Yeni Üyelik
8.
Bölüm
@yitenumutlar

Bölüm Şarkısı : Orhan Gencebay - Dertler Benim Olsun

 

Bazen her şeyi unutmak, hatırlamak istemezsin ama hayat öyle bir anda karşına çıkarır ki unutmak istediğin anıları, çığ misali bir den düşer üzerine. Ne yapacağını nasıl tepki vereceğini bilemezken biri elinden tutup yardım etsin diye bakarsın sadece. Şu an iki kadında öyle bir durumdaydı. Yardım edecek birilerini diliyorlardı içten içe.

 

İşittiği ses ile beyninin en karanlık köşelerine sakladığı anılar bir den canlanıp karşısına dikilmişti sanki. Boğazına düğümlenen yumruyla sertçe yutkundu ve başını olumsuz bir şekilde sallayarak fısıldadı.

 

"Hayır!" Orta yaşlı kadın ürkek adımlarla kıza yaklaşarak şaşkınca inceledi. Oniki yıl önce kapısına gelip yalvaran kızmıydı bu? Oğluna olan aşkını cesurca itiraf edip kendinden medet uman kızmıydı? Nasıl da büyümüştü. On altı yaşında küçücük bir kızdı o zaman. Şimdi olgunlaşmış, serpilmiş,kadınsı bir duruşa sahip olmuştu o küçük kız. Yıllar zaten, güzel olan yüzüne ayrı bir güzellik katmıştı. Yaşlar gözlerine hücum ederken elini kaldırarak kızın yüzüne şefkatle dokundu.

 

"Sen Dilşah'sın! Bu yaralı bakışları nerede görsem tanırım." Dilşah tekrar başını sallarken kadın akan göz yaşları ile onun bu hareketini red etti. "Boşuna inkar etme. Sen o sun. Oğlumun sevdiği o küçük kız!" Dilşah'ın da gözünden yaşlar süzülürken kucağındaki bebeğin elini yüzünde hissetti. O an fark ettiği şey ile bebeği hızla Şükran Hanım'a uzattı. Onun bebeğiydi. Bunu nasıl anlamazdı? Mavi bakışların, içini titretmesinden anlamalıydı. Kadın torununu kucağına alırken kızın ateşe değmiş gibi ellerini hızla çekmesi üzülmesine sebep olmuştu. Suçlu olan kendisi iken torununa niye bu şekilde davranmıştı Dilşah? O masum bir sübyandı. Dilşah kendini inkar ederken şoklamasına sebep olan ayrıntıyla aslında kimliğini açığa verdiğinin farkında değildi.

 

"Şükran Anne,annesi görürse şimdi bebeğe izinsiz dokundum diye kıza bilir belki." Şükran Hanım düşündüğü şeylerin tam tersini duyunca bebeğe büyük bir hasretle bakan kıza üzüldü.

 

" Ayaz." Kızın biçimli kaşları anlamadığını belirtmek istercesine çatılırken kadın akan gözyaşını parmak uçları ile sildi ve kucağındaki bebeği gözleri ile işaret ederek tekrar konuştu.

 

"Torunumun adı Ayaz ve sana kıza bilecek bir annesi yok kızım." Anlayamıyordu Dilşah ne demek annesi yoktu? Bir bebeğin annesi olmamasının imkanı var mıydı? Ayaz'a gözleri kaydığında babaannesinin omzuna yaslanmış halde etrafa masum bakışlar attığını farketti. Birden irkildi yerinde. Yoksa annesi bu masum meleğe acımadan boşanmışmıydı Araz'dan? Üzüntü bedenine kat,kat yayılırken farkında olmadan fısıldadı.

 

"Boşandılar mı?" Orta yaşlı kadın gözlerine yerleşen acı pırıltılarıyla cevap verdi.

 

"Öldü!" Kız duyduğu kelimenin soğukluğu ile yerinde sendelerken kadın boştaki eliyle ona destek olmak için ince kolunu tuttu ve panikle konuştu.

 

"Dilşah! İyimisin kızım?" Kararan gözlerine inat yavaşça başını salladı kız. Başını yavaşça kaldırıp kahverengi gözlerini bebeğe çevirdi ve bir süre sadece izledi. Nasıl bir kaderdi bu? Sevdiği adamın mutluluğu için aşkından hayallerinden geçmiş,çok ağır bedeller ödemişti. Hani Araz mutlu olacaktı? Kendisi onca acıyı boşuna mı çekmişti? Bir bebek ve yapayanlız bir adam görmek içinmiydi ödediği o kadar bedel? Oysa hiç isyan etmemiş sadece onun mutlu olmasını istemişti. Başka bir kadını sevip mutlu olmasına bile razıydı. Ama kendi hayatı ve hayalleri gibi onunkininde param,parça olmuş olması büyük bir yıkıma sebep olmuştu Dilşah'ta. Araz'ı hep mutlu olarak görmeyi istemişti. Şükran Hanım'ın sesiyle kendine gelerek bakışlarını ona çevirdi.

 

"Kızım,toparlanda aşağıya inelim. Herkes masada bizi bekliyor." Dilşah bakışlarını Ayaz'dan çekemiyordu. Nasıl da benziyordu babasına. Aynı bakışlar, aynı burun ve aynı inatçı çene. Burukça gülümsedi ve yavaşça peçesini kapattı.

 

"Yarın uzun,uzun konuşacağız Dilşah. Ben oğlumun başından geçenleri anlatacağım,sen kendi başından geçenleri." Tekrar olumlu anlamda başını sallamıştı Dilşah.Yüreğini saran ateşlerin acısıyla ağzını açıp konuşamıyordu kız. Şükran Anne'nin de dediği gibi en iyisi yarın konuşmaktı.

 

Karşısındaki adam masaya doğru yaklaşırken Mehir girdiği transtan çıkarak kırılan cam parçalarını toplamak için hızla yere eğildi ve kırıklara uzandı. Yüreği sanki boğazında atıyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu adam? Görmek istemiyordu yüzünü. Yıllar önce yapması gereken şeyi yapıp unutması gerekiyordu. Çünkü onun aşkını sevgisini hak etmeyecek kadar bencil birisiydi Sinan. Tepsiye cam kırıklarını koyarken başını sallayarak kendi, kendine mırıldamıyordu.

 

"Unutacağım seni! Tamamen çıkacaksın Hayatımdan!Sen yoksun!" Taki başka bir elde tepsiye cam kırıklarını bırakana kadar kendi,kendine söylendi. Başını yavaşça kaldırdı ve çekik gözleri ile karşısındaki adama baktı. Hiç bir duygu barındırmayan surat ifadesi ile kızın gözlerinin derinliklerine bakarak fısıldadı Sinan.

 

"Unutamazsın! Beni unutmana ve hayatından tamamen çıkarmana izin vermeyeceğim Mehir!" Adamın kararlı bakışları ve söylediği sözlerin verdiği öfkeyle farkında olmadan elindeki cam parçasını sıkan kız dolan gözleri ile Sinan'a baktı. Ne olmuştu o sevdiği çocuğa? Neyin intikamıydı bu? Hangi günahının bedeliydi bu yaşadıkları? Hapisaneye ziyarete geldiğinde kendisini suçlayan bu adam değil miydi? Yeminlerine, sözlerine inanmadan onu aşağılayan. Şimdi hangi hakla hayatına tekrar girmeye çalışıyordu? Başını hızla sallarken elinde hissettiği sıcaklıkla bakışlarını eline çevirdi. Kanayan elinin üzerinde Sinan'ın ellerini görünce panikle çekti ve yerinden doğrularak hızla eve doğru ilerledi. Onun bu haline Hüma endişe ile bakarken Sinan masaya doğru konuştu.

 

"Elini cam kesmiş." Arkadaşının peşinden eve doğru yönelen kızı durdurarak tekrar konuştu.

 

"Sen dur ben bakarım." Hüma'nın ne alaka der gibi bakışlarını görünce eline bulaşan kanı gösterdi. " Benim de elime kan bulaşmış temizlesem iyi olacak." Mehir'in arkasından eve doğru ilerlerken karşısına çıkan Şükran Hanım ve yüzünde peçe olan garip kıza selam vererek yoluna devam etti. Hüma'da iklinin arkasından şüpheyle bakarken tam gitmeye kalkmıştı ki Dilşah ve Şükran Hanım'ı görmesi ile tekrar masaya döndü. Araz annesi ve yanındaki kadını görünce yerinden kalkarak onlara doğru yaklaştı ve oğlunu kucağına aldı. Annesinin yanındaki yüzü kapalı kadına kaşlarını çatarak şüpheyle bakarken Şükran Hanım oğlunun bakışlarını fark edince yanındaki kızın koluna girerek masaya doğru sürükledi. Annesinin tuhaf hareketleri ile iyice durumdan işgillenen genç adam oğluyla birlikte sandalyesine oturdu. Hüma'da annesinin yanına geçip otururken Araz'a bakarak konuştu.

 

"Bu da diğer arkadaşım Dilşah, Araz abi!" İşittiği isim ile oğlunun suluğu elinden düşerken Şükran Hanım korkuyla dudaklarını dişledi. Diğerleri Araz'ın tepkisine şaşırırken Dilşah'ın da stresten elleri titremeye başlamıştı. Öyle bir durumun içindeydiki bir an önce buradan kaçıp kurtulmak istiyordu. Başı önünde titreyen elleri ile oynayan kadın yıllardır hasret kaldığı yüze bir kere olsun baka bilmek için yavaşça bakışlarını kaldırdı ve o an içini titreten mavi bakışlarla karşılaştı gözleri. Dilşah bu karşılaşmayla bakışlarını hızla kaçırırken Araz'ın gördüğü gözler karşısında kaşları iyice çatılmıştı.

 

"Niye peçe takıyorsun sen?" Ortama düşen bomba gibi soruyla herkes iyice şaşırmıştı. Araz'n buz gibi çıkan sesi, her zaman ön plana çıkardığı alaycı kişiliğine tezat ortamda soğuk rüzgarlar estiriyordu. Hüma arkadaşına baktı ve cevap veremeyecek halde olduğunu anlayınca Araz'a beklediği cevabı verdi.

 

"Kötü bir kaza geçirmiş ve sonucunda yüzünde kalan izden rahatsız olduğu için peçe kullanıyor." Tabiki öyle abartılacak bir şey yoktu belli belirsiz bir izdi sadece. Ama Araz'ın sorusu ve Dilşah'ın hareketlerinden şüphelendiği için arkadaşını rahatlatmak adına böyle söylemişti. Nasıl olsa diğerleri peçenin sebebinin yaradan kaynaklandığını biliyordu. Fakat inanmayan biri vardıki sert sesi tekrar ortamda soğuk rüzgarlar estirdi.

 

"Sana sormadım Hüma!" Bakışlarını tekrar başını önüne eğmiş bir şekilde annesinin yanında oturan kıza çevirdi ve kelimelerinin üzerine bastırarak tekrar konuştu. "Dilşah Hanım'a sordum!" Aslında kimin cevap verdiği umrunda bile değildi o sadece şüphelendiği kadının sesini duymak istiyordu. Düşündüğü şey olamazdı, böyle bir şey imkansızdı, ama kaderin cilvesine de inanan biriydi Araz. Dilşah bakışlarını kaldırarak ürkekçe Araz'ın gözlerine baktı. Adamın mavi gözleri kesif bir öfkeyle kendi kahverengi harelerine bakarken titrek bir sesle konuştu.

 

"Hüma'nın söylediği sebepten dolayı takıyorum. Başka bir sebebi yok." Araz'ın içinde bir hayâl kırıklığı olurken düşüncelerinden dolayı kendi,kendine kızıyordu. Unutamamıştı bir türlü. Evlenmiş çocuğu olmuştu ama o hala unutamamıştı. Kendisine duyduğu öfkeden dolayı yumruğunu sıkarken,tanıdık gelen isim ve gözlerin benzerliği gibi,kızın sesininde benzemesi için nasılda umutla beklediğini fark etti. Ama gerçekler sadece tesadüften ibaretti. Zaten Dilşah'ın hapiste ne işi olurdu ki? Anladım dercesine başını olumlu anlamda sallarken Özgür kardeşinin gözlerine ne oluyor dercesine baktı. Hüma ise dudağını büküp omuz silkmekle karşılık verebilmişti abisine.

 

Dilşah kaçamak bakışlarla Araz'a bakınca onun oğluyla ilgilendiğini gördü. Dudakları yana doğru kıvrılırken o masum meleği tekrar kucağına alabilmeyi diliyordu.

 

Eve giren kız kapıyı bile kapatmadan kendini hızla banyoya attı ve hemen musluğu açtı. Akan gözyaşları arasında kanayan elini suyun altına tuttu ve bir süre sonra sakinleşmek adına,akan soğuk suyu avcuna doldurarak bir kaç kere yüzüne çarptı. Yavaşça doğrulduğu esnada önüne uzatılan havluyla korkarak yan tarafına döndü ve yine onu gördü. Adamın elindeki havluyu hızla çekerek yüzünü kurulayan kız konuşmamakta kararlıydı. Havluyu tekrar yerine asarken elinden bulaşan kan lekesini gördü ve asmaktan vazgeçerek kirli sepetine attı.

 

"Yara bandı lazım." Mehir öfkeli bakışlarını kapıdaki adama çevirirken, Sinan gözleri ile kanayan elini işaret ederek sözlerine devam etti. "Elindeki yara için. Yara bandı lazım diyorum." Mehir adamın sözlerine gözlerini devirip banyo dolabına dönerken Sinan onun bu hareketine kaşlarını kaldırarak lavoboya yaklaşıp musluğu açtı ve ellerini yıkadı.Mehir aradığı şeyi bulamamanın siniri ile banyodan çıkmak için hareketlenince ellerini yıkayan adamla çarpıştı. Bıkkınca nefesini verirken çekmeceden çıkarttığı havluyu ona uzattı ve işini bitirip çıkması için bekledi. Sinan ise ellerini kurularken Mehir'in hareketlerini izliyordu. Ellerini göğsünde birleştiren kız ondan bakışlarını kaçırmak için her yeri inceliyordu. Hâlâ bıraktığı gibiydi. Küçük yaşına rağmen savaşçı bir kişiliğe sahipti. Öyleki gelecekleri için en çok o savaşmıştı. Baştan aşağı süzdü sevdiği kadını. Yıllar birazda değiştirmişti sanki onu. Saçları uzamış,vücut hatları kadınsı ölçülere ulaşmıştı ve olgunlaşmıştı. Değişmeyen şeylerde vardı elbet, aynı bakışlar,aynı koku,aynı güçlü kız. Sessizliğe daha fazla dayanamayan adam derin bir iç çekerek konuştu.

 

"Mehir böyle yapınca elimden kurtulacağını mı zannediyorsun?" Kızın bakışları karşısındaki adama dönünce Sinan bundan memnun olmuşcasına tebessüm ederek tekrar konuştu. "Konuşacağız ama bu gece değil. Senin bana vermen gereken cevaplar ve o cevaplardan sonra benim senden dilemem gereken bir özür var belki de." Mehir, Sinan'ın sözlerine şaşırsada belli etmemeye çalıştı. Onu göğsünden iterken,adam kızın yaralı elini tutarak cebinden çıkardığı kağıt mendili bastırdı. Daha sonra kendinin gördüğü fakat Mehir'in göremediği yara bandı na uzanarak aldı ve kızın yaralanan elini avuçları arasına tekrar aldı. Mehir nefesini tutmuş bırakmaya korkarcasına Sinan'ın yaptığı işe olan ilgisini izlerken, onun nasıl olupta bu kadar sakin kalabildiğini düşünüyordu. Bandı yapıştırıp başını kaldıran adam kızın kızarmış yüzünü görünce pişkince sırıtarak çenesine dokundu.

 

"Sana dokunduğumda hâlâ kızarıyorsun ve kızarman hâlâ benim hoşuma gidiyor." Mehir elini hızla Sinan'ın elinden çekti ve onu kenara itekleyerek arkasına bile bakmadan çıkıp gitti.

 

Banyodan çıkan adam evin içini ilgiyle incelerken karşısındaki üç kapıya gülümseyerek baktı. İlk iki denemesi olumsuz ken üçüncü açtığı kapıyla doğru odada olduğunu anladı. Çünkü doğum gününde ona alıp Giray'la yolladığı hediyesi olan çiçek şifonyerin üzerinde duruyordu. Yavaşça içeriye girdi ve Sevdiği kızın eşyalarının üzerinde hasretle parmaklarını gezdirdi. Bu defa bırakmayacaktı. Ne olursa olsun kendini affettirip geç kalan mutluluğu yakalıyacaktı Mehirle. Çiçeğin saksısının dibine cebinden çıkarttığı şeyi bırakarak odadan ayrıldı.

 

Gecikmeli bir şekilde oturdukları yemek masasında büyük bir sessizlik hakimdi.Araz hala üzerinden atamadığı tedirginlikle Dilşah'a kaçamak bakışlar atarken kız zaman,zaman üzerinde hissettiği bakışların etkisi ile iyice huzursuzlanıyor eli ayağına dolanıyordu zaten peçesinden dolayı yenen yrmeğe eşlik etmekte de zorlanınca sonunda pes ederek elindeki kaşığı bıraktı.Sinan tabağındaki yemeğini didiklerken bir taraftanda nasıl olupta her şeyin bu raddeye geldiğini düşünüyordu. Özgür ise yemeğine hiç dokunmamış annesinin biraz önce anlattığı meseleye takılı kalmıştı. Oğlundaki tuhaflığı sezen Rana Hanım ağzındaki lokmasını yuttu ve ortamdaki sesizliği bozmak adına konuştu.

 

"Oğlum senin canın bir şeye mi sıkıldı?" Özgür'ün bakışları annesine dönerken Araz'ın alaylı gülümsemesini es geçti ve annesine cevap verdi.

 

"Yok anacım. Neye sıkılacak? Yok birşey. Karnım tok sadece." Bakışlarını elinde tabağıyla masadan kalkan kıza çevirince biraz önceki dünürcü meselesi geldi aklına. Öfkeyle sıktığı dişlerinin arasından sözlerine devam etti. " Ama tatlıdan alırım bir parça." Oğlunun sözleri ile gülümseyen kadın tabakları toplayan kıza gururla baktı.

 

"Tatlıyı Beyza kızım yaptı. Vallahi çok marifetli. Hüma kendi kızım ama daha çorba yapmayı bile bilmiyor." Rana Hanım'ın sözlerine kızı homurdanırken masadakilerden kıkırtılar yükseldi. Beyza,yemeğini bitirenlerin tabaklarınıda alırken Özgür'ün sözleri ile yaptığı işten başını kaldırarak adamın yeşil gözlerine baktı.

 

"Demek tatlıyı Beyza yaptı? Bakalım o zaman elinin lezzeti nasılmış?" Kız gözlerini kısarak karşısındaki adama baktı. Ne demeye laf çarpıyordu şimdi? Sabah görmüştü işte tatlıyı şerbetlerken. Şimdi neden bilmezlikten geliyordu ki? Adamın gözlerine hâlâ baktığını fark eden kız bakışlarını çekti ve düşüncelerini beyninin derinliklerine iteklerken konuştu.

 

"Ben tatlıyı getireyim o zaman." Dilşah ona yardım etmek için kalkarken Beyza'nın geri çevirmesi ile tekrar sandalyesine oturmak zorunda kalmıştı. Giden kızın arkasından parmaklarını bacaklarına vurarak vakit geçirmeye çalışan adam daha fazla dayanamayarak aniden yerinden kalktı. Sinan yanından kalkan adama şüphe ile bakarken inadına yaparmış gibi yüksek sesle sordu.

 

"Nereye kardeşim?" Özgür kemküm ederek bakışlarını etrafında gezdirdi. Daha sonra aklına gelen bahaneye can simidi gibi sarıldı.

 

"Telefonumu şarja takmıştım. Bir arayıp soran olur." Baş parmağını kaldırarak arkasında kalan evi işaret etti. " Ben hemen alıp geliyorum." Sözleri biter bitmez masadakilerin homurdanmalarına kulak bile asmadan hızla eve yöneldi. Arkasından bakakalan Sinan bacağına aldığı darbeyle yüzünü buruşturdu ve karşısındaki adama döndü. Araz mavi gözleri ile bir şey işaret ediyordu fakat bir türlü anlamıyordu. Adam en sonunda sinirle gözlerini belertti ve kaşlarını kaldırarak masanın köşesini işaret etti. Sinan'ın bakışlarıda oraya dönünce Özgür'ün telefonu ile karşılaştı. Etrafına bakınan adam kadınların muhabbette olduğunu görünce tekrar Araz'a döndü ve ne yapayım dercesine başını salladı. Araz ise sabır dilenircesine başını göğe kaldırdı ve daha sonra tekrar arkadaşının gözlerine öfkeyle bakarak eliyle gömleğinin cebini işaret etti. Olayı geçte olsa anlayan Sinan gözlerini kapayıp açarak onayladı ve telefonu yavaşça gömleğinin cebine koydu. Telefonunun burada olduğunun farkında değilmiydi bu adam? Ne demeye içeriye gitmiştiki? Aklına gelen şeyle yok artık dercesine gözlerini açtırdı şaşkınlıkla. Araz ise karşısındaki adamın olayın muasebesini yaptığını anlamış ne zaman durumu çakacağını bekliyordu. Oğlunun kıpır,kıpır hali onu zorlarken Sinan'ın şaşkınca açılan gözleri kendisine dönünce bilmiş bir şekilde başını salladı.

 

"Sinan senin ve Özgür'ün hali ne olacak oğlum? Hep iş,hep iş." Sinan,Şükran Hanım'ın sözlerinin sonunun hayra gitmeyeceğini anlayınca su dolu bardağına uzandı ve yardım dilenircesine sırıtan, arkadaşına kaş göz yaptı. "Gençsiniz çocuğum siz. Bu zamanlarınızın kıymetini bilin. Gelin görmek istiyoruz artık!" Yanındaki kadına dönerek desteğini beklercesine konuştu. "Öyle değil mi Rana'cığım." Rana Hanım başıyla arkadaşını onaylarken Araz'da onlara uyarak arkadaşlarının üzerine gitti.

 

"Onlar saman altından su yürüten cinsinden anacığım. İkiside yakında elinizi öptürmek için getirirlerse kızları şaşırmayın." Kadınlar mutlulukla bir,biriyle fısırdaşırken Hüma'nın kızların kim olduğu hakkında beynindeki çarklar dönmeye başlamıştı. Araz'ın sözleri ile içmekte olduğu suyu boğazına kaçıran Mehir öksürük krizine girerken Hüma yardımına koştu.

Bakışlarını öksüren kıza çeviren Sinan içten, içe bu haline güldü. Demekki hâlâ ikisi için bir ümit vardı.

 

"Sanane bizim özel hayatımızdan abicim? Sen kendi hayatıma odaklan." Kahverengi gözleri ile Araz'ın kucağındaki bebeği işaret ederek tekrar konuştu. "Şu an acele etmesi gereken biz değil sensin. Ayaz'ın bir anneye ihtiyacı var." Araz,Sinan'ın sözlerine elini boş ver sene dercesine havada sallarken annesinden yediği bir fiskeyle hemen indirdi. " Çünkü o minare gibi boyunla ne kadar annesinin yerini doldurmaya çalışsanda,zarif,naif bir model çizemediğin için iki yaşındaki bir bebeğin anne özlemini gidermezsin." Araz gözlerini devirerek top haline getirdiği peçeteyi arkadaşına fırlattı.

 

"Hah! Konuştu ailemizin pedagogu. " Oğlu Babaanne'sine doğru hareketlenince onu annesinin kollarına bırakan adam tekrar konuştu. "Biz böyle mutluyuz kardeşim gerek yok öyle kadına evliliğe falan. Hem annem var o ilgileniyor Ayaz'la." Şükran Hanım oğlunun sözlerini içi giderek dinledi. Evliliği boyunca mutsuzdu ve tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordu oğlu. Rahmetli gelini biraz eğlenmeyi seven bir tip olsada oğlunu çok sevmişti. Eğlenceli kişiliği de gençliğinin verdiği bir özellikti zaten. Çok iyi,çok güzel bir karekteri vardı ama Araz bir türlü sevememişti karısını. Ama artık oğlununda mutlu olmasını istiyordu ve Sinan haklıydı. Derin bir nefes alan kadın didişen ikili ile daldığı düşüncelerden çıkarak konuştu.

 

"Sinan haklı Ayaz'ın bir anneye ihtiyacı var!" Bakışlarını hızla annesine çeviren adam oğlunun onun kucağında değilde peçeli kızın kucağında olduğunu görünce kaşlarını çatsada bakışlarını tekrar annesine çevirerek konuştu.

 

"Anne yanına destekçi buldun başlama yine. Ben ve oğlum gayet memnunuz hayatımızdan." Bakışları tekrar oğluyla oynayan kadına kaydı. Ayaz'ın kıkırtıları yükselirken öfkeli bir nefes çekti adam içine.

 

Tatlıyı,tabakları ve çatalları bir tepsiye yerleştiren kız tam arkasını dönecektiki hissettiği hareketlilikle hızla arkasını döndü. Bu ani hareketle beyaza yakın saçları savrulurken adam kızın saçlarından yayılan kokusunu içine çekti belli etmeden. Beyza'nın korkuyla inip kalkan göğüslerine gözleri kaydı. Tıpkı yakalanan bir kuşun ürkekçe atan yüreği gibiydi Beyza'nın durumu. Avuçlarının içinde delicesine atıyordu sanki yüreği. Avuçlarını açsa kaçamayacak kadar ürkek,açmasa can verecek kadar yaralı.

 

"Telefonum evde kalmış onu almak için gelmiştim." Beyza başını sallarken Özgür tekrar konuştu. " Yardım edebileceğim bir şey var mı?" Beyza başını tekrar hızla sallarken Özgür'ün bir an önce buradan çıkmasını istiyordu. Çünkü iri bedeni sanki koca mutfağı daraltmış kendisine nefes alacak yer bırakmamış gibi hissediyordu. Üzerine doğru gelen adamla oda geri,geri gitti ve mutfak tezgahına çarpınca korkuyla bakışlarını adama çevirdi.Özgür kızın korktuğunu tabiki anlıyordu ama içinde büyüyen ama ne olduğuna anlam veremediği duyguya karşı gelemiyordu.

 

"O kadın sizden birinin karşısına çıkıpta tekrar rahatsız ederse haberim olacak." Kız hiç bir şey anlayacak durumda değildi. Çünkü Özgür'ün yakınlığı sanki dar olan alanın iyice küçülmesine sebep olmuştu. "Özellikle sen Beyza. Sakın o kadına yüz veripte başına sardırma." Gözlerine yerleşen öfkeyle işaret parmağını kaldırarak yeri işaret etti ve sertçe konuştu. "Gerekirse bu evden çıkmak yok!" Şaşkınca adamı dinleyen kızın içi bir anda öfkeyle dolmuştu.Ellerini önünde birleştirerek tırnaklarını avuçlarına batırdı ve kırgınca konuştu.

 

"Merak etme senin alnına leke sürecek ve ya arkandan konuşturacak bir şeye sebep olmam!" Sözlerini yanlış anlayan kıza üzgünce bakan Özgür onunla nasıl konuşacağını nasıl bir yol izleyeceğini bilmiyordu. "Annem o yolu tercih etti diye benide öyle görmeniz..." Özgür işaret parmağını kaldırarak sertçe kızın sözünü kesti.

 

"Sakın! Sakın sözlerinin devamını getireyim deme!" Beyza yerinde korkuyla sıçrarken Özgür kızın yeşil gözlerine Beyza'nın anlayamayacağı bir şekilde baktı. "Ben sana zarar gelmesini istemiyorum. Uyarılarımda bu yüzden. Yoksa isterse bütün mahalle bin bir çeşit dedikodu ile karşıma dikilsin ben yine de yüreğimin sesini dinlerim." Kıza doğru bir adım daha atarak onun gerilen vücuduna aldırmadan arkasındaki tepsiyi aldı çıkışa doğru yönelirken arkasından seslenen kızın sesi ile ona döndü. Yanakları al,al olmuş,dudaklarını dişliyordu. Söylemek istediği şeyde kararsız kalmış gibiydi. Derin bir nefes alarak bir seferde konuştu kız.

 

"Özür dilerim! Sen haklıydın ve benim tedaviye ihtiyacım var!" Kızın bu halini muhteşem bir sanat eserini seyredermiş gibi izleyen adam Beyza'nın tekrar konuşmak için hareket lendiğini görünce dikkatli bir şekilde onu dinledi. " Teklifin hala geçerli ise kabul ediyorum. Ama geri ödemek şartıyla." Rahatsızlığının dışında güven sorunu yaşıyordu ve böyle devam ederse çevresindeki herkesi kıracaktı. Daha fazla acı çekmemek için artık birilerine güvenmesi gerekiyordu. Onlar için yaptığı şeyler düşünülecek olursa güvene bileceği tek kişi de Özgür'dü.

 

Kızın bu teklifi zorlanarak kabul ettiği her halinden belliydi. Onu daha fazla zor durumda bırakmamak için güven verircesine gülümsedi adam.

 

"Tabiki hâlâ geçerli teklifim ve tabiki bana olan borcunu zamanı gelince ödeyeceksin." Beyza adamın, film karakterlerindeki gibi zamanı gelince cümlesine takılırken Özgür kızın mimiklerinin aldığı şekille onu kırmamak için tekrar konuştu. " Sonuçta sırtımı merkez bankasına dayamadımya canım bende." Beyza şaşkınca Özgür'e bakınca adam muzipçe göz kırptı ve geniş omuzlarını silkmekle yetindi. Birden Beyza kıkırdamaya başlayınca adamın gözleri kızın gülüşünde takılı kaldı. Bu eve geldiğinden beri ilk defa böyle içten gülümsüyordu. Gülümsemesini bastırmaya çalışan kız kesik bir nefes alarak elini dur işareti yapar gibi kaldırdı ve konuştu.

 

"Afedersin! Bir an kendimi tutamadım." Özgür kızın neden af dilediğini bile anlayacak durumda değildi. Hala biraz önceki gülüşündeydi aklı. Beyza tekrar kıkırdayınca kaldırdığı elini dudaklarına bastırdı. Özgür kızın o bahar çiçeklerini anımsatan gülüşünü saklamaya çalıştığını görünce yüzünü astı. Bunu farkeden Beyza panik ve mahçubiyet dolu bir ses tonuyla rekrar konuştu. "Sen zamanı gelince ödeyeceksin deyince filmlerdeki kötü karakterler canlandı bir den gözümün önünde." Kızın masumca söylediği sözler karşısında Özgür bakışlarını kıstı ve elindeki tepsiyi tekrar tezgaha bıraktı. Kırılmış gibi bir surat ifadesi ile kıza baktı.

 

"Gerçekten onlar kadar kötümüyüm gözünde." Beyza,Özgür'ün kendisini yanlış anladığını farkedince telaşla konuştu.

 

"Hayır! Gerçekten öyle değil! Birazcık öyle canlandı! Yani birazcık derken tabi seni öyle görmüyorum! Ama kötü adamlar..." Kızın panikle saçmalaması Özgür'ü kahkahalara boğarken bu defa şüpheyle bakan Beyza olmuştu.

 

"Sen benimle dalga geçtin!" Karşısındaki kızın öfkeyle büyüyen gözlerine hâlâ kahkaha atarak bakarken Beyza hızla yanına yaklaşıp tezgahtaki tepsiyi aldı. Yüzünü buruşturarak Özgür'e baktı ve sertçe söylendi.

 

"Sözlerin kötü karakterleri anımsatmış olabilir ama gülüşün tam bir Erol Taş izlenimi bıraktı bende haberin olsun!" Özgür daha fazla gülerken Beyza sinirle dişlerini sıktı ve kapıdan çıktı. Kahkahasını bastırmaya çalışan adam giden kızın arkasından seslendi.

 

"Tepsi çok ağır dikkat et istetsrsen!"

 

"Senin dalga geçmen ve kahkahaların kadar ağır değil merak etme!"

 

Beyza'nın yüzündeki gülümsemeden habersiz,onu kırdığını düşünen adam hızla peşinden çıksada kız çoktan bahçeye çıkmıştı.

 

Beyza tatlıları servis ederken bir taraftanda masada dönen tartışmayı anlamaya çalışıyordu. Bu minik bebeğin annesi ölmüşmüydü yani? Bakışları Dilşah'ın peçesini açmaya çalışan bebeğe kayınca içinde bir yerler parçalandı. Şükran Hanım ve diğerleri Araz'ın evlenmesi konusunda hem fikir olduklarını belirtirken Özgür'de onlara katıldı.

 

"Bence doğru söylüyorlar Araz. Tamam çok hassas bir durum senin şu an içinde bulunduğun ama Ayaz'ı ve anneni de düşünmen lazım." Araz şaşkınca arkadaşına bakarken bu sefer devreye Rana Hanım girdi.

 

"Annen her zaman yanında olamaz oğlum. Bir kaç haftaya Baban memleketten haber yollarsa hiç şaşma." Hepside haklıydı ama Araz evlenmeyi düşünmüyordu. Karısını hep bir arkadaş gibi sevmişti ve bu yüzden onunla mantık evliliği yapmıştı. Beray ne kadar mutlu olduğunu söylesede ona hak ettiği mutluluğu yaşatamadığını biliyordu. İkisininde bu evlilikteki mutlu oldukları tek nokta oğlu Ayaz'dı. Ve Araz artık hiç bir kadını mutsuz etmek istemiyordu. Çünkü Beray'ın ölümü boynuna dolanan bir vicdan azabı gibiydi. Peki ya annesi, babasının yanına dönünce ne olacaktı? Küçücük bir bebekle nasıl hayata tutunacaktı? Bakıcı istemiyordu ve Ayaz'ı annesi ile yollayıp oğlunu baba sevgisinden de mahrum bırakmak istemiyordu. Düşüncelerinin aksine ortaya fikrini söyledi.

 

"Bakıcı tutarım!" Araz'ın sözleri masada şaşkınlığa yol açarken Dilşah kucağındaki bebeği sıkıca göğsüne bastırdı. Delirmiş miydi bu adam? El kadar bebek bakıcıya bırakılır mıydı? Hem görmüyor muydu gazete ve televizyonlar da çıkan onca haberi? Bebeğin başını şefkatle okşarken onun gerçekten bir anne sevgisine ihtiyacı olduğunu düşündü ve onu ilgilendirmeyen bir konuya öfkeyle karşı çıktı.

 

"Sen delirdin mi? El kadar bebek bakıcıya bırakılır mı?" Gördüğü andan beri,sevdiği kadına olan benzerliği yüzünden öfkelenmesine sebep olan kadına sinirle baktı ve sertçe konuştu.

 

"Seni ilgilendiren bir konu değil! Çocuğumu kime emanet edip ne yapacağım seni ilgilendirmez! " Nasıl bir ukalalıktı bu? Ne hakla karışıyordu işlerine bu kadın? Dilşah'ın hassasiyetini bilen kızlar duruma müdehale etmek istesede kız onları bakışları ile susturarak adama döndü.

 

"Bir bebeğin geleceği hakkında acımasızca karar vermek, sizin gibi duyguları alınmış robot gibi ortalarda dolaşan bir Savcıya göre davranış tam da. Bebeği Şükran Hanım'ın kollarına bırakan kadın herkesin şaşkınlığını umursamadan bakışlarını tekrar yıllarca aklından çıkmayan mavi gözlerin sahibine çevirdi ve hayal kırıklığı ile baktı.

 

"Bir bebeğin sevgiye ihtiyacı vardır! Kendisini gözetleyecek bir çobana değil! Düşüncelerinize bakılırsa Ayaz sadece anne sevgisinden mahrum olarak değil,baba sevgisinden de mahrum olarak yetişecek!" Sözlerini bitiren kız,yıllar önce sevgi dolu bıraktığı adamı,sanki duyguları alınmış bir şekilde karşısında görmenin verdiği hayâl kırıklığı ile gözyaşları içinde hızla eve doğru ilerledi. Dilşah'ın çıkışı herkesi şok ederken Araz'ı öfke deryalarına salmıştı adeta. Yumruğunu masaya sertçe indiren adam öfkeyle tısladı.

 

"Nasıl küstah bir kadın bu? Benim hayatım ve kararlarıma karışma cürretini nasıl bulur kendisinde! Bana sevgi ve ilgi dersi verebilecek bir potansiyele sahip değil! İnsanın sevgi ve ilgisi yüzünden belli olur. O önce bir peçenin arkasına saklamamayı öğrensin." Herkes şaşkınlıkla bir birine bakarken Beyza adamın şuursuzca konuşmasına karşı öfkesini kustu.

 

"Kaybettiği annelik hakkı ile!" Masadakileri ikinci bir şok dalgası ele geçirirken Mehir ve Hüma neler oluyor dercesine bir,birine baktı. Araz'ın kaşları her an daha çok çatılırken Beyza sozlerine devam etti.

 

"Bebeğini kucağına alamadan,bir kere yüzünü bile görmeden toprağa veren bir kadının cürreti Araz Bey!" Küçük bebeğe kaydı bakışları tekrar gözleri dolarken Dilşah'ın sözlerinin doğruluğu yankılandı bir kez daha kulaklarında. " Bir anne bile kendi öz kızına bakamayıp onu taciz eden adamı savunurken, Dilşah başkasının çocuğuna bile kıyamayan yüreği evlat acısı ile yanmış bir kadın! İşte tamda bu cürretle söyledi o sözleri." Bu gün bütün kadınlar ona çatmak için sebepmi arıyordu yoksa kendi bu baş belalarını mıknatıs gibi çekiyormuydu? Beyza gözünden damlayan yaşı sildi ve yüzünü buruşturarak Araz'a baktı.

 

"Ama sen ve diğer erkekler onun içinde durmadan harlanan ateşi anlayamazsınız! Tıpkı o hayvan kocası gibi! Tıpkı annelik hayallerini elinden alıp,bir daha böyle bir hayal kurmasını bile engelleyen adam gibi! Tıpkı babası olduğu halde kendi evladının ölümüne sebep olan o yaratık gibi ve tıpkı bir annenin yakarışlarına küstahça deyip hakaret eden sizin gibi!" Araz ne diyeceğini bilemezken masadaki kadınlar adeta taş kesilmişti. Beyza başını olumsuz anlamda sallayarak Dilşah'ın yanına giderken diğer kadınlarda peşinden gitti. Bu sözler hiç şüphesiz Şükran Hanım'ı yıkmıştı. Her şeyin suçlusu kendisiydi. Öğrendiği şeyler karşısında bir kadının hayatını karartmanın acısını yaşıyordu. Öfkeli bakışlarını oğluna çevirerek torununu kucağına tutuşturdu ve sinirle söylendi.

 

"Hadsiz! Meymenetsiz dedene mi çektin bilmem ki?" Giden kadınların arkasından o da yol alırken tekrar arkasına döndü ve işaret parmağını sallayarak küçük bir çocuğuğu azarlar gibi konuştu. "Ben bu gece bu kızın yanında kalacağım! Sende oğlunla evine gitte bir bebeğe bakmak kolaymıymış gör bakalım!" Araz bir annesine bir oğluna baktı umursamazca omuzlarını silkti ve Ayaz'ı havaya kaldırarak homurdandı.

 

"Ne varmış bebek bakmakta? Sanki dünyayı kurtarıyorlar değil mi Aslanım?" Ayaz sanki babasını cezalandırır gibi küçük elleri ile yüzüne vururken Sinan ve Özgür arkadaşlarının bilmedende olsa yaptığı patavatsızlık yüzünden Dilşah'ın haline üzülüyorlardı. Araz oğluyla birlikte masadan kalkarak bebeğin sırt çantasını geniş omuzlarına taktı ve arkadaşlarına dönerek konuştu.

 

"Bize bu kadar adrenalin yeter. Biz baba oğul evimize gidip nennen yapacağız." Özgür ve Sinan giden adamın arkasından yüzlerini buruşturarak bakarken kadınlar ise evde Dilşah'ın başından geçenleri göz yaşları içinde dinliyordu. Mehir ve Hüma arkadaşlarının şiddet yüzünden kocasını öldürdüğünü düşünürken oysa o bebeği için öldürmüştü o canavarı. Ağlamaktan yorgun düşen Dilşah uykuya dalarken kızlarda onunla birlikte yere hazırladıkları yatağa uzanmıştı.

 

Şükran hanım geçmişte yaşananları da anlatınca bu defa ortalık iyice karışmış ve ne diyeceklerini bilememişlerdi. Ama Şükran Hanım'ın bu defa bu işin peşini bırakmaya niyeti yoktu.

 

Gece derinlerden gelen telefon sesi ile gözlerini açtı Araz. Oğlunu zar zor uyuttuğu için kendiside uyuya kalmıştı. Ayaz uyanmasın diye hızla hareket ederken açtığı telefonla uyanan oğlunun ağlamasıda bir olmuştu. Zar zor karşı tarafın söylediklerini işiten adam oğlu kucağında ne yapacağını bilmez bir şekilde odada dolanıyordu. Acil bir durum için çağırılmıştı ama oğlu bir türlü susmuyordu. Annesine bırakmayı düşündü önce ama bu fikri hemen eledi. Kuyruğunu kıstırdı da geldi dedirtmezdi kendine. Oğlunun üzerini giydirdi ve çantasını tekrar omzuna takarak evden çıktı.

 

Karşısındaki adamın sırıtarak kendisine bakmasına sinirlenen Araz ters bir şekilde konuştu.

 

"Ne var lan? İlk defa mı görüyorsun çocuğuyla göreve gelen birini?" Kucağındaki oğlunun başına bir öpücük kondurarak gururla tekrar konuştu. " Hem ağaç yaşken eğilirmiş. Sana bu ata sözünü söyleyen olmadı mı hiç?" Mehmet ,Araz'ın sözlerine alayla gülerken kapıdan giren ikinci adam duyduğu sözler ve gördüğü manzara karşısında kahkahayı bastı.

 

"Lan biz ona,alma mazlumun ahını çıkar aheste,aheste diyoruz." Deyince odadaki yükseklen kahkaha sesleri Ayaz'ı korkutarak ağlamasına sebep olmuştu. Araz,Sinan'ı bakışları ile uyarırken bir taraftan da oğlunu susturmaya çalışıyordu. Sinan, devletin özel görevlerine katılan ama Avukat kimliği ile bu görevini perdeleyen özel eğitimli devlet için çalışan bir adamdı. Bu görevin Mehir'in, kocasıyla alakalı olduğunu öğrenince katılmış ve Araz bu duruma engel olamamıştı.

 

"Lan kucağınada yakışmış desem yalan olacak. Senin gibi herkesin korktuğu bir Savcı bu hallere düşecek adam mıydı?" Mehmet'in alaylı sözlerine gözlerini deviren adam oğlunu susturamamanın verdiği sıkıntı ile yüzünü sıvazladı. Üç adam ne yaptılarsa da Ayaz'ı susturamamıştı. En sonunda kayışları kopartan Araz oğlunu Mehmet'in kucağından aldı ve sırt çantasını da alarak Selçuk Amir'e döndü.

 

"Amir'im toplantıya biraz ara verelim. Ben yarım saate geliyorum." Orta yaşlı adam ağrıyan şakaklarını ovarken olumlu anlamda başını salladı.

 

Yıllardır gördüğü kabusla tekrar uyanan Dilşah yattığı yerden doğrularak oturur pozisyona geldi. Etrafındaki kızlara bakarak gülümseyen kadın onları uyandırmadan yerinden doğrularak su almak için mutfağa geçti. Şükran ve Rana Hanım'ı göremeyince üst kata çıktıklarını düşünen kız elektirik düğmesini açıp musluğa ilerledi ve doldurduğu suyu içerek bardağı tezgaha bıraktı. Tam içeri geçiyordu ki kapının çalması ile ilerledi ve dürbünden baktı. Gördüğü kişi karşısında şok olurken kızların uyanmasını istemeyerek hızla içeri ilerledi ve aceleyle peçesini yüzüne takarak tekrar kapıya yöneldi. Derin bir nefes alarak kapıyı açtı.

 

Araz karşısında en son görmek isteyeceği kişiyi görünce istemsizce süzdü. Siyah rengin üstüne pembe puantiyeli pijama takımıyla karşısında duran kadın kalçalarına kadar uzanan saçlarını açmış ve şaşkın bakışlarla kendisine bakıyordu. Yüzündeki peçeyi farketmesi ile gözlerini deviren adam kendi, kendine homurdandı.

 

"Kadın yatarken bile peçeyle yatıyor heralde? Zaten akıllısı beni bulmazki anasını satayım!" Araz'ın söylediklerini ne Dilşah duymuştu ne adam bilinçli olarak söylemişti. Farkında bile değildi söylediği sözlerin. Ayaz'ın ağlama sesi,sessizlikte yankılanırken Araz kendine gelen ilk kişi oldu. Ayaz'ı, Dilşah'a uzatarak aceleyle konuştu.

 

"Annem'e ver oğlumu? Getirmezdim ama acil görev çıktı onun için getirdim. Yoksa bakamadığımdan değil yani." Dilşah eline tutuşturulan bebeği sıkıca kavrarken Araz'ın sözleri ile bu defa gözlerini deviren o oldu. Hızla arkasını dönüp çıkışa ilerleyen adam bir şey unutmuş gibi geri döndü ve Dilşah'ın saçlarını işaret ederek tekrar konuştu.

 

"O Rapunzel saçlarına da dikkat et. Yoksa birazdan yolunmuş tavuğa döne bilirsin." Dilşah saçlarının açık olduğunu hatırlayınca utançla bakışlarını kaçırdı.

 

"Seni düşündüğümden değil Ayaz'ın sağlığı için söyledim. Utanmana gerek yok yani." Adam tekrar arkasını dönüp giderken Dilşah öfkeyle tısladı.

 

"Fasulye sırığı ne olacak!" İşttiği sözlerle tekrar dönen adam kızın korkuyla kapıyı yüzüne kapatması ile başını sallayarak gülümsedi.

 

"Bunun hesabını sana sorarım Rapunzel!"Bahçe kapısına doğru bir kaç adım atmıştı ki fark ettiği şeyle bir iki saniye duraksamış dudaklarında oluşan gülümseme ile kendi kendine fısıldamıştı.

 

"Seni gidi eşşek sıpası! Buldun güzel kızın sıcacık kollarını,iki dakikada kestin sesini. Ulan garezin bana mıydı? Dünyayı tersten gösterdin kerata!" Araz,Dilşah hakkında söylediği sözlerin ve düşüncelerinin kaydığı yönün farkında değildi.

 

Dilşah ikinci defa çalan kapıya korkulu gözlerle baktı. Tekrar dönmüş olamazdı o manyak değil mi?

 

 

 

yitenumutlar

 

 

Loading...
0%