2. Bölüm

1. Bölüm: "Benim Hikayem"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

 

 

1.Bölüm: “Benim Hikâyem”

 

 

18 Ağustos, 2020

Urfa havalimanına inen uçaktan çıktıktan sonra valizimi almak için bagaj kısmında bir ayağım önde ritim tutarak bekliyordum. Giydiğim ultra mini, pileli eteğim ve öne çıkardığım uzun bacaklarıma değen gözlerden rahatsız olsam da belli etmedim. Şimdi siz madem rahatsız olacaktın neden giydin, diyeceksiniz. Aslında bu eteği giyerken kafa dağıtmak adına bir yerlere gitmeyi düşünmüş ama ani bir kararla atlayıp buraya gelmiştim. Daha doğrusu aldığım haberle ikinci defa düşünmeyip kendimi ilk defa ayak bastığım bu topraklarda bulmuştum. O sırada üstümü değiştirmek aklıma bile gelmemişti. Valize tıktığım birkaç parça eşyam dışında bir şeyim yoktu şu an.

Evet, çok ani karar verir ve verdiğim kararı ikinci kez düşünmeden uygulardım. Bazen bu yüzden başım derde girse de aynı şeyi yapmaktan geri durmazdım. Elimde değildi, huyum böyleydi. Aklıma koyduğumu yapardım. Zaten hayat, iki kez düşünmek için çok kısaydı. Hayır, kendimi avutmak için söylemiyordum. Geçerli nedenlerim vardı elbet. Ancak şimdi bunun sırası değildi.

Yanımdan geçenlerin gözleri hala üstümdeydi. Tamam, güzel olduğumun farkındayım, bakılmayacak gibi de değilim ancak dik dik bakmak da biraz fazla oluyordu. Ah! Yalnız şunu da belirtmeliyim: sadece erkekler değil, kadınlar da bakıyordu. Özellikle yaşlı teyzelerin bakıp kafa sallamalarına gözlerimi deviriyor, bazılarına da sert bakışlar atıyordum.

Öne çıkardığım bacağımı yanıma çektim. Tam zamanında gelen valizimi alıp bakışlar eşliğinde havalimanından çıktım. Kapıda bekleyen taksilerden birine atladım ve şirketin adını verdim. Adresi bilmiyordum, tek bildiğim şirketin adıydı. Zaten bilmeyen de yoktu. Köklü bir ailenin şirketini elbette herkes bilirdi. Bilhassa taksiciler!

Aylar sonra yeniden ona gidiyordum. Özlem burnumun direğini sızlatıyordu ama aynı zamanda çok kızgın ve kırgındım. Yine de her şeye rağmen peşinden buralara kadar gelmiştim. Neden geldiğimi sormayın. Bazı gerçekleri öğrenmem gerekiyordu.

Pencereden ilk defa geldiğim şehri inceledim. Buranın güzelliklerini mutlaka ziyaret edecektim ama önce halletmem gereken bir şey vardı. Onu bulmak ve hesap sormak!

Zihnimi esir alan düşünceler eşliğinde akıp giden yolu seyrederken yol kenarında kalbini tutup, yanındaki direğe sarılan ve yere yığılmak üzere olan kadınla taksici abiye seslendim.

“Dur!” Sesim gereğinden yüksek çıkmıştı. Neden bu kadar paniklediğimi bilmiyordum. “Durdurun lütfen arabayı.”

“Burası ana yol duramam hanımefendi.”

“Şurada bir kadın var ve iyi görünmüyor. Yardıma giden kimse de yok. Lütfen.”

Taksici aynadan geçtiğimiz kadına baktı ve bana hak verip arabayı sağa çekip durdu.

“Hızlı ol abla,” dedi benden büyük olan taksici.

Arabadan inip birkaç adım koşarak kadının yanına vardım ve dizlerinin üstüne çökmüş bedenine dokundum.

“Neyiniz var?”

Yaklaşık altmış yaşlarında olan kadının başındaki gülkurusu şalı ensesine doğru kaymıştı. Sürmeli siyah gözlerini yüzüme çevirdi.

“Kalbim…” dedi kesik kesik bir sesle. Kolundan tutup zor da olsa kaldırdım. Bu sırada da konuşuyordum.

“Şurada taksi bekliyor, sizi hastaneye götüreyim. Gelin lütfen.”

Başını salladı. Mecali yoktu, her an düşüp bayılacak gibiydi. Koluna daha çok asıldım ve gücünü bana vermesini sağladım. Fakat unuttuğum şey ben elli üç kilo bir kızdım, kadın ise yetmiş beş veya üstü bir kilodaydı. Gittikçe zorlanmaya başlamıştım ki taksici halimizi görüp arabadan indi ve kadının diğer koluna girdi. Yükümü hafifleten adama minnetle baktım.

“Ay! Allah’ım ölecek miyim? Daha çocuklarımın hepsini evlendiremedim.” Ağzından bir isim çıktı ancak kesik nefeslerinden ötürü harfleri yutmuştu. Ne dediği anlaşılmasa da devamında söyledikleri netti. “…daha evlendirmedim. Alma canımı şimdi. Söz ben vereceğim zaten bu canı sana.”

Kadının sözlerine gülsem mi haline acısam mı bilemedim. Biraz çatlak birine benziyordu. Birdenbire kadını kendime yakın hissettim. Sanırım biraz bana benzediği içindi.

Kadınla beraber arka koltuğa oturduğumuzda taksici de gazı kökleyip bizi hastaneye yetiştirdi. Kadını yalnız bırakmamam için görevlileri çağırıp sedye getirmelerini istedi. Yanımdaki kadın inledikçe yüreğim ağzıma geliyordu. Canı çok yanıyor olmalıydı. Annem yaşındaydı ve annesi olmayan bir kız için bu kadını böyle görmek azıcık can yakıcı oluyordu. Tanımasam da üzülüyordum. Bu gibi durumlarda annemin yerine koyuyordum sanırım. Annem olsa ben ne yapardım, nasıl hissederdim? Galiba bu soruların cevaplarını tam olarak bilmem imkânsızdı. Çünkü bu kadın annem değildi ve ben tanımadığım, henüz sevmediğim birine karşı ölse de çok kötü hissetmezdim. Sadece üzülürdüm, o kadar.

Kadın sedye üzerinde götürülürken ben de peşinden gittim. Hemen müşahedeye aldılar. Koridorda ne yapacağımı bilmeden öylece ayakta kalakaldım. Yüzüm dehşet içinde olmalı ki yanıma gelen hemşire beni teselli etmeye çalıştı.

“Üzülmeyin, anneniz iyi olacak.” Annem. Bu kelime nasıl da güzeldi, nasıl da sıcacıktı? Ama ben yine de bilmezdim ki tam anlamıyla, hiç tadına varamadım. Annem ben üç yaşındayken ölmüştü. Sesini, kokusunu, gülüşünü bile hatırlamıyordum.

Kadının çantası elimde kalmıştı. Ne yapacağımı düşünürken telefon sesiyle irkildim. Benim telefonum olmadığına göre kadınındı. Bir an açıp açmamakta kararsız kalsam da belki bir yakınıdır ve bilmeleri gerekiyordu diye düşünüp açtım. Ekranda yazan isim Seyit oğlumdu. Ve bingo! Arayan kadının oğlu olmasına sevinmiştim.

“Alo, anne. Nerede kaldın?”

Kulağıma yayılan tok sesle hafifçe boğazımı temizledim. “Merhaba, ben Aslı…” daha lafımı tamamlamadan adam hızla konuşmaya başladı.

“Kimsiniz? Annem nerede? Bu telefonun sizde ne işi var?”

“Beyefendi önce bir sakin olun ve lütfen beni dinleyin,” diye azarladım adamı. Daha anlatmadan atarlanmasına bozulmuştum. Sustu. Bu, dinliyorum demekti.

“Annenizi yolun kenarında kalbini tutarken buldum ve hastaneye getirdim.”

“Ne?” Bağırınca yüzümü buruşturup telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Biri bu adama bağırmaması gerektiğini söyleyebilir mi? Kalın ve tok sesi bağırınca kulak zarını patlatabilirdi.

“Durumunu bilmiyorum. Henüz kimse bir şey demedi ama bekliyorum. Merak etmeyin.”

Hışırtı sesi ve ardından arabanın kemer uyarı sesi kulaklarıma dolunca adamın gelmekte olduğunu anladım. Hangi hastanede olduğumuzu sordu ve oradan ayrılmamamı rica etti. Kibar birine benziyordu. Onu onaylayıp telefonu kapattım ve kadının çantasına koyup bekleme koltuklarına geçtim.

Taksici valizimle birlikte yanıma geldi. “Abla kusura bakma ama benim işime devam etmem lazım.”

Ona hak verdim. Zaten kadını bekleyecektim onu da bekletemezdim ya kendimle. Hem nasıl olsa gideceğim yerin aciliyeti yoktu.

“Tamam, sorun değil,” dedim ve adamın parasını ödedim. Valizimle kakaladım mı hastane köşelerinde? Hüzünle iç çektim. Daha gidecek bir evim bile yoktu. Kendime bir otel de ayarlayamamıştım. Kadını beklerken bir otel ayarlasam iyi olacaktı. İnternette bulduğum birkaç seçenekten en uygun fiyatlı olanı rezerve ettim. Kalacak yeri ayarlamanın rahatlığıyla arkamı yasladım.

Bir süre sonra yanıma gelen genç doktorla ayaklandım. “Hastanın nesi oluyorsunuz?”

“Ben… Hiçbir şeyi. Yolda rahatsızlandığını görünce buraya getirdim.”

Gülümseyen doktor beni baştan aşağı beğeniyle süzdü. “Öncellikle bu duyarlılığınız için teşekkür ederim. Bir insana yardımcı olmanız ne güzel.”

Adamın bana asılma çabalarına karşılık vermeyip, “Durumu nasıl?” dedim.

Hala sırıtıyordu. “Merak etmeyin. Gayet iyi. Sadece küçük bir kalp spazmı geçirmiş. Erken davranmanız kadının sağlığı açısından çok önemli olmuş.”

Hala ona yüz vermiyordum. “Anladım. Teşekkürler. Birazdan oğlu gelecek. Size iyi günler.”

“Hemen gidecek misiniz?” Ona baygın bir ifadeyle baktım.

“Burada kalıp ne yapacağım?” Onu terslememe bozulsa da üstünde durmadı. Yüzünde itici duran – ya da bana öyle geliyordu- gülümsemesini bir an bile bozmadı. Doktor kapatmasını istediğim çenesini bir kere daha açmaya yeltendi fakat yanımıza gelen hemşire konuşmasına engel oldu. Doktor hemşireye işimiz bozdun der gibi bakarken ben de kurtarıcı bir kahraman gözüyle bakıyordum.

“Hasta sizi görmek istediğini söyledi.”

Beni neden görmek istediğini anlamadım. Herhalde teşekkür edecekti. Hemşireye başımı salladım ve temiz, parlak fayanslarda sürdüğüm valizimle kadının kaldığı odaya girdim.

Kapıdan başımı uzatıp, “Müsait misiniz?” diye seslendim önce.

Yatakta yatan kadın beni görünce yorgun bir gülümseme yolladı. “Gel kızım, gel.”

Ben de gülümseyerek içeri tamamen girip karşısında durdum. “Geçmiş olsun. Şimdi nasıl hissediyorsunuz.”

Elimi tuttu. Gözlerinde minnet vardı. “Sana çok teşekkür ederim kızım. Hayatımı kurtardın.”

“Rica ederim efendim, insanlık görevimdi. Öyle büyütecek bir şey değil.”

“Ah kızım! Ne insanlığı? İnsanlık mı kaldı? Kalabalık caddede senden başka kimse koşmadı yardımıma.” Düşündü. “Aslında bizim insanımız öyle değildi ama zamanın garipliğine onlar da katıldı sanırım.”

Ona gülümsedim. “Bu arada oğlunuz aradı. Buraya geliyor.” Çantasını başucundaki çekmeceye koydum. “Neyse, ben gideyim artık siz de dinlenin.” Valizimin kulpunu tuttum. O sırada arkamdaki kapı açıldı ve içeriye insan kalabalığı doluştu. Çoluk çocuğun da aralarında bulunduğu on beşe yakın insan. Gözlerim kocaman oldu. Her birinden ayrı ses çıkıyordu. Yaşlı kadına yaklaşınca bedenimi hemen geri çektim ve duvarın dibine sığındım. Yoksa beni ezebilirlerdi. Zaten kimsenin beni gördüğü yoktu.

Durmadan kadına nasıl olduğunu sorup duruyorlardı. Aynı anda konuştukları için içeriye müthiş bir gürültü hâkimdi. Kadınlı erkekli gruptan sonunda şaşkın bakışlarımı almayı başarıp kapıya yöneleceğim esnada içeriye en giren kişiyle donup kaldım. Oydu. Tam karşımdaydı. Yerde ararken gökte buldum deyimini yaşıyordum resmen. Aradığım adamın kendisi ayağıma gelmişti. Beni hiçbir şey söylemeden, sessiz sedasız terk eden adam…

Tam kapının girişinde durduğumdan dolayı o da anında beni gördü. Olduğu yere çivilendi. Yüzünde önce bir şok dalgası geçti. Beni burada beklemiyordu. Gerçekliğimi sorgulayan bakışları gitgide koyulaştı. Kaşlarını çattı. Göğsü öfkeyle inip kalkıyordu. Neden bana öfkeli olduğunu bile bilmeden ona doğru atıldım.

“Arslan.” İsmini fısıldadım. Ona atıldığımı görünce yönünü yataktaki kadına çevirdi. Resmen beni umursamamış, yüzüme bakmamıştı.

“Anne. İyi misin?”

Anne mi? Bu kadın onun annesi miydi? Şaşkınlığım yeniden beni çepeçevre sardı. Kadın ile karşılaşmam bir tesadüf müydü yoksa kaderin bir cilvesi miydi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey beni uğraştırmadan ona götürdüğüydü.

Kalabalık ikiye ayrıldı ve Arslan’ a yer açtılar. Hepsi ona hürmet eder gibiydi. Kalabalık tekrar etrafını sardığında Arslan aralarında kayboldu. Ben ise kendi zihnimin içindeki kalabalıkta kaybolmuştum.

Ben Aslı Ateş. Benim hikâyem, tam sekiz ay önce beni terk eden bu adama - eskilerin deyişiyle- çıkma teklifi ettiğim gün başlamıştı. Evet, ilk adımı ben atmıştım. Hayır, hiç utanmadım. Aşkta utanma olmazdı. Bence yani.

                                                                       ****                                  

 

05 Ocak, 2020

Sabah uyandığımda küçücük evimde oradan oraya koşuşturuyordum. Okula geç kalmıştım ve önemli bir sınavım vardı. Bu dağınıklığın arasında istediklerimi bulmak oldukça güçtü. Sanırım bu evi artık toparlamam gerekiyordu. Babamın sesi kulaklarımda yankılandı. Aslı, kızım bu dağınıklığını ne yapacağız? Bir insan hiç mi değişmez?

Beni babam büyütmüştü. Bu nedenle bir annenin eksikliğini aratmıyordu. Aslında adam haklıydı. Evi arkamdan o topluyordu. Kızmaya kıyamıyordu ve beni böyle alıştırmıştı. Biraz suç kendinde de olsa ben de asla düzenli kalamıyordum. Ne yapabilirim?

Üzerime giydiğim kazağımın altına da vazgeçilmez mini eteklerimden birini geçirmiştim. Kalın çoraplarımın beni kışın soğuğundan koruyacağına inancım tamdı. Kışın ortası olması bile beni en sevdiğim mini eteklerimden ayırmaya yetmiyordu. Alıştığım için de pek üşümüyordum. Ve tabii ki olmazsa olmazım yüzüme yakışan bir makyaj yapmıştım. Acelem olsa dahi mutlaka yapardım. Süslü bir kız olduğumu kabul ediyordum. Benim için giyim kuşam, makyaj çok önemli şeylerdi. Ah bir de yaptırmaya bayıldığım güzel tırnaklarım.

Elim alıştığından makyajımı hemen yapıp saçımı da halletmiştim. Gözlerim ileri derecede astigmat olduğundan numaralı lenslerimi de taktım. Güzelliğimi gölgeleyen gözlükleri bırakalı uzun zaman olmuştu. Bu lensleri öğrenci halimle almak bütçeme fazlaydı ama güzelliğimden ödün veremezdim. Tıpkı en iyi makyaj malzemelerini kullanmam gibi… Kıyafet ise ucuz da olsa benim için sadece bana yakışması ve güzel durması önemliydi. Kıyafette markaya takılmazdım. Öyle de değişik bir insandım, inkâr etmiyorum.

Zaten marka alacak kadar zengin bir babam yoktu. Kendi halinde manavlık yapan bir esnaftı. Ben de ona yük olmak istemediğimden okuldan arta kalan zamanlarımda çalışıyordum. Bakmayın böyle kendimi beğenmiş tavırlarıma. Ha kendimi çok beğenirim, güzelliğimin farkındayım evet ama kaprislerim yoktur. Kibirli de değilim. O yüzden de çalışmaktan gocunmazdım. Yapım gereği kimsenin ne dediğini umursamazdım da zaten. Bakışlarımla ezerdim beni ezmeye çalışanı. Nitekim okulda bazı zorbalar bir garsona göre fazla havalı görünmeye çalışıyorsun, diyorlardı ama karşılarında onları takan kimse yoktu. Sadece küçümseyen bakışlarım, havaya diktiğim burnum ve yanlarından geçerken saçlarımı savuruşumla cevap veriyordum. Bu da onları sinir ederdi.

Ayna karşısında fazla oyalandığım anladığım ve bundan ders almadığım bir gün daha… Alelacele evden çıkıp otobüse bindim. Okulum neyse ki yakındı ve kampüs otobüsleri kapımın önünden geçiyordu. Geç kalmadığım zamanlarda yürümeyi daha çok severdim fakat şu an yetişmem gereken bir sınavım vardı.

Fakültemin yakınlarında inip koştur koştur içeri girdim. Sınıfın kapısında beni elinde kahveyle bekleyen Berna’ya yetişip kahveyi aldım. Berna benim en yakın arkadaşımdı ve geç kaldığım günler benim için de bir kahve alıp sınıf kapısında beklerdi.

“Her zamanki gibi sınava geç kalmak üzereydin. Yine beni şaşırtmadın.”

Beraber sınıfa adımlarken bir yandan da kahvemi yudumluyordum. “Şu sınavları sabahın körüne koyan hocalar da suç.”

“Kızım her sabah podyuma çıkacakmışsın gibi makyaj yapmak yerine direkt gelsen. Ya da daha erken kalksan nasıl olur?”

Amfinin orta sıralardan birine oturduk. Elimdeki kitabı ve not defterimi masaya bıraktım.

“Asla!”

Berna gözlerini devirip sen iflah olmazsın bakışlarını atarken ona şirince gülümsedim. Hoca sınıfa girer girmez sınava hazır bir şekilde kâğıtlarımızı bekledik. Matematik bölümü okuyordum, dördüncü sınıf öğrencisiydim. Hoca kâğıtları dağıttığında sadece dün gece çalıştığım sınava gömüldüm. Allah’tan dersi derste dinleyen ve bölümümü sevdiğim için ara sıra o gün gördüğüm derslerle tekrar yapan biriydim. Bu nedenle sınavlara sadece sınav haftası çalışmam sorun olmuyordu. Hepsinden iyi not alıyordum. Berna bana, dışarıdan bakan birisi derslerle asla alakan olmadığını düşünür ki herkes öyle düşünüyor ama sınav zamanları en yüksek notu almayı başarıp ağızlarının payını veriyorsun, demişti bir keresinde.

Ah! Bir de o konu vardı. Okulda tanınır, küçük çaplı bir popülerliğe sahiptim. Bu elbette isteğim dışında gerçekleşmişti. Kendimi beğenmem, kimseyi umursamam insanların dikkatini çekiyordu. Yapım böyle olsa da insanlar bilerek yaptığımı düşünüyordu. Beni beğenenlerin yanı sıra bana gıcık olanların sayısı da oldukça fazlaydı. Peki, ben ne yapıyordum? Umursamıyordum. Berna’nın deyişiyle gamsızdım.

Kırk dakika sonra sınav bitmiş kendimizi kafeteryaya atmıştık. Sabah geç kalacağım korkusundan kahvaltı öğününü atlamak zorunda kalmış kafeteryadan aldığım atıştırmalıkları bize katılan Semih, Ceren ve Damla ile birlikte yemeye başladım. Berna onlara sınavın zorluğundan bahsederken ben de içimden, gayet kolaydı diyerek ona cevap veriyordum. Dışımdan söylersem Berna’nın öfkesini üstüme çekerdim ve şu an onun öfkesiyle uğraşmak istemiyordum. Çünkü her sınav sonrası zordu diye yakınıyordu, ben ise tam tersi kolay bir sınav olduğunu savununca bana kızıyordu. Bir defasında kopya çektiğimden o da herkes gibi şüphelenmişti.

Aklıma geldikçe gülüyordum. Sınıftakiler hocalara kopya çektiğim yönünden bana iftiralar atmışlardı. Böylelikle her sınavda ayrı bir gözetmen sadece bana bakardı. Hocalar kopya çekmediğimden emin olup kendi başarımla notları aldığımdan emin olunca tüm sınıfa azar çekmişlerdi. Arkadaşınıza iftira atmaya utanmıyor musunuz? Çalışıp aldığı notları eleştireceğinize siz de çalışın! Demişti. Berna bile bu şekilde ikna olmuştu kopya çekmediğime. İşte bu yüzden derslerle alakamın olmadığını düşünenler iyi notlar aldığımda şaşırıyorlardı.

Rujumun bozulmamasına dikkat ederek ağzıma attığım lokmayı çiğnerken kafeteryaya giren o çocuğu gördüm. Bazı matematik derslerimizin ortak olması sayesinde adının Arslan olduğunu ve inşaat mühendisliği okuduğunu öğrendiğim bu adam günlerdir aklımdan çıkmıyordu. Onu çok beğeniyordum ve sanırım beğenmenin de ötesine gidiyordum. Kendimi iyi tanırdım. Basit bir beğenme ya da hoşlantı değildi. Ötesi de vardı.

Gözlerimle oturana dek onu takip ettim. Çiğnediğim lokmayı bile unutmuştum. Ağzım açık onu izliyordum. Asık suratı, delici bakışları ve kendinden emin dik oturuşu her zamanki gibi üstündeydi. Kafasını asla kaldırıp etrafa bakmazdı. Baksa beni görecek, fark edecekti ama o, sadece dümdüz önüne bakıyordu.

Berna beni koluyla dürtüp kulağıma eğildi. “Kızım yeter bakma çocuğa. Dikkat çekiyorsun.”

Gözlerimi hala Arslan’dan ayırmadan, “Sence insanların ne dediği umurumda mı?” dedim.

“Gamsız olduğunu biliyorum ama o kadar da değil. En azından böyle dik dik bakma.”

Ofladım ve manzarama bakmaktan beni alıkoyan geveze arkadaşıma çevirdim gözlerimi. “Ya beni rahat bıraksana Berna!”

Sinirle,” İyi. Sen bilirsin. Ne halt yiyorsan ye!” dedi. Kollarını göğsünde bağladı ve küskünce yüzünü öbür tarafa çevirdi. Berna ‘nın anaç yapısı ona itiraf etmesem de hoşuma gidiyordu. Fevri ve ilk aklına geleni yapan biri olduğumdan beni frenliyordu. Daha çok benim mantıklı yanımdı. Hayatımdaki ve kalbimdeki yeri çok başkaydı. Uzanıp yanağına küçük bir buse kondurdum. İşte küslüğü buraya kadardı. Yandan yandan bana bakıp bıyık altında gülümsüyordu.

“Ne oldu size yine?” diye sordu Ceren.

“Hiç,” dedim.

“Ben bu bakışları tanıyorum. Ne olacak?” dedi Semih. “Kesin Aslı bir şey yapacak Berna da onu uyarıyor.”

Gözlerimi kıstım. “Siz kendinizle ilgilenir misiniz?” diye yükseldim.

Berna da beni destekledi. “Aynen.” Bu, bizim dilimizde bize karışmayın demekti. Kolumu Berna’nın omuzuna doladım ve başımı aşağı doğru bir kez oynatıp onu onayladığımı gösterdim.

“Aman boş verin şunları. Hadi derse gidelim,” diyen Damla’ydı. Bu kıza içten içe gıcık oluyordum. Sırf Semih’in kuzeni olduğu için katlanıyordum ona.

Onun da benden pek hoşlandığı söylenemezdi. Küçümseyen bakışlarla onu süzdüm. Berna bu bakışlarımın çok rahatsız edici olduğunu, insanın kendini kötü hissetmesine neden olduğunu söylerdi. Ve tam da öyle oldu. Damla küçümseyici bakışlarımdan rahatsız olup saçlarını savurarak yanımızdan ayrıldı.

Burnumdan soludum. Bu kız benim hareketlerimi yapıyordu. Ben olmaya çalışan özentinin tekiydi!

Tüm gün yorucu geçen derslerden bunalmıştım. Aldığım notların üstünden geçerken son bir dersimin kaldığını kendime hatırlattım. Benim dışımda diğerleri derse kalmayacağını söyleyip gitmişti. Benim ise çalışmamdan kaynaklı devamsızlığım sınırdaydı. Telefonumdan saate baktım. Ders saati yaklaşmıştı. Toparlanıp sınıfa doğru ilerledim. Kapıdan girdiğim anda algılarım hemen açılmıştı. Onu sınıfta görür görmez üzerimdeki ölü toprağını atıp dimdik omuzlarımla yürüdüm. Beni fark etmesi adına tam yanından geçtim ama dikkatini yine çekememiştim. Sinirle yere vura vura attığım adımlarımla çaprazına, onu daha rahat görebileceğim bir yere oturdum.

Ne zaman geldiğini bilmediğim hocanın, kalın sesi amfide yankılanırken söylediklerini algılayamıyordum çünkü gözlerim iki sıra aşağıda, çaprazımda kalan adamdaydı. Hocayı dikkatle dinliyor, arada küçük not defterine bir şeyler karalıyordu. Gözlerim yine her hareketini takip ediyordu.

Koyu kumral saçlarının üst kısmı daha uzun alt kısmı ise kısaydı ve ona çok yakışıyordu. Gözleri toprak tonlarında açık bir kahveydi, teni pürüzsüz ve beyazdı. Uzun boyu, yapılı vücudu, geniş omuzları ve güçlü görünen kolları ile iç çektim. Çok yakışıklıydı ve beni ona çeken bir şeyler vardı. Elbette dış görünüşü dâhil de olsa bu çok başkaydı. Ders saatinin sona ermesiyle hocanın tek anladığım sözü ' çıkabilirsiniz' oldu.

Arslan not defterini montunun iç cebine atıp sınıftan çıktı. İkimiz de bu sene üniversitenin son sınıfındaydık ve bazı derslerimiz ortak olunca bu sayede onu tanımıştım. Ancak onun ne benden ne de ona hayran olan okulun kızlarından haberi vardı. Şimdiye kadar kimseyi yanında görmemiştim ve okulda sevgilisinin olmadığını biliyordum ama sevdiği veya başka bir yerde sevgilisi var mıydı, bilmiyorum.

Tüm bunlara rağmen yine de kararımı vermiştim ve Arslan'ın peşinden sınıftan çıktım. Elimde tuttuğum kitabım ve defterimi sıkıca kavrayıp göğsüme batırarak kantine giden adamı takip ettim. Berna burada olsaydı kesinlikle bana engel olurdu. Kızım saçmalama, kendini rezil mi edeceksin? Deyip başımın etini yerdi.

"Aslı!" diye seslenen okul arkadaşım dışında ayrıca dört yıldır kapı komşum olan Buket ile durmak zorunda kaldım. Yanıma geldi. "Bahçeye çıkıyoruz, geliyor musun?"

Yanında sevgilisi ve sevgilisinin arkadaşı vardı. Çocuğun üstümdeki istekli bakışlarını görmezden geldim.

"Hayır, siz gidin. Benim biraz işim var," dedim.

Israr etmek için dudaklarını aralayan Buket'e uyarı dolu bir bakış attığımda ağzını geri kapattı ve başıyla onaylayıp yanımdan uzaklaştılar. İstemediğim şeyler konusunda ısrardan ve baskıdan hoşlanmazdım. Buket de bunu çok iyi bilirdi. Nede olsa dört yıllık kapı komşumdu. En az Berna kadar yakın arkadaşımdı. Farklı bölümler de okuduğumuz için okulda çok sık görüşemezsek de komşuculuk görevlerimizi yerine getirip birbirimize arada yaptığımız yemekleri- tabi ben yemek yapmayı çok bilmediğimden genel olarak onun yaptığı yemekleri- birbirimize götürür, arkadaşlık ederdik. Sakin ve ağırbaşlı bir kızdı. Benim aksime! Aynı zamanda çok iyi yürekliydi. Benim aksiliklerime ve çılgınlıklarıma katlandığına göre gerçekten iyi bir insandı.

Onlardan kurtulduğumda gözlerimi etrafta gezdirip onu aradım. İşte oradaydı. Tek başına bir masada oturmuş önünde ona eşlik eden kahvesiyle başını telefonuna gömmüştü. Kararlı adımlarla yanına yürüdüm.

Ellerim heyecandan terlemişti ve titriyorlardı. Boğazımın kuruduğunu hissettim. Zorla yutkundum.

Elimdeki kitabımı ve defterimi biraz daha sıktım. Gerçekten çok heyecanlıydım ve bunu hayatımda ilk defa yapacak olmanın tuhaf hissiyle doluydum. Fakat gözü kara oluşuma söz geçiremiyordum. Umarım beni yaralamazdı, sonuçta böyle bir ihtimal de vardı. Sesimi kontrol edip boğazımı hafifçe temizledin.

"Merhaba!" dedim. Sesimin kendinden emin ve düz çıkmasına sevinmiştim.

Arslan kısa bir an bakışlarını bana çevirip yeniden telefonuna indirdi. Kaşları çatılmıştı ve her zamanki sert ifadesi daha da artmıştı. Bu beni geri adım atmaya itse de buraya kadar gelmiştim, kararımdan dönmeyecektim.

"Oturabilir miyim?" Fazla yüzsüzce davrandığımın farkındaydım ama içimde kalmasın istiyordum. En azından denedim demekle yetinebilirdim.

Arslan yüzüme bakmadan eliyle buyur işareti yaptı. Suratım asılsa da hemen düzelttim.

"Ben Aslı," dedim elimi uzatarak. Elime bir saniye bile sürmeyen zaman dilimiyle bakıp yine telefonuna gömüldü. Evet, elimi tutmamıştı. Havada kalan elimi bozuntuya vermeden indirdim.

Ona nasılsın demek istesem de cevap vermeyeceğini anlamıştım. Bu yüzden direkt konuya girip tepkisini ve cevabını almaktan başka çarem yoktu.

"Benim sesinle konuşmak istediğim bir şey var." Masaya bıraktığım kitaplarıma baktım. Gözlerimi yumup açtım ve derin bir nefes aldım. Biraz güç depolamalıydım.

"Eğer bir sevgilin veya sevdiğin varsa söylediklerimi hemen unut, ikimiz de unutalım," diye konuya giriş yaptım. Gerçi ben unutabileceğimi sanmıyordum ya neyse!

Söylediklerimle kafasını telefondan kaldırıp yüzüme baktı. Sonunda dikkatini çekebilmiştim beyefendinin. İki kaşı havalandı, gözleri devam etmemi bekliyordu ve yüzünde sıkılgan bir ifade hâkimdi. Moralimi bozmadan devam ettim.

"Ben senden hoşlanıyorum!" Pat diye söylemiştim. Gözlerimi yüzünden ayırmadan tepkisini ölçmeye başladım. Gördüklerime bir anlam veremedim. Arslan bu duruma hiç şaşırmamış ve sanki çok olağan karşılamıştı.

Telefonunu masaya bırakıp kollarını masaya dayadı. Konuşmak için hazırlanınca heyecanla bekledim.

"Ne yapabilirim?" dedi umursamaz bir tavırla. Afalladım. Kesinlikle beklediğim cevap bu değildi. Kabul etmesini veya etmemesini beklerdim ama böyle kaba davranması... Kaşlarımı çatmamak için uzun bir uğraş verdim.

"Yani, olumlu veya olumsuz bir cevap verebilirsin."

"Bir ilişki istemiyorum," dedi kabaca. Gözleri artık git diye haykırıyordu resmen. Tekrar telefonunu alıp sırtını sandalyeye yasladı ve bakışlarını üzerimden çekti. Hayal kırıklığı ile dolan yüreğimden ince bir sızı geçti, acıtan bir sızıydı.

"Peki," dedim üzgün bir sesle.

Kitaplarımı alıp ayağa kalktım. Reddedilmek sandığımdan da acıtmıştı ama asıl acıtan tavrıydı. Gitmek için bir adım attığımda daha fazla içimde tutamadığım öfkem kelimelerimi bir bir sıralamama neden oldu.

"Biliyor musun Arslan Bakıroğlu, sen tam bir odunsun! Seni adamdan sayıp buraya kadar gelmem hataydı. Ama dikkat et bu egon bir gün sert bir kayaya denk getirmesin seni!"

Saçlarımı savurup karşımda bana şaşkınca bakan ve bu tepkiyi beklemeyen adamı arkamda bırakarak hırsla geldiğim yoldan yürüdüm. Tepkim elbette ki beni reddettiği için değildi, bana olan tavrı ve umursamaz oluşuydu. Nezaketten istemiyorsa bile güzel bir dille istemediğini söyleyebilirdi ama beni kovmaktan beter etmiş, hislerimi hafife almıştı.

İçimde oluşan utanma duygusunu bastırdım. Şu an oldukça öfkeli ve hayal kırıklığı ile doluydum. Kendimi lavaboya attığımda yalnız olduğuma sevindim. Kendimi bırakmamak için sıktığım dişlerim çenemi acıtmıştı. Aynaya baktım. Dolmaya başlayan mavi gözlerim buğuluydu.

"Aptal herif!" Kitapları lavabo tezgâhına çarpıp yüzümü soğuk su ile yıkadım. Beni sevdiklerim bu hale getirebilirdi ancak. Sevdiklerim. Ne ara onu da bu kontenjana koymuştum bilmiyorum ama karşı koyamadığım hislerle dolmuştu kalbim.

Ona olan hislerimi ulaşamayacağım yerlere kaldırıp bu olanları yaşanmamış gibi sayacaktım. Madem o beni reddetme cüretinde bulunuyordu ben de onu unutma cüretini gösterecektim. Ve bunu yaparken de kendimi onun gözüne sokup aklına girecektim.

Beni bilen bilirdi. Kafama koyduğum şeyi yapardım. Yapacaktım da!

 

 

 

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Nasıl buldunuz kitabı?

Sevdiniz mi?

Hadi oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum canlarım:)

sosyal medya hesaplarıma gelin de orada sohbet edelim.

instagram hesabım: yusraergn

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

 

Bölüm : 03.12.2024 22:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...