Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bu Sorgu, Hayatin Sorgusu

@yyybusra52

.

"Gerçek adalet bir gün tecelli edecek."

.

2] BU SORGU, HAYATIN SORGUSU:

"Bilipte susmak göz yummak değil midir? Suç ortağı olmaz mıyız o zaman?"- İrfan Değirmenci

~Halsey- Still Learning ~

.

ฅ^•ﻌ•^ฅ

.

Bazıları kötü insanları düşündüklerinde sanki ebediyen kötüymüşler gibi zannederlerdi. Sanki rahme düştükleri an bile kötülük için doğacak olarak kabul ederledi. Fakat yanılıyorlardı. Kötülük insana sonradan yapışırdı ve kurtulmana asla izin vermezdi. O fani adamda kötü biri değildi ki. Onu buna zorlamışlardı. Düşünüyordu da asla o cehennem prensesini öldürdüğü için pişman değildi. O yapışık kadın iblisliğine bakmadan sürekli adamı rahatsız ediyordu. Aslında fani adam ona uygun bir dille olamayacaklarını söylemişti ama o iblis pes etmek nedir bilmiyordu. Asla pişman değildi. Fakat tek pişmanlığı en değerlisini infaz ederlerken engel olamamasıydı. Bunun pişmanlığını hiç bir zaman atlatamayacaktı. O gün kendine bir yemin vermişti. O infaza susan herkes ebediyete susturacaktı. Bu gün büyük gündü. İlk infazın gerçekleşeceği gün... Her şey hazırdı. Ve fani adam fazlasıyla acımasızcaydı. İlk önce ilk kurbanını bayılana kadar dövdü. Tüm hıncını çıkartırcasına tekmeler savurdu. Bütün kemikleri kırılana kadar durmadı. Sonra elindeki hançerle bir an bile tereddüt etmeden kalbini söküp yerinden aldı. Bir kutuya koyarak onu sıradaki kurbana hediye edecekti. Sonra özenle aldığı beyaz bir elbiseyi ölen kadına giydirdi. Saçlarını aynı kız kardeşinin yaptığı gibi ördü. O gün ilk infaz gerçekleşti ve sırada koskoca bir halk vardı. Fani adam rahatlayacağını düşünmüştü fakat yanılmıştı. Birini öldürmek hiçte basit bir şey değildi. Ama pes edecek değildi. Tüm polyannacılık oynayanları bu hayattan silecekti. Öyle de yaptı...


.

Özgür olup nereye uçacağını bilememektense kanadını kırıp yuvasında uyumayı yeğlerdi bazen kuşlar. Rüzgarda oradan buraya savrulmaktansa hiç kopmamayı dilerdi bazen yaprak. Ve katilin vicdandan yoksun izlerini görmektense evinde uyumayı isterdi insan.

Gecenin bir vakti sıcak yatağından uyanıpta göreve çağrılan hiç bir memur halinden maalesef ki memnun değildi. Kimileri para için kimileri aşkla yaptıkları bu işin her kısmını kabullenebilirlerdi ama şu sıcacık yataktan kalkma eylemini hiç kimse bir türlü sevemiyordu.

"Mert Komiserim bir bakar mısınız?"

Cesedin ön incelemesini henüz yeni bitirmiş olan Nalan, komiser Mert Ahlasa seslenirken titreyen sesine engel olamamıştı. Oldum olası bu adamdan korkardı ve konuşmaktan her zaman çekinirdi ama vazifesini yapması gerekiyordu.

Henüz odaya yeni girmiş ve polis memurlarından birinden olay hakkında bilgi alan Mert Ahlas adının seslenilmesiyle bakışlarını memurdan alıp cesedin başında inceleme yapan ekipten birinde sabitledi. Kadın hafif tedirgin bir şekilde yanına gelmesini bekliyordu.

"Eyvallah birader."


Yanındaki memurun omzuna hafifçe vurarak bunları söyledikten sonra kadına doğru yaklaşmaya başladı.

Bu Mert Ahlasın cinayet büroda ikinci davasıydı. Fakat şimdiden adını duymayan çok az kişi kalmıştı.

Komiserin yanına yaklaşmasıyla cesedin yanından doğrulan kadın bir baş selamıyla onu karşıladı.

"Maktulün durumu nedir?" Sert ve kendinden emin çıkan tok sese karşın kadın nedensizce daha da bir titrediğini hissetmişti.

Kendine çeki düzen vermek istercesine çaktırmadan hafifçe başını iki yana salladı.

"Öncelikle adli tıpta kesinleşecek fakat öleli sadece bir kaç saat olduğunu söyleyebilirim." Bakışlarını bir kaç saniye Mert Ahlastan alarak cesette gezdirdi ve söyleyeceklerini tekrar etti içinden.

"Başka?"

"Fena şekilde dövülmüş ve bunun ölmeden önce gerçekleştiğini de kesinlikle söyleyebilirim. Kıyafetleri kendi kıyafetleri değil çünkü maktülün kıyafetleri özenle katlanılmış bir şekilde koltuğun üzerinde bulundu. Asıl önemli olan ise maktulün kalbi komiserim."

Karşısındaki adamın anlamamışçasına kaşlarını çatışını izledi ilk önce sonra kaçan özgüveni yerine gelmiş gibi omuzlarını dikleştirdi ve devam etti.

"Katil maktulün kalbini yerinden sökmüş ve kalp şu anlık okulda bulunamadı."

Duyduklarıyla yüzünü buruşturmadan edememişti Mert Ahlas.

"Başka bilmem gereken bir şey var mı?"

Nalan evet dercesine başını salladı.

"Evet. Maktulün cesedini öğrencilerden biri görmüş ilk önce sonra iki tane arkadaşı daha yanına gelmiş. İlk gören şoktan bayıldığı için bildiğim kadarıyla şu an hastanedeler."

"Öğrencilerin akşam vakti okulda işleri neymiş?"

'Bilmem' dercesine omzunu silken Nalana son bir bakış atarak cesedi incelemek için bir adım daha yaklaştı. Otuzlu yaşlarının sonlarında açık tenli güzelce bir kadındı. Yer yer kan bulaşmış saçları güzelce örülmüştü ve üzerinde beyaz ama artık kırmızı olan bir elbise vardı. Tüm bunlar faili meçhul olarak kapanan geçen seneki davaya benziyordu. Bu davaya kendisi bakmasada ününü pek âlâ Mert Ahlasta duymuştu. Şu ana kadar bildiği kadarıyla bu tarzda öldürülen üç ceset bulunmuştu. Eğer tahmini doğruysa bu da dördüncü cesetti.

"Adli tıp raporu ne kadar sürede elimde olur?" Mert Ahlasın kendisine yönlendirdiği soruyla yine tedirgince komisere bakmıştı Nalan.

"Şimdilik kesin bir şey söyleyemem komiserim ama en kısa bir haftada elinizde olur."

Yerinden doğrulan Mert Ahlas ifadesiz harelerini tekrardan muhatabı Nalana dikti.

"Bir hafta kadar vaktimiz yok. Daha kısa sürse iyi olur." Daha Nalan ağzını açıp bunun imkansız olduğunu söyleyemeden Mert Ahlas çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştı. Kendine engel olamayan Nalan giden adamın arkasından sinirlenmeden edememişti. Ona göre komiser Mert Ahlas AKYILDIZ kendini beğenmiş, ukala, dediğim dedik, buz kütlesi odunun tekiydi. Gerçi sadece Nalana göre değildi bu herkese göre böyleydi.

Tam çıkacakken yanına gelen Aliyle beraber hiç konuşmadan okuldan çıktılar.

Mert Ahlasın beyni şu an karmakarışıktı ve bunu bilen Ali bilerek tek kelime dâhi etmiyordu. Komiseri isterse zaten konuşurdu.
Okulun bahçesinden de çıkarak park halindeki arabasının önüne geldi Mert Ahlas, tabi onunla beraber Ali de.

"Ali, koçum sen şu maktulün cesedini gören öğrencileri bir merkeze al. Önce onları bir sorgulayalım sonra geri kalanını hallederiz. Bu arada atayım mı seni de merkeze?"

"Tamadır komiserim. Ama gerek yok ben biraz daha buralarda takılacağım."

Anladım manasında kafasını sallayan Mert Ahlas elini kaldırarak selam verdikten sonra sürücü koltuğuna oturdu ve tam gaz emniyete doğru sürmeye başladı.

°°°°°°°°°°

"Sorgu odası hazır mı Ali'm?"

"Hazır komiserim. Başkomiserimde içeri girmek için sizi bekliyor."

Tamam manasında kafasını salladı. Çayından son bir yudum daha alarak masasından kalktı ve sorgu odalarına doğru ilerlemeye başladı. Kapıda onu bekleyen başkomiser Fuat'a küçük bir baş selamı vererek kapıyı açtı ve içeriye girdi. Oldum olası başkomiserle birbirlerini sevememişlerdi ve ikisi de kafaları nasıl eserse öyle davrandıkları için bir türlü anlaşamamışlardı. Ama bu birbirlerine saygı duydukları gerçeğini değiştirmiyordu.

Mert Ahlasın içeriye girmesiyle sandalyede küçücük kalmış kıza bakışlarının takılması bir olmuştu. Ellerini yüzüne kapatarak ağlayan kızın sadece karamel rengi uzun saçları gözüküyordu.

Kapının sesini duymasıyla ellerini yüzünden çeken Akasya ağlamaktan kanlanmış mavi gözlerini içeriye giren iki adamda gezdirdi.

Başkomiser Fuat ileri atılarak Akasyanın tam karşısındaki koltuğa otururken Mert Ahlas kenarda dikilmeyi tercih etmişti.

"Merhaba Akasya." Konuşan Fuat başkomiserden başkası değildi.

Akasya cevap vermek yerine kafasını sallamakla yetindi.

"Biliyorum kötü hissediyorsun ama bize yardımcı olmak zorundasın." Akasya yine hiç bir şey söylemeden boş boş karşısındaki konuşan adama bakmakla yetindi. O zaten hiç bir şey bilmezken ne anlatabilirdi ki?

"B-ben bir şey bilmiyorum." Ağzını açmasıyla titreyen dudaklarına mukayyet olamamıştı. Zaten dünden beri sürekli ağlıyordu şu anda da tanımadığı insanların önünde ağlamak istemiyordu.

"Dün, neden akşamın bir vakti okuldaydınız Akasya? Bana bunun cevabını vererek başlayabilirsin." Sorunun sorulmasıyla gözlerini kapatarak alnını sertçe sıvazladı Akasya. Hepsi o Elif salağının suçuydu. Ama olacak ve öleceğe çare yoktu değil mi?

"Öd-ödev için." Boğazını temizleyerek daha dik oturmaya çalıştı ama nafile bir çabaydı çünkü omuzları tekrar kendiliğinden çökmüştü.

"Elifin ödevi vardı yarına yetiştirmesi gereken. Onu almak için gitmiştik." Ağzından kaçan hıçkırığa engel olamazken ağlamamaya çalışarak devam etti.

"Elifle Yusuf içeriye girdiler ben girmek istemedim. B-bahçede bekliyordum. So-sonra bir kağıt düştü camdan. Önce önemsemedim fakat sonra merak edip açtım." Önüne gelen rahatsız edici saçı titreyen elleriyle kulağının arkasına sıkıştırdı ama o inatçı tutam tekrar yüzüne düşmüştü. Umursamamaya çalışarak devam etti.

"I-içinde birinin birilerini öldürdüğünü kendini de öldürmek istediği falan yazıyordu. Kim olduğunu anlamaya çalıştım sonra hemen içeriye girdim zaten." Çillerle dolu yanaklarına akan gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve sertçe burnunu içine çekti.

"Müdireniz olduğunu nereden anladın?" İçeriye girdiğinden beri ilk defa konuşan Mert Ahlasa baktı usulca Akasya.

"Baya bir düşündüm aslında sonra g harflerinin tanıdık olduğunu fark ettim sonrada M-melek hoca olduğunu anlayınca hemen odasına gittim."

"Mektup nerede Akasya?" Bu sorunun cevabını o da bilmiyordu.

"Bilmiyorum. O an tek düşündüğüm hemen yukarıya çıkmaktı."

"Peki diğer arkadaşların? Onları bu süre zarfında hiç görmedin mi?"
Mert Ahlas'tan gelen bu soruya
Akasya Olumsuz anlamda başını sallamakla yetindi.

Aslında Akasyanın içten içe fazlasıyla merak ettiği ama bir yandan da sormaya korktuğu bir soru vardı. biliyordu her şey apaçık ortadaydı ama bir türlü konduramıyordu. Neredeyse dört yıldır müdiresi olan kadının katil olma ihtimali onu içten içe bitiriyordu.

Gergince karşısındaki iki adamada kaçamak bir bakış attı. Derin bir nefes alarak sağ elinin üzerini gergince kaşımayı bırakıp nihayet konuşmaya başladı.

''M-melek hoca gerçekten de bir katil mi?'' derin nefesle tüm ciğerlerini dolduran fuat karşısındaki ürkek kıza ne cevap vereceğini düşündü bir an için. Evet Melek bir katildi. Hatta kendi öz babasını öldüren bir katildi.

'' Henüz kesinleşmedi ama çok yüksek bir ihtimalle evet Müdireniz Melek bir katil Akasya.'' İnatla bu ihtimali reddederken polisinde böyle söylemesiyle yüzüne soğuk su çarpılmışçasına bir anda irkildi.

" Her neyse Peki başka? Başka ne oldu, cesedi nasıl gördün? Dikkatini çeken bir şeyler oldu mu, ne bileyim katile dair bir iz?" Mert Ahlasın ısrarlı ama tek düze bir ses tonuyla sorduğu soruları Akasya cevap vermek istemiyordu. Cevap vermek demek o anları hatırlamak demekti. Melek hocayı, kanlı ayağı, kalbi, cam fanusun içindeki kalbi. Düşünme Akasya, ne olursun düşünme. Düşünme.

"Lüt-lütfen konuşmak istemiyorum."

Başkomiser Fuat içten içe sıkılmaya başlamıştı ve bir an önce şu sorguyu bitirip yemek yemeye gitmek istiyordu.

"Olmaz Akasya. Ne biliyorsan anlatmalısın ki bizde işimizi yapalım." Karşısındaki adama istemeden de olsa kırgınlıkla baktı Aksaya. Anlayış beklerdi. Ufacıkta olsa onu anlamalarını ve üzerine gelinmemesi gerektiğini anlamalarını beklerdi. Kafasını iki yana sallayarak yüzündeki yaşları tekrardan sildi.

"İçeriye girdiğimde her yer dağınıktı sonra bir ayak gördüm masanın kenarında. Kanlı bir ayak. Sonra daha fazla yaklaşınca Mel-melek hocayı gördüm. Ölmüştü. Her yer kandı. Son-" burnunu çekip derin ama titrek bir nefes alarak devam etti.

"Sonra sol göğsündeki kanları gördüm, en sonsa onu gördüm." Elini ağzına kapatarak hıçkırıklarını tutmaya çalıştı.

"Kimi? Katili mi yoksa?" Fuat'ın heyecanla çıkan sesine tezat Mert Ahlas sabırla kızın cümlesini devam ettirmesini bekliyordu.

Aksaya başını iki yana sallayarak elini ağzından çekti.

"Ha-hayır. Onu gördüm. Nasıl kusmadım o an bilmiyorum ama o ca-cani kalbini söküp bir cam fanusa koymuştu. Hemen Me-melek hocanın yanındaydı. Sonra son gücümle odadan çıktım zaten gerisini hatırlamıyorum."

"Ne yani sen gördüğünde kalp orada mıydı?"
Sorguya girdiğinden beri çok az konuşan adama çevirdi bakışlarını tekrardan Akasya.

"Evet? Siz görmediniz mi?"

"Eminsin dimi Akasya kalp odanın içerisindeydi?" Karşısındaki polisin bu saçma sorusuna anlam veremeyerek baktı Akasya ama yine de cevap verdi.

"Evet. Dedim ya işte Melek hocanın hemen yanında camdan bir kutunun içerisindeydi. Siz bulamadınız mı?"

Akasyayı umursamadan ikisi göz göze geldi. Mert Ahlas başını hafifçe aşağı yukarı salladı ve sorgu odasından bir çırpıda çıktı.

Onun ardından başkomiser Fuat'ta ayaklanmıştı.

"Yardımın için teşekkürler Akasya şimdilik gidebilirsin ama bir sorun olursa seni tekrardan emniyete davet etmek zorunda kalabiliriz." Dedikten sonra hızla dışarı çıktı ve sorgu odasının siyah camlı olan diğer odasına girdi. Tam o sırada da gördüğü kadarıyla Akasya ayaklanmış gidiyordu. Yönünü camdan alarak Mert Ahlasa çevirdi.

"Sende benim düşündüğümü mü düşünüyorsun Mert?"

Sıkkın bakışlarını karşısındaki adamda gezdiren Mert Ahlas aynı sıkkın tonla cevap verdi ve gözlerini odadan çıkmakta olan kızdan alıp Fuatın gökyüzü mavisi gözlerine dikti.

"Senin ne düşündüğün umurumda değil ama muhtemelen aynıdır." Umursamazca verdiği cevaba Fuat hiç takılmamıştı bile.

"Muhtemelen kız içeriye girince katilimizde bir yerlere saklandı sonra kız çıkınca da kalbi alıp gitmiş olmalı." Fuat'ın teorisine başını sallamakla yetindi.

"Oldukça olası."

"Bence kesin öyle." Fuat'ın şımarıkça söylediklerini bu sefer Mert Ahlas umursamamıştı. Ellerini cebinden çıkartarak göğsünde kavuşturdu ve dik bakışlarını hiç çekinmeden başkomiserine dikti.

"Bu dava neredeyse 3 yıldır öldürülen ama faili bulunamayan şu ölü kalp davasına benzemiyor mu sencede?"

"Hangi dava demeyeceğim çünkü öldürme sitilinde hiç bir farklılık yok. Katilimiz kesinlikle seri katil olma yolunda ilerliyor."

Tekrar başını sallamakla yetindi Mert Ahlas.

"Ben diyorum ki başkomiser bu davayı ben nasıl alabilirim?"

Mert'in söylediklerine ukalaca gülmeye başladı. Onunla atışmayı her zaman çok sevmişti.

"Ben varken mi?"

"Sana yalvarmamı bekliyorsan çok beklersin. Ama bende sana şu çiçekçi davasını vermeyi düşünüyordum."

Duyduğu şeyle gözleri heyecanla parıldarken mert istemsizce iç çekmeden edememişti. O hiç bir zaman böyle tepkiler verememişti ve her ne kadar tedavi olsa da veremeyeceğini biliyordu. ansızın aklına gelen makûs kaderine içinden bir küfür geçirirken Fuat'ın sesiyle tekrar ona odaklandı. Saçma sapan anlarda saçma sapan şeyler düşünmekten oldum olası nefret ederdi.

"Ayıp ediyorsun Mertçiğim tabiki de bu dava senin olabilir. Zaten yeni birine verilecekti. Bu davaya bakan komiser bu sene emekli oldu. Merak etme ben Tarık amiri ikna ederim."

İkisi hep iş için tartışırlardı ve bu yüzdende birbirlerinden asla hoşlanmazlardı. Ama ikisi de birbirinin ne istediğini bilirlerdi. Ona göre de davranırlardı.

"Öyleyse kolay gelsin başkomiser Fuat."
Fuat bu laubali davranışlara asla gelemezdi ama Mert Ahlas yapınca görmezden gelmeyi pek âlâ öğrenmişti.

Mert Ahlas kendinden emin adımlarla masasına geri dönerken aynı zamanda da bu davayı sonuçlandırabilecek mi onu düşünüyordu.

Tam masasına oturmuştu ki yanına gelen Alinin elindeki çayı görünce tebessüm etmeye çalıştı. Fakat gülmek bir yanaydı onun için. Gülmek ne demek bilmeyen bir insan için sadece doktorun söylediği gibi dudaklarını iki yana uzatmaya çalışmak oldukça zordu. Zorlamayı bir yana bırakarak Alinin uzattığı bardağı eline aldı.

"Sağ olasın Ali'm" onun aksine Ali içtenlikle gülümsemişti.

"Gereken bir şey var mı komiserim?"

"Var Ali'm var. Olay yeri inceleme sorguda şu kızın bahsetti mektubu bulabilmişler mi?"

"Evet bulmuşlar komiserim şimdi incelemede."
Tamam dercesine başını salladı Mert Ahlas.

"Anladım. Şu bahsedilen çekmeceye de bir bakalım. Birazdan hazır ol da çıkalım."

"Tamamdır komiserim." Bir baş selamı vererek uzaklaşan Alinin ardından bakışlarını alarak çayından bir yudum aldı. Bu dava artık onundu ve katilin peşini bırakmaya hiçte niyeti yoktu.

°°°°°°°°°°

Sorgu odasından çıktıktan sonra onu bekleyen babasını ve Yusuf'la Elifi görmüştü. Babasının bir polisle ayak üstü konuştuğunu görünce gerilmeden edemedi. O Akasyayı fark etmeden Aceleyle Yusuf ve Elifin yanına gidip koşturarak ve hiç konuşmadan karakoldan çıktılar. Her zaman buluştukları kayalıkların oraya gelmişlerdi. Şimdi de üçü oturmuş ayaklarını akan suya uzatmışken sessizliği dinliyorlardı.

Hayat çok garipti. Her şey çok güzelken bir anda tepetaklak olabiliyordu. Nice canlar kayıp gidiyordu bu hayattan vahşice öldürülerek. Nice yürekler sızlıyordu bu vahşete şahit olarak. Nice yürekleri kararmış varlıklar serbestçe fink atıyorlardı sokaklarda, yine yeni yeniden bir can daha alabilmek için...

"İyi misin Akasya?"

Cevap vermek yerine başını Yusuf'un omzuna yaslayarak akan dereyi izlemeye devam etti. Yusuf'a nasıl olduğuna dair herhangi bir cevap veremezdi çünkü o da bilmiyordu nasıl olduğunu, nasıl olacağını...

"Si-sizce bu caniliği yapan kim?"

"Bilmiyorum Elif."

Elifin sorusu Yusuf tarafından cevaplanırken Akasya yine konuşmayı tercih etmemişti. Çünkü bununda cevabını bilmiyordu. Sahi neyin cevabını tam olarak biliyordu ki?

'Babam akşam bizi dövecek yine değil mi Akasya'm? Bunun cevabını biliyoruz mesela.' diyerek içinden geçirmeden edemedi.

Derin bir nefes alarak dalan bakışlarını dereden çekti ve başını da Yusuf'un omzundan kaldırdı. Akan tek damla göz yaşını elinin tersiyle silerken konuşmaya başladı.

"Biliyor musunuz ben ne olacağımı bilmediğimi söyleyip duruyordum ya hani, sizse hep emindiniz. Yusuf doktor olacaktı, Elifse anaokulu öğretmeni, artık bende kararımı verdim."

İkisinin de ona bakan meraklı bakışlarına hafifçe gülümsedi.

"Polis olacağım."

.


'Bir küçücük aslancık varmış, bir küçücük aslancık varmış. Kırlarda ko ko koşar oynarmış, kırlarda ko ko koşar oynarmış. Babası onu pek çok severmiş. Babası onu pek çok severmiş. Sen benim ca ca canımsın dermiş...'


Siz hiç ölümü kendinize bu kadar yakın hissettiniz mi?


 


 


 












 


Loading...
0%