Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Gölgelerdeki sözler

@yzresratprk

“Ben Buğlem. İdealist ve kararlı biriyim. Kolay pes etmem ve zorluklarla başa çıkma konusunda oldukça sabırlıyım. Gazetecilikteki başarımın arkasında bu özelliklerimin yattığını düşünüyorum. Araştırmalarımı yaparken soğukkanlılığımı korumam, tehlikeli durumlarda bile mantığımı yitirmemem gerektiğini biliyorum. Ancak içimdeki adalet duygusu, bazen beni risk almaya itiyor."

Okumamı bitirdiğim anda odada gür bir kahkaha tufanı kopmaya başladı. Zeynep elini dizine vurarak ağzını kapatmaya çalışıyor, Elif ise kendini yataktan atarak yerde yuvarlanmaya başlamıştı. Kaşlarımı çatarak elimdeki kağıdı hışımla buruşturarak yere attım.

"Neresi komik mesela?" Ellerimi belime koyarak ikisine döndüm. Zeynep nefes alışlarını düzene koymayı bitirdiğinde yüzünü buruşturdu.

"Yani pek komik değil de, sabır kısmını ve mantık kısmını atarsak hallolur gibi sanki ha?" Elif tekrar kıkırdayarak araya girdi.

"Bir de şu soğukkanlılık kısmını mahallede kavga olunca beni çağırın gardaşlar, yaparsak kesin bu sefer araştırmacı olmana izin verirler." İkisi yine tüm dünyanın gülüşünü çalmış gibi gülmeye devam edince oflayarak bu küçücük, küflü yurt odasının kapısını sertçe çekerek çıktım. Hava almaya ihtiyacım vardı. Saatin on buçuk olmasını hiçe sayarak merdivenleri ikişer ikişer indim.

"Kızım, bu saate dışarı çıkma, geç oldu." Kapıdaki Hilmi Amca'yı her zaman olmayan babam yerine koyardım ama şu anda ona da biraz saygısızlık edecektim.

"Hilmi Amca, kaç yaşında kızım, bir de izin alacak değilim." Adam bir an şaşırsa da ellerimi iki yana açarak "Sen bilirsin" der gibi iki yana salladı.. Kapıdan çıktığımda yüzüme çarpan nisan rüzgarı gözlerime hapsettiğim damlaları bir anda akmaya başladı. Yurdun bahçesinden çıkıp yürümeye başladım. Sokak lambaları bile bana katlanamıyormuş gibi bir yanıp bir sönüyordu.

Kalbim fazlasıyla kırgın, yorgun ve hasta idi. Beni kıran az önce üstüme gülen arkadaşlarım olabilirdi ama onları suçlamıyordum. Bunun için ne de olsa ruhsuz bir kızdım ben, şaka yapılmasını seven biriydim, dozu kaçırılsa bile. Tabii bu onlara göreydi. Bir de olayın benim tarafımdan olanı vardı ya, neyse. Beni yoran hayat olabilirdi ama bu hayatın suçu değildi, biz bunu genellikle kadere bağlardık. İnsanın en sevdiği insan ölünce tüm çiçekler solardı, güneş yerini hep karanlığa bırakırdı, beni aydınlatan güneşim babam da yerini karanlığa bırakmıştı.

Babam bana hep doğruluk ve adalet değerlerini aşılamıştı. Ama bu ülkede olmayan adalet en çok da beni yoruyordu. Babam gazeteciydi. Kanuna aykırı olan tüm şeyler onun haberi olurdu. İki kitap yazmıştı bunun hakkında ve ben onun en büyük destekçisi ve hayranıydım, onun gibi olmak için gazetecilik bölümünü seçmiştim. Yedi ay önce babamın da katıldığı bir etkinlikte büyük bir kargaşa yaşanmış ve bu arada bir silahtan çıkan kurşun sadece babamın kalbine değil, benim de kalbime saplanmış ve beni babamın yokluğuna hapsetmişti. İşte bu yüzden hastaydım, çünkü babam artık yoktu. Dünyaya kusmamı dört gözle bekleyen anneme inat, ben daha çok gülmüştüm ama şimdi de herkesçe kalbi olmayan biri olarak anılıyordum. Babamla kaldığımız ev sahibi de param olmadığını sanarak beni bir gecede apar topar yeni kiracım var diyerek atmıştı. Üstelik evden kendi eşyalarımı ve babamın iş dosyalarının olduğu koliyi alarak diğer ev eşyalarını da orada bırakmıştım. Annemi arayıp kocasıyla huzurunu bozmamak için sokakta üzerime babamın sigarayla karışık ayaz kokusunun sindiği hırkayı giydim, burnumu onun kokusunu içime çekerek onun sıcaklığın yasladım ruhumu.

Sabahın erken saatlerinde babamın yüzünü son kez görmek için girmekten korktuğum morga ölesiye girmek istemiştim. O beyaz çarşafı kaldırdığımda babamın beyaz sakallı yüzü solmuş gülümserken al al olan yanakları içe çökmüştü. Yere yığılıp ağladığım da sarılacak bir annem bile yoktu, zaten hiç olmamıştı da yanımızda. Aklımdaki düşüncelerden fırsat bulamamıştım etrafıma bakmaya. Ellerimi birbirine sürtmeye çalıştım, nereye geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bomboş bir sokaktaydım. Eski gecekonduların çoğunda kimse oturmadığı için sokak karanlık ve ıssızdı. Aldırmadan yürümeye devam ettim. İşte şimdi ileriden sesler yükseliyordu. Biraz daha ilerleyince sokak lambasının altında üç silüet göründü. Olduğum yerde durarak onları izlemeye başladım. Işığın vurduğu kadarıyla üçü erkekti, ışığa en yakın olanı ellerini cebinden çıkararak konuşmaya başladı.

"Bu malları polisin bulması senin başını nasıl belaya soktu, bilmek ister misin la?" Boğazında balgam varmış gibi konuştuktan sonra karşısındaki kişiye baktı. Karşısındaki ise ellerini birbirine kenetlemişti, oldukça tedirgin görünüyordu.

"Abi, valla beni nasıl buldular bilmiyorum, çok tedbirliydim. Özür dilerim, bir daha olmaz." Sesi on altı yaşında bir çocuk gibi geliyordu. En son diğer şahıs elini çocuğun omuzuna koydu ve başını eğerek konuşmaya başladı.

"Sence üsttekiler özür dilemene bakar mı lan velet, senin ölüm emrini verildi." Duyduğum sözlerden sonra adam belinden bir silah çıkararak çocuğa doğrulttu.. İşte şimdi elim ayağım birbirine dolanmıştı. Çocuğun ağzını diğer şahıs eliyle kapattı, bedenini de sırtına yasladı. Çocuk çaresizdi, tıpkı babam gibi. Buna kayıtsız kalamazdım. Ayağımda olduğunu unuttuğum terliklerle koşmaya başladım."Yapmayın!" Dediğimde sesim sokakta yankılanmıştı, tabii buna bir de silah sesi eklenmişti. Beni gören adamlar işlerini bitirdikleri için koşarak uzaklaştı. Ağlayarak yerde yatan küçük bedene ilerledim. Ayaklarımın bağı çözüldü o an. Kan ve barut kokusu yüzünden midem bulanmaya başlamıştı. Hızla nefes alıp veren çocuğun yanına dizlerimin üstünde sürünerek ulaştım ve başını bacaklarımın üstüne yatırarak bağırmaya başladım.

"Yardım edin, lütfen yardım edin!" Tüm mahalle sesleri duymuş olmalıydılar, ki sokağa çıktılar.

"A-abla, su." Nefesini yüzümde hissettiğim çocuğa döndüm. Gözyaşlarım yanaklarımı yakıyordu. Elimi çocuğun kalbinin üstüne kapattım.

"Ambulansı çağırın." Çığlıklarım feryatlara dönüşmüştü. Yanıma birkaç kişi toplanmış, çaresizce bakıyorlardı.

"Aradık, gelir birazdan." Sesler uğultu gibi geliyordu kulağıma.

"Dayan, tamam mı ablacığım, hastaneye gidelim sana su da vereceğiz." Dedim panikle.

"Abla, çok soğuk." Arkadan bir adam üstündeki hırkayı çocuğun üzerine örtünce ürperdim.

"A-anem çok üzülür, abla, ona söylem-" Yaşlarla araladığı gözlerini tekrar kapatmıştı, ayrıca titremeleri de durmuştu. İşte o an acı bir feryat tüm geceye bir yıldırım gibi düştü.

"Ömerimmm!" Karşımda bize koşarak gelen bir kadın tam önümde dizlerinin üstüne düştü.

Gözlerim ikisi arasında gidip geliyordu. Kadın titreyen ellerini çocuğun saçlarına kıyamıyor gibi yavaşça koyarak okşamaya başladı.

"Ömer, ben geldim, uyan yavrum." Bu sözler ciğerime ikinci kere bir hançer saplanmış hissiyatı vermişti.

"Uyan, baba, bak, ben geldim, küçük meleğin Buğlemin geldi." Kadın sözlerini söyledikten sonra anında kalbini tutarak çocuğun yanına yığıldı.

"Zehra abla!" Kalabalıktan bir kadın, adının Zehra olduğunu öğrendiğim kadının yanına geçerek onu uyandırmaya çalışıyordu. Beynim şu anda tüm işlevlerini durdurmuştu. Ambulansın ışığının yüzüme vurmasıyla kucağımdan alınan çocuğun cansız bedeninin boşluğunda oturmaya devam ettim. Bu sırada sağlık ekipleri kadını sedyeye taşırken kadın uyanmış, oğluna seslenmeye devam ediyordu.

"Yazık oldu gencecik çocuk, ağzı hâlâ süt kokuyordu." Yanımdaki kadın, elimden tutarak kaldırırken söylemişti bu sözleri.

 

"Kıza bir su verin, korkmuş." Kadının yanındaki adam konuşmuştu bu sefer. Elinde sürahi ve suyla gelen genç bir kız bize doğru gelirken kadın beni kaldırımın kenarına oturtmuştu. Kızın doldurduğu suyu alıp elime uzattı. Elim uyuşmuştu. Kanlı elimi uzatamadığımı görünce bu sefer o içmeye başladı suyu. Uzun süredir susuz kalmışım gibi kana kana içtim. Kadın birazını da eline döküp yüzümü yıkamaya başladı. Kendime gelmeye başlamıştım.

"Teşekkür ederim, sağ olun."

"Vah, kızım, iyi misin şimdi?" İyi olabilir miydim, karşımda ikinci bir cansız beden dururken? Başımı evet anlamında salladım. Kadın omzumu sıvazlayıp ayağa kalkarak kalabalığın olduğu yere gitti.

"Nasıl kıydılar Ömere?" Bu soruyu genç kız sormuştu. Benim gibi kaldırıma oturmuştu. Dikkatlice bakınca onun da Ömer'in yaşında olduğunu tahmin etmem uzun sürmedi. Arkadaşı olmalıydı. Gözleri dolmuştu. Zor da olsa ağzımı açarak cevapladım.

 

"Bilmiyorum." Çaresizdim bir önceki gibi.

 

"Hayalleri vardı." Uzunca bir nefes verdi. Sesi titremişti.

 

"Kurtaramadım hayallerini." Kuruyan kanlı ellerimle yüzümü kapattım. Boynumda iki kol hissettiğimde ellerimi yüzümden çekip ben de kollarımı beline doladım, o ağladı ben ağlama sıram bitmiş gibi sessizliğe gömüldüm. Bir süre böyle kaldık.

 

"Hanımefendi, olayı gören siz miydiniz?" Kızla bedenlerimiz ayrıldıktan sonra bana bakan polise döndüm.

"Evet." Dedim kısaca.

"Olayın detayını öğrenmemiz için bizimle karakola kadar gelebilir misiniz?" Genç kıza döndüğümde gözlerimiz buluştu. Başımı hafifçe eğerek selam verdim ve arabaya bindim. Saat bir'e doğru gelirken sonunda polisler tarafından yurda getirilmiştim. Normalde saat on birden sonra yurda girişler olmazdı ama polisler mazeretimi anlattıktan sonra girebilmiştim.

Odamın kapısını açtığımda Elif ve Zeynep'in uyuduğunu görünce sessizce banyoya girdim ve ışığı açtım. Yüzüm berbat haldeydi. Gözlerim kızarmış, göz altlarım şişmişti. Musluğu açarak ellerimdeki kurumuş kan lekelerinin suyla karışık rengini mermer tezgahta damlayıp akarken içim sızladı. Yüzümü de yıkandıktan sonra yatağıma uzanarak, hangi ara kaybettiğimi bilmediğim terliklerimin yerine polislerin verdiği sandaletleri çıkarıp uzandım. Gözlerimi kapattığımda anladım ki bu geceye düşen yıldırım düşmekle kalmamış, koca bir yıkımı da beraberinde getirmişti.

Gözlerim aydınlığa meydan okurcasına açılırken gelen seslerle tekrar kapattım.

 

"Dün geç gelmiş olmalı, baksana hâlâ uyuyor." Elif hayretle cümlesini söyledikten sonra banyo kapısının açılıp kapanma sesi geldi.

 

"Doğruyu söylemek gerekirse, onu anlayamıyorum. Dün bize küsüp mü geç geldi?" Büyük ihtimalle duş almış olmalıydı Zeynep, çünkü burnuma avokadolu duş jelinin kokusu geliyordu.

 

"Onu altı üstü yedi aydır tanıyoruz, ama hakkında doğru düzgün bir şey bilmiyoruz." Elif uyanmamdan korkarmış gibi fısıldayarak konuştuğunda sağ tarafıma dönerek hâlâ gözlerimi kapatmaya devam ediyordum.

 

"Sussana, uyanacak ya." Zeynep de Elif gibi fısıldayarak uyardığında odanın kapısı tekrar açılıp kapandı. Oda sessizleşince gözlerimi açarak eski sarı tavanla bakıştım. Haklıydılar, hakkımda hiçbir şey bilmiyorlardı, bildiklerini sandıkları şeyler dahi yalandı. Evet, beni anlayamazdılar, zaten anlamalarını da istemiyordum. Babamın vefatından iki gün sonra okullar açılınca mecburen yurda yerleşmiştim, okulum devlet üniversitesi olduğu için biraz rahattım çünkü bursum vardı ama onun da pek yettiği söylenemezdi.

 

Bu sene üçüncü yılım olduğundan dolayı staj yapmak istiyordum, neyse ki babam az da olsa tanınmış biri olduğu için birkaç gazete kendimi tanıtacak kısa bir yazı yazmamı istemiştiler. Bir haftadır düşünmüştüm ama doğru düzgün bir metin oluşturamamıştım, işte bu noktada kızlara fikirlerini almak için dün akşam bir paragraf yazmıştım ama onlar da beni tiye aldıkları için tüm hevesim kaçmıştı. Üstüne bir de gece yaşanan olay eklenince iyice soğumuştum her şeyden. Saçlarımı topladım, yataktan kalkıp kahverengi sandaletleri giyip banyoya ilerledim. Avucuma doldurduğum suyu yüzüme çarparken soğukluğunu umursamadan başımı musluğun altına tutarak uyuşmuş beynimi canlandırmaya çalıştım. İki dakikaya yakın bir soğukluğun ardından başımdan dökülen suları askılıktaki havluyla sildikten sonra yatağımın yanındaki çekmeceye ilerledim. Kapağı açıp telefonumu ve yedi aydır sakladığım üstü tozlanmış kutuyu çıkarıp yatağımın üstüne koydum. Telefonuma bakınca saatin on bucuğa geldiğini görünce kahvaltı saatinin geçtiğini anladım, zaten yaşadığım şeylerden dolayı iştah falan kalmamıştı.

 

Kutuyu önüme çekip üstündeki tozları üfledim. Babamın tüm hayatı bu kutuya sığmıştı, üstelik vefatından önce de hepsini koyup benim doğum tarihimi koyduğu şifreli kasaya koymuştu. İçindekiler bu kadar önemli miydi? Onu hayattan koparabilecek kadar. Uzun tırnaklarımı kırılır mı diye düşünmeden bantlanmış yerlere bastırarak kenarlarını yırttım. İçimdeki merak korkumdan üstün geldiği için hızlıca kutuyu açtım ve gözüme ilk çarpan bir zarf oldu. Arkasını çevirince benim adıma yazıldığını gördüm. Gözlerimi kapatarak gözyaşlarımın akmasına engel olduktan sonra hızla zarfı açıp kağıdı okumaya başladım.

 

"Sevgili Kızım Buğlemim," Sanki babamın sesini duyar gibiydim. O an tuttuğum tüm gözyaşlarım bu şehri doldurmak istercesine akmaya başladı. Nefeslenerek okumaya devam ettim. "Bu mektubu okuduğunda belki de artık yanında olamayacağım. Ama bil ki seni her zaman sevdim ve hep kalbimde taşıyacağım. Annenin ve yeni eşinin sana karşı soğuk tutumu beni hep üzdü, ama senin güçlü ve cesur duruşunla her zaman gurur duydum." Keşke olsan baba ben çok korkuyorum. "Hayatın boyunca karşılaşacağın zorluklara rağmen, içindeki ışığı ve cesareti asla kaybetme. Senin gibi güçlü bir kız, her türlü engeli aşabilir. Seni çok seviyorum ve seninle her zaman gurur duyuyorum. Her zaman yanındayım."

Sevgilerimle, Baban...

Damlalar birer ikişer kağıdın üzerine damlarken ağlamamı durduramıyordum. Hıçkırıklarım odada yankılanıyordu. Dudağımı dişlerimin arasına alarak kendimi zor da olsa durdurmuştum. Babam öldüğünden beri ilk defa bu kadar fazla ağlamıştım. Kağıdı kenara koyduktan sonra zarfın altındaki bir dosyayı elime aldım ve incelemeye başladım. Bu bir röportaj dosyasıydı. Babam, televizyona çıkmadan bir gece önce heyecanlı olduğundan uyuyamamıştı. Bende şakasından sinirlenip "Sen ünlü olunca bırakırsın beni." demiştim ama o gülümseyerek yanıma gelmiş "Gerekirse işimi bırakırım seni bırakmam meleğim." deyip kocaman sarılmıştı. Ama ikimiz de çok iyi biliyorduk, bu işe kalbini, sevgisini ve en sonunda da hayatını vermişti.

 

Dosyayı tam bırakacakken arasından bir fotoğraf düştü. Fotoğraf gece çekilmişti üstelik çok bulanıktı. Görebildiğim kadarıyla bir iş yeri vardı üstünde "Nocturne" yazıyordu. Neden böyle bir yerin fotoğrafını çekmişti ki? Telefonumu alıp ismi arattım. Çıkan sonuçlardan konuma tıklayınca doğru yer olduğunu anladım. Fotoğrafın arkasını çevirdiğimde bir tarih gördüm, 07.10.2023 bu tarih babam öldürülmeden iki gün öncesine aitti. Fotoğrafın arkasını bıraktım

 

Aydın Göksel

• Levent Karaca

• Zafer Kılıç

• Selim Taşcı

✓ Baş Güç

 

Bu isimler neyin nesi idi? En altına iki tane tik işareti atılmıştı. Düşünmeye başladım. Jeton düşünce gözlerim kocaman oldu. Babam yazılarında her isim kullandığında kısaltmalarının iki yanına tik işareti koyardı, "Tamamladım" manasında. Bu fikri de ona veren bendim. Ama burada sadece bir tık vardı, “yarım kaldı” demek oluyordu. Babam son araştırmasını tamamlayamadan gitmişti. Düşüncelerimden sıyrılıp son olarak ona doğum günü hediyesi olarak aldığım ses kayıt cihazının kaydedilenler tuşunun üstüne koydum elimi. Yavaş yavaş unutmaya başladığım ve özlediğim sesini duymak için tuşa bastım.

 

Kayıt başladığı an cızırtılı bir ses çıktı. Kayıt devam ediyordu ama hâlâ bir ses yoktu. Cihazın arka kısmını açtığımda içinde ses kartının olmadığını gördüm. Kutunun, defterin, dosyanın içine iyice baktım, fakat yoktu. Üstelik bu yazı ve fotoğraf o ölmeden iki gün öncesine aitti. Bu da demek oluyordu ki babamın araştırması birilerini korkuttuğu için tamamlayamadan öldürülmüştü. Odanın içi sıcak olduğu halde bedenimden soğuk bir ürperti geçti. Babam bilinçsizce değil, hedef olarak öldürülmüştü. Nefesim kesiliyordu. Birisi kocaman ellerini boğazıma sarmış boğuyordu resmen. Eşyaları kutuya koyarak ayağa kalktım ve dolabın bana ayrılan kısmından bir kot pantolon bir de siyah bir kazak giydim, saçlarımı at kuyruğu yaparak telefonumu ve çantamı alarak hızla yurttan ayrıldım.

 

Yüzüme çarpan soğukluk yetersiz kalıyordu, sanki arabaların sesine, insanların konuşmalarına tahammül edemiyordum. Gördüğüm bir parkta oturarak sakinleşmeye çalıştım. Mantıklı düşünebilmem için sakin olmam gerekiyordu. Belki de ben yanlış düşünüyordum, babam sadece arada kaynamış olabilirdi ama beynim, bu işin peşinden gitmemi her şeyden, kalbimden daha fazla istiyordu.

 

Bu işi biraz sonraya bırakmaya karar verdim. İlk önce bir başsağlığı dilemeye gitmem gerekiyordu. Parkın karşısında gördüğüm bakkaldan gerekli şeyleri aldıktan sonra doğruca dün gece hafızama kazınmış olan gecekondu mahallesine girdim. Kollarımda ölen çocuğun evini bilmiyordum ama fazla aramama da gerek kalmamıştı. Altı-yedi kadının çıktığı yere doğru ilerledim.

"Pardon, Zehra ablanın evi burası mı?" dedim, sanki çok yakın birinden bahsediyormuş gibi çıkmıştı isim ağzımdan. "Evet burası." Diyen orta yaşlarda bir kadına başımla selam verdikten sonra duvarlarına yaslanıp yıkılacak gibi olan evin kapısını çalmaya başladım. İkinci vurusta kapı gıcırdadı ve açıldı. Karşımda benden birkaç santim daha kısa, hafif kilolu, otuzlu yaşlarında bir kadın çıktı. Dün gece fazla görmesem de o olduğunu anlamıştım.

 

"İzniniz olursa girebilir miyim?" Sesim tereddütlü çıkmıştı. Kadının gözleri kızarmış, içine çökmüştü. Kim olduğumu sorgular gibi baktı. Bir anda belime sarılarak ağlamaya başladı.

"Gitti Ömer'im gitti." Kadının ses tonu ağlamam için yeter de artardı bile ama ne mecalim ne de gözyaşım kalmıştı. Sustum. Acılı bir annenin evladı için ağlayışını dinledim. Başka bir annenin tabii. Eğer ölen ben olsaydım, annemin cenazeme geleceğini bile sanmıyordum, gelse bile tıpkı babamın cenazesine sırf helva yemek için o çok sevdiği üvey kızıyla geldiği gibi gelirdi. Kadın bir anda benden uzaklaşıp kenara çekildi.

"Buyur kapıda kaldın." Dedi ve eliyle içeriye işaret etti. Ayakkabılarımı çıkarıp garip sesler çıkaran tahtaların üzerinde yürüyerek kadının bana gösterdiği odaya girip elimdeki poşeti kenara bıraktım. Evde bizden başka kimse yoktu. Odada ise iki tane kenarları sökülmüş kanepe ve üstü çiziklerle dolu eski orta sehpa, üstünde ise küçük gri tüplü bir televizyon vardı. Kanepeye oturunca kadın da yanıma oturup elimden tuttu. Elleri zamandan nasibini almış gibi pütürlü ve damarları dışa çıkmıştı. Yüzüme bakıp dudağına acı bir tebessüm kondurdu.

"Nasıl buldun Ömerimi?" Ona nasıl diyebilirdim ki ‘Ömer'i tehdit ettiler, ben de korkakça izledim.’

“Ben yoldan geçiyordum, üç kişinin konuştuğunu duyunca biraz daha yaklaştım, anında adamın birinin belinden silah çıkardığını gördüm, amacını anlamıştım, koştum ama kurtaramadım, özür dilerim.” Başımı suçlulukla eğdim. Kadın elinden birini kaldırarak yanağıma koydu. İlk defa bir anne bana bu denli şefkatle yaklaşmıştı, ama benim annem değildi.

“Sen özür dilemeyi değil, teşekkür edilmeyi hak ediyorsun kızım." Yüzümü eliyle kaldırarak ona bakmamı sağladı. Gözleri sulandı.

"Teşekkür ederim onu kurtarmak istediğin için. Genelde böyle bir şey olunca insanlar kendilerini kurtarmak için kaçarlar, çünkü insanın kendi canı tatlıdır, kim bilir kaç kişi gördü de korktu.” Haklıydı, günümüzde o kadar çok böyle vakalar vardı ki insanlar ya kaçarlardı ya da videoya alıp ‘şöyle oldu, böyle oldu’ derlerdi. Ben de babamın bana söylediği gibi yapmıştım: “Bir insanın en yüksek erdemi, başkalarının iyiliği için kendini feda etmesidir.” Bu söz babamın öğrettiği günden öleceğim güne kadar aklımda kalacaktı.

"Ömer son nefesini verirken ‘Annem çok üzülür, ona söylemeyin' demişti.” Tepkisini ölçmek için yüzünü izlemeye başladım.

“Ben dünyadaki en şanslı anneydim. Ömer'im çok çalıştı benim için, en sonunda benim yüzümden hayatından oldu, kınalı kuzum.” İşte bu kısmı anlayamamıştım.

“Niye kendinizi suçluyorsunuz ki, sizin bir suçunuz yok.” Ağzından laf almak için böyle söylemiştim.

"Ben meme kanseriyim kızım. Kocam desen Allah onun belasını versin, bizi bir yıldır orada burada gezen bir kadın için terk etti. Ben kanser olduğumu öğrendikten sonra sağlık raporum yüzünden işten çıkarıldım. Ömer liseye başladığından beri çok çalışırdı, gece gündüz demeden matematik çalışırdı. Çok severdi, ‘anne’ derdi ‘ben bir doktor olayım, seni ben ameliyat edeceğim, seni çok güzel yerlerde gezdireceğim.’” Aklına istemediği bir anı gelmiş olmalıydı ki kaşlarını çattı.

"Üç ay önce babası geri döndü, ama hayatımızı zehir etmek için. Kadın bunun parasını çalmış, ortada bırakmış gitmiş. Ömer'im için sakladığım iki altını da zorla aldı elimden, o sırada Ömer ‘Annemin hakkını yedirmem’ diyerek elinden almaya çalıştı, ama nafile, çocuğuma da bana ettiği gibi işkence etti ve gitti. Evde yiyecek bir parça bile ekmek yoktu.”

Allahım, herkesin bir derdi vardı işte. Ayağa kalkarak odadan çıktı. Duyduklarım beterinde beteriydi. Geri geldiğinde elinde iki bardak su vardı. Teşekkür ederek suyu içmeye başladım. Boğazım kurumuştu. Kadının devam etmesi için ona doğru döndüm. Elindeki su bardağına bakarak devam etti.

"Bir gün Ömer elinde dolu poşetlerle gelince garipsedim. İş bulduğunu söyledi bir restoranda. İtiraz etmek istiyordum fakat bünyem yetmediği için bende çalışamıyordum. Bilseydim bu işi iş değil bırakır mıydım yavrumu."

"İşi iş değil derken?"

"Ömer'in bir arkadaşı vardı, bir yıla yakındır iletişimlerini kesmelerini istemiştim, çocuk madde bağımlısıydı. Ama gizli gizli görüşmeye başlamışlar, birkaç ay önce. O hem satıp hem kullanıyormuş, Ömer'e de iyi para var deyince o da kabul etmiş.”

"Ömer'i de mi bağımlı yapmıştı?”

Kadın çaresizce başını iki yana salladı.

“Ömer kullanıcı değilmiş, sadece satıcıymış bunu da yeni öğrendim zaten. Ömer'in arkadaşını bir adam gelip sormuştu, çalıştığı yeri bulmak için.” Aklım karışmıştı.

“Bu adam ne yapacakmış ki arkadaşını?”

“Bilmiyorum üzerinden altı yedi ay geçmiştir, hatırlamıyorum ama adamın niyetinin kötü olduğunu sanmıyorum. Hatta beni uyardığı için ben Ömer ile konuşup arkadaşından uzak tutmaya çalıştım.” Biraz durup bir şey üzerinde düşünmeye başladı.

"Hatta adam bana kartvizitini vermişti, ihtiyacım olursa aramam için.” Ayağa kalkıp televizyonun olduğu sehpanın üzerindeki gümüş şekerliği aramaya başladı. Aradığını bulamamış olacak ki sitemle bana döndü.

“Ömer'imle bana çok yardımı dokunmuştu, ne zamandır hiç uğramadı ama telefon numarası hâlâ aklımda, sana zahmet kontörün varsa arayabilir misin? Telefonum kırık diye görmediğimden beri hiç aramadım. Ömerime hakkını helal etsin diye bir arayayım.” Başımı sallayarak onayladım ve çantamdan telefonumu çıkardım.

“Söyle abla, yazayım.”

“05××××3-” Ben numarayı yazarken tanıdık numaralardan babamın numarası üstte görünüyordu, bir an duraksayarak iç çektim ve kadının son söylediği son dört rakam beynimde felç edici bir etki bıraktı.

“21 36 ydı herhalde sonu.” Telefonun altındaki elim titremeye başladı.

“Bir yanlışlık olmasın.” Boğazım kurumaya başlamıştı.

“Yok kızım, ne zaman Ömer eve geç gelse o adamı arardım oradan kalmış aklımda.” Kalbim tekledi.

“P-peki ismini hatırlıyor musunuz?” Kulaklarım duymak istediğim ismi anımsamak ister gibi çınladı.

“İsmini bilmiyorum ama ona gazeteci abi diye seslenirdim.” Kulaklarımda ki çınlama kafamın içini doldurmak istiyordu sanki. Başımı tutarak ayağa kalktım. Gözlerim karanlığa boyun eğdi ağzımdan çıkan son söz ise hep özlem duyduğum bir kelimeydi.

“Baba.”

Yüzümde bir ıslaklık vardı. Yağmur mu yağıyordu?

“Kızım, iyi misin?” Duyduğum pürüzlü sesle gözlerimi araladım. Zehra abla elindeki bardağı kenara koydu.

“Noldu bana?” Klasik bir soru.

“Konusuyorduk seninle birden bire bayıldın?” Kadını da korkutmuş olmalıydım.

“Kusura bakmayın, hiç iyi değilim bu aralar.” Kadın anlayışla sırtımı sıvazladı.

“Hangimiz iyiyiz ki?” dedi buruk bir gülümsemeyle. Aklıma son konuşmamız geldi. Bir hışımla kadına doğru döndüm.

“O gazeteci, kırklı yaşlarda, siyah kare bir gözlük mü takıyordu acaba?” dedim aklımdakileri sıralayarak. Kadın duraksadı bir an, ama sonra başımı aşağı yukarı salladı.

“Evet, nerden bildin?” Kadının sorusunu es geçerek başka bir soru yönelttim.

“En son ne zaman geldi buraya?” Kalbimdeki son bir umutla sormuştum bunu. Belki de babam ölmemişti, yaşıyordu.

“Tanıştığımızdan bir ay sonra idi, ne kadar oldu ha, yedi ay olmuştur.” Kalbimde sıfır umut kalmıştı. Bir hiçlikte yok oluyordum sanki, ya da bir nehre eli kolu bağlı atılmıştım, kurtuluşum yokmuş hissiyatı gibiydi bu cevap.

“İyi misin?” Başımı eğerek akmaya çalışan gözyaşlarımı durdurdum. Derin bir nefes alarak cevapladım.

“O adam benim babamdı. Onu yedi ay önce kaybettim.” Kadın karşısında bir dram dizisi varmış gibi 'hii' nidasi çıkarmıştı.

“Başını sağolsun kızım, çok iyi adamdı bize çok yardımı dokunmuştu. Ömer'ime babasından daha çok baba olmuştu. Allah rahmet eylesin.” Ağlamak istemedim çünkü babam buraya mutluluk getirmişti.

“Sağ olun.” dedim üzüntümü belli etmemeye çalışarak. "Dünya küçük, her adımımızda geçmişle yeniden karşılaşırız." sözü boşuna söylenilen bir şey değildi. Ben de babam öldükten sonra zorda olsa yeni adımlar atmıştım ama geçmişle karşılaşmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Babam buraya ölmeden yaklaşık üç hafta önce gelmiş olmalıydı, ama neden buraya gelmişti?

“Babam buraya ilk geldiğinde, Ömer'in arkadaşını sormaya mı gelmişti?” Kadını bu acılı gününde yorduğum kesindi.

“Evet.” Son bir soru.

“Peki o çocuğun çalıştığı yeri biliyor musunuz?”

“İsmi yabancı bir şeydi, hâlâ orada çalışıyor mu bilmiyorum, ama bir gece kulübüydü.” Burası kesinlikle Nocturne olmalıydı. Ayağa kalktım. Kadın da benimle birlikte kalkınca tereddüt etmeden kadının boynuna sarıldım.

“Çok teşekkür ederim. Size söz veriyorum, Ömer'in kanı yerde kalmayacak, adalet yerini bulacak.” Geri çekilip çıkışa doğru ilerledim ve bu kapıdan çıkarken aklımda tek bir şey vardı. Baba, sana yemin ederim ki kızın olmanın hakkını vereceğim. Kirli paralarla güçlü olanların zayıf insanları ezmesine göz yummayacağım, ve yumdurmayacağım.

Devam edecek.Düzenleme yapılmamış halidir.Başlangıç bölümünü nasıl buldunuz umarım beğenmişsinizdir.Destek için yorum ve oy vermeyi unutmayız lütfen 🍁🫶

 

 

 

Loading...
0%