@ymaiii0
|
13.07.2021 (Beran Şanışer: )
Önümüzde uçsuz bucaksız Mardin manzarası vardı. Ama hangimiz izliyorduk ki?
Uçuşan saçlarını devamlı ince uzun parmakları ile yüzünden çekiyordu. Bu kız benim herşeyimken kendinden beni mahrum edendi. Ben bu kıza mahkumdum ama bu esaret çok güzeldi. Şimdi beni serbest bırakamazdı.
Hani bir mahkum cezaevine girdiğinde ilk bir sarsılır, birkaç gün ne yapacağını şaşırır. Sonra zamanla alışır. O ortama, oradaki insanlara, oranın yaşam tarzına ve birde mahkûm yaşamının sınırlarına. Sonra yıllar geçer belki cezası biter, çıkıyorsun derler ona. İlk mutlu olur valiz hazırlar. Sonra beraat günü geldiğinde dışarıya özgür hayata ilk adımını atar. Gökyüzünü gördüğünde, dışarıdaki insanları izlediğinde; mesela bir otobüse bindiğinde afallar. Alışmıştır çünkü esarete, özgürlük hissini yitirmiştir artık, alışılmışlığı dışıdır.
Böyleydi işte benim esaretim. Ben çocukluğumdan beri bir çift mavi göze mahkumdum. Kız kardeşim en büyük tutkumdu. Sonra birşeyler oldu ve ben onu yitirdim. Bir kez daha anladım ki ben herşeyi onunla yapmışım. Onsuz tat tuz alamaz olmuşum.
Şimdi yanımda ama sanki çok uzağımda. Nasıl yaklaşmam gerektiğini kestiremiyorum. Onu korkutmak istemiyorum. Benden korkmana dayanamam kardeşim.
Bileğinde her zaman toka olurdu ama şu an yoktu. Saçları huylandırmış olsa gerek burnunu karıştırmıştı. Çok tatlı bir görüntüydü. Seyrine doyulmazdı. Yaslandığım arabanın kaputundan kalkıp arabanın sürücü kısmındaki yolcu koltuğunun önünden torpidodaki tokayı aldım. Yavaş adımlarla arkasına doğru ilerledim. Narince saçlarını avuçlarımda topladım. Dörde ayırıp ilgiyle örmeye başladım. Mısır örgüsü yıllardır İhra'ma yaptığım bir örgüydü. Yanıma elinde tokasıyla gelip az şirinlik yapmazdı. Derin nefes aldım, derin nefes aldı. Omuzları düştü. İşte bu kadardı. Bana karşı ördüğü duvarlara bir kapı açtı. Duvarı yıkmadı, yıkmak zaman alacaktı.
Yanına geçtiğimde rüzgar bizim tarafımıza esmeye başlamıştı. Ellerini kollarına sardığında ceketimi çıkarıp omuzlarına bıraktım. Zaten üzerimde kazak vardı. Gözlerime uzun zamandır yapmadığı şekilde baktı. Eski İhra'm gibi. Dayanamadım, tuttum kolundan çektim bedenini. Kollarım arasına aldım küçüğümü. Burada güvendesin dedim bir nevi. Sırtımda ellerini hissettiğimde daha sıkı sardım bedenini. Sarsıla sarsıla ağladı. Aslında ağlamadı da bana derdini anlattı. Biz konuşmadan da anlaşabilirdik. Nedensiz kaldığını kesik nefesler aldığını hissettiğimde farkettim. Kollarımdan istemesem de bedenini ayırdım. Ama hâlâ ellerim kollarındaydı. Sanki bıraksam kaybolacaktı. Bir şeyi farkettim oda benim kazağımı tutmuştu...
Çocukluğumuzda gitmemden korktuğunda yaptığı gibi...
Kollarındaki elimi eline indirdim. Elini tutup arabaya çektim. Nereye götürsem beni takip ediyor, adımları adımlarıma ayak uyduruyordu. Kapısını açıp onu ön koltuğa oturttum. Kendim oturmadan önce bir dal sigara çıkardım. Kaputa yaslanıp çakmağı ateşledim. Çıkan sigara dumanını içime çektim. Sigarayı dudağımdan çekip dumanı dışarı bıraktım. Ciğerim bu zehire alışık değildi. Canım yandığında içerdim. Bu aralar çok sık içer olmuştum. İhra'mın karşısında içmezdim ama bu yüzden kaputa oturup sırtımı ona dönüp içiyordum. Düşünmekten sadece iki kez zehrini içime çekebildiğim dal ateşten küçülmüştü. Derin bir nefesle son zehri de içime çektim. Dumanı burnumda dışarı bıraktım. Böyle daha çok yakıyordu. Aklımı kurcalayan fikirlerden uzaklaştırıyordu. Sigarayı yere eğilip söndürdüm ve cebimdeki sigara tablasına izmaritini yerleştirdim.
Diğer cebimden de parfüm ve naneli şekeri çıkardım. Sigara kokusunu sevse bile nefesi daralırdı. Ayrıca beni böyle görmesini istemiyorum. Naneli şekeri ağzımda çevirirken biraz daha rüzgara karşı durdum. Koku üzerimden az da olsa silindiğinde arabaya geçtim. Gözleri üzerimde olan kardeşime bakamadım. Sevmiyordu içmemi, biliyordum. Ne olur ne olmaz diye kendi tarafımdaki camı indirdim. Arabayı çalıştırıp toprak yoldan ayrılıp ana yola çıktım. Yemek yemiş miydi bilmiyorum. Dizlerinin önünde olan torpidoyu açıp içerisindeki poşedi çıkardım. Dizlerine bıraktığımda poşede dokunmadı.
- "Ye lütfen güzelim. Yol uzundu tek lokma yemedin aç kalma zaten yüzün kaşık kadar kalmış!"
Gözlerini sıkı sıkı yumdu, yutkundu. Poşeti kurcalayıp içinden benim en sevdiğim çikolatayı aldı. Paketi yavaşça açtı ve bana uzattı. Bir ısırık aldım ve yedim. Sonra yandan ona baktım, kalan çikolatadan yiyiyordu.
Telefonuma bildirim sesi düştüğünde hafif bir gülümsedim. Tek elim ile direksiyonu çevirip sağa saptım. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun sonunda gelmek istediğim yere vardım. Arabayı yolun ortasına parkı edip anahtarı çıkardım. Kapımı açıp çiçeklerle süslü büyük bahçeye adımladım. Peşimden açılan kapı sesi ile burnumdan güldüm. Bu bahçeye hayır diyemeyeceğini biliyordum küçük hanım.
Ben durup onu izlemeye başladım. Çiçeklere ellerini narince değdire değdire geziyor arada eğilip kokluyordu. Biz küçükken bir masal anlatırdı yadem. Yade babamın babannesiydi.
Bir çiçek varmış çok eskiden. Umut bahçesinin çiçeğiymiş. Umut bahçesi her çiçeğin yaşam koşullarını barındıran bir ortama sahipmiş. Yani kaktüste yetişirmiş, manolya da, zambakta.
Ama bir çiçek varmış ki bu bahçedeki tüm çiçeklerin özü, yaprağı, kokusu herşeyi bu çiçekte bir olmuş. Bu çiçek dünyanın hatta kâinatın en güzel çiçeğiymiş. Dünyadaki var olan her bitki bu çiçeğin varlığı ile güzelliğini koruyormuş. Bir gün kalbi taşlaşmış bir varlık onu sırf güzelliği için kopartığında dünyadaki tüm çiçekler hem umut bahçesine hem de tüm toprağa küsmüşler. Eski güzelliklerini kaybedip daha sıradan çiçekler olmuşlar. Bir efsaneye göre ise bu çiçek her bir özünü aldığı çiçeklere yaşayabilmeleri için geri verilmiş. Bu çiçek kendi solarken bile diğer çiçekler solmasın diye kendindeki son parçaları feda etmiş.
İhra bu hikayeyi ilk dinlediğinde büyülenmişti. Her çiçeği sadece yapraklarını okşayarak sever artık koparmaz olmuştu. Odası taze çiçeklerin olduğu vazolarla dolu olan kızın odası taze çiçek saksıları ile dolmaya başladı. Çiçeklere aşık bir kızdı. Umut bahçesinin en güzel çiçeğinin ise insanların kalplerinde yer edindiğine inanırdı.
Bende o çiçeği bir gün Gül reçelim'e vereceğime inanırdım. Söz vermiştim hatta çok küçükken...
Bugün ben o çiçeği gül reçelim'e vereceğim...
Sakin adımlar ile yanına adımladım. Elimde arkamda sakladığım çiçekten tacı güzel saçlarının üzerine yerleştirdim. Kendi ellerim ile yapay çiçeklerden yapmıştım. Küçükken gerçek çiçeklerle yaptığım için küçük hanımdan az azar işitmiyordum. Arkasını dönmeden eli ile başındaki taca dokundu. Tacın bazı yerlerini inciler ile süsleyip incileri hafif sarkıttığım için saçlarına dağılan inci bağları vardı. Simsiyah saçlarına çok yakışmıştı.
Arkasını döndüğünde yüzünde muhteşem bir gülümseme vardı. Elimi uzattım ama içimde bir korku vardı. Ya tutmazsa diye düşünürken avucumda bir soğukluk hissettim. Sonra o soğukluk elimi sardı, kardeşim elimi tuttu. Az önce onun yüzünde olan gülümseme şimdi benim yüzüme yayıldı. Ben ne ara bu kadar duygusal oldum.
Elinden tutup bahçeyi yürüdüm. Bahçeden gözlerini alamıyordu. Acaba gerçek hediyeyi görünce ne yapacaktı. Bahçenin ortasında geldiğimizde cebimden fular çıkardım. Gözlerini kapattığımda bana engel olmadı. Bunun adı koşulsuz güvendi...
Bir yandan sağa sola diye yönü tarif ederken bir yandan da bir elim belinde bir elim elinde İhra'yı tutuyordum. Bina görüş açımıza girdiğinde etrafa kısa bir göz gezdirdim. Herşey istediğim gibi olmuştu. Ellerini bırakıp gözündeki fuları açtım. İlk gözlerini kapatıp ışığa alıştırdı. Gözlerini açtığında şaşkınlıktan mı yoksa sevinçten mi bilmiyorum elleriyle dudağını kapattı. Bir damla yaş göz pınarından firar etti ardından bir hıçkırık boğazından koptu.
Kollarını belime sarıp içli içli ağladı. Ağlamasının bitmesini bekledim. Burası ona verilecek en güzel hediyeydi. Burası İ&K Kadın Sığınma Evi'ydi. Koruyamadığım miniğim adına, kadınları korumaya ant içen kadınlara ses olan kardeşim adına bir kadın sığınma evi.
Kırlangıç Şanışer ve İhra Nova Zadeoğlu. İ&K Kadın Sığınma Evi.
Benden ayrıldığında elleri titriyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ve burnunu çekiyordu. Ne kadar saklasa da hala küçük bir kız çocuğu gibiydi. Ellerimi yanaklarına koyup konuştum.
- "Her zaman aklındaydı burası biliyorum. Sen yokken herşey boştu. Hiçbir şeyden keyif almıyordum. Uyku uyuyamıyordum. Sonra senin odana gittim. Orada bir plan buldum. Kırlangıç Kadın Sığınma Evi yazıyordu. Çok ağladım o gece odanda be İhra'm. Seni paramparça eden bendim ama sen yine benim kardeşimi düşünmüştün. O gün bana bir hayat enerjisi geldi. Hemen o gün burayı inşa etmeye başladım. Herşey senin yapığın gibi oldu. Sadece kadınları değil çocukları da düşünmüşsün. Ama oranın çizimi tam değildi. Şimdi şuradaki boyaları al ve küçük kızlarımız için bu binayı yuva yapalım. Kırlangıç Kadın Sığınma Evi değil İ&K Kadın Sığınma Evi olsun burası."
- Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Burası benim hayalimdi. Biliyorsun ben kadınların kendi potansiyellerinin farkına vardıklarında her birinin çok güçlü olacağını düşünüyorum. Burasının kadınlara potansiyellerini bulma yolunda ışık olmasını istedim. Milyonlarca kadın ve kız çocuğu katledilirken ben duramıyordum. Elimden geldiğince doğu kadınlarını hakimiyetim altına aldım. Bu yüzdendir savaşım. Gelecek anneler, kız çocuklarıdır. Su gibi düşün onları. Su olmadan çiçek büyür mü? İyi ki benim abimsin Beran. Hangi sevabımın karşılığısın bilmiyorum ama iyi ki varsın. Kendini suçlu hissetme sakın. Bunlar senin suçun değildi. Yaralı kadınlar var bu dünyada işte senin annen de bu kadınlardan birisi ve ben onun yaşadığı şeyleri duyunca kaldıramadım. Susmak beni çıldırttı. Delirdim. Beni kadınların sesi iken bir kadının yaşadıklarını bilip susmak çıldırttı. Sen çok güzel bir adamsın. Ben seni görmek istemedim çünkü, çünkü beni her görmeye geldiğinde gözlerinde bir acı bir kırgınlık vardı. Ne o gözleri deli dolu görmeye alışığım. Beran ben beni her gördüğünde biraz daha kendini yitirme diye seni görmek istemedim. Beni her arkanda bırakıp buraya döndüğünde o klinik bahçesinde kendinden bir parça bırakma diye seni kendimden uzaklaştırdım. Özür dilerim abi. Ben senden ayrı kaldığım her gün sana biraz daha bağlandım. Özür dilerim seni bensizlikle, kendimi de sensizlik ile sınadığım için. Çok özür dilerim ne olur beni affet."
Hem ağlayıp hem içini dökmesine dayanamadım. Demek bu yüzdendi o dedikleri. Bu yüzdendi beni görmek istemeyişi. Hepsini unutacağız. Tüm yaralarımızı saracağız.
- "Yaralarımızı saracağız güzelim. Kendi yaramızı sararken başka kızların kadınların da yaralarına derman olacağız. Ben annemle gurur duyuyorum. Babamın anneme olan aşkı ile sevdası ile gurur duyuyorum. Ben onların çocuğuyum. Seyhun Şanışer'in oğluyum. Bunu biliyorum. Beni büyüten adam benim hayran olduğum adam, işte o benim babam. Hadi gel bakalım. Şimdi gülümsüyoruz ve kızlarımıza çok güzel bir yuva yapıyoruz. Seç bakalım hangi renkler olsun?"
- Mavi, pembe, gri ve lila tabii ki. Buda soru mu Beran." diye tatlı tatlı çıkıştı. Kovaların kapaklarını açtığında söylediği renkleri görünce koluma yumruğunu geçirdi. Ulan eli de ağırdı zalimin kızının.
Elini bu sefer o uzattı. Ama yaptığı yüzüme pembe boya sürmek oldu. Kaşlarımı çatıp ona baktım. Hemen dudaklarını büzüp şirinlik yapmaya başladı. Biliyordu işini hanımefendi. Çaktırmadan parmağımı mavi boyaya daldırıp İhra'nın yanağına ve burnuna sürdüm. Dudaklarını büzüp bakmakla yetindi. Çünkü devam ederse bende devam ederdim. Ağır olan boya kovalarını içeri taşıttırmıştım. Sadece küçük boyalar ve fırçalar kalmıştı. Ben boyaları aldım ve ona da kaşlarım ile fırçaları işaret ettim. Beraber içeri girdik. İlk önce içeriyi gezdik. Her bir alana gözlerinin içi gülerek bakıyordu. Bu da paha biçilemezdi.
Kızlar için ayrılan bölüme geldiğimizde boya fırçalarını yere bırakıp zıplaya zıplaya etrafı dolandı. Heyecanla her bir yeri dolanıp neler yapabileceğimizi anlatıyordu. Gerçekten zıplıyordu. Acaba gerçekten delirdi mi lan bu kız?
Hangimiz sağlamdık ki? Hepimiz kafadan kırığız.
Elime boyaları alıp duvarı boyamaya başladım. Yaklaşık üç saat sonra iki duvar bitmişti. Yan tarafıma baktığımda gördüğüm duvar nefes kesiyordu. Merdiven üzerinde son rötüşları yapılan çizim bir efsaneydi. İhra'm duvara bir kelebek ve o kelebeğin her bir kanat kıvrımını çiçeklerle çizmişti. İşi bittiğinde ise en alta imzasını atmıştı. Ama duvarın ortasında olan çizimin kenarları çok boş duruyordu.
- "Çizim bir harika olmuş kardeşim. Bence kenarları da çiçeklerle süsleyebiliriz. Çok boş olmaz mı?"
- Hayır abi orası bizim değil buranın sessizliğine ses katacak küçük çiçeklerimizin doldurması için. Her birinin el izi burayı süsleyecek. Burası umut bahçesinin küçük tohumlarının duvarı olacak. Bu kelebek onların özgürlüğünü temsil ediyor içindeki çiçekler ise varlıklarının güzelliği ve narinliğini. İkisi bir araya geldiğinde ise bu muazzam görüntü ortaya çıkıyor. Burası umut bahçesinin ta kendisi olacak eminim. Çünkü umut bahçesini tohumlar burada olacak. Kırlangıç'ım umarım bizi görüyor ve duyuyorsundur. Bak sana verdiğim sözü tuttum. Artık kadınlar ve kızlar burayı yuvası bilecekler. Sen bizi cennet bahçelerinde bekle miniğim. Bizde burada sana bir umut bahçesi yeşerteceğiz." dedi. İkimizin de gözünden bir damla yaş aktı. Burası artık bizim değildi.
Burası evsiz, kimsesiz, kırgın, kızgın ve daha nicesi olan kadınların yuvasıydı. Burası artık solmasına izin vermeyeceğimiz küçük kız çocuklarımızın yuvasıydı. Onlar birer çiçek ve tohumdu. Burası da onların umut bahçesi.
Dışarı çıkıp kapıyı kilitledik. Arabaya binmeden önce son kez tabelaya baktık. Sessizce bir fısıltı İhra'nın dudakları arasından döküldü.
- Rabbim yer, gök şahit olsun ki var olduğum sürece burası ayakta kalacak. Herkes duysun hanımağa geri döndü. Eskisi gibi değil, daha güçlü döndü. Artık beni kimse yıkamaz. Bu topraklar kadının sesine kulak kesilsin. Çünkü biz duymayana sesimizi duyurmak için herşeyi yapacağız!
..........11. Bölüm Sonu..........
🦋Bölümle ilgili düşüncelerinizi alayım. 🦋Bu bölümü yazarken çok gözlerim doldu, burnum sızladı. Minik Narin'imize ve bebek Sıla'mıza ifhat ediyorum bu bölümü. Rabbim sizi cennet bahçelerine alsın. Size bunu yapanlar, yaptıklarını çekmeden ölmesinler.
Katledilen Her Bir Kadın Ve Kızımız Adına... Yağmur Ö. |
0% |