Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Papatyam Seni Özlüyorum

@ymaiii0

 

Aradan iki gün geçmiş ve Mirhanoğlu ile hiçbir iletişimimiz olmamıştı. Dün öğlen sularında ise annesi Mihriban Hanım, annemi arayıp nişan için alışverişe çıkmayı teklif etmişti. Zaten illa ki bir tarafın adım atıp bu süreci başlatması gerekiyordu. Annem de bana gelip fikrimi sormuş 'Eğer müsaitsen gidelim mi' demişti. Fikrimi sorması bir kez daha ona olan saygı ve sevgimi arttırırken kalmayacağımı bildiğimden kabul etmiştim.

 

O gecenin sabahı uyandığımda bazı şeyleri artık oturup akıllıca düşünmem gerektiğinin farkındalığı ile uyanmış, bütün gün odamdan çıkmadım ve kendime zaman tanıdım. Ben bir insandım ve yaşadıklarım beni çok etkilemişti. Önce kalbimi dinledim. Vicdanım, ruhum, kalbim, şefkatim hepsini tek tek dinledim. Sonra aklımı dinledim. İkisinin de ortak verdiği kararlar vardı ve bende bu kararları, kurallara çevirdim.

 

1)Herşeyden önce hanımağa olduğumu bir kenara bırakarak İhra Nova olarak bu süreci yaşayacağım. 'Sana yaklaşımımı senin davranışların ve tutumun belirleyecek' diyen Mirhanoğlu'na bana en doğru gelen şekilde yaklaşacağım.

 

2) Ne olursa olsun büyüklerime asla saygısızlık etmeyecek, kendimi de ezdirmeyeceğim. Bana kim nasıl geliyorsa gözlemleyip öyle yaklaşacağım.

 

3) Ailemle ne olursa olsun herşeyi en güzeli ile yapacağım. Ailemin kadınlarının yıllardır hayalini kurduğu o gelinliği giyecek, erkeklerinin ise dik başlı kızları olduğumu her halükarda belli edecek, başımı asla etmeyeceğim.

 

Şu anlık en önemli kurallarım bunlarken hem kendi iyiliğim ve huzurum hem de çevremdekilerin iyiliği ve huzuru için bu kuralların dışına çıkmayacaktım. Lakin kendimi de asla sınırlandırmayacaktım.

 

Islak saçlarımı nemli kalacak şekilde suyunu aldım. Kıvırcık saçlarım banyodan sonra daha çok kıvırcıklaşıyor ama hayatta ki en büyük şanslarımdan saydığım bir özelliğim olarak kabarmıyorlardı. Saç kremlerimi ve maskelerimi alıp saçıma masaj yaparak sürdüm. Saç bakımı bitince giyinme odama adımladım. Yaz ortasındaydık ve hava bunaltıcı derecede çok sıcaktı. Bu yüzden ince ve terletmeyecek birşeyler giyecektim.

 

Dolabın kapağını açıp düşünmeye başladım. Şimdi orada Mirhanoğlu ailesinin tüm kadınları olacaktı ve benim ailemin kadınları da olacak. Yani hafif şık giyinsem iyi olur. Ellerimle elbiseleri inceledim. Sanırım elbise yerine alt üst giymek daha rahat olacak. Zaten işim bittikten sonra şirkete uğramayı düşünüyorum bu yüzden resmi ama çok abartı olmayan bir kombin yapsam yeterdi.

 

Krem rengi crop ve yüksek bel beyaz kumaş pantolonumu çıkarıp giyinme odamın ortasındaki pandufa koydum. Üstüme aynı renk klasik önü kapalı ince topuklu ayakkabı ve yine üstümün renginde fitilli bir çanta çıkardım. Bir iki gümüş bileklik ve kelebek şeklindeki pırlanta yüzüğümü çıkardım. Onun verdiği kolye boynumdaydı ve yüzük kolye ile takım gibi duruyor, kombinimi şık bir hâle büründürüyordu.

 

Belki giyim şeklim dışarıdaki birine göre Mardin için fazla açık ve absürt kaçıyor olabilir fakat burada ne giydiğime ben karar verirdim ve giyim şeklime laf söyleyen herkese de zamanında haddini bildirmiştim. Maalesef bu kişilerden bazılarının hemcinsim olması beni üzse de aynı tepkiyi onlarda almışlardı.

 

Odama üzerimi giyinip döndüm ve makyaj masanın pufuna geçip hafif bir makyaj yaptım. Gözlerime eyeliner çektim ve kirpik kıvırıcı ile kirpiklerimi daha çok kıvırdım. Dudaklarıma parlatıcı gloss sürdüm. Makyajım bu kadardı ve 15 dakika gibi bir sürede bitmişti. Saate baktım ve buluşma saatine az kaldığını gördüm. Saçlarımı ensemden biraz yukarıda at kuyruğu yapmış bir parça saçım ile de tokamın üzerini sarmış, tel toka ile de o tutamı sabitlemiştim. Kulağıma da küçük halka küpelerimi taktığı da elime parfümü alıp iki üç kez üzerime sıktım. Hazırım.

 

Kapımı açtım ve telefonumdan banyoya girmeden önce konuştuğum arkadaşıma cevap yazdım. Bala benim çocukluk arkadaşımdı. Hatta kundak arkadaşım, ortağımdı. Biz doğduğumuz zaman bizim gibi çocukluk arkadaşı olan annelerimiz bizi aynı kundağa sarmış ve kundak arkadaşı yapmışlardı. Fotoğrafımız bile vardı ve bu fotoğraf bizim en Özel fotoğrafımızdı. O fotoğrafı çocukken bize ilk gösterdiklerinde birbirimize bir söz vermiştik. O anlar bir bir gözümde canlandı.

 

- "Asla birbirimize yalan söylemeyeceğiz ve birimiz düştüğünde diğerimiz onu elinden tutup kaldıracak tamam mı Bero'm? İhra'm?" demişti küçük Bala'm. Bana sadece onlat İhra derdi birde başka biri daha vardı ama kim olduğunu hatırlamıyorum. Benden büyük biriydi sadece onu hatırlıyorum. Sonra diğer çocukluk arkadaşım olan Beran söze atlamıştı.

 

-" Peki ya kaldıramazsak ne olacak? O zaman sözümüzü tutamamış mı olacağız?" diye dudağını bükerek masumca sormuştu. Bende heyecanla kaşlarımı havaya kaldırmış hızlı hızlı konuşmuştum.

 

- Hayır akıllım sözümüz hep geçerli olacak çünkü eğer kaldıramazsak yine de elimizi bırakmayıp, bizde onunla beraber düşeceğiz. Sonra yine beraber kalkacağız. Hadi söz verelim.

 

Elimi ortaya uzatmıştım. Benim ardımdan da Beran elini elimin üzerine koymuş, onun üzerine de Bala elini koymuştu. Üçümüz de adımız üzerine söz vermiştik. Çünkü bizim o zaman sadece adımız vardı.

 

- " Beran Şanışer sözü!" dedi İhra'nın Bero'su...

- " Bala Surunç sözü!" dedi İhra'nın Aybala'sı...

- İhra Nova Zadeoğlu sözü!, dedi bu iki küçük çocuğun Yıldızı...

 

Gözümün önünden canlanan çocukluğumuz ile gülümsemem bütün yüzümde yayıldı. Küçücüktük o sözü verdiğimizde. Ama bilmediğimiz birşey vardı ki oda hayatın bizim o günümüzdeki kadar zararsız ve masum kalmadığıydı. Zamanla biz büyümüştük ve yaşadığımız hayat daha çetrefilli hale gelmişti. Biz yine beraberdik, hangimiz düşse diğeri yine elini bırakmıyordu ama büyümüştük işte...

 

İçimdeki kalan en büyük sıkıntı ise sanırım onlara bu durumumu söyleyemeyişim. Haberleri yoktu çünkü ikisi de yurtdışındaydı. Üçümüz birlikte kurduğumuz bir şirkette ortaktık. Hepimiz kendi alanımızı yöneterek birlik içinde DREİ adındaki şirketi kurmuştuk. Üç aile de bu durumdan ve bu arkadaşlığımızdan daha doğrusu kardeşliğimizden çok memnundu. Zaten onlarda bizim gibi çocukluk arkadaşıydı. Sıkıntıma gelecek olursak sanki sözümü çiğnemişim gibi hissediyorum. Oysa ki onlara yalan söylemedim. Sadece bu durumumdan haberdar etmedim. Evleneceğimden...

 

Ama en çok istediğim Bala'nın şu an yanımda olması çünkü o yanımdayken daha rahat olacağımı biliyorum. Ülke dışında da şirketimizin başka kurum binaları vardı ve bu şirketlerin işleri yüzünden ikisini yurtdışına göndermiştim. Bende buradaki şirket işleri için kalmıştım. Beran bir haftalık işleri olduğunu söylüyordu. Orada panik yapmamaları için de kimsenin onlara birşey söylememesi konusunda tembihlemiştim. Mesajlaşmayı bitirdim ama sanki Bala bir durgundu yada bana öyle geliyordu bilmiyorum.

 

Aşağı indiğimde annem, Zaren yengem ve Rahşan yengem hazırlanmış aralarında fısıldaşıyorlardı. Panik havası bedenlerini sarmıştı. Hafif gülümseyip anneme ve amcalarımın eşlerine hitaben ortaya laf attım.

 

- Bakıyorum da benim ailemin kadınları gerçekten hiç yaşlanmıyor. Sözde en büyük gelin sensin Rahşan Hanım benden genç duruyorsun. Varsa bir sırrın söyle bizde faydalanalım?

 

Gülüşü beni gördüğü gibi yüzüne yayılan yengem kollarını açmış ona yaklaştığım gibi sarılmıştı. Annesinin evine gittiği için olaylar olduğunda ve isteme gecesi burada değildi. Anne edası ile kolları bedenimi sarmaladığında bir kez daha Rabbime şükür ettim. Bana bu kadar güzel yengeler verdiği için. Bana asla yenge olmamışlar her daim anne şefkati ile yaklaşmışlardı. 6 amcam vardı fakat kalabalık olmayalım diye sadece en büyük iki yengem alışverişe geliyordu.

 

Yengemden ayrıldığımda kızarmış gözlerle bana bakıyordu. Sanki en ufak acı belirtisi göstersem hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacakmış gibiydi. 6 yengem de kızları olsun çok istemiş fakat nasip olmamıştı. Onlarda kız evlat hasretlerini benimle gidermişlerdi. Bu yüzden benim bir değil 7 annem vardı. Üzerime titrerlerdi çocukluğumdan beri ve onların elinde büyümüştüm. Arada bir onlara anne dediğimde oluyordu. O an gözlerinde beliren yıldızlar ise beni dünyanın en mutlu kızı yapıyordu.

 

Rahşan yengemden ayrılıp ikinci büyük yengem olan Zaren yengeme de sıkı sıkı sarıldım. Zaten yengem tüm olaylar sırasında yanımdaydı ve her daim olduğu gibi bana çok destek olmuştu. Şimdi dertleri neymiş öğrenelim bakalım.

 

- Şimdi gelelim bakalım sizi böyle panik yaptıran soruna. Ne oldu benim güzel annelerim? Ne için böyle yüzleriniz endişeli?

 

Annelerim demem ile üçü de yumuşarken Zaren yengem sorunu açıkladı. Fakat bu benim için bir sorum değildi. Olması gereken bir şeydi. Zaten kaçacağım bir yer yoktu. İlla ki aynı ortamda bulacaktık. Bugün olması ise daha iyi olmuştu. Belki hem kendini hemde bizi nasıl bir duruma soktuğunu fark ederdi.

 

- Annelerim benim Ahdar ağabeyimden kaçtığım yok. Sadece ona kızgınım, öfkeliyim ve en çokta kırgınım. Onunla konuşmak ve iletişime girmek istemiyorum. İleride ne olur bilmiyorum ama ben şu anlık onunla kardeşlik bağımı askıya aldım. Dediğim gibi ileride ne yaparım ne olur bilmiyorum. Bizi o mu götürecek? Götürsün. Hatta yanımızda bile kalabilir tüm gün benim için hiçbir sorun yok. Dışarıda ağabeyimi asla ezdirmem, rencide etmem ama kendi aramızda ona eskisi gibi davranmamı kimse bekleyemez. Hadi siz gidin onun arabasına binen ben şirkete de geçeceğim işler bittikten sonra o yüzden kendi arabam ile geleceğim.

 

Üzgün bakışlarla bana bakan karşımdaki üç kadın sakince başları ile söylediklerimi onaylayıp kapıdan çıktılar. Çantama attığım anahtarı alıp kendi arabama geçtim. Yola çıktığımızda yan yana gidiyorduk. Arabanın camını indirip güneş gözlüklerimin ardından ağabeyime baktım. Sevmişti ama bu şekilde olmamalıydı. Dün gece gelip neden kaçtıklarını anlatmıştı. Saatlerce kapımda oturmuş kapıyı açmamı beklemişti. Açmamıştım, açamamıştım. Oda bende olduğu gibi kanındaki inatla oturmuş herşeyi anlatmıştı. Başta kulaklığımı takıp dinleyeceğim diye kendime emir verdim fakat tam kulaklığı kulağıma takacakken söyledikleri ile vazgeçtim. Dünden beri söyledikleri bir bir kulağımda tekrarlanıyordu. Bütün gece uyuyamadığım gibi birde ağabeyimin açıklaması beynimde yankılandı durdu.

 

- " Evlendireceklerdi. Benim sevdamı, bana sevdalı kadını başkasına veriyorlardı. Mecbur kaldım. Allah'ın aşkına affet beni kardeşim. Yalvarıyorum affet bu ahmak ağabeyini!! Çok pişmanım! YALVARIRIM AFFET! YAKTIĞIM GİBİ YANIYORUM BEN GÜLÜM!! AFFET!!!" demişti. Ben izin verir miydim? Kadınların başında olduğum zamandan beri izin vermemiştim, şimdi mi izin verecektim?

 

Ahdar ağabeyimde kafasını benim olduğum tarafa çevirdiğinde bakışlarımı yola çektim. Gözlerindeki pişmanlık hiçbir halta yaramıyordu. Telefonumdan şarkı açıp sesini yükselttim. Yaklaşık yarım saatlik yolumuz vardı. Düşünerek geçirmek istemiyordum. Hakan Yeşilyurt şarkıyı söylerken bende eşlik ediyordum. Bu şarkı ağabeyim ile birlikte dinlemeyi ve eşlik etmeyi en sevdiğimiz şarkılardandı. Eftelya...

 

Başını çevirdi ve nakarat kısmını bir bana bir yola bakarak söyledi ve bende oyununa eşlik ettim. Baştaki kısmı içim acıya acıya söyledim. Çünkü ben kardeşliğimizi onun ihaneti yüzünden bitiremesem bile askıya almıştım. Oda ikinci kısmı bana bakarak söylemişti. Gözünden akan bir damla yaş izi ile...

 

Bir el uzanır bana,

Sınırların ardında.

Büyümedi sevdamız,

Kardeşlik toprağında.

 

Ver elini ver bana Eftelya,

Uzansın elimiz Eftelya.

Benim divane gönlüm seni ister Eftelya,

Benim divane gönlüm seni ister Eftelya.

 

Acıyla gülümsedim. Başımı iki yana salladım. Olmaz, yapamam der gibi. Oysa ben en çok onun elini tutuğumda, ona sarıldığımda kendimi huzurlu hissediyordum. Şarkı bittiğinde onun açtığı şarkı sesi ile kendi şarkımı durdurdum. Bu sefer burnum aşırı derece sızlamış ve göz yaşım göz pınarımda asılı kalmıştı. Gözlerimi yummadım. Kapatırsam gözyaşım akardı. Akmasındı. Artık gözyaşım akmasındı. Şarkıya fısıltılı sesim ile eşlik ettim. Ama en çok ruhum ile eşlik ettim. Çünkü ağabeylerim beni yıldızım gibi iltifatlar ile çağırırlarken Ahdar ağabeyim papatyam derdi. Bu şarkı ise ona olan sevgimin sınırlarını zorluyordu. Direksiyonu sıkı sıkı kavradım. Öyle ki parmak uçlarım bembeyaz oldu, buz kesti. Ama yine de eşlik ettim. İçim acıya acıya, yüreğim kanaya kanaya beni yakan, kurban eden ağabeyimin açtığı bizim şarkımıza eşlik ettim.

 

Papatya gibisin, beyaz ve ince,

Eziliyor ruhum seni görünce,

İsmin dudaklarımı yakıyor neden?

Nedir bu çektiğim senin elinden.

 

İç çektim. Nefesim tükenmiş gibi hissediyorum. Benim ağabeyim beni yaktı. Külüm bile savruldu. "Nedir bu çektiğim senin elinden?"

Gözlerine baka baka canını yakmak istedim. İstedim ve gözlerine bakarak son cümleyi söyledim.

 

Yalvarırım sana gel üzme beni,

İnan bana çok seviyorum seni,

Gel kollarıma artık bekliyorum,

Papatyam seni özlüyorum.

 

Artık sadece gözyaşı dökmüyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ağlasın. Belki çok acımasızca geliyor ama bende çok ağladım. En sevdiğimin canımı yakmasına bende çok ağladım. Biraz da o ağlasın çok muydu? Ben nasıl ona acıyayım birisi bana söylesin. O bana acımamıştı ki...

 

Arka koltukta oturan annem ve yengemlerde ağlıyordu. Biraz kendi yürek acılarına, biraz oğullarının ihanetine, biraz düştüğümüz hâle ama biliyorum en çokta bizim biten kardeşliğimize ağlıyorlardı. Biliyorlardı eskisi gibi olmayacağımızı, oldurmayacağımı. Acımasız tarafımı Ahdar ağabeyime göstereceğimi biliyorlardı. Çünkü artık benim canım ağabeyim değildi o sadece Ahdar Ağa'ydı. Bende onun hanımağası olacaktım ona biliyorlardı. Bugünler son kardeş kırıntılarımız ile geçecekti. Benim soyadıma yeni bir soyadı eklendiği gün, işte o gün kardeşliğimiz tamamen bitecekti. Uzak olacaktım ondan. Kalbim onun yarası ile dikiş tutmazken, kanar dururken onu affedemezdim.

 

Gözden uzak olan gönlümden de ırak olacaktı. Diğer ağabeylerim ile aynı kalacağım. Arayacağım, konuşacağım, buluşacağım. Herşey aynı kalacak hatta hasret beni onlara daha çok bağlayacak. Ama Ahdar ağabeyime tam tersi olacak. Her geçen gün ona daha da kırılacağım. Aramayacak, sormayacak onunda yapmasına izin vermeyeceğim. Kin değil bu yanlış anlaşılmasın. Bu güvenini en çok güvendiği kişi tarafından boşa çıkarılan, güveni kırılan küçük bir kızın kendini savunması. İçimdeki küçük kız bunu yapıyordu. Kendini ikinci bir darbeden koruyordu çünkü ikinci darbede bu kızdan emare bile kalmazdı.

 

Arabayı sert bir fren ile kenara çekti. Annemlere inmelerini söyledi büyük ihtimalle çünkü annemler apar topar arabadan indiler. Direksiyona art arda yumruklarını geçirdi. Bağırmıyordu. Sessizlik ile kabulleniyordu. Yüreğinden kayıp gidişini kabulleniyordu. Dayanamadım. Dayanamam ki ben ağabeyim o benim. Kıyamazdım. Yine ondan uzak duracağım dediklerimi yapacağım. Ama kime ne dersem diyeyim ne gösterirsem göstereyim onu yüreğimden silemem.

 

Arabamdan indim ve kapıyı kırarcasına çarptım. Arkamızdan gelen arabada ki korumalara arabada kalmaları için elimle dur işareti yaptım. "Uzaklaşın anne!" diyip onun yanındaki kapıyı açıp yanına bindim. Ellerini tuttum ve onu sarstım. Durmadı, bu sefer de torpido kısmını tekmelemeye başladı. Kriz geçiriyordu. Sinir problemimiz vardı. Eğer biraz daha durmazsa benimde elimden bir kaza çıkacaktı. Tokat attım. Etin ete çarpma sesi arabanın içinde yankılandı. Kollarını tuttum, tırnaklarımı canımın acısını oda tatsın diye derisine geçirdim. İleri geri sarstım. Tutamadım kendimi bağırdım, susmadım, acımı haykırdım.

 

- YETER! YETER! YETER! YETER! YETER TAMAM MI YETER!! BENİ YAKTIĞIN ATEŞTE YANMAYACAĞINI MI DÜŞÜNDÜN!? YAN AĞABEY! BENİ YAKTIĞININ BİN KATI YAN!! ACIYOR YA ÇOK ACIYOR!! SENİN ÖPEYİM GEÇSİN DEDİĞİN KALBİMİ SEN ACITIYORSUN!! YOK, KALMADI GÜVENİM. SANA OLAN GÜVENİMİ DE SEVGİMİ DE MERHAMETİMİ DE SEN YOK ETTİN. BİTİRDİN SEN YA! BİTİRDİN BENİ DE KENDİNİ DE HERŞEYİ DE BİTİRDİN. Sen bizi bitirdin, kardeşliğimizi bitirdin. Ağabeyimi öldürdün...

 

Sonda bağırmamış acıyla fısıldamıştım. Artık dayanma noktamı çoktan geçmiştim. Patladım ve biraz daha zorlarsa yakar, yıkardım. Biliyordu kendimi şu an çok zor tuttuğumu görüyordu. Kendine çekti, sımsıkı sarıldı. Başını boynuma yasladı. Derin derin nefeslendi. Kokusu yavaşça sakinleştirdi. Sonra kulağıma yine bir anımız geldi. "Kokun sakinleştirici gibi ağabey. Bir kokladım mı tüm derdim tasam uçup gidiyor." demiştim kıkırtılarım arasında. Şimdi ise o koku bir anda zehir gibi boğazımı yaktı. Belki de ruhumu yaktı.

 

İttim, kendimden uzaklaştırdım. Fren sesi geldi sokaktan ama umursamadım. Herşeyin canı cehennemeydi. Biraz daha durursam burada kıyameti koparacağım. Kapıyı açtım kendimi dışarı attım. Benimle eş zamanlı bir kapı çarpma sesi daha duyuldu. Kafamı kaldırdım. Bir çift kızarmış ela göz ve kızarmış burun tam karşımda durmuştu. Daha birkaç saat önce bir hafta sonra geleceğini söyleyen kız kardeşim tam karşımda duruyordu. Elleri iki yanında yumruk olmuş, gözleri dolmuş kıpkırmızı olmuştu. Bildiğini anladım. Nasıl, kimdem, nerede öğrendi merak etmedim. Biliyordu işte ve bunu benden öğrenmemişti. Ama gelmişti. Ona ihtiyacım olduğunu biliyordu.

 

Çok ihtiyacım vardı. Huzurlu bir çift kola şu an çok ihtiyacım vardı ve bu kollar kesinlikle Aybalam'a aitti. Koştum, koştum ve açtığı kolları arasına girdim. Beline sıkı sıkı sarıldım. Gevşetsem gidecekmiş gibi korktum. Oda titreyen bedenimi sıkı sıkı sarmaladı. Anne şefkati ile saçlarımı okşadı, kulağıma fısıldadı. "Yanındayım, buradayım. Geçti, geçecek." dedi. İtiraz ettim. Geçmeyecekti. Abimin yüreğime bıraktığı ateş hiç geçmeyecekti.

 

Dün vazgeçmiştim. Onu sürgün etme kararımı çöpe atmıştım. Ona en büyük ceza beni her gördüğünde pişmalıkla beni yaktığı ateşin içinde yanmasıydı. Belki benim hayatım yoluna girecekti. Acılarım dinecekti ama ağabeyim geri gelmeyecekti. Ona olan güvenim geri gelmeyecekti. Sevdiği uğruna beni sevdiğimden ayıran ağabeyimi her gördüğümde bir daha yanacaktım. Ağabeyim beni bir kere değil bin kere yanmaya mahkum kılmıştı. Umalım da ben bu ateşle herkesi yakmayayım.

 

Burnumu çektim. Çok sızlıyordu. Ama kardeşimin kokusu, sesi iyi gelmişti. Sadece şu an ona ihtiyacım olduğunu biliyordum. Elimi tuttu arabama yöneldi. Ben sürücü koltuğunda oturup tamamen sakinleştiğime emin olduğumda arabayı çalıştırdım. Annemler benimleydi. Bala'nın arabasını ve ağabeyimin arabasını birer koruma devraldı. Bir elim ile direksiyonu sıkı sıkı kavramış diğeri ise Bala'nın elini tuttum. Güç veriyordu bu Kafkas kızı bana, canımdı.

 

- Beran nerede Aybalam?

- "Hazmetmesi gerektiğini söyledi. Kalbini kırmak istemediği için gelmedi. Nerede bilmiyorum ama büyük ihtimalle Drei'ye geçmiştir kardeşim."

 

Başka da birşey konuşmamış, yol boyunca susmuştuk. Meydanda durduğumda tam karşımızda Mirhanoğlu kadınları bekliyordu. Tanımadığım iki yüz de vardı. Kapıyı açıp Bala ile karşılıklı indik. Güneş gözlüklerimiz benim bakışlarımdaki az önce yaşanan anlardan kalan kırıntıları, Bala'nın da kızarmış gözlerini gizliyordu. Yanlarına vardığımızda saygıdan gözlükleri çıkarmıştık ve ben pantolonumun beline takmıştım.

 

Sırası ile müstakbel kayınvalidemin elini, etkisinin elini öpmüş ve alnıma koymuştum. Tanımadığım kadına elimi uzattığımda memnuniyetsiz bakışlarını göndermiş sertçe elini uzatmıştı. Yinede saygısızlık etmeden elini öpmüştüm. Mihriban Hanım tanıştırdığında ise kim olduğunu öğrendim. Mirhanoğlu ailesinin manevi kızları olan Desil Hanımdı. Yani Mir'in üvey halasıydı ve yanındaki iki kızda onun kızlarıydı. Kızlar ile de tanışmıştık fakat büyük kızı Evin hiç hoş gelmemişti. Ters ters bakmıştır ve ucundan elimi tutmuştu. Küçük kız yani Esin ise çok sıcak yaklaşmıştı. Sıcacık gülümsüyordu ve gözlemlediğim kadarı ile görümcelerim ve ektim Rema ile iyi anlaşıyordu. Ablası gibi burnu havada değildi.

 

Yavaş yavaş çarşıda dolaşmaya başladık. Görenler fısıldaşmaya başlıyordu fakat korkularından dolayı hemen susuyorlardı. Ben olsam, bende kendimden bu zamanlarda korkardım. Çünkü ne yapacağım belli değildi.

 

Geldiğim andan beri Mihri, Mihrimah ve Rema sıcak davranışları ile yanımdan ayrılmamışlardı. Sevmiştim bu kızları. Bala'm ise hiç dibimden ayrılmıyor, sol tarafımda duruyordu. Herkesle tanışmıştı ve onlara gözlemleyerek yaklaşıyordu. Evin hariç oda kızlara ısınmış olmalıydı ki arada gülümseyerek konuşuyorlardı.

 

Üç saat içinde nişan ve kına için kıyafetleri, süsleri ve diğer şeyleri almış şimdi de takılar için kuyumcuya gidiyorduk. Ne kadar gerek Yok demek istesem de adet olduğu için susmuştum. Geldiğimiz yere baktığımda benim şubelerimden birine geldiğimizi gördüm. Sanırım bilmiyorlardı çünkü hiçbir tepki vermemişlerdi. Bala bildiği için bana bakmıştı fakat omuz silkmekten başka birşey yapamazdım.

 

- "Bak yenge buranın takıları efsanedir. Buraya her geldiğimde tasarımlara aşık oluyorum. Ya şunların güzelliğine baksana." demiş ve elindeki bir seti bana göstermişti Mihri. Elindeki 3 ay önce atölyeye verdiğim bir tasarımdı. Atölyede her zamanki gibi iyi iş çıkarmışlar ve tasarımı en iyi şekilde buraya getirmişlerdi.

 

Yüzündeki gülümseme ile dediklerini onayladım. Herkes birşeyler alıp kasaya geldiğinde içimden geldiği için ödeme yapmalarını engelledim. Çalışan "Ücret hanımağam tarafından ödendi." dediğinde Mihriban Hanım itiraz etmişti. Benim olan takıları onlara hediye etmek istemiştim. İçimden gelmişti. Çektikleri zılgıtları unutmamıştım. Fakat olay iyice büyümüş ve hala hanım'ın dediği ile Rahşan yengem köpürmüştü.

 

- "Sana mı kaldı gelin hanım bizim takılarımızı ödemek? Hangi hakla daha gelinimiz bile olmadan bu cesareti kendinde buldun? Susayım dedim de illa konuşturacaksınız!" demişti. Yengeme kalmadan ben "Konuşun Desil Hanım." deyip söyleyeceklerini beklemiştim.

 

- "İnsan bir giyimine dikkat eder. Her tarafın açık saçık. İnsanda az edep olur. Hiç utanmıyorsun birde konuş diyorsun terbiyesiz. Yeğenimin başına kaldın oturup şükür edeceğine edepsiz edepsiz geziyorsun. Kime göstereceksin kendini-" derken saygısızlık falan umursamadan lafını kestim. Kimse benim ile böyle konuşamazdı.

 

- Kendimi kimseye gösterme gereği duymuyorum ben Desil Hanım! Herkesin ahlakı kendine ki ben geldiğimden beri sizin memnuniyetsiz bakışlarınıza ve attığınız laflara rağmen saygımı korudum. Giyiniş tarzım beni ne edepsiz yapar nede terbiyesiz. Hangi hakla ödediğime gelirsek de birincisi gelin olarak değil hanımağa olarak hediye ettim. Kendi tasarımlarımı kime hediye ederken size soracak değilim! Mihriban Hanım beni yanlış anlamayın ben bana destek olduğunuz için o gün zılgıtlara oğlunuza ve ailenize rağmen eşlik ettiğiniz için size küçük bir hediye vermek istedim. Saygısızlık yaptıysam kusuruma bakmayın. Lakin haddini aşan ben değilim görümceniz. Hanımağasına karşı nasıl davranması gerektiğini kendisine ve kızına siz anlatırsınız. Bence burada dağılalım. Şirkete geçmem gerekiyor benim. Lütfen hediyelerimi kabul edin.

 

Konuştuktan sonra sırayla hepsi ile sarılmış annemlere de veda edip Bala ile arabama binmiştim. Mihriban Hanım'ın Desil Hanım'a beni savunduğunu arkamdan duymuştum. Bu ister istemez yüzümü gülümsetmişti. En azından iyi insanlardı. Fakat umarım bu durum kötü şeylere yol açmazdı. Artık sorun istemiyorum.

 

Yaklaşık iki saat boyunca Bala ile konuşmuş olanları anlatmıştım. Çağırsak dahi gelmeyen Beran'ı da sesli aramış beni dinlemesini sağlamıştm. Sonunda herşeyi anlatmak üzerimden büyük bir yükü almıştı. Beni anlayacağını bildiğim kardeşlerim de bana destek olmuşlardı. Beran hâlâ daha Mir'e ve Ahdar ağabeyime sinirliydi. Ama zorda olsa kabullenmişti.

 

Telefonum çaldığında üçümüzde sessizleştik. Mir arıyordu. Birşey mi olmuştu? Hızlıca açtım ve telefonu kulağıma dayadım. Ben konuşmadan konuşmaya başladı.

 

- "Ne demek oluyor bunlar Zadeoğlu? Halamla nasıl böyle konuşursun! Senin büyüğün o nasıl ona sesini yükseltirsin? Hangi hakla!? Cevap ver!!" dediğinde neden olduğunu bilmesem de kırılmış hissettim. Daha iki gün önce bana güvenimi kazandın diyen adam ile şimdi bu konuşmayı yapıyor olmak mı kırmıştı beni?

 

- Sadece demem gerekeni dedim. Saygısızlık yapmadım. Yapsaydım eğer annenden duyardın. Tanımıyor olabilirsin beni ama etrafında illa ki duymuşsundur. Ben saygımı en sonuna kadar korudum Mirhanoğlu! Saygı duymayan biri saygı bekleyemez. Dolduruşa gelipte bana bağıracağına git ve annenden dinle olayı. Süreyya konusunda beni dinlemeden hareket etmemiştin ama bakıyorum da halan söz konusu olunca benim fikirlerimin bir önemi kalmamış. Halan ve kızı herşeyi geçtim bana hanımağaları olmama rağmen saygısızlık yaptılar. Herşeye bir laf söylediler. Kusura bak ya da bakma umrumda değil hiç kimse benimle haddini aşarak konuşamaz. Konuşursa da haddini bildiririm!

 

Telefonu yüzüne kapattığımda iki gün önceki adamla bugünkü adam arasındaki farkı yarım saat düşündüm. Tabii o gün olanları da Bala'ya anlattım. Beran Mir'in sesini duyduğu gibi telefonu kapatmıştı. İyi ki de kapatmıştı. Bu adamla ben ne yapacağım? Bu şekilde ikili yaklaşamaz. Bir öyle bir böyle davranamaz. Dengemi şaşırtıyor bu adam benim!

 

🦋: Kızlar herşeyi anlattı. Sinirliydim kusura bakma.

 

BEN: Beni alakadar etmiyor. Dediklerin de umrumda değil. Ben senin sinirini çıkaracağın oyuncağın değilim!

 

🦋: Bak Süleyman senin hakkında ileri geri konuştu ondan zaten sinirliydim. Birde bunu duyunca kendimi tutamadım.

(GÖRÜLDÜ)

 

🦋: O telefonun yüzüme kapatılmasının ve görüldü atmanın hesabını sonra soracağım müstakbel eşim.

 

🦋: Bakalım o zaman da yüzüme kapatabileceğin bir telefon olmayınca ne yapacaksın?

 

.........5. Bölüm Sonu..........

 

🦋Merhaba arkadaşlar, bölüm nasıl olmuş? Ben ağlayarak yazdım. Hatta Ahdar ve İhra Nova sahnesinde bıraktım ağlamam durunca devam ettim.

🦋Konuya açıklık getirmek için yazayım. Desil Hanım Mir'in dedesinin manevi kızı öz değil.

🦋Kitabın gidişatı, anlatım şeklim vs hakkında ne düşünüyorsunuz?

🦋Normalde bunu yazmayacaktım ama yazmaz zorundayım. Beğenmek ve yorum atmak zor değil. Okunma sayısı bölümde 100 ise beğeni ya 4 ya 9 yorum ise hiç yok. Lütfen bana da etkileşim verin ki motive olayım. Lise son sınıf olmama rağmen vaktimi ayırıp yazıyorum sizde bir yorum ve beğeni atabilirsiniz bence.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere

Allah'a emanet olun...

Yağmur Ö.

Loading...
0%