Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM:"GELECEĞİN GÖLGESİ"

@yildiztozuyazari7

Yeni bölümden kocamaaaannn merhabaaaaaaaaarrr.✨ Görüşmeyeli nasılsınız? Beni soracak olursanız biraz yoğunum ve şu son bir kaç günde açıkçası bölüm atmaya pek fırsatım olmadı, anca bugün atabildim. Kusura bakmayın gerçekten.😊 Umarım bölümü seversiniz.🤍

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen şimdiden teşekkürler.🖤

 

Ilık bir rüzgar narin bir kuğu gibi ağaç yapraklarını birbirin kavuşturarak tenimize süzüldüğünde baharın cıvıldayan renklerine eşlik eden kuş sesleri huzuru ilmek ilmek işliyordu ruhumuza. Ben ruhunda, kalbinde ve zihninde huzurun esamesini taşımayan bir adamdım, ömrü dağlarda ve hainler arasında geçmiş ölü bir askerdim. Geçmişimdeki adam ölümü ruhunda taşıyarak yaşardı lakin şimdilerde aynı adam mutluluğun eşsiz tablosunda başroldü ve belki de hayatı boyunca nefes almayı unutmuş olan bedeni ilk defa soluklanıyordu..

"Biliyor musun bizi hiç böyle hayal etmemiştim?" Ay tenli kadınımın neşeli sesini duyduğumda kafamı yasladığım karnından yavaşça kaldırdım ve günden güne güzelleşen karımın ay gibi parlayan yüzüne baktım. Bu kadar güzel olması dünyadaki bütün kadınlara haksızlık değil miydi? Yoksa onu bu kadar güzel gören ben miydim? Neden bu kadar güzel olmasına anlam veremiyordum ve hâlâ nasıl benim gibi bir adamla evlenmiş olmasına da ama ne olursa olsun o bana aitti ve ben dünyadaki bütün erkeklerden kat be kat şanslıydım. Yaşamım boyunca yüzüme gülmeyen şans, eşim tarafından bana bahşedilmiş gibiydi...

"Nasıl hayal etmemiştin güzelim?" Diyerek yumuşak bir şekilde konuştum, bütün uysallığım kollarım arasında duran bu kadın içindi... Öfkesini suskun bir volkan gibi içinde yaşayan bir adamdım ve yılların bana öğrettiği birşey vardı ki yüreğime emanet edilen, kaderime ortak kılınan can eşime sesimin dahi yükselemeyeceğiydi.

"Evli, mutlu ve..." Diyerek huzur dolu bir mutlulukla şişkin karnını okşayarak devam etti. " çocuklu." Aynı zamanda yüreğimi alaşağı eden hoş tınılı bir kıkırdama bahşetti gülüşüne hasret yüreğime. Hayrandım; onun varlığına, ömrüme hatır diye hediye edilen elalarına, vurgun olduğum gülüşüne ben ay tenli kadınımın her zerresine hayrandım. Onunla beraber hafifçe gülümsedim ve gece karası saçlarını okşarken kafamı sallayarak onayladım, bugüne kadar çok şey yaşamıştık ve şimdi ki halimiz bana bile imkansız geliyordu.

"Benim hep hayallerim bu yöndeydi Ay tenli." Muzip bir şekilde konuştuğumda kafasını bana çevirerek yay gibi kaşlarını kaldırıp merakla yüzüme baktı. Derin bir iç çekmeden edemedim, o da bunu fark etmiş olacakki gülümsemesi yüzünde büyüdü ve tekrar yüreğimde depremlere sebep olan o can alıcı güzelliği ile beni mest etti.

"Nasıl yani?" Diyerek merakla sordu. Onunla karşılaştığımız günden beri onunla böyle olmayı hayal ettiğimi söylesem fazla mı olurdu?

"İlk karşılaştığımız günden beri seninle böyle olmayı hayal ediyorum Ay tenlim." Sesime ilişen hayranlığık öylesine değildi. Ben hayatım boyunca babamdan bir kadın nasıl sevilir annemi severken öğrenmiştim şimdi babamın izinden emin adımlarla ilerliyor sevdiğim kadın hep gülsün diye uğraşıyordum.

"Biliyorum, eğer beni ikna etmeseydin planlarım arasında bir yüzbaşı ile evlenmek yoktu." Aynı muziplik ile karşılık verdiğinde kollarımı daha da sıkılaştırıp aynı onun yaptığı gibi karımın güzelliğine güzellik katan şişkin karnını okşamaya başladım.

"Eğer seni ikna etmeseydim yine benimle evleniyor olurdun. Çünkü senin benden başka yolun yoktu ay tenlim." Saçları arasına nazik ama baskılı bir öpücük bıraktığımda hafifçe kollarım arasından uzaklaşıp çatık kaşlar ile bana bakmaya başladı. Mesleğinin vermiş olduğu sertliği ve taviz vermezliği hâlâ taşıyorda olsa yedi aylık karnı, bana ait olan giydiği bol tişörtüm ve dağınık topuzu ile o kadar sevilesi duruyordu ki kendime çekip soluksuz bırakana dek öpme isteğimi tetikliyordu.

"Benim istemediğim hiç birşeyin olma ihtimali yoktur yüzbaşım o yüzden o kadar emin olma." Haklılığı karşında içten bir gülümseme bahşettim ve ensesinden tutarak aniden dudaklarına kapandım ve bir kaç saniye sonra geri çekildim.

"Haklısın karıcım." Diyerek onayladım. Leyal'im memnun bir gülümseme ile bana baktıktan sonra aklına birşey gelmiş olacak ki az önce öptüğüm bal dudaklarını iştah ile yaladı. Yine birşeyler aşerdiğini anladığımda yerimde dik bir konuma geçip konuşmasını bekledim. Onu benim dışında neyin bu kadar heyecanlandırdığını bilmek istiyordum.

"Artun, canım deli gibi limonlu dondurma istiyor." Heyecan ile parlayan gözlerine göz devirmeden edemedim. Bazen aşerdiği şeyleri benden daha çok sevdiğini düşünüyordum ve bu düşünce bana kafayı yedirtecek gibi oluyordu.

"Aşerdiğin zaman gözlerinin bu denli parlaması hiç hoşuma gitmiyor. Bir tek benim için parlamalı can bulduğum elaların." Huysuz ama keskin sesim ile yüreğimi hoplatan bir kıkırdayış firar etti dudakları arasından.

"Seni daha çok sevdiğimi biliyorsun, hadi kalk bana biraz dondurma getir sonra sana seni nasıl sevdiğimi göstereyim olur mu?" Çapkın bir eda ile beni süzdüğünde istemsizce yutkundum. Karımın hamilelikten sonra daha da arsızlaşması beni hayatım boyunca hiç olmadığı kadar zorluyordu ve ben iradesi güçlü bir adam olmama rağmen ona karşı fazlası ile iradesizdim.

"Pekala ay tenli kadınımın ve güzeller güzeli kızımın canı dondurma istiyorsa bana da emirlerini yerine getirmek düşer." Yerimden atik bir hareketle kalkıp bana mutluluk ile bakan yavrumun annesinin alnına bir öpücük bırakıp hızlı adımlar ile yürüyerek mutfak kapısından içeri girdim.

Hızlı olmaya çalışarak buzluğu açıp dondurma kutusunu alarak kapısını kapattım. Bir yandan dondurma kaselerini alırken bir yandan da gözlerim ile dışarıda oturan karımı kontol etmeyi unutmuyordum. Dondurmaları kaselere koyup çekmeceden kaşıkları aldıktan sonra iki kaseyi elime alıp mutfak çıkışına doğru ilerledim. Geniş bahçeye çıktığımda bakışlarım Leyal'in bulunduğu bahçe koltuklarına ilişti lakin orda olmayan karım ile kaşlarım derinden çatıldı.

"Ay tenli?" Aniden içime dolan huzursuzluğa anlam veremesemde iki dakika önce bahçede oturmuş olan karımın yokluğu anlık endişelenmeme sebebiyet vermişti. Lakin sakin olmalıydım, yine küçük bir kedinin peşinden gitmiş olabilirdi. Hızlı adımlar ile elimdeki kaseleri bahçe masasına bırakıp tekrar sevdiğim kadına seslendim.

"Leyal? Güzelim nerdesin?" Yeri titreten adımlar ile bahçeyi tararken içimde büyümeye devam eden huzursuzluk kalbimi ağırtmaya başlamıştı.

"Leyal?!" Diye gür bir ses ile bağırdığımda aynı saniyelerde tiz bir kadın çığlığı doldurdu bütün bahçeyi. Yüreğim korku ile hopladığında sesin geldiği yöne doğru beklemeden koşmaya başladım.

"Leyal!" Diyerek seslendiğimde alamadığım cevap ile iyice tedirgin oldum. Yüreğim ağzımda atıyor, canım hiç olmadığı kadar yanıyordu. Bu sanki azrail tarafından canımın çekilmesi gibiydi, ölüm gibiydi.

"Leyal güzelim nerdesin?" İkinci bir çığlık tekrar yüreğime çarpıp gittiğinde hiç düşünmeden yan evin bahçesine doğru atıldım. Az önce güneşli olan hava bir anda gri bulutlara kendini bıraktığında artık hiçte iyi şeylerin olduğunu düşünmüyordum.

"Ay tenli?" Elim belimdeki silaha gittiğinde temkinli adımlar ile ilerlemeye başladım. Sonunda arka bahçeye ulaştığımda kulağıma dolan bebek sesi ile derince yutkundum. Düşündüğüm şeyin olmaması için dualar ederken adımlarımı hızlandırıp bahçeye girdiğimde karşılaştığım manzara ile nefes kalbimin durduğunu hissettim. Bir adım sendelediğimde elim kalbime doğru gitti.

"Hayır, hayır, hayır..." Koyu kırmızıya boyanmış havuzda sırt üstü uzanan cansız beden ile kafama balyoz yemiş gibi oldum.

"HAYIR, HAYIR! LEYAL HAYIR!" bir an bile düşünmeden havuza atladığımda içimden binlerce dua ve sarsılmış yüreğim ile suyun içindeki kadına doğru yüzdüm. Kollarım ile cansız bedenini sardığımda kapanmış olan gözleri ve morarmaya yüz tutmuş dudakları ile kalbimdeki acı cehennem ateşiyle yarışır cinstendi.

"Yapma bunu bana yapma, ne olur yalvarırım!" Havuzun dışına kollarımın arasında dakikalar önce kıkırdayan karımın cansız bedeni ile çöktüğümde omuzlarıma binen ölümün ağırlığı ile gözlerimden yaşlar akmaya başladı.

Güzeller güzeli karımın soluk tenini kollarım arasına alıp iyice sardığımda gözümden yüzüne damlayan gözyaşlarımın farkında bile değildim. Ellerim ile yüzüne hafif hafif vurduğumda hiç bir tepki almamak beni daha fazla korkutuyordu. Sağ elim korkarak bileğine gittiğinde nefesimi tutarak atmayan nabzını sanki tekrar atacakmış gibi tuttum.

"Bak bana, Leyal bak güzelim. Uyan hadi, aç o vurgunu olduğum gözlerini hadi?" Arkamda çığlık çığlığa ağlayan bebek ile gözyaşlarım birbirine karıştığında kollarım arasındaki cansız bedeni göğsüme yatırarak iyice kollarım ile sarmaladım.

"Yapma, yapma kurban olayım. Sana yalvarıyorum ne olur uyan...UYAN NE OLUR YAPMA BUNU BANA!" Yeri göğü inleten bağırışlarım cevapsız kalırken hayatım boyunca ilk defa hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

"Uykun mu geldi, evimizde uyumaya gidelim ama burda olmaz bak bebeğimizde ağlıyor acıkmış seni istiyor. Hadi uyan, Leyal'im?" Yüzünü severken mis gibi kokan saçlarını içime çektim ama o sadece kan kokuyordu. Kan ve ölüm...

"Yapma bunu bize..." Fısıldayışım bir çığlıktan daha gürültülüydü. İçimde ki depremler yuvamı yıktığında altında kalmış ruhum can çekişiyordu. Ölüyordum...

"Demek karın bebeğinden daha önemli Zemheri?" Kötülük kokan yabancı bir sesin ortama girişi ile kafamı kaldırıp sesin sahibine baktığımda elinde sivri bir hançer tutmuş yüzü maske ile gizlenmiş ve tam beyaz bir çarşafa sarılmış bebeğimin bir adım ötesinde duran beden ile karşılaşmak beni dumura uğrattı. Tir tir titreyen bedenim aniden kasıldığında kucağımda duran karımın bedenini incitmekten korkarak yere yatırdım ve alnına derin bir öpücük bıraktım.

"Beni burda bekle sevgilim kızımızı alıp geleceğim, sonra beraber uyuyacağız." Saçlarını son bir kez okşadıktan sonra yanımda yere düşmüş olan silahımı sıkı sıkıya kavrayıp dizlerimin üzerinden doğrularak ayaklandım.

"Azrailinin ayaklarına gelmek nasıl bir duygu?" Duygudan yoksun sesim, öfkeli bakışım karşımdaki adamı pek etkilememişti. Korkutucu bir kıkırdayış sessiz bahçede yankılandığında ruhsuz bakışlarım hâlâ üzerindeydi.

"Bunu karısının ölümünü engelleyemeyen ve birazdan küçük kızını da kaybedecek olan adam olarak mı soruyorsun yoksa Yüzbaşı Zemheri olarak mı?" Kendinden emin duruşu öfkeyi damarlarımda akan kanı tersi yönünde akmaya başladığında elimde duran silahı tereddüt dahi etmeden karşımda duran herife doğrulttum.

"Canından çok sevdiği karısını ondan alan ve kızı ile tehdit ettiğin Yüzbaşı Artun Agâh yani Zemheri olarak." Bir adım atarak yerde yatan bedenden uzaklaşarak kızıma doğru yakaştım. Aynı anda karşımda duran maskeli herifte kızıma adımladığında kalbimde amansız bir korku baş gösterdi ve bu korku iyice beni içten içe öldürmeye başlamıştı.

"Sanırım canından çok sevdiğin karın biraz ölmüş ve..." Bakışları yerde içli içli ağlayan kızımı bulduğunda benim bakmaya kıyamayacağım kızıma tiksinti dolu bir bakış atarak devam etti. " Şimdi bu küçük şeyde annesine kavuşacak." Elindeki hançeri havaya kaldırdığında soluğum göğüs kafesimde takılı kaldı.

"HAYIRRR LAAAN HAYIR! ALLAH'IM HAYIR HAYIR HAYIR! AAAAAAĞĞĞĞ!"

Parmağım hızla tetiğe gittiğinde aynı anda elindeki hançeri yerdeki kızıma sapladığında can havli ile tetiğe basıp ileri doğru feryat ederek düştüğümde az önce yana yakına ağlayan kızımın sesi kesildi. Yeri göğü inleten haykırışım yeryüzünü ilettiğinde önce bulunduğum bahçe zifiri karanlığa büründü daha sonra kalbimde keskin bir acı hissettim, sonrası...

Genç adam gözlerini araladığında kalbinde hissettiğ acı ile eli göğsüne gitmek istedi ama daha kendine gelemediği için hareket edemedi. Burnunda takılan nazal oksijen kanülünü, kolundaki serumun plastik iğnesini ve diğer herşeyi hissedebiliyordu ama görüşü tam anlamı ile yerinde değildi.

"Yüzbaşım beni duyuyor musunuz?" Başında duran ve değerlerini kontrol eden hemşire yüzbaşının hareketlendiğini görünce uyandığını anladı.

"Yüzbaşı uyanıyor hemen Mehmet beyi çağır Selen!" Genç adam netleşen görüntüler, kalbindeki derin ağrı ve kendisinde seslenen sesler ile derin bir soluk bıraktı.

"Yüzbaşım, iyi misiniz?" Genç hemşire hastasının sesli duyaranlarını kontrol ettiği için üst üste genç adama sorular sorarken sürgülü kapı mekanik bir ses ile açıldı. Orta yaşlı bir doktor içeri girdiğinde genç adam kendine gelmiş ve sağ elini kalbine götürerek tek bir cümle kurmuştu.

"Ay tenli?"

Sessizliğin zamanı eskittiği hayat diliminde bir harabeye dönerek ve çırpınarak yaşamaya çalışıyorduk. Kör kuyularda her gün tekrar tekrar ölen ruhlar acının bir bedende dirilişini izliyordu. Ve öfke bir kor gibi harlandığında zihin kendini düşünmeye kapatır ve kalp kendini öfkenin kollarına teslim ederdi. Acılarımız bizi ayakta tutan yegane sebeplerden biriydi, çırpınışlarımız yaralarımız, öfkemiz ise zararına bir kurtuluştu.

Hayat bitmeyen bir döngüden ibaretti, bizlerin düzeltmeye çalıştığı lakin kaderin yıktığı ve çıkmazlarla dolu derin bir döngü. İnsanoğlu yaşamını sürekli birşeyler için çabalayarak geçirir ve oynadığı oyunda hep mağlup olurdu çünkü kader planlarını geçmişten ibaret kurardı.

Yarının bir geçmişi yoktu lakin bugünün bir geçmişi vardı...

Ve bazı acılar geçmişi olmayan gelecekten gelirdi.

Mağarayı dolduran acılı bir inleme kulakları çınlattığında genç kadın kafasını yasladığı mağara duvarından ayırmadan tek gözünü kaldırarak inleyişin sahibine ve sebep olana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar yarım kalan uykusuna devam etmek için gözlerini kapadı. Kulaklarına dolan yaratıcı küfürler, ardı arkasına atılan tekmeler ve dün geceden beri kulak çınlatan bağırışlar hiç biri umrunda değildi tek istediği güzel bir uyku çekmekti ama o da bu şartlarda pek mümkün görünmüyordu.

"Sizin cibiliyetinizi sikeyim oruspunun dölleri!" Öyke elleri bağlı olan orta yaşlardaki adamın kafasına tekrar bir yumruk attığında içinde dolup taşan volkani öfkenin önüne geçemiyordu.

Öyke'nin öfkesi bir volkan gibiydi ve patladığı zaman önünde,arkasında, sağında solunda kim ve ne varsa yakıp yıkmadan durmazdı. Öyke'ydi o isminin anlamını ruhunda taşıyan o ince ruhlu adam... Senin adın Öyke evlat senin adın sinir ve öfke, senin adın yıkım demişti babası, "Adının anlamı öfke, öfke yıkım gertirir oğlum ama sen hak etmeyeni yıkma, kırma. Mazlumun canını yakma ki seninde canın yanmasın ama mazlumun, masumun canını yakanında her zaman karışısında dur. Ben ne yapabilirim ki deme, ben ne yapmalıyım de!" Sonra elini kalbinin üzerine bastırarak devam etmişti. " Yüreğindeki merhameti ruhunda taşıdığın öfkene, ruhunda taşıdığın öfkeninde yüreğindeki merhametin önüne geçmesine izin verme. Yüreğin senin terazin, ölç tart ve ona göre hareket et."

Bu yaşına kadar hep babasının güzel tavsiyelerine uyarak yaşamış ve öylede devam etmişti. Adaletli bir adamdı Öyke, mazlumun yanında olan, masuma uzatanında elini kıran güçlü ve adaletli bir askerdi. Uzun boyu, yapılı bedeni kendisini ne kadar kaba ve korkunç göstersede asıl kişiliğini bilenler kendisine hayran kalamadan edemezdi. Örnek bir adam ve örnek bir askerdi. Öfkesi dışında...

"Biraz sessiz döver misiniz komutanım uyumaya çalışıyorum!" Öyke kulaklarına dolan narin ama sert ses ile bir an yumruk yaptığı eli havada kaldı. Mekanik bir hareket ile soluna döndüğünde mağaranın girişinde taş duvara yaslanmış, kollarını birbirine bağlamış bir şekile uyuyan kadın ile tek kaşı sorarcasına kalktı.

"Kusura bakmayın teğmenim müessesemizin en sessiz hali bu!" Diyerek havada kalan yumruğunu kendilerini pusuya düşüren ve başta dostu ile diğer arkadaşlarının yaralanmasına sebep olan terörist liderinin biçimsiz yüzüne indirdi.

Börte duyduğu çat sesi ile yüzünü ekşitip sırtını dayadığı yerden ayırarak aynı sakin hareketler ile ayağa kalkarak rahatça gerinip iki elini cebine koyarak komutanın ve adamın yanına doğru rahat adımlar ile ilerledi. Kendisine dönen gece karası gözler ile bir an heyecanlasa da bunu dışarıya yansıtmadan usta bir şekilde yerde bayılmış yatan adamı siyah postalı ile dürttü. Ölmediği açıktı lakin dünden beri bu kaçıncı bayılışıydı? Beşten sonra saymayı bırakmıştı. Karşısında duran adamla ilgili öğrendiği birşey varsa o da ne olursa olsun hiç bir şekilde öfkesine maruz kalmak istemeyeceğiydi.

Dün ki düştükleri pusudan sonra yaralılar sınıra kadar sivil bir araç ile taşınmış daha sonra da helikopter ile acil tahliye edilmişlerdi. Yüzbaşı Agâh ağır yaralanan tek kişiydi ama durumunun iyi olduğunu biliyordu. O öyle bir darbe ile yıkılacak bir adam değildi, birde can dostu dediği kadın vardı Bige o da yaralanan bir diğer askerdi ama bilincini kaybetmemişti. Saldırı sırasında savunmaya çekildiklerinde Bige'nin yüzbaşına sarılarak bağıra bağıra ağlamasına şimdi düşündükçe anlam veremiyordu ve en kısa süre de bunu konuşmak istiyordu, neyseki kendisinin durumu iyiydi lakin Yüzbaşı Agâh'ın bilinci kapalı ve kafasına darbe aldığı için uyutmaya devam etmişlerdi bu yüzden Öyke yüzbaşı arkadaşı uyanmadıkça bütün hıncını gece yakaladıkları terörist elebaşından çıkarmaya başlamıştı. Açıkçası pek önemli değildi zira gerekli olan bilgileri almışlardı ve Börte adamın öfkesini kusmasına izin veriyordu, keyifli bir sinir atma yöntemiydi.

"Bir canlı türüne benzetemedim siz benzetebildiniz mi?" Alay kokan cümlesi Öyke'nin hoşuna gittiğinde bakışları yerde yatan adamı buldu ve başını yana yatırarak tekrar kadına döndü. Kendisine bakan mavilikler bir an nefesini kessede teklemeden konuştu.

"Türk askinin eşsiz sanatı, bir tebriğini alırım teğmenim." Kendini beğenmiş tavrı Bört'yi bir an gülümsetti, çok ufak bir andı lakin Öyke yakalamış yakalamakla da kalmamış yüreğine işlemişti. Toy bir adam değildi ama yanında bulunan kadının yanında acemi bir ere dönüştüğü kesindi.

"Tebrik ederim komutanım güzel sanat, ellerinize sağlık." Diyerek memnun bir eda ile konuştu. Memnundu zira hak etmeyene değil, hak edene hak ettiğini vermeleri gerektiğini öğrenmişlerdi. Onca masumum günahına girmiş, yüzlerce askeri şehit etmiş ve anne-babalara, eşlere çocuklara yıllarca bitmeyecek acılar miras bırakmışlardı. Bu mesleği yapan herkesin bir intikam yemini vardı, dökülen her kan ve göz yaşı için misliyle alınacak bir intikam meselesi vardı ve emindi bir gün kendisi de al sarılı bir tabuta sığdığında kendisi içinde edilecek intikam yeminleri olacaktı ve bu intikamı kimseye bırakmayacak bir adam tanımaya başlamıştı bile.

"Teveccühünüz teğmenim..." Diyerek montunun cebinden sigara paketini çıkararak bir dal almadan önce yanındaki kadına uzatarak ikram etti. Börte kendisine uzatılan sigara paketine birde adama bakarak tek kaşını kaldırdı zira sigara içtiğini pek görmemişti.

"Sağolun komutanım." Diyerek red ettiğinde Öyke paketten bir dal alarak dudakları arasına alıp yakıtı ve dumanı derince içine çektiğinde yanaklarının içe çökmesi ve dumanı havaya doğru üflemesi bir an Börte'yi yutkunmaya zorladı. Hayatı boyunca gördüğü en güzel manzaranın karşısında olması ve kalbinin maratona çıkıyormuşcasına hızlı atması hiç hayra alamet düşünceler değildi.

"Sigara içtiğinizi bilmiyordum komutanım." Tesbitten ziyade soru sorar gibi çıkmıştı ses tonu vardı ve birazda merak. Öyke yüzbaşı hakkında birşeyler öğrenme isteğine engel olamıyordu halbuki ki kendisi irade testinden tam not ile geçmiş bir askerdi.

"İçmiyorum zaten, sadece arada canım çok sıkkın olduğunu zamanlarda birer tane yakarım." Tek bir duygunun rengini taşımayan ses tonu, umursamaz hareketleri ve heybetli duruşu ile bir tablodan farksızdı genç adam. " Ama senin kullandığını biliyorum Börte." diyerek devam etti, kullandığını biliyordu, karargahtan çıktıkları zaman çoğu zaman ilk işi bir sigara yakmak oluyordu genç kadının, bugün bile kendisinden gizli bir kaç tane yaktığını fark etmişti. Sigara içerkenki o hali gözlerinin önünden gitmiyordu, güzel kadındı vesselam ama kendini zehirlenmesi hoşuna gitmemişti Öyke'nin.

"Bende fazla kullanmam ama böyle durumlarda da yokluğunu ararım." Börte omuzlarını hafifçe silkerek konuştu, adamın fark ettiğini biliyordu. Ne kadar göze batmadan içmeye de çalışsa Öyke yüzbaşının dikkati fazlası ile vardı, şuan bile sigara içip kendisi ile konuşurken gözü, kulakları ve zihni mağaranın dışından gelecek herhangi biri veya birilerine karşılık dikkateydi. Börte emindi ki şuan adamın gök yüzden uçan kuşun çırptığı kanat sayısından haberi vardı.

Öyke karşısında duran kadına doğru bir adım atıp sigarasından bir duman daha çektikten sonra sigara dumanını genç kadının yüzüne doğru üfledi. Anlamını bildiği bu hareketin Börte tarafından da bildindiğini biliyordu zira çatılan kaşları ve koyulaşan mavilikleri bile bunu en büyük göstergesiydi.

"Kendini zehirlemen hoşuma gitmedi teğmenim bir daha olmasın." Börte Öyke'nin fazlası ile umursamaz bir yapısı olduğunu düşünüyordu, fazla rahat ama bir o kadar despot ve otoriterdi. Bazen gün boyu hiç konuşmadığını bile görmüştü, konuşmayı sevmediği aşikardı lakin ne zaman kendisiyle beraber olsa çözülmeyen dili kendisine karşı buz gibi erirdi. Yine çok fazla bir sohbeti yoktu lakin aralarında belli bir sohbet yakalamayı başarabiliyorlardı.

"Kendi sağlığımı kendim düşünemiyorum ben zaten, sağolun komutanım." Alayvari ve ima ses tonunu ile Öyke'nin sol dudağı yukarı doğru havalandı, bu kadar dik başlı ve dediğim dedik bir kadınla nasıl anlaşabildiğini sorgulasa da kadının bu davranışları hoşuna gidiyordu. Kendini ezdirmeyen, lafını esirgemeyen, kendi haklarını savunan ve güçlü duran her kadına hayranlığı vardı çünkü susmak ve boyun eğmek bir kadına göre değildi haykırarak konuşmak ve boyun eğdirmek işte bu tam onlara göre ve hak ettikleri şeydi.

"Eh bundan sonra artık hem arkanı,hemde sağlığını kollarım ne yapalım." Hem de kalbini kollarım diyerek devam etti içinden, yüreğindeki bu yüksek volumlü çarpıntının sebebini anlamayacak kadar toy değildi ve o emin olduğu herşey için peşinden gitmeyi bilen bir adamdı tıpkı karşısında ki kadının kalbininde peşinden gideceği gibi.

"Sağolun komutanım çok düşüncelisiniz! Siz olmazsaydınız ben ne yapardım." Kinaye ile laf sokması az kalsın Öyke'ye kahkaha attırıyordu, bunu sevmişti. Börte ile uğraşmayı gerçekten sevmişti ve bundan sonra uğraşını bulmuştu teğmeni ile uğraşmak.

"Degil mi?" diyerek aynı ses tonu ile konuştuğunda Börte dayanamayarak gözlerini devirdi ve sırtını komutanına çevirerek mağaranın çıkışında nöbet tutan Alp'e kısa bir bakış attı.

Varlığı sonuna kadar hissedilen bir adamdı Alp, girdiği her ortamda kendini belli eden bir aurası vardı. O kadar heybetli bir askerdi ki Börte meslek hayatı boyunca bu kadar uzun ve heybetli bir asker ile hiç karşılaşmamıştı. Girdiği her ortamı küçülten bir yapısı vardı, bu mecazen bir söylem değildi gerçekten girdiği her ortam uzun boyundan ve yapılı bedeninden dolayı bir anda küçülüyordu. Az önce Öyke komutanının sessiz olduğunu düşünmüştü ama Alp timin en sessiz üyesiydi öyle ki Börte adamın sesini birkaç kez toplantılarda duymuştu. Garip bir havası vardı, ben burdayım der gibiydi ama bir o kadar da ben yokum, yokluğum varlığımdan daha baskın der gibi bir duruşu vardı. Gereksiz yere konuşmayı sevmeyen bir tipti Alp, gerek duydukça konuşur fikirlerini beyan eder ve geriye çekilirdi ve doğruyu söylemek gerekirse fazlası ile yakışıklı bir adamdı. Börü timi genel olarak sanki özenle seçilmiş gibiydi lakin Alp'de bu durum bir kaç kat fazlaydı öyle ki Börte nasıl asker olduğunu düşünmeden de edemiyordu. Belki bir basketbolcu, belki bir manken veyahut bir oyuncu bile olabileceğini düşünmüş ama asker olmasına inanamamışlardı kendi timindeki kadınlar ve haklılardı.

"Alp durum nedir?" diyerek konuştuğunda Alp arkasını dönmeden başını çevirip kısa bir bakış atmış ve tekrar önüne dönmüştü. Sessizliği seven bir adam olsa da Öyke komutanının adama yaptıkları hoşuna gitmiş bu yüzden de gece boyu sakinlikle çevre taraması yapmıştı.

"Herhangi bir hareketlilik yok." kısa bir cevap verdiğinde Börte başını sallayarak onayladı. Bir an cevap vermeyeceğini düşünmüştü, Alp ile aynı rütbelerdeydiler yani ast üst ilişkisi olmadığı için aralarındaki konuşma resmiyetin daha dışındaydı.

"Agâh'tan haber var mı?" Öyke'nin sert ve bariton sesini duyan Alp yerinden dikleşip komutanına döndü ve başını olumsuzca iki yana salladı.

"Bilinci hâlâ kapalı komutanım." düz bir ses tonu ile komutanını cevapladığında Öyke derin bir soluk alarak önce çenesini kaşımış daha sonra yerde yeni yeni ayrılmaya çalışan herife bakarak soğukça sırıttı ve keskin bir tonda konuştu.

"Duydun mu daha uyanmamış, eh buda senin için sanatıma devam edeceğim anlamına gelir." Ve yakasından tuttuğu gibi kafasını adamın yüzüne gömdü.

Börte sabır dileyerek komutanına döndüğünde sakin adımlar ile mağaranın taş duvarına doğru ilerleyerek sırtını dayadı ve kollarını birbirine bağlayarak Öyke komutanını seyretmeye başladı. Bugün daha agresifti sanki yada kendisine öyle geliyordu, tek bildiği yerde yatan herifin sonunun ölüm olacağıydı.

"Ulan ne uyudun Agâh ben burda adamı dövmekten yoruldum sen uyumaktan yorulmadın. Ama ben sana sorarım döndüğümde hele bir uyan sen!" Börte adamın öfekli sitemine hak verdi lakin yorulduğunu düşünmüyordu, soluğu bile kesilmemişti adamı döverken. Tek bir an bile nefes nefese kalmamış, oturmamıştı bile, öyle ki bir kaç defa kendisi uyarmış ve biraz dinlenmesini istemişti ama Öyke bu isteği bile dikkate almadan odaklandığı çok önemli işine devam etmişti.

"Komutanım biraz dinlenseniz mi artık?" kadının sitemli ve buyurgan sesini duyan Öyke burnundan sert bir soluk bırakarak adamın kafasını yere çarpmış ve kafasını arkasına çevirerek hin bir sırıtma ile konuştu.

"Sen devam etmek ister misin?" Ciddi bir ses tonu ile konuştuğunda Börte dudağını bükerek yerdeki adama baktı daha sonra temiz ve beyaz ellerine kısa bir bakış atarak yüzünü buruşturup olumsuzca kafasını salladı.

"Ellerimi kirletmeye değeceğini düşünmüyorum, siz benim yerime de bir iki tane sallarsınız." Öyke ciddi mi diye bir bakış attıktan sonra sabır dileyerek elleri arasındaki adamı yere çarparak bıraktı. Kendisi deliydi bunu kabul ediyordu peki neden hayatına giren kadın da kendisi gibi deliydi, neden daha sakin, şiddeten korkan bir kadın değildi.

"Alp karargah ile iletişime geç Agâh komutanın hakkında bilgi al, Börte toparlan şehir merkezine iniyoruz." Yerinden doğurlarak ayağı dibindeki elleri bağlı adamı yakasından tutarak bir çuval gibi zorlanmadan kaldırdı.

"Emredersiniz komutanım!" Börte ve Alp aynı anda Öyke'yi onaylayıp harekete geçtiler. Börte belindeki silahı bej rengindeki gömleği ile kamufle edip yüzüne bandanasını geçirip siyah geniş kamuflajsız asker montunu üzerine geçirip yerdeki sırt çantasını aldı ve çıkışa doğru elinin altındaki adamı ite kalka ilerleten yüzbaşının ardından ilerledi.

Mağaradan dışarı çıktıklarında güneş tam tepedeydi lakin ıssız bir soğukluk vardı ve bu insanı ürpertiyordu. Dağların yamacından aşağı inecekleri sırada Öyke'nin elindeki terörist ile yukarı doğru çıktığını gören Börte ve Alp merak ile adamın peşine takıldılar. İkisi de birbirine ne yapıyor bu adam bakışları atarken on beş dakikalık bir yürüyüşten sonra tam tepeye çıktılar.

"Ne yapacağsın bana ğomutan, bırak artığ beni işinize yaramam." Öyke ellerinin arasında duran ve hâlâ konuşmaya çalışan ite bakarak alay ile sırıttı.

"Tabi efendim her türlü hizmeti sağlamatayız, özgürlük mü istiyorsun şimdi seni özgür bırakacağım." Bunu o kadar ciddi bir ifade ile söylemişti ki elleri bağlı olan adam derin bir soluk bırakarak Öyke'nin söylediğine inandı.

Börte sakin bir eda ile Öyke'nin yapacağı şeyi bekliyordu, o da çok iyi biliyordu ki adamı bırakacaktı ama nasıl bırakacağı konusunda şüpheleri vardı. O kadar işkence ve dayaktan sonra herifin bu kadar kolay kurtulacağını sanmıyordu ve kendisi az çok yüzbaşını tanıdıysa emindi ki aklında dehşet bir özgür bırakma eylemi vardı. Ellerini cebine atarak sıkılgan bir eda ile çevresine baktığında oldukça engebeli ve kurak bir arazi olduğunu fark etti. Ağaç dikilse ne güzel olurdu diye düşünmeden edemedi, yeşil yakışırdı bu topraklara, sonra mavi gökyüzü...

"Akıllısın komtan, beni bırağmakla iyi edersin." Ses tonu bile insanı tiksindiren bir yapıya sahipti, tıpkı varlığı gibi...

"Akıllıyım tabi..." Diyerek terörist ile beraber uçurumun kenarına doğru ilerledi Öyke, şimdi ne kadar akıllı bir komutan olduğunu gösterecekti bu şerefsize.

"Ne ediyorsun sen komtan, yanlış yere gidersin?" Hain şerefsizin tırsak sesi ile Börte sesli bir şekilde gülümsedi. Öyke anında kadına döndüğünde yüzündeki güneş gibi gülümseme kalbinde yoğun bir sıcaklık yaydı, eğer sürekli gülecekse bütün kansızları elden geçirir ve kafalarına sıkardı.

"Doğru yol orası, nasıl gerillasın lan sen insan yaşadığı lağımı bilmez mi?" Börte alay dolu sesi ile konuştuğunda Öyke ve Alp sesli bir şekilde gülümsediler. Kadının bu konuşma tarzı hoşlarına gitmişti.

"Bilirim ya ben, buranın idaresi benden sorulur. Burası yanlış yoldur." Diyerek aynı korku ile konuştu Berxan denilen terörist elebaşı. Bu kadar korkak olmaları bazen bütün askerleri şaşırtıyor ve kimlerle savaştıklarını daha doğrusu kimlerle muhattap olduklarına anlam veremiyorlardı. Düşmanın bile şereflisi ve korkusuzu makbuldü, bunlar hem korkak hemde şerefsizdi.

"Ehh artık pekte sana gerek kalmayacak gibi buraların." Berxan komutanın ne dediğini anlayamadı, zaten aklı pek yetmezdi kelime oyunlarına. Basit oyunların adamıydı, bir piyondu lakin örgüt hakkında bildiği bir çok şey vardı, ağzı sıkı değildi ve iki tokata ötmüştü.

"Bırakacam dedin komtan." İçinde büyüyen korku hiçte iyi şeylerin olacağını söylemiyordu. Kendi isteği ile örgüte katılmıştı, babası da örgüt liderlerinden biriydi ama bir kaç yıl önce lakabı Zemheri denilen bir asker tarafından öldürülmüştü ve şimdi kendisi Türk askerinin elindeydi...

"Bırakacağım lan biraz sakin ol, korkma hemen. Türk askerinin merhameli elleri arasındasın!" Öyke oldukça eğleniyordu, normalde bu tür muziplikleri Agâh ile beraber yaparlardı. İkisininde kafası aynı çalışır ve aynı şeylerden zevk alırlardı şimdi yanında değildi bunun sebebi de kendi elleri arasında duran bu kansızlardan başkası değildi.

Yeri titreten adımları ile uçurumun dibine geldiğinde Berxan denilen terörist kurtulmak için debelenmeye başladı. Kendisine az çok ne olacağını anlamış ve bu nedenle korku ile kendini kurtarmaya çalışıyordu.

"Yapma, etme, eyleme komtan. Bildiğim ne varsa anlattım, bırağ beni." Yalavaran sesi, yüzündeki morlukar ve kan ile oldukça zavallı ve acınası duruyordu ama herşeyin bir bedeli vardı. Berxan ellerinde masum insanların kanını taşıyan, ülkesine ihanet eden yüzlerce mazlumun kanına girerek örgüte katılmalarını sağlayan bir kansızdı. Ölmesi şarttı ve öldürülecekti.

"Kes ulan sesini! Ulan it ne sandınız o roketi üstümüze bırakırken? Hepimizin öleceğini mi?" Sağ eli ile teröristin yakasından tutarak aşağı doğru sallandırmaya başladığında Berxan bağlı elleri ile Öykenin bileğine tutunmuş ve düşmemek için çırpınmaya başlamıştı.

"Ğurbanın olayım yapma komtan! Bırağacam demiştin, Türk askerî merhametlidir dedin." Ağlayarak yalvarması normal bir insan için belki de hemen yumuşamasına sebep olan bir eylemdi lakin mesleğin içinde olanlar, en yakınlarını toprağa verenler, silah arkadaşlarını kaybedenler ve aldıkları her bilgide ne kadar korkunç olduklarını görenlerin acıması olmazdı. Öyke'nin acıması yoktu,yılları bu soysuzlar ile geçmişti ve neyin ne olduğunu çok iyi biliyordu.

"Türk askerî mazluma merhametlidir, masuma, çocuğa kadına, hayvana merhametlidir. Senin gibi soysuza değil edecek merhametimiz, bu dünyada paylaşacağımız bir nefeslik hava bile yok!" Gür sesi dağları taşları inlettiğinde adamı izleyen Börte büyük hayranlık ile bakıyordu. Kasılan sırtı, geniş omuzları ve öfkesi hükmeden bir tanrı gibiydi, o gerçek bir askerdi vatanına her anlamda sahip çıkan bayrağı için can vermeye hazır bir Türk askeridi. Korkusuzdu, cesur ve acımasızdı. Düşmana gaddar, masuma merhametli ve sevgi doluydu.

"Komutanım artık atsanızda gitsek, sıkıldık." Alp'in sıkıntı dolu sesini duyan Öyke arkasında duran ve ilgisiz bir şekilde kendisini izleyen askerlerine dönerek tek kaşını kaldırdı daha sonra uçurumdan sallanan teröriste bakarak düz bir ifade konuştu.

"Şovumu beğenmemişler anlaşılan, herkesin bir Agâh olmadığını anlamış oldum. Neyse bende sıkıldım zaten özgür olma vaktin geldi." Ellini serbest bıraktığında terörist bağlı ellerine rağmen düşmemek için bağıra bağıra kendisine sarılmıştı. Sıkıntılı bir soluk bırakıp, elini silkeledi ve Berxan denilen soysuz bu hamleye dayanamadan yüzlerce metreden aşağı bir kuş gibi süzülmeye başladı.

"Göklerde kartal gibiydi komutanım." Börte'nin soğuk espirisi ile Öyke bir an kadının yüzüne baka kaldı daha sonra gür bir kahkaha firar etti dudaklarının arasından. Siniri bozulduğu için gülüyordu şuan, hayatında tek normal bir an yoktu. Normal insanlardan bahsetmiyordu bile normali aramayı bırakalı yıllar olmuştu.

"Ondan olsa olsa deve kuşu olur. Korkaklığı ile geberdi. " soğuk ve ciddi haline döndüğünde bulundukları araziye kısa bir göz attı. Kurak bir araziydi ve biraz ağaçlandırma istiyor gibiydi. Yeşil yakışırdı bu topraklara, bütün pisliklerden arınmış olurdu.

"Komutanım karargah ile iletişime geçtim. Agâh komutanım uyanmış ve durumu da iyiymiş, hatta o kadar iyiymiş ki ayaklanmış ve yürüttüğümüz operasyon için toplantı emri vermiş. Önemli olduğunu da eklemiş." Öyke Alp'in söyledikleri ile hafifçe kafası sallayarak onayladı, kardeşi iyiydi ve az önce bir pislikten daha kurtulmuştu. Şimdi asıl görevine odaklanabilirdi ayrıca kendisininde Agâh ile konuşacak önemli bir konusu vardı ve yanılmıyorsa ikisininde konuşacağı önemli konu aynıydı.

"O zaman asıl görevimize başlayabilir, gidiyoruz." Öyke ikisine arkasını dönerek ilerlemeye başladığında Börte ve Alp sessiz bir şekilde komutanlarını takip etmeye başladı.

Ufukta duyulan savaşın tiz çanları zihinleri mutlak suretle gölgesi altında almıştı ve bu savaşın kazananın kimler veya neylerin olacağı ise büyük bir muammaydı.

🌙

LEYAL BİGE

Sonsuza kadar bir yalanın içinde yaşamayı tercih eden zihnim yine kendine en büyük darbeyi vurmuş ve ruhumu derinden sarsacak yaralar açmayı başarmıştı. Yaşamın çetrefilli sürecinde doğruları bulmak isteyen benliğim ile zihnim süregelen bir çatışma hâlindeydiler ve arada kalan ruhum fazlası ile yorulmuştu.

Hayatım bir farenin kediden köşe bucak kaçması gibi kaçarak başlamış ve öyle devam etmişti. Sağ bacağımı dizimden itibaren kaybettikten sonra yaşadığım en zor şeyin bu olduğunu düşünmüştüm ama şimdi hatırlıyorum da hep daha ağır yaralar alan küçük bir kız çocuğu olmuştum. Yaralarımın biri kapanmadan diğeri açılıyor ve dayanamam dediğim her acıya dayanarak daha da güçlenmiştim. Daha bebekken başlamıştı aslında kör talihsizliğim, terörist bir baba, ağzı olan ama dili olmayan bir anne ve şiddet. Hiç bir çocuğun hak etmediği şeyler yaşamak benim suçum değildi lakin şiddet gösteren, milletine ve vatanına ihanet eden bir babamın olması hayatın en büyük suçuydu.

Altı yaşında bir Ankara kışında küçücük bedenim ile bir polis tarafından kurtarıldığımda hayatımın baştan sona değişeceğini hissetmiştim ve bu hissim herşeyin her daim daha iyi olacağı yönündeydi ama kader yine kendi oyununu oynamakta kararlıydı ve sonuç olarak kaybedilen bir bacak ve on üç yılım vardı. Kaybettiğim bir aile ve kaybettiğim bir adam ve kaybettiğim bir geçmiş vardı . Ve kader yine bizimle tekrar küçük bir oyun oynamaya karar vermiş olacak ki bir kaç ay önce yaşamımın dönüm noktasını yaşatan adamın o küçük oğlunu yıllar sonra bir mekanda görmüş daha sonrada onları düştükleri pusudan kurtarmama vesile olmuştu. Mutlu muydum? Hiç bir fikrim yoktu, üzgün müydüm? Deli gibi üzgündüm. Kızgın mıydım? Öfkem bir volkandan daha fazlaydı.

Sonu görünmeyen bir karmaşanın ortasına kalmış gibi hissediyordum ve bu sadece bir his değil hayatın acı gerçekleriydi. Bundan sonra olacaklar hakkında hiç bir fikrim yoktu ama bildiğim bir gerçek vardı ki ne Çakır beni bırakacaktı ne de ben onu bırakabilirdim bu saatten sonra. İkimizde birbirimize kör bir düğüm ile bağlamıştık, bu düğüm yıllar önce atılmış ve kopmadan devam etmişti. Bizi birbirimizden ayıran kader yine bizi bir araya getirmişti. Küskün minnettarlığım bâki kalacaktı...

Düştüğümüz pusuda yaralananlardan biride bendim, son dakika Artun'un müdahalesi ile kenara itilmiş patlamanın etkisiylede metrelerce uzağa fırlamıştım ama Artun'un beni korumak için yaptığı hamle işe yaramış kendini tehlikeye atarken beni korumak istemişti. Bunun için ona fazlası ile kızgındım ama özlemim kızgınlığımın bile önüne geçiyordu. Başıma aldığım darbe sonucu hafıza merkezim anılarımı tekrar bana getirmişti. Yıllardır bunun için uğraşan doktorum bile şaşkındı ve benden daha mutluydu, geçmişimin geleceğim için önemli bir rolü olduğunu söylerdi ve haklıydı önceden olsa inanmazdım ama geçmişim bana tekrar geri döndüğünde artık bende inanıyordum.

Geçmişim şimdiki beni yaratmış, geleceğimi etkisi altına almıştı.

Artun yaklaşık iki günden beri karargahın hastane kısmında uyutuluyordu, alanında uzman tabip teğmen ve üç ayrı doktor durumunun iyi olduğunu ve uyanmasını beklediklerini söylemişlerdi. Şimdi benimle dahil bütün tim Artun'un uyanmasını bekliyordu. İçimde sıraladığım duaların haddi ve hesabı yoktu, normalde de ülkemin her askerî için dua ederdim lakin içeride yatan geçmişin ve geleceğine ait biriyken dualarım ve yalvarışlarım ilk defa yüreğimi alabora etmişti.

Ben güçlü görünümümün arkasında yatan güçsüz bir kadındım, güçsüzlüğüme ördüğüm duvarların tuğlaları ilk defa iki gündür birer birer düştüğünü hissetmiş ama herhangi birşey yapmamış, yapamamıştım. Ama biliyordum ki o duvarları daha güçlü bir şekilde örecek, örmek zorunda kalacaktım zira güçsüzlüğümden güç alan düşmanlarım dostumdan daha fazlaydı.

İçime attığım acılar ruhumu çürütüyordu...

Oturduğum masada derin düşünceler ile boğuşurken odanın kapısı iki defa tıklatıldı ve içeri tabip teğmenlerden biri girip esas duruşa geçerek tekmil verdi.

"Ahmet Saygın, Mardin. Yüzbaşım ile ilgili bir durum vardı komutanım." Oturduğum yerden dikleştim. Dünden iki gündür uyumamıştım ve fazlası ile yorgundum, operasyon ile alakalı bir sürü şey birikmişti ve ben hiçbir şey yapmamıştım.

"Söyle teğmenim." kuru sesim oldukça yorgun çıkmıştı. Meslek hayatım boyunca bile hiç bu kadar yorulduğumu ve yıprandığımı hissetmemiştim.

İçimde yoğun bir kırgınlık vardı, öfkeli bir hüzün buruk bir mutluluk ve garip bir özlem. İçimdekileri nasıl tarif edeceğim hakkında yoğun bir karmaşa içindeydim, bu durumu ne kadar dışarı yansıtıyordum bilmiyorum ama her iki timimde bana hiç bir zorluk çıkarmamışlardı. Bugün acil bir toplantı yapılması gerekiyordu ama Artun'un olmadığı ve timin eksik olduğu bir toplantıya katılmak ve yönetmek hiç içimden gelmiyordu.

"Yüzbaşım uyandı komutanım ve sizi istiyor." Ani bir hareketle yerimden kalkarak odanın çıkışına doğru ilerledim.

"Komutanının durumu nasıl teğmenim." diyerek düz bir ifade ile konuştum. İçimde anlam veremediğim bir heyecan, yoğun bir özlem vardı. Ne yapacağımı bilmiyordum, onu gördüğümde nasıl davranmak gerektiğini de bilmiyordum ben iki gündür hiç birşey bilmiyordum. Davranışlarım ve duygularım iradem dışında gerçekleşiyordu bunun önüne geçemiyordum.

"Kan değerleri normal, beyninde herhangi bir hasar yok ve fiziksel olarak da son derce iyi durumda, oldukça güçlü bir bünyesi var komutanım. Hemen toparlayacaktır." Rahatlayan bedenim ile içimde tuttuğum soluğu dışarı bıraktım. Allah onu bize bağışlamıştı ve bu mutluluk herşeye değerdi.

"Allah'a şükür. Sen şimdi gidip istirahat edebilirsin fazlası ile yoruldun ben yanında olacağım. " Ahmet başını sallayarak beni cevapladı.

"Emredersiniz komutanım." Esas duruşta kafa selamı verip sol ayak topuğunun üzerinde dönerek yanımdan ayrıldı. Arkasından kısa bir bakış attıktan sonra içime derin bir soluk çekerek temkinli adımlar ile ilerlemeye başladım. Neyden korkuyordum yada ne ile karşılaşacağımdan korkuyordum? Bu kadar korkak bir kadın mıydım, yoksa korkumun sebebi bir kaç koridor ötemde bulunan ve çocukluğumun adamı olan Çakır'dan mı kaynaklanıyordu?

İçimdeki belirsizlik beni öldürüyordu, net bir kadındım ama geçmişe nasıl bir yaklaşımda bulunmam gerektiği hakkında bocalama yaşıyordum. Koca bir boşlukta sallanıp duran bir dal parçası gibiydim, büyük bir fırtına çıkmış ve kendimi ordan oraya savrulurken buluyordum. Tutunacak başka bir dal arıyordum ve o dalın kapının ardındaki adam olduğunun da farkındaydım. Yıllardır zihnimin ruhuma ettiği işkenceler bir son bulmuş ve kendimi hafiflemiş hissediyordum ama yinede bu herşeyin bittiği anlamına gelmezdi hatta herşeyin daha yeni başlıyor oluşuna da büyük bir işaret olduğu kanısındaydım.

Durduğum koridor bana boğucu gelmeye başladığında daldığım düşünce havuzundan boğulmaktan son anda kurtularak çıkıp yeri titreten sağlam adımlar ile yürümeye başladım. Geçtiğim koridorlar beni ona daha fazla yaklaştırırken içimde dolup taşan garip duygu tekrar kendini göstermeye başladı. Sonunda Artun'un kaldığı odanın önüne vardığımda bir kaç defa derin soluklar alıp verdim. Başımı yukarı kaldırarak göğsümde takılı kalmış sıkıntıyı havaya doğru üfledikten sonra çekingen bir şekilde kapıyı iki defa tıklatıp içeri doğru adımladım.

Omuzlarım dik olsada yüzümdeki çekingenlik kendini belli ediyor olmalıydı zira mimiklerimi kontrol etmekte güçlük çekiyordum. Kapıyı ardımdan kapatıp yüzümü komutanım olan ama çocukluğumu kendisinde taşıdığı adama çevirdiğimde iç çekmeden edemedim. Yüzündeki yara izleri, başının sol kısmındaki beyaz sargı ve göğsünün üst kısmındaki sargılar ile yaralı bir kurt gibi duruyordu ama bu haliyle bile fazlası ile dikkat çekici bir yakışıklılığı vardı. Evet yakışıklıydı, yıllar onu fazlası ile değiştirmişti evet küçükkende yakışıklı bir çocuktu ama bu kadar yakışıklı olacağını hiç tahmin etmezdim.

"Ay tenli?" Artun'un hitabı ile dudaklarım belli belirsiz kıvrıldı. Bir keresinde bana ismimle hitap etmeyi hiç sevmediğini ve kimlikteki adımı da ay tenli olarak değiştirmem gerektiği hakkında nutuklar atmış ama hiçbir sonuca varamamıştı. Ta o zamanlarda aramızda garip ama güçlü bir bağ vardı, on üç yaşıma kadar hergün bıkmadan usanmadan peşinden koştuğumu ve gün boyu her anlamda delirtiğimi hatırlıyorum. Beraber büyüğeceğimi düşündüğüm adam ile bu kadar ayrı düşmemiz neyin cezasıydı?

"Çakır komutanım?" Aynı ses tonu ile kendisini cevaplayıp önümde durduğum kapından uzaklaşarak kendisine doğru ilerlemeye başladım. Kısa bir an ne yapmam gerektiği hakkında bocalayarak odanın içini taradım, tekmil vermeli miydim?

"Rütbede değiliz ay tenli rahatına bak." Kasılan bedenim az da olsa rahatlatladığında hasta yatağının bir kaç adım ilerisinde duran tekli koltuğa geçerek oturdum.

"Nasılsın?" diyerek yumuşak bir ifade ile konuştuğumda gözlerim yoğun bir ifade ile beni izleyen çakırlara karıştı. O kadar yoğun bakıyordu ki bu bakışlar kalbimde büyük poyrazlara sebep oluyordu.

"Şimdi daha iyiyim. Sen nasılsın? İyi misin? Herhangi bir yaran var mı? Doktora göründün mü?" ses tonunda bile garip bir yoğunluk ve yorgunluk vardı. Ama hâlâ o tanıdığım yüzbaşı duruyordu karşımda, sarsılmaz ve fazlası ile güçlü. Art arda sorduğu sorular beni bir an gülümsetti beni bu kadar düşünmesi gururumu ve kalbimi okşamıştı.

"İyiyim sorun yok, başıma aldığım darbe sonucu hafıza merkezim tetiklenmiş. " Kendim adına hâlâ herşeyi hatırladığım için fazlası ile şaşkındım. On üç yıl bir boşlukta yaşamıştım, zihnim hep karmaşıktı ve anneme de dinmeyen bir öfke baş göstermişti içimde. Bunca yıl neden sustuğunu, neden geçmişimiz hakkında konuşmadığını ve neden bize bu kadar iyiliği dokunmuş bir aileden hiç bana bahsetmediğini anlayamıyordum.

"Emin misin? Herhangi bir sorun yok yani öyle mi?" Şüphe ile yüzümü taradığında sıkıntılı bir soluk bıraktım. Doktora görünmediği mi düşünüyordu, aslında bir bakıma haklıydı büyük bir yaram olmadığı için doktora ve muayeneye gerek duymamıştım ama kendi doktorum ile özellikle görüşmüş ve bilgi almıştım. Pansumanımı da kendim yapmıştım.

"İnanıp inanmaman sana kalmış." diyerek omuz silktim. Biraz başım ağırıyordu lakin bunun şimdilik bir önemi olduğunu düşünmüyordum. İyiydi, iyiydim, iyiydik...

"Canının kıymeti yok mu?" yüksek volümlü sesi ile gözlerimi devirmeden duramadım ayrıca bağırdığı için diğer kaşını da ben patlatmak istiyordum. Hak ediyordu.

"Konumuz şuan bu mu?" Öfke ile soluduğumda çatık kaşlarım ile kendisine bakıyordum. Onunda benden herhangi bir farkı yoktu hatta daha öfkeli bile olabilirdi. Yaralanmış ve yeni uyanmış biri nasıl bu kadar öfkeli ve kendinde olabiliyordu anlayamıyordum ki.

"Konumuz tamda bu ay tenli, konumuz sen ve sağlığın!" diye gürlediğinde öfke ile oturduğum koltuğu geriye doğru iterek hırçın bir ifade ile kendisine baktım.

"Sen kendini gördün mü? Önce kendini düşünsene, iki gün uyudun Artun iki gün ve o kadar berbat görünüyordun ki öleceğini sandık." Aynı şekilde bende bağırdığım ve arkamı dönerek sakin kalmak adına derin nefesler alıp vermeye başladım.

"Sırtını dönme bana!" Dişleri arasında huysuz ve agresif bir şekilde tısladığında sabır dileyerek tekrar ona döndüm. Gerçekten yumruğu yüzüne geçirmeme ramak kalmıştı.

"Sen gerçekten iyi değilsin!" Huysuz ve öfkeli bir ifade ile cevap verdim. Bir kaç dakika içinde ayarlarım ile oynamayı başarmıştı.

"Soruma hâlâ bir cevap alamadım, doktora göründün mü?" Düz ve kararlı sorusu ile pes ederek tekrar az önce hışımla kalktığım koltuğa tekrar oturdum. Yılmıştım, iki dakika da yılmıştım vallahi.

"İyiyim, karşındayım ve eğer bir kez daha aynı soruyu sorarsan komutanım ve rütbelim demem yumruğu tam suratının ortasına geçiririm. Bende de sabır bir yere kadar." En sonunda patladığımda hâlâ çatık kaşları ve düz bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu.

"Öyle diyorsan öyle olsun, öyle olsun ama konu kapanmadı." Kalbimi titreten ketum sesi ve bakışları ruhumu titretiyordu. Varlığı başlı başına bir devrimdi ve varlığı kalbimde büyük bir devrim başlatmıştı.

"Güzel." diyerek memnun bir ifade ile devam ettim. " Sen iyisin, ben iyiyim hiç bir sorun yok ama konuşmamız gereken önemli bir konu ve on üç yıl var." Gümbür gümbür çarpan kalbime inat dilime vuran sakinlik beni bile şaşırttı. Bu kadar sakin kalabildiğim için ve bu kadar sakin tepkiler verebildiğim için kendimi içten içe tebrik ettim.

"Artun..."

"Leyal!"

İkimizde aynı anda birbirimizin isimlerini söylediğimizde bu halimize istemsizce gülümsedim. O da benim gibi belli belirsiz gülümsediğinde içimde oluşan sarılma isteğini zorda olsa bastırdım, içimde geçmişime duyduğum derin bir keder ve özlem vardı. Ve geçmişim artık karşımda kanlı canlı bir şekilde duruyordu.

"Önce sen sor." diyerek kuru bir ses tonu ile pası bana attığında biraz öne doğru eğilerek aklımdaki soruyu sormaya karar verdim.

"Neden bana anlatmadın, neden bunca zaman bekledin?" İkimizde yorgunduk, ikimizde yaşadıklarımızın altında eziliyorduk. Ve ikimizde birbirimize yabancı olduğumuz kadar tanıdıktık.İkimizinde geçmişi belli bir yaşa kadar birdi ta ki o korkunç güne kadar.

"Seni ilk o restoranda gördüğümde ve göz göze geldiğimizde hiç tereddüt dahi etmeden senin kim olduğunu anlamıştım. Sonra sağ bacağına değdi gözlerim..." gözleri hüzünle puslandığında bende aynı hüzün ile onu dinliyordum. " Yıllarca bacağına hiçbir şey olmadığına inanarak, senin sağlıklı bir şekilde yaşadığına inanarak hayatta kaldım ama o gün seni o şekilde gördüğümde..." işaret parmağı ile kalbinin üzerine bir kaç defa vurarak göğsünün üzerinden kalbini gösterdi ve devam etti. " şuramda nasıl bir ağrının oluştuğunu ve o ağrının nasıl bir eteş gibi bütün ruhumu kavurduğunu anlatamam. O mekanda hangi amaçla bulunduğumu ve ne yaptığımı dahi bilemeyecek kadar üzüldüm." O geceyi hatırlıyordum, bacağım ağırdığı için masanın dışına uzatmış ve elimle hafif hafif masaj yaparak mesleki deformasyondan dolayı çevremi izlemeye koyulmuştum. İşte o zaman göz göze gelmiştik Artun ile, o benim kim olduğumu anlayarak ben ise kim olduğunu bilmediğim bir adama tutularak ayrılmıştım o restorandan.

" Aslında o gece sen o mekandan ayrıldıktan sonra peşinden gelmeyi o kadar çok istedim ki Allah şahidim uğruna aylardır sürdürdüğümüz operasyonu yakmayı göze almıştım. " Kendinden emin ve tereddütsüz bir şekilde kurduğu cümle ile kaşlarım şaşkınlık ile havalandı. Gözlerindeki kararlılık o gece bunu yapacağını kanıtlar niteliğindeydi.

"Yok artık Çakır! Deli misin?" Şaşkınlık dolu nidam ile gözleri daha fazla parladı. Ona çakır demem hep hoşuna gitmişti ve hâlâ da gidiyordu bunu çakır harelerindeki ışıltıdan çok iyi anlıyordum.

"Deliyim, hep deliydim ama konu sen olduğunda tam bir zır deliye döndüğümü de anladım. O gece operasyonun son ayağındaydık, takibinde olduğumuz adamları paketleyecek ve istihbarata teslim edecektik. Ve sen öyle bir gecede tekrar girdin ki hayatıma ay tenli hangi adımı atsam sonu uçurumdu. Bizim için görev herşeyden önce gelirdi Leyal, biliyorsun." Sakin bir tavır ile kendimi açıklaması ve onu anlamam için gözlerime bakarak kararlılık ile konuşması ona inanmam için yeterliydi. O gece peşimden gelmek istediğini biliyordum, o gece görevi bıraksa ve arkamdan gelese onun için, mesleği için herşey daha kötüye giderdi ve ben bunun olmasını asla ama asla istemiyordum.

"Seni anlıyorum Artun, aynı mesleği yapıyoruz tabiki o gecede önceliğin görevin olacaktı. Gelseydin bile ben seni hatırlamayacaktım ve sen çok büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktın. Gerçi yine uğradın ama bu sefer yanımdaydın ve bir şekilde seni hatırlamamı sağladın. Sadece seni değil bütün çocuklumu ve yaşadıklarımı." Yumuşak bir ses tonu ile hemen kendisini destekledim..." İçten içe kendini suçlayarak ruhunu çürütmesine izin veremezdim, ona en büyük desteği bir asker olarak ben vermeliydim çünkü bizim hayatımız buydu her zaman önce görev gelirdi.

"Sonra bir daha seni bulamayacağımı hissettim, çünkü uzun sürekli bir göreve çıkıyorduk ve belki de dönüşüm al bayraklı bir tabut ile olacaktı. En çokta bu öfkelendirdi beni yıllardır aradığım seni bulduğum an kaybetmiştim ve gidipte dönememe gibi bir ihtimalim söz konusuyu. Anlayacağın ikisi de benim için ölüm demekti." Karşımda duran ve heybeti ile göz korkutan bu adamın aslında ne kadar ince ruhlu ve zarif olduğunu biliyordum. Dışarıdan bakıldığında fazlası ile soğuk ve despot biri olarak görünebilirdi ki öyleydide, az ve öz konuşan duvar gibi suratlı biriydi ama bana ve genel olarak kadınlara karşı özenli bir tavrı vardı, bu durum yanlış anlaşılmasın bir kadını tavlamak için yada flörtleşmek için yaptığı bir eylem değildi. Artun babasından hep kadınlara değer verilmesi gerektiğini, saygı duyulması gerektiğini ve üzülmemeleri gerektiğini öğrenerek büyümüş bir adamdı. Bu yüzdendir ki her kadına daha dikkatli bir şekilde yaklaşırdı.

" Katıldığınız operasyonların çoğunda bizde vardık, çoğunda sahada olmasak bile her an operasyona çıkacakmış gibi hazır ve nazırdık. Yapılan her operasyonun detaylarını, gidişatını ve sonuçlarını takip eder bitmeyene kadarda ayrılmazdık harekat merkezinden." Hayat çok garipti, bir gün çıkıp karşıma ben senin çocukluğunum dese inanmayacağım adam bütün gerçekliği ile karşımdaydı.

"Timinizin varlığından kurulacağı ilk günden beri haberdardım lakin ne tim hakkında ne de tim üyeleri hatta teşkilattan dahi haberim yoktu. O gün bizi kurtarmaya geldiğinizde ve senin sesini kulaklıktan duyduğumda Kalkan timi olduğunu anlamıştım ama ne senin o timden olduhunu nede o timin komutanı olduğunu ne de timdeki her bireyin engelli engelsizler olduğundan haberim vardı. O gün hayat bana tekrar bahsedilmiş gibiydi tek bir farkla artık sende bahşedilen hayatımın tam merkezindeydin."keskin ve kendinden emin kurduğu cümleler, duruşu ve bakışları ile o kadar hayran olunası duruyordu ki kalbim buna kayıtsız kalamamakta haklı gibiydi.

İkimizde birbirimizden habersiz aynı havayı soluyor ve aynı gökyüzüne bakıyorduk, şimdi düşünüyorumda o operasyona biz değilde başka bir tim gitse ne olurdu yada Börü timi dışında başka bir tim ile beraber ortak operasyon yürütseydik bir daha ne zaman ve nerede karşılaşırdık kim bilir?

Küçükken anlamlı anlamsız herşey dikkatimi çekerdi, bir gün bir hayvansa ertesi gün dağ, taş, toprak herşey hakkında soru sorar ve merak ederdim. Çoğu zaman sorularımın hedefi Artun'un babası Mete amca ve annesi Dilem teyze olurdu çünkü onlar okul okumuş meslekleri elinde olan bilgili kişilerdi benim nezlimde. Bana verdikleri her cevabı hayranlık ile dinler daha sonra annemin yanına koşarak ben büyüdüğümde Dilem teyzem gibi olacağım ve Mete amca gibi bir eş bulamacağım derdim. Çocukluk aklı işte en büyük hayalim büyüyünce Dilem teyze olmak ve insanların hayatına güzel bir şekilde dokunabilmekti. Yine insanların hayatına her anlamda dokunuyor, küçük çocukların hayatlarını kurtarıyor, şiddet gören kadınları kurtarıyor, terörün zarar verdiği toprakları ve insanları korkuyordum tek bir farkla benim elimde silah Dilem teyzenin elinde ise gazlı sargı bezleri, ilaçlar ve şırıngalar vardı. O kim olursa olsun hayatını kurtarmak için elinden geleni yapacağına dair yemin etmiş ben ise vatanıma göz dikenin gözünü oymak zarar verene zarar vermek için yemin etmiştim.

"Peki daha sonra artık beraber operasyon yürüteceğimizi belki de aylarca aynı çatı altında kalacağımızı bildiğin halde neden konuşmadın benimle?" sessizliğin aramızda süre geldiği zaman diliminde buna bir son vermek adına tekrar konuştum. Bugün bu oda da herşey konuşulmalıydı zira sonrası için belki de hiç zamanımız olamayacaktı.

 

" Hatırlamıyordun ay tenli?Beni hatırlamıyordun, en kötüsü kendini hatırlamıyordun Leyal bu daha acıydı. Anlatsamda anlayabileceğine dair şüphelerim vardı. Ayrıca alanında uzman bir doktor ile senin hakkında konuştuğumda anlatacağım şeylerin seni olumlu etkileyebileceği gibi olumsuz etkileyebileceği hakkındaki riskleri anlattı. Yüzde birlik bir ihtimal dahi olsa seni riske atamaz, canının yanmasına izin vermezdim. Bu yüzden zamana bırakmayı tercih ettim diyelim." Makul açıklamasını onaylarken benim için bir doktora gitmesi ve ne yapması gerektiği hakkında bilgi almış olması beni fazlası ile mutlu etmiş ayrıca utandırmıştı. Kalbime zararı vardı...

"Özür dilerim." Üzgün ve pişmanlık dolu sesin ağlayacak gibi çıkmıştı. Özür diliyordum, unuttuğum ve hatırlayamadığım için kendimi hiç olmadığım kadar mahçup hissediyordum. Onun gibi birini unuttuğum, hayatıma anlam katmış olan birini unuttuğum için kendimden utanıyordum. O benim sadece çocukluğum değildi Mete amcadan sonra güvendiğim tek erkekti, yeri hep bende ayrıydı ve hep öylede kalacaktı.

"Sakın! Sakın özür dileme ay tenli! Sakın bunu bize yapma, sen özür dileyecek hiç birşey yapmadın. Hatırlayamamak senin suçun değil, yada bunca yıl birbirimizden uzakta büyümek zorunda kalmamız. Hiç birşey bizim suçumuz değil ama özür dilemesi gereken biri varsa o da benim bacağını kaybetmene sebep olduğum için o lanet günde bir korkak gibi kalakaldığım için ben özür dilerim. " Gözümden akan bir damla yaş ile hızla yerimden kalkıp yatakta yanına oturup küçük ellerim ile ellerini kavrayıp onu durdurdum, ikimizde bu hikayenin en masum kişileriydik ama onun kabullenemediği bir gerçek vardı ki yaşadığımız herşeyde benim payım vardı. Bir teröristin kızı olmak zaten başlı başına büyük bir sorun demekti.

"Kes sesini! Yaşadığımız herşeyde benim ve annemin hatası vardı. Hayatımızda ki belayı size de bulaştırdık, mutlu ve huzurlu hayatınızı mahvettik ve ben bunun sonucu olarak bacağımı kaybettim. Diğerini de kaybetmem gerekirse onu da feda ederdim ama sen sakın bir daha özür dileme çünkü ikimizde başka birinin kötü kalbinin ve işlediği günahların cezasını fazlası ile çektik." Ses tonum keskindi, biz baba demeye bile utandığım o adamın yaptıklarının bedelini ödemiştik, ruhumuz yaralanmış hayatımız boyunca eksik büyümüştük.

"Sende bir daha özür dilemeyeceksin Ay tenli, sen benim gibi birinden özür dilemeyeceksin! Gerekirse o adamı saklandığı delikte bulur gözümü dahi kırpmadan canını alırım ama senin özür dilemene izin vermem. " Parmakları ellerinin üzerindeki elimi kavradı ve o kadar sert bir ifade ile konuştu ki taş olsa çatlardı. O kadar katı bir ifadesi vardı ki yutkunmadan edemedim.

"Hâla o deli çocuksun." Gözyaşlarım arasından gülümseyerek konuştuğumda o da benim gibi ama daha hafif bir şekilde gülümseyip sağ elini kaldırarak gözümden akan yaşları baş parmağı ile silmeye çalıştı ve bu beni daha çok gülümsetti.

"Sende hâlâ o ağlak kız çocuğusun." Muzip ama tok sesi o kadar etkileyiciydi ki hâlâ onun tanıdığım o küçük çakır olduğuna inanamıyordum ve hâlâ aslında çocukluk aşkıma yıllar sonra görür görmez tutulduğumuda itiraf edemiyordum.

"Yumruk istiyor sanırım yaralı suratın." Aynı muziplik ile karşılık verdiğimde gülüşü bir tık daha büyüdü. İçinde birşeylerin rahatladığını ve omuzlarından birazda olsa yükün kalktığını görebiliyordum.

"Senden gelecek herşeye razıyım." nefesim göğsümde takılı kaldığında kalbim varlığını belli etmek istercesine hızlanmaya başladı. Onun bu kadar açık sözlü olması ve benim bu konularda bu kadar utangaç olmam ama kendimden taviz vermemem aramızda nasıl bir denge kuracaktı?

" Komutanım olarak mesafemize dikkat mi etsek artık!" Ellerimi ellerinden çekmeye çalıştığımda aniden beni kendine çekerek aramızdaki mesafeyi en aza indirdi.

"Ay tenli?" diyerek efsunlu bir ses ile adımı söylediğinde hipnoz olmuş bir şekilde yakından daha güzel olan gözlerine bakıyordum. Sanırım çakırlarına bugün bir kez daha aşık olmuştum ama sadece gözlerine.

"Hı?" dudaklarımdan firar eden tek kelime bu olduğunda Artun'un dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

"Bir kere sarılayım mı?" dediğinde ruhumu teslim etmek üzereydim. Benim belki de dakikalardır içimde baş etmeye çalıştığım bu his ile o baş edememişti anlaşılan. Buruk bir ifade ile başımı salladığımda aniden beni kendine çekerek başını boynuma gömdüğünde ve güçlü kolları belime sarıldığında bir kaç saniye benim kollarım hava da kalmıştı ama bir kaç saniye sonra tereddüt dahi etmeden bende ona sıkınca sarıldığımda kolları daha da sıkılaştı.

"On üç yıllık bedelimin en güzel ödülüsün Ay tenli." Tetiği çekerken bile titremeyen bedenim kolları arasında olduğum çakır gözlü adam için titriyordu. Birini öldürürken bile korkmayan kalbim Artun'un kolları arasında beni öldürüyordu.

"Bundan sonra ne olacak Çakır?" fısıltılı sesim ve sorduğum soru aslında içimdeki gerçeklerin çok dışındaydı. Ben irademi kaybediyordum.

İçimizden koparılan hayatlar için döktüğümüz her bir gözyaşı acılarımızın bizim için öğrettiği bir bedeldi.

"Hayatın bize bir borcu var Ay tenli, Sadece sarılalım...Bundan sonra herşey çok güzel olacak, çok başka olacak diyemem ama bizim için herşey bizim istediğimiz ve bizim dilediğimiz gibi olacak." Güçlü sesi ve söyledikleri buna inanmaktan çok inandıkları uğruna çabalayacağına ve bizim için herşeyi göze alacağını anlatıyordu. Aramızda sözü edilmeyen hisler ve geçmişimiz vardı, şimdi ikimizde hem geçmişimize hemde geleceğimize sarılmıştık.

Biz geçmişe hasret, şimdiye tutsak, geleceğe mahkûm edilmiş iki ruh ve bir kalpten ibarettik.

"İnsan öleceği günü hisseder." derdi büyüklerimiz, nasıl hissetrikleri ise meçhuldü. Belki hüzün, çoğu zaman yorgun ve buruk yaşarlardı son günlerini belki de mutlu, heyecanlı ve çokça gülümseme ile... Sonuç olarak ölüm uğradığı yere kendisi ile bir yolcu almadan gitmezdi ve ölüm yaşamın en çetrefilli, en can yakan gerçeğiydi...

Bir labirentin içinde çırpınıp duran ruhumuz çıkışı bulmakta bir hayli zorlanıyordu. Can yakan çırpınışlar, zihni yoran gerçekler ve benliğimiz yaşamın fırtınalı ve engebeli yolculuğunda bir hayli yıpranmış artık nefes almaktan bile sıkılır olmuştu.

Bazen soluk almak bile insana yük olurdu.

Yaşadığımız bu dünyada insanlar çoğu zaman kaderin kendilerine oynadığı küçük büyük her olayda başkalarını suçlar ama asla kendilerinde hatayı bulmazlardı. Herkesin birbirini hatalı ve suçlu bulduğu bu dünyada adaletsizlik ise insanoğlunun terazisine kalmış önemsiz bir konuya dönüşmüştü.

Adalet vicdanı olan herkes için cennet, ruhu kirlenmiş kimseler için cehennemin ta kendisiydi.

Genç adam, yavaş adımlar ile hasta odasından çıktığında zihnindeki derin düşünceler ile az önce kolları arasındaki kadını düşünüyordu. Omuzları kaldırmak zorunda kaldığı yüklerin bir miktarından kurtulmuş ve az da olsa hafiflemişti. Aylarıdır içinde büyüttüğü ve kendileri için çırpınan ruhu özgürlüğe kavuşmuşcasına huzurluydu, Ay tenli kadını kendisini ve geçmişini hatırlamış ve hâlâ kendisine değer verdiğini göstermişti bu da Artun için paha biçilmez bir ödüldü. Mutluluğa aç, huzura susamış bir benliği vardı Artun Agâh'ın, yaşamını amaçları uğruna harcamış bir adamdı.

Yıllar önce Leyal elleri arasından kayıp gittiğinde on yedi yaşında toy bir gençti. Ellerinden tutamadığı, onu koruyamadığı ve kendisinden koparılmasına sebep olanlara engel olamadığı için her gün pişmanlık ile kavrulmuş aynı gün birden fazla acıya ev sahipliği yapmıştı yaralı yüreği. Kendinden koparılan tek kişi Leyal değildi, o gün hayatının en acılı günü olarak ve kendi kıyameti olarak kalacaktı ruhunda.

Leyal onun güneşli günleri, çiçekli bahçeleri ve canının yarısıydı. Geçmişi ve çocukluğuydu, babasının ona emaneti annesinin hayalini kurduğu küçük kızıydı. Bir kış sabahı hayatına giren küçük kızı, bir yaz akşamında kendisinden koparılmıştı.

Kışını bahara, baharını zemheri kışına çevirmişti.

Kendinden koparılan herşey için bir intikam yemini vardı, canını yakan herkes için ödeteceği bir bedel yaşatağı bir cehennemi vardı. Günü gelecek adaletsizce kapatılan her dosya açılacak ve kendi adalatini kendisi yazacak, sevdiklerine zarar veren herkesin soluğunu bir bir kesecekti. Bu da kendine ve Ay tenli kadını için ettiği en büyük yemindi ona kıyan babası dahi olsa canını almaktan çekinmeyecekti.

Artun odasının kapısına geldiğinde beklemeden el izi ile kilitli olan odasının kapısını açarak içeri doğru ilerledi. Üstünde ağır bir yorgunluk vardı ama yapacak bir sürü işi ve on üç yıllık arayı kayatacağı bir kadın vardı ve elini çabuk tutmalıydı. Bedeni aldığı yaralar yüzünden sızlıyor, başı hiç olmadığı kadar ağrıyordu ama bu onun için şimdilik önemsiz bir detaydı. Hızlı ama temkinli hareketler ile odasında bulunan banyoya girip bedenini rahatlatmak adına yaralarına dikkat ederek kısa bir duş aldı, yaraları her hareketinde daha fazla sızlıyor başı da çatlayacak derecede ağrıyordu bu yüzden bir tık daha yavaş hareket ediyordu, yirmi dakikalık kısa bir duştan sonra kasılmış bedeni ile banyodan çıkıp üstünü giyinmeye başladı, siyah bir tişört ve siyah kargo pantolonunu giyerek ayağına postallarını geçirmeden önce dolabının üst rafında bulunan ağrı kesiciyi yutarak masasında bulunan ve kendisinden başka kimsenin erişim sağlayamayacağı bir güvenlik sistemi ile korunan laptopa doğru ilerledi ve açarak geniş ofis koltuğuna oturup ağrılar içindeki bedenini geriye doğru yasladı. Göğsünede pek bir sorun yoktu ama fazlası ile sızlıyordu ve başı aldığı darbeden olsa gerek fena dercede ağrıyordu. Dokrorun kendisine yazdığı ilaçları yarın gün içinde temin edecekti, Leyal karargahın eczane kısmının da olduğunu söylemişti bu yüzden merkeze inmesine gerek kalmayacaktı ve şimdilik ağrı kesici ile idare etmeliydi. Ayrıca yarın Leyal'i de bir sağlık taramasından geçirtecekti. Ay tenlisinin ne kadar inatçı olduğunu biliyordu ama kendisi ile savaşamayacağı da aşikardı, onun sağlığı kendisinden bile önde gelirdi. Nasıl bu kadar sorumuz olduğunu anlayamadı ya daha kötü bir durum olsaydı? Buna bir el atmanın zamanı gelmişti.

Laptop açıldığında beklemeden güvenlik sisteminin istediği şifreyi girdikten sonra sınır dışı bağlantılarına tıklayarak Öyke ile bağlantı kurdukları telefonu çaldırmaya başladı, bir kaç saniye sonra ekranda gördüğü dostu ile rahat bir soluk bıraktı. Kendileri ülkeye dönerken Öyke, Börte ve Alp gizli bir görev için sınır dışında kalmışlardı ve bu Artun'un bu duruma oldukça canı sıkılıyordu zaten önemli bir gizli operasyonun içerisinde bulunuyorlardı ekstra olarak sınır dışı görevi onları tehlikeye atmak demekti. Kıyamet kopsa bile hiç birinin ifşa olmayacağını biliyordu ama zihninde biriken ve içini kemiren bir şüphesi vardı eğer doğru çıkarsa kendiside dahil herkes tehlikedeydi.

"Selamünaleyküm kardeşim, iyi gördüm seni maşAllah." Artun Agâh can dostunun sesini duyduğunda ukala bir gülümseme takındı. Öyke'yi seviyordu, onu kardeşi olarak görüyor ve kıymet veriyordu.

"Aleyküm selam kardeşim, senin dostuna bomba, füze etki eder mi ya daha büyük bir şey lazım." diyerek dalga geçercesine konuştu. Onlar ölüm ile burun buruna yaşayan insanlardı, bile isteye bu mesleğe gönül vermiş yürekleri büyük iki adamdı.

"Ölüme kafa tutman hoşuma gidiyor Zemheri." Öyke bu konuda fazlası ile ciddiydi, Agâh kendisine benzemeyen ama bir o kadarda benzeyen bir adamdı. Farklı memleketlerin, farklı kültürlerin iki farklı çocuğu ama yürekleri bir olan dostlardı onlar.

"Üzüm üzüme baka baka işte, senden almışım bu özelliği yoksa bilirsin benim canım kıymetlidir." Öyke küçük bir kahkaha attığında can dostunun iyi olduğunu görmesi ile yüreğindeki ağırlığın uçup gittiğini fark etmişti. Onunda içini kemiren büyük bir sorun vardı.

"Hadi lan ordan, eğer biraz bana çekmiş olsaydın yara bile almamış olurdun ama nerde? Kafa uçmuş zaten sende, Leyal olmuşsun." Bilerek Leyal ismine baskı kurduğunda Artun Agâh duyduğu isim ile hafif bir tebessüm bıraktı. Arkadaşının bunu fark ettiğini biliyordu zaten ondan sakladığı birşey yoktu sadece zamanını bekliyordu. Şimdilik önceliği farklıydı.

"Fark etmesen kurban keserdim." Sitemli sesine karşılık Öyke başını yana sallayarak can dostuna senden olmaz bakışları attı. Gerçekten gözünden kaçacağına inanmış mıydı?

"Kaçar mı ulan beneden, Arjen'im ben..." Derin bir soluk bıraktı ve karşısında yere odaklanmış bir şekilde birşeyler düşünen candaşına bakarak devam etti. " Ne zaman anlatmak istersen dinlerim biliyorsun candaş." Tok ve anlayışlı sesi ile Artun Agâh kafasını kaldırmış ve kendisine anlayış ile bakan kardeşine küçük bir tebessüm gönderdi.

"Biliyorum kardeşim eyvAllah." Sıkıntılı bir soluk bırakarak konuya nasıl gireceğini düşündü. Kafasındaki karmaşayı nasıl dile dökeceğini ve bunu nasıl paylaşabileceğini düşündü.

"Agâh düşüncelerinin zihnini kemirmesine izin verme ikimizde beni neden aradığını çok iyi biliyoruz." Öyke'nin ciddi sesi ile düşüncelerinden arınıp konuya girmek için bir kaç kez boğazını temizledi. Normalde tereddüt dahi etmeden konuşacağı böyle bir konu da tereddüt ediyordu zira biliyordu ki eğer doğruysa iki timden de herkes zan altındaydı.

"Emin olmadığım hiç bir konu hakkında konuşmam bilirsin..." derin bir soluk alarak devam etti. " Bu teşkilata girmeden önce albaydan bize teklif ile geldiğinde ikimizde bu konuyu uzun uzun konuşmuştuk hatırlıyor musun? Ve bizi düşündüren teşkilat değildi, gizli operasyon yada gizli bir timde değildi. İkimizde üstlerimizin her görevde verdikleri kesin emirlerin yerine teklif sunmalarına ve kararı bize bırakmalarına fazlası ile şaşırmıştık." Öyke bir kaç ay öncesini hatırladığında kafasını salladı ve devam etmesi için kardeşinin gözlerinin içine aynı kararlılık ile baktı.

"Ondan sonraki hafta teklifi red ettiğimizde albay bu konu üzerinde neredeyse hiç durmadı, hatta teklifi bize sunmaktan rahatsız olmuş gibi duruyordu. Ondan sonraki günlerde bu konu bizim aramızda kapansa de ikimiz içinde öyle olmadığını çok iyi biliyorum. " birkaç saniye bekleyerek nefeslendi.

"Biz bu operasyona dahil olmadan önce saha operasyonlarındaydık ve o operasyonlarda tam dört defa pusuya düştük Öyke, bütün bilgilerin sır gibi sakladığı operasyonlarda hataya bile müsamaha gösterilmezken biz dört defa pusuya düştük ve bu durum araştırılması gereken bir detayken üstlerimiz tarafından biz suçlu gösterilerek, dikkatsizliğimizden, yetersizliğimizden dem vurularak dosyalar açılmadan kapandı. Biz Türkiye'nin en iyi timiyiz Öyke" Keskin ve kendinden emin ses tonu ile anlatıklarını can kulağı ile dinleyen Öyke bunun altından büyük birşey çıkacağını ve kendi düşüncelerinin doğruluk payı olduğunu anladı ve bu durum hiç olmadığı kadar canını sıktı.

"Bilgi sızıntısı vardı Agâh ve dediğin gibi üstlerden kimse bunu önemsemedi. Soruşturma açmak isteyen binbaşı bile ani görev emri ile başka bir ülkeye sürgün edildi." Öyke kendi düşüncelerini dile getirdiğinde bu sefer onu dinleyen ve onaylayan Artun Agâh'tı. Söylediği herşeyde haklıyıdı, binbaşının kendileri ile görüşmesine bile izin verilmemiş apar topar gönderilmişti. Daha sonra ise bir daha ulaşılmamıştı.

"Bizi dezenforme ettiler, Agâh. İki gün önceki operasyon bile bunun en büyük kanıtı. Bilgi sızıntısı vardı ve biz bunu fark etmedik, fazla profesyonel..." Öyke düşünceli bir şekilde konuşmasına devam etti. Agâh sakin ama gözlerindeki öfke ile onaylayarak usulca başını salladı ve dudaklarını araladı.

"Ya bilişim sistemimize sızan biri vardı ki bu imkansız. Bizim güvenlik sistemimiz olmasa bile ki bu bile imkansız özel bir kriptografi ile korunuyor. Hadi diyelim ki sızıntı oldu, bu bizim hatamız peki Kalkan timi, bu karargah? Odalar bile özel şifreleme ile açılıp kapanıyor Öyke, öyle bir sistemleri var ki giriş olmadan çıkış var, olası bir bilgiye sızmaları bile en az bir ay sürer. " Öfkeli sesi odada yankılandığında Öyke düşünce ile çenesini ovmaya başladı. Eğer düşündükleri gibi birşey varsa burda herkes zan altında kalırdı özellikle de Kalkan timi.

"Bu ne demek biliyorsun değil mi?" Öyke'nin temkinli sesini duyan Agâh kafasını sallayarak onayladı. Ne demek olduğunu ve sonrasında neler olacağını biliyordu.

"İçimizde bir köstebek var..."

Bazen düşman içimizden biri çıkardı ve her savaş düşman ile yapılmazdı, bazen kendimiz, bazende kendimizden çok güvendiğimiz insanlar ile yapılırdı. Bu da güvenin ölmesi, ihanetin doğuşu demekti...

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Artun ve Leyal'in sonunda geçmişleri ile bir araya gelmelerini hakkındaki düşünceleriniz?

Öyke ve Börte'nin uyumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce köstebek kim?

Alp'in bu kadar sessiz bir karakter olmasının sebebi ne sizce?

Bölümdeki en sevdiğiniz alıntı?

 

Loading...
0%