Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@yitenumutlar

Bölüm şarkısı - Ceren Gündoğdu - Gide Gide Bir Söğüde Dayandım

 

Keyifli okumalar 🥰🥰Yorum yapmayı unutmayın sevgili okurlar 🥰🥰🥰

 

 

 

Soner kendisine sırıtarak bakan kızla şaşkınca konuştu.

 

"Ne...Ne demek oluyor bu!?" Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak yüzünü buruşturup işaret parmağını kaldırıp kızın kıyafetlerini işaret ederek sözlerine devam etti. " Bu ne hal!? Şu giydiğin kıyafete bak be!"

 

Kız, adamın kıyafetlerini işaret ettiğini görünce bir tuhaflık mı var diye bakışlarını kendine çevirdi fakat bir şey göremeyince başını yana doğru eğip irice açtığı gözleriyle masumca konuştu.

 

"Olmamış mı? Eee ama sizin kattaki sekreterler hep böyle döpiyes takım giyiyor."

 

Kızın sözleri ile Soner ellerini sertçe yüzüne sürdü ve sıktığı dişlerinin arasından tısladı.

 

"Çünkü onlar sekreter! Çünkü burada bir kural,bir nizam var! Ders almaya gelirken döpiyes giyildiği nerede görülmüş be!? Sen döpiyes değil gelinlikte giysen şu erkek kılığını bozuk ağzını gizleyipte kadın görünümüne bürünemezsin! Bir de olmamış mı diye soruyor!"

 

İşittikleri ile Mahru'nun kaşları çatılırken Soner işaret parmağını kaldırıp kapıyı işaret ederek sertçe konuştu.

 

" Ders falan yok bu gün! Zaten bir haltta anladığın yok! Ardaş'ta anlamış senden bir halt olmayacağını o yüzden kaçmış belliki!Şimdi çık dışarı dünya kadar işim var! Daha fazla oyalama beni!"

 

Soner'in sert sözleri ile Mahru dolan gözlerini adamın gözleribe dikip dudaklarını bükerek ayağını sertçe yere vurdu ve konuştu.

 

"Neyim eksik benim!?"

 

Soner kızdan hiç beklemediği çıkış tarzıyla yüzünü buruştururken Mahru kendini,Soner'in masasının önündeki koltuğa sertçe bırakarak elini hesap sorarcasına salladı.

 

"O zürafa bacaklı,yürürken kıçları ayran yayığı gibi sallanan,konuşurken ağzını merdaneli çamaşır makinası gibi bir oyana bir buyana kaydıran,misafirlerinize gerdan kırıp cilve yapan apiko kızlar gibi olmadığım için mi olmamış!?"

 

Soner kızın sözleri ile şaşkınca ona bakakalırken o oturduğu yerden ayağındaki topuklu ayakkabıların topuğunu yere sertçe vurmuş canının acıması ile hırsla eğilip ayağından çıkararak odanın bir köşesine fırlatmıştı. Ayaklarını altına çekerek koltukta iki dizinin üzerinde dikildi ve yaşlarla parlayan gözlerini tekrar Soner'e dikti.

 

"Ulan yapıyorum işte bee! Ben o madiden kızlar gibi olamıyorum! Dışımı bile o sirk maymununlarına benzetemezken,içimdeki delilerin Mahru cümlesini ipe diziyor da bakma sen!" Elinin tersiyle burnunu sertçe silerek devam etti."Ulan kelamı süslü,kalemi tüylü,tırnağı ojeli,saçları fönlü,trafik lambası gibi herkese yeşil ışık yakan,fingir fiş kızlar gibi olamam ben!"

 

Mahru'nun son sözleri ile Soner gülmemek için dudaklarını bir birine bastırırken Mahru elini kaldırarak işaret parmağı ve baş parmağının ucunu birleştirip devam etti sözlerine.

 

"Şu kadarcık tut dilini Mahru dedim! Azıcık bitirim ol şu pıpırının karşısında dedim, ulan sen beni madara ediyorsun beee! Senin imzan olmadan gidemezmişim ben o haysiyetsizin yanına! Ama sen istiyorsun ki senin zamazingoların,aftosların gibi olayım! Ulan geçmişi kınalı! Bana yakıştırdığınız süs köpekleri gibi olamam! Şimdi ya o dosyaya at o imzayı,ya çağır gelsin o şerefsizi!"

 

Kızın sözleri ile yanlış ifadeler kullanıp kalbini kırdığını elbetteki fark etmişti Soner. Ama o aile büyükleri gibi düşünmüyordu. Tamam Ardaş bir hata yapmıştı ama bedeli bunların düşündüğü gibi olamazdı. Mahru'dan ne kadar haz etmesede genç bir kızında hayatının mahfolmasını istemiyordu. O yüzden elinden ne geliyorsa yapacaktı.

 

"Mahru! Bak ben giyiminden bahsederken o tarz bir şeyden bahsetmedim. İnsan kendi gibi olmalı be!" Yüzünü buruşturarak kızı baştan aşağı süzüp tekrar konuştu. " Sen bu değilsin! Ayrıca şimdi böyle öfkeyle hareket etmenin sebebi Ardaş'a olan hislerin. Zamanla o hislerin yok olacak ve sen..."

 

"Ne diyorsun sen be!"

 

Mahru oturduğu koltuktan masanın üzerine doğru uzanıp eline geçen dosyayı sinirle fırlattı Soner'e.

 

Yüzüne çarpan dosyayla öfkeli bakışlarını Mahru'ya çevirdi Soner. Bu kız kesinlikle tatlı dilden anlamıyordu. Argo lugatı,şirretlik iletişim şekli olmuştu anlaşılan.

 

"Ulan neyine his besleyeceğim ben onun gibi balkabağının!? Sana derdini tatlı dille anlatanda suç anaforcu herif!"

 

Mahru'nun son sözleri ile Soner'de öfkeyle yerinden kalktı ve ellerini masaya sertçe vurarak çakmak çakmak olmuş gözlerini kızın gözlerine dikerek tıslarcasına konuştu.

 

"Bitti mi!? Yoksa daha sıralamadığın unuttuğun başka meziyetim var mı? Zamazingolar,aftoslar! Benim ne metresle ne dost la işim olmaz! Anaforcu! Ne yolsuzum ne haksız kazanç peşindeyim! Bir daha bana bu şekilde hitaplar da bulunma sakın!"

 

Mahru şaşkınca gözlerini kırpıştırırken Soner devam etti sözlerine.

 

"Ayrıca bir his beslemediğin,sevmediğin adamla ne demeye nişanlandın o zaman!?"

 

"Çünkü babam öyle istedi! Çünkü babamı kıramadım!"

 

Mahru'nun sözleri ile Soner'in kaşları havalanırken kız sıktığı dişlerinin arasından tısladı.

 

" Ama senin o ne halt olduğu belli olmayan arkadaşın beni çıkarları için kullandı! Bunun hesabını verecek!"

 

Soner başını başını bıkkınlıkla sallayarak bezgince konuştu.

 

"Tamam Mahru! Çık Allah aşkına çık şu odadan! Bir daha da dersimiz olmadan lütfen gelme! Çünkü seni görünce benim şirazem kayıyor! Çünkü sen konuşmak için ağzını her açtığında benim lugatım şaşıyor be!"

 

Mahru oturduğu koltuktan hırsla kalktı ve ters bakışlarını Soner'e dikerek homurdandı.

 

"İyi bee! Bende bayılmıyorum sana! Düdük makarnası!" Soner başını sabır dilenircesine sağa sola sallarken bakışları Mahru'nun kalçalarında toplanan eteğine kayınca kapıya doğru ilerleyen kızın arkasından telaşla seslendi.

 

"Mahruuu!" Bakışlarını Soner'e çeviren kız kaşlarını çatarak ne var dercesine başını salladı.

 

"Lan şu üzerine çeki düzen ver be! Millet yanlış anlayacak!"

 

Soner'in eliyle işaret ettiği bölgeye bakışları kayınca,bakışlarını tekrar karşısındaki adama çevirip,tek kaşını imalı bir şekilde kaldırarak eteğini çekiştirdi. Düzelttiğinden emin olduktan sonra tripli bir şekilde kapıya yönelmişti ki Soner kızın hareketleri ve unuttuğu şeyle dişlerini sıkarak tekrar bağırdı.

 

"Mahruu! Allah'ın cezası manyak!"

 

"Ne var be!? İki de bir Mahru,Mahru!"

 

Kızın sert bir çekilde kendisine dönmesi ile bu defa eliyle odanın köşesini işaret etti ve bıkkınca söylendi.

 

"Ayakkabıların! Başımın belası ayakkabıların!"

 

Kız gittiği yönün tersine ilerleyerek hırsla ayakkabılarını eline alarak tekrar kapıya doğru yöneldi.

 

"Ayağına giy ayağına! Nalsız at gibi gitme!"

 

İşittiği sözlerle hızla Soner'e dönüp elindeki ayakkabıyı atmaya yeltenince Soner kollarını yüzüne siper edince hırsla dudaklarını dişleyerek atakkabıları ayağına geçirdi.

 

"Yarın sabah kahvenizi nasıl alırsınız Soner bey!?"

 

Soner kollarını hızla indirirken Mahru'nun kapıyı açmasıyla işaret parmağını kaldırıp tehtit edercesine salladı.

 

"Seni asistanım olarak kabul etmedim ben!" Mahru suratını buruşturarak kapıya dönmüştü ki Soner aklına gelen şeyle tekrar seslendi. " Haaa! Bir daha da ağzını yaya yaya Soner bey falan deme bana! Ayrıca topuklu ayakkabı da giyme deve kuşu gibi hantal yürüyorsun çünkü. Zarafet yok sende zarafet!"

 

Üzerine doğru gelen nesneyle hızla eğilirken kapının sertçe kapatılmasıyla tuttuğu nefesini bırakarak sırıttı.

 

~~~~~~~~~~'''~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Mehmet gecenin ilerleyen saatlerin de yorgun bir şekilde geldiği evine kimseyi rahatsız etmek istemeyerek sessizce girmişti. Üç gündür peşinde oldukları ihaleyi kaybetmenin sıkıntısı,çektiği onca yolun çilesi, bir de üzerine uykusuz gecelerinin yorgunluğu eklenince kolunu kaldıracak hali kalmamıştı.

 

Sessiz olmaya çalışarak odasına geçerken aklındaki tek şey hemen bir duş alıp iyi bir uyku çekmekti. Tabiki bu düşüncesi annesinin ağlayarak konuşmasını duyana kadardı.

 

Anne ve babasının odasının önünden geçerken,annesinin ağlayarak konuşması ile kaşları hızla çatılırken ilk aklına gelen annesinin yine bir öğrencisinin hayat hikayesine takılı kalıp her zaman yaptığı gibi musluklarını açtığı olmuştu. Bu düşünceyle yüzünde bir gülümseme oluşurken babasının da her zaman onu sakinleştirme çabalarını kendine hatırlatarak tekrar odasına doğru sessiz olmaya çalışarak bir adım atmıştıki duyduğu şeyle bakışları şüpheyle kısıldı.

 

"Zamanın da Hayal'in kararına karşı çıkmadığın için yaşıyor oğlumuz bu acıyı! Etrafına bir bak! Kızlarımız oğullarımız istedikleriyle,sevdikleriyle evlenip mutlu birer yuva kurdular! Ama oğlumuza bir bak Yusuf! Bak oğlumuza! Senin kendi ellerinle yaktığın ateşte oğlumuz yanıyor!"

 

Mehmet,Hayal'in isminin geçmesi ile duraksarken devamında gelen sözlerle ne düşüneceğini bilemedi. Babasının karşı çıkması gereken nasıl bir karar almıştı Hayal? Neyin hesabını soruyordu annesi? Aklını kurcalayan sorulardan babasının sözletiyle sıyrıldı.

 

"Ben böyle olsun istermiydim Leylam? Oğlumuzun bu aşk ateşinde yanması benim canımı yakmıyormu sanıyorsun? Ben görmüyor muyum Hayal'e olan bakışlarını sevdasını?"

 

Babasının ve annesinin tartıştığı meselenin onun yüreğindeki yıllardır yanan sevda ateşi olduğunu anlayınca güçlükle yutkundu Mehmet.

 

"Hayal o adamı seçti! O ne yaptı? Hayallerinin peşinden koştu! Hayal'in ne durymda olduğunu umursamadı bile! Havaalanında o iti yolcu ettikten sonra Hayal benim oğlumun kollarına yığıldı kadın! Onun acısıyla oğlum kahrolurken ne yapsaydım! Hayal'in çektiği acı karşısında içindeki sevdanın narına astım atağı başladı! Ne yapsaydım!? Hayal o adamı unut gel oğluma alayım seni çünkü Mehmet aşkından yanıyor mu deseydim?"

 

Babasının sözleri ile o güne giden Mehmet dolan gözlerine engel olamazken öfkeyle yumruklarını sıktı. Yıllardır sessizce sevmişti Hayal'i. Yanındayken bir o kadar uzak kalarak sevmişti.Aniden nişanlanınca dünyası başına yıkılmış yıllardır ara ara gelen ataklarının artmasını tetiklemişti.

 

Hayal'in nişanlısı,sınır tanımayan gönüllü doktorlar derneğine katılarak Ankara'dan giderken onu uğurladıklarında Hayal fenalaşıp kollarına yığılmıştı. İşte o an anlamıştı. Dünya başına nişanlandığı gün değil Hayal'in o adamı gerçekten sevdiğini anladığında yıkılmıştı. O gece büyük bir atak geçirmiş ve iki gün hastanede yatmıştı. O günden sonra hiç bir zaman cesaret edememişti Hayal'e açılmaya. Öncesinde erken olduğunu düşünmüş,sonrasın da geç kalınmışlığın pişmanlığını yaşamıştı. Yıllardır kendi kalbi Hayal için çarparken,onun ki ise unutamadığı nişanlısı için çarpıyordu.

 

"Hayal kalbindeki yaranın acısıyla oğluna sığınırken, belki ikisini yaraları birleştirecekken sen saçma sapan konuşup kızı uzaklaştırdın Yusuf!"

 

Annesinin sözleri ile Mehmet bir anda boşluğa düşmüş gibi sallandı. Babası ne söylemişti Hayal'e? Kendisinden uzaklaşmasına sebep ola bilecek ne söylemiş ola bilirdi?

 

"Hayal,Mehmet'e acısıyla sığınırken Mehmet'e yaşattıklarının farkında değildi. O zamanlar öyle devam etseydi oğlumu kaybedecektim ben Leyla! Ben onu kaybetme korkusunu bebekken iliklerime kadar hissettim! Aynı korkuları o günlerde tekrar yaşadığım için konuştum Hayal'le."

 

"Bir baba olarak o zamanlar haklıydın belki ama şimdi sonuçlarına bak. Mehmet senin acılarını kaldıramayacak kadar zayıf,bu acıyı hep birlikte beraber atlatalım ama ona daha fazla eziyet etme,hastalığını tetikleme,senin ona sığınışın Mehmet'e iyi gelmiyor diyeceğine keşke oğlum sana karşı bir şeyler hissediyor ve senin bu durumun ona çok üzüyor deseydin Yusuf!"

 

İşittikleri ile yerinde sendelerken kesik,kesik nefesler almaya başlamıştı.Babası böyle bir şeyi nasıl yapardı? Nasıl onu Hayal'in gözünde zayıf ve hastalıklı biri gibi gösterirdi. Oysa o Hayal'in bir bakışı,bir gülüşü ile mutlu olmuştu hep. Acısını da paylaşmaya razıydı. Sevda cefasız olmazdı. Bunu bilmiyor larmıydı? Hayal'in gözünde zayıf hastalıklı biri olmaktansa ömrü billah onun dert ortağı,acısı paylaştığı,omzunda göz yaşı döktüğü adam olmaya razıydı yüreği ezelden.

 

Nefesi ciğerlerine yetersiz gelirken Güney'in çığlığı ile gözlerinin kararması bir olmuştu.

 

"Hırsız! Hırsız var!"

 

"Be...Benim!"

 

İkizinin kesik kesik ve hırıltılı çıkan sesiyle hızla koridorun düğmesine dokunup ortamı aydınlatırken, anne ve babasının odasının kapısının açılması bir olmuştu.

 

Güney hızla Mehmet'e yaklaşarak koluna girerken Leyla ve Yusuf oğullarının sırtı duvara dayalı kesik kesik ve hırıltılı aldığı nefesle endişeyle fısıldadılar.

 

"Mehmet!"

 

Güney telaşla kardeşinin ceplerini yoklarken aradığını bularak kardeşinin dudaklarına yerleştirmiş fakat bittiğini fark edince telaşla kınuşmuştu.

 

"Bitmiş! Anne o dasındakini getir çabuk!"

 

Leyla telaşla Mehmet'in odasına koştururken Yusuf'ta oğlunun diğer koluna girerek daha rahat bir pozisyon almasını sağlamıştı.

 

Annesinin getirdiği ilacı kardeşinin dudaklarına yerleştirip üzerinden bastırarak kardeşinin rahat nefes alıp vermesine yardımcı olmaya çalıştı.

 

Bir müddet sonra nefes alış verişleri normale dönmeye başlayınca Güney ve babasına bakarak iyiyim dercesine başını salladı. Yusuf oğlunun kolunu bırakmadan hafif azarlar bir ses tonuyla konuştu.

 

"Kaç gündür yordun kendini. Sana ben gideyim demiştim oğlum. İlacında bitmiş niye dikkat etmiyorsun evladım sen? Ya yolda gelseydi atak!? Niye kendini düşünmüyorsun? Canının yanmasından zevk mi alıyorsun Mehmet!?"

 

Mehmet babaaının sözleri ile burukça gülümseyerek derin bir nefes aldı ve mırıldandı.

 

"Bu güne kadar geçirdiğim hiç bir atak biraz önce duyduklarım kadar canımı yakmadı baba!" Nefes alma ihtiyacı duyarak duraksarken Leyla'nın elleri hızla dudaklarına gitmiş dolu dolu olan gözlerini oğlunun acıyla kasılan yüzünde gezdirmişti. Yusuf ise oğlunun sözleri karşısında bakışlarını kaçırırken Güney anlam veremediği tepkiler karşısında şüpheyle bakışlarını kısmıştı.

 

"Nasıl yaparaın baba? Hayal'i benden uzaklaştırmak için nasıl hastalığımı öne sürersin!?"

 

"Nee!?"

 

Öğrendiği şeyle Güney ağzından kaçan tepkiye engel olamazken Yusuf sıkıntıyla konuştu.

 

"Oğlum senin iyliğin için yapmıştım.Hem Hayal'de hak verdi zaten bana. Seni çektiği acılarla daha kötü bir duruma düşürmemek için uzaklaştı o dönem senden."

 

"Benim ilk ve son şansım olabilir di o dönem baba! Ama sen! Sen beni onun gözünde zayıf,hastalıklı bir adam durumuna düşürdün!"

 

Güney işittikleri ile şaşkınlığın uç noktalarında dolaşırken Leyla oğlunun çektiği acıyı gözyaşlarının arkasından izliyordu.

 

"Ben razıydım baba! Onun acısıyla kavrulup,ateşiyle yanmaya razıydım! Ben onun yaralarını sararsam o bana yeterdi."

 

Yusuf başını olumsuz anlamda sallayarak güçlükle fısıldadı.

 

"Yapma Mehmet! Ona destek olurken farkında olmadan kendini bitiriyordun! Hayal benim de kızım sayılır,çektiği acı benim de içimi yaktı ama sende o ateşte yanarken ikinizde bir birinizi tüketmekten başka bir şey yapmıyordunuz! O ölen nişanlısının boşluğunu seninle doldururken,sen o boşluğu doldurmaya dünden razıydın! Ama Hayal o günleri atlatınca en büyük boşluğa sen düşecektin!"

 

"Düşseydim baba!" Mehmet gözünden akan yaşlarla sesini yükseltirken Yusuf dolan gözlerini kaçırmak için bakışlarını karısına çevirdi. "Boşluğa düşseydim de Hayal'in gözünde o konuma düşmeseydim!"

 

Leyla oğluna doğru bir adım atmıştı ki o elini kaldırarak annesinin durmasını isteyerek sözlerine devam etti.

 

"Hatırlıyor musun baba? Dünya da hangi dağları aşmış olursan ol,takılıp düştüğün taşta kalır aklın derdin hep! Meğer benim aşamadığım dağlar,senin o gün benim kaderimi çizip yoluma koyduğun taşa takılıp düşmemdenmiş! Ben şimdi nasıl yürüyeyim o yolu!? Hayal'e baktıkça ben o taşa hep takılıp düşeceğim! Hep aklıma acabalar gelecek! Acaba bana acıyor mu!? Acaba üzüleceğim diye mi böyle davranıyor!? Acaba hastalığım yüüznden mi yakınlık gösteriyor!?"

 

Ellerini hırsla saçlarından geçirerek kırgınca baktı babasına.

 

"Sen benim yoluma kaldırıp atamayacağım bir taş koydun!"

 

Sözlerinin ardından adımlarını odasına doğru yöneltti ve odasına girerek kapıyı sertçe kapattı.

 

Çıkan gürültüyle hepsi yerinde sıçrarken Güney başını olumsuz anlamda sallayarak öfkeyle tısladı.

 

"Pess! Vallahi pes diyorum artık size! Çocuklarımıza hayatı nasıl zindan ederiz,sonra da nasıl rayına sokarız diye oturup düşünüyor musunuz çok merak ediyorum doğrusu!" Yüzüne şaşkınlık ve alay dolu bir gülümseme yerleştirerek sözlerine devam etti. ". Ya vebalı mı bu çocuk baba!? Nasıl böyle bir şeyi öne sürerek Hayal'i uzak durmasını söylersin!? Kusura bakma ama Mehmet çok haklı!"

 

Yusuf ellerini kaldırarak yüzünü sertçe sıvazladı ve kızına bakarak pişmanlıkla fısıldadı.

 

"Tamam! Hata yaptım. Ama düzelteceğim.Hayall'e konuşurum. Onun da gönlü varsa gider isteriz!"

 

Güney babasının fikri ile ona ağzı bir karış açılmış şekilde şaşkınca bakarken Leyla öfkeyle çemkirdi.

 

"Karışma! Mümkünse sen karışma artık Yusuf! Tut o dilini! Sakın Hayal'le konuşacağım falan deme,her şeyi bu hale sen getirdin daha beter bulandırma ortalığı! Bırak oğlumuz ne yapmak istiyorsa öyle yapsın!" İşaret parmağı ile odayı göstererek çıkıştı. "Gir şu odaya! Deve kuşu gibi sok kafanı o yatağa bir daha da çıkartma!"

 

Güney tartışan anne ve babasını arkasında bırakarak odasına doğru ilerlerken Yusuf'ta yüzünü buruşturup homurdanarak girdi odaya.

 

"Gece gece ağlama krizlerine girip her şeyi ortaya döken sensin ama kabak benim başıma patlıyor! Yaranamıyorum ben ya! Ne yapsam yaranamıyorum hiç birinize!"

 

Yatağa girerek sırtını başlığına dayamıştıki kendisine ters bakışlar atan karısına bakarak endişeli bir ses tonuyla tekrar konuştu.

 

"Leylam. Bi baksamıydın Mehmet'e. Yine atak falan geçirirse ya. Hayır ben gidip bakacağım ama şimdi bana kızgın ya daha kötü olur gidemiyorum o yüzden."

 

"Yat zıbar Yusuf! Yat yoksa yine şirket köşelerinin yolları gözüküyor sana demedi deme!"

 

Aklındaki düşünceler,içindeki kırgınlıklar,kaybetmenin verdiği acıyla sabaha karşı uyumasının acısını çıkarıyordu sanki bedenindeki ağrılar. Gözlerini bir kaç sefer açıp kapattıktan sonra komodinin üzerindeki saate uzandı ve saati görmesi ile yüzünü buruşturması bir oldu.

 

"Akşama kadar uyursan sabaha kadar düşüneceksin demek! Bu da ekstra acı çekmek demek. Zaten bahtına düşen hep acıydı şimdi daha da katlandı." Kendi kendine konuştuğunu fark edince yüzünü buruşturarak tekrar homurdandı." Acı güçlendirir Mehmet! Acı güçlendirir! Seversin sen acıyı! Acı dan kafayı yedin orası ayrı tabi."

 

Kendi kendine homurdanarak üzerindeki yorganı kaldırdı ve oturur pozisyona gelerek avuç içlerini sertçe gözlerine bastırdı. Hiç kalkası yoktu oysa ki. Hem babası ile de karşılaşmak istemiyordu. Ona hala öfkeliydi ama bir yandan da hak veriyordu. Kendisine çok düşkündü ve her zaman babasının da söylediği gibi bebekliğinde çok korkutmuştu onları. Belli etmek istemese de kaybetme korkusunu,hala kendisine baktığı her an gözlerinden okuyordu. O yüzden gözlerinde gördüğü o duygu babasına olan kızgınlığının önüne geçiyordu.

 

Düşünceleri ile yüzünde buruk bir tebessüm oluşurken dün gece babasına biraz sert çıktığını fark etti. Elbetteki haklıydı sergilediği tavırda, lakin içinde hep var olan o kaybetme korkusundan dolayı böyle bir şey yaptığınıda biliyordu. Tıpkı kendisinin yıllarca Hayal'i kaybedeceğinin korkusunu yüreğinde taşıdığı gibi taşıyordu babası bu korkuyu. Düşünceleri yine Hayal'e kayınca,oturduğu yatağından dün geceden beri içinde büyüyen acıyla kalalkarken kendi kendine fısıldadı.

 

"Öncesinde de bana, adın gibi hayal din,bundan sonrasında da öyle kalacaksın anlaşılan. Bazı sevdalar kavuşulmaz olurmuş benim ki de o hesap!"

 

Adımlarını sürüyerek odasından çıktı ve banyoya doğru ilerlerledi ve banyonun kapısının kilitli olduğunu fark edince yüzünü buruşturarak homurdandı.

 

"Kızım yeter ama ya! Banyolu odayı da sana verdik ama sen hala ortak banyoyu işgal ediyorsun!" Güney'in her sabah kendi odasındaki banyoyu bırakıp ortak banyoda kamp kurması canına yetmişti artık. Neydi bunun derdi!? İçeriden gelmeyen sesle elini kapıya vurarak sertçe bağırdı. " Güneyyy! Çık lan artık! Kamp mı kurdun be!?" Bağırmasının ardından aklına gelen şeyle tekrar yüzünü buruşturdu. Sabah değildi. Akşam olmak üzereydi. Dolayısı ile içeride ki Güney olamazdı. O şu an işte olmalıydı. Annesi mi vardı acaba?

 

"Oğlum neden bağırıyorsun?"

 

Annesinin mutfaktan yükselen sesi ile yüzünü buruşturarak bir iki adım atıp onu görmek için koridordan mutfağa doğru başını uzatarak konuştu.

 

"Anne sen oradaysan banyoda ki kim Allah aşkına!? Ya niye ben şu banyoyu bir türlü boş bulamıyorum?"

 

Leyla'da mutfaktan başını uzatarak gülümseyip cevap verdi oğluna.

 

"Misafirimiz var oğlum."

 

Annesinin cevabı ile Mehmet'in bakışlarını kısarak baktı. Kim gelmişti ki? Hem neden banyolarında duş ala bilme lüksüne sahipti o kıymetli misafir? Düşüncelerini bir kenara bırakarak annesinin yanına doğru ilerledi.

 

"Kim geldi?"

 

Yaptığı böreği tepsiye yerleştirirken cevap verdi oğlunun sorusuna.

 

"Verda!"

 

Duyduğu isimle Mehmet,bakışlarını kısarak temkinli bir şekilde annesine doğru sokularak fısıldadı.

 

"Nasıl bir belaya bulaşmış yine?"

 

Leyla bakışlarını oğluna çevirip anlam veremeyerek baktı.

 

"Anlamadım."

 

Annesinin sorusu ile gözlerini devirdi. Verda annesinin okuttuğu kimsesiz bir kızdı. Babası ve annesi koruyucu aile olarak Verda'ya sahip çıkmış onhnla hep ilgilenmişlerdi. Ara sıra gelir bir kaç gün kalırdı. İyi kızdı aslında severdi Verda'yı ama fazla dik başlıydı. En son başına açtığı küçük sorun yüzünden gelmişti yanlarına.

 

"Anne anlamzlıkktan gelme lütfen. Geçen sefer geldiğinde milletin çocuğunu zorla alı koyduğu ve çocuğun babasından kaçtığı için sığınmıştı bu eve o küçük hanım."

 

Oğlunun sözleri ile Leyla küçük bir kahkaha atarak yeni yaptığı böreği de tepsiye koymuş ve ona dönmüştü ki koridordaki kıza takılmıştı gözleri.

 

"Hoşbulduk Mehmet!"

 

İşittiği sesle Mehmet'in bakışları kızı bulurken o mutfağa doğru ilerleyerek suratını asıp tekrar konuştu.

 

"Ben o çocuğu zorla alı koymadım! Öncelikle buna bir açıklık getirelim istersen. Çocuk bana babasından şiddet gördüğünü söyleyerek sığındığı için ben adamcağıza vermek istemedim."

 

Mehmet hatırladığı anıyla gülmemek için dudaklarını bir birine bastırınca Verda öfkeyle çıkıştı.

 

"Gülme!Hem tecrübesizdim! Olabilir sanki sen Leyla annemden herşeyi bilerek doğdun!"

 

Leyla işini yaparken bir taraftan da ikilinin atışmasını dinliyordu yüzündeki gülümseme ile.

 

"Kızım sekiz yaşındaki çocuk parmağında oynattı seni be! Nasıl gülmeyeyim.Safsın sen saf! Çocuğu kolundan tutup karakola götürmeden önce insan bir kontrol eder. Şiddet gördüğüne dair bir bulgu var mı diye."

 

Mehmet'in dalga geçmesi ile kaşlarını çatarak hımurdandı Verda.

 

"Ne bileyim ben canım çocuğun yeni doğan kardeşini kıskanıpta,anne ve babasının kendisini sevmediğini düşünerek ortalığı velveleye vereceğini."

 

Mehmet tutmakta zorlandığı kahkahasını sonunda serbest bırakarak güçlükle konuştu.

 

"Lan manyak! Hadi onu bilemedin de ne demeye çocuğun evini basıp babasını darp ettin. Niye olayın aslını öğrenmedin önce."

 

Mehmet'in sözleri ile Verda dudaklarını büzerek,bakışlarını Leyla'ya çevirip ağlamaklı bir ses tonuyla şikayet etti.

 

"Leyla anne bir şey söyle şu oğluna. Sürekli benimle dalga geçiyor ama."

 

Kızın şikayeti ile Leyla bakışlarını oğluna çevirerek gülmemek için verdiği çabayla azarlarcasına konuştu.

 

"Mehmet! Dalga geçme kızımla. Hem ilk görev gününün heyecanı ile anlayamamıştır Verda. O kadar çocuğa öğretmenlik yapmak kolaymı sanıyorsun sen!? Ayrıca seninde ilk vukatlarını anlattırma bana."

 

Annesinin ufak tehtidi ile Mehmet ağzına gizli bir fermuar çekerken,Verda sinsice gülümseyerek baktı ona. Kendisine gülen kıza ters bakışlar atarak banyoya doğru ilerledi.

 

"Mehmet! Ya ne zaman çıkacaksın? Telefonum içeride kalmış! Çık artık hadi!"

 

Duşa girdikten iki dakika sonra kapıya dikilen kızla cinnet geçirme raddesine gelmişti. Ne yapmasını bekliyordu acaba? Ördek gibi dalıp çıkacakmıydı suya!

 

"Kızım rahat bırak beee! Başlayacağım şimdi telefonuna! Sevgilin falan ararsa ben cevap veririm merak etme sen. Duşta derim!"

 

Sözlerinden sonra yüzüne yayılan sinsi gülüş,Verda'dan bir cevap gelmemesi ile biraz daha büyümüştü. Sonunda pes ermişti Verda hanım.

 

Beline sardığı havluyla duştan çıkmış tam kapıya doğru ilerliyorduki kapının tekrar çalınması ile bıkkınca gözlerini devirdi. Bu kızın derdi neydi? O telefonda bu kadar önemli olan ne vardı acaba? Sinirle kapının koluna uzanıp sertçe açarken bir taraftanda söylniyordu.

 

"Başlayacağım ama şimdi tel..." Karşısında gördüğü kişiyle sözleri yarım kalırken onun da utançla ellerini yüzüne kapatması bir oldu.

 

"Ayy! Mehmet özür dilerim! Ben bilmiyordum senin duşta olduğunu. Hastaneden geldim ellerimi yıkayacaktı. İçeriden de öyle ses gelmeyince. Ben kontrol etmek için tıklat..."

 

"Hayal tamam."

 

Hayal'in utanç ve telaşla kendini ifade etmeye çalışması ile Mehmet onun sözlerini keserken,onu daha fazla utandırmak istememişti.

 

Kız ellerini yüzünden indirerek utangaç bakışlar atarak fısıldadı tekrar.

 

"Ben gerçekten özür dilerim."

 

"Tamam önemli değil. Ben işimi halletmiştim zaten. Sen geç."

 

Mehmet'in sözlerini başıyla onaylarken,onun hiç yüzüne bakmadan yanından geçip gitmesi ile hafifçe kaşları çatıldı Hayal'in. Kızmışmıydı acaba? Ama kimse kendisini uyarmamıştı ki? Mehmet'in sergilediği tavır canını sıksada banyoya girerek ellerini yıkamaya koyuldu. Burnuna dolan duş jeli ve traş losyonu kokusuyla asılan yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.

 

Yüzündeki gülümsemeyle,Mehmet'in traş losyonuna uzandı ve burnuna götürerek derince soludu.

 

"Sonun da çıkmış!"

 

Arkasından gelen sesle korkuyla yerinde sıçrarken, elinden kayan traş losyonunu güçlükle tutmuştu.

 

"İki saat oldu ya! Telefonum içeride kalmış diyorum bana mısın demiyor. Barajlarda su kalmadı bu hipopotam kılıklı yüzünden."

 

Versa içeriye girdiğinde fark etmişti Hayal'in yaptığı şeyi ama bir şeyler söyleyip,zaten utanan kızı daha fazla utandırmak istemiyordu. Belliki bu ikisi hala bir birine açılamamış gizli saklı sevda çekiyorlardı.

 

Hayal kızın son sözleri ile gülümserken gözüne çarpan telefona aldı ve Verda'ya uzattı.

 

"Sen fazla üstüne gittiysen inadına çıkmamıştır banyodan."

 

Verda'da yüzüne yayılan gülümseme ile başını olumlu anlamda sallarken telefonun aniden çalmaya başlaması ile ikilinin bakışlarıda telefona kaymıştı. Ekranda gördüğü isim ve bir birine sarılmış ikili ile Hayal aniden bakışlarını kaçırırken hissettiği duygu karşısında kendi kendini telkin etmeye çalışıyordu. Kardeş sayılır onlar! Kardeş sayılır!

 

Verda,Hayal'in titreyen ellerine bakarak bakışlarını ona çevirmiş gözlerinde gördüğü duyguyla kendini toparlayarak telefonunu onun elinden alıp cevaplama tuşuna bastı.

 

"Mehmet ne demeye arıyorsun evin içinde! Seslensene!"

 

"İlacımı getirir...misin? Güney de kalmış...tı dün gece."

 

Verda panikle sanki Mehmet onu görüyormuş gibi başını salladı.

 

"Tamam. Getiriyorum hemen. Hayal de kontr..."

 

"Senden is..tedim!"

 

Hayal,Verda'nın sözleri ve telefondan yükselen sesle neler olduğuna anlam veremezken kız telefonu kapatıp söylenerek,koşar adım Güney'in odasının yolunu tuttu.

 

"Ne bunun derdi!? Kötü bir şey mi dedim ben şimdi!? Böğürüyor bir de öküz gibi."

 

Hayal giden kızın ardından analam veremeyerek bakarken ellerini kurulayıp odadan çıkmıştı ki koridorda tekrar Verda ile karşılaşıp elinde gördüğü ilaçla panikle konuştu.

 

"Atak mı!?"

 

Verda başını sallayarak Mehmet'in odasına doğru ilerlemiş kapıyı açarak içeriye girmiştiki Mehmet nefes almakta zorlanır bir vaziyette bakışlarını kapıya çevirmişti. Verda'nın arkasında Hayal'in görünce onun gözlerindeki endişe ile güçlükle konuştu.

 

"İçeri gel...ve kapıyı kapat!"

 

Verda anlam veremeyerek Mehmet'e bakarken Hayal'de ne olduğunu anlayamamıştı. Onun tekrar kükremesi ile kız kapıyı kapatınca Hayal olduğu yerde sıçradı. Endişe ile kapıyla bakışırken geldiğinden beri Mehmet'in kendisine karşı olan tuhaf tavırlarını düşünüyordu.

 

Verda ilacını Mehmet'e verip onun normal nefes alıp vermeye başlaması ile konuştu.

 

"Derdin ne senin!? Ne demeye bağırıp duruyorsun!? Neden kızın içeri girmesine izin vermedin?"

 

Mehmet derin bir kaç nefes alarak elini yatağın kenarına vurarak Verda'nın oturmasını istedi. Kızın şaşkın bakışlarına gözlerindeki acıyla bakarak konuşmaya başladı.

 

"Leyla." Azra'nın ismini seslenmesi ile bakışlarını ona çevirince arkadaşı sözlerine devam etti. "Diyorum ki çocukların çoğu evlendi. Mehmetimi ne zaman evlendireceğiz?"

 

Hayal,hala bu gün Mehmet'in kendine karşı olan tuhaf yaklaşımını düşünürken,Azra teyzesinin sözleri ile başını hızla önündeki tabaktan kaldırarak şaşkınca bakmıştı. Ne diyordu bunlar? Ne evlendirmesiydi ? Nereden çıkmıştı ki şimdi?

 

Leyla ise gelen soruyla ağzındaki lokmayı yutarken Hayal'e kaçamak bir bakış atmıştı. Bu sabah yaptıkları fikir alışverişinden sonra kızlardan aldıkları küçük bilgilerlerle bu işe el atmaya karar vermişlerdi.Elbetteki kendileri test etmedikçe Hayal'in neler hissettiğini bilmeden işin boyutunu değiştirecek bir şey yapmayacaklardı. Ama biraz önce mutfakta Verda'nın söyledikleri de Hayal'in hareket ve tavırlarını incelemeye itiyordu Leyla'yı.Ayşe'nin konuşmaya başlaması ile bakışları bu defa da onu buldu.

 

"Canım bu işler sırayla olmuyor biliyoruz ama Mehmet'in zamanı geldi de geçiyor bile. Gönlünde biri yoksa biz bi el mi atsak bu işe? Şöyle eş dost kızlarından bazıları ile görüştürsek mi acaba?"

 

Elbette Mehmet'in gönlünde yatanı biliyorlardı ama yıllardır neden Hayal'e açılamamıştı onu anlamıyorlardı. Üstelik sabahki yaptıkları toplantı da Rüya'nın da bu işe olumlu bakması onları cesaretlendiren bir diğer ayrıntıydı. Madem, Mehmet ve Hayal ağırdan alıyordu onlar el atar hızlandırırlardı bu durumu. Hem çocuk yıllardır sevda ateşi ile yanıyordu gözlerinin önünde. Sevenleri kavuşturmak sevaptı.

 

Ayşe'nin biten sözleri ile Hayal dolan gözlerini saklamak için bakışlarını önündeki tabağa çevirerek tabağındaki böreği didiklemeye koyuldu.

 

Azra bakışları ile Hayal'in düşen yüzünü işaret ederken Leyla içine dolan umutla konuştu.

 

"Biz de dün gece Yusuf'la bu mevzuyu konuştuk. Zamanı geldi de geçiyor bile. Bu gün Mehmet'le konuşup bir karara varacağız. Sevgilisi,istediği biri yoksa aklımızda biri var bakalım. Tabi Mehmet'te uygun görürse."

 

Rüya'nın bakışları kızının üzerinde gezinirken onun titreyen ellerini görmesi ile burukça gülümsedi. Yıllar önce sevdiği adamı kaybetmiş,zor zamanlar geçirmişti ama belliki artık gönlünde yer verdiği başka biri vardı.

 

Deniz elindeki çay bardağını masaya bırakarak yüzündeki gülümseme ile konuştu.

 

"İyi düşünmüşsünüz. Bildik tanıdık bir kız olması iyi olur sizin içinde. Gerçi bu konularda ders verecek kişi Mehmet komiserim ve Ali ne de olsa ellerinde büyüyen kızlarımızı aldılar oğullarına." Elindeki çatalı kıkırdayarak gelişi güzel salladı. "Siz onlara sorun bu işler nası oluyor diye onlar anında yaparlar bu işi. Vallahi iki hafta içinde gerdeğe bile koyarlar Mehmet'i."

 

Azra ve Ayşe Deniz'in sözleri ile kıkırdaşırken Hayal de ortamdaki muhabbetten ne çıkartması gerektiğini düşünmeye çalışıyordu. Çalışıyordu çünkü Mehmet'in bu evlilik meselesine vereceği cevaptı. O da evlenmek isterdi tabi. Niye istemesindi ki? Hem kendisi onu isytiyor,seviyor diye o da istemek zorunda değildi ya. Gerçi onu sevdiğini bilse Mehmet onu ister miydi? Yıllar önce başka bir adama aşık olmuş,onu kaybettikten sonra,yanı başında yıllarca sevdiği adamın yasını tutmuş bir kızı kim isterdi ki? Gözyaşlarını tutmaktan gözleri sızlarken bu defa Esha teyzesi konuştu.

 

"Bence de bir an önce bulalım şu gelini artık. Hem Jamal var daha sırada. Sizin oplanlara kalsak benim oğlum evde kalacak canım. Evlendirelim artık bu çocukları."

 

"Yine kimi evlendiriyorsunuz Esha teyze?"

 

Mehmet'in sesi ile hepsinin bakışları o yöne dönerken Hayal'de bakışlarını o yöne çevirmiş diğerlerinin aksine yüzünde bir gülümseme ile değilde gözlerindeki hüzünle bakmıştı Mehmet'e.

 

Mehmet'te yılların alışkanlığı ile kısa bir an bakışlarını Hayal'e çevirse de onun gözlerinde gördüğü hüzünle bakışlarını konuşan kadına çevirdi.

 

"Seni evlendireceğiz oğlum. Zamanı geldi de geçiyor bile."

 

Esha'nın sözleri ile Mehmet burukça gülümsedi.

 

"Ayyy!" Herkesin bakışları telaşla Azra'ya dönerken o yüzündeki sırıtışla kıkırdayarak konuştu.

 

"Leyla siz boşuna gelin aramayın buldum ben! Hem elimizde büyüdü,hem hanım hanımcık,hem de aklı başında tam sana göre bir gelin." Hayal'in bakışları işittikleri sözlerle bir ümit Azra teyzesini bulması ile o elini kaldırarak işaret etti. " Verda! Verda'yı alalım Mehmetime!"

 

"Neee!"

 

"Benim için uygun Azra teyze!"

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~''''~~~~~~~

 

Yatağın üzerindeki valize dolaptan aldığı kıyafetleri yerleştirirken yanı başında söylenen kıza aldırış etmeden devam etti kıyafetleri yerleştirmeye.

 

"Tuğra gelmek istemiyorum ben. Hem annemler de yok zaten. Gelip ne yapacağım?"

 

Elindeki kazağı valizin içine öfkeyle tıkarak, bakışlarını Asya'ya çevirdi.

 

"Geleceksin dedim! O iki yılan orta da yokken seni burada bir başına bırakmam! Hem Ayşe teyzemler yoksa bizimkiler,diğerleri ailen sayılmaz mı!? Ne demek gelmeyeceğim!?"

 

Asya,Tuğra'nın sözleri ile yüzünü buruşturdu. Başına gelen olayın üzerinden tam bir ay geçmiş ve yarı dönem finalleri olmuştu. Bu yüzden her zaman yaptıkları gibi Ankara'ya ailelerinin yanına gitmek istiyordu Tuğra. Oysa o istemiyordu. Zaten anne ve babası da,dün sabah halsının yanına Amerika'ya gitmişlerdi. Osman abisinin gizli evliliğini usulünce halletmekti niyetleri. Ailesinin Ankara'da olmayışı elbetteki sığındığı bahanelerden sadece birisiydi. Esas gitmek istemeyişinin sebebi, yüzüne baksalar başına gelenleri anlayacakları korkusuydu. Ama Tuğra'yı bir türlü gitmemek konusunda ikna edemiyordu. Şansını son bir kez daha denemek için tekrar konuştu.

 

"Tuğra lütfen. Bak ben Firuze ile kalırım. Burada kalmamı istemiyorsan Firuze'nin ailesi ile kalırım ama ne olur gelmeyim ben."

 

Valizin fermuarını çekip yere bıraktı ve bakışlarını tekrar Asya'ya çevirdi. Gözlerinde parlayan yaşları görmesi ile içi yine yangın yerine dönerken çaresizce konuştu.

 

"Firuze'yi özgür bırakmanın zamanı gelmedi mi? Nişanlısının yanına gitmesi gerekiyor ama sen böyle davrandıkça gidemiyor. Onun da bir hayatı ve ilgilenmesi gereken düğün hazırlıkları var. Azat et kızı Asya." Asya dolan gözlerini kaçırırken Tuğra eline uzanarak tutup güç vermek istercesine hafifçe sıktı. " Korkunu,çekinmeni anlıyorum anma ben yanındayım ve hep yanında olacağım. Ailelerimizin yanında olmak ikimize de iyi gelecek. Şimdi hazırlığını yap akşama yola çıkacağız anlaştık mı?"

 

Asya'nın kararsızca kendisine bakışına tebessümle karşılık verdi. Biliyordu o da özlemişti herkesi ve yine biliyordu ki utandığı için gitmek istemiyordu. Onun hala kararsızca kendisine baktığını görünce muzipçe gülerek tekrar konuştu.

 

"Hem eğlenceyi kaçıracak mısın?" Asya'nın anlam veremeyen bakışlarına karşılık kıkırdayarak devam etti sözlerine. " Aldığım duyumlara göre annemler, Mehmet'in durumuna el atmışlar. Bence bu eğlence kaçmaz." Sözlerini bitirerek giysi dolabına dönüp kapağını açarak montunu aldı.

 

"Nasıl el atmışlar?"

 

Asya merakla Tuğra'ya bakarken o sessizliğini koruyarak gayet rahat bir şekilde montunu giydi.

 

"Yaa Tuğra çatlatmasana insanı nasıl el atmışlar?"

 

Montunu giyerek bakışlarını tekrar Asya'ya çevirdi.

 

"Okullar ara tatile girince üç gün önce Verda gelmiş. Annemler de Leyla teyzeler deymiş hepsi bir arada tabi. Mehmet'in evlenme zamanın geldiğinden falan bahsederken annem Verda'yı,Mehmet abiye gelin diye uygun görmüş.Mehmet'in de sevdiği,istediği biri yok madem Verda'yı alalım elimizde büyüdü daha iyisini mi bulacağız demiş?"

 

Asya Hayal'in,Mehmet'e karşı olan hislerini biliyordu. Tıpkı diğer kızlar gibi. Hepsi,sevdiği halde onun neden Mehmet'e açılamadığını da biliyordu ama böyle bir durumda ne yapmıştı,tepkisi ne olmuştu acaba? Peki ya Mehmet abisi ne demişti? İstemiş miydi Verda'yı? Aklında dönen sorularla odadan çıkan Tuğra'nın peşinden koşturdu.

 

"Tuğra dur!" Asya'nın telaşı ile yüzüne bir gülümseöe yayılırken içinden söyleniyordu. " Bi de benim merakımı dillerine dolarlar. Bu kadın milleti bir dedikodu duysun ölüm döşeğindeyse çivi gibi olurlar valla." Asya'ya dönmeden önce yüzündeki gülümsemeyi silerek ona doğru döndü.

 

"Peki Mehmet abinin cevabı ne olmuş? Ya Verda ne demiş? Ailelerimiz ne demiş,kızlar falan nasıl karşılamış bu durumu? Ayy Tuğra bir haber veriyorsun sonunu da getir bari!"

 

Tuğra,Asya'nın merakı karşında gülmemek için yanaklarının içini ısırırken onun esas merak ettiği kişiyi açıkça soramaması ve kıvranışı karşısında kendini güçlükle tutuyordu.

 

"Bu teklife Mehmet ve Verda ikilisinin birinden olumsuz yanıt gelirken,diğeri olumlu yanıt vermiş. Biliyorsun olumsuz yanıt bizimkileri pek etkilemez kafalarına koyduklarını yaparlar. Aşkı bile sokarlar yüreklerine de haberleri olmaz. Kime anlatıyorum ki sizde onların öğrencilerisiniz nede olsa." Sözlerini bitirince eğilerek ayakkabılarını giymeye başladı.

 

"Ya ne biçim anlatıyorsun Tuğra ya!? Kim istemiş,kim istememiş? Kızlar ne demiş? Hem sen nereden aldın yine bu bilgiyi? Eğer kızlar biliyorsa benim neden haberim yok?"

 

Ayakkabılarını giyerek tekrar doğrulurken Firuze'nin ağzında diş fırçası ve köpükle kendilerine şaşkınca bakarak, Asya'nın arkasında dikilmesi Tuğra'nın güçlükle tuttuğu kahkahasını serbest bırakmasına neden olmuştu.

 

"Ne oldu? Niye bağırdın sen yine?"

 

Asya bakışlarını arkasında güçlükle konuşan Firuze'ye çevirerek homurdandı.

 

"Anlatırım sonra"

 

Arkadaşındaki bakışlarını tekrar Tuğra'ya çevirince yüzündeki gülümsemeyi silerek söylendi.

 

"Ne kadar meraklısın sen be? O kadar merak ediyorsan gidince öğrenirsin? Haa bu arada henüz kızların, annemlerin bu fikrinden haberi yok. Hayal dışında tabi." Asya Hayal'in bu durum karşısında neler hissettiğini düşünerek sıkıntıyla dudaklarını dişlerken Tuğra tekrar konuştu. "Tek havadis bu da değil. Mahru,Soner'in asistanı olmuş!" Asya'nın gözleri işittikleri ile irileşirken yüzüne sinsi bir sırıtış yayıldı.

 

"Bu işin sonunda neler olacak çok merak ediyorum. Benim tanıdığım Mahru,Soner'i çiğ çiğ yer." Bakışlarını kısa bir an arkasında kalan Firuze'ye çevirerek sözlerine dvam etti. " Sıkıcı nişanlının yanına gitmek istediğinden emin misin? İstersen bizimle gelebilirsin. Tuğra'nın anlattıklarına bakılırsa şenlik var demektir."

 

Firuze arkadaşının sözleri ile kaşlarını çatıp koluna bir çimdik atarken Tuğra tekrar konuştu.

 

"Gelmeye karar verdiğine göre hazırlığını yap. Akşam yola çıkarız."

 

Asya tekrar Tuğra'ya dönerek başını olumlu anlamda salladı ve aklına yeni gelmiş gibi sordu.

 

"Sen nereye gidiyorsun?"

 

Asya'nın sorusu ile sıkıntılı bir nefes alırken bakışlarını kaçırdı. Karşısındaki kızın morali biraz olsun düzelmişken tekrar canını skmak istemiyordu fakat onu ikna ederken hiç bir şeyi gizlemeyeceğine söz vermişti.

 

"Bir kaç saatlik işim var.Daha sonra da karakola uğrayacağım. Şikayet etmemizin üzerinden günler geçti hala ses yok. Belki bir şeyler bulmuşlardır." Düşünceli bir şekilde kapının koluna uzanarak öfkeyle homurdandı. "Eğer onlardan önce ben elime geçirirsem, canını alacağım o şerefsizin!"

 

Tuğra'nın sözleri ile yüzü düşerken başını olumlu anlamda salladı Asya fakat son sözleri kendini kötü hissetmesine neden olmuştu. Tuğra hala kendini suçluyordu ve bu yüzden yanlış bir şey yapmasından korkuyordu. Bundan bir hafta önce Tuğra ve Firuze'nin ısrarlarına dayanamayarak başına gelen şey yüzünden şikayette bulunmuştu. Tuğra ve Firuze,şikaytçi bile olsa bu olayın üçünün arasında kalacağı konusunda ikna etmişlerdi onu. Şikayetinden sonra yapılan kontrollerde hayatının en utanç verici anlarını yaşadığını düşünsede,esas teslerin sonucunda gelen raporla yaşamıştı en büyük utancı.

 

Ondan alınan örnekler de herhangi bir uyuşturucu maddeye rastlanmamıştı. Buna sebep olarakta,olaydan iki hafta sonra örnek vermiş olması,ya da o gün uyuşturucu bir madde kullanmamış olabilme ihtimaliydi. Bedenin de zoraki bir cinsel ilişkiye dair bulgulara rastlanmaması da Asya için en büyük şoktu. Bedenine kendi verdiği zararların dışında boynundaki ve göğüslerinin üzerindeki sararmaya yön tutmuş küçük morlukların normal bir cinsel ilişki esnadında da oluşabileceği saptanmıştı.

 

Hayatının en utanç verici anı şüphesiz o raporları eline alıp Tuğra ve Firuze'nin karşısına çıktığı andı. Başına kötü bir olay geçmiş ama kendisi bunu kanıtlamayı burak eline verdikleri rapora bakılırsa gönüllü bir birliktelik yaşamış gibi bir sonuca varılmıştı.

 

Üstelik o gece Firuze'nin evinden çıkarken Uras'la olan samimi görüntüleri de bu raporların üzerine eklenince kendisini haklı çıkartacak hiç bir delili yoktu ortada. Garip bir şekilde o otel odasına ne girerken ne de çıkarken görüntüleri vardı. Otel müdürü kameraların arızalı olduğunu söylerken,Tuğra'nın telefonuna gelen görüntü ve mesajın da yok olması hepsinin elini kolunu bağlamıştı.

 

Karakoldan haber gelmemesinin nedenini elbette biliyordu. Yeterli delil olmayınca nasıl bir sonuç elde edilebilirdiki? Kendisi artık ümid kesmişti ve Tuğra'nın da bu işin peşini bırakmasını istiyordu. Neticede ellerine bir şey geçmeyecekti çünkü Nilay çoktan yurtdışına kaçmış Uras ise o geceden beri ortalarda yoktu.

 

Omzunda hissettiği elle daldığı düşüncelerinden sıyrıldı.

 

"Tuğra çoktan gittiğine göre ne demeye hala boş boş o kapıyla bakışıyorsun? Kapıyla arandaki ilişkiye bir son ver de valizini hazırlayalım artık."

 

Bakışları karşısındaki boşluktan Firuze'ye dönerken onun biraz önceki diş fırçalama seansını tamamlayıp yanına tekrar geldiğini anlayınca kapının önünde uzun süredir dikilmekte olduğunu da fark ederek başını olumlu anlam da salladı.

 

Karşısındak adamın cansız bedenine tiksinerek baktı. Günlerdir Nilay'ın yerini öğrenmek için çeşitli işkenceler uygulasa da ,ağzından bir türlü alamamıştı o bilgiyi. Anlaşılan o sürtüğün nerede olduğundan bu piçin de haberi yoktu. Elindeki silahı beline yerleştirerek bakışlarını tekrar karşısındaki bedene çevirdi.

 

Masanın üzerinde duran kağıdı alarak götürüp adamın yakasına iliştirdi.

 

Asya ile Firuze, Tuğra'nın gelmesini beklerken ellerindeki kahve kupaları ile Firuze'nin düğün planlarını konuşuyor bir taraftan da fikir alış verişi yapıyorlardı. Asya'nın fikrini beğenmemesi ile Firuze yerinden heyecanla kalkarak konuştu.

 

"Sen anlamadın benim anlatmak istediğimi. Aalan'la kar vermek için bir belleğe yüklemiştim beğendiğim her şeyi. Dur beraber bakalım." Firuze çantasındaki belleği almak için Asya ile kaldığı odaya giderken Asya'da onun bu heyecanlı haline gülümseyerek baktı. İki dakika sonra elinde laptop ve bellekle odanın kapısından çıkan arkadaşı bir taraftan da aceleyle laptopu maya çalışıyordu.

 

"Tuğra gelmeden göstereyim. Neden önce aklıma gelmediki. Beklemez şimdi o. Gelirse hemen çıkalım diye tutturur."

 

Asya yanına oturan arkadaşının sözleri ile bakışlarını laptopa çevirsede laptopun biten şarjı ile Firuze'nin düşen yüzüne gülmemek için kendini zor tutarak konuştu.

 

"Tv ye tak. Oradan izleriz."

 

Arkadaşının fikri ile Firuze heyecanla tekrar yerinden fırlarken Asya kumandanın düğmesine basarak televizyonu açtı. Ekranda beliren son dakika haberi ve okuduğu isimle kanının damarlarından çekildiğini hissetti.

 

"Ünlü iş insanı Hilmi Haznedar'ın yiğeni,Uras Haznedar'ın cansız bedeni öğle saatlerinde,Hilmi Haznedar'ın evinin bahçesin de şöförü tarafından bulundu!"

 

Asya televizyondaki habere şok olmuş bir şekilde bakarken,Firuze'nin de ondan aşağı kalır yanı yoktu.

 

"Uras Haznedar'ın cansız bedeninde bulunan not ise akıllarda şüphe bıraktı. İşte o gizemli not;Bu tecavüzcünün nefes almasına izin veren adalet,bir kadının nefesini kesmiş demektir!" Uras Haznedar'ın cansız bedeninin üzerinde bulunan gizemli not, şüphelerin infaz üzerine olmasında yoğunlaşıyor. Peki bu bir infaz mı? Eğer infazsa kim ve ya kimler tarafından gerçekleştirildi?"

 

Firuze'nin sesi derinlerden gelirken Asya,Tuğra'nın çıkarken söylediği sözlerin farkındalığı ile bilinçsizce fısıldadı.

 

"Tuğra!"

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum...

 

Yitenumutlar

 

 

Loading...
0%