Yeni Üyelik
6.
Bölüm

♦ Bölüm 5♦

@yooshien

Ne bitmez bir gün bu. Sabahtan beri koşuşturduğum için vücudum artık isyan sinyalleri vermeye başladı. Bedenimin yer yeri yorgunluktan öyle ağırlaşmıştı ki adım atarken sekiyordum ve ormanda yarım saattir yürüyorduk. Yol boyunca ikimizde hiç konuşmadık. Muhtemelen bu koşuşturmacadan o da yorulmuştu. Sonuçta kuzey bölgesinde böyle aksiyonlar yaşamadığı için alışık olmaması çok doğaldı. Büyük bir ağaç kökünün yanında durduk. Ağacın kökleri o kadar büyüktü ki topraktan taşmış ve ağacın yanında yeni bir bina gibi yer edinmişti. Üstündeki mantar ve yeşil yosunlar ise zaman içinde onu süslemişti.

" Biraz daha yürürsen buraya bayılacak gibisin. Düzgün nefes bile almıyorsun." Ağaç kökünün yanına doğru çöktü ve bana da oturmamı emredercesine bir bakış attı. "Şimdi nereye gidiyoruz küçük tavşan?" sahiden nereye gidecektik. Kimseyle iletişim kuramıyordum ya da nereye gittiklerine dair hiçbir fikrim yoktu.

"Öncelikle bana ismimle hitap etmeye başlamaya ne dersin? Madem seninle bir yola girdik en azından bir yerden başlamamız gerekiyor. Hem bu bulduğun lakap fazla rencide edici olmaya başladı." bulduğu bu lakabı bana hakaret eder gibi sürekli kullanıp durması canımı sıkmaya başladı. Ne aptaldım, ne avdım ne de tavşandım. Üstelik defalarca kez beni kurtaran bu kuzeyli yabancının ismini gerçekten de merak ediyordum.

"Hadi o zaman baştan başlayalım" elini bana doğru uzattı. Yüzünde hafif kinayeli bir ifade vardı. Benimle yine alay ediyorsa, güneş ve tanrılar şahidim olsun onu ağacın köklerine gömebilirdim.

"Grace" diye cevap verirken olabildiğinde mimik kullanmamaya özen gösterdim.

"Andrew" diye karşılık verdi. Bunu söylerken aksanı biraz komiğime gitmişti. Gülmemek için kendimi tutarken yüzü ekşidi ve anlam verememiş bir şekilde yüzüme baktı. "Yoksa bu sizin oralarda tezek anlamına falan mı geliyor? Bu kadar komik olan ne?" artık eğlenmiyordu. Yüzü oldukça asık ve sinirli gözüküyordu. Bundan keyif almıştım.

"Aksanın bizim oraya göre çok farklı geldi. Siz Kuzeyliler hep böyle misiniz?" gözlerini kıstı ve biraz düşünür gibi yaptı. Aksanıyla dalga geçmenin fazla bir kaba davranış olduğunu fark ettim. Gerçekten bazen ağzımdan çıkanı kulağımın duyduğundan şüpheliydim.

"Bilemiyorum öyle miyiz?" tekrardan alay ettiği ses tonuna geri dönmüştü. Bu iyiye işaretti, onunla alay etmeme çok takılmamıştı. Ama bana kuzey bölgesi hakkında bir bilgi de vermiyordu. Galiba gizemli havalarda takılmaya seven bir ergendi. Evet evet kesinlikle öyle biri olduğuna karar verdim. Ya da ailesi tarafından fazla şımartılmış bir tüccarın oğluydu.

"Bir süre ormanda saklanalım, sabah olmak üzere. Vampirler çok yakında saldırılarını bitirip gece sarayına geri dönerler... Biraz uyusan iyi olur. Alınma ama aşırı korkutucu duruyorsun!" bunu söylerken parmağıyla çökmüş gözlerimi işaret etti. Benim darmadağın halimin yanında onun dalgalı kuzgun saçlarında en ufak bir bozukluk bile yoktu.

"Gerçekten öyle kibar bir insansın ki. İçim eridi Andrew" gözlerimi kısıp yüzümü ekşittiğimde bana içten bir kahkaha ile karşılık verdi. "Hem ben uyurken ya bir vampir gelirse, beni kaçmak için yem etmeyeceğinden nasıl emin olacağım?" eğer tahmin ettiğim kadar şımarık bir ergense ilk fırsatta beni arkasında bırakabilirdi. Sonuçta onu tanımıyordum. Tanımadığım birini nasıl güvenebilirim ki?

Asla

"Tanrım! Sonra sana aptal tavşan dediğim için bana sinirleniyorsun. Grace, seni avcılara yem edecek olsam bunu çoktan yapmış olurdum. Elime seni yem etmek için çok fırsat geçti, sence uyuyor olman bunu değiştirir mi?" aslında söyledikleri mantıklıydı. Tanıştığımızdan beri pek çok kez beni uyarıp hayatımı kurtarmıştı. Başkası olsa arkasına bile bakmadan kendini kurtarmak için kaçardı. "Senin dediğin gibi madem bir yola girdik. O zaman birbirimize güvenmeye başlasak iyi olur. Unutma burada kapana sıkışmış tek kişi sen değilsin küçük tavşan" deyip ellerini göğsünde birleştirdi. Ona hak verdim. Madem bir yol arkadaşıydık, ona bir yerde güvenmeye başlamam gerekiyordu. Omuzlarımı silktim ve gömleğimi çıkarıp kafamı koymak için hafif yumru yaptım. Biraz dinlenmenin zararı olmazdı.

"Güneşin doğmasına az kaldı. Beni ilk ışıkta uyandır tamam mı Andrew?"

"Tanrı aşkına Grace, artık kapat gözlerini! Ben ve ormanın hayaletleri biraz kafa dinlemek istiyoruz." sesi yorgun ve durgundu. Onun da yorgun olduğu her halinden belliydi. Andrew ben uyumaya çalışırken sırtını iyice ağaca yaslamış ve karşısındaki karanlığı izliyordu. Bende bir süre daha onun baktığı boşluğu izleyip yorgunluğun bedenimi alıp götürmesiyle uyuya kaldım.

***

Gün aymış olacak ki ağaç dallarının arasından süzülen güneş ışıkları bana kalkmam için emrediyordu. Üstümde olan ağır bir parça hissettim. Gözlerimi açtığımda üstümde eski bir siyah deri ceket vardı. Muhtemelen gece Andrew bana vermişti. Etrafa bakındım ama etrafta kimseyi görememiştim. Panikle doğruldum. Nereye gitmişti bu şimdi. Bir de bana güvenden bahsediyordu. Şaka gibi.

Hızlıca doğruldum ve bir ses ya da kimse yoktu. Doğruldum ve ceketi giyindim, üstüme bir kaç beden büyük gelse de onu elimde taşıyamayacağım kadar ağırdı. Vampirlerin saldırının bittiğini düşündüğüm için artık kamp merkezine geri dönebilirdim. Muhtemelen orada askeri bir grupla karşılaşabilirdim.

Ormanın içinde söylene söylene ilerlerken çalıların oradan bir ses duydum. Hızlıca yerden bir avuç taş aldım ve nişan pozisyonuna geçtim.

"Lütfen canımı bağışla, o taşla beni öldürme lütfen!" bu kinaye, bu rahatsız edici ton. Beni ormanın ortasında terk eden Andrew'den başkası değildi.

" Sen olduğunu bildiğim için kesinlikle bu taşla kafanı yarabilirim!" çalıların içinden çıkarken saçı başı dağılmış bir haldeydi, sanki bir şeyle dövüşmüş ya da kaçmıştı.

" Karşına bir ayı ya da bir avcı çıksa onları küçük çakıl taşlarınla korkutacağına şüphem yok. Eminim seni böyle görünce korkudan altlarına ederlerdi." bunu söylerken gözlerini devirdi. Bende onu uyarmak için elimdeki sözde çakıl taşlarını ayaklarının dibine attım.

" Beni ormanın ortasında terk edip gittiğin için hepsini kafana hak etmiştin. Bununla idare et." ellerimdeki toprağı temizleyip arkamı dönüp yola koyuldum. Benimle geleceğini biliyordum ki öyle de oldu.

" Size güney kampında savaşmayı öğretmiyorlar mı? Yani bu kadar çok kişinin avlanmasına şaşmamalı" büyük adımlar atarak hemen yanıma yetişti. Bir yandan saçlarının içine karışmış yaprak ve toz tanelerini temizlemeye, bir yandan da patika yolda bana yetişmeye çalışıyordu.

" Anladığım kadarıyla size de sözünüzde durmayı öğretmiyorlar Andrew" ona sinirliydim. Beni sinirlendiren kısım ormanın ortasında beni bayramlık bir hindi gibi terk etmiş olmasıydı.

" Sen uyurken ormanın içinden bir ses geldi. Seni uyurken koruyamayacağım için bende o şeyi uzaklaştırmak için yanından kısa bir süreliğine ayrıldım. Ama şansıma döndüğümde birileri en sevdiğim ceketimi alıp beni terk etmişti."

Ona inanmam için hiçbir sebep yoktu. Güvenmiyordum da zaten. Belki doğru söylüyor olabilirdi. Geldiğinde saçının başının toprak içinde olmasının sebebi belki de buydu. Ceketi çıkarıp ona uzattım ama yüzüme bakmadan yürümeye devam etti. Kafasını sağa sola salladığında asıl demek istediğinin bu olmadığını anlamıştım.

Sonunda kampın girişine doğru varmıştık. Ormandan çıkıp kampın sokaklarına baktığımda her yer darmadağındı. Yerde halen vampir ve insan cesetleri duruyordu. Çoğu binada yangın yüzünden simsiyaha dönmüştü. Dün sabah önünden geçtiğim dükkanların camları artık yerinde değillerdi. Andrew'in beni çekip kurtardığı manavın önünde sadece kırık tahta parçaları ve iki tane vampir cesetleri duruyordu. Max'in öldürüldüğü yere baktığımda orada değildi. Belki de saldırı bitince kaybettiğimiz dostlarımızı gömmek için onları güney mezarlığına götürmüşlerdir.

Bir süre sonra uzaktan tanıdık bir ses duydum. Ana binanın önünde göz altları uykusuzluktan çökmüş ve darmadağın duran kişi bize doğru koşmaya başladı. Bu Alex'ten başkası olamazdı. Yüzü endişeli ve korku dolu bir haldeydi.

Alex yanıma ulaştığı sırada panikle bir sürü küfür saydırdı. Sonra gelip bir yerimin ısırılıp ısırılmadığını kontrol etmeye başladı. Bana sürekli iyi olup olmadığımı sorup duruyordu. Sanki ölü birini tekrardan görmüş gibi umutla bana sarıldı.

"Tanrılar ve güneş ana aşkına Grace! Sen- sen dünden beri neredesin? Her lanet olası delikte seni aradık. Seni kaybettim sanmıştım!" sesindeki şefkat yerini yavaşça öfkeye bırakmıştı. Ellerini yüzüme aldı ve gözlerinde artık merhametten çok sitem ve endişe hakimdi. Dünden beri insanlar burada canı için savaşırken ormanda saklanıyordum. Bunu çok rahat bir tavırla söylesem yanlış anlaşılabilir miydi bilmiyorum.

Sadece " Güvenli bir yer bulduk ve sabahı bekledik. Ayrıca o karmaşada seni bulmak aklıma gelmedi. Hem o karmaşada seni nasıl bulmamı bekliyorsun Alex" eğer o karmaşada Alex'i aramak için sağdan sola koşsaydım muhtemelen birine yem olmuş olabilirdim. Sağıma baktığımda Andrew'in meraklı gözlerle çevreyi izlediğini fark ettim. Alışık olmaması normaldi. Beklenmedik bir şekilde kendini cehennemin ortasında bulmuştu. Ona baktığımı fark eden arkadaşım karşısındaki yabancıya anlam verememiş bir şekilde tek kaşını kaldırdı.

"Bir yer bulduk mu? Başka arkadaşların olduğunu bilmiyordum... Ve onu kampta ilk kez görüyorum. Kim bu herif?" şüphelenmekte haklıydı. Ne de olsa her yabancı bizim için bir tehditti. Bu cümleler Andrew'in dikkatini çekmiş olacak ki kafasını bize doğru çevirdi ve Alex'in gözlerine kilitlendi.

"O yukarı kamptan, Kuzeyden gelmiş. Ve dünden beri çok fazla kez hayatımı kurtardı. Ona bir nevi hayatımı borçluyum" bunu söylemem üzerine Andrew kendince galip gelmiş gibi bir sırıtış yaptı. Cevaplarım Alex'i pek tatmin etmemiş olacak ki halen gözlerini dikmiş şekilde ona bakıyordu. Belki ilerleyen zamanda çok iyi anlaşabilirlerdi. İkisinin de mizahı oldukça iyiydi. Konuyu dağıtmak için hızlıca araya girdim.

"Lisa.. Babam. Onlar neredeler?" bunca olayın içinde onları nasıl unutabilirdim. "Onları almak için Andrew ile eve gittik ama evde kimse yoktu. Evde hiç boğuşma izi yoktu. Senin yanına geldiklerini düşündüm." vereceği cevabı beklerken yüreğim ağzıma gelmişti. Bunca olayın üstüne iyi bir şeyler duymam gerekiyordu.

"Merak etme gayet iyiler. Hadi artık buradan gitmemiz lazım. Herkes sığınakta saklanmış durumda, akşam tekrardan saldırı olması ihtimaline karşılık bir kaç gün orada saklanacağız." Doğru ya sığınaktan babam bahsetmişti. Demek saldırıdan önce Alex hepsini halletmişti. Ailemin güvende olduğu düşüncesi beni kuş gibi hafifletmişti.

Neyse ki Alex, sığınağa Andrew'in gelmesine çok büyük bir tepki vermemişti. Gerçi ona bir kaç dakika yalvarmıştım. Ancak dün tüm gün beni kurtaran birine ilk fırsatta arkamı dönemezdim. Bir süre sonra Alex, Andrew, ben ve bölükten 4 kişiyle beraber sığınağa gitmek için tekrardan karanlık ormana girdik.

Sığınak patika bir yoldan geçince ağaçların arkasında gizlenen bir mağaranın içindeydi. Yol o kadar karışıktı ki tekrar geri dönmeye kalkışsam burada kaybolabilirdim. Sonunda mağaranın girişine geldiğimde karanlık bir rutubetin için sürüklendik. Bir süre sonra hafif bir ateş yansıması belirdi. Biraz daha yürüdükten sonra geniş bir alana çıkmıştık. Kamptaki herkes, hayatta kalabilen, buradaydı. Gözüm hemen ailemi aradı. Mağaranın en köşe tarafında burnu ağlamaktan kırmızı olmuş küçük kız kardeşimi gördüm. Muhtemelen sevgilisinin başına gelenleri öğrenmişti. Alex'in yanından ayrılıp hızlı adımlarla kardeşime doğru gittim ve ona sıkıca sarıldım.

Beni görünce daha güçlü ağlamaya başlayan kardeşime daha sıkı sarılmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Sanki bütün göz yaşını dökebilmek için benim gelmemi bekliyor gibiydi.

"Lisa biliyorum Max'e olanlar... gerçekten çok üzgünüm" bunu söylememle Lisa yüzüme donuk bir şekilde baktı. Yüzünde sanki bunu ilk kez duyuyormuş gibi bir ifade belirdi.

"S-sen ne diyorsun Grace. Max'e ne oldu? Ne demek üzgünüm?" işte tam o an söylememem gereken şeyi söylediğimi fark etmiştim. Lisa sevgilisinin başına gelenleri bilmiyordu. Bunu benden bu şekilde öğrenmiş olması kalbimi parçaladı. Ona sıkıca sarıldım. Fazlasıyla korkmuş olan kardeşim omzumda içli içli ağlıyordu. O sıra Alex ve babası yanımıza doğru geldi.

"Şükürler olsun ki siz ikiniz iyisiniz. Bahçeden koşarak çıkınca beni aşırı korkuttun Grace. Bir daha böyle ani hareketler sakın yapma." Sesi oldukça ciddiydi. Haklıydı ona bir şey söylemeden tamamen sezgisel hareket etmiştim. Gerçi o an bende koşarken ne yapmak istediğimden emin değildim. "Arnold hangi cehennemde Kızlar?" diyerek etrafa bakındı Sam amca. Haklıydı babamı geldiğimden beri görmedim. Onu göremeyince Lisa ağladığı için ona su bulmaya gittiğini düşünmüştüm. Sonra Lisa hepimizin merak ettiği o soruyu hıçkırıklarıyla cevapladı.

"Onu g-götürdüler Sam Amca" o kadar içli ağlamıştı ki artık kesik kesik nefes alarak konuşan kardeşimin söylediklerini başta anlamak istememiştim. Babamı alıp götürmelerinin onlara hiçbir faydası yoktu. Tabi evde kendilerine bir ziyafet çekmek istemiyorlarsa. Neler düşünüyorum ben böyle. Sam sinirle ağız dolusu bir küfür saydırdı. Alex ise acıyan gözlerle bana bakıyordu.

 

Loading...
0%