@yildiztozuyazari7
|
Yeni bölümden kocamaaan merhabalar çiçekleriiimm. 🌼 Umarım bölümü beğenirsiniz, bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım lütfen. Uygulamaya alışamadığım için çoğu zaman yaptığınız yorumları göremiyor ve cevap veremiyorum bunun için sizlerden özür diliyorum ama bilinki yaptığınız her yorum benim için çok ama çok kıymetli, çok teşekkür ederim. 🤍🖤
LEYAL BİGE Ziyan bir gece yarısında, koca bir hiçliğin içinde sıkışıp kalmıştı yüreğim, hayat bir akrep gibi bütün zehrini zihnime akıtırken kader miskin bir eda ile planlarını ilmek ilmek örmeye başlamıştı. Ufak bir fırtına yaşamımızda baş göstermeye başlamış ve biz aciz insanoğlu bu fırtınanın büyük bir hortuma dönmesini hatta dev bir kasırgaya dönüşerek bizlerle beraber bütün dünyayı içine alıp ordan oraya savurmasını bekliyorduk. Güçlü durmaya çalışan bir garip acizlerdik... Kör bir dehlizde ruhumuzu öldüren talihsiz keder yaşamın ışığına tutunmuş bir çaresiz felekti... Düşünceler bir virane gibi yolunu kaybetmiş sokak sokak yolunu arayıp bir çıkmaza girdiğinde ben kulaklarımı çınlatan sessizliğin içinde kulaç attıkça boğuluyordum. Sonunu bilmediğim ve yolun sonunda karşıma ne çıkacağından habersiz cebrî bir yoldayım. Bedenim, ruhum, zihnim kalbim ve bütün benliğim yürüdüğüm bu yolda aldığı darbeler ile sarısılıp duruyor ama geri dönmek için herhangi bir çaba sarf etmiyordu bilakis hedeflediği rotada canını yakan her darbeye inat durmaksızın ilerliyordu.Cefa ile ilerlediğim bu dikenli, taşlı ve kanlı yolda bazen cenneti çoğu zaman bir girdap kadar zehirli cehennemi yaşıyordum. Kaderime tükeniyor, yaşamıma ise hükmen yeniliyordum... İsyankar bir insanoğlu olmayı seçmemek benim kararımdı lakin beni bana küstüren kadere suskun bir küskünlüğüm vardı ve bu bâkiydi. İsyanım beni benden koparan hayataydı, isyanım kendini zihnime kapatan benliğimeydi ve isyanım geçmişimi benden alan annemeydi. Bacağımı ilk kaybettiğim vakitlerde yaşadığım korkunç olaylar zihnimi ele geçirmiş ve kendine geçilmesi zor bir bariyer inşa etmişti. Gözlerimi hastanede açtığımda ne dehşeti iliklerimize kadar yaşadığımız o vahşet gününü ne de sonrasını hatırlamıyordum. Doktor travmaya bağlı hafıza kaybı yaşadığımı ve bunun bana bağlı bir süreç olduğundan bahsetmiş ama gereken tedavi sürecini de yürütebileceklerinden bahsetmişti. O gün yaşamının en zorlu günlerinin beni beklediğinin farkındaydım ama bilinmezlik, ampüte edilmiş bir bacak, hatırlanmayan bir geçmiş, trafik kazası geçirdiğimi söyleyen beni koca bir yalanın içinde büyüten bir anne ve hiçlik... Hiçlik... Zihnim, kalbim ve ruhum uzayda kaybolmuş bir gök taşı gibi günlerce, aylarca hatta yıllarca ordan oraya savrulmuş ama dinlenecek, nefeslenecek herhangi bir yer bulamamıştı. Şimdilerde nefeslerimi dinlendirdiğim dingin bir sessizliğin içinde tepinip duruyordum, yorulmuş ve yıpranmış bir harabeden farksızdım. Hayatım; çocukluğum, bacağımı kaybettikten sonraki yaşamım, bugünüm ve sonrası olarak parçalara ayrılmış bir yap-boz parçalarına dönmüştü. Hepsi bir yere dağılmış, birbirini tamamlayan ama bir araya gelince de artık hiç birşey ifade etmeyen o eksik parçalar. Birşey ifade etmiyordu çünkü geçmişim artık bugünümde değildi, birşey ifade etmiyordu çünkü hayatımdan çalınan koca bir on üç sene vardı ve birşey ifade etmiyordu çünkü geleceğin bize neler getireceğinden habersizdik. Düşünceler yakıcı bir diş gibi paçalarımı kemirip dururken üstümdeki kamuflajı son bir kez daha düzeltip toplantının yapılacağı kapının önünde bir müddet bekledim. Artun'un daha tam anlamıyla iyileşmeden göreve dönemesi ve benimde dinlenmek için iznim varken kendimi burda bulmam sinirlerimi oldukça bozuyordu. Artun'un gerkesiz söylenmelerini çekmemek adına gece karargahta bulunan doktorlara kapsamlı bir sağlık taraması yaptırmıştım ve gayet iyi olduğumu sadece başıma aldığım darbe sonucunda ağrılarımın olabileceğini, bedenimin patlamanın etkisi ile biraz zede aldığını ve bir kaç gün dinlenmem gerektiğini söylemiş ve bir kaç ilaç alarak yanlarından ayrılmıştım. Görev esnasında hafifte olsa ağırda olsa yaralanmak bizim yaşamımızın bir parçasıydı. Ölüm bizim alnımıza ateşten bir mızrak ile büyük harfler ile kazınmış kaderimizdi ve bizler ölümden ölüm istediği kadar kaçabilir, istemediği zamanda büyük sobelenirdik. Ölüm bazıları için felaket, bizim gibiler içinde ödül demekti... Albayın son operasyon öncesinde toplantıda time eklediği iki asker bugün karargaha varmıştı. İkisini de daha görmemiştim ben, bugünkü toplantıda bizimle beraber olacaklarını ve operasyon hakkında genel bilgilere hakim olduklarını öğrenmiştim. İkisini de tanımıyordum, ikiside şuan bize oldukça yabancıydılar ama ikiside artık bu teşkilata çalışıyor ve bunun için görevlendirimişlerdi bu yüzden hepimizin alışması gerekiyordu. Omuzlarımı dikleştirip, duruşumu düzelttikten sonra kapı şifresini girerek içeri girdim. Timim Börte hariç hepsi çoktan gelmiş ve yerini almış ve toplantı öncesi operasyon hakkındaki notları okuyorlardı. Aynı şekilde Kalkan da burdaydı ve onlarda önlerinde birşeyler ile uğraşıyorlardı. Fazlası ile sessizdiler ve bu sessizliklerinin sebebini benim, yüzbaşının yaralanmış olmamızdan kaynaklandığını çok iyi biliyordum zira ne kadar bu işin içinde de olsak hâlâ hiç birimiz içimizden birinin yaralanmasına veya bir askerin şehit olmasına dayanamıyorduk. Bu elimizde olan bir durum değildi, bir gün içimizden biri bu vatan uğruna şehit olsa burda bulunan herkes o şehit cenaze töreninde dimdik durarak yıkılmadığımızı ve intikam yemini etmiş gözler ile düşmana göz dağı vereceklerini çok iyi biliyordum ama bildiğim birşey daha vardı ki yalnız kaldıkları an günlerce hıçkıra hıçkıra ağlayacaklarını, dayanamadıkları için hırçın ve asabi olacaklarını ve eski neşelerini kaybedeceklerini çok iyi biliyordum. Metanetini kaybeden ruh, kalbin öfkesinden nasibini alırdı... Geldiğimi belli eden sert, kendinen emin ve sarsılmaz adımlar ile masaya doğru dingin adımlar ile ilerlemeye başladığımda beni fark eden Eray subay direk ayağa kalkarak gür bir ses ile dudaklarını araladı. "Dikkat!" gür sesini duyan herkes bir anda ayaklanmaya çalıştıklarında sağ elimin ayasını gösterecek şekilde havaya kaldırarak durdudum. "Rahat hanımlar beyler, oturun!" ruhsuz ve sakin ama gür bir ses tonu ile hepsini engelledikten sonra gözlerim bakışları dikkatle beni süzen iki yabancı simaya bir kaç saniyeliğine takıldı ama fazla üzerlerinde durmadan baskın adımlar ile kendi yerime doğru ilerleyerek oturdum. Herpsinin bakışı üzerimdeydi ve bu göz devirmeme sebep oldu, bu kadar ilgiden haz etmezdim. "Gözleriniz bugün fazla mı oynuyor yoksa bana mı öyle geldi?" tek kaşımı kaldırarak düz bir ifade ile ters bir bakış attığımda Barış haricinde hepsi aynı hızla önlerine döndü. "Kusura bakmayın komutanım, sadece durumunuzu merak ettik iyisinizdir İnşAllah?" Barış kendinden emin bir ifade ile durumumu sorguladığında kendisine gurulu bir bakış attım. Bu masada bulunan her üye gözü kara ve korkusuzdu, birbilerini sonuna kadar korur ve kollar gerekirse birbirleri için can alıp can verilerdi. Beni merak etmiş olmaları da Börü timinin artık bizleri kabul ettiklerini ve benimsediklerini gösteriyordu. Aramızdaki güven pamuk ipliğinden çıkmış ve daha sağlam bir halat ile güçlendirilmişti. "İyiyim Kaya, çok iyiyim sorduğun için eyvAllah." başını sallayarak beni onayladığında aslında daha fazla konuşmak istediğini biliyordum ama zamanının da olmadığının farkındaydı bu yüzden başını sallayarak onaylamış ve dudaklarını konuşmak için aralamıştı. "Şükür komutanım, Allah ayağınıza taş değdirmesin." içten duasına belli belirsiz bir şekilde gülümsedim. Birimizin ayağına taş değse taş üstünde taş bırakmayacak insanlardık, bugün bir araya geldiysek ve artık bir aile olduysakta bu da kaderin bizim için çizdiğin değerli bir kaftandı. "Amin, Allah vatanı ve bayrağı için savaşan, çabalayan herkesin ayağına taş, yüreklerine acı, ocaklarına ateş düşürmesin!" Üzerimde iki çift meraklı gözün olduğunun farkındaydım, timdeki herkes amin diyerek beni onayladıktan sonra işlerinin başına döndüklerinde bende beni göz hapsine alan ikiliye doğru dönerek, oturduğum yerden dik ve kendinen emin bir eda ile kendilerine baktım. "Üsteğmen Barlas Kutlu ve Teğmen Hazan gümüş time hoşgeldiniz. Ben kıdemli üsteğmen Bige Kılıç, Kalkan timinin komutanı ayrıca operasyondan sorumlu üçüncü subayım. Operasyon hakkında bilginiz olduğunu farz ediyor bu yüzden direk olarak operasyon ile alakalı bir toplantıya katılmak ikiniz açısından bir sorun teşkil etmeyecektir değil mi?" tek kaşımı kaldırarak ikisine doğru düz bir ifade ile baktığımda ikiside son derece kararlı ve kendinen emin bir ifade ile kafalarını sallayarak önce beni onayladı daha sonra aynı anda dudaklarını aralayarak nizami bir ses ile beni cevapladılar. "Etmez komutanım!" memnun bir ifade ile ikisine bakarak sırtımı sandalyenin deri yüzeyine yaslayarak düşünceli ama sert bir ifade ile ikisini süzmeye devam ettim. Albayın neden aniden time iki subay eklediğini merak ediyordum, her ikiside donanımlı ve başarılı askerlerdi lakin nedense içimde tarifsiz bir şüphe vardı ve bunun önüne geçmiyordum. "Güzel, Umay ve Gaye size tesisi gezdirir ve odalarınızı göstererek size karargah giriş-çıkışları, odalar ve tesisin diğer bölümleri hakkında detaylı bilgiler verirler. Bir sorunuz veya başka bir durum varsa bana geleceksiniz, anlaşılmayan birşey?"ketum bir ifade ile sıraladığım cümleler ile ikisi tekrar kafalarını sallayıp aynı şekilde dudaklarını aralayarak beni onayladılar. "Anlaşıldı komutanım!" "Dosyalarınıza baktım, oldukça başarılısınız ve burda, bu görevde, bu teşkilatta olmayı hak ediyorsunuz-" diyerek kısa bir es verdim ve önce Barlas üsteğmenin gözlerine baktım daha sonra yanında duran ve beni dikkatle süzen Hazan teğmene diktim gözlerimi. "-dur demektir.Belki üstlerimizden gereken onayı aldınız belki de onlar size fazlası ile güveniyor ve güven emin olun ki gerek benim için olsun gerekse Artun ve Öyke yüzbaşı için olsun dikkate alacağımız en önemli unsurlardan biri fakat..." diyerek yüksek bir ton ile devam ettim konuşmama. " Hataya müsamaha gösteren biri değilim, hatayı affetmem hata yapanı da görmezden gelmem. Eğer bugün hepimiz buradaysak, korgeneralden tutun binbaşına kadar o kurulda kim varsa bize güvendlikleri için, bizdeki potansiyelleri gördükleri ve bildikleri için bizi bu operasyon için seçtiler. O yüzden tek bir hata istemiyorum, belki bir ay belki bir yıl beraber yürüyeceğiz bu yolda ve ben sırtımı kendime bile yaslamazken size yaslıyorum aynı şekilde sizlerde bana. Güven ve disiplin bu operasyonun en önemli ilk maddesidir ve sizlerinde bunlara uyacağından eminim." güçlü sesim masada yankı yaptığında Hazan ve Barlas haricinde diğerlerininde gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Aynı masada olduğumuz için duymamaları imkansızdı, eh bende hepsi duysun diye yüksek bir tonda söylemiştim herşeyi. "Emredersiniz komutanım!" timin iki yeni üyesi beni tekrar onayladıklarında sandalyemin yönünü masaya çevirerek önüme döndüğümde aynı saniyede toplantı odasının kapısının şifresi açılarak içeri Artun girdi. Bende dahil herkes yerinden kalkarak esas duruşa geçtiğimizde, Artun kendinen emin adımlar ile gözlerin benden bile ayırmadan yanıma gelerek herkese kısa bir bakış attı ve tekrar bakışlarını bana çevirerek dolgun dudaklarını araladı. "Rahat asker, oturun!" bariton sesi odada yankılandığında lafının ikiletilmesini sevdiğini bilen herkes oturdu. Onların oturduğunu gören Hazan ve Barlas'ta tereddüt ederek oturduklarında bende hâlâ bana bakan Artun yüzbaşının bakışlarından kaçmak için oturdum. Benim oturduğumu gördüğünde o da yanımdaki yerini alarak bütün otoritesini ve varlığını belli edercesine oturduğu yerden dik bir konuma gelerek konuşmaya başladı. "Öncelikle time yeni arkadaşlarımız gelmiş, hoşgeldin, nasılsınız, iyiyim faslını geçiyorum arkadaşlar direk konuya giriyorum. Operasyonda fazlası ile yavaşız ve ilerleyemiyoruz, son operasyonda bildiğiniz üzere pusuya düştük. Bu bizim açımızdan iyi bir durum değil ve büyük bir sorun!" Artun öfkeli bir soluk bıraktı ve kararmaya yüz tutmuş hareleri ve çatılmış kaşları ile masada bulunan tim üyelerini sert bir ifade ile süzerek konuşmaya devam etti. "Elbette saha ve sınır dışı operasyonlarımız da olacak ama şimdilik asıl odak noktamız Dinçer Arslan denilen herif bu yüzden sınır dışı görevlerini bir süreliğine Öyke yüzbaşı üstlenecek ve gerekli bağlantımızı onlar ile sağlayacağız." Kısa bir es verdikten sonra önünde duran tablette bir sayfa açarak bu sayfayı masanın karşısındaki şeffaf ekrana yansıttı ve kendinen emin bir şekilde ayarlanarak büyük ekrana yansımış olan yedi terörist elebaşının fotoğrafının bulduğu şemanın önünde durarak karışımıza geçti. "Bu fotoğraflarını gördüğünüz şahıslar bir asansörün ast parçaları yani bizi asansörün eksi katından sıfıra götürecek olan adamlar. Önemliler mi değiller ama bizi bir yerden bir yere götürürler mi evet götürürler ve bizim gideceğimiz asıl noktamız asansörün diğer katları..." şemanın yerini tek bir teröristin fotoğrafı aldığında bu adamın son operasyon emrinde Ertuğrul albayın bize bilgi verdiği adam olduğunu fark ettim. Ellili yaşlarında duran ve kır saçlarıyla, kırışık göz çevresi ve ışıltısız gözleri ile fazla tükenmiş duruyordu. "Şehmuz Milan yani örgütte bilinen adı ile Riyan. Kendisi uzun zamandır Türk silahlı kuvvetlerinin ve istihbaratın yeşil arananlar listesinde yer alıyor. Yaklaşık otuz yıldan fazladır terör örgütü PKK-DAEŞ'e hizmet etmekte, ayrıca ilk örgüte girişi DHKP-C ile gerçekleştirmiş ve başarılı faaliyetleri sonucunda yükselerek terör örgütü liderliğine kadar gelmiştir.İlk büyük eylemi İstanbul- İzmir ve Ankara canlı bomba saldırısını planlamak ve gerçekleştirmek olarak geçiyor. Ayrıca 2007 yılında sınırda görev yapan askeri üsse sızma girişiminde bulunarak yaklaşık yedi askerimizin şehit olmasına ve bir çok askerimizinde yaralanmasına sebep olmuştur." içimde dolup taşan öfke bir lav misali fokurdayarak patlamaya kendini hazırlıyor ve duyduğum her cümle yüzünü gördüğüm bu piç kurusunu elime geçirir geçirmez akla hayale sığmayacak işgenceler ile öldürmekten beter etmek istiyordum. "Piç kurusu." dudaklarım arasından firar eden küfür ile masada bulunan Börü timinin her üyesi şaşkın bir ifade ile bana baktıklarında çatık kaşlarım ile önce onlara daha sonra sol dudağı kıvrılmış bir ifade ile gururla bana bakan Artun'a döndüm ve ona bakarak dudaklarımı tekrar araladım. "Börü, önüne dön!" emir dolu sesim ile hepsi aynı anda Artun'a döndü ve söyleyeceklerini dinlemeye başladılar. "Komutanınızın da söylediği gibi ilk alacağımız isim bu yüzüne tükürdüm piç kurusu Şehmuz Milan. Ama bu görev Öyke komutanınızda, bu yüzden biz burdaki göreve odaklanacağız. Şimdi..." diyerek aynı sert ifade ile kollarını birbirine bağlayarak asıl konuya geldiğini belli edercesine bir duruş ile tekrar dudaklarını araladı. "Dinçer Arslan ile alakalı elimizde ne var Gaye? Umay?" yan yana oturmuş Gaye ve Umay'a yöneldiğinde ikiside oturdukları yerden dik bir konuma gelerek Artun'u cevaplamaya başladılar. Dinçer Arslan'ın yanında sekreterlik işine başladığı için ilk Gaye konuşmaya başladı. "İzninizle komutanım..." diyerek söz hakkı istedi ve Artun başını sallayınca konuşmasına devam etti. " Öncelikle ihaleden sonra fazlası ile öfkeliydi ve ertesi gün şirkete hiç uğramadı, bir önceki asistanından öğrendiğime göre böyle durumlarda öfkesini atmak için gittiği bir dövüş kulübü varmış." dedikten sonra önünde duran laptopun tuşlarına hızlı hızlı basarak karışımızdaki dev ekrana oldukça lüks bir spor kulübü yansıdı. " Zeus dövüş ve spor kulübü, sahibi Rus bir iş kadını..." bu sefer ekranda oldukça güzel otuzlu yasların sonunda sarışın bir kadın belirdiğinde çatık kaşlar ile kadını incelemeye başladım. Oldukça güçlü bir duruşu vardı ayrıca gerçekten güzel bir kadındı lakin içimde baş gösteren şüphe hiçte iyi şeyler hissettirmiyordu bana. "Daria Shalprovic,otuz beş yaşında bir iş kadını yaklaşık on iki yıldır Türkiye'de yaşıyor ayrıca eriştiğim gizli bilgiler sonucunda Daria denilen kadının Arslanlar holdingin gizli ortaklarından biri olduğu yönünde, öyle ki şirkette neredeyse hiç kimse kadının şirketin hissedarlarından biri olduğunu bilmiyor" derin bir soluk vererek bakışlarını karışısında bulunan Barış'a yöneltti ve "Barış komutanım?" diyerek pası Barış' a attığında Barış oturduğu yerden dik bir konuma gelerek Artun yüzbaşına bakarak Gaye'nin anlatacaklarını devam ettirmeye başladı. "Gaye ilk kulübü araştırmamız gerektiğini söylediğinde bizim için önemli birşeylerin olabileceğini düşünerek hem iç hem dış faaliyetlerini araştırarak görüntü hedef analizi yapıldı. İşletmenin görünüşte ve genel sabıkasında hiç bir sorun yok, kendi halinde durumu maddi yönden fazlası ile güçlü olan kişilere hizmet veren bir kulüp olarak görünüyor lakin öyle olmadığını detaylı bir araştırma sonucunda öğrendik..." derin bir nefes alarak konuşmasına ara verdi. "Kadında birşey var öyleyse?" Umay düşünceli bir ifade ile konuştuğunda Barış başını sallayarak onayladı ve tekrar dudaklarını araladı. "Doğru tespit komutanım lakin sadece kadında değil kulübün genelinde büyük bir problem söz konusu." sıkıntılı bir şekilde çenesini ovdu. Önemli bilgiler elde ettikleri ortadaydı ve bu bilgiler bizi bir kaç adım ileriye taşıyabilirdi. "Peki o problem aklımızdan geçen şey mi?" Sökmen kuru bir ses ile araya girdiğinde Barış bu seferde onu kafası ile onayladı. "Aklınızdan geçenden daha fazlası. Zeus spor ve dövüş kulübü Daria Shalprovic ülkeye geldikten dört sene sonra açılmış yani yaklaşık sekiz senedir var ve aynı senelerde Dinçer Arslan ile bir iş ortaklıkları olmuşlar lakin öncesinde tanıştıklarına dair herhangi bir olgu yok elimizde ama aniden tanışıp aniden ortak olmaları da mümkün görünmüyor. " masada bulunan herkes çatık kaşlar ile Barış'ı dinliyordu, bunun sonucunun pekte iyi bir yere varmayacağının farkındaydım. " Komutanım biz spor salonunun bir paravan olarak kullanıldığını düşünüyoruz." kısa süreli sessizliğimizin arasına giren Amine'nin sesi ile bütün bakışlar kendisine döndü lakin o sanki herkes ona bakmıyormuş gibi rahat ama oldukça saygılı bir şekilde Artun'a bakıyordu. "Sizi bu düşünceye iten nedir teğmenim?" masada bulunan herkes biliyordu ki Amine'nin söylediği şey bir düşünceden çok kanıtları olan bir olguydu. "Aslında bir düşünce değil komutanım, şöyleki Barış'ın yaptığı araştırma sırasında söylediği gibi ayiretten görüntü hedef analizi yapıldı ve bu bizzat istihbarat tarafından gerçekleştirildi. İstihbarattan Daria denilen kadını kimlik ve genel hayatı hakkında bir araştırma istedik ve..." dedikten sonra projeksiyonda ekrana yansıyan ikisi kırıkların sonu ellilerin başında bir adam bir kadın ve biri çocuk iki erkek fotoğrafı ile bakışlar umaydan ayrılarak karşıya yöneldi. "Kadın on iki yıl önce evlerinde çıkan bir yangın sonucu annesini, babasını, on dokuz diğeri on iki yaşlarında iki erkek kardeşini yangında kaybediyor ve o yangından on sekiz saat sonra aldığı ilk bilet ile soluğu Türkiye'de alıyor." işte bu bu şaşırtıcıydı ama garip değildi sadece fazla hızlı bir kaçış olmuştu. "Kim ailesini kaybettikten on sekiz saat sonra soluğu başka bir ülkede alır ki?" Barlas üsteğmenin sesini dakikalar sonra duyduğumda yandan kısa bir bakış atarak tekrar önüme döndüm ve kuru ifadesiz bir ton ile cevap verdim. "Kaçmasına sebep olacak sonuçları doğurduğu için." herkes bana meraklı bir ifade ile bakarken benim bakışlarım ne demek istediğimi anlayarak bana gururlu bir ifade ile bakan Artun'daydı. "Ailesini o mu öldürdü demek istiyorsunuz komutanım?" Eray'ın tespit ettiği ama merakla sorduğu soruya kafamı hafifçe yana sallayarak red ettim. "Ailesini o ölüme sürükledi demek istiyorum, hatta bile isteye itmiş dahi olabilir." hafif bir şekilde omuzumu silkerek cevap verdim. Terör mensupları, terör mensuplarına yardım ve yataklık edenler, muhbirler ve bir çoğunda bu durum yaşanırdı ve bunun sonuçları çoğu zaman çok ağır olurdu. Bir çok şeye tanık etmiş zihnim bu olayı garip karşılayamıyodu maalesef ki, bu tarz insanların tek önceliği kendileri olur ve sadece kendilerini düşünürlerdi ve bu uğurda en yakınlarını bile harcamak onlar için olağan bir durumdu. "İfade kayıtları var mı elimizde? Varsa herkese gönder!" Artun düşünceli bir ifade ile kadının ifade kaydını istediğinde Amine önünde duran tabletten önce hepimize ifade kaydının kopyasını attıktan sonra bir sayfa açarak Artun'a doğru uzattı. "Buyrun komutanım." Artun ciddi bir ifade ile kadının polis sorgusunu ve verdiği ifadeyi okumaya başladığında bende hemen mailime girerek ifadeyi okumaya başladım. Kadın ifadesinde önce ailesinden bahsederek başlamıştı ve bu bir yanıltma yöntemiydi. İfadeyi alan polise ailesi ile aralarında ki bağı anlatacak ve aralarının ne kadar iyi olduğunu ara sıra her ailede olduğu gibi problemler yaşasalarda büyük bir sorun olmadığını yansıtarak iyi bir izlenim amaçlamıştı. Daha sonra yangın gecesi sorulmuş kadına ve Daria Shalprovic'in verdiği cevap oldukça klasik, o gece arkadaşları ile dışarıda olduğunu eğlenmeye gittiklerini ve eve döndüğünde o korkunç manzara ile karşılaştığını anlatmıştı. "Eve o gece uber taksi ile geldim biraz dağıtmıştım ve arabamı kullanacak durumda değildim. Taksi beni siteye getirdiğinde daha evimin bir kaç metre ötesindeyken alevlerin yaymış olduğu acı ışığı gördüm ve ilk başta anlam veremedim. Kafam biraz dumanlıydı ve açıkçası düşünmekte zorlanıyordum, taksi eve yaklaştığında önce bütün siteyi aydınlatan turuncu ışıklar ile karşılaştım daha sonra ordan oraya koşuşturan oldukça kalabalık bir grubu fark ettim. Onlar bizim komşularımızdı ve o ışıkların sebebi ise evimizin cayır cayır yanması..." Verdiği ifadeyi okurken masada bulunan herkes hem ifadeye bakıyor hemde pür dikkat beni dinliyordu. "Telaş ile taksiden dışarı fırladığımı hatırlıyorum ve aynı telaş birazda korku ile kalabalığın arasında ailemi aramaya koyulduğumu. Ambulans, itfaiye, polis bütün yetkili birimler evimizin önündeydiler ama ne ambulansta ne de polis arabalarında ailemden hiç kimse yoktu. Ben deli gibi ailemi ararken en yakın komşumuz bayan Hannah telaş ile bana koşup ailemin hâlâ içeride olduklarının haberini verdi. Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum, kriz geçirmişim uyandığımda hastanedeydim ve komşumuz bayan Hannah bana ailemin acı haberini verdi." ifadeni geri kalanına baktım lakin sadece polislerin sorduğu genel sorular ' bir düşmanınız var mıydı? Birinden şüpheleniyor musunuz? Son günlerde birileri ile bir sorun yaşamış mıydınız? Herhangi bir tehdid aldınız mı?' gibi klasik sorular ve cevaplar vardı. Kaşlarım derin bir ifade ile çatıldı çünkü olay hakkında açılan bir dava vardı ama dava bir yıl sonra şaibeli bir şekilde kapanmıştı, asıl garip olan ise Daria denilen kadının bu mahkemelerden sadece ikisine katılmış olmasıydı. "Dava şaibeli olarak kapanmış ve kadın bir yıl süren mahkeme sürecinde sadece iki defa katılmış . Ve asıl merak ettiğim şey ülke dışında çıkması nasıl bu kadar kolay ve hızlı oldu?" Laçin masada bulunan herkesin iç sesi olmuştu. "Biraz düşününce aslında cevabı alıyorsun. Birkaç sene önce Rus medyasında sızdırılan bir haberde Rus emniyeti ve ajanlarının bir çoğu terör örgütlerine yardım ve yataklık ettiği yazıyordu. Olay o kadar hızlı bir şekilde yayıldı ki tüm dünyada bu köstebeklerin yaptıkları konuşuldu lakin çok uzun sürmedi çünkü Rus devleti bu rezaleti örtbas etmek için ellerinden gelen herşeyi yaptılar ve başarılı da oldu, konu kısa bir sürede unutulmaya başlanırken isimleri geçen Rus polis ve ajanlarının bulunduğu listede ki yaklaşık elli üç kişi aniden ortadan kayboldu." Artun yüzbaşının verdiği cevap aslında birçok soruyu cevaplıyordu. Daria Shalprovic terör yanlısı bir kadın, bir casus belki de bir katildi. "Ortadan kaldırıldılar desek daha doğru olu komutanım." düz sesim yüzbaşına iliştiğinde kafasını yavas bir şekilde sallayarak beni onayladı. Gözlerindeki ışıltı ve gurur içimde birşeylerin hareket etmesine neden oluyordu. "Doğru, ortadan kaldırıldılar, o günden sonra aslında bir daha köstebeklik yapacak kimsenin olacağını düşünmüyordum zira Rusya fazlası ile güçlü bir ülke, bu tür şeylerin adlarını kirletmesine izin vereceklerini düşünmüyordum ama şimdi görüyorum ki yanılmışım." Artun düşünceli bir ifade ile konuştuğunda sırtımı yasladığım yerden doğrularak gözlerinin içine bakarak konuştum. "Yanılmadınız komutanım, zira her ağacın dalından düşen çürük meyveler olur. Eh bazıları düştükten sonra bile aynı yanlışı yapmaya devam ederler, bunlarda o çürük meyvelerden birkaçı ve belkide birilerinin onları bulup Rus istihbaratına ifşa etmelerini bekliyorlardır kim bilir? Yapan birileri çıkar illa ki." Umursamaz ama tehdit dolu ifadem masada bulunan herkesin fazlası ile hoşuna gitmişti ve hepsi hafifçe gülmüştü. "Haklısın komutanım, bir bakmışsınız köstebeklerin isim ve bilgilerinin olduğu bir liste yanlışlıkla kimliği belirsiz bir kişi tarafından Rus istihbaratına gönderilir ve onlarda yanlışlıkla hepsini ortadan kaldırır falan." Umay'ım ima dolu söyledikleri ile gülümseyerek sırtımı tekrar yumuşak deri koltuğa yasladım ve benim gibi yüzünde gülümseme olan yüzbaşıma baktım. Kollarını birbirine bağlamış ve sırtını duvara yaslayarak bizi dinliyor ve oldukça da keyif alıyor gibi duruyordu, tıpkı benim gibi. "Pekala hanımlar beyler, öncelikle elimizde olanlar..." diyerek konuşmaya başladı Artun, hâlâ ekranda duran Shalprovic ailesine kısa bir bakış atara konuşmaya devam etti. " Daria Shalprovic, otuz beş yaşında ve yaklaşık on iki yıl önce ailesini kaybederek Türkiye'ye taşınıyor dört sene sonra Zeus Spor ve dövüş kulübünü açarak Türkiye'ye tam anlamı ile yerleştiğini bize gösteriyor ayrıca bu esnada Dinçer Arslan ile bir iş ortaklığında bulunuyorlar ve bugün hâlâ kimsenin bilmediği bu ortaklıkları baki." kısa bir an duraksayarak gözlerini hepimizin üzerinde kısa bir gezdirdikten sonra dudaklarını dili ile ıslatarak konuşmaya devam etti. Gözlerin çok kısa bir an patlayan dudaklarında asıllı kaldı, pekala belki kısa bir an olmayacak kadar fazlaydı. "Kulübe sadece seçili insanların girdiğini söylediniz Umay Barış bana kulübe kayıtlı olanların, kimin hangi gün hangi saatte girip çıktığını, kulüpteki bütün çalışanların tam listesini ve son sekiz yıldaki bütün kayıtları bulun ve Daria Shalprovic denilen kadın ile ilgili daha fazla bilgi istiyorum. Hayatı hakkındaki herşeyi!" son cümleyi üstüne bastırarak söylemişti yani bunun meali yediği yemekten sıçtığı tuvalete kadar herşeyi bilmek istiyorum demekti. Tuvalet garip bir tercih değil mi sencede Leyl? İç sesimin bazen aniden ortaya çıkması bende onu dövme isteği uyandırıyordu ama yapacak birşey yoktu görmezden ve duymazdan gelmeye devam. "Ayrıca son zamanlarda biraz hamlandığınızı fark ettim, biraz ısınmaktan zarar gelmez değil mi?" Barış ve Sökmen'e bakarak sarf ettiği sözler ile ikili yenilgi ile omuzlarını düşürdüler. "Benim yerime başka biri gitse komutanım?" Sökmen bir umut sorduğunda bu haline gülmek istedim. "Görev mi seçiyorsun nişancı?" Artun tek kaşını kaldırarak 'hele itiraz ette anandan emdiğin sütü burnundan getireyim' der gibi bir bakış attığında Sökmen ağırca yutkunup dudaklarını birbirine bastırarak kafasını iki yana salladı. "Yiğit dediğin görev seçmez komutanım! Sadece..." kararsız bir ifade ile önce bize daha sonra komutanına baktı ve oflayarak devam etti. "Oralar çok zibil yerler be komutanım. Vallahi bana de ki Kandil'e tek başına çık çakal avına tek bir tanesini gözden kaçırırsam cehennemde yanayım komutanım!" yüksek hacimli sesi ile konuştuğunda Kağan gür bir kahkaha attı. Öyke ki biz bile gülmeden edememiştik. "Sökmen ben seni bir si- La havle vela kuvvete. Seni bir güzel severim öyle gönderirim Kandile, anladın mı? Seve seve gönderirim seni çakal avına!" kafasını kaldırarak sabır çektiğinde Sökmen çatık kaşlar ile bize döndü. "Tövbe, tövbe yoldan çıktı yine.Ne dedim ben şimdi?" alıngan bir ses tonu ile konuştuğunda Kağan tekrar güldü ama bu sefer gülmesi ensesine yediği tokat ile yarıda kesildi. "Sen niye çıltik çıltik gülüyorsun ulan?" bildiğim kadarı ile Sökmen Erzurum'luydu ama hiç Erzurum ağzı ile konuştuğunu görmemiştim, şive bile yoktu, sinirlendiği zamanda Eruzum ağzına bağladığını şimdi görüyordum ve bu hali ile fazlası ile tatlı duruyordu. "Aşk olsun komutanım ya çıltik nedir şimdi?" Kağan Sökmen'nin bu konuşmasına alışmış gibiydi ve söylediği her neyse hiç alınmadan eğlenen bir tonda sormuştu. "Namussuz demek!" Bu sefer kahkaha atan Akın ve Eray olmuştu ve yüzü buruşan bir adet Kağan. "Neyse ki namuslu bir adamım." elleri ile üniformasının yakalarını düzelterek Sökmen'e çapkın bir bakış attı. "O gözlerin oyulmak için fazla güzeller Kağan?" Kağan bir an dehşet içinde Sökmen'e baktı ve daha sonra eli ile gözlerini kapattı. "Allah'ım sen beni önce şeytanın sonrada Sökmen komutanımın şerrinden koru Yarabbim!" Sökmen tekrar ensesine bir tokat geçirdiğinde Artun öfkeli bir eda ile ikisine bakıyor ve her an ikisine tekma tokat dalacakmış gibi duruyordu, yada belki aklından vereceği ilginç cezaları da düşünüyor olabilirdi. "Estağfurullah el azim! Sen dururken şeytana ne hacet?"Kağan tekrar şok olmuş bir ifade ile komutanına baktı. Gerçektende Sökmen ile uğraşmanın hazin sonunu yaşıyor gibiydi. "Size bulaşacağıma gideyim bir kaç kansız piçe bulaşsayıdm daha iyi. Bir dövmediğiniz kaldı komutanım!" Sitemli ve imalı sesi ile Sökmen rahat bir tavırla geriye yaslandı ve Kağanı şöyle kısa bir an süzdü ve yüzünü buruşturup bakışlarını ondan çekti. "Bizim oranın cücüklerine benziyorsun, az git ötede otlanıver." İçim bir an gülme isteği ile doldu lakin ayakta durmuş ve öfkeli bir ifade ile ikilinin atışmasını izleyen Artun'un gazabına uğramak istemiyordum. "Komutanım sizde bir karar verin artık, namussuz muyum? Şeytan mıyım yoksa cücük mü? Yani hayır gözleriniz bozuk herhalde zira benim gibi melake gibi adamı nasıl olurda bir cücüğe benzetirsiniz?" kınar gibi sesler çıkararak sandalyesini Sökmen'den biraz uzaklaştırdı. Sökmen tam cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki ondan önce gür bir ses onların bu eğlenceli gürültüsünü böldü. "Laklak yapmanız bittiyse toplantıya dönelim beyler ne dersiniz? Yoksa ben sizin o kafanızı si-" sakinleşmek adına birkaç derin nefes aldıktan sonra devam etti. " O güzel kafanızı seve seve toplantıya odaklayayım mı ne dersiniz?" Bu adam bunları siker Leyl, söyleyeyim. İç sesime ilk defa hak verdim çünkü gerçektende onları sikecekmiş gibi bakıyordu ve bu bakışları fazlası ile tahrik edi- ne diyorum ben Allah aşkına kendine gel Leyal, kendine gel göreve odaklan. "Barış ve Sökmen o kulübe ne yapıp ne edip gideceksiniz anlaşıldı mı? Daha sonra ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz!" Sökmen sanki az önce eğlenerek sohbet eden kendisi değilmiş gibi son derece ciddi bir ifade ile Barış ile aynı anda onayladılar Artun'u. "Emredersiniz komutanım!" "Şimdi gelelim Dinçer denilen ite. Elimizde ne var?" diyerek tekrar Gaye'ye döndü ve keskin bir ifade ile bakmaya başladı. "Dövüş kulübü ve Daria Shalprovic haricinde elimizde ki bilgi kısıtlı. İhale sonrası sözde şirketimizi araştırmaya koyulmuş ve herhangi bir açık bulamamış ayrıca oldukça yoğun bir hafta geçirdi, ihale ekibi ve mimarlık departmanı ile de yoğun bir toplantı süreci geçirdiler. Ellerinde bizim aldığımız arazi ile ilgili son derece önemli bir projeleri olduğu ve bu projeyi de ne olursa olsun hayata geçireceklerini de üstüne bastıra bastıra söylemiş. Şimdilik aramızda bariz bir güven problemi var ve bu yüzden hâlâ eski sekreterini yanında tutuyor." sıkıntılı bir soluk verdi. Bu görev onun için tabancasından çıkan bir kurşun gibiydi ve zorlanmadığını biliyordum lakin adamın kendisine güvenmiyor oluşu da onu düşündürüyordu ama altından kalkamayacağı bir sorun değildi. O her zaman bir şekilde hallederdi. "Ama halledemeyeceğim birşey değil, bugün size bir benim tarafımdan bir mail atılacak Dinçer Arslan'ın kişisel asistanı olarak. Mailde toplandı saati ve yeri de yazılı olacak ve siz iki gün sonra şirkete Dinçer Arslan ile görüşmeye geleceksiniz. Önce araziyi neden aldığınızı ve kendi projenizden bahsedeceksiniz ama bu çokta uzun sürmeyecek zira Dinçer Arslan size direk olarak kendi projesinden bahsederek sizi ortak olmaya ikna edecek ve sizde dünden razıymışsınız gibi kabul edeceksiniz. Böylelikle ben azda olsa güvenini, sizde Dinçer denilen herif ile artık bir bağlantı içinde olacaksınız." halledemeyeceği birşey değil demiştim. Gaye ince detayların kadınıydı, bir nemden bile kendine pay çıkarır ve o nemi kurutur kül eder öyle bırakırdı. Ona güvenim tamdı. "Herşey tamamda bu durumda nasıl güvenini kazanmış olacaksın?" Kağan gerçek bir merak ile sormuştu bu soruyu herhangi bir küçümsemeden ziyada karışısındaki kadının gücüne hayran ve zihinden geçenleri duymak ister gibi merakla bakıyordu. Gaye kendisinden rütbe olarak yüksekte olan Kağan başçavuşa karşılık boğazını temizleyerek daha yerinden hafifçe doğrularak cevap verdi. "Şöyle ki komutanım, Dinçer Arslan ihaleyi kaybettiği için öfkeli ve bu arazinin onun için ne kadar önemli olduğunu da biliyoruz. Önceki asistanına ihaleyi alan şirket ile bir görüşme yaparsak araziyi bize vermezler mi diye bir öneride bulunmuştum ve kadın bana bunun kesinlikle imkansız olduğunu Dinçer Arslan'ın kimsenin ayağına gitmeyeceğini söyleyerek red etti. Çok saf ve işini bilen bir sekreter olduğum için!" hafif alaylı bir tonlama ile devam etti. " Sizin bizimle iletişime geçtiğinizi ve benimde Dinçer Arslan için sizinle bir toplantı ayarladığımı kendisine söyleyeceğim." omuzunu silkerek geriye yaslandı ve kendine merakla bakan masadaki gözler ile hafif bir şekilde gülümsedi. "Bu durumda sana güvenmekten çok öfkelenecek yanlış mıyım?" Kağan düşüncesini beyan ettiğinde Gaye kafasını sallayarak onayladı ve umursamaz bir eda ile cevap verdi. "Elbette öfkelenecek hatta fazlası ile öfkelenecek ama sözde şirket ve şirket CEO'muzla bir anlaşma imzaladıktan sonra yanına giderek ne kadar üzgün olduğuma dair oldukça acıklı bir konuşma yapacağım, patronumu düşündüğümü bu arazinin ve projenin kendisi için ne kadar önemli olduğunu bildiğimi ve ne yaptıysam şirket için yaptığımız bütün masumluğum ile anlatıp sinsi bir kelebek gibi güvenine sızacağım." yürü be kızım kim tutar seni diye bağırmak istedim ama sakinliğim benimle olduğu için sadece gururlu bakışlar atmaktan öteye geçemedim. Belki de fazlası ile basit bir plan olarak görünüyor olabilirdi ama değildi zira planın geri tepme ihtimali de oldukça yüksekti ama biliyordum ki Gaye'nin her zaman bir B planı vardı ve ne olursa olsun Dinçer Arslan'ın güvenini kazanacak ve operasyon için gerekli herşeyi bize ulaştıracaktı. "Basit ama etkili, algı yönetimi ilkesi yani karşı tarafı duygu manipülasyonuna maruz bırakarak güven temellerini oluşturmak." Kağan garip ama parlak bir ifade ile Gaye'ye gurur duyan bir bakış atarak başını aşağı doğru bir kere sallayarak kendisine olumlu bir bakış attı. Gaye'nin bu basit ama etkili olacak planını beğenmişti. "Evet, o zaman işe koyulma zamanı. Beyler? Hanımlar?" Her iki time de kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini gözlerime kilitledi. " İlk adım nedir?" diyerek meydan okuyan bir ifade ile konuştum. Bu ifademe karşılık dudağı yukarı doğru belli belirsiz kıvrıldı, ona kafa kaldırmam hoşuna gidiyordu. "İlk adım iki timinde artık bir bütün olduğunu kabul ederek yeni bir ekip ismi bulmak?" kaşlarım merak ile yukarı doğru kalktı. Mantıklı herif, yine mantıklı konuşuyordu. "Aklınızdaki ismi söyleyin." zira biliyordum ki bu konuyu önceden zihin süzgeçinden geçirmiş ve bir isim belirlemişti.. "Akkara timi!" dudaklarım düşünce ile büzüldü ama beğendiğimi de dile getirmeliydim. Bizim gibi bir ekibe uyan bir isimdi, biz hem aktık hem kara, birbirimize bir o kadar zıt ama bir o kadarda uyumlu. "Vallahi komutanım tam hedeften vurmuşsunuz bir isim anca bu kadar bize uyabilirdi." Akın'ın neşeli sesi ile masada bulunan herkes gülmeye başladı, haklıydı bu isim tam anlamı ile biz uyuyordu. "Ee şimdi bu durumda hangi tim ak hangi tim kara oluyor?" Kağan' da Akın'a katıldığında Kağan Eray ve Akın üçlüsü aynı anda masada bulunan herkese bakmaya başladılar. "Ben kara olmam söyleyeyim, narin vücudum aklara layık." Akın sağ eli ile kısa asker saçlarını savurur gibi düzeltip oturduğu koltukta geri yaslandı ve havalı bir ifade ile karşısında kendisine çatık kaşlar ile bakan Kağan ve Eray'a ukala bakışlar atmaya başladı. Kağan Eray ve Akın'dan rütbe olarak yüksekte olsa hiç bu durumu onlara yansıtmıyordu, elbette konumunu ve rütbesini bilen yeri geldiğinde de ona göre hareket eden bir askerdi lakin dostlukları başka olan bu iki adam ile yeri geldiğinde de rütbe indirip çocuklaşabiliyordu. "Hah! Narin vücudum mu? Lan cehennem çukurundan çıkmış zebani gibi vücudun var hâlâ ben aklara layığım diyor! Andaval!" Kağan'ın benzetmesine elimde olmadan güldüm, bu masada bulunan hiç bir erkeğin vücudu zebaniye benzemiyordu aksine hepsi bir heykeltıraştan farksız birer manken gibiydiler. O kadar yapılı ve uzundular ki gerçekten özel kuvvetlere özel olarak seçilmiş olmaları aksi değildi. "Niye öyle diyorsunuz Kağan komutanım ya? Alındım, gücendim." Akın drama bağlar gibi sağ elini kalbine koyarak dudaklarını büzdü ve ağlak bir ifade ile karşısında ona ters ters bakan Kağan'a dikti gözlerini. Eğlenen bir ifade ile onları izlerken Artun çoktan yanıma gelmiş ve oturmuş önündeki dosyaları inceleyerek önündeki bilgisayardan birşeyler yapıyor aynı zamanda askerlerinin bu garip atışmasını ifadesiz bir ifade ile dinliyordu. Biraz olsa gülse incileri mi dökülürdü sanki? Bu adamın kendisi inci, hatta ne incisi adam yürüyen pırlanta madeni. Al tepe tepe... Ay pardon seve seve kullan Leyl. İç sesim bugün fazla mı aktifti yoksa yanımda duran adam mı varlığını salaklaştırıyordu. Yinede görmezden gelmem lazımdı zira aramızda sonu gelmeyen bir husumet vardı. "Oyy kıyamam sen alındın mı?" Kağan dudağını büzerek karışısında sanki küçük bir çocuk varmış gibi Akın'a baktı. Akın'da tıpkı küçük bir çocuk gibi kafasını sallayarak onayladığında Akın keyif ile iyice yayıldı oturduğu koltukta ve konuşmak için dudaklarını araladı. "Gidip ağlayarak günlüğüne yazabilirsin!" Eray kendini tutamayarak gür bir kahkaha attığında istemeden olsa bende gülümsemiş hatta masada bulunanların çoğu bu gülüşe eşlik etmişti. "Günlük tutmuyorum komutanım!" Akın kollarını bağlayarak başını yan tarafa çevirerek küsme moduna girdiğinde hayret ile karşımda çocuk gibi atışan ikiliye bakmadan edemedim. Gerçekten çocuk gibiydiler. "O zaman bugünden sonra tutmaya başlarsın." Kağan alaylı ifadesine devam ederken ben yanımda bütün dikkati ile önündeki işi yapan yüzbaşıma döndüm.Bir kulağının bizde olduğunu biliyordum lakin işine de oldukça odaklanmış durumdaydı. Bulunduğu konumda o kadar mükemmel görünüyordu ki bir an bu duruşu, saçları, gözler, çatık kaşları,elinde çevirip durduğu kalem, üstündeki siyah bol ama bütün kaslarını sergileyen t-shirtü ile fazlası ile can alıcı duruyordu. Fazlası ile dikkat çekiciydi. "Kağan komutanım yoksa siz günlük mü tutuyorsunuz?" Akın'ın kulaklarıma dolan sesi hâlâ birbirleri ile ile tartıştıklarını gösteriyordu bir an ne kadar dikkatli bir şekilde yanımdaki adamı izlediğimi fark ettim ve silkelenerek önüme döndüm lakin karşılaştığım başka bir çift göz ve çatılı kaşlar ile bir an duraksadım. Hazan teğmen çatık kaşlar ile beni izliyordu ve bunu göstermkende çekinmiyordu. O kadar bizi izlemeye dalmıştı ki bir bana birde yanımdaki Artun yüzbaşına bakıyor, gözleri ikimizin arasında öfke ile geziniyordu. Sonra bir an tekrar bana baktı ve benimde ona baktığımı fark etti, tek kaşımı kaldırarak soğuk bir gülümseme ile başımı yana atıp kafamı hafifçe sallayıp ne olduğunu sordum. Hazan teğmen bu hareketim ile bir an irkilerek kendini toparladı ve gözlerini benden kaçırarak diğerlerinin kendisine sorduğu soruları cevaplamaya başladı. Ama ben almam gerekeni almıştım ve gereken cevabı da verdiğimi düşünüyordum, almadıysada verdiğim cevabı tekrar gönderirdim sorun yoktu. Bu teşkilatta, bu timde ve bu karargahta böyle şeylere kesinlikle müsamam yoktu. Ayrıca hiç bir astımında üstlerine bu tarz bakışlar atmasına izin vermezdim, herkes konumunu ve görevini bilecekti yoksa ben gayet güzel bir şekilde gösterirdim. "Teğmeni öldürecek gibi bakıyorsun Ay tenli?" Artun'un duyduğum kısık ama bariton sesi ile gözlerimi devirmek istedim ve istediğimi de gerçekleştirdim. Gözlerimi devirerek kendisine baktığımda parlayan gözler ile bana bakıyor ve benden bir cevap bekliyordu. "Kim bilir belki de öldürdüm yüzbaşım!" bu aslında bir ironiydi bir Türk askerî asla yoldaşı olan, aynı uğurda görev yapan birine hele ki bu kişi kendi timlerinden biriyse asla ama asla zarar vermezdi. Casus, muhbir veya köstebek olmadıkları sürece. "Buna ne şüphe!" imalı söylemine karşılık tekrar göz devirdim zira ikimizde suçsuz olmayan birine zarar vermeyeceğimi çok iyi biliyorduk, tabi şimdilik. "Şüpheniz yoksa, fikriniz de olmasın komutanım." küçükkende bu kadar ukala mıydı diye düşünmeden edemedim. Yada bana karşı böyle bir tutumu vardı zira şimdiye kadar toplu bulduğumuz ortamlarda ciddiyetinden ödün verdiğini görmemiştim. "Korkmalı mıyım üsteğmenim?" kaşları yukarı merak ile kalktı ve gözlerinde eğlenen parıltılar oluşmaya başladı. Acaba hiç hatırlamasa mıydım dediğim noktadaydım. Artun Agâh hep çok ciddi biri olmuştu bu küçükkende böyleydi şimdi de böyle, hep asık ve bilmiş bir tavrı olurdu lakin ikimiz yan yana geldiğimizde ailesinin bile daha önce görmediği bir kişiliğe bürünür benimle uğraşmaktan ve benimle gülmekten başka birşey yapmazdı. Şuan bile ortamda yaydığı aura o kadar etkileyiciydi ki duruşundaki liderlik ve o manipülatif kişilik duruşundan bile buram buram çevresine yayılıyordu. Ama şuan benimle yine eskisi gibi uğraşıyor olması da o ciddi tarafına o kadar zıttı ki asıl Agâh hangisiydi diye düşünmeden edemiyordu insan tabi Artun'u daha önce tanımamış biri olsaydım. "Korkmak istiyorsanız bu sizin seçiminiz Artun yüzbaşım." umursamaz bir eda ile omuzlarımı silkip arkama yaslandım ve hâlâ birbirleri ile uğraşan ve Kağan'ın sinirden kalem fırlattığı ikiliye değdi bakışlarım. Çocuk ruhlu askerler.. Onlar ruhları yaralı askerlerdi ve ancak çocuklaşmak yaralarına merhem olabilirdi. "Bu ters tarafıma denk gelme mi demek oluyor?" tek gözünü kırptığında bir an soluğum göğsümde takılı kaldı. Lanet soluk herkes gibi düzenli çalışmayı bilmiyor musun? Alıp vereceksin sadece bu kadar? Neyi alıp verecek Leyl? Artun yüzbaşı ile ne ilgisi var? İç sesimin tekrardan ortaya çıkması hiç hayra alamet değildi lakin kendisini de pek önemsediğim söylenemezdi. O konuşur ben kulaklarımı kapatırdım, o bağırır ben de ona zihnimi kapatırdım. "Bu tehlikeli yanıma denk gelmeyin demek yüzbaşım zira af edecek kadar merhametli bir yüreğim yok!" bu bir uyarı mıydı? Yada bu bana karşı bir yanlış yapma demek miydi? Bilmiyorum ama bildiğim birşey vardı ki şuan bu masada bulunan ve gözlerinden bile nefretini hissettiğim bir kadının yapmak istedikleri ve yapacaklarıydı. Buna rağmen nasıl hâlâ operasyona dahil olduğunu yada bunu bizim nasıl kabul ettiğimizi soracak olursanız vereceğim tek cevap özeli ile iş ilişkisini birbirine karıştırmayacak kadar profesyonel olduğunu düşünmemizdi zira o gözlerinde gördüklerimi icraatte görecek olursam bir an bile beklemem onu saf dışı bırakacaktım. Bu bir yemin değildi bu benim yapabileceklerimin sınırsız olması demekti ve eminim ki karşımda bulunan hemcinsimde hem beni hemde bir rütbelisini karşısına almayı istemezdi. "Tehdit?" bana inanmaz gibi bakıyordu ama inanması gerekirdi zira birilerini affetmeyi bırakalı uzun yıllar olmuştu. Ve tehdit etmiyordum aslında sadece küçük bir uyarıydı ve kendisinin bu uyarıyı gayet iyi aldığını biliyordum. "Sadece bir uyarı diyelim." kafasını hafifçe sallayıp garip bir ifade ile bana baktı, bu bakış ne anlama geliyordu bilmiyorum ama iyi bir anlama geldiği açıktı. Bu halimin onun hoşuna gittiğinin farkındaydım ama gözlerinde başka, çok farklı bir ifade daha vardı ve bu ifade belki de ilk defa gerçekten büyümüş olduğumuzu bana kanıtlıyordu. O beni hâlâ o küçük kız çocuğu olarak görüyor olsa da aslında hayat beni daha o yaştayken yetişkin biri olmaya zorlamıştı. Şimdi ki halim dünlerimin eseri, yarınlarımın kargaşasıydı. "Neden akkara?" diyerek konuyu değiştirdim. Artun Agâh derin bir soluk vererek benim gibi sırtını deri koltuğa yaslayarak masada bulunan her bir üyede gezdirdi gözlerini. Neşe içinde birbirleri ile sohbet eden her iki time de gururla baktı, onlara bu denli gururlu bakması içimde filizelenen duyguları sulamaya başladı. "Biz bütün zıtlıkların bütünüyüz Leyal, beyaz ile siyahız. Eksikken bile bir bütünüz biz, siz benim gözümde hep bir bütün biz ise sizden daha eksiğiz. Börü size yeri geldiğinde al ayak, yeri geldiğinde göz kulak yeri geldiğinde de bir dağ olacak. Siz ise bize bütün varlığınız ile kalkan olacaksınız, yeri gelecek bize siper olacak yeri geldiğinde hepinizden önce siz göğüsleyeceksiniz yaralarımızı. Biz artık bütün zıtlıklarımıza rağmen bir bütün, herşeyden önce artık bir aileyiz." kendinen emin bir ifade ile sarf ettikleri ile yüzümde buruk bir gülümseme oluştu, yeri geldiğinde hemcinslerimizin bile bizleri yerdiği bu hayatta bizleri bu kadar içten ve gururla destekten bir adamın hatta adamların olması bizim gibi bedenen eksik ama ruhen, zihnen ve kalben tam olan insanlar için en büyük mutluluk ve destek kaynağıydı. Gözlerimi masada bulunan Börü timine çevirdim ve her birinin gözlerinden geçen ifadeleri dikkat ile inceledim. Gurur, sevgi, şefkat, güven, destek, inanç ve bir çok şey vardı o gözlerde. Kalkan timindeki kadınlara bakarken ve konuşurlarken büyük bir dikkat vardı hareketlerinde, incitmekten korkar gibi ama bir o kadar da yaptıkları meslekten dolayı güven ve samimi bir yaklaşımları vardı. Ve beni en çok sevindiren hepsinin bize her anlamda güveniyor oluşlarıydı. Bu mesleğe başlamadan önceki hayatımız bir hiçten ibaretmiş gibi hissediyordum çoğu zaman, orta okulda ve lisede bacağımın görünmemesi için girdiğim haller ama buna rağmen herkesin acıyan bakışlarına maruz kalmak. Kimse tarafından bir kız olarak, kız olmayı geçtim bir çocuk olarak görünmemek beden eğitimi derslerinde hoca tarafından sürekli birşeyleri yapamadığım gerekçesiyle bütün oyunların dışında kalmak, okul etkinliklerine katılmak istediğimde bacağım ile onları yavaşlatacağımı düşündükleri için etkinliklerden mahrum edilmek ve daha sayamadığım bir çok şey. Yine de buna rağmen güçlü kalmayı başarmış bir kadındım ben, üniversiteyi kazandığımda ve bir gün kendimi bir albayın karşısında bulduğumda herşeyin bir rüya olduğunu düşünmüştüm. Bizden MIT'e bağlı askerler olmamız istendiğinde gerçekten bunun komik bir kamera şakası yada üniversitedeki arkadaşlarlarım tarafından aşağılanmak için kurulmuş komik ama kötü bir oyun olduğunu düşünmüştüm ama değildi ve ben bugün burda olduğum için aldığım onca zorlu eğitimde pes etmediğim için ve beni yalnız bırakmayan timim için hayata minnetardım. En büyük minnetim ise yıllar önce kaybettiğim çocukluğumu bana geri vermesiydi, şimdi kendimi eksik ama bir o kadar da tam bir kadın olarak hissediyordum. Bir kaç sene önce sırtımı dayayacağım bir tek annem varken bugün kocaman bir ekibim ve yeni bir ailem vardı. Hayat arsız, kader insafsız, yaşam ise felaketti. Oturduğum yerden Artun yüzbaşına küçük bir gülümseme bahşettim ve ayağa kalkarak iki elimi masaya yaslayıp soğuk ve şeytani bir sırıtma ile aniden susan ve bana dönen Börü ve Kalkan timi yeni adımız ile Akkara timine baktım. "Biraz ses gürültü yapmaya ve ısınmaya ne dersiniz?" diyerek sinsi bir ifade ile konuştum. Hepsi merak ile bana bakıyordu ve ne demek istediğimi yüzlerindeki heyecan ve intikam dolu gülümsemelerden anlamışlardı. "Ne yapıyoruz sevgili Üsteğmenim?" yanımda bana bütün inancı ve güveni ile soru soran Artun'a omuzumun üzerinden çakır gözlerine kararlı bir sekildebakarak emin bir ifade ile cevap verdim. "Her zaman yaptığımız şeyi, yani yakıp yıkmayı!" güçlü sesim ikimizin arasında yankı bulduğunda çakırları bir süre yüzümde dolandı ve daha sonra tehlikeli bir eda ile duruşunu dikleştirip, esrarengiz bir ses ile konuştu. "O zaman ateşi harlayalım üsteğmenim." yüz hatları ve kurduğu cümle düzdü ama gözlerinden geçen o ifade benim için yeterliydi. O bana güveniyorduz ve en önemlisi o bize güveniyordu. Kader çarkı bundan tam yirmi yıl önce acımasıcza döndü ve ikimizin hayatında sabit kaldı. O gün herkese bir kader bahşedildi ve herkes iyi kötü buna boyun eğmek zorunda kaldı, sonra çark tekrar döndü ve bu sefer aradan yedi yıl geçti ve on üç yıl dönmemek üzere koca bir ayrılıkta sabit kaldı. Dünya döndü, hayat ilerledi, çocuklar büyüdü, insanlar yaslandı ama bizim için yaşam on üç yıllık bir duraksamaya girdi, bizler büyüdük, ben onu unuttum o beni aradı ama ikimizde birbirimizden asla olmadık ve vatanı uğruna savaşan iki yürekli asker olduğumuzda işte o zaman kader çarkı on üç yıllık pasından arınarak tekrar dönmeye başladı ve olması gerkektiği gibi ikimizde sabit kaldı. İnsanlar hayatları boyunca kaç defa yaşar ve kaç defa ölürdü? Her düşüş bir ölüm müydü yoksa bir başlangıç mı? Ben yaş aldıkça düşen, düştükçe yaralanan, yaralandıkça tekrar ayağa kalkan ve tekrar düşen bir kız çocuğuydum. Bana elini uzatan bir annem birde diğer elim vardı, düştüğümde ya annem kaldırırdı yada kendim elimden tuatarak kalkardım ama her zaman bir şekilde kalkar ve yaralı dizlerim ve avuç içlerim ile yoluma devam ederdim. Şimdi olduğu gibi, bugün tekrar bir yola giriyordum lakin bu seferki yolculuğum bir hayli kalabalıktı, sağım solum önüm arkam sobelenmiş bir şekilde kendimen emin adımlar ile onlara yürüyordum bu yolu ama artık birşeylerinde bilincindeydim. Artık düştüğümde beni kaldıracak kişi annem değil vatan ve bayrak yoluna kanlarını ortaya koymuş görev arkadaşlarımdı. Biz bugün aylar önce girdiğimiz yola bu sefer daha güçlü bir şekilde koyulduk ve biz bugün beraber ne kadar güçlü olduğumuzu fark ettik. Eksiklerimiz ile bir bütün olmayı bize öğreten bu adamlar ile tek bir dağ olduk ve yıkılmayacağımız herkese göstermek için ant içtik. Ey bu arz için âsümana aşiyan olan al sancağım! Uğruna dökülecek olan her kan vatanımın özgürlüğüne uçan güvercin, toprağımıza atılan karanfil, balaların şen kıkırtısı, gözü yaşlı anaların minneti, cennetimize giden ferş olsun. Ey bu arz için toprağa düşen Türk evladı,makberde başın dik, alnın ak, ruhun rahat olsun. Hak için hakka yürüyen oğul cennette bekleyenlerin var , ölüm sana ne güzel nimettir. 🌙 Ey sürüden arkaya kalmış yiğit Arkadaşın gitti, haydi sen de git Bak ne diyor ceddi şehidin, işit Haydi git evladım, uğurlar ola ... Haydi git evladım, açıktır yolun Zalimlere karşı bükülmez kolun Bayrağı çek, ön safa geçmiş bulun Uğurun açık olsun, uğurlar ola...
Bitmeyen bir döngüde çırpınıp duran bozuk bir saat gibiydi yaşam. Günde iki defa doğruyu, zamanın geri kalanında ise büyük bir yanlışın içinde çırpınıp dururdu ve bu döngü günler, haftalar, aylar belki de yılları bulur ama bir türlü doğruyu tam anlamı ile bulamazdı zamanın köstekli kuytularında. İnsanoğlu bozuk bir saatti tanrının nezdinde, yaşamını yanlışlar içinde sürdüren doğruluk abideleri olarak görürdü, zira insanoğlu çiğ süt emmiş derlerdi ya, sürekli yanlışa yönelen ve bütün yanlışları doğru bilen bir garip canlı sürüsüydü ama hepsi aynı mıydı, herkes bozuk bir saat miydi yoksa doğruyu bulan var mıydı işte orası meçhule giden bir faildi. Meçhule giden yollarım vardı, sonu vatan, bayrak sonucu şehadet olan. Eğer ki vatanından uzaksanız kış soğuğu bir başka geçer derlerdi, daha keskin, daha acı, ve daha can yakardı. Sadece bedeniniz değil yüreğinizde ayrı üşürdü,hele birde askerseniz memleket ayrı, bayrak ayrı, aile özlemi ayrı sevda özlemi ayrı bir dondururdu yüreği. Elinde tuttuğun silah, aldığın mevzi, üstündeki parka, başındaki miğfer, göğsünedeki hücum yeleği, ayağındaki postal üstünde durduğun yabancı topraklar sana yoldaş olurdu. Gözün mevzide, parmağın ettikte, ağzında bir vatan türküsü, sonra akıllarda çınlanır yine bir Atsız sözü. Şerefliler taviz vermezler. Şerefin tavizi yoktur. Öyke'nin tavizi yoktu; kansıza, uğursuza, itine çakalına, vatanının ekmeğini yiyen ve vatanına ihanet edene, dağa çıkan soysuza, ülkesine düşman kesilen ecnebisine hiç tavizi yoktu. O şerefli bir Türk askerîydi ve şerefli bir Türk askerinin hiç kimseye tavizi olmazdı o da bugün o tavizi düşmanlarına vermemek için canını hiçe sayarak it soysuzlarının içine girmişti. Canının bir ehemiyeti yoktu ehemiyeti olan vatandı, gerisi teferruattı.Gözlerinde yanan ateş bulunduğu ortamı yakacak cinstendi, adının hakkını verecek kadar diri bir öfkesi, patlamaya hazır bir volkan gibi kini vardı. Öfkeniz kininizi diri tutsun zira vatan için alınacak can, kesilecek kol, ezilecek baş çok. Kanınızı akıtan her soysuza kininizi diri tutun gün gelecek akan her kanın hesabı sorulacak, iste o zaman kim olduğumuzu tüm dünya öğrenecek!Biz Türküz, damarlarımızda akan kan bir, gök yüzünde dalgalanan sancağımız bir, vatanımız bir. Kininiz öfkenizi, öfkeniz de kininizi diri tutsun zira akacak kan çok. "Seni buralara getiren sebep nedir?" Kuzey Irak'ın sözde özerk bölgesi Kerkük'teydi. Kürt, Türkmen, Arap, Yahudi ve Keldanilerin oluşturduğu bir ildi. Keldaniler Süryanilerin Katolik kısmını oluşturan bir azınlıktı, Türkmenler ise Arap ve Kürt nüfusundan sonra gelen en çok nüfusa sahiptiler. Hepsinin bir arada yaşıyor olması Öyke'ye Osmanlıyı hatırlatıyordu ama biliyordu ki şuan gördüğü bu düzen kesinlikle yalanlar ile gizlenmiş bir oyundan ibaretti. Yıllardır Türkmenlerin dağdaki soysuzlardan çektikleri acı ve zulmü en iyi bilenlerdendi. Kadınlara yaptıkları zulüm, daha küçük yaşta dağa çıkarılan çocuklar ve nicesi, Türkmen köyleri PKK-DAEŞ'E, PYD gibi terör örgütlerinin özerkliğinde yaşarlar ve hemen hemen her hafta onlarca zulme maruz kalılardı. Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktu. "Önemsiz bir tanrı misafiri diyelim." Öyke adama arapça cevap verdiğinde ellili yaşlarının sonundaki Zalam aşiret lideri memnun bir gülümseme ile güldü. Karşısında bulunan heybetli adam oldukça dikkatini çekmişti ama asıl dikkatini çeken gözlerinde ki öfkeydi ve bu öfkenin nedenini merak ediyordu. "Bizim buralara tanrı misafiri pek uğramaz heleki önemsiz olanları hiç uğramaz!" Öyke ne demek istediğini çok iyi anlamıştı, Irak sınır bölgelerinde ve iç bölgelerine genelde askerler olurdu lakin kimse kimin hangi ülkenin askerî olduğunu bilmezdi. Kendini bir tek açık eden ABD'ydi. O da terörü ayan beyan desteklediği için saklanmamakta da bir sorun görmüyorlardı. "Eh, o zaman ilk önemsiz tanrı misafiriniz benim." umursamaz bir eda ile sırtını oturduğu ahşap sandalyeden geriye yasladı ve bulunduğu yeri kısa ve öylesine bakıyormuş gibi süzdü lakin üstünde siyah peçe ile seyyar satıcının önünde duran Börte'yi ve bir kaç dükkan ötede bir kıraathanenin önünde oturmuş çay içen Alp'i o kısacık anda bile fark etmişti. "Tanrı misafirine saygımız sonsuz lakin de hele bakayım seni tanrı buralara niye sürükledi?" adamın merakı Öyke'yi sıkıyordu ama duruşu o kadar umursamaz ama bir o kadar kendinden emindi ki karşısında duranlar Öyke'yi önemli bir adam olarak görüyor ve ona göre davranıyorlardı. "Sizin buralarda misafire bu kadar soru sorulur mu Saffan bey?" düz ve beton misali sesi ortamda yayıldığında Zalam lideri Saffan'ın arkasında bulunan iki koruma liderlerine daha da yaklaştılar. Karşılarında oturan adamdan buram buram tehlike kokusu alıyorlardı, o kadar heybetli ve devrilmesi güç bir duruşu vardı ki sanki lider Saffan değilde oydu. "Bizde destursuz görüşmek isteyene çok soru sorulur?" Saffan gergin bir ses tonu ile konuştu. Karşısında bulunan adam neyin nesiydi bilmiyordu ama o kadar güçlü duruyordu ki kendi çöplüğünde davetsiz bir misafirden çekinir oldu. "Direk konuya gir diyorsun? Peki!" dedikten sonra oturduğu yerden öne doğru hafifçe eğilip sağ kolunu masanın üzerine sol elini de dizinin üstüne yaslayarak donuk bir ifade ile karşısındaki adamın yüzüne baktı. "Riyan başkanı arıyorum!" dilinden dökülen iğreti kelimleri bir tek kendisi fark ediyordu, aşağılık bir oruspu töremesine başkan demek dilini kızgın şişlerle dağlama isteği uyandırıyordu Öyke'de. "Aha böyle saadete gel! Ne yapacaksın sen Riyan'i?" meraklı ve tedirgin sesini duymak Öyke'ye zevk veriyordu zira karışısında bulunan adam dağdaki leş kargalarına en büyük desteği veren kansızlardan biriydi. Genel olarak Kerkük'da bulunan bütün liderler hainlere destek oluyor ve bunu göstermektende çekinmiyorlardı ama bu adam başkaydı. Bütün terör örgütlerini bilir, bütün gavat örgütlerin vasıfsız liderlerini tanırdı, kendisi en büyük uyuşturucu kaçakçısı olarakda bilinirdi ve sıra ona da gelecekti hiç şüphesi olmasındı. "Riyan'ı arayan ne için arar?" Öyke'nin en sevdiği şey kelimle oyunları ve düşmanı ile alay etmekti. Şimdi yaptığı gibi ve bundan hiç olmadığı kadar zevk alıyordu. "Riyan'ın arayanı çoktur ama kimin ne için aradığını ben bilmem!" cibiliyetini M82 namlusuyla siktiğimin yalancısı diye içinden sövmeye başladı Öyke. Yalan söylediğini biliyordu ve belinde duran SAR9'un bütün mermilerini yalan söyleyen dilinde patlatmak isteyen yanını susturamıyordu. "Puşt herif!" kulağına dolan Börte'nin küfürü ile yüzünde soğuk bir gülümseme oluştu. Küfür ederken bile güzel olabilir miydi? Güzeldi, her haliyle... "Yeme beni Saffan senin üstümüzden uçan kuştan, yerdeki karıncadan bile haberin vardır, bundan mı olmayacak?" Zalam aşireti büyük bir aşiretti ve karşısında bulunan Saffan Zalam'ın elinin kolunun ne kadar uzun olduğunu bilmeyen yoktu elbette. Çarşıya indiklerinde hedeflerinin kim olduğunu biliyordu Öyke, Saffan'ı bul, konuştur, asıl adamı al. Aklda basit ama icraatta zor bir görevdi ama onlar için zor yoktu, ister ve alırlardı. "Diyelim ki biliyorum, peki sen kimsin? Riyan'i niye ararsın?" pişkin bir eda ile divana yaslandı ve elindeki çaydan bir yudum alarak Öyke'nin vereceği cevabı bekledi. "Uzatma diyorsun yani? Sevdim seni Saffan, iyi anlayacağız seninle." gölgesi bile ölümü vadeden bir adamdı Öyke. Şimdi karısında duran soysuzun neden hâlâ yaşıyor oluşunu düşünüyordu. Sıksa kafasına, burdan en hızlı nasıl çıkabileceğini bile hesaplıyordu, kendi canı önemli değildi de yanında Börte ve Alp'in olması ve onların zarar görecek olması işini zorlaştırıyordu yoksa şimdiye kadar Saffan'ı bir kuytuda konuştumuş ve kafasına sıkmıştı. "Adım Efran ama beni tanıyanlar bana Arjen der." umursamaz bir ifade ile cevap verdi. O arjendi, ateşin ta kendisi... "Arjen? O niye?" Saffan'ın kendisini merak ettiğin farkındaydı ve bu kediyi merak öldürürdü. Saffan'ın da hazin sonu bu olacak gibiydi. "Öfkemin cehhenem ateşinden daha azap verici olduğunu söylerler." sesindeki tehlike çanları bir uyarının ateşiydi. Öyke öfkesini hat safhada yaşayan biriyidi, önüne geçilmez bir öfkesi can yakan sonuçlar doğururdu ve canı yanan her zaman düşmanı olurdu zira Öyke öfkesini düşmanlarına yönlendirmeyi zorda olsa başarmıştı. Öfkesinden nasibini alanlar ise Öyke'nin ters tarafını görmek istemeyecek hatta adamın adını bile duymak istemeyecek kadar acı çekmiş olurlardı. Öyke görünmeyen bir efsaneydi, onu en son gören cehennemin derin sularında boğulmaktaydı. Öyke cehennem demekti ve vatanına, bayrağına ihanet eden şeref yoksunu soysuzları kendi ateşinde yakmaya ant içmişti. "Gaddarsın..." Saffan emin ve hayranlık dolu bir ifade ile Öyke'ye baktı. Karşısında ki gibi onlarca adamı olsa sırtı yere gelmezdi diye düşündü, belki Türkiye'yi bile fethederdi. Boşuna hayaller kurduğuda bir gerçekti zira yüzlercesi, binlercesi de olsa değil Türkiye'yi ele geçirip özerk bölgeye katmak adını bile ağızlarına alırken bin defa düşünmeleri gerekirdi. Bazı hayaller infaz edilmeye mahkum bir esirden ibaretti. "Aksi mümkün değil!" gaddardı ama hak edene... Öyke sabırsız ama oldukça sakin bir ifade ile devam etti. " Riyan nerde?" siyah hareleri Saffan'ın meymenetsiz yüzünde dolandı, kendinen emin duruşu, keskin bakışları, yılların vermiş olduğu yorgunluk ile sarsılmaz duruyordu ama biliyordu ki kimseden korkmayan Saffan Zalam'ın en büyük korkusu Türk askerîydi. "Riyan göçebedir; bakmışsın bir orda, bir burda. Sen onu bulamazsın o seni bulur." sesindeki gerginliği sezdi Öyke bu da adamın nerde olduğunu biliyordu demek ama yinede herşeyi göze alarak saklamayı tercih ediyordu. "Saffan, Saffan, Saffan..." Öyke kafasını yana yatırarak cıkcıkladı ve tehlikeli bir tebessüm ile devam etti. " Sen bu oyunlarını beynini kullanamayan böcek sürüsüne oyna, benimle oynarsan zararlı sen çıkarsın." aniden ayağa kalktığında ayakta duran iki koruma ellerini beline atarak liderlerini korumak için kendilerini hazırlandılar. Öyke bütün heybetli ile durduğunda çarşıda bulunan bir çok göz kendisine çevrildi zira hem uzun boyu hemde heybetli vücudu ile ben burdayım diye bağırıyor, tehlikeliyim diye haykırıyordu. "Riyan'a benden bir mesaj ilet." diyerek iki elini masaya bütün gücü ile yaslayarak Saffana doğru eğildi. "Arjen'in selamı var, hâlâ iş yapmak istiyorsa beni bulsun." daha sonra biraz daha yaklaşarak Saffan'ın kulağına birşeyler fısıldadı ve dumur olmuş adamı orda bırakarak hiçbir şey demeden arkasını dönerek ayağının altında ezilen yolu titreten ve korku salan adımlar ile kalabalığın içinde aniden gözden kayboldu. ... Gri-siyah bulutların kavradığı gök bir kin gibi yeryüzünü grimsi bir karanlığa gömdüğünde toprağa düşen her kar tanesi bütün kötülükleri yok etmek istercesine bir örtü misali sarmıştı her bir yanı. Rüzgarın uğultulu çığlıkları çorak topraklarda çınlarken geceye zifiri karanlığa yüz tutmuş gecenin tehlikeli sessizliği Riyan'ın göğüs kafesini korku ile gümbürdetiyordu. Bir lağım faresi gibi gizlendiği taş evde örgütten birilerinin kendinisini kurtarması için bekliyordu. Askerlerin peşinde olduğunu biliyordu, onları pusuya düşürerek çok büyük bir hataya düşmüştü ve bunun bedelini de canının korkusu ile ödüyordu. O Fransız itine güvenmişti ve şimdi bütün ihale kendi boynuna kalmış, bir ordu dolusu asker peşine düşmüştü.O gün asıl hedef bütün askerlerin ölmesiydi lakin hiç birine birşey olmadığı gibi ayaklandıkları gibi kendi yakasına yapışmışlardı. Ülkenin bütün giriş çıkış kapıları yoğun askeri önlemler ile kapatılmıştı, şimdi ne çıkabiliyor nede kendisine örgütten bir yardım eli uzanıyordu, kalmıştı bir başına. Günlerdir durmadan yer değiştiriyor birazda olsa hedef şaşırtmayı başarıyordu ama bununda nereye kadar devam edeceği meçhuldü. Uzandığı yerden o Fransız köpeğine küfürler ederken aniden kapısının tıklatıldığını duydu Riyan, eli sehpanın üzerindeki silahına giderken temkinli adımlar ile önce perdenin arkasından çevreyi kolaçan etti kimseyi göremeyince kapıya doğru korkan adımlar ile ilerledi. Riyan korkusu olmayan bir adamdı lakin konu Türk'ler olunca kırk defa düşünür kırk birinci defa geriye onlarca adım atardı. "Kimsin lo?" diyerek tahta kapının ardından seslendi. Bir kaç saniye sonra genç bir çocuğun gür sesi doldu kulaklarına. "Beni Saffan başkan göndermiştir Riyan başkan, söylediğine göre önemlidir." Riyan rahat bir soluk bırakarak tahta kapıyı hafifçe aralayıp önce dışarıyı kontol etti daha sonra Zalam aşiretine bağlı gençlerden biriydi karşısında ki. "İçeri gir!" genç çocuk içeri girerek Riyan başkana döndü. "Seni bir adam arar başkan, adı Arjendir. Sana bir mesajı vardır, diyor ki 'Arjen'in selamı var hâlâ iş yapmak istiyorsa beni bulsun.' Birde diyordu ki en son ki teslimatın boka sardığını biliyormuş eğer Türk askerinden kurtulmak istiyorsa kurtarıcın Arjen denilen adammış." Riyan çatık kaşlar ile genç oğlanı dinledi, Saffan başkan acil haber ettiyse önemli bir mesele olmalıydı. "Kimdir bu adam? Gördün?" diyerek şiveli bir tonlama ile konuştu. Kimseye güvenmiyordu ama son teslimattan da örgütten başka kimsenin haberi yoktu, yoksa bu adamı örgüt mü göndermişti kendisi için? Kurtaracak mıydı onu bu fare deliğinden? "He gördüm başkan, böyle dev gibi kaslı bir adamdır. O kadar korkunç bakıyordur ki Saffan lider bile korktu vallahi adamdan. Saffan başkanın söylediğine göre adam büyük patronun adamlarından biridir." İşte o zaman Riyan'ın içinde bir umut ışığı belirdi, örgütün onu burda bırakmayacaklarını biliyordu. "Nerdedır şimdi bu adam? İsmi Arjen dedin he?" Genç oğlan başını sallayarak Riyan'ı onayladı ve cevap verdi. "Saffan başkan ona Riyan seni bulur dedi, o da beni bulsun dedi he vallah." Riyan başını sallayarak onayladı onu adamı nasıl bulacağını biliyordu, eli ayağı uzundu zaten Saffan liderde ona yardım ederdi adamı bulmakta. "Tamam sen şimdi git ben onu gündüz gözüyle bulacam. Bir daha da haber etmeden gelemeyin lo buraya açık edeceksınız beni ha!" kızgın bir ifade ile genç oğlanı ensesine vurdu ama keyfi de yerindeydi. Saffan'ın adamı Riyan'ı onaylayarak evin çıkışına doğru ilerledi. Etrafına şöyle bir baktığında içinden burda köpek bağlasan durmaz diyede geçirdi koskoca örgüt liderinin düştüğü hallere bakın diye de yakındı. "Emredersin başkan. Dikkat et kendine Saffan başkan merkeze askerlerinde indiğini haber et dedi ama kimlikleri belli değildir onun için temkinli olmakta fayda vardır." Riyan 'ın birşey söylemesine fırsat vermeden ahşap kapıyı çarpıp çıktı. Riyan'ın keyfi yerindeydi, yarın o adamı bulacak sonra da Irak sınırlarından çıkarak başka bir ülkeye geçecekti. Ardan geçen bir kaç dakikanın ardından kapıdan yine bir tıkırtı sesi işitti Riyan oturduğu yerden hızla doğrularak elindeki silah ile kapıya doğru ilerledi gelenin Saffan başkanın adamı olduğunu düşünüyordu. "Dîsa çi beji puşt?( yine ne söyleyeceksin puşt?)" kapıyı açtığında karşısında koca bir boşluk gördüğünde kaşlarını çatarak bir adım dışarı atıp dışarı çıktı ve bomboş sokak ile iyice tedirgin oldu. "Kim vardır orda ki?" diyerek bağırdığı ama bomboş sokakta sesi kendisine geri döndü. Korku ile kapıyı kapatıp eski zırzayı kilide takarak kapıyı kilitledi, elindeki silah ile temkinle içeri doğru ilerlediğinde bir an içeride birinin olduğunu hissetti. Elindeki tabancayı kaldırarak içeri doğru temkinle ilerledi ve aniden koltuğunda yayılarak oturmuş uzun boylu ve yapılı bir adam ile karşılaştı. Hırs ile silahını evindeki davetsiz misafire doğrultarak korku ile bağırdı. "Kimsin lan sen? Nasıl girmişsen içeri?" Öyke oturduğu eski püskü yayları çıkmış koltukta kendisine hiç silah doğrultulmamış gibi rahatlıkla oturdu ve elinde tuttuğu sigarayı dudaklarına götürerek derince içine çekti ve usulca dışarı doğru üfledi. "Sana derim kimsin sen? Çabuk cevap ver bana!" Riyan elindeki silahı Öyke'ye doğru sallayarak bağırdığında Öyke'nin sakin ve donuk sesini duydu. "Saffan o seni bulur dedi ama ben işimi ertelemeyi seven bir adam değilim Riyan!" Riyan genç adamın korkunç ve ölüm kokan sesini duyduğunda vücudundan bir ürperti geçti. "Sen Saffan başkanın söylediği adamsın he? Neydi adın...hah Arjen he?" Öyke ölümcül bir sakinlik ile kafasını salladı ve tekrar sigarayı dudaklarına götürerek bir duman daha çekti içine. "Beni kurtarmaya gelmişsin sen? Büyük patron göndermiştir he?" Öyke tekrar kafasını sallayarak onayladı ve bu onay ile Riyan elindeki silahı aşağı indirerek Öyke'ye doğru bir adım atmıştı ki ensesinde namlunun yakıcı soğukluğunu hisseti daha sonra ise sert bir kadın sesi doldu kulaklarına. "Cehenneme hoşgeldin puşt dölü!" daha sonra ensesinde acı büyük bir acı hissetti Riyan ve sonrası karanlık. Börte ruhsuz bir tebessüm ile yere düşen kansıza yanlışlıkla! bir tekme atarak Öyke'nin yanına doğru ilerledi ve adamın elinde tuttuğu sigarayı büyük bir sakinlik ile parmaklarının arasına alarak dudaklarına götürdü. Öyke kadının bu hareketi ile bir anda kaskatı kesildi lakin kadının duruşundaki o hırçın zerafet o kadar hoşuna gitmişti ki kafasını geriye atarak derin bir yutkunma ile kadının elinde tuttuğu silah, yüzündeki puşi ve kendinden emin duruşuna hayran dolu bir bakış attı. Bu kadın hayatın ona mükâfatı olmalıydı, en güzel ve en doğru mükâfat... Hiç tatmadığım kadar yabancı, hep tatmışım gibi kırık ama tatlı bir mükâfat... Şimdi söyle bana kadın günahkar ruhuma, fakir yüreğime hangi iyiliğimin mükafatısın? "TSK gururla sunar!" "Pencereden baktığınızda güneşi esirgemiyorsa gökyüzü, birileri yaşadığınız günlerin bedelini ödediği içindir." demiş üstat Cemal Süreya, ne güzel, ne anlamlı söylemiş. Dışarıda çocukların şen kıkırtısı, gençlerin özgürlük nâraları, anaların babaların güçlü minneti, ninelerin dedelerin bayrak sevgisi... Ey Türk genci! Vatan her bir manasında ayrı bir detay taşıyan bir mücevherdir. Uğruna şehit verdiğin bayraktır, göğsünden vurulup al bayraklı tabutta sığamamaktır, bir ananın göz yaşı, balaların şen kahkahasıdır, genç kızların gelinliği, babaların acı türküsüdür vatan. Al sancağın dalgalandığı mavi gök yüzü, yağmur sonrası toprak kokusu yağan kardır vatan. Güneş esirgemiyorsa ışığını, yağmur huzursuz değmiyorsa tenine, kar üşütmüyorsa ellerini vardır bir Türk askeri, vardır bir şehidi... Vatan yoluna baş koyanların, bayrağa kanının rengini veren yüce şehidim, vatanı için can alıp can veren askerim, adı bilinmeyen kahramanım, mezarı olmayan vatan evladı; al sancağımız düşmesin yerlere, değmesin düşman ayağı hilale, bir ana ağlamasın bir çocuk korkmasın diye, bir sevda yarım kalmasın, babalar kaldırmasın onlarca yükü diye kendi canından vazgeçen şanlı yiğidim. Sağol! Varol! Hak yolunda şehadete erişmiş Türk oğlu;yolum yoluna, canım canına feda sen rahat uyu...
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz? En sevdiğiniz karakter? Bölümde en sevdiğiniz kısım? Bölümde en çok hoşunuza giden cümle? Leyal, Hazan ve Artun üçlüsü arasında ileride ne olacağı hakkında ki fikirleriniz? |
0% |