Yeni Üyelik
2.
Bölüm

İnti̇har Mi Ci̇nayet Mi̇?

@yyybusra52


.


"Gerçek adalet bir gün tecelli edecek."



1] İNTİHAR MI CİNAYET Mİ?


.


"Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle veya susarak."

~The Cineanatic orhestra -To Build A Home~


ฅ^•ﻌ•^ฅ

.


Belki de bir varmış bir yokmuş diye başlamazdı her masal. Ya da masalların hiç biri ne yazık ki mutlu sonla bitmezdi. Belki de Pamuk prensesle beyaz atlı prensi masalın sonunda asla kavuşamazdı. Sindirella hiç bir zaman güzelleşemez ve yakışıklı prensle tanışamazdı. Ya da güzel canavar' a hiç bir zaman aşık olmazdı. Cehennem prensesinin hikayesi de öyle mutlu sonla bitemezdi. Cehennemden kurtulamadığı için o fani ölümlüyle asla birlikte olamazdı. Çünkü o fani cehennem prensesinin tam kalbine mızrağını geçirmişti ve prenses ölmüştü. Fani kendince haklıydı. Bir iblisle beraber olacak değildi. Fakat düşünüldüğü gibi olmadı. Birini öldürmek hiç doğru bir şey değildi. Tanrılara göre o fani hiç bir zaman iyi biri olmayı becerememişti. Tanrılara göre cehennem prensesine yaptığı şey büyük bir hayal kırıklığıydı. Bu yüzden faniye kötü rüyalar gösterdiler. Aklıyla oynadılar. Ve olanlar oldu. Fani adam Tanrılara duyduğu büyük kin yüzünden iyice zalim birine dönüşmüştü. Artık daha fazla dayanamayan yerli halk yavaş yavaş canavara dönen bu faniyi kasabadan sürgün etmiş ve gözünün önünde tek ailesi olan kız kardeşini ibret olsun diye infaz etmişlerdi. İşte o gün yemin etmişti fani adam; kız kardeşinin infazına sessiz kalan tüm herkesi günü geldiğinde bir bir öldürecekti. Ama bilmediği bir şey vardı, gözlerinden yaşları eksik olmayan cehennem prensesi her şeye rağmen canavar fani için endişeleniyordu. Ve evet masal burada bitmedi. Uzun bir sessizliğin ardından fani tekrardan ortaya çıkmıştı ve şimdi korkma sırası onlardaydı...

.

Her yağan yağmur bir kötü günün habercisidir derlerdi. Gök her gürüldediğinde aciz faniler tir tir titrerdi. Lakin yanıldıkları bir şey vardı ki o da yağmurun felaket değil yalnızca bereket getirebileceğiydi. Hava artık kararmaya yüz tutmuşken etrafta tek tük insanlar vardı. Aklımda bunlar dolaşırken esen sert rüzgarla soğuk beni iliklerime kadar titretmişti. Hırkama daha da bir sımsıkı sarıldım. Tabii aynı zamanda da yanımdaki aptal arkadaşıma söylenmeden edemiyordum.

"Hayır bak ben seni sorgulamayı çoktan bıraktım ama aptal mısın kızım sen? Akşam akşam okula gizlice girmek ne demek?"

Sinirle ters ters Elife bakarak yaptığımız bu saçmalığın farkına varmasını bekledim ama nafile bir çabaydı çünkü dünyanın en mal arkadaşına sahiptim.

Oflayarak saçlarını omzundan geri atarak sağ ayağını önündeki taşa doğru savurup taşı bir kaç metre ileriye savurdu. Bıkkın bakışlarımı savrulan taştan alarak Elifin ela gözlerine çevirdim.

"Off Akasya! Kızım yarın projenin son teslim tarihiymiş diyorum ya kaç saattir! Ne yapayım sıfır mı alayım ya ben? Tabi sen verdin kurtuldun, bu gariban ne yapsın peki?"

İlk bir kaç saniye gözlerine boş boş bakmaya devam ettim o da aynı şekilde karşılık verdi. Sonra kafamı sallayarak önüme döndüm. Ben artık bir şeyden kesinlikle emindim. Bu kız harbi maldı.

Biliyor musun ? bazen arkadaş sevgin insanı sorgulatıyor.

"Peki canım salak Elifim. Korkarak soruyorum ama madem gelecektin bu saate kadar neyi bekledin? Ya da dur şöyle sorayım; bu adam bu projeyi iki ay önce vermedi mi ne halt ettin de son günlere bıraktın?"

Sonra mal deyince de suçlu ben oluyorum zaten.

Ayıp ediyorsun diyeceğim ama tamam kabul, evet Elif biraz şeydir; mal.

"Bana sevgi sözcükleri söylemeyi kes Akasya! Ne bileyim işte kızım, yarısını ilk verildiği zaman heyecanla yapmıştım sonra unutmuşum. Ayrıca son teslimin de yarın olduğunu yeni öğrendim."

Ağzımdan 'hah' larcasına bir ses çıkardım. Bu kızla arkadaşlığımı tekrardan gözden geçirmeyi planlıyorum, çünkü ben bu mallıkla daha fazla yaşayamam.

"Elifim, güzel kuzum. O yeni öğrendim kelimesi en az üç dört saat öncesinindi. O zaman aklın neredeydi? Gelip alsaydın ya hava henüz kararmamışken!"

Hırsla attığım adımlarımı durdurarak kafasına bir tane geçirdim. Neye uğradığına şaşıran bir ifadeyle acıyan kafasına elini bastırdı ve aynı zamanda da söylenmeye devam ediyordu.

"Napıyon ya kırdın kafamı..." o söylenmeye devam ederken ben umursamadan okulun bahçesinden içeriye girdim. Tabi o da peşimden bana söylene söylene geliyordu. Bu haline gülümsemeden edemedim. Salak falandı ama seviyordum bu keratayı da.

"Ya kaç saattir ne anlatıyorum ben Akasya salağı! Burakla beraberdim o gider gitmez de seni aradım işte heme-"

"Lan salaklar, bekleyin az nefesim götüme kaçtı size yetişeceğim diye!"

Arkadan Yusuf'un kesik kesik çıkan sesini duymamızla bakışlarımız ona çevrildi. Gerçekten de nefesi bir taraflarına kaçmış gibi zorla nefes alıyordu.

Hah işte bu da bizim mal üçgeninin üçüncü ve son elemanı Yusuf'tu.

Bazen onlara üzülüyorum biliyor musun? Sevgin gözlerimi sulandırıyor gerçekten.

"Sorunların mı var Yusuf? Evin zaten hemen yan sokakta. Koştura koştura geleceğine erken çıkıp yürüyerek gelseydin ya! Her şeyi de ben mi söyleyeyim ya!"

İkisinin bana attığı sevgi(!) dolu bakışları görmezden gelerek tekrar ilerlemeye başladım. Tabi onlarda konuşarak peşimden geliyorlardı.

"Ne oldu lan buna? Bir laf sokmalar, artist artist yürümeler falan, hayırdır lan sen?" Nefesimi seslice koyverdim ve sakin olmak için içimden üçe kadar saydım. Geçti mi? Tabii ki de hayır. Bu taktiğin işe yaradığı falan yoktu.

Bence problem tamamen sende ama tabii ki sen bilirsin hayatım, canım, ciğerim.

"Sus Yusuf. Sus yiğidim. Sus." Bastıra bastıra söylediklerimi benim gamsız arkadaşım taktı mı? Tabii ki de hayır.

"Ne oldu buna?" Benden herhangi bir cevap alamayacağını anlamış olmalı ki Elife sormuştu.

"Ya bırak olum ya, her zamanki Akasya işte." Duyduğum kelimelerle inanamıyormuşçasına Elife döndüm.

"Her zamanki Akasya mı? Lan mal! sen akşam akşam beni zorla buraya getirmedin mi? Uyuyacaktım olum ben. İki gramlık huzurum vardı onunda içine ettiniz bıraktınız!"

"Ha anladım Şimdi senin karın ağrını ben. Uyku uyuyamadın mı çen, uykusuz mu kaldın çen, uyuyup güzelleşemedin mi çen? Hanimiş benim-" yanaklarımı sıkarak söyledikleriyle sinirle kollarını ittirdim ve onu kendimden uzaklaştırdım. O da hafifçe sırıtarak ellerini cebine koyup yürümesine devam etti.

"Kes şunu Yusuf salağı! Ben burada kalıyorum. İkiniz hızlıca halledin gelin hemen. Hadi hadi." Arkalarından iteleyerek gitmeleri için onları yönlendirdim.

"Sende gelsene ne yapacaksın tek başına burada?"

'Yav he he' dercesine başımı Elife salladım.

"Almayayım canım sağ ol. Bak tekrar söylüyorum hiç bir güç beni o okula akşamın bir vakti sokamaz. Nokta."

Yusuf'un ve Elifin anıra anıra gülmelerine boş boş bakarak karşılık verdim.

"Akasyacığım, canım bebeğim. Öyle sandığın gibi akşam olunca okulu cinler periler basmıyor. Belki bilmiyorsundur diye söylüyorum." Hâlen daha gülmelerine katlanamayarak önce Yusuf'un sonrada Elifin kafasına birer tane geçirdim.

"Boş yapmayı kesinde yol alın. Hadi hadi." Elimle kış kış yaparak onları güzelce kovmama ikisi de oflayarak karşılık vererek okula girmek için yangın merdivenine yöneldiler. Kapı bu saatte açık olmayacağı için her zaman açık bıraktıkları yangın merdivenine yönelmişlerdi. Okulun eksiklerinden biride buydu; tedbirsizlik.

Kamera işini ne yaptıklarına dair hiç bir fikrim yoktu. İçimden bir ses o akılsızların akıllarına bile gelmediğini söylüyordu ama hadi hayırlısıydı.

Onlara mal, salak diye diye bizde öyle olacağız diye çok korkuyorum biliyor musun? Allah'ım esirgesin korusun yani.

Derin bir nefes alarak etrafıma mal mal baktım. Soğuktan bir taraflarım felç geçirmişti valla. Hayır benim burada olmam kadar saçma bir şey daha yoktu anlıyor musunuz? İkisi gayet de güzel hallediyorlardı işte, fazlalıktım ben burada!

"Ah be Akasya, ne güzel şimdi bebekler gibi uyuyorduk." Kendi kendime serzenişim boşunaydı bir defa, öyle de böyle de gelmiştim buraya.

"Ayyhh donuyorumm." İçimden bir titreme geçerken kendi kendime akşamın bir vakti dışarıya incecik bir hırkayla çıktığım için söyleniyordum. Yusuf'la Elife mal diyordum ama bende de hafiften vardı işte. Ben buna üzüm üzüme baka baka kararmış diyordum.

Oluyo ya öyle bazen sen çok şapma, takma yani fazla. Relax oll. Akışına bırakk.

Ben, Elif ve Yusuf taa çocukluktan buyana birbirimizi tanırdık. Aynı mahallede doğup büyümüştük. Şimdi de aynı lisede son sınıfa gidiyorduk. Ben ve Yusuf diğerlerinden bir yaş büyüktük. Elif 18'ine yakında girecekti ben ve Yusuf ise 19 yaşındaydık. Her ne kadar sebeplerimiz farklı olsa da şu an 19 yaşında hâlâ daha lisedeydik. Benim mazeretim okula geç verilmiş olmamdı Yusuf'un ise sınıfta kalmasıydı. Yusuf'a mal demiş miydim?

Okula reşitlerimizle gidebilirdik biliyorsun değil mi Akasya? O adam yüzünden geç verildik değil mi?

Unutma Akasya Gülümseyen. Bizim hayat felsefemiz neydi? Bazı şeyler sorgulanmaz. Biz babamızı sorgulamayı bırakalı çok olmadı mı?

Ama şimdi yine eve gidince kıyamet kopacak değil mi Akasya? Okulun boş zaman olduğu hakkında bağırıp çağıracak, para para diye kıyamet koparacak.

Beynime bir set çekerek düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Buralara nereden geldiğimi bile unutmuştum.

Sanırım Yusuf'la Eliften bahsediyordum. Aslında biz küçükken hiç birbirimizle anlaşamazdık. Mahalledekiler babamdan dolayı çocuklarını pek benimle oynatmazlardı. Bende bu duruma daha da hırçınlaşır önüme gelenle kavga ederdim. Hatta ben Elifi bile sürekli döverdim. E tabi Yusuf'ta beni döverdi çünkü benim aksime onların ailesi birbirleriyle oynamalarına bir şey demezdi. İşte öyle böyle bu günlere gelebilmiştik bir şekilde. Liseye ilk başladığımda da arkadaş bulmak konusunda problemlerim oldukça vardı. Her zamanki gibi ben fazlasıyla kavgacı ve asabiydim. Bir gün yine küçücük kalıbıma bakmadan üst sınıflardan bir çocukla yemekhane sırası için kavga etmiştim. Hani abartılacak bir şey değildi bana kalırsa ama salak çocuk gururlanmıştı belli ki. Okulun çıkışında kız arkadaşları önümü kesip saç baş bana dalmışlardı. Benimde elim armut toplamıyordu tabii ki ama üç kişiye tek kişi de pek bir şey yapamamıştım. Tam o sırada tesadüf eseri Yusuf'la Elif bizi görmüşlerdi. Elifin sonradan anlattığına göre Yusuf bulaşmayalım ne halleri varsa görsünler diyerek yoluna bakmaya çalışmış ama Elifim dayanamamış bizi ayırmaya gelmiş ve Yusuf'u da tabi peşinden sürüklemiş. Öyle böyle lisede birbirimizin arkasını kollamaya başladık derken şimdi can ciğer kuzu sarma olmuştuk.

Yusuf salağı şimdi köpeğimiz oldu dimi Akasya? Bazen bu beni çok güldürüyor.

Beni de Mualla, beni de.

Düşüncelerimden uzaklaşarak ayağımın ucuyla oynadığım su birikintisinden uzaklaştım ve okula biraz daha yaklaştım. Acaba gerçekten de cinler periler var mıydı? Daha dikkatli bakabilmek için gözlerimi kıstım ama görünürde hiçbir şey yoktu.

"Aynen Akasya, aynen. Görünmeyen varlıkları görmeyi nasıl bekliyorsun inan bende bilmiyorum." Hâlen kendime gülmeye devam ederken gözlerimi camlardan çekip yangın kapısına çevirdim. Daha neyi bekliyorlardı acaba bu aptallar.

Ufacık bir karaltı görsen ayaklarını götüne vura vura kaçacağını ikimizde biliyoruz değil mi Akasya?

Bazen haklı olman beni çıldırtıyor Mualla'm.

Kendi aptallığıma gülerek kafama hafifçe vurdum.

Kendi kendime söylenmeye devam ederken sabrım giderek azalıyordu. Akşam akşam gizlice okula girmemiz yetmiyormuş gibi birde soğuk her yanımı yalayıp geçiyordu.

"Yok valla ben kararımı verdim sizinle olan ilişkimi tekrar bir gözden geçireceğim."

Akasya, eve gidip uyuyalım mı nolurr? Neden gittin derlerse de köpek kovaladı deriz. Noğlurr Akasya noğlurrr.

Ellerimi cebimden çıkartarak hohladım belki birazcık ısınırlar diye. Tam o sırada yukarıdan aşağıya atılan bir kağıt tam ayağımın ucuna düştü. Bakışlarımı kağıttan alarak okulun camlarına çevirdim. Cinler periler olmadığına göre bizim mallardır diye düşünerek umursamadım ve ayağımla biraz ileriye fırlattım.

"Ona kadar sayıyorum geldiniz geldiniz yoksa defolup giderim buradan!" Sinirle burnumdan bir nefes alarak başımı gökyüzüne kaldırdım. Havada hiç yıldız yokken ay tüm ihtişamıyla parıldıyordu.

'La havle' çekerek tekrar başımı yangın kapısına çevirdim ama görünürde kimse yoktu.

Beklemekten nefret ettiğim için canım sıkılmıştı ve her saniyede sıkıntıdan üflemekten bile sıkılacak duruma gelmiştim. Gözlerim tekrardan buruşturulmuş kağıda takılırken meraktan öne doğru adımladım ve eğilerek yerden kağıdı alıp gerisin geri doğruldum. Buruşturulup top haline getirilen kağıdı yırtmamaya özen göstererek açtım.

Uzun bir el yazısıyla karşılaşırken gözlerim benden bağımsız satırları çoktan okumaya başlamıştı.

Öncelikle merhaba,

Lafa nasıl başlanır bilemiyorum. Düşünüyorum ama düşünmekte bile zorlanıyorum. Zihnim uyuşmuş ve işlevini kaybetmiş gibi... algılarım kapalı ve ben sersem sersem etrafıma bakmaktan başka bir şey yapamıyorum. İlk cinayetimde de böyle hissetmiştim. Şimdide daha beterini hissediyorum.

Sanırım korkuyorum. Evet, evet ben kesinlikle korkuyorum. Nasıl başa çıkılır bilemiyorum. Tek bildiğim kendi küçük kıyametimi yaşamama çok az kalmış olduğu...

Üzgünüm, çok üzgünüm küçük kız. Yemin ederim kendimde değildim. Kilitlenmiş gibiydim. Tek amacım o an babanı öldürmekti. Ama hesaplayamadığım şeyler oldu ve sen öldün.

Bu ilk cinayetim değildi evet ama küçücük bir çocuğu öldürmek... inanamıyorum tüm bu olanlara, hazmedemiyorum hâlen daha...

Ben nasıl oldu tüm bu olaylar bilmiyorum. Tek bildiğim senin değil anneni döven o şerefsiz babanın ölmesi gerektiğiydi! Ne olurdu sanki karısını dövmeyip sevebilseydi? Ne olurdu sanki bana gerek kalmadan tüm bu vicdansız pislikler yok olsaydı? Karısını çocuğunu döven o adamlar yok olsaydı ya da tecavüze, tacize kalkışacak kadar yürekleri kararan o iğrenç varlıklar yok olsaydı? O zaman bana gerek kalmazdı. O zaman sen ölmezdin. Ama hayat adil değil! Bende kendi adaletimi yaratmaya çalıştım. Tüm o pisliklerin nefeslerini kesmeyi amaçlayarak; tıpkı öz babama yaptığım gibi...

Ama amacımdan saptım ve sen öldün küçük kız.

Mektubu bulan kişiye söylüyorum; teslim olmayacağım ama bu bir itiraf mektubudur.

Ben masum değilim evet, ama seni öldürmek... ah küçük kız, seni öldürmüş olmak ve bunu kendimin yaptığını bilmekle yaşamak çok zor. Af dilemeye hakkım yok ama yalvarırım Affet beni...

Bu zamana kadar öldürmüş olduğum tüm insanları, benim öldürdüğüme dair olan kanıtlarını masanın altındaki çekmecenin gizli bölmesinde bulabilirsiniz. Ben birilerini öldürecek kadar cesur, kendimi öldüremeyecek kadar korkak bir insanım ama bunu yapmak zorundayım. Ölmek istemezdim ama artık yaşa-

Okuduğum her satırla kafam allak bullak olurken düşünme yetimi kaybetmişim gibi tekrar okudum elimdeki kağıdı. Fakat gerçekten anlayamıyordum. Bir intihar mektubu gibiydi ama katil olduğundan bahsediyordu ve bu kağıt az önce okulun camından fırlatılmıştı. Düşünme kabiliyetim ansızın gitmiş olduğu seyahatten dönerek bana geldi. Kim olabileceğine dair hiç bir fikrim yoktu. Gözlerimi kağıttan alarak tekrardan okulun camlarına çevirdim. Tek bir kıpırtı, tek bir gölge dâhi yoktu. Belki yazısından tanıyabilirim diye düşünerek üçüncü defa elimde sımsıkı tuttuğum mektubu okumaya başladım. Ama bu sefer titreyen sesime inat sesli bir şekilde okudum.

Bir anlık düşünmenin ardından aslında yazısının hiçte yabancı olmadığını fark ettim. Özellikle g harfleri bana birinin yazısını çağrıştırıyordu ama tam olarak çıkartamıyordum. Akan burnumu sertçe içime çekerek gözlerimi ağırca mektuptan kaldırdım ve elimde tuttuğum kağıdı aşağıya indirdim. Kim olabilirdi?

"Düşün Akasya. Düşün, kim olabilir?" Gözlerimi daldığım noktadan ayırarak bahçenin her bir köşesinde gezdirmeye başladım. Sabah yağan yağmurdan kalan su birikintilerinde gezdirdim ağır ağır... sonrasında bahçedeki ağaçların uzun dallarında ve bankın yanında yatan sokak köpeğinde... ama kim olduğu aklıma bir türlü gelmiyordu. Öğrencilerden birisi olabilir miydi? Ama herkesin yazısını tanıma gibi bir imkanım yoktu. En fazla yakın arkadaşlarımın yazısını ya da belki belki sınıftan bir kaç kişinin yazısını ancak tanıyabilirdim.

Gözlerim tam köpekten çekildi bu seferde caddeden geçen bir kadına takılmıştı. Elinde market poşetleriyle hızlıca karşıya geçişini ve sonra ortadan kayboluşunu düşünceli gözlerle takip ettim. Acaba öğretmenlerden birisi olabilir miydi? Gözlerimi kısarak tekrar okula döndüm ve öğretmenler odasının camına diktim meraklı harelerimi. Öğretmenlerden birisinin olması da pek âlâ yüksek bir ihtimaldi. Yazı stillerini aklıma getirmeye çalıştım. Kimin g' leri böyle olabilirdi? Kimin? Kimin?

Aklıma gelen isimle anında gözlerim sonuna kadar açıldı.

"Y-yok artık." Ağzımdan çıkan şaşkın nidayı tutamamışken adımlarım benden bağımsız bir şekilde yangın merdivenine doğru ilerlemeye başlamıştı. Soğuğun yanında birde korkuyla titreyen bedenimi kontrol altında tutmak çok zordu. Ulaştığım demir kapıyı zorlukla itekleyerek kapıdan içeriye girdim. Aşağıya inen bir merdiven ve yukarı çıkan bir merdiven vardı. Hızla yukarı merdivenleri çıkmaya başladım. Fazla sürmeden önümde duran kapıyı kendime doğru çekerek ardımdan sertçe kapanmasına umursamadan hızlı ve korkulu adımlarla koridorda ilerledim. Bulunduğum kat zemin kattı. Kantin ve birkaç boş sınıf bulunuyordu. Varmak istediğim yer ise 1. Kattaydı ve ben merdivenleri öyle hızlı çıkmıştım ki bir an durup nefesimi düzenleme ihtiyacıyla dolup taşmıştım. Fakat durmayarak hızlı adımlarla müdiremiz Melek Korkmaz'ın kapısının önünde durdum. Hafif aralık kapıyı itip içeriye girmek bir an o kadar zor geldi ki kılımı bile kıpırdatamaz bir halde hızlı nefeslerimi düzene sokacağım bir müddet kadar bekledim. Okulun karanlık olduğunu sokak lambalarından vuran hafif ışıkla aydınlandığını sanki daha yeni fark ediyordum. Karanlığı fark etmemle titremelerim öyle çok artmıştı ki ne yapacağımı bilemez bir halde buldum kendimi. Hızla arka cebimde duran telefonumu titremekten zar zor tuttuğum elimle cebimden çıkararak hiç vakit kaybetmeden flaşı açtım ve etrafıma şöyle bir tuttum. Görünürlerde hiç kimse yoktu ve ben az sonra karşılaşacağım şeylerden ötürü çok korkuyordum.

"Sakin ol Akasya. Sakin ol, bir şey yok." Derin bir nefes alarak korkak bir şekilde elimi kapıya yaslayarak zaten hafif açık olan kapıyı yavaşça ittirdim. Küçük adımlarla birlikte sonuna kadar açtığım kapının aralığından içeriye girerek elimde olmayarak arkama tedirgin bir bakış attım ve beni yine sessiz bir karanlık karşıladı. İçimden kendimi telkin etmeye çalışarak tekrar önüme döndüm ve odanın içerisine şöyle bir göz gezdirdim. Her yer feci dağınıktı ve etrafta sağlam duran çok az şey vardı. Burada bir savaşın geriye kalan izleri tüm çıplaklığıyla duruyordu ve sıra ölümün titrek nefesini nerde son bulduğunu bulmaktaydı. Çok fazla düşünmenin ardından yazının sahibini sonunda hatırlayabilmiştim ve bu gerçek beni olması gerektiğinden çok daha fazla ürkütmüştü. Kasılan bedenimi zoraki bir şekilde ittirerek odanın tam ortasına geldim. Aradığım tam olarak neydi bilmiyorum ama kesinlikle Melek hocanın iyi olmasını temenni ediyordum.

"Allah'ın cezası Elif! Hepsi senin yüzünden oldu! Akşam akşam okula gelmek ne ya!" Ağlamaklı çıkan sesimi benden başka kimsenin duymadığına emin olarak tam bir adım daha atmıştım ki gördüğüm kanlı ayak olduğum yerde donup kalmama sebep oldu. Orada biri yatıyordu ve ayağında kan vardı.

"Allah'ım s-sen yardım et..." titrek bir nefes daha vererek tüm cesaretimi topladım ve masanın gerisinde kalan bedene doğru bir adım daha attım. Artık tüm gerçekliğiyle karşımda kanlar içinde yatan bir beden vardı. Hiçbir şey düşünemiyordum. Ama benden bağımsız gözlerimden akan yaşları hissedebiliyordum. Sertçe yutkunarak daha bir kaç saat önce kanlı canlı karşımda duran kadını şimdi beyaz dizlerine kadar uzanan bir elbisenin içinde her yeri kan revan içinde bulmak o kadar sarsılmama sebep olmuştu ki ağzımı açıp çığlık bile atamıyordum.

"M-melek h-ho-hocam." Boşta olan elimi sanki mümkünmüş gibi hıçkırıklarımı bastırmak istercesine dudaklarıma kapatmıştım. Ağlamaktan önümü göremez bir haldeyken ağzımdaki elimi çekerek bu seferde gözlerimdeki yaşları silmeye çalıştım ama nafileydi çünkü ben sildikçe yenisi ekleniyordu.

Ölüp ölmediğine bakmam gerekiyordu ama hareket dâhi edemiyordum. Gözlerim morarmaya yüz tutmuş gözünden ayrılarak bedenine ilerlemeye başladı. Tam şu an fark ettiğim bir ayrıntıyla gözlerimi kısarak daha dikkatli bakmaya çalıştım. Elbisenin belirli yerlerinde kanlar vardı fakat en belirgin olan yer sol göğsünün üstüydü. Tüm cesaretimi toplayarak bir kaç adım yaklaştım artık öldüğünden emin olduğum ama tam tersini temenni ettiğim bedene doğru. Gözlerim kanları takip ederek cansız bedenin hemen yanında duran bir cam fanusta durdu. Ama keşke durmasaydı, keşke o şeyi görmeseydim, keşke buraya Elifin tüm ısrarlarına rağmen hiç gelmeseydim.

Ağlamam şiddetlenirken şoka girmiş bedenim sonunda bir tepki vererek tüm okulu inletecek şekilde çığlık attı. Boğazım acıyana, nefesim kesilene kadar çığlık attı ve gücünü kaybeden bedenim olduğum yere sertçe düştü. Dizlerimin üzerine kapaklanmışken bedenim benim değilmiş gibi bağımsızdı. Algılarım darma dağınık bir halde kitlenmiş gibi cam fanusa bakıyordum. Hangi câni bunu yapardı aklım almıyordu. Melek hocanın kalbi işte o cam fanusun içerisindeydi.

"H-hayır, hayır, hayır!!" Çığlıklarım peş peşe sürerken son gücümle yerden kalktım ve ne zaman düştüğünü bilmediğim telefonumu hızla yerden alarak doğruldum ve sarsak adımlarla odanın çıkışına koşmaya çalıştım. Çok istesem de koşamadığımı biliyordum. Her şey bir kabus gibiydi ve ben ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Zar zor kapıya ulaştığımda kapının kolundan güç alarak ölüm kokan bu odadan zorda olsa çıkmıştım. Güçsüz, sanki omuzlarıma tüm dünyayı almışım da ağırlıktan yürüyemiyormuşum gibi bir kaç adım attım. Tam o sırada koridordan koşarak gelen iki beden seçer gibi oldum ama emin değildim. Bedenimden tüm güç bir anda çekip alınmış gibi yere yığılıverdim. Sert zemine düşen başımı umursamadan kollarımı bedenime sararak cenin pozisyonunu aldım. Başım dönüyordu. Hesap edemediğim bir şekilde nefesim son bulmuş da ben nefessizlikten ölüyormuşum gibiydi. Ah tüm olanlar korkunç bir şakadan ibaretti sanki. Yağmur bugün bana bereket getirmemişti, felaket getirmişti.

Bu gün bir hayat öyle bir sönmüştü ki bunun ağırlığı kanatlanarak tam kalbimin üzerine, tamda orta yerine hiç acımadan konmuştu.

Bu gün öyle bir hayat sönmüştü ki tam şu an tüm hayatım tepetaklak olmuşta ben altında can vermişim gibi yıkılmıştı.

"Akasya! Akasya bana bak güzelim! Ne oldu? Akasya!" Sanki bedenimi biri sarsarak bana sesleniyordu ama ne sesi ne görüntüsü o cam fanusun içindeki kalbi aşıp bana gelemiyordu.

"Sarsıp durma Yusuf! Görmüyor musun şokta!"

Bir anda sert zeminden havalanır gibi oldum ama o kadar umurumda değildi ki umursayamamıştım.

"Elif çabuk ol, hemen polisi ara, burada ne oldu bilmiyorum ama hemen polise haber vermemiz lazım!"

Kulaklarıma büyük bir uğultunun arkasından tok bir erkek sesi ulaştı ama yine algılayamamıştım..

"O-o ölmüş." Sadece fısıltıdan ibaret olan sesim birine ulaşmış gibi bedenimdeki kollar daha sıkı sardı her bir yanımı.

"Kendine gel Akasya, lütfen." Algılarım yavaş yavaş açılıyor olmalı ki ağlamamak için kendini sıkan Yusuf'un sesi hayal meyal zihnime ulaşmıştı.

"M-melek hoca Yusuf, o ö-ölmüş." Donmuş bedenim yavaşça çatırdayarak açılmış gibi tüm duygularım yavaş yavaş önce kalbime sonra da zihnime ulaşarak tekrar omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamama sebep olmuştu.

"Biliyorum." Yusuf'un ağzından zar zor çıkan tek kelime bu olmuştu ve bir daha ne o, ne ben nede eliften tek söz çıkmamıştı. Her birimiz için bugün adeta bir yıkımdı. Felaketti.

O kadar ağır geliyordu ki şu son bir saatte yaşadığım her şey ne yapacağımı bilemez bir halde Yusuf'un bedenine daha sıkı sarıldım.

Akşamın bir vakti bu kocaman karanlık okulda ben, Yusuf, Elif ve ölümden başka hiç kimse yoktu ve ben hiç bu kadar kimsesiz hissetmemiştim...


.


'Bir küçücük aslancık varmış, bir küçücük aslancık varmış. Kırlarda ko ko koşar oynarmış, kırlarda ko ko koşar oynarmış. Babası onu pek çok severmiş. Babası onu pek çok severmiş. Sen benim ca ca canımsın dermiş...'

.

Siz hiç ölümün titrek nefesini tam ensenizde hissettiniz mi?

.

Loading...
0%