5. Bölüm

3. Bölüm: “Kötü Adam!”

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

Selamlar!!!

 

 

Yeni ve delidolu bir bölümle geldim!

 

 

lütfen yorum yamayı ve özellikle de oylamayı unutmayın:)

 

 

Moral ve motivasyonumu sizin sayenizde iyi tutabiliyorum:)

 

 

Sosyal medya hesaplarıma da beklerim.

 

 

instagram hesabım: yusraergn

 

 

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

3. Bölüm: “Kötü Adam!”

 

Birini alt etmenin zevkini tattınız mı hiç? Ben çoğu kez tatmışımdır ancak hiçbiri bu dünyadan değilmiş gibi davranan Arslan’ı alt etmek kadar zevk vermemişti. Evet, sevdiğim adam da olsa hak edene hak ettiğini verip, alt etmeyi bileceksin. Kalbimdeki ayrıcalığı başkaydı ama böyle durumlar o ayrıcalığı tanımıyordu.

Buket ile bir masanın ve iki sandalyenin zor sığdığı mutfağında yaptığı yemekleri afiyetle yedik. Bu kız bu işi gerçekten de iyi biliyordu. Bir ben beceremiyordum sanırım. Elim yatkın değildi, ne yapabilirim? İnternetten tarif izlesem de illa bir yerinde sıkıntı çıkıyordu. Galiba beceriksiz olduğum tek konuydu yemek. Benim gibi birinin de tek kusuru buydu işte ne yaparsın?

“Aslı,” diyen Buket peçeteyle ağzını temizleyip konuşmaya devam etti. “Neyin var?”

“Bir şeyim yok. Gayet iyiyim. Taş gibiyim.”

“Her zaman taş gibisin ama bugün farklısın biraz. Geldiğin zaman bayağı keyifliydin.” Arslan’ı mors ettiğim anın etkisindeydim o ara. “Yemek boyunca da sessizleştin. Bu sessizlik sana göre değil.”

Ona anlatmaktan çekinmedim. Buket, yargılamazdı. Dinler, olabilecek her bakış açısına doğru tutardı yönünü.

“Aşık oldum.” Şaşırdı. Evet, o da Berna gibi şaşırmıştı. Dört yıl boyunca etrafımda olan erkeklere yüz vermeyip birdenbire aşığım dememe şaşırmıştı. Bu dört yılda elbette sevgililerim, konuştuklarım olmuştu ama hepsi çok kısa sürmüş, hiçbirine aşık oldum dememiştim.

Dedim ya! Buket yargılamazdı kısa bir an şaşırsa da olağan karşıladı. Zaten olağandışı bir şey de yoktu ortada. Ben de pekâlâ birini sevebilirdim. Dışarıdan kendini beğenmiş, kendinden başka kimseyi takmayan bir imajım- kendi isteğim dışında- olsa da sonuçta kalbi olan bir insandım. Ve doğal olarak âşık olabiliyordum.

“Adama çıkma teklifi ettin, reddedildin ve dün geceden beri sürekli karşına çıkıyor. Hım,” dedi kendi kendine düşünürcesine. “Kızma ama kim onun yerinde olsa öyle düşünürdü.”

“Biliyorum ama gerçekten tesadüftü. Tamam, deliyim ama onu her daim takip edecek kadar değil. Ben üstüme düşeni yaptım sadece. Duygularımı ona açıp ardından da kenara çekildim. Beni sevmesini çok isterim elbet ama beklentim yok. Zorla olduramam ya.”

“Belki de bir sev...” Elimi kaldırıp susmasını sağladım.

“Lütfen bunu söylemesen olur mu? Aklım yeterince söyledi de.” Güldü.

“Peki, tamam.” Masanın üzerinden uzanıp elimin üstüne elini koydu. “Nasipten öteye köy yok derler. Eğer o senin kaderinde varsa er ya da geç bulur seni. Kadere inanmak ve sabırla beklemek gerek.”

Buket benim sakin ve mantıklı yanımdı. Onunlayken ciddileşiyordum, elimde değildi ve ben ciddi kalmayı sevmezdim. Hayatı ciddiye alan biri değildim bir kere! Berna ise daha çok beni durduran ve olumsuzlukları hatırlatan tarafımdı…

“Aman! Salla gitsin! Hadi şuraları toplayalım da bizi kendimize getirecek bir film izleyelim.”

Buket ani ruh halimin değişmelerine alışıktı. Sorgulamadan direkt bana uydu. Beraber mutfağı toparladıktan sonra Buket çay yapacağını söyleyip beni film seçmem için salona postaladı.

Buket’in evi de bir artı birdi. Apartmanın ilk üç katı böyleydi, geri kalan iki kat ise normal aile dairelerindendi. Salonu benimkinin aksine krem, kahve tonlarından oluşuyordu. Duvarlara da beyaz boya hâkimdi. Benim duvarlarım gri, turuncuydu. Salonum da oldukça renkliydi. Küçük salonumu tek başına dolduran L koltuğum ise koyu maviydi ve üzerindeki kırlentlerinde turuncu desenler vardı. Fransız penceresinin önünde ise krem rengi berjer duruyordu. Ah! Sormayın. Salonum da en az kafamın içi kadar karışıktı. Ama ben seviyordum evimi. Yatak odamı hayal edin bakayım! Sizce hangi renklerden oluşuyordu?

Hayal edebildiniz mi?

Hayır mı?

Edemezsiniz zaten!

Çünkü evimin renkli kısımlarının tam tersi simsiyahtı odam. Kişiliğime de ters sayılırdı. Duvarlarım bile antrasit rengiydi, yatak takımım ve perdelerim siyah renkteydi. Orası benim dünyadan soyutlandığım ve karanlık hislerin tarafına geçtiğim bir yerdi. Gece olunca insanın ruhuna çöreklenen kasveti andırıyordu. Zihnimin içindeki buhranlar, kavgalar ve kızdığım kişileri defalarca yargıladığım simsiyah bir mahkemeydi. Yanlış anlamayın. Yargıladığım kişi hiçbir zaman kendim olmazdım. Yaptıklarımın hak edilmediğini düşünmüyordum. Ancak birçok kişiyi yargılayıp hatta bazen idam ettirdiğimde oluyor. Benim mahkememde idam yasası hala devam ediyordu.

Siz ne düşünmüştünüz?

Pembe falan mı?

Maalesef ki yanıldınız!

O, odanın siyah olmasının bir başka nedeni daha vardı. Bana mezarı hatırlatıyordu. Daha doğrusu hatırlatmasını istediğimden bu şekilde dizayn etmiştim. Gece karanlık çöktüğünde ve ışıklar kapandığında zifiri bir karanlık çökerdi odaya. Tıpkı toprağın altına girmiş ve her yerin karalığa gömüldüğü o iki metrelik çukur gibi…

Hayat kısa, bir gün gelecek karanlığa gömülecek bedenlerimiz için sizce de her şeyi kafaya takmak boş değil miydi?

İşte bu yüzden daima ölümü hatırlatırdım kendime, işte bu yüzden gamsız olmayı seviyordum.

Hayat felsefem şuydu: Hayat boş, sadece yaşa.

Odam mezarlık, salonum ise dünyaydı.

Bu kadar felsefe yeter dediğinizi duyar gibiyim. Benim gibi çatlaktan böyle bir şey beklemiyordunuz değil mi? İçi boş bir insan değildim nihayetinde canım.

Ben böyle kendi içimde sizlerle konuşa konuşa film seçerken kapı çaldı. Buket mutfaktan çıktı. Dış kapı hemen salon kapısının karşısında olduğundan önce buraya uğradı.

Kapı girişinde durduğunda, “Birini mi bekliyordun?” dedim.

“Hayır.” Kapı bir kez daha çalınınca Buket açmaya gitti. Delikten baktıktan sonra kapıyı araladı.

Gelenler sevgilisi Oğuz ve onu arkadaşı- benden hoşlanan çocuk- Ege’ydi.

“Hoş geldiniz.” Oğuz ve Buket sevgili sarılması ve öpüşüp koklaşması faslından sonra hep birlikte içeri girdiler. O sırada ayağa kalkmıştım.

“Merhaba,” diyen ilk kişi Ege oldu.

“Aslı, sen de mi buradaydın? Ne güzel bir tesadüf.” Oğuz tüm bunları arkadaşına yan gözlerle bakarak söylemişti. Oğuz’u severdim ama sürekli arkadaşıyla aramı yapmaya çalışmasına sinir olurdum.

“Merhaba,” dedim ikisine hitaben. “Ya, evet. Çok güzel.” Yapmacık halimden hoşnutsuzluğumu fark eden Buket bana özür dileyen bakışlar atıyordu.

Üstündeki montlarını çıkardıklarında Buket asmaya götürünce hemen peşine takıldım.

“Sen mi çağırdın?”

Montları vestiyere asarken yüzü bana dönüktü. “Hayır, yemin ederim haberim yoktu.” Gözlerini kaçırmadan inanmamı isteyen bakışlarla konuştu yeniden. “Çoğu zaman Ege ile olman için planlar yapmışlığım var ki sen de zaten hepsinin farkındaydın ama bu defa hele ki senin başkasını sevdiğini bile bile böyle bir şeyi asla yapmam!”

Başımı sallayıp, “Sanan inanıyorum,” dedim. Gerçekten de inanıyordum. Çünkü onlar içeri girdiği anda Buket’in bana olan endişeli bakışlarını görmüştüm. O, çağırmış olsaydı her zamanki mahcup ifadesi olurdu yüzünde. Ama bu kez yüzünde yanlış anlamamdan korkan bir ifade hâkimdi.

Ben tekrar salona geçerken Buket de çayları koymaya gitti. Buket’in salonunda iki tekli koltuktan birine Ege oturmuştu. Ben de boş olana oturdum. Oğuz ise sevgilisiyle diz dize oturmak için geniş koltuğa yerleşmişti.

“Nasılsın Aslı?” Bana tatlı tatlı bakan Ege’ye nezaket gereği tebessüm ettim.

Ege adı gibi nahif bir çocuğa benziyordu. Buket de aynı şeyi söylemişti bir keresinde. İyi, temiz ve nahif bir çocukmuş. Ama biz kızlar illa imkânsızı seveceğiz ya! En olmadık ya da en olmaması gereken kişiler yüzünden böyle iyi çocukları hep üzüyorduk. Olmuyordu. Ne yapsam da içim almıyordu Ege’yi. Çirkin miydi? Hayır. Tatlı ve yakışıklı sayılabilecek biriydi. Aptal bir erkek de değildi ama… Âmâsı vardı işte. Bir şeyler eksikti, uyuşmuyordu onunla olan enerjimiz. Belki sonradan severim deyip, deneme yanılma yapan bir kız hiç olmamıştım. Sevmezdim de bu tarz düşünceleri. Karşıdakini üzmekten başka bir işe yaradığını sanmıyordum. Ha! İşe yarayanlar olabilir ama bende kesinlikle işlemiyordu bu durum.

“İyiyim, teşekkürler. Sen nasılsın?”

“Çok iyi,” dedi coşkulu sesiyle. Sanırım bu, seni gördüğüm için çok iyiyim, demek oluyordu.

Seni üzmek istemem tatlı çocuk ama kalbim dolu maalesef.

Ortama rahatsız edici bir sessizlik çöktü. Oğuz ikimizin muhabbet etmesi adına telefonuna gömülmüştü. Ben de Ege’den gözlerimi kaçırmak için salonu baştan keşfediyordum. Ege kaçamak dahi olsa doğrudan bana bakmaktan geri durmuyordu. Birimizin konuşması gerekiyordu artık, ortam bizi buna mecbur ediyordu ama o konuşan kesinlikle ben olmayacaktım. Takmamaya çalıştım. Ama geriyordu böyle ortamlar beni canım! Dudaklarımı dişlemeye başladım. Sonra hemen bundan vazgeçtim. Dudaklarıma zarar veriyordum ve ruj sürerken pürüzsüz durmaları önemliydi.

Buket sonunda gelebildiğinde çayları dağıttı. “Evde atıştırmalık niyetine pek bir şey kalmamış. Kusura bakmayın.”

“Söyleseydin gelirken alırdım sevgilim.”

Buket ters ters baktı. “Haberim olsaydı, söylerdim elbet.”

Oğuz yaptığı gafla gözlerini kaçırdı. Buket’in oturmasına izin vermeden elini tuttu. “Bunun için geç sayılmaz. Gidip bir şeyler alalım.”

Tabi ki de amacı bizi yalnız bırakmaktı. Buket’e tehditkâr bakışlarımdan attım. Anlamaması mümkün değildi.

Elini sevgilisinden kurtardı. “Ben gelmiyorum ama sen gidiyorsun.”

“Ama…”

“Sana ceza olsun. Hem ben çok üşeniyorum.” Onu sırtından kapıya doğru itti. “Hadi aşkım.”

Oğuz kazdığı kuyuya kendi düşünce ofladı. Dış kapıdan onu geçirirken fısır fısır konuştuklarını duyabiliyordum. Muhtemelen Oğuz’u azarlıyordu. İçimden oh olsun dedim ve yine içimden elimi göğsüme sürüp oh ohlamayı sürdürdüm. Anladığım kadarıyla Buket ona çok iyi bir fırça çekiyordu.

Ege’nin dik dik bana bakmaları bana daralmalar getirmişti. İçim sıkılmıştı. Tıpkı Buket ve Oğuz gibi psikoloji okuyordu. Onların dersleri genelde fakülteye ek yapılan dersliklerdeydi. Çok nadir bazı dersleri fakültede olurdu. Bu sayede çok denk gelemiyorduk. Buna sevinmediğimi söyleyemezdim. Duygularının farkındaydım ve sürekli gözüme sokulması dediğim gibi daralmalar getiriyordu bana.

“Ben bir su içeyim,” dedim yılın en naziklikten kırılan ödülüne layık bir tavırla.

“Zahmet olmazsa ben de alabilir miyim?”

Git kendin al! Dememek için kedimi zor tuttum. Ben gelemezdim böyle baskılara.

Zoraki gülümsememle, “Tabi,” dedim. Tam o esnada salona girecek olan Buket’i de kolundan çekiştirip mutfağa soktum.

“Senin bu sevgilin var ya!” Parmağımı karşımda Oğuz varmışçasına salladım. “Topuğu en sivri topuklu ayakkabılarımla dinlene dinlene döverim onu!”

Buket ne diyeceğini bilemez haliyle beni sakinleştirmeyi denedi. “Haklısın canım. Ben gereken konuşmayı yaptım. Kızmazsın umarım ama senin başkasını sevdiğini söyledim…” Aceleyle ekledi. “Kim olduğunu söylemedim tabi.”

“Kızmadım. İyi yaptın. Bir daha Ege’yi üstüme salacak şeyler yapmasın.”

“Ben de çocuğa yazık, boşuna umutlanıyor, dedim. Bence akıllandı.”

“Umarım. Yoksa topuklularımın tadına bakmak zorunda kalır, ona göre.”

Buket bir an hayal etmiş olmalı ki kahkahayı bastı. “Ay Aslı! Aklıma gelen manzara çok komik.”

İstemsiz ben de hayal ettim. Oğuz’u koltuğa yatırmış, topuklularımla her tarafına vurup elimin altında kıvranmasını düşündüm. Buket bizi ayırmaya çalışırken Ege de muhtemelen şok olmuş yüz ifadesiyle izlerdi. Buket’e baktım ve o anda birlikte kahkahayı bastık.

Ege kapıda beliriverdi. “Neşeniz bol olsun.”

Gülmeyi kestik. “Bir şey mi istedin Ege?”

Ege doğrudan bana odaklandı. “Su istemiştim ama gelmeyince merak edip bir bakayım dedim.”

İyi halt ettin, diye geçirdim içimden. “Unutmuşum, pardon.” Nazikliğimden ötürü bana ikinci bir ödül de verilmeliydi.

“Önemli değil,” dedi bir insana fazla gelebilecek ama bu çocukta fazlaca bulunan bir anlayışla.

Kapı çaldığında Buket açmak için gidince küçücük mutfakta yalnız kaldık.

“Gülmek çok yakışıyor sana.” Yüzümü buruşturmak istedim ama ayıp olurdu değil mi? Ne yapayım? Çok nostaljiydi.

“Bak Ege…” Benden ona yar olamayacağını açık açık onunla konuşacaktım ancak içeriden gelen ses kulaklarımın havaya dikilip dikkatli dinlememe sebep olunca sustum.

Arslan’ın sesi miydi o, yoksa kalbim bana oyun mu oynuyordu? İçeri koştum. Hatta depar attım diyebilirim. Ege’nin şaşkın şaşkın arkamdan baktığına emindim.

Oğuz, Arslan’a destek olmak için kolunun altına aldığı bedenini oturttu. Arslan neden buradaydı? Neden adımları sarsaktı? Üstü başı da kirlenmişti.

“Nasıl oldu bu?” dedi Buket, sesi telaşlıydı.

“Karşıdaki market kapalıydı. Ben de bir sokak aşağıdakine hava soğuk diye arabayla gittim. Dönüşte de köpeğe çarpmamak için direksiyonu kırınca…” adını bilmediğinden susup durakladı ve Arslan’a baktı.

“Arslan,” dedi kendini tanıtarak.

“Hah! Arslan’a çarptım.”

Buket duraksadı. Birkaç saniye düşündükten sonra gözleri beni buldu ve bu o mu der gibi kaş göz işareti yapınca gözlerimi kırparak onayladım.

“Neden hastaneye götürmedin Oğuz?” Buket’e katılırcasına başımı salladım ama kimse beni görmedi. Kapının kenarında emanet bir havayla öylece dikiliyordum. Ellerimi arkamdan duvara yaslamış, sırtımı da ellerime yaslamıştım. Arslan henüz benim farkına varmamıştı.

“Çok ısrar ettim ama istemedi. Buraya getirmeye de zor ikna ettim.”

“Gerek yok, ben iyiyim.” Oğuz’a tersleyerek baktı. “Buraya da gelmesem olurdu. Ben artık gideyim.” Kalkmak istedi ama Oğuz’un engeline takıldı. Oğuz onu omuzlarından iterek geri oturttu.

“Hayatta olmaz. İyi olduğuna emin olmam lazım. Eğer kalmam diyorsan hastaneye gideriz.”

“Bence de.”

Buket sevgilisini destekleyince Arslan başka çaresinin olmadığını anlayıp sıkılgan ve sinirleri bozulmuş ifadesine rağmen itiraz etmedi. Kapının girişinde Ege ile uzaktan izliyorduk onları.

Mesafeli sesimle, “Geçmiş olsun,” dediğimde beni fark etti. Ve yine koca bir şaşkınlık. Aklından geçenleri tahmin edebiliyordum. Yine mi sen? Nereye gitsem karşıma çıkıyorsun, cümleleri aklında kol geziyordur.

Böyle mesafeli durduğuma bakmayın. Yüreğim onun için korkuyla çarpıyordu. Her ne kadar iyi görünse de ya sıcağı sıcağına bir şey hissetmiyorsa, ya kırığı varsa. Hi! Ya iç kanama geçiriyorsa. İçimde kopan fırtınaları bir ben bir de siz biliyorsunuz.

Keşke hastaneye gitseydi. Fakat onda anladığım en belirgin özellik istemediği sürece kimsenin ona bir şey yaptıramamasıydı. Dolaylı yoldan Buket ve Oğuz ‘u üstüne salarak ikna etsem biliyorum ki boşuna bir olacağından yeltenmedim bile.

Buket, sırtına yastık koydu. Zorla! Sanki hamileydi. Oğuz rahat ettirmek için ayağını sehpaya uzatmaya çalıştı ama Arslan izin vermedi ve ona sevgi dolu(!) bakışlar attı. Oğuz ve Buket üstüne düştükçe Arslan’ın tahammülsüzlüğü de aynı oranda artıyordu. Birazdan yeter uleyn! Diye bağırırsa şaşırmazdım.

Buket’in kolundan yakaladım. “Biz çayları tazeleyelim istersen.”

“Tamam,” dedi.

“Oğuz bence sen de artık otur, sanırım beyefendinin kafasını dinlemeye ihtiyacı var,” dedim hiç tanımıyormuşum edasıyla. Beyefendi kelimesindeki kinayeyi bir tek o sezmişti.

Arslan soğuk bakışlarından gram vazgeçmeden bana ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışarak bakıyordu. Ay bu adam gerçekten kuşku prensiydi! Ben onu başındaki kalabalıktan kurtarmaya çalışayım o bana şüpheyle baksın. Hak etmiyorsun işte! İçimdeki öfkeyi bastırmadım. Gözüne soktum.

“Hadi Buket,” deyip saçlarımı savurarak mutfağa ilerledim.

“Bak, kader nasıl da işliyor.” Buket’in aklı hala orada mıydı?

Ona döndüğümde omuzlarımın çok az geçen saçlarım havada bir tur uçuşmuştu. Buket öfkemi görünce şaşırdı.

“Ne oldu sana?”

“Görmedin mi? İçeride başına gelenlerin sorumlusu benmişim gibi bakıyordu bana. Ne olsa benden bilecek herhalde.”

Buket konuşacakken, “Sakın onu savunacak tek kelime etme!” dedim, patlamaya hazır bir bombaydım resmen.

Canım arkadaşım hayatı tehlikesi için en akıllı olanı yapıp ağzına fermuar çekti. Yorum yapmadı. Çayları tazeledi ve Oğuz’un dış kapının önüne bıraktığı poşeti alıp geldikten sonra atıştırmalıkları tabaklara koyup tepsiyi eline aldı.

“Sen dağıtmak ister misin?” Sırıtıyordu.

“Hah! Bir de ona hizmet mi edeceğim?” Küskünce dudaklarımı büzdüm. “Hem o kötü adam benim çayına zehir falan koyduğumu düşünür. Hatta onu bayıltıp sabah yanında uyanacağıma kendini inandırıp verdiğim çayı içmez.”

Buket kıkırdadı. “Hayal gücüne hayranım Aslı.”

“Benim değil, Arslan’ın hayal gücü bu. Eminim kızım. Bana hep şüpheyle bakıyor. Bir kere çıkma teklifi ettim ya, her şeyi benden bilir şimdi. Kafasına düşen dolu tanesini bile bana yığardı.”

“Yalnız, yakışıklı çocukmuş,” deyip iç çekmeme neden olduktan sonra içeriye gitti. Öyleydi.

Salona girdiğimde Oğuz dakikada bir iyi misin, miden bulanıyor mu, bir yerin ağrıyor mu, diye sorularla boğuyordu Arslan’ı. Kötü adam ise sadece tek kelimelik bir cevapla hayır, diyordu. Bulunduğu yerden oldukça rahatsızdı. Kalkıp gidemiyordu da. Yoksa oğuz gerçekten hastaneye götürürdü onu. Çarpan kişi o olduğundan kendini sorumlu hissediyordu ki zaten sorumluydu bir bakıma.

“Çaylar geldi!” Buket ortama saçma bir giriş yaparak çayları dağıttı. Sanki kimse senin çay getirdiğini görmedi. İç sesim bazen benden bağımsız cevaplar veriyordu. O anlarda iyi ki kimse duymuyordu beni.

Hala ayaktayken çayımı elime alıp bana boş kalan geniş koltuğun kenarına iliştim usulca. Ona yakın tarafa. Az önce oturduğum koltuğa oturmuştu. Ege yine yerindeydi. Bana da ona yakın taraf boş kalmıştı. Tabi ki de kendiliğinden gelişmemişti. Buket’in marifetiydi. Oğuz ile geniş koltuğun diğer ucuna geçmişlerdi ve burayı da bilerek boş bırakmışlardı.

Başımı sinsiliğimi gizleyen bir masumlukla Arslan’a uzattım. Elimde de tabağıyla tuttuğum çayım vardı.

“Çok mu sert vurdu Oğuz?” Arslan başını kaldırıp soru dolu gözlerini üstüme dikti. Rahat bir şekilde çayımdan yudumlayıp tabağına geri koydum. “Hâlbuki ben ona çok hızlı vurma demiştim ama. Hızını alamamış olsa gerek.”

Arslan bana yüzüm bir canavara dönüşmüş gibi bakıyordu. Gözlerindeki dehşet büyüdüğünde ona olan sinirim de azalıyordu. Eğleniyordum onun bu haliyle. “Şaka yapıyorum canım.” Biraz daha eğildim ve sesimi gizemli bir hale getirdim. Bilerek! “Ciddiye almadın değil mi?”

Bakışları değişmedi. Sanırım artık ciddi ciddi benim yaptırdığım ihtimalini düşünüyordu.

“Allah’ım! Sen nasıl bir adamsın böyle?” Kaşlarını çattı. “Gerçekten şaka yapıyorum.” Sanırım ihtimalin saçmalığının o da farkına vardı. “Henüz o kadar sana sinirlenmedim. Sinirlenince düşünürüz tabii.”

İhtimal yeniden ortaya çıktı. İçinden sen ne çeşit bir yaratıksın dediğine eminim. Benden korktuğundan değil ama uzak durmak isteğinden dolayı tekli koltukta gidecek başka yer varmış gibi kendini kaydırdı. Gözlerimi devirdim.

Rahat tavrımı bozmadan ama içten içe sırıtarak çayımı yudumladım. Arslan’ın bu ne tuhaf kız, bakışları bir süre üzerimden ayrılmadı.

“Arslan, inşaat mühendisliği okuyormuş. Sizin ortak dersleriniz vardır şimdi. Tanışmıyor musunuz?” dedi Oğuz.

Ege köşesinde sessizliğe gömülmüştü. Herhalde onunla aramızda geçen tuhaflığı görmüştü. Bu geceki ikinci şüpheci vakası…

“Hayır!”

“Evet!”

İki farklı cevap, iki farklı sesten gelmişti. Bilin bakalım hayır diyen kimdi? Tabi ki de kötü adam!

Ege ikimiz arasında gözlerini gezdirip, “Evet mi Hayır mı?” dedi.

Arslan’ın konuşmaması için hızla yanıtladım. “Arada görüyorum beyefendiyi sadece, o kadar. Bir tanışıklığımız yok. Olamaz da!”

Son cümlemi gözlerinin içine bakarak sarf etmiştim. Arslan düşünceli gözüküyordu. Ne düşündüğünü bilmeyi o kadar çok isterdim ki. Üzülmüş olamazdı değil mi? İçimden kendime güldüm. Bugün en saçmaladığım kısım Arslan’ın üzülmüş olmasını düşünmemdi.

Hem neden üzülsündü? Benden kurtulmak isteyen ama bir türlü kurtulamayan tavırları kendini çok belli ediyordu. Tam tersine sevinirdi. Ancak bilmediği ya da bilmek istemediği benim artık onun için kılımı bile kıpırdatmadığımdı. Bizi sürekli bir araya getiren ben değildim ama gel de Arslan'a anlat. Kesinlikle benden biliyordu benim için tatlı ama onun için kâbustan farksız tesadüfleri. Buket galiba haklıydı.

Kader denilen olay sekmeden işliyordu.

***

Ah! İçim dışıma çıkacaktı neredeyse. Klasik bir Pazartesi yoğunluğundan kaynaklı tıklım tıklım dolu olan otobüsten merhaba! Zaten oturacak yer bulamamış ayakta demir direğe tutunarak gitmek zordu, üstüne bozuk yollardaki çukurlar yüzünden araba bazen sarsılıp bazen de zıpladığı için iyice işkenceye dönüşüyordu. Kırk yılın başında sabah kahvaltı yapmıştım o da aramıza geri dönmek üzereydi.

Kimdi yahu buranın belediyesi? Neden yapmıyorlardı şu yolları? Beş dakikalık yol eziyet gibi geçerken ara sıra aklım biraz ilerimde duran ve tavandaki demirden sarkan halkaya tutunan Arslan ile bulunduğum durumu unutuyordum.

Bu sabah otobüs durağındayken onun da benim gibi otobüs beklediğini gördüm. Geçen gece bindiği araba onun değil miydi, diye düşünürken sanayiye bıraktığını telefonda konuşurken duydum. El mahkûm otobüse kalmıştı. Onu takmadan kulaklığımdaki şarkıyı dinlesem de algılarım en açık haliyle ondaydı.

Başta günaydın demeyi düşünsem de vazgeçmiştim. Kendisi de böyle bir zahmete girişmemişti zaten. Kötü adam ne olacak? İnsan nezaketten bir günaydın demez mi? Söz konusu Arslan ise demezdi. Hiç muhatap olur muydu benimle?

Gelen otobüse hakkını yemeyeyim centilmenlik edip benim önce binmem için beklemişti. Dolu olan otobüste yan yana durmak zorunda kalmıştık. Bir ara kolum koluna çarptı fakat hiçbir tepki vermedi. Bunun üzerine ben de yine kendim çalıp kendim oynayarak ona küsüp bir sonraki durakta inen üç kişin açtığı yere doğru yürüdüm. Bu sayede ondan uzaklaşmıştım. Öylesine benim tarafa bakmış gibi yapıp beni yerimde göremeyince kaşları çatılacak oldu ancak kendini çabuk toparladı. Bence öyle olmuştu, ben yine hayal kurmamıştım. Çünkü benden kaçmaz kızım!

Bir daha da benim tarafıma bakmadı. Belki de muhatap olmaması geçen geceyi telafi etmek istemesindendi. Oğuz’un ona arabayla çarptığı gece…

“Ben artık gideyim,” diye ayaklanmıştım. Akşama kadar uyumama rağmen hala uykum vardı. Yorgunluğu üstümden atamamıştım sanırım.

Arslan da birinin kalkmasından yüz bularak ayaklandı.

“Ben de gitsem iyi olacak.”

Oğuz hemen itiraz etti. “Bu gece burada kalalım ne olur ne olmaz. Gece fenalaşabilirsin,” dedi felaket tellallığına bürünürken.

Arslan Buket’e bakıp aklına yatmayan bir şeyle yeniden Oğuz’a döndü. Ona sen ne biçim erkeksin bakışı atıyordu.

“Sevgilinin evinde kalmam doğru olmaz,” dedi en muhafazakâr haliyle.

Oğuz ne demek istediğini anlamış en az onun kadar ters bir cevap vermişti. “Elbette sevgilim olmayacak. Onlar Aslı ile aşağı, Aslı’nın evine inerler. Biz de burada kalırız.”

Resmen Arslan’a haddini bildirmişti. “Oğuz ‘a katılıyorum,” dedi Buket sanki katılmadığı bir gün varmış gibi. Merak etmeyin. Çenemi tutuyorum, zor olsa da. Arkadaşlarım onlara içimden verdiğim cevapları bir duysalardı herhalde beni arkadaşlıktan reddederlerdi.

“Aslı senin için sorun olur mu?”

Buket’ e dik dik bakıp, “Elbette olmaz. Evime istediğin her zaman gelebilirsin,” dedim sanki sadece onun için arkadaşımı evime almıyorum demek adına.

“Tamam, o zaman…” Arslan Oğuz’un sözünü kesti.

“Lütfen fikrimi sormadan plan yapmazsanız sevinirim.” Kısa bir an gözleri beni buldu. Hep bunu yapıyordu. Bendeki bakışlarını çok kısa tutuyordu. İlk kez bugün benimle tartıştığında öfkenin etkisindeyken uzunca gözlerimin içine bakmıştı. “Kimsenin rahatı bozulmasın. Ayrıca ben iyiyim ve gerçekten artık gitmek istiyorum.”

Arslan’ı bu gece ilk defa uzun uzun konuşurken görüyordum. Normalde uzun cümleler kurmaz. Sanki uzayan cümlelerden sıkılıyordu. Nereden anladın derseniz? Öyle bir izlenim veriyordu.

Oğuz ve Buket daha fazla ısrar etmedi çünkü Arslan’ın nasıl ters bir adam olduğunu anlamışlardı. Ve sanırım Oğuz ona gıcık olmuştu. Bakışları bunu yansıtıyordu.

Ayakta durmuş onların tartışmasını neden izlediğimi en son sorgulamak aklıma gelince kapıya yöneldim.

“Görüşürüz gençler.”

Herkesten önce Ege beni geçirmek için koşar adımlarla peşimden geldi. “Görüşürüz Aslı,” dedi bana yine tatlı tatlı bakarak. Eğilip ayakkabılarımı giydikten sonra doğruldum.

Aynı gülümsemeyle, “Görüşürüz Ege,” dedim. Kapının önünü işgal eden Ege yüzünden Arslan bir türlü geçemiyordu. Boğazını sertçe temizledi.

“Müsaadenle.”

Ege onu yeni fark ediyormuş gibi ağır ağır kapıdan çekildi. Sanırım o da gıcık olmuştu Arslan’a. Peki, bu Arslan’ın umurunda mıydı? Elbette hayır!

Ben merdivenlere o asansöre yönelmişti. Normalde bir kat dahi olsa bazen üşengeçliğimden asansör kullanırdım ama Arslan’ın bunu kendi lehine çevireceğini bildiğimden merdivenlerden inmeye karar verdim. Ben varım diye bindin, bir kat aşağı için asansöre binilir mi havalarına girerdi yoksa.

Küçük de olsa senin için kendimden ödün veriyordum. Utanır mısın acaba? Sanmam. Neyse ki iç sesimi duymuyordu. Bu iç ses çok güzel bir şey ya! Say, söv, istediğini söyle… Sadece sen biliyorsun. İç sesim, seviyorum kız seni!

Eyvallah, ben de deyince gülümsedim. Garipsemeyin canım! Arada iç sesim ile cilveleşirim böyle. Çok kafa dengimdir. Ne yapsam bana hak verir.

Kendi kendime gülümsediğimi dışarıdan biri görse deli derdi. O nedenle gülümsememi hemen yüzümden sildim.

Telefonuma düşen bildirime baktım. Mesajı okuduktan sonra merdivenlerin başında yan gözlerle Arslan’ı kontrol ettim ve hemen ardından beklediğim şey gerçekleşince sırıttım. Çalışmayan asansöre ağzının içinden homurdanıyordu. Bizim asansör çoğu zaman arızalar verirdi. Gelen mesaj da apartman grubundandı. Arızayı haber vermişlerdi. Tabi ki de bilerek söylemedim ona. Oh olsundu!

Ha bu arada bilin bakalım apartman yöneticimiz kimdi?

Bildiniz mi?

Bence tahmin ettiniz!

Raziye teyze! Alt tarafı bir yöneticiydi ve apartmanın bekçiliğine soyunurdu. Kim gelir kim giderek karışırdı. Daha doğrusu biz öğrencilereydi bu tavrı. Çoğu zaman Oğuz geldiği için Buket’e burası nezih bir apartman diye başladığı lafı uzatır da uzatır, asla susmazdı. Buket ise benden daha nazik davranır, ona sabır gösterirdi.

Her neyse! Bırakalım mobese kadını.

Arslan da ensesini kaşıya kaşıya merdivenlere yönelince sinsice gülümseyip önden indim. Bir kat aşağı indiğimizde ben kendi dairemin kapısına gelince ondan hiç beklemediğim bir şey yaptı.

Bana, “İyi geceler,” dedi. Bence kendi de beklemiyordu. Bu yüzden de kendisi de dediğine şaşırdı. Sonra yaptığı gafın farkına geç de olsa varınca merdivenlerden uzun bacakları sayesinde hızla indi.

İşte böyle olmuştu. Araya yine gereksiz konular kattım ama çok da takılmayın. Dilim açıldı mı susmak nedir bilmiyordu. Eh! Siz de alıştınız sanki bu halime.

Otobüs kampüsün içine girip fakültenin yakınında durunca indim. Kapıya yakın olduğumdan ilke ben otobüsten çıktım ve önden yürüyüp sınıfa girdim. İlk dersimiz Arslanların sınıfıyla ortaktı. Kapıda beni bekleyen Berna kahvemi elime tutuşturdu. Arkamdan gelen Arslan’ı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Kolundan çekiştirip yüz ifadesini Arslan’ın görmesini engelledim. Arkadaşım diye diyorum bazen çok gereksiz ve patavatsızca tepkiler veriyordu.

“Aslı…”

“Aklından bir şey geçmesin. Aynı otobüsteydik.”

Amfide sıralardan birine geçerken, “Aynı güzergâh üzerinde misiniz ki?” dedi.

“Evet. Apartman komşusuyuz.”

Bağıracağını tahmin ettiğimden elimle ağzını kapattım. Tüm sorularını tahmin ettiğimden tek nefeste cevapladım. “Sakın bağırma. Sus! Evet, yan apartmanıma taşındı. Tamamen tesadüf. Ben de iki gün önce öğrendim. Başka soru sorma.”

Bütün heyecanı kaçırdığım için elime vurup ağzımdan çekti ve kızgınca önüne döndü. Sanırım bana trip atıyordu. Aman, deyip kahvemi içtim. Berna onu umursamadığımı görünce dayanamayıp yeniden bana döndü.

“Ya sen ne kadar sinir bozucu bir kızsın ya!”

Dudaklarım kıvrıldı. “Ben de seni seviyorum bebeğim.” Ona uzaktan öpücük atınca gözlerini devirdi. Kollarını göğsünde bağladı.

“Senden nefret ediyorum.”

“Duygularımız karşılıklı.”

“Hah!” diye bir tepki koyuverince başımı iki yana sallayıp gülümsedim.

Bir yandan Berna ile dalaşırken bir yandan da algılarım Arslan’ı takip ediyordu. İki sıra aşağıda, çaprazımda oturmuştu. Küçük not defterini önüne bırakmış, kalemini elinde evirip çeviriyordu.

Muhtemelen onların sınıfında olan benim gibi gerçek değil de çakma sarışın bir kız kapıdan girerken yanındaki arkadaşına Arslan’ı gösterip beklemeden yanına oturdu. Teklifsizce…

Sırtımı oturduğum yerden ayırdım. Hangi hakla otururdu yanına? Öfkelenmiştim. En çok da bunu söylemeye hakkım olmadığı için öfkeliydim. Ben kimdim ki? Arslan bana da böyle bir hak vermemişti ama elimde olmadan kıskanıyordum, ne yapayım?

Berna olanların farkında her an bir atak yapacağımdan korkarak kolumdan tutuyordu.

“Sakin ol, Aslı,” diyordu kulağıma.

Kız Arslan’a bir şey sordu. Dişlerimi sıktım. “Sakinim.” Ama değildim işte!

Arslan kıza cevap vermeden yanından kalktı ve bana doğru yürüdü. Gözleri bana kayacağını anladığımda hemen o yakalamadan bakışlarımı sanki onun farkında değilmişim gibi önüme çevirdim.

Arslan arkamdaki iki sıra öteye oturdu. Kız da kalakaldı öylece. Demek ki tavrı sadece bana değildi. Genel haliydi ama bu beni rahatlatmak yerine daha çok üzdü. Çünkü bu tavrı sen de herkes gibisin mesajı veriyordu.

“Selam güzeller,” dedi Semih, önümüzdeki sıraya oturdu. Berna ona karşılık verirken benim bakışlarım bozulmuş ve oynayan dudaklarından anladığım kadarıyla söylenen kızdaydı. Bana fazlasıyla tanıdık gelmişti bu hali.

Arslan ona yüz vermediği için sorun yoktu ama içim içimi yiyordu. Ya bir gün gönlünü birine kaptırırsa? Belki de zaten çoktan kaptırmıştır. Of! Delireceğim! Hakkında hiçbir şey bilmemek çok can sıkıcıydı.

“Sana diyorum Aslı!” Semih parmaklarını gözlerimin önünde tutup şaklatıyordu.

“Ne oldu?”

“Ohoo. Leyle mı oldun kızım?” Koyu kahverengi gözlerini kısmış, beynimin içine sızabilecekmiş gibi dikkatle bakıyordu yüzüme.

“Yok be! İşim gücüm yok birde leylalıkla uğraşacağım!” hadi benim yerime siz deyin. Ya da beraber söyleyelim.

Tabii ki de yalan!

Leylanın ta kendisi olmuştum. Hatta leyla görse önümde eğilirdi.

“Sahi ne diyordun?” Konuyu değiştirmede üstüme yoktu.

“Bugün başlıyoruz değil mi şu sunuma?” Bir de o vardı.

“Tamam, başlayalım. Her zamanki kafeye gideriz.”

Berna da sınıftan başka bir kız ile gruplandırılmıştı. O da başlayacağıyla ilgili bir şeyler söyledi fakat aklım bambaşka yerlerdeydi. Hocanın sınıfa girişiyle dikkatimi derse vermeye çalıştım. Aklımı meşgul etmem gerekiyordu. Çantamdan küçük, mor kapaklı defterimi çıkarıp notlar almaya başladım. Yarım saatin ardından hoca sınıftan ayrıldı. Öğrenciler de yavaş yavaş sınıfı terk etti. Bunlara Arslan da dâhildi. Yerimden kalkıp oturduğu tarafa dönünce masadaki not defterini gördüm. Kimse fark etmeden hemen gidip aldım. Defterini unutmuştu.

Bir an peşinden gidip vermeyi düşünsem de vazgeçtim. Tabi ki de hemen vermeyecektim. Yalnız kaldığım bir an kurcalayıp öyle verecektim.

“Aslı, hadi gelmiyor musun?” Berna’nın sesiyle defteri çantama attım. Kafeteryaya girince Ceren ve Damla da çoktan gelmişti. Birbirimizden hoşlanmadığımız halde neden o kızın olduğu yere gittiğimi sorgulamayın. Berna ve Semih’in hatırına!

***

Kafam bir milyon Semih’in yanından ayrılırken sunumumuzun materyallerini bitirmiştik en azından. Geriye kalan teknikleri ezberlemek ve çalışmaktı. O da yarına kalsın deyip kaçmıştım. Pazartesi yoğunluğu derslere de yansımıştı. Haftanın en yoğun günüydü. Hiç boş dersimiz yoktu.

Elim kolum dolu apartmana doğru yürüyordum. Yorgunluk hem bedenimi hem de beynimi uyuşturmuştu resmen. Üstüne market alışverişi yapmıştım. Poşetler de çok ağırdı. Kollarım kopacak derecede ağrıyordu ama ha gayret diyerek az kalan yolu bitirmeye gayret ediyordum.

Yan apartmanın önünden geçerken bilin bakalım kimin ile karşılaştım.

Bildiniz!

Arslan ile tabi ki. Bir eli deri ceketinin cebinde telefonla hararetli hararetli konuşuyordu. Kulak misafiri olmuştum. Tamam, inanmadınız. Evet, bilerek dinledim. Ağır yükümden dolayı adımlarım zaten yavaştı ama bilhassa onu duymak için daha da yavaşlatmıştım.

Demir diye birinin adı geçmişti. Konuştuğu bir kadın değildi. Poşetleri yere bıraktığım esnada Arslan da konuşmasını bitirmişti. Apartmana girecekti ki ona seslenmemle durdu.

“Bakar mısın?”

Arslan bana yine ne diyecek acaba der gibi bakıyordu. Çantamdan not defterini çıkardım.

“Bunu sınıfta unutmuşsun.”

Defterini görünce yüzü aydınlandı. “Ben de bunu arıyordum.” Defteri kaptı ve bir hasarı var mı diye kontrol etmeye başladı. Sanki yedim defterini!

“Merak etme, hepsi tam. Aldığım gibi getirdim.”

Eh! Kurcaladığımı bilmesine gerek yoktu. Zaten kurcalamaya değer bir şey de bulamamıştım. Ne bekliyordun ki Aslı? Defterin kenarına köşesine adını yazmasını falan mı? Arslan bunları yapacak bir adam değildi. Yapsa benim adımı yazar mıydı, orası şüpheli.

Düşündüğünü inkâr etmedi. Gözlerimi devirdim. Kötü adam!

Kuru bir, “Teşekkür ederim,” dedi.

Onun soğukluğunun aksine yine de gülümsedim. “Rica ederim.”

Biz böyle tatlı tatlı konuşurken –benim düşüncemdi tabii- bizim apartmandan çıkan Raziye teyze korkulu rüyamdı. Bizi görür görmez koşuşturdu yanımıza. Dedikodu olabilirdi sonuçta, en sevdiği şey… Arslan’dan uzaklaştım. Raziye teyzenin diyeceklerini duymasını istemezdim.

“Kim bu çocuk? Sevgilin mi?” Değildi ama inşallah olur, dedim kalbimden gelen bir dilekle. Raziye teyze Arslan’ı süzdü. “Pek gözüm tutmadı.” Aman! Senin gözün tutsa ne olur tutmasa ne olur. “Bana bak! Sen de üstteki kız gibi ne idüğü belirsiz kişileri apartmana getireyim deme!” Üsteki kız dediği Buket’ti.

“Bu seni ilgilendirmez Raziye teyze.”

Sanki küfür etmişim gibi gözlerini kocaman açtı. Buz mavisi gözleri daha bir ürkünç hale gelmişti bu hareketiyle. Gerçi ona bu laf, küfür gibi geliyordu. Nasıl onu ilgilendirmezdi? Tabi ki de her şey onu ilgilendirir, her konuda bilgisi olmalıydı. Yüzünde biri ezmişte öyle kalmış gibi duran geniş burnunu her şeye sokmazsa o gece uyuyamazdı.

“Ne demek ilgilendirmez? Apartmana ne idiğü belirsiz kişileri getirip duruyorsunuz sürekli. Burası nezih bir apartman. Öyle ne yabancı kişileri…”

Saymaya başladım. 1, 2, 3, 4… Artık bu huyumu biliyorsunuz. Açıklamama gerek yok diye düşünüyorum. 5, 6 7…

Baktım susacağı yok dayanamadım ve patladım.

“Ay yeter!” diye bağırdım. “Kendini apartmanın sahibi falan mı sanıyorsun? Ev benim değil mi istediğimi getiririm. Sana ne! Kim ne yapsın sana yahu?”

Zaten yorgunluktan canımdan bezmiştim üstüne Raziye teyzenin sinirlerimi bozması çileden çıkarmıştı beni. Ancak yine de hemen pişman olmuştum ona bağırdığım için. Sonuçta benden büyüktü. Keşke her zamanki iğneleyici sözlerimle alt etseydim onu.

Raziye teyze onaylamayan sesler çıkarıp bana gıcık bakışlar attı. “Terbiyesiz. Büyüklere saygı da kalmamış.” Ama pişman olmama izin vermiyordu işte. Yanımdan geçip giderken hala söylenmeye devam ediyordu.

“O yaşlı kadına bağırman hiç hoş değil,” dedi Arslan iyilik meleği rolüne bürünerek. Raziye teyzenin dediklerini duymamıştı. Haliyle bağırdığım için dışarıdan suçlu gözüküyordum. Ona dönüp açıklayacaktım ki bugün dili açılan kötü adam bana fırsat tanımadı. Sözleri kırıcıydı.

“Senin gibi kural tanımaz, saygı bilmezlerden bu beklenirdi zaten.” Bu adam durup dururken neden beni azalıyordu şimdi? Benim gibiler derken beni aynı kefeye koyduğu kişiler kimdi?

“Benim gibiler derken?”

Alaylı ifadesiyle, “Buna mı takıldın gerçekten?” dedi. “Annen yaşında kadındı. Sen evde annene de böyle davranıyorsan acıdım o kadıncağıza.”

Bir çat sesi duydunuz mu?

Hah! İşte o duyduğunuz benim kırılan kalbimin sesiydi.

Hiçbir şey demeden poşetlerimi elime aldım ve gözlerinin içine uzun uzun baktım. Annemin olmadığını bilmiyordu, bilseydi belki de bunları söylemezdi, Belki de canımı yakmak için söylerdi, bilemiyorum. Şimdi yüzüne vurup sözlerinden ötürü onu vicdan azabına sürükleyebilirdim ama istemedim. Sessiz kalarak ona en büyük cevabı verdim. Muhatap olmaya bile değer görmedim.

Yargısız infaz edişini anlar gibi oldu. Yüzümdeki ifade ona ne anlattıysa haddini aştığını bence anladı. Gereksiz bir tepkiydi. Farkına varmıştı. Ancak artık çok geçti. Kırıcı adam!

Arkamı dönüp eve gitmek için yürüdüm. Yarın annemin ölüm yıldönümüydü ve Arslan’ın söylediklerinin böyle denk gelmesi çok trajikti.

Keşke yaşasaydı ve biz her gün kavga etseydik.

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüm : 21.01.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...