırarak sıkıyorsa anlamadık diyin bakışı atan Artun yüzbaşı ile gözlerimi devirmek istedim. Yinede lanet ast-üst ilişkisi nedeni ile cevap vermek zorundaydım.

"Anlaşıldı!" Ben ima ile söylediğimde alay dolu bir bakış ile çalışlarını gözlerime dikti ve aynı ima ile cevap verdi.

"Bende öyle düşünmüştüm. Şimdi herkes işinin başına dağılabilir." Ukala bakışı ile sabır dolu bir soluk çekip önümdeki tableti elime alarak yerime oturdum. Operasyona sonradan dahil olan iki personelin dosyasını incelemem gerekiyordu. Herkes işinin başına döndüğünde yüzbaşı yine yanımdaki toplantı koltuğuna oturarak yayvan bir şekilde oturdu.

"Yeni gelecek askerler hakkında bilginiz var mıydı?" Diyerek direk konuya girdiğimde tekerlekli koltuğu yanıma kadar sürükleyerek dibime girdi ve önümde daha açmadığım dosyaya kaşlarını çatarak baktı.

"Hayır bir bilgim yok ama pek hoşuma gitmedi." Sesindeki sıkıntı yüzüne yansımıştı, parmakları ile kirli saklalını kaşırken oldukça düşünceli gibiydi.

"Doğruyu söylemek gerekirse benimde pek hoşuma gitmedi. Kendi timim bana yeterliydi ve şimdi sizin time de alıştım, yabancı birilerinin gelmesi ve düzenin aniden bozulmasını sevmem. Ayrıca ne kadar güvenilir?" Diyerek bende aynı sıkıntılı ifade ile konuştum. Herkese güvenemezdik ve şimdi aniden operasayona dahil olan başka askerler bizler için biraz sıkıntıydı.

"Haklısın, aç bir bakalım." Tableti işaret ettiğinde dosyalara girerek dijital personel dosyasından birine girdim. Karşıma çıkan fotoğraf ve şahsi, askeri bilgileri, başarıları yazan bilgilere göz gezdirdim.

"Barlas Kutlu, rütbesi üsteğmen ve keskin nişancı. Ayrıca akademiden kendi dönemini birincilik ile bitirmiş başarılı bir asker..." Diğer bilgilerine baktığımda üç dil bildiği, yirmi yedi yaşında olduğu ve diğer genel bilgileri vardı. Bir dosya ile tanıyamazdık ama bir ön görüde bulunabilirdik. Herhangi bir negatiflik sezmemiştim, başarılı bir asker olduğu aşikardı ve neden bizimle olduğunu dosyasına bakarak anlıyordum.

"Başarılı." Diyerek mırıldandı Artun yüzbaşı, bir an onun dibimde olduğunu unutmuştum. Bakışlarım kendisine döndüğünde aramızda bir karşılık mesafe olduğunu gördüm. Ilık soluğu yüzümü yakıp geçiyordu ve bu bende soluğumu tutma isteği uyandırıyordu. O kadar yakındı ki her an kalbimin heyecandan atan gümbürtüsünü duyacakmış gibi hissediyordum. Birşey belli etmeden diğer dosyayı açtığımda gördüğüm tanıdık sima ile kaşlarımı çattığımda yanımdaki adamın sesli bir küfür savurduğunu duydum.

"Hazan Gümüş..." Diyerek ismini sesli bir şekilde söylediğimde Artun öfke ile tableti eline almış bilgileri kontrol ediyordu.

Hazan... O gün Artun yüzbaşı ile karşılaştığım restoranda yüzbaşının yanında oturmuş ve sürekli kendisine temas eden kadındı. Artun komutan ile aralarında hiç bir bağın olmadığını sanıyordum zira yüzbaşının hayatında kimse yoktu ama kadının bir asker olduğunu bilmiyordum ve şimdi öğrenmiş olmam beni şaşırtmasa da aylar sonra tekrar karşıma çıkması ve operasyona dahil olması beni bir tık işkillendirmişti. Ayrıca Barlas üsteğmenden sezmediğim negatiflik bu kadından buram buram etrafa yayılıyordu. Hoşlanmamıştım ve oldukça negatif bir olumlama almıştım.

"Albay ile konuşacağım ve kendisinin operasyona dahil olmasının itirazını isteyeceğim." Kararlı ses tonuna karşılık ben fazlası ile düz ve soğuktum. Neden hemen operasyondan men edilmesini istediğini anlayamadım ama daha sonra o gün kadının Artun yüzbaşına olan bakışları ve temasları aklıma geldi. İstem dışı yüzüm buruştu, sanırım neden bu kadar cellalendiğini anlıyordum.

"Neden bu kadar cellalendiniz anlayamadım komutanım? Oldukça başarılı bir asker ve operasyona oldukça katkısı olacaktır. Hem..." Diyerek bir müddet kendisini süzerek devam ettim." Kendisini oldukça yakından tanıyorsunuz ne siz nede Hazan teğmen yabancılık çekmeyecektir." Her kelimem ile kaşları daha fazla çatılırken kendisini kaale almadan yerimden kalktım. Canım zaten burnumdaydı birde bunlarla uğraşmak zorunda kalıyordum.

"Yakından tanıdığım falan yok Leyal!" Diyerek o da ayağa kalktı lakin ben operasyon için tuttuğum notları, taslakları ve planları toplamakla meşguldüm. Birde tableti alsam iyi olacaktı...

"Beni ilgilendirmez, izninizle!" Diyerek izin isteyip yanından geçmek istediğimde bir adım atarak önümde durdu ve kolumdan tuttu. Kendisinden açıklama istemediğimi anlayamıyor muydu?

"Yakınlık falan yok Üsteğmenim. Sen akıllı bir kadınsınız o gün orda neden olduğumuzu da aramızdaki ilişkiye çözümüş olduğunu biliyorum." Evet çözmüştüm. Çoğunlukla özel görevlerde sahte evlilik, sahte aile veya sahte ilişkilerde hatta sahte mesleklerde rol alırdık. O gün gizli bir gövde olduklarını anlamıştım ama bu bütün gece kadının kendisine olan aşk dolu bakışlarını ve fiziksel temaslarını açıklamıyordu. Üstelik masada kendileri dışında kandırmak isteyecekleri kimse dahi yoktu.

"Dediğim gibi komutanım beni ilgilendirmez. Bu sizin özel hayatınız, tek temennim Hazan teğmenin bu durumu operasyona yansıtmaması zira tutanağını acımadan yazacağımı bildirmek isterim." Sesimdeki tehlike kendisine de bir uyarıydı. Bu operasyonda yanlış yapan herkesi harcayacağımı açık bir şekilde belirtmiştim ve ilk talihlim Hazan teğmendi. Onunla çok uğraşacakmışım gibi hissediyordum hatta hissetmekten de öte ön görüyordum ve ben ne hislerimden nede ön görülerimde yanılırdım.

Cevap vermesini beklemeden baş selamı verip omuzuna değerek yanından geçip kendisini aradımda bıraktım. Ardımdan sinir ile ettiği küfürleri duyabiliyordum ama umrumda değildi, benden öncesi nasıldı bilmiyorum lakin benim ilerlettiğim operasyonda yapılan her yanlışın bir bedeli olurdu. Fazla mı acımasız düşünüyordum, bilmiyorum ama bildiğim tek birşey vardı ağırmayan başım fazlası ile ağıracak gibiydi...

🌙

İçimde, tam kalbimin ortasında hissettiğim birşey vardı, bir sızı... Adını koyamıyordum, ağrı gibi, yangın gibi, koca bir boşluk gibi öyle ki ben o boşluğu doldurmaya çalıştıkça daha da derinleşen bir yara gibiydi. Geçmişimin bir kısmı koca bir enkazdı ve ben hatırlamaya çalıştıkça o enkazın altında kalıyordum, son bir kaç yıldır zihinimi tetikleyen birşeyler vardı ve bu son bir kaç aydır bu tetiklenme artmıştı, bunda arkamda bütün heyeti ile yürüyen adamında etkisi vardı.

Son zamanlarda kafayı yiyecek kadar fazla düşündüğümü fark ediyordum, şuan bile yürüdüğüm toprak zemini titreten adımlarıma tezat zihimde ağır ve ruhumu zayıflatan bir karmaşa hakimdi. Hiç olmaması gereken bir zaman diliminde yine kendini ortaya atan geçmişimin sesleri beni çileden çıkarmaya yeminliymiş gibi zihnimin en ücra köşelerinde çınlamaya başlamışlardı.

Göğsümün üstüne binen yükler aklıma ve ruhuma baskı yaptığında aldığım oksijen zehirli bir urgan gibi boynuma dolanıp beni soluksuz bırakmak istercesine boğuyordu. Yaşam beni engellemeye çalışan bir düşman gibi sürekli ardımda, yamacımda ve her daim bir tık önümdeydi. Yorulmuştum ama direnmekten vazgeçmemiştimz, bu benim sonum dahi olsa pes etmeyecek ve kazanan ben olacaktım, sadece bazen yüreğim sırtını dayayabileceği birini istiyor ama her seferinde zihnimin engeline takılıyordu.

Çaresiz bir ninnide dans etmeye mecali kalmayan yorgun ruhum, kalbimi ve zihnimi terk etmeye hazırlanan bir göçmen kuşu gibiydi.

"Öyke görüş bildir!" Ardımdan duyduğum sesin sabibi bugün sayamadığım kadar beni düşüncelerimden ayırırken elimde tuttuğum silahımı daha sıkı kavrayarak yüzlerimizi kapatmış olan kamuflajlı boyunluk bandanadan görünen gözlerim ile çevreyi taradım. Az çok haritadan konuma bakmıştım ve yanılmıyorsam bir kilometre sonra tam konumda olacaktık. Bundan sonrası mevzilenmek ve pusuydu ama içimden bir his bu kadar kolay olmayacağını söylüyordu.

"Bir buçuk kilometre kuzey, tam yol ileri." Doğru tahmin etmiştim ama yinede ortalığın bu kadar sakin olması beni şüphelendiriyordu.

"Ah be gülüm benim be ne kadar özlemişim seni! Haftalar bana yıllar gibi geldi be sende özledin mi bu haşin erkeğini, hı?" Kağan'ın sesini kulağımdaki kulaklıktan işittiğimde anlam veremeyerek bir kaç sıra önünde yürüyen Kağan'a baktım yine ne saçmalıyordu?

"Yine ne saçmalıyorsun kardeşim?" Sökmen duygularıma tercüman olmuştu sanki.

"Ya komutanım silahıma söylüyorum ya gülüm güneşim herşeyim be, sizde özlemediniz mi?" Gerçekten de sesinde derin bir özlem vardı. Bir askerin silahına bu kadar aşık olması şaşırtmamıştı ama ona isim vererek sevmesi tuhaf ama hoşuma gitmişti.

"Valla ne yalan söyleyeyim bende özlemişim be aslanım haklısın?" Sökmen Kağan'a hak verdiğinde herkesten aynı homurtu yükseldi. Bende hak vermiştim, bizler için saha operasyonlarından bu kadar ayrı kalmak eksik bir parça gibiydi.

"Acaba hep böyle operasyonlara çıkar mıyız? Valla ben aksiyon ve hareket adamıyım. Sürekli oturarak yapamam." Kağan tekrar konuştuğunda arkamda yürüyen Artun yüzbaşından sabır naraları duymaya başlamıştım.

"Valla bende merak ediyorum doğrusu? Arada bir böyle saha operasyonları olsa fena olmazdı." Amine'nin sesini duyunca soluma dönerek kendisine baktım. Belli mesafelerde dağınık yürüyorduk ve Amine birkaç metre uzağımda çevre kontrolü yaparak ilerliyordu. Şaşırdığını nokta kendisi fazla konuşmayı sevmezdi, ayrıca Börü timine karşılık hâlâ bir mesafesi vardı.

"Olabilir sonuçta bizler askeriz gerek sahada gerek özel görevlerde yer almak için yetiştirildik." Börü timinin en sessiz üyesi olan Alp'in sesini sanki ilk defa duyuyor gibiydim. Alp fazla sessiz bir karakterdi öyle ki varlığı ile yokluğu bir gibiydi ama öyle bir enerjisi vardı ki herkesin dikkatini çeken bir adamdı. Fazla uzundu, Öyke ve Artun yüzbaşından bile bir kaç cm uzun boyu vardı. Hayran olunası bir duruşu, bir heybeti vardı.

"Haklısınız komutanım lakin bende haklıyım değil mi? " Kağan Alp'e laf attığında Alp'in umursamaz tavrı ile bir an gülümsemek istedim. Yaptığı tek şey Kağan'a ruhsuz bir bakış atmak ve önüne dönerek yürümeye devam etmekti. Bu Kağan'ın gözlerini devirmesine neden oldu.

"Cevap vermedi mi?" Sökmen'in kısık gülüşü ile bende kendimi tutamadan güldüm. Demek ki timdeki herkes Alp'in bu tavırlarına alışmıştı.

"Konuştuğuna şükret." Öyke'de olaya müdahil olduğunda onları kendi aralarındaki sohbete bırakarak arkama kısa bir bakış attım.

"Fazla sessiz." Diyerek düşüncemi söyledim. O da benim gibi düşünüyor olmalı ki başını sallayarak kısık gözleri ile çevreyi taramaya devam etti.

"Hemde fazlası ile sessiz?" Diyerek yerinde durduğunda bende onunla beraber durdum. İçimde kötü bir his vardı.

"Ne düşünüyorsunuz komutanım?" Birşey düşündüğü açıktı ve her ne düşünüyorsa bu onun hoşuna gitmemiş gibiydi. Bende öğrenmek ve ona göre hareket etmek istiyordum.

"Pusu olabilir." Diye mırıldandı, bakışları hâlâ geniş arazideydi. Bunu bende düşünmüştüm ama bize verilen koordinata gelmiştik bile şuana kadar herhangi bir olumsuzluk görüşüm yoktu.

"Verilen koordinata vardık, pusu olsa çoktan avlanmaz mıydık?" Pekala aslında sadece gerginliği azaltmaya çalışıyordum ve benimde düşüncelerim pek iyi yönlere gitmiyordu. Bu işin içinde bir bit yeniği vardı.

"Bilemiyorum Leyal fazla sessiz..." Kolundaki dijital saate bakarak Çakırlarını gözlerime dikti ve devam etti. " Sevkiyat saati gelmek üzere ve etrafa tek bir ak baba dahi yok, sence normal mi?" Bizim durduğumuzu gören diğerleri çevre güvenliği alarak durmuş ve bizim neden durduğumuzu merak ediyorlardı. Öyke komutan yanımıza doğru ilerlediğinde silahım ile duruşumu dikleştirdim.

"Ne oluyor? Neden durdunuz? Fazla açık bir alandayız farkında mısınız? Dikkat çekeceğiz, hemen konum almamız ve mevzilenmemiz gerekiyor." Sesinde ki öfke yüzüne de yansımıştı zira kaşları hiç olmadığı kadar çatıktı. Zaten öfkeli bir adamdı ve hemen sinirlenebilme kabiliyetine sahipti.

"Birşey oluyor..." Diyerek tekrar etrafına bakındığında Öyke yüzbaşı kendisine cevap vermeyen Artun ile daha da sinirlendi.

"Ne diyorsun Agâh? Ne o..." Cümlesini tamamlamasına izin vermeyen bir ıslık sesi yükseldi aramızda. Timdeki herkes silahlarına sarılarak siper almaya hazırlandığında hemen dibimize düşen bomba ile metrelerce geriye savrulduk.

Başım şiddetle yere çarptığında, göğsümde hissettim yanma ile bir an nefes alamadım. Kulaklarıma doluşan bağırışlar ve patlamalar birbirine karışırken, herşey puslu ve uzaktı bana. Kulağım patlamanın etkisi ile çınlıyor, biri bana sesleniyor ama ben cevap veremiyordum. Artun yüzbaşı neredeydi? Öyke komutan iyi miydi? Peki ben neden hareket edemiyordum, bu bir son muydu? Kulaklarımda ki çınlama hâlâ devam ederken kendimi zorlayarak puslu görüşümün ardından beni sarsan yüze baktım, Amine başımda durmuş, hem bana sesleniyor hemde elindeki silahı ile ateş ediyordu. Neler olduğunu anlayamıyordum, zihimde görüşüm gibi bulanıktı aesler anlaşılmıyor ve ben hâlâ hareket edemiyordum.

Bağırışlar yükseliyor, birileri omuzumdan tutmuş beni sürüklüyordu, kapanıp açılan göz kapaklarınımın ardından ne olduğunu anlayamazken canım hiç olmadığı kadar çok yanıyordu. Artun neredeydi?

"Komutanım? İyi misiniz? Cevap Bige, cevap ver? Kağan! Kağan Bige Üsteğmen sesli uyarana cevap vermiyor, kalkmıyor!" Amine'nin endişeli sesi ile önce görüşüm netleşti, daha sonra kulağımdaki çınlamaya başka bir ses karıştı. Görüşüm tekrar pusulanırken, yüzüme dokunan küçük eller ile bir an afalladım.

"Ay tenli uyanmalısın artık." Diyerek bana usulca gülümseyen çakır gözlü çocuk ile neler olduğunu anlayamıyordum.

"Sende kimsin? Senin bu karmaşanın içinde ne işin var?" Öfkeli sesimi duyan küçük çocuk kaşlarını çatarak bana baktı.

"Beni hatırlamıyor musun ay tenli benim Çakır?" Kendisini tanıtma şekli bana epey tanıdık gelirken zihnimde yankılanan sesler çoğaldı.

"Hatırlayamıyorum!" Diyerek elim başıma gittiğinde, keskin acı ile ağzımdan bir inilti kaçtı. Benim iniltimi duyan küçük çocuk endişe ile elini yüzüme verdi ve o an başımdaki ağrı yerini yersiz bir sakinliğe bıraktı.

"Merak etme ay tenli artık hatırlayacaksın." Dedi ve geri çekilerek geri geri yürümeye başladı. Nereye gidiyordu?

"Nereye gidiyorsun? Orası tehlikeli olmaz yanımızda kalmalısın." Dediğimde yerinde durarak bana baktı ve sol elini kaldırarak bir yeri işaret etti.

"Ben değil o tehlikede ay tenli, çocukluğunun kahraman Çakır'ı tehlikede." Tekrar geriye gittiğinde sisli bir pusun ardından kayboldu işte o an zihnime doluşan ve hatırlayamadığım geçmişim ile soluk soluğa doğruluğumda acı ile inledim.

"Komutanım sakin olun, yaralısınız!" Kağan beni sakinleştirmeye çalışırken ellerim ile onu itip ayaklanmaya çalıştım.

"Artun nerde?" Kağan beni engellemeye çalışırken, güçlükle onu itiyor ve bu karmaşanın toz bulutunun arasında geçmişim ve geleceğim olan adamı arıyordum.

"Artun nerde, Kağan nerde o?" Diyerek bağırdığımda kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı. Hâlâ her yerde silah sesi vardı, çatışma devam ediyordu.

"O güvende komutanım gitmeliyiz, pusuya düştük! Pusuya düştük!" Görüşüm ve kulaklarım hâlâ pusluydu tek istediğim Çakır'a gitmekti.

"Kağan bırak beni, Artun nerde diyorum? Bırak beni asker bu bir emirdir!" Zar zor konuşarak verdiğim emir ile bir an duraksasa da beni çekiştirmeye devam etti.

"Sana beni bı..." Konuşmama izin vermeyen kulağıma dolan ses oldu. Herkesin sesini bu kadar uzaktan ve puslu duyarken onun sesini bu kadar net duymam kaderin benim için oynadığı en güzel oyundu. Kağan'ın kolları arasından çıkarak sarsak adımlar ile yerde boylu boyunca göğsünü tutarak uzanmış adamın yanına ilerledim.

"Leyal." Sesi yaralı olduğundan gerek fazlası ile kısık çıkmıştız hızlı adımlar ile yanına ulaştığımda dizlerimin üzerine çökerek ellerinden tuttum.

"Çakır." Diyerek yüzüne baktığımda, gözlerindeki ışıltı ile yarı baygın gözlerle bana bakmaya çalıştı. Çok kötü görünüyordu, gözlerim dolarken ağlamamak için kendimi sıktı. Ona birşey olmasındı...

"Hatırlıyorsun?" Diyerek kısık bir ses ile konuştuğunda sol gözümden bir yaş akarak Artun'un kalbinin üzerine düştü.

"Hatırlıyorum tabi, seni unutan aklıma tüküreyim ben." Gülümsemeye çalışarak kurduğum cümle ile sağ eli halsizce havalanıp yüzümü buldu.

"A-ağlama." Zar zor konuşması ile hemen elini tuttum durdurdum onu. Yorumlasını istemiyordum.

"Yorma kendini hem ben mutluluktan ağlıyorum Çakır, sen iyisin ben iyiyim, biz iyiyiz." Gözler kapanmaya başladığında korku ile elini sıktığımda gözleri son kez bana bakıyormuş gibi hüzün doluydu.

"B-biz...iyiyiz." gözleri tamamen kapandığında ağzımdan bir hıçkırık koptu. Korku ve can acısı ile başını dizime koyduğumda uyanması için bağırdım lakin o beni duymadı.

"Çakır, Çakır uyan! Bak seni yeni bulmuşken kayıp edemem, lütfen bunu bana yapma ne olur..." Hıçkırığım cümlelerimii yarı da kestiğinde sağ elim ile göz yaşlarımı silmeye çalıştım. " Bak vallahi yeni bir Çakır bulurum Artun, yaparım bunu bilirsin. Hadi ne olur uyan... Ne olur? Yavarırım, uyan. BİR CEVAP VER BANA, konuş benimle Allah'ın belası, ne olur! Ne olur yapma bunu bana, yalvarırım Çakır?"

O gün ne Çakır beni duydu, nede ben başka bir Çakır buldum. Ruhuma, kalbime ve zihnime kendini mıhlamış bir adamın varlığı bütün benliğimi sarıp sarmalarken, ikinci defa kaybetme korkusu yaşamıştım

Ruhum ruhuna, kalbim kalbine mıhalnmış adam. Bir ömür sana sensedim...

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%