Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Sessiz Çığlıklar ve Yamyamlar

@ymaiii0

"Yara iyileşir, izi kalır ama yara izi bizimle birlikte büyür."

Stanislaw Lec

✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁✃✁

 

Üzerindeki hırkanın kuşağını bağlayarak balkona çıktı. Bu gece Mardin bir farklıydı. Sanki bir anneydi de evladı için ağıt yakıyordu, sanki bir babaydı da evladı için yas tutuyordu. Pusluydu hava hiç görmediği kadar pusluydu.

 

Mardin'e döneli 1 yıl oluyordu. Buralardan gittiğimde 17 yaşında gencecik bir kız çocuğuydum. Şimdi 23 yaşındayım ve takı tasarımcısı İhra Nova Zadeoğlu'yum. Bazı yaraları karaladım güzelleştirdim, bazılarını yırttım attım. Ellerime baktım. Hem hayat hem ölüm vardı ellerimde. Ben çoğu insanın hayran olduğu kadın olmuştum lakin bir onun olamamıştım..

 

Sanki bir çift el boğazımı sıkıyordu da nefes alamıyordum. Yüreğimde bir sızı, boğazımda bir yumru var. Kalbim sanki bir yamyamın elinde de hiç acımadan sıkıyor. Midemde bir kramp var hiç iyiye işaret değil, en son böyle olduğunda olanları hatırlamak bile istemiyorum.

 

Uyuyamayacağımı anlayınca içeriye geçtim. Giyinme odama ilerleyip üzerime siyah bol paça bir pantolon, geniş yakalı kırık beyaz ipek bir gömlek ve siyah sporlarımı geçirdim. Yatağımın yanındaki yeni yaptığım zincir maskemi ve siyah tül başörtümü de aldım.

 

Biraz daha boğazımdaki yumru ile duramazdım. Hızlıca ağılın oraya yürüdüm. Biriciğim daha geldiğim anda hissedip bulunduğum yere ağılın kapısına baktı ve yelelerini salladı. Sisu bana dedemin yadigârı, dostum, sırdaşımdı. Ben doğduğumda benim için alınmış ve benimle beraber büyümüş çok güzel bir kız olmuştu. Bembeyaz yeleleri bulutları, simsiyah gözleri geceyi anımsatıyordu. Cinsinin bu bölgedeki tek örneğiydi. Asil bir hayvandı. İşlemeli yularını sırtına koydum ve sabitledim. Zincirlerle süslü dizginini başına yerleştirip arkada tutabileceğim şekilde sabitledim. Alnına benim takacağım peçenin aynısı olan aksesuarını yerleştirdim. Kendi elime de şahmeranımı taktım.

 

Gözüme cebimdeki sürmeyi tekrar sürdüm. Mavi gözlerim tamamen belirgin duruyordu. Sürme Mardin'in bu geceki yasını temsil ediyordu. Mardin'in yasına ortak oluyordum. Sisu'nun sırtına atladım yelelerini okşadım ve özür dileyerek dizginlerini hafif vurdum.

 

Dedem hep yapılan hataların pansumanı olur sadece derdi. Ben hata yapmamaya çalışarak büyüdüm. Elbette her insanın hataları vardır ve insan hata yapmadan doğrunun kıymetini anlamaz. Ben de bu yüzden Sisu'nun ne zaman sırtına binsem dizginleri vurmadan önce özür dilerdim. Hayat en çok da hayvanlara acımasız bana göre çünkü biz haykırıp, bağırıp, fısıldayıp bir şekilde kendimizi anlatabiliyoruz. Fakat hayvanlar sadece onu anlamasını ve dinlemesini bilene derdini, isyanını anlatabiliyor.

 

Mardin'in dar taş sokaklarında rüzgara karşı Sisu ile dört nala ilerliyorduk. Yollar arasında durup yüzümü zincirleri kaplayan zarif peçemi taktım ve tül olan tülbenti dizimin aşağısına kadar uzanan açık saçlarımın üzerine atıp yanlarından tel toka ile sabitledim. Kızımı Midyat'ın tam tepesinde bütün şehri ayaklarıma seren tepeye doğru yönlendirdim. Bugün Sisu bile bir huzursuzdu. Bir bana boyun eğen kızım bana bile zorluk çıkarıyordu. Sanki oraya gitmemi istemiyordu. Lakin benim dürtülerim ise beni oraya sürüklüyordu. Tepenin düzelen yolunda hızımı düşürdüm. Başımı hafif sağa çevirip büyük dilek ağacının göğe uzanan dallarına baktım.

 

Acı bir korna sesi dilek ağacında olan bakışlarımı yola çevirdi. Tam önümde bana doğru süratle gelen araç üzerimde kısa bir şok etkisi yarattı. Araçta ki kişinin art arda kornaya basması ve Sisu'nun kişnemesi ile kendime geldim. Seri bir şekilde Sisu'nun eyerlerini çektim. Araba tam önümde durdu. Sisu ürkmüş olsa gerek sağa sola yalpalayarak koşuyor arada zıplıyordu. Biraz daha böyle devam ederse sırtından düşecektim. Yuları sıkı sıkı kavramış durdurmaya çalışıyordum. Kulağıma araba kapısının çarpma sesi geldi. Yuları sıkıca kendime doğru çekip Sisu'nun şaha kalkmasını sağladım. Ayakları yere bastığında bu sefer kendisi şaha kalktı. Sakinleşsin diye "Sisu" diye bağırdım ama nafile çok korkmuştu. Yuları dikkatlice bırakıp kollarımı boynuna sardım. Yelelerine ellerimi koydum yavaş yavaş okşadım. Kulağına "Sakin ol kızım iyiyim, iyisin korkma yok bir şey" diyerek yatıştırmaya çalışıyordum.

 

-"Deli misin be kadın ne diye önüne bakmadan gidiyorsun!?" diye bağırdı arabadan inen adam. Bana deli mi dedi o çok doğru dedi.

 

-Evet deliyim. Fakat yola bakmadan arabasını süren sizsiniz üstelik çok hızlıydınız. Dikkat edin de bir dahaki sefere birini ezmeyin. Ehliyeti nasıl veriyorlar sizin gibilere anlamıyorum ki!?" diye sona doğru sitemimi dile getirdim. Sanırım ona cevap vermeme şaşırmış şekilde bana bakıyordu. Gözlerinden ne düşündüğünü okuyamıyordum. Duygularını iyi gizliyor olmalıydı, yüzünde mimik yoktu ama kaşları v şeklinde çatıktı.

 

-"Benim gibiler nasıl oluyormuş?" diye hafif şiveli sert bir ses tonlaması ile sordu.

Cevabımı Sisu'yu geldiğim yola çevirirken verdim.

 

-"Herşeyi yapabileceğini zanneden insanlara, şu karşı dağları ben yarattım egosu olanlara" deyip üstten bakışlarına ithafen başımı dikleştirerek sert çehresine son kez yukarıdan baktım. Bakışları daha önce görmediği bir şeye bakarmış gibi dikkatliydi. Sisu'yu hızlı bir şekilde yola doğru sürdüm. Saçlarım özgürlüğüne kavuşmuş rüzgarla aheste aheste savruluyordu. Başımdaki tülbent rüzgârın şiddeti ile uçmuştu. Arkamda bıraktığım adam ve sinirim çoktan aklımdan silinmişti fakat o simsiyah gözleri de neydi öyle?

 

Saat çok geçmişti zaten 1 saat ancak yol sürmüştü. Birde o adama laf yetiştireceğim diye iyice oyalanmıştım. Konağa vardığımda şükür ki kimse görmeden Sisu'yu ağıla bıraktım. Tam yelesini okşamıştım ki adım sesleri ve ağabeyimin adımı seslenişini duydum. Sanki Sisu'ya bakım yapıyormuşum gibi davrandım. Tarağını alıp yelelerini taradım. Abim yanıma gelip elleri cebinde çitlere yaslandı. Bakışları yelelerini ördüğüm Sisu'mdaydı. Dudaklarına yine o haylaz gülümsemesini yerleştirmiş hafif gözleri kısılmıştı. Dudaklarını ıslattığında bir konuşma yapacağımızı anlamıştım.

 

- "Sabah sabah ilk işin Sisu'ya koşmak olmuş yıldızım, hayırdır tepeye kaçmana sebep olan derdin nedir?" dedi. Zaten anlamasa şaşardım mübarek radar gibiydi. Hiçbir şey gözünden kaçmazdı. Ondan öğrendiğim gülüşü bende dudaklarıma yerleştirdim.

- "Ne zaman benim dertlerimden kaçtığımı gördün ağabey ben genellikle o derdin üzerine giderim bilirsin." diyerek gelişinin asıl sebebine ithafta bulundum. Sisu ile sabahları hep kaçardım ve bu artık düzenli rutinim gibi olduğu için sorun yaratmazdı fakat o bunu kullanıyorsa alttan gelecek sorguya ortam hazırlamak için kullanıyordur.

 

- "Duydum ki benim bacım yine yerinde duramamış Süleyman karısını sakladığını söyledi. Hayırdır yavrum sen ne diye tutuyorsun kadını?" dedi. İşin tamamı keşke bu olsaydı.

- Bak sen Süleyman'a hanımağasına iftira da atarmış demek. Peki karısının çocuğu olmasına rağmen üzerine kuma almak istediğini karısı çocuğu için nikahını vermeyince de ona el kaldırdığını da söyledi mi sana ağabey? Bu yüzden Süreyya yüzü gözü kanlar içinde benden yardım istedi ne yapsaydım geri mi çevirseydim. Benim görevim bu topraklarda ki kadınları korumak onların seslerini duyurmak ve bende görevimi yaptım. Karar çıkana kadar da Süreyya'yı kimseye vermeyeceğim." dedim. Sabah sabah yine sinirlerim gerildi. Bir o tepedeki adam iki de bu Süleyman. Şu içimdeki huzursuzluk da cabası. Sabır Allah'ım sabır...

 

Kaşlarını çattı önce sonra kolumdan tutup beni kendine çekti. Şakağımdan öptü ve inci gibi dişleriyle tapılası gülüşünü bana sundu.

-" Senin ile gurur duyuyorum, duyuyoruz yıldızım. Ağalar ile konuşacağım bu konuyu Süreyya Xanım için elimizden geleni yapacağız. Sen bu topraklarda olduğun sürece bu kadınların sırtı yere gelmez" dedi. İşte bu aklımdaki soruları, boğazımdaki düğümü, yüreğimdeki sıkıntıyı biraz olsun hafifletti. Bende bunu istiyordum bu topraklarda ki kadınlar başları sıkıştığında yardım eli olduğumu bilsinler istiyordum. Babaannemin küçüklüğümden beri -diğer kadınların kız çocuklarına verdiği öğretilere kıyasla- bana kadınların haklarını savunması gerektiğini aşılaması ve hanımağalığımla bu kadınlara nasıl yardım edebileceğim konusunda eğitmesi bana çok şey kattı.

 

Safran ağabeyimin koluna girdim ve içeriye konağın avlusuna geçtik. Ev ahalisi yavaş yavaş ayaklanmış, evin emektarları ve hanımları mutfak ile teras arasında mekik dokuyorlardı. Hava nemli olduğu için terasa kurulmuş sofra yavaştan hazırlanıyordu. Uzun masanın üzerine masa örtüsünü seren yengeme diğer ucunu tutup düzelterek yardım ettim.

 

- Günaydın yengem nasılsın?

- "İyiyim gülüm sen nasılsın bu sabah biraz geciktin. Hayırdır bu saate kadar uyumazsın sen normalde?" dedi. Ah Çiçek yengem ben saatin farkında mıyım sanki? Sabah sabah asabım bozulup duruyor. Kolumdaki saatime baktım. Gerçekten saat 09.26 geçiyordu ve ben bu saate kadar uyuyamazdım. Tatlı olduğuna inandığım bir gülümseme ile yengeme bakıp,

 

- Ne sıkıntısı yengem ben sıkıntıları çözmekte ustayımdır bilirsin, dedim biraz da böbürlenerek. Şakaya vurarak konuşmazsam yengem allem eder kallem eder cevabını alana kadar durmazdı. Yıllık izinimi kullandığım için zaten gün içerisinde sıkıştırıp duruyordu birde bu konu yüzünden kafamı şişirtemezdim. İşe de yaradı taktiğim fakat biraz da babannemin aşağı inmesi de katkı sağladı.

 

Babaannem sayılan, sevilen ve doğuda hayat hikayesi ile dillerde ve gönüllerde taht kurmuş bir kadındır. Taht kurduğu en büyük taht ise dedemin gönlündeydi. Böyle deyince kızıyordu ama öyleydi işte. Çünkü dedem ve babannemin sevdası öyle büyük öyle zorluymuş ki imkansızlığı bir destan misali dillere pelesenk olmuş, büyükler çocuklarına, torunlarına anlatır olmuştu. Bende bu iki çınarın biricik kız torunlarıydım. Bu yüzdendir babannemin bana düşkünlüğü, bu yüzdendir dedeme tek kafa tutabilen kişi olmam. Özgürlüğüne düşkün, asi, hırçın bir kız oluşum hep babannemin gençliğini dedeme anımsatırdı. Bundandır bana bakarken geçmişinin acısının, mutluluğunun gözlerinden akıp gitmesi...

 

Dedem doğulu babaannem Karadenizli... İki farklı coğrafyaya aitti onlar ve babannemin taş kalpli dedesinin inadı onların kavuşmasını geciktirmişti. Doğululara verilecek kızım yok benim dermiş hep oysa ki benim ailem o zamanlarda bile son derece modenr bir yaşam sürüyormuş. Babannemin babası çok sevmiş dedemi, ilk tanıştıklarında dedem için yağız delikanlı demiş. İlk defa babasına karşı çıkmış kızı için, onun sevdası için. Neyse bu hikayeyi de bir gün dinlersiniz...

 

Dedem ve babam masanın iki ucunda baştaki yerlerini aldı. Yanlarına sırayla babamın yanına annem ve abilerim dedemin sağına babannem soluna ben ve benim yanıma da en büyük ağabeyim oturdu. Ahdar ağabeyim hâlâ inmemiş. Dedemin kurallarını en çok uygulayanlardan biri de oydu oysaki şimdi neden sofrada yoktu. Evin yardımcısı Makbule teyze onu çağırmaya çıkacaktı ki onu durdurdum.

 

- "Ben bakarım Makbuş sen de içeri geç kahvaltını yap" dedim. Çocukluğumdan beri bir dediğimi iki etmeyen emir sayan Makbuş beni onaylayıp içeri geçti. Hızlı hızlı yukarı çıkan merdivenlere ilerledim. Yüreğim sıkışıyor içimdeki kötü his bedenimi ele geçiriyordu. Odanın önüne neredeyse koşarak gelmiş kapıyı çalıştım. Ses vermeyince tekrar çaldım ama ses gelmeyince bu sefer içeriye girdim. Yatağın örtüsü dümdüzdü, banyoya baktım yoktu, lavaboda da yoktu. Neredeydi bu adam? Allah'ım sen hayra çevir Ya Rabbim içimdeki sıkıntıyı...

 

Tam çıkacakken gözüm boy aynasının kenarına iliştirilmiş kağıda takıldı. Elime aldığım kağıdı adrenalinden titreyen elimle tutmak zorlaştı. Yatağa oturdum kağıdı açtım. Bu ağabeyimin el yazısıyla yazılmıştı. Okuduklarım beynimde birleştikçe kalbime hançer saplıyorlarmış gibi hissediyordum. Karnıma kramp giriyor beynim karıncalanıyordu. Okuduklarımı idrak ettiğimde dudaklarımdan acı bir çığlık firar etti. Öyle şiddetliydi ki ben bile kulaklarımı kapatma ihtiyacı hissettim. Çığlığım korkum, acım, hüznüm, sinirim bütün hissettiğim duyguları barındırıyordu.

 

Bütün ev ahalisi odaya koşmuş bir anda içeriye doluşmuşlardı. Babam ve annem yanıma gelip hemen beni kontrol ettiler. Ben iyiyim ama iyi olamayacağız diyemedim. Anne biz yandık, biz bittik diyemedim. Sadece uzun zaman sonra ilk defa yanağımı her çizgide usul usul yakarak akan gözyaşlarımın tuzlu tadını aldım. Ağladığımı gören annem kalbini tuttu.

 

- "Ne oldu babam niye çığlık attın? Susma bir şey söyle kızım!?" Sadece sustum ve gözyaşlarımın ıslattığı kirpiklerimin ardından dedemin gözlerine baktım. Yıllar sonra ilk defa ağladığımı gören ailem tedirgindi. Sözlerim dedeme ithafen kısık sesle dudaklarımdan çıktı.

 

- Ah-ahdar ağabeyim... Dede ağabeyim ve Zerda Mirhanoğlu kaçmışlar. Abim Zerdayla kaçmış...

 

Sustum ama tek susan bendim şimdi. Annem babama tutundu ağıdı çığlığı bütün konağı sarstı. Bu gece Mardin annemdi... Ağıt yakan sadece Mardin değildi annemdi... Annemin evladına yaktığı ağıdına yengem eşlik etti. Babannem koltuğa çöktü dizlerine vurdu, vurdu. Elimdeki kağıt ben sıktıkça buruştu da buruştu. Öfkemin damarlarımda ki kanı kaynattığını hissettim. Alnımdaki şah damarım atışının hızı ile bana varlığını hatırlattı. Hışımla oturduğum yerden kalktım. Koşa koşa sert adımlarla odama geçtim. Telefonumu aldım ve ağabeyimi aradım. Kapalıydı. Lanet olasıca operatörün sesi içimdeki dalgayı büyüttü koca bir tsunami oldu.

 

Tekrar tekrar aradım. Komodinden silahımı ve araba anahtarımı aldım. Nereye gittiklerini biliyordum. Dün nasıl şüphe etmedim ki ben ağabeyimin Cüneyt ağa ile konuşmalarını duyunca! Odamdan çıktım kapıda beni bekleyen üçüzlerime baktım. Aynı anda merdivenlerden aşağıya adımladık. Adım atarken silahımın emniyetini açtım. Kafamı kaldırıp karşımdaki Zadeoğlu erkeklerinde bakışlarımı gezdirdim. Hepsi silahlanmış bizi bekliyordu. Arkamdan gelen dedemin topuk sesleri de yanımda yerini aldığında oda silahını beline yerleştirdi.

 

- Mirhanoğulları haberi almadan onları bulmalıyız. Eğer onlar bulurlarsa kan davası iyice harlanır. Ne yapıp edin bana ağabeyimi ve Zerda Xanımı bulun! Anladınız mı beni?!

 

Bütün korumalar anladıklarını belli edip grup grup bütün Mardin'e yayıldılar. Yıllardır bitmesi için uğraştığımız davanın harlanmasına izin vermezdim. Ah akılsız ağabeyim sen ne yaptın böyle yaktın bizi...

 

Konağın kapısı büyük bir gürültü ile açıldı. Korumalar çevremde biz çember olup karşı tarafa silahlarını doğrulttular. Annemin ve yengelerimin çığlığı kulağıma geldi ama etrafımda etten bir duvar örüldüğü için hiçbir şey göremiyordum. Önümdeki korumaları hafif sağa doğru iteleyecekken tok bir ses duydum. Otoriter ve tehlikenin ta kendisi olduğunu bas bas bağıran sesi tüylerimi diken diken etti.

 

- Ahdar Zadeoğlu çık lan dışarıya nerede bacım? Çık karşıma Ahdar ağa çık da kardeşimi kaçırmak neymiş sorayım sana hesabını! AHDAR!!!

 

Söyledikleri deli kanımı iyice kaynatmıştı. Önümdekileri hırsla itip ortaya çıktım. Karşımda o geceyi kıskandıran bakışları vardı. Daha sertti, daha anlamlı bakıyordu. Fakat bu bakışlarından çıkarılan tek şey intikam olurdu. Kana susamışlık vardı gözlerinde. Kan istiyordu ve bunu belli ediyordu. Ama kimdi bu adam? Sen kimsin gece gözlü? Önce tepede beni az kala eziyordun, şimdi çıkmış karşıma benim konağımda bize ahkâm kesiyorsun?

 

- Söylediklerine dikkat et! Sen kimsin de Zadeoğlu konağına böyle destursuz giriyorsun!! dedim. Karşılığında boş bir bakış ile bana baktı.

Hatırlamıyordu beni daha doğrusu kim olduğumu anlamamıştı. Sabahki kıyafetlerimi değiştirmiştim ve onunla karşılaştığımızda yüzümde zincir peçe vardı. Bu yüzden kim olduğumu çıkaramamıştı. Bir bana doğru bir adım attı. Adımları da bakışları gibi sağlamdı.

 

- "Mirhanoğlu. Mir Mirhanoğlu", dedi. Mirhanoğlu mu dedi? Kim olduğunu o an anladım. Boğazımı sıkan yumru onun sözleriydi. Kalbimi sıkan acımasız eller onun elleriydi. O kara gözlerindeki öfke hepimizi yakacak boyuttaydı. O Mir Mirhanoğlu'ydu. Doğunun zalim ağası... Ama nasıl olur böyle bir şey Rabbim bu nasıl bir sabah böyle?

 

- "Önce o bakışlarını çek Mirhanoğlu yoksa düşünmem kafana sıkarım. Kaçan kardeşindir buraya gelip ahkâm keseceğine önce kardeşinin peşine düşseydin yüreğindeki sevdayı da bilirdin. Şimdi bu durumda da olmazdık." dedi aynı otoriter ses tınısı ile Fırat Zadeoğlu. En büyük ağabeyim dediğini yapardı. Eğer sıkarım derse sıkardı. Dediği gibi kardeşinin sevdasını biliyordu ağabeyim. Bende biliyordum. Zaten bir ikimiz biliyorduk. Lakin onları bu dereceye getiren neydi bu meçhuldü.

 

- Atışma zamanı değil önce kardeşlerimizi bulalım. Sende dön konağına Mir ağa kan dökmeye ne kadar meraklısınız, diyerek aslında sabaha imada bulundum ama kimse anlamadı. Sadece kaşlarını çattı. Kadın başıma doğuda zalim ağa diye nam salan herkesin korktuğu ağaya kafa tuttum diye mi yoksa sabahı mı anımsadı bilmiyorum ama dudaklarını araladığında duymak isteyeceğim son şeyleri söyledi.

 

- " Ağabeyini çabuk bul Zadeoğlu kızı eğer ben bulursam Mardin de, bu gökte, bu yerde şahidim olsun tam burayı bu durduğun yeri Ahdar soysuzunun kanı ile sulamazsam bana da Mirhanoğlu demesinler!!"

 

Mirhanoğlu bir ant içmişti. Tam burada ona kafa tuttuğum yerde, benim konağımda ağabeyimi infaz edeceğini söylemişti. Herşeye cevabı olan ben bu ant karşısında lâl oldum. Herkes bilirdi ki Mirhanoğlu, zalim ağa bir söz verirse tutardı. Ne olursa olsun tutardı...

 

*1. Bölüm sonu*

 

🌏 Başladığınız tarihi alabilir miyim?

🌏 Bölüm nasıldı??

Gelecek bölümde görüşmek üzere....

*Yağmur Ö.

Loading...
0%