
instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız!!
Bölüm sonuna eklediğim soruları cevaplar mısınız?
Düşüncelerinizi merak ediyorum.
Keyifli Okumalar
4. Bölüm: Pişman Prens
Bir salı günüydü. Bütün temizlik malzemelerini salona yığmış bugünü temizlik günü ilan etmiştim. Eğer temizlik günü ilan etmeseydim herhalde artık belediye evimi basardı. Aslında öyle kirli değildi ama olabildiğince dağınıktı. Dağınık sevdiğimden değil toplamaya üşendiğimden… Son günlerimi yoğun geçiriyordum. Hem sınavlar hem formasyon dersleri hem de iş beni yoruyordu. Haliyle ev ile ilgilenemiyordum.
Bugün okula gitmemiş sınav haftasında tek boş günüm olmasını fırsat bilmiştim. Elbette bugünü evde geçirmeme neden olan sadece temizlik değildi. Hani hatırlarsanız dün bahsetmiştim. Annemim ölüm yıldönümüydü. Dışarı çıkmak istemez, kimseyle görüşmez, evde takılırdım. Öyle kafamı dağıtmak için de temizlik falan yapmıyordum. Ev gerçekten berbat haldeydi. Önce evi toplayacaktım sonra… Sonrasını görürsünüz.
Saçlarımı tepemden kuş yuvası gibi toplayıp yüzüme küçük tutamların gelmesini engelleyen kırmızı bir bandana taktım. Nefret ederdim ellerim kirli olduğunda saç tutamlarımın oramı buramı kaşındırmasından! Evimin içi sıcaktı. O yüzden dizime uzanan kısa bir pijama ve tişört giymekte zarar görmedim. Temizliğe son derece bedenen de ruhen de hazırdım.
Ama bir dakika! Eldivenler!
Henüz geçen hafta yaptırdığım tırnaklarımın mahvolmasını istemeyiz değil mi? Ben istemiyorsam siz de istemeyin lütfen bu konuda anlaşalım.
Anlaştık mı?
Anlaştık bence.
Kırmızı eldivenleri elime geçirdim ve Allah ne verdiyse temizliğe daldım. Yatak odamın her tarafına saçılan kıyafetlerimi kirlileri ayırarak toparladım. Yeni yıkadığım kıyafetlerimi katladım ve dolaba kaldırmak için kapağı açtığımda kucağıma kıyafet yığını düşünce omuzlarım çöktü. Ofladım. Galiba temelden başlamalıydım. Dolabımın içi bile siyah olduğundan tozlanmıştı. Önce güzelce sildim ve yere düşen kıyafetleri de katlayıp yerleştirdim. Dolabın dışını da sildikten sonra en zor kısma geçmiştim. Makyaj aynası ve takı bölümü…
Neredeyse yarım saatten fazla onlarla da uğraşıp odamı tamamen bitirip salona giriştim. Böyle böyle tüm evi silip süpürdüm. Mutfakta dâhil. Ne kadar da hamaratım ama! Yemek yapmak dışında elimden hiçbir iş kaçmaz. Çaktırmıyorum ancak yaparsam alasını yapardım. Kendini övmen bittiyse devam et dediğinizi duyuyorum. Ne yapayım? Övülecek malzeme çok olunca sonu gelmiyordu işte!
Tamam tamam. Sustum!
Mis gibi deterjan kokan evimin her tarafını acele etmeden gezdim, etrafı iç geçire geçire izledim. Gördüğüm temiz ev içime tarifsiz bir huzur salgılıyordu. Hadi itiraf edin. Siz de yapıyorsunuz bunu.
Gözüm kapının girişindeki ayakkabılığıma takıldı. Orasına dokunmadığım aklıma gelince kalan son gücümle dolabın önüne gazete serip ayakkabılarımı indirdim. Ikına sıkıla orayı da halletmiş ayağa kalmıştım ki dış kapının önünde kulağıma çalınan hareketlilikle bir tilki misali kulaklarımı havaya dikip nefes dahi almadan dinledim. Kapıya biri yanaşmıştı. Hışır hışır ayak sesi geliyordu ama kapı bir türlü çalmıyordu. Hırsız desem gündüz vakti hangi hırsız kafayı yemiş olabilirdi? Üstelik mobese Raziye teyze hemen yakalardı. Polisten daha hızlı davranacağı kesindi.
Peki, kapımın önündeki kimdi? Eldivenleri çıkarıp gazetenin üstüne attım ve ayaklanıp kapı deliğinden baktım. Gözlerim küçücük delikten gördüğüne inanamıyordu. Kapımın önünde duran kişi Arslan’dı. Burada ne işi vardı? Düşünceli ve kararsız yüz ifadesini az da olsa seçebiliyordum. Elini zile basmak için bir iki defa kaldırsa da her defasında vazgeçiyordu.
“Aaa! Merhaba,” diyen Buket merdivenlerden iniyordu. Arslan yakalanmanın etkisiyle duraksamıştı. “Aslı’ya mı geldin?”
Görmüyor musun? Bana gelmiş tabi. Gelmiş ama tam anlamıyla gelememiş bir haldeydi. Aslan bir süre sessiz kaldı ama sanırım uyduracak bir şey bulamamış, gerçeği söylemek zorunda kalmıştı.
“Evet. Evde midir acaba?” dedi benim pişman prens.
Neden geldiğini, beni neden sorduğunu tahmin edebiliyordum. Pişmandı. Düşüncesizce söylediği sözleri telafi etmekti niyeti.
“Evde ama bugün kimseyi görmek isteyeceğini sanmıyorum. Evden de çıkmaz.”
Arslan merakla, “Neden?” dedi.
“Aslı her sene bugün eve kapanır herkesle bağlantısını keser. Bugün onun yas günü.” Arkadaşım üzgünce iç çekti. “Annesinin ölüm yıl dönümü.”
İçimde her daim yaşayan bu cümleyi başkasından da duymak kalbimi sızlatmış, yarım yanımı bana tekrar hatırlatmıştı. Küçük bir çocuğun hüznü üzerime çökmüştü adeta.
“Annesi ölmüş mü?” Şok olan sesine karışan pişmanlığı artıyordu.
“Evet. Aslı küçükken kanserden öldü.”
Normalde Buket’in özel hayatımı ortaya sermesine kızardım ama Arslan benim kalbime yabancı değildi. Üstelik dün bana söylediklerinde beni ne kadar üzdüğünü anlamasını ve pişman olmasını da istiyordum. Sonuçta biz insanoğlu bize yapılan bir hatadan dolayı pişman olunmasından zevk duyardık.
“Anladım,” dedi durgun sesiyle.
“Bu arada sen daha iyi misin? Bir sorun yoktur umarım.” Geçen günkü kazayı kast ediyordu Buket.
“İyiyim iyiyim,” diye geçiştirdi pişman prens. Çünkü o içten içe pişman olmakla meşguldü.
“Sevindim. Neyse benim gitmem lazım, görüşürüz.” Buket muhtemelen sevgilisiyle buluşmaya gidecekti. Aslında bugün de her sene gibi yanımda olmak için çok çabalamıştı ama yalnız kalma isteğime saygı duymuş bana ilişmemişti.
Kapının arkasında heyecanla beklemeye başladım. Acaba kapıyı çalacak mıydı, yoksa gidecek miydi? Evet, Yalnız kalmak tercihimdi ama Arslan ile yalnızlığımı paylaşabilirdim. Ah Aşk! Sen nelere kadirsin böyle? Delikten ona bakmaya devam ediyordum. Elini yine zile yaklaştırdı ve bir anlık kalp krizine yol açtı fakat bu çok kısa sürdü. Elini zilin yakınlarından çekip arkasını döndü. Gidiyordu. Umutsuzlukla düşen omuzlarım bedenime ağırlık yaparken oturma ihtiyacıyla içeriye yürüdüm. Tam salonun girişine gelmiştim ki çalan kapı ile boynu bükülen umudum yeniden canlandı. Gelmişti. Koşa koşa kapıyı açtım.
Yorgun ve işinden bıkmış yüzüyle beni kapıcımız Bayram abi karşıladı. İstemsiz yüzüm asıldı.
“Aslı kızım, çöpleri döküyorum da evde çöpün varsa alayım. Burada kalıp kokmasın.”
Yüzümün, sen miydin, sözlerini yansıttığına emindim. Evi temizlerken topladığım çöpleri getirip eline tutuşturdum ve düş kırıklığım eşliğinde mutfağa girdim. Kendime sert bir kahve yaptıktan sonra kupamı avuçlarımla sarıp salona geçtim. Oturduğumda temiz ev bile artık ilgimi çekmiyordu.
Karşımda beliren yüzle gülümsedim. Pencere kenarındaki berjerde oturmuş bana her zamanki sevgi dolu gülümsemesiyle bakıyordu. Her yıl bugün onunla konuşurdum.
”Merhaba anne.”
Merak etmeyin. Henüz delirmedim. Annemin öldüğünün farkındayım. Şizofren de değilim. Hepimiz zaman zaman karşısında sevdiği kişi varmış gibi kafasının içinde onunla konuşurdu. Benimki de öyle bir şey.
“Gördüğün üzere her yıl daha da büyüyorum. Ah ruhum mu? O hala aynı. Hiç büyümek niyetinde değil.” Başını hafifçe eğdi. Sarı, bukleli saçları omuzlarından aşağı döküldü. Sen iflah olmazsın tavrıydı bu. Yeşil gözleri gözlerimden ayrılmadı. Evet, annemin bir kopyasıydım. Tek farkla. O benden birkaç santim daha uzundu. Bense bir altmış iki boyundaydım. Tüm bunları hatırlıyor musun derseniz hayır tabi ki de! Annemi öyle çok hatırlamazdım. O öldüğünde dört yaşlarındaydım. Ama fotoğraflar ve babamın çektiği videolar sayesinde sesini, görüntüsünü ve nasıl bir kadın olduğunu biliyordum.
“Babam hala evlenmedi. Senin hatırana bile ihanet etmek istemiyor.”
Dudaklarındaki tebessüm hem mutluluk hem de hüzün barındırıyordu. Babamın kendine
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |