Yeni Üyelik
4.
Bölüm

♦ Bölüm 3 ♦

@yooshien

Sonunda patika yoldan çıkıp şehrin sokağının girişine gelmiştim. Derin bir nefes aldım, fazla stresli bir geziydi benim için. Şehirde yürürken tezgahlara göz atıyordum. Bu çöplük içinde işime yarayacak bir şey bulma umudum gerçekten takdir edilmeliydi. Kamp kocaman bir çit ile çevrilmiş haldeydi. Bir süredir bu savunma şekli bizi koruyordu. Sokaklarda ışıklandırmalar yok denecek kadar azdı. Havanın kararmasına az bir zaman kalmıştı. Hızlıca eve geri dönmem gerekiyordu. Hava karardıktan sonra kimsenin dışarıda dolaşmasına pek izin verilmezdi. Güvenlik açısından riskliydi. Vampirler için güneş ışığı öldürücü bir etki yaratmıyordu ama onları güneş ışığında kolay kolay göremezdiniz. Henüz zayıf noktalarının ne olduğunu çözemedik ama kalplerinden hasar aldıkları zaman öldüklerini biliyordum.

Alexlerin evine doğru yaklaştığımda şansıma onunla evden çıkmadan önce denk geldim. Birkaç metre öteden beni görünce heyecanla elini sallamaya başladı. Arkadaşımı halen 8 yaşındaki o küçük çocuk gibi görmek beni mutlu ediyordu. Elimdeki sepete ona göstererek heyecanını biraz daha arttırmaya çalıştım ve işe yaradı tabii ki. Bu çocuk asla büyümeyecekti.

"Buraya gel elmalı turta!" diye kollarını kocaman açtı. Yanına vardığımda bana sıkıca sarıldı. "Seni kastetmemiştim Grace Harper. Bana hemen elmalı turtamı ver!" diyerek sepeti elimde çekiştirdi. Ne centilmen ama değil mi? Sepeti açtığı gibi turta dilimini görünce yeşil gözlerinin nasıl parladığını gördüm. Alex böyleydi acıkınca onu tanımak gerçekten çok güçleşirdi. Yemek onun için her şeydi. Kocaman bir ısırık alıp sepeti bana geri uzattı. Bazen onun bir vampir olmadığı için şükrediyordum.

"O kadar kibarsın ki. Umarım tekrardan turta yaptığım gün bu anıyı hatırlarım. Anlaşılan bir sonraki sefere turtanın zehrini daha fazla koymam gerekiyor." diyerek sinsi sinsi sırıttım. Önce suratıma şaşkın bir ifadeyle baktı. Konuşmak için ağzını açtığı sırada turta hamurunun genzine kaçmasıyla boğulması bir oldu. Bi kaç dakika öksürdükten sonra peşine bir kahkaha patlattı. Öyle aptaldı ki bende kendimi tutamadım ve onun kahkahasına eşlik ettim.

"Grace sen bir karıncayı bile incitemezsin. Hele ki beni asla... Bana bir şey olursa minik bahçen için yeni tohumları sana kim getirecek?" sanki bütün dostluğumuz birkaç tohuma bağlıymış gibi.

"Üzülme Alex. Unutma ki param var ve gidip birilerinden satın alabilirim. Yani arkanı kollasan iyi edersin. Bir bakmışsın cadı sana zehirli elmayı yedirmiş." bana hadi canım oradan bakışı attıktan sonra turtasından bir ısırık daha aldı. Arkadaşımı görmeyeli bayağı zaman olmuş gibiydi, yüzü çok yorgun ve farklı geliyordu. Yorgunluktan göz altları biraz çökmüş, sarı saçları uzamış ve birbirine karışmış bir haldeydi. Anlaşılan bu ara gerçekten dinlenmeye pek zamanı yoktu.

"Nereye gidiyorsun? Yani acilse sonra da gelebilirim." Kampın ordusunda olduğu için işleri her zaman çok yoğundu. Ne de olsa liderin oğluydu. Sürekli yapacağı bir iş çıkıyordu. Babamın dün söylediklerini düşününce yoğun bir tempoda olduğuna emin oldum.

"Acelesi yok. Ramona ile bulaşacaktık." Ve tabii ki nasıl unutabilirim. Ramona Alex 'in heykel gibi kusursuz sevgilisi ve bu dünyada benden en çok nefret eden kişiydi. Eğer biri beni öldürmek için bir dilek tutacak olsa bu kişi kesinlikle Ramona olabilirdi. Onu da anlıyordum sonuçta erkek arkadaşıyla yakın arkadaştım ama defalarca kez açıklamamıza rağmen bu kıskançlık üzerine ısrar etmesi, onunla dostluğumuzu başlamadan bitirmişti. Üstelik ilişkilerinden beri Alex ile olabildiğince az görüşmeye çalışmama rağmen, sevgilisini elinden almaya çalışıyormuşum gibi bir paranoyaya sahipti.

"Lütfen onunla bulaşacaksan beklemeden git Alex. Geç kalma sebebini benden bilsin istemiyorum." biraz keyfim kaçmıştı. Bir huzursuzluğu da kaldıracak durumda değildim. Evde yeterinde kaosa sahiptim. Ramona ile karşı karşıya gelmek isteyeceğim son şey olabilirdi.

"Fazlasıyla saçmalamaya başladın Grace. Biz arkadaşız bunu hiçbir şey değiştiremez." elini kafama koyup küçük bir çocuğu severcesine saçlarımı sağa sola dağıtmaya başladı. Bundan nefret ettiğimi çok iyi biliyordu. "Anlat bakalım evde durumlar nasıl?" diye devam etti. Bu soruyu neden sorduğunu az çok tahmin edebiliyorum. Alice ile aynı birlikte çalışıyorlardı. Onun ne kadar gergin olduğunu ve bu süreçte beni ne kadar yıpratabileceğini çok iyi biliyordu.

"Babam fazlasıyla gergin bilirsin bu saldırı olaylarından dolayı, eve sürekli endişeli geliyor. Lisa ise her zamanki ergenliklerini yapıyor, bazı günler onu kontrol etmek çok zor oluyor ama idare ediyoruz. Alice ise... Alice'lik yapıyor. Pek parlak bir şey yok aslında." canımın ne kadar sıkkın olduğunu hissetmiş gibi kollarını açıp sıkıca bana sarıldı. Başıma ne zaman kötü bir şey gelse sırdaşım, ilacım her zaman o olmuştu. Çoğu derdimde yanımda ne babam ne Alice vardı. O iyi bir dost olmak için elinden geleni yapıyordu. Tabii bende bunun için elimden geleni yapıyordum. Aile üyelerimden, özellikle ablam, daha çok ailem gibiydi.

"Alex Nicolas Ward!" diye arkamdan bir nida yükseldi. Bu sesi biliyordum bu öfkeyi biliyordum. Şu an en son ihtiyacım olan şey bu sesin sahibiyle karşı karşıya gelmekti.

Ne demişler bir şeyi ne kadar çok tekrar edersen o şey gelir seni bulur. Benimki de o hesap olabilir. Tam o anda buhar olup uçmak istedim. Arkamı döndüğümde karşılaştığım yüz elbette Ramona'nın yüzüydü. Onu görünce kıpkırmızı oldum. Çünkü gerçekten çok yanlış anlayabileceği bir halde onunla denk gelmiştik. Esmer tenine rağmen öfkeden kızardığı yüzü belli oluyordu. Hiçbir şey yapmamıştım ama nedense vücudumu bir pişmanlık duygusu kapladı.

"Hoş geldin güzelim, bende tam senin yan..." daha cümlesini tamamlamadan Romana ona tıslayarak konuştu. Öyle bir mimik ifadesi vardı ki sanki bir kilo tezek görmüş gibiydi.

"Sus Alex lütfen bir şey söyleme. Gördüğüm kadarıyla benim yanıma gelemeyecek kadar meşgulsün. Bende orduyla alakalı bir konu olduğunu sandım o yüzden yanına gelmiştim, ne kadar salağım." öyle buz gibi bir bakış attı ki. Ruhumun derinlerinde o serinliği hissettim. Arkasını dönüp tek kelime dahi etmeden yürümeye başladı. Bazen onun bir büyücü olduğunu düşünüyordum. Öyle yüksek bir enerjisi vardı ki, istediği her şeyi elde ediyor. Hayatı her zaman istediği gibi gidiyordu. Ve bunca kaosa rağmen halen Alex ile beraberlerdi. Garip ve hastalıklı bir ilişkileri vardı. Sanırım arkadaşım gerçekten ona aşıktı, kimse için bu kadar çabaladığını görmemiştim. Ramona biraz uzaklaştıktan sonra Alex ise yanaklarını şişirdi ve derin bir nefes verdi. Baştan beri burada olmamalıydım diye düşündüm.

"Sonra konuşuruz Grace. Gidip bu konuyu halledeyim... Ve sakın bunun için dertlenip canını sıkma ben hallederim." dedikten sonra saçımı bir kez daha dağıtıp Romana'nın peşinden koşmaya başladı. Hayır Alex hiçbir şeyi, hiçbir zaman halledememişti. Aksine her seferinde işleri batırıp kendini kurtarıp beni bu öfke batağına daha da batırıyordu.

Alex gittikten sonra elimdeki sebze dolu sepeti evin bahçesinde duran masanın üstüne koydum. Başkan Ward'ın gerçekten çok büyük ve güzel bir bahçesi vardı. Burada ne kadar çok mahsul yetiştirirdim diye düşündüm. Bizim eve göre daha modern daha büyük evleri vardı. Ama Alex 'in ailesi geçmişten beri ticaretle ilgilendiği için durumları her zaman iyi olmuştu. Babam bir zamanlar lider olsa bile böyle büyük bir eve geçme fikrini hiç düşünmemişti. Bunu neden yapmadığı fikri şu an daha da saçma gelmişti. Keşke zamanında bunu yapsaydı diye kendi kendime iç geçirdim. Tam bahçeden çıkacakken Alex' in babası Sam amcayı gördüm. Fazlasıyla telaşlı bir ifadeyle koşarak içeri girdi.

"Tanrı aşkına Grace burada ne işin var? Alex hangi cehennemde?" nefes nefese ve endişeli bir ifadeyle oğlunu bulma umuduyla sağa sola bakıyordu.

"Ramona ile bulaşacaklardı. Bi-bir şey mi oldu?" bu telaş hiç hoşuma gitmedi. Korkunun kokusunu çok iyi alırdım çünkü en çok yaşadığım his hep korku olmuştu. Sam amcanın hislerinin sebebini bilmesem de bu merakımın hemen sonlanacağından emindim.

"Buradan sakın ayrılma Grace. Beni duydun mu? Eve gir ve hemen kapıyı kilitle. Saldırı altındayız!" bunu söylerken Sam amcamın sanki bir anlığına yavaş çekimle konuştuğuna yemin edebilirdim ama bunu asla kanıtlayamam. Duyduklarımdan sonra olduğum yere çivilendiğime yemin edebilirim. Bu olamazdı. Yani bugün olmamalıydı ben evden uzaktayken olamazdı. Bir anda panikten kulağıma bir çınlama doldu. Zaman fazla yavaşlamıştım ve panik içindeydim. Sam amca hareketsiz duran bedenimi sarsarak beni kendime getirmeye çalışıyordu. Kendime gelmem gerekiyordu. Başımı sağa sola sallayıp derin bir nefes aldım.

"Hadi ama Grace, çok vaktimiz yok! Hemen eve gir!" suratına anlamsız bir ifadeyle baktıktan sonra bir anda koşarak bahçenin kapısından çıktım. "Üzgünüm Sam Amca, eve gitmem gerek!" diyerek kalabalığın içine daldım. Lisa eğer evde tek başınaysa çok korkardı. Onu tek bırakamazdım. Sam amca arkamda bağırsa bile ondan daha hızlı koşmamın avantajını kullanarak hızlıca ara sokaklara girdim. Kampın ortasından geçmem çok riskliydi. Her dakika bir çığlık sesi duyuyordum, insanlar yardım istiyorlardı ve ben her zaman yaptığım gibi kaçıyordum.

Meydanın kuzey girişinde evime giden kestirmek bir yol bulunuyordu. Ama oraya varmak için gizli ve hızlıca kampın meydanından geçmem gerekiyordu. Meydana çıkmadan bulunduğum sokakta sessizce ilerledim. Çok uğultu ve çığlık sesleri geliyordu. Orada her ne oluyorsa iyi bir şey olmadığı kesindi. Kafamı bir bakkalın tezgahına gizleyerek çevreyi izlemeye başladım. Ordudan savaşçılarımız da buradaydı. Bir kısmı vampirlerle dövüşüyordu. Ancak bunu başaramayanlar kolayca onlara yem oldu. Bu manzara midemi bulandırmıştı. Biraz ileride Max'i gördüm. O aptalın orada ne işi vardı. Çevresi iki vampir tarafından çevrilmiş haldeydi. Diğerleri savaştığı için ona yardım edecek kimse yoktu. Onun bu çaresiz durumuna şahit olan tek kişi ben gibi duruyordum. Ona yardım edebilir miydim hiçbir fikrim yoktu. Aslında düşününce yapmam gereken şey basitti. Hançeri al ve vampirin kalbini şişle. Ancak pratikte hiç deneyimim olmaması işleri zorlaştırıyordu.

Derin bir nefes aldım ve zihnimi toparladım. Denemeden bilemezdim. Ve Max'i uzun zamandır tanıyordum ona böyle sırtımı dönemezdim. Arkamda takılı olan hançerime bir hamle yaptım. Doğrulup gizlice onları gafil avlayabilirdim ama dizlerim deli gibi titriyordu. Max'in yanındaki esmer olan kadın ani bir hamleyle onun boynuna yapıştı. Boynundan aşağı oluk oluk kan akarken keyiften kadının gözlerindeki kırmızı parladı. Bu saldırıyı keyifle izleyen yanındaki diğer vampir de ona eşlik etti. O sırada Max halen yardım isteyerek bağırıyordu. Sesi yavaş yavaş kısılırken ve çırpınan bedeni hareketini kaybederken vampirler istifini hiç bozmadı. Max için geç kalmıştım, daha erken davranmış olsaydım belki bir şansı olabilirdi. Çok tereddüt ettim.

Arkadaşımın cansız bedeninin yere düşmesini görünce ağzımdan bir çığlık kaçacakken arkadan gelen bir el ağzımı kapattı ve beni belimden tutarak arka sokağa doğru sürüklemeye başladı. Gözlerim yaşla dolmuştu. Max gözümün önünde yardım çığlıklarıyla ölmüştü. Ve bunu görüp bir şey yapamamıştım. Berbat bir insandım. Bu yetmez gibi biri tarafından karanlığa doğru sürükleniyordum. Sağa sola kıvrandım ve ağzımı tutan eli iki elimle itmek için bir süre çırpındım.

Loading...
0%