@ymaiii0
|
Beni mahveden şey; bana yalan söylemiş olman değil, sana bir daha inanmayacak olmamdır. Victor Hugo 🦋 Dediğini yapmıştı. Ant içmişti ve yine sözünün altını doldurmuştu. Tam burayı durduğum yeri abimin kanı ile boyayacağını söylemiş ve yapmıştı. O adamlarını da alıp gittikten 2 saat sonra kapı tekrar hiddetle çalmıştı. Bu sefer kapıyı Makbuş açmaya gitmişti. Hepimiz ayaklanmış kapının açılmasını bekliyorduk. Kapı açıldığı sıra telefonumun zil sesi konağın avlusunda yankılandı. Arayan abimi bulması için aramaya çıkan adamlardan biriydi. Hemen açıp hoparlöre verdim.
- "Hanımağam Mir ağa... Mir ağa bulmuştur Ahdar ağamı neredeler bilmiyoruz," dedi. Kahretsin! Telefonu kapattığımda ayaklarıma doğru bir şey yığıldı. Daha doğrusu bir beden...
Ağabeyim, benim en küçük ağabeyim, dostum, sırdaşım olan Ahdar ağa bilinci yarı kapalı ayaklarımın önünde yatıyordu. Kadınların çığlığı bütün evimi inletti. Benim neşe dolu, mutluluk, huzur kokan evim artık kasvet dolu ve kan kokuluydu.
Ağabeyime doğru eğildim hemen ve nabzını kontrol ettim. Nabzı çok yavaştı sana ne yaptılar abim... Yaktın kendini de bizi de yaktın. Kafasını hemen dizlerimin üzerine yatırdım. Alnına düşmüş kuzgun saçlarını parmaklarımla geriye doğru taradım. Sesimi zar zor buldum ve onca uğultulu konuşmanın arasında haykırdım.
- ARİF HEMEN ARABAYI HAZIRLAYIN ÇABUK OL!! ABİ ABİ AÇ GÖZÜNÜ KURBANIN OLAYIM AÇ GÖZÜNÜ!! BABA NABZI ÇOK YAVAŞ HEMEN CENK'E HABER VERİN HASTANEYİ HAZIRLASIN!! ÇABUK OLUN DURMAYIN!!!!!
Gözyaşlarım istemsiz akıyordu. Canım kollarımda cansız gibi yatıyordu. Babam hemen telefonunu çıkardı ve hastaneyle iletişime geçti. Bütün ailem hepsi başımıza toplanmıştı ama ben abimi sarıp sarmalamış hiçbirini yaklaştırmıyordum. Nabzını yokladım Allah kahretsin nabzı çok yavaş...
-Geri çekilin biraz nabzı çok az, nefes alsın. Abi nerede kaldı Arif çabuk olun ne olur, dedim. Ellerim hâlâ abimin saçlarında sadece komutlar verebiliyordum. Sonunda Arif araba hazır dediğinde ağabeyimin bir koluna ben diğer koluna babam girdi ve konağın kapısındaki arabaya ilerledik. Arka koltuğa önce ben oturdum sonra da ağabeyimi dizime yatırdım. Bir şey olmayacaktı ona asla izin veremezdim. Konaktakilerin başında biri olmalıydı. Tehlikedeydiler. O adam orada kalmıştı ve abimi almama izin vermişti. Oyda ki ben öldüreceğini düşünmüştüm.
Telefonumu çıkardım bir yandan abimin bilincini tamamen kapatmaması için konuşuyor bir yandan da telefondan dedemi arıyordum. Açtığında arkadaki uğultulu sesler onu sesini bastırıyordu.
-Dede orada durum nasıl? Gitti mi Mirhanoğlu? Korumaları arttırdım herhangi bir tehdit anında sizi koruyacaklar, dedim. Derin bir nefes aldı. Konuşmaya başladığında ciğerimi yakıp kül eden kelimeleri zorlukla duyabiliyordum. Şahsen o an ne hastaneye vardığımızı, ne arabanın durduğunu, ne abimi kolumdan almaya çalıştıklarını ne de dedemin konuştuklarını kavrayamamıştım. Kulaklarımda ki çınlama kocaman bir çığlık olup zihnimde ki uçurumda yankı yapıp bütün hücrelerime kendini hissettirdi. Ahdar abim kucağımdan alınmış ve hastaneye sedye ile götürülüyordu.
Polat abimin yüzüme sürdüğü soğuk su ile kendimi olduğum boşluktan sıyırdım. Kulağımda dedemin sözleri elimde sıktığım telefon ile hızlı adımlarla abimin arkasından hastaneye girdim.
- "Aşiretler toplanacak kızım. Ağalar berdel istiyorlar kararı vermişler kan davasını bitirmek için en uygun anı kolluyorlardı. Berdel hükmü verecekler." Arkadan hüküm habercisinin sesi geldi.
- "Mirhanoğullarının ağası Mir Mirhanoğlu ile Zadeoğullarının hanımağası İhra Nova Zadeoğlu için berdel hükmü verilmiştir!!!"
"Mirhanoğullarının ağası Mir Mirhanoğlu ile Zadeoğullarının hanımağası İhra Nova Zadeoğlu için berdel hükmü verilmiştir!!!"
"Mirhanoğullarının ağası Mir Mirhanoğlu ile Zadeoğullarının hanımağası İhra Nova Zadeoğlu için berdel hükmü verilmiştir!!!"
Benden kendi kefenimi kendim gitmemi istiyorlardı. Ben kadınların sesi olmaya ant içmiş onlar için verilecek tüm hükümleri tek başıma veren hanımağaları olarak aşiret hükmüne kurban mı gidecektim? Ben onca kızı onca kadını kurtarmış İhra Nova şimdi kendim mi kurban olacaktım? Peki beni kim kurtaracaktı? Benim kurtarılmayı mı beklemem gerekiyor? Hayır!! Kimse benim hayatıma yön veremez. İzin vermem benim hayatım hakkında kimse karar veremez.
İçime akıttım yine göz yaşlarımı ve ne olduğunu soran abilerime de babama da anneme de kimseye tek kelime etmedim. Yine kendim halledecektim. Hem Mirhanoğlu halen daha ne karar verdiğini açılamamıştı. Erkeklerin toplantılarında son söz onundu. Eğer o berdel olacak demezse olmazdı. Ama eğer berdel olmazsa abimi...
Yok olmaz sürgün ettiririm. Tek başına karar veremez ben bir hanımağayım. Kimse hanımağalar hakkında hüküm veremezdi. Evlenmezdim o adamla, evlenemezdim. O duymuş muydu acaba? Tabii duymuştur aşiretler toplanmıştı sonuçta ve hüküm habercisi bütün Mardin'e haberi yaymıştır. İzin vermezdi oda bu evliliğe sonuçta biz birbirimizi seviyoruz. Kalbim başkasına aitken ben nasıl o adamla nikahlanırdım.
Abim ameliyata alınalı 3 saat oluyordu. Arayan insanlara bir yerden sonra cevap vermedim. Düşüne düşüne kafayı sıyırmama ramak kaldı. Niye bitmiyor bu ameliyat?! Kimse bir şey söylemiyordu. Duramazdım daha fazla ileri geri gittiğim koridorda ilerlemeye başladım. Tam koridorun sonundayken ameliyathanenin kapısının sesi geldi. Koşar adım geldiğim takip ettim. Cenk maskesini çıkardı.
Odak noktası bendim ama bakışları bir süre hepimizin üzerinde dolaştı. Sonunda konuştuğunda abimin durumunu öğrendik.
- "Ahdar geldiğinde çok hırpalanmıştı. İç kanaması vardı ve nabzı çok yavaştı. Hemen müdahale ettik. Kırık yok ama zedelenmeleri var. İç kanama durdu ama yine de 24 saat boyunca müşahede altında tutmamız lazım. Kanama tekrar başlayabilir. Ağrıları olacaktır ilaçları hemşireden reçeteyi alıp tedarik edersiniz. Bir de kan vermemiz gerekiyor. Kan Grubu uyan kişiyi kan odasına alalım. Geçmiş olsun Arslan Amcam"
Neyse ki durumu iyiydi. Daha da iyi olacaksın abim. Hemen kan odasına geçtim. Fırat ağabeyim ve Safran ağabeyim burada olmadıkları için tek benim kan grubum uyuşuyordu. İki infüzyon kan verdiğimde akan kanımı izliyordum. Polat abim ve annem yanımdaydı. Güzel annem benim, evlat acısı ile birkaç saatte çökmüştü. Bize verdiği değer herkesçe bilinir ve çoğu zaman arkadaşlarımın imrendiği bir anne kız ilişkimiz vardı. Tüm çocuklarının üzerine yaşı kaç olursa olsun bir bebekmiş gibi titrerdi. Damar yolu açılmış elimi elinin üzerine koydum. Sert ve inanılır bir tonda gözlerimi serum hortumunda akan kanımdan ayırmadan konuştum.
- Andım olsun anne, bak bu akan kanım üzerine yemin ederim ki; Ahdar abime bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Ne olursa olsun onu koruyacağım ama yaptığı da cezasız kalmayacak, dedim. Elimin üzerini öpüp okşadı.
Kan alındıktan sonra bir süre uzanmamı söylediler. Başım zaten yaşananlar sebebiyle doluyken bir de kan verince dönmeye başlamıştı. Beynim devamlı anneme ettiğim yemini düşündürüyordu. Doğru olanı yapmıştım ve bundan şüphem yoktu. Bir şekilde sıyrılmam gerekiyordu bu konudan. Daha iyi olduğuma kanaat getirince kalkıp abimin odasının önüne geldim. Herkes içeriye girmişti ama ben bir türlü giremiyordum. Bir yanım hâlâ olanları kabullenemiyordu. Nasıl yapar diyordu.
İçeri girdiğimde onu öyle yüzü gözü yara kablolar arasında gördüm ya sanki dünyamı başıma yıkmışlardı. Benim adım seslerim ile onunla konuşan daha doğrusu onu azarlayıp ona bağıran herkes sustu. Bir hata ardından karşındakinden gelecek olan atağı kestirebilmek insandaki korkuyu bir nebze azaltır. Fakat kimse şu an benim ne yapacağımı bilmiyordu. Ben bile ne yapacağımı kestiremezken benden çekinmeleri en doğru olan seçenekti. Ailem benim bilinmezliğimden çekindiği için yaptıklarıma müdahale etmiyor, edemiyorlardı.
Öylece baktım ona, bana baksın "yapmadım kurban olduğum ben kıyabilir miyim hiç sana yakar mıyım seni?" desin istedim. O desin ben ondan şüphe ettiğim için utanayım istedim. Yanına gittim sustu, bekledim ona bakarak yine sustu. Ben susmadım sesimdeki kırgınlığı, öfkeyi bastırma ve saklama gereği duymadan konuştum.
- Bana hep kurban olduğum derdin, beni kendine kurban mı edeceksin şimdi?, dedim. Kafasını kaldırdı, baktı gözlerime ne dediğimi sorguladı. Kimse söylememişti henüz hükümü demek ki...
- Senin yaptığın hata bana mâl oldu Ahdar Ağa! Kan davalımızın bacısını kaçırdın. Zaten fırsat kollayan insanların eline bu kozu sen verdin!! Şimdi sen ve o kız yüzünden bana o kızın zalim abisi ile berdel hükmü kesmek için ellerinden geleni yapıyorlar!!
Bağırmadım ama bağırsam bu kadar etkili olmazdı. Gözlerinde bir kırılma gördüm hayır bir yıkılış bir parçalanmaydı. Başını eğdi yeşillerini gözlerimden kaçırdı. Kimseye boyun eğmeyen Ahdar Ağa kurban ettiği kız kardeşine boyun eğdi. - "Olmayacak!! İzin vermeyeceğim", dedi. Daha da fazlasını dinlemek istemedim. Çıktım dışarı kendimi bahçeye attım. Aldığım nefes yetmiyordu. Etraf koruma doluydu. Etrafta gezdirdim bir süre gözlerimi fakat hastanenin acil kapısının kenarında olan korumalar bize ait değillerdi. Yanlarına doğru yürürken telefonum çaldı. Polat ağabeyimin çocukluk arkadaşı Ferit abi neden arıyordu ki? Zaten iki saat önce son durum hakkında konuşmuştuk bir sorun mu oldu acaba? Telefon bir kez daha çalınca kapanmadan cevapladım. "Efendim Ferit abi", dedim.
- "Bacım ağalar Mirhanoğlu konağında toplandı hüküm verilecekmiş. Siz yoksunuz bu nasıl iştir böyle, senin hakkında ne sen ne babanlar olmadan nasıl hüküm verecekler. Deden burada ama başı kalabalık ben haber vereyim dedim", dedi. Beni çocukluğumdan beri kız kardeşinden ayırmamıştı. Şimdi de yine ağabeyliğini yapıyordu.
- Tamam ağabey ben hemen hallediyorum eyvallah, dedim ve telefonu kapatıp yönümü çıkış kapısına çevirdim. Babamı arayıp toplantıya geçmelerini dedemin tek olduğunu söyledim. Ağalar beni yok sayıp hakkımda hüküm verecek haddi kendilerinde buluyorlar demek. Bu aralar Süreyya meselesi ile uğraştığım için sesim çıkmadı diye kim olduğumu unutmuşlar. Madem öyle onlara kim olduğumu bir hatırlatayım değil mi?
Korumadan arabanın anahtarını alıp hızlıca arabaya binip çalıştırdım. Süratle konağa sürdüm. Arabayı kapıdaki korumaya verip garajdan beyaz bir araba getirmelerini söyledim. Konakta sadece çalışanlar vardı. Annemler hastanede, babamlar yolda, dedemlerde Mirhanoğlu konağındaydı. Abim ve o kız bir hatası ile bir sürü hayatı zora sokmuştu. Hızlıca yukarı kata çıktım. Odama gidip üzerimi çıkarmaya başladım. Duşa girip ılık bir duş aldım. Ilık duş ile arındığımı ve hafiflediğimi hissettim. Çıktıktan sonra giyinme odasına geçtim.
Üstü crop ceket, altı yırtmaçlı etek olan takımımı üzerime geçirdim. Gümüş tek bantlı ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ailemin mührü olan kolyeyi boynuma taktım. Sağ bileğime gümüş bileziklerimi ve kulağıma da 3'lü su yolu baget küpelerimi taktım. Burnuma hızmamı da taktım. Makyaj masasında yüzüm canlı dursun diye hızlıca rimel, eyeliner ve lip gloss sürdüm. Sürme ile bakıştım ama sonra sürmeye karar verdim. Saçımı son kez tarayıp omzumdan geriye atıp sıkı bir topuz yaptım.
Diz kapaklarıma kadar geliyorlardı ve simsiyahlardı. Beyaz Cross Body çantamı alıp içine telefonumu attım. Kapı koluna elimi attığım sırada gözüm çizim masamın üzerindeki sabah taktığım şahmerana kaydı. Elimi üzerine koyup taşlarını parmak uçlarımda hissettim. Daha fazla düşümeden alıp boş kalan sağ koluma taktım. Yine o gece karası gözler aklıma geldi. Silkelenip aşağıya indim. Koruma elleri önünde kenetlenmiş hazırda bekliyordu. Beni gördüğü gibi arabanın kapısını açıp ben girince kapatmıştı.
Çalışır haldeki arabayı Mirhanoğlu konağına sürdüm. Ben bu topraklarda hangi susan kadın varsa elinden tuttum, sesi oldum. Şimdi kendim için susarsam hanım ağalığımın ne hükmü kalır? Kadınlar normalde bu toplantılara katılamadı sadece benim toplantılarıma izin verdiğim müddetçe katılabilirlerdi. Bense bugün hakkımı aramak için bu toplantıya gidiyordum. Evet zamanında bu toplantıları bastığım zamanlar oluyordu ama bu kadınlar konusunda alınacak kararların olduğu toplantılardı. Zaten ilk zamanlar yaşımdan dolayı saygı göstermedikleri için bunlar oluyordu. Yaptıklarım ile kendimi kanıtladığımda ise bu toplantılara en başta davet edildim.
Konağın kapısındaki korumalar beni görünce önce ağalardan biri geldi sandı büyük ihtimalle çünkü arabadan ben inince duruşu kamburlaştı. Kendine geldiğinde ise ceketini ilikleyip kapımı kapattı. "Toplantı odası nerede?" dediğimde eli ile önden geçmemi için işaret etti. Emirlerime uymalarının sebebi sinirlendiğimde hele de benimle diğer ağalar arasında kıyaslama yapıldığında neler yaptığımı bilmeleriydi. İlk zamanlarda bana saygı göstermeyen bir korumanın bileğini ters çevirip karşılık veremeden kırmış olmam gözlerini korkutuyordu. Aldığım dövüş dersleri için bir kez daha dedeme teşekkür etmeliydim.
Toplantı yukarıdaki terasta yapılıyormuş. Daha önce gelmediği Mirhanoğlu konağı bana bir yerlerden çok tanıdık geliyordu. Sanki burada günlerce gezmişim ama sonra o anları bir toz bulutu yutmuş gibiydi. Ellerim taş trabzanlarda yukarıya çıktıkça uğultulu ama yüksek sesler netleştikçe netleşti. Bağırışmalar kimin sesleri olduğunu ayırt edebileceğim kadar netleştiğinde babamların sinirli sesleri kulaklarımı doldurdu. Verilen yada verilmek istenen hükme karşı çıkıyor olmalıydılar.
Topuk seslerim zeminde attığım sert adımlar ile Mirhanoğlu konağının duvarlarında yankılanmış ve ağaların merak ve hayret dolu bakışlarını üzerime toplamıştı. Fırat ve Safran ağabeyim hemen iki yanımda yerlerini almış ve ailemin geri kalan erkekleri tam karşımdaki masada bana gurur dolu bakışları ile destek oluyorlardı.
Üzerimde hissettiğim bir çift delici bakış ile mavilerimi masanın en başında iki eli masanın üzerinde ayakta duran gece karası gözlerin sahibine sabitledim. Gece karası gözlerine bakarak tane tane söyledim.
- Madem bir kadın hakkında hüküm verilecek o hükmü ben koyarım. Yıllardır öğrendiniz mi ağalar!? Ne zaman hanımağa olduğumu unuttunuz?
Sözlerim gözlerine baktığım adamaydı. Lakin lafı ortaya söylemiştim. Hepsi göz göze bakışmış en son içlerinde babam yaşlarında ve yaşı büyük olanlardan Nasuh Ağa lafı devralmıştı.
- "Senin burada olman doğru değildir İhra Hanım. Burası ağalar meclisidir." dedi. - Burası ağalar meclisi ve konu benim. Asıl burada olması gereken de benim, dedim. Sözlerimin ardından dedem ağzını açtı ve Nasuh Ağa'ya hitaben konuştu ama sözleri tüm ağalar için geçerliydi.
- "Ve karşındaki hanım değil hanımağa Nasuh! Hanımağan ile nasıl konuşman gerektiğini unutma yoksa toplantının konusu saygısızlığına kesilecek ceza olur!"
Nasuh Ağa benden büyük olabilirdi ki saygım her zaman bana verilen hanımağa sıfatından önce gelmişti. Fakat bana öğretilen ilkelerde yaşımdan dolayı da olsa saygısızlık asla kabul edilemezdi. Bende bana yapılan saygısızlığı asla kabul etmezdim. Büyüdüğüm coğrafyada ağalara ve hanımağalara saygı yaşa bakmaksızın olurdu. Ancak bu erkekler kadınlardan her zaman üstündür teorisi ile yıkanmış geri düşünceli beyinler bu saygıyı hanımağalara kolay kolay sunmuyordu.
Dedemin sözlerinden sonra kim ne dediyse lafımı söylemiş ve hepsini yerlerine oturtmuştum. Hiç konuşmadan sadece hareketlerimizi dinlyip ve söylediklerimi ve verdiğim tepkileri inceleyen Mir Mirhanoğlu söze başladı.
- "Söyle sen ne istersin Hanımağa? Ne hüküm istersin de bunca ağaya kafa tuttun?" dedi. Herkes iki dudağım arasından çıkacak sözü bekliyordu.
- Ben berdel yapmam kanımdan olanın kanını da döktürmem! Sürgün edilsinler. Mal mülk hiçbir şey verilmeden sürgün edilsinler. Soyadlarının bütün getirilerinden muaf kılınsınlar ve bu topraklara bir daha adım atamasınlar. Hükmüm budur!
Çatık kaşları iyice çatılmış ürkütücü bir hal almıştı. Ama geri adım atmayacaktım. O da atmayacaktı. Beni öyle bir yerden vurması gerekiyordu ki bu hüküm son çare haline gelsin ve ben berdeli kabul etmek zorunda kalayım.
- Eğer kan davası bitsin istemiyorum dersen o da kabulüm fakat ben asla seninle veya senin soyundan biri ile evlenmem Mirhanoğlu.
Son sözüm de bu oldu. Fakat bu kelimelerimin bitmesinden değildi bu onun beni can yerimden vurmasındandı. Beni susturan onun açtığı video kaydıydı. Videoda bir adam sırtı dönük bir şekilde kadrajı kapatıyordu. Arkasını döndüğünde canım, sevdiğim, sevgilim...
Benim tüm sıfatlarımın karşılığı olan adam Ferzan'ım vardı. Videodaki yer bir odaydı ve sanki daha önce gittiğim bir yermiş hissi veriyordu. Hafif yana kaydığında uzun bir saç ve ince bir bel göründü. Bir erkeğe ait olamayacak kadar narin bir bedendi. O beden yaklaştı, yaklaştı ve sevdiğim adamı, benim bakarken bile kıyamadığım, yanağını öperken bile içimin gittiği adamı ismimin en çok yakıştığı dudaklarından öptü. Benim Ferzan'ımı öptü...
En acısı da ne biliyor musunuz? Ferzan onu itmedi. Sevdiğim adam o koca ellerini o kızın ince beline koydu. Beni yıktı, beni yaktı, beni öldürdü hayır öldürmekten beter etti. Kalbim sanki çığlık çığlığaydı da kulağıma gelen haykırışlarla ellerimi kulağıma bastırmak istedim. Dışarıdan gelmiyordu bu haykırış, benim yüreğimin her zerremin haykırışıydı. Videonun sesi yoktu ama ben çok şey duydum. Onunla olan tüm anlarımızı zihnim bana işkence çektirmek ister gibi tekrar tekrar takılmış bir plak gibi oynatıyordu.
- "Mavi'm üşüyeceksin niye bu kadar ince giyindin ki?" diye sitem edip ceketini bana verdiği 2. yılımızdan bir ses...
- "Sevdiğim gel artık yağmurun altında çok kaldın hasta olacaksın." dediği 3. yılımızdan bir ses...
- "Annem dünden razı hemen gelip seni istemeye de gelinim ne zaman isterse herşey o zaman olacak diye seni destekliyormuş." diye bana ve annesine sitem ettiği 4. yılımızdan bir ses...
- "Ben artık dayanamıyorum be gül güzelim. Her gün, her sabah, her akşam, her an yanımda ol istiyorum. Benimle ol benden hiç gitme istiyorum. Ben seninle yıllar değil bir ömür paylaşmak istiyorum. MAVİ'M BENİMLE EVLENİR MİSİN!?" dediği ve en çok canımı yakan bu seneye, 5. yılımıza ait olan bana evlilik teklifi ettiği anın sesi...
Bedenim her yıla ait bir ses duydu, her sese bin acı hissetti. Bedenim sanki bir başak tanesi gibi rüzgarla savruluyordu. Videoyu ben dışında bir tek iki yanımdaki Fırat ve Safran ağabeyim görüyordu. İkisine de baktığımda anlamaz şekilde telefona bakıyorlardı. Hafif yana kaydığımda ekranın siyah ekran olduğunu bu yüzden videoyu izleyemediklerini farkettim. Bu iyiydi çünkü şu anda onlara bir açıklama yapamazdık. Benimse iki elim yumruk olmuş tırnaklarım avuç içimi deşiyordu.
Tam önüne gelip elindeki telefonu aldım. Videoyu kendime atıp ondan hem videoyu hem numaramı sildim. İşim bittikten sonra sert bir şekilde telefonu göğsüne çarptım ve o elini elimin üzerine koyduğunda bir elektrik akımı bedenimi sardı. Elinin içinde elim görünmüyor ve kalp atışı avucumun içinden hissediliyordu. Buydu işte beni vuracağı en büyük koz buydu.
- Bir gün mühlet istiyorum. Yarın hükmünü bizzat ben kendim vereceğim ve habercilerim ile duyuracağım, dedim. Eğer gerçekse bu izlediğim ve bir açıklaması yoksa ne yapacağım belliydi.
Ama nasıl hissetmem gerekiyordu? Yakıp yıkmam mı yoksa ağlayıp acımı kabullenmem mi gerekiyordu? Peki benim bu içimdeki boşluk hissi de neyin nesiydi?
Elimi Mirhanoğlu'nun göğsündeki elinin arasından, gözlerimi gözlerinden çektim. Geldiğim yolu geri yürürken yapacağım yüzleşme zihnimde oyununu başlatmış karakterler rolüne başlamıştı. Bir senaryoda ona vuruyor canını acıtmak için elimden geleni yapıyordum. Diğer senaryoda ise ağlıyor sadece ondan hesap soruyordum.
Telefonumu çıkarıp onlarca arama içerisinden onun numarasını buldum. Konuşmak nefesini bile duymam istemiyordum şu an. Oysa ki nefesi, sesi, kokusu, gülüşü her zerresi benim izlerken zamanı durdurmak istediğim, sadece bana özel kılmak istediğim en kıymetli hazinemdi. Ben, bana özel kılmak isterken sen başkasına mı sundun gülüşünü, kokunu, sesini, gamzeni Ferzan...
Mesajlara girdim en son konuştuğumuz güzel mesajlara gölge düşmüştü. Ben o mesajları okurken karnımdaki kelebekler durmadan uçuşuyordu. Şimdi neredeydi o kelebekler? BEN: Video BEN: Bir açıklaman varsa Maşuk tepesine gel, eğer yoksa sakın gelme Ferzan. Ben bile ne yapacağımı kestiremiyorum bu sefer..
Arabamı son sürat Maşuk tepesine sürdüm. Sanki ne kadar hızlı sürersem o kadar hafifleyecekmişim gibi geliyordu. Kısa bir süre sonra tepeye geldim. Rüzgar topuzumdan çıkan küçük saçlarımı yanağıma savuruyordu. Ellerimi iki yanımda açtım. Rüzgârın bedenimi sarmasına izin verdim. Alsın götürsün istedim tüm yüklerimi, içimdeki yangını söndürsün istedim. Bekledim bekledim ama o gelmedi.
Hava karardı ama gelmedi. Hiçbir şey de yazmadı. Sabah oldu ama ben belki gelir diye bekledim. Kimi kandırıyorum ki ben içimde olmayan son umut zerresi ile gelir fikrine tutundum. Ama ne Ferzan geldi ne de içimdeki boşluk hissi kapandı.
Sabahın ilk ışıkları ile Mardin sokaklarında bir haber yankılandı. İnsanlar bu habercinin sesi ile uyandı. Kimi mutlu oldu yıllardır süregelen husumet bitti diye, kiminin içi yandı hanımağasına...
Sonra bir zılgıt bir ağıt tüm Mardin'e ulaştı. Herkes kapılara, camlara çıktı. Hanımağaları en yüksek tepede Maşuk tepesine feryadını acısını dile getirdi. Bir zılgıt çekti ki İhra Nova tüm doğu kadınları ayaklandı. Önce Zadeoğlu konağında Şeyran Hanım torunu, Menevşe Hanım biricik kızı, Çiçek Hanım biricik görümcesi kız kardeşi için ağıt yaktı. Sonra Mirhanoğlu konağı kadınları hanımağalarının acısına eşlik etti.
Sevdan Hanım gelinine, Mihriban Hanım kızı yüzünden kurban edilen gelinine, Mihrimah ve Mihri hiç tanımadıları ablaları yüzünden hayatı kararan yengelerine, Rema eltisine ve bu güne kadar saygıyla bağlı olduğu doğulu kadınların sesi olan hanımağasına acısında eşlik etti..
Bir bir arttılar. Mardin, Ağrı, Erzurum, Gaziantep, Şanlıurfa, Kars, Van,Bitlis, Adıyaman, Şırnak... Haberi alan bütün doğu kadınları başlarına siyah yazmalarını takıp zılgıtlarını hanımağalarına ulaştırdılar. Bu "Sen bizim yanımızdaydın şimdi biz senin yanındayız, sen bizim elimizi tuttun şimdi biz senin elini tutacağız!" demekti.
Bugün doğunun kadınları hanımağaları için baş kaldırmıştı. Ne kocalarından ne babalarından kimseden korkmadan, büyükten küçüğe bütün kadınlar varlıklarını ilan etmişti.
Ben İhra Nova Zadeoğlu, 17 yaşımda Hanımağa oldum; Doğu kadınlarının sesi oldum, 18 yaşımda Doğu kadınlarına, kızlarına kardeş oldum, 19 yaşımda kadınlar için yaptıklarım ile Asi Hanım oldum, 20 yaşımda küçük yaşta evlenmeye zorlanan kızlara abla, anne oldum,
Ben İhra Nova Zadeoğlu, 21 yaşımda kariyerim ve sesi olduğum kadınlardan başka hiçbir gayem yokken, en sevdiğime kurban oldum... Ben bu acımasız töreden koruduğum o kız çocuklarından ve kadınlardan biri oldum...
Ben artık Kurban edilen Hanımağa oldum ve bu zılgıtlar benim sesi kesilen kadınlarımın, kızlarımın benim için haykırışı...
🌏Bölüm nasıldı? 🌏Biraz geç oldu ama olsun. Güzel oldu bence içime sinen bir bölüm oldu. 🌏 Okuduktan sonra beğendiğinizi belirtip bölümü oylarsanız çok güzel olur. Güçlü doğulu bir kadın yazmak istiyorum doğulu bir kız olarak umarım başarıyorumdur. Seviyorum sizleri yeni bölümlerde görüşmek üzere...
Yağmur Ö. |
0% |