
"Gerçek anlaşma derken," dedim. Elimi bırakıp ayağa kalktı. Tam önümde durdu, aramızda çok az bir mesafe vardı.
"Benim kim olduğumu biliyorsun değil mi?" Bu bakışların sahibini nasıl bilmem?
"Biliyorum, sen Emir Bayar'sın," dedim.
"Peki Emir Bayar nasıl biri onun farkında mısın?" diye sordu. Yüzünde okunamayan bir ifade vardı.
"Ne söylemek istiyorsun?" diye sordum.
"Yonca, ben tanınmış bir iş adamıyım, geniş bir aşiretin gerçek ağasının oğluyum," derin bir nefes aldı. Aşiret kısmı benim için yeni bir şeydi. Bunu beklemiyordum, yüzümde şaşkın bir ifade olduğuna eminim. Onunla ilgili daha bilmediğim neler vardı? "Demem o ki artık bu dünyada sırrımı bilen dördüncü kişisin, sana güvenmem lazım," dedi. Yüzü biraz daha yüzüme yaklaşmıştı.
"Emin'i saymıyor musun? Sırrını o da biliyor," dedim. Gerçekten Yonca şu an bu mu önemli olan.
"O çok iyi biliyor, ikimizi de ifşa ederse ikimiz birlikte yok oluruz," dedi. Yüzünde alaycı bir gülüş oluşmuştu.
"Yani bana söylemek istediğin nedir?" diye sordum.
"Sana söylemek istediğim şey, bir anlaşma yapacağız ve sen onun her maddesine uyacaksın," dedi.
"Uymazsam," dedim.
"Artık çok geç değil mi sence de Yonca? Çoktan neyin içine düştüğünün farkında değil misin?" Sesinde karanlık vardı."İstemezdim, inan ki Emin seni tanısın istemezdim ama ona sen çok küçükken gitmişsin. Şimdi onun sana gelmesini engelleyemem ama yanımda olursan seni koruyabilirim," dedi.
İçine düştüğüm şeyin hala farkında değildim. Haklıydı ve bunu yüzüme vuruyordu. Ama en kötüsü düştüğüm yerden çıkamayacak oluşumdu. Ama beni koruyacağını söylüyordu. Ona güvenmeli miyim?
"Anlaşmanın maddeleri ne?" diye sordum. Belki de içimde bir yer ona güvenmeyi seçiyordu.
"Unutma, bir süre yurtdışında olacaksın eğitim için ve bu sürede kimseyle yüz yüze görüşemeyeceksin, telefonla konuşurken de bunu aklından çıkarmamalısın," dedi.
"Evden çıkmayacak mıyım?" Şaşkın şekilde sordum.
"Birisinin seni görme ihtimali olabilir, ya ailen duyarsa onlara bu durumu nasıl açıklayacaksın?" yüzü sert ve ifadesizdi. Söyledikleri doğruydu. Onlara para karşılığı DKB hastası bir adamla yaşayıp bir de ayrı bir kişiliği işbirliğine ikna etmeye çalışıyorum demem kadar imkansız bir şey yoktu. Başımı salladım.
"Kimseyle iletişimin kopmayacak, sadece dikkat edeceksin, ayrıca Emin uyanırsa mümkün olduğu kadar onu da evde tutmaya çalışmalısın, yoksa her şey daha da zorlaşır," dedi. Sesinde ikaz vardı.
"Anladım, bunu nasıl yapabilirim bilmiyorum ama elimden geleni yaparım," dedim. Başını salladı.
"En önemlisi, Emin ile ne yaparsan ne konuşursan bana anlatacaksın, asla ikinizin arasında benim bilmediğim bir sır olmayacak," son kelimeyi vurgulamıştı. "Ve asla , Emin'in sana yaklaşmasına izin vermeyeceksin asla!" Gözleri şimdi karanlıktı. Koyu bir mağara gibi.
Söylemeye çalıştığını anlamıştım, ikisinin bedeni birdi ve Emin'in yapacağı her şeyi o da yapmış oluyordu. Bundan rahatsız olmasını anlayabiliyorum ve kesinlikle haklı. Aklıma hayal gibi, bana dokunan dudakları geldi. Aslında ilk ihlali kendisi yapmıştı. Tamam , can havliyle yapılmış bir yardımdı ama dudaklarıma dokunan ilk kişi olmuştu sonuçta. Tabi ki bunu ona söylemedim.
"Anladın mı Yonca?" diye sordu.
"Tamam anladım, kimseyle yüzyüze görüşmek yok, her şeyden haberin olacak, Emin ile gizli iş çevirmek yok başka hiç bir şey yok! Kolaymış," dedim. Vurdumduymaz şekilde gülümsedim.
"Güzel, anlaşmayı imzala," önüme bir kağıt uzattı ama kağıt boştu.
"Ama burda bir şey yazmıyor," dedim.
"Konuştuklarımız yazacak birazdan ve ihlal edersen sana ödediğim miktarın on katını alacağıma dair bir söz" dedi.
"Yuh!" dedim. Bir kaşını kaldırdı. O parayı yedi ceddim bir araya gelse ödeyemezdi.
"Sözünü tutamazsın diye mi korktun?" diye sordu.
"Nerden bileceğim, başka maddeler eklemeyeceğini?" dedim. Beni kandırabilirdi.
"Bilemezsin, şimdi imzala," dedi sertçe. Yüzü meydan okuyordu.
Şok olmuştum, bunu beklemiyordum ya bilmediğim şeyleri yapmak zorunda kalırsam? Ama senden korkmuyorum Emir Bayar! Tamam azıcık korkuyorum. Hızla masadan kalemi alıp boş kağıdın altını imzaladım. Aferin Yonca, dünyadaki en salak insan ödülü sana gidiyor. Ardından çantamı alıp odadan çıktım, kapıyı sertçe kapatmıştım.
********* EMİR BAYAR*********
Kapıyı kıracak gibi kapatmıştı. Ve sert kapatılan kapılardan hoşlanmıyorum, bunu ona söylemem gerekli. Masadaki boş kağıda baktım. Gerçekten de cesur bir kız. Onun her zaman cesur bir kız olduğunu düşündüm. Ona tahammül edemediğimi Selim ' e söylerken duyduğunda da karşımda korkusuzdu. Aslında tahammül edemediğim o değil bilinmezlikti. Emin'in benden gizlediklerine tahammül edemiyordum. Ona yalan söylemek istemezdim ama her şeyi de anlatamazdım. Gerçi Emin'in benim düşmanım olduğu fikri Selim'e aitti ama ben de içindeydim sonuçta. Selim de gergindi. Bir yandan beni korumaya çalışıyor bir yandan da Emin'i kontrol altında tutmaya çalışıyor. Çevremizi sarmaya başlayan bir duman var sanki. Birisi beni bu dumanda boğmak istiyor. Ama ben onu bulup avlayacağım. Oturup da bana gelmesini beklemeye niyetim yok. Yıldönümü programında çağırabileceğimiz her iş adamını çağırdık. Selim herkesin gözümüzün önünde olması gerektiğini düşünüyor. Gücümü herkesin görmesini sağlamaya çalışıyor. Ama ben bu defa farklı düşünüyorum. Nedense çevremdeki insanlar değil daha uzaktan bir pisliğin üzerime bulaşmaya çalıştığını hissediyorum. İki farklı dünyanın arasında duruyorum ben. Hiç girmediğim ve uzak olduğum dünyada sıkıntı varmış gibi geliyor. O yüzden yıldönümü programına babamı gelmesi için ikna ettim. Onun dünyası benden farklı. Onun parmağındaki yüzük farklı bir dünyayı simgeliyor. O Bayar aşiretinin ağası. Onun emekliliği normal insanlardan farklı bir emeklilik. Onun dünyasında benim bilmediğim şeyler oluyor. Eğer babam birisine zarar verdiyse, ilk zararı bana vermek istemeleri normal. Ama bilmiyorlardı ki ben babam için pek de önemli değilim. Ölüp gitsem bu onu ne kadar etkiler bilmiyorum. Otuz yaşına kadar , gözlerime kaç defa baktığını sorsalar üç veya dört derim herhalde. Bilmiyorum belki beni o dünyadan uzak tutmak istedi. Belki o yüzden yurtdışında okumama müsaade etti. Beni çağırınca da şirketin başına koydu. Bir kez olsun köyde konakta yapılan toplantılara çağırmadı. Ya da diğer aşiretin ileri gelenleri ile tanıştırmadı. Belki de benim dünyam farklı olsun istedi. Ama dünyam bombok oldu haberi yok.
O yıldönümüne geldiğinde , olağanüstü bir durum olmadı. Onu takip eden birileri ya da başka bir şey yoktu. Çünkü her kimse benim peşimdeydi. Bana verilen plaketin içinde bana özel bir not bırakılmıştı.
"Babanın ardına sığınma Emir Bayar, o seni koruyamaz!"
Orospu çocuğu! Benimle oyun oynuyordu. Seni bulduğumda ben seninle öyle bir oynayacağım ki.
O gece planımız tabi ki başarısızdı. Selim'in plan konusunda kendini geliştirmesi gerek. Üstelik burnumuzun dibine kadar not geliyor ama kim yine de bulamıyoruz!
Tüm dertlerim yetmez gibi, o da karşımda durup yüreğimi huzursuz ediyordu. Yonca. Onu öyle farklı görmeyi beklememiştim. Görünce öyle kilitleneceğimi de. Gözlerinin açık toprak rengi beni bilinmezliğe sürüklüyordu. Şaşkınlığı, öfkesi, sakarlığı ve bir sürü değişik davranışı... Durmadan onu izleyebilirmişim gibi geliyordu. Dilek fenerlerine bakarken neler düşündüğünü merak ediyordum. Fenere ne dilek yazdığını da. Onunla hem konuşmak istiyor hem de uzak durmam gerekli diye düşünüyordum. Ama bu kız beni zorlamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. O göle atlayabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Dünyada öngörülmesi en zor kişiydi. Ne ara ceketimi çıkardım ardından atladım hatırlamıyorum bile. Sadece ona bir şey olur korkusu yüreğimi sıkmıştı.
Sudan çıkardığımda titriyordu, çok su yutmuştu. Belki yapmamam gerekti ama suni teneffüs en doğru yol gibi görünmüştü. Evet , faydası oldu ama benim beynim o gece yanmıştı. Hindistan cevizi kokuyordu saçları. Teni yağmurdan sonra kokan toprak gibiydi.
Onun arabadaki sarhoş halleri uzun zamandır tatmadığım duyguları tattırdı. Mutluluk, heyecan ve adını koyamadığım bir şey. Hayatımda böyle bir duygu yaşamadım. Bu duygular bana yabancıydı. Bana ait değildi sanki.
Haklıydım.
Yanıldım.
Bu duygular Emin'e aitti. Öyle olduğunu öğrendim. Sağolsun arkadaşım ve güvendiğim doktorum anlattı. Bunca sene benim bundan haberim olmadı. On sekiz sene aramış onu.
Piç herif!
İçimde ufak bir sızı var.
Ama yaptığı düşüncesizce davranışlar hepimizi tehlikeye atıyor haberi yok. Artık kafasına göre davranamaz. Yonca'yı yanımda tutmak ne kadar doğru bilmiyorum ama başka türlü her şey kontrolümden çıkıyor. Yonca da bu teklifime şaşırdı ve belki benden korktu. Ama ailesini düşündüğünü ve Emin 'in ona gelmekten vazgeçmeye niyetinin olmadığını bildiğinin farkındayım. Kendince herkese yardım etmeye çalışıyor. Peki benimle yaşaması benim için kolay olacak mı? Yalnız değiliz ama içimdeki Emin'e ait duygular aklımı bulandırırsa peki? Saçmalama Emir! Öyle bir şey olmayacak! Peki yıldönümünde ve bu sabah öldürmek istediğim Bora'ya karşı hissettiğim nefret de mi Emin'e ait.
Tabi ki ona ait.
Çünkü o Yonca'ya yaklaşan herkesten rahatsız olurdu. Evet kesinlikle Emin rahatsız olurdu. Acaba Yonca en çok hangi yemeği sever yarın onun için hazırlatmalıyım, gerçi fıstık ezmesi sevdiğini öğrendim bir de sevdiği rengi de bilmiyorum. Odasını ona göre hazırlatırdım. Offf işim zor!
Elimdeki Yonca'nın imzaladığı boş kağıda baktım. Kağıdı buruşturup çöpe attım. Güvenli evi kontrol etmek için odadan çıktım.
************* YONCA DENİZ*******
🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀
Yatağımın üzerindeki elbiseler bakıp sinirle saçlarımı karıştırdım. Hala kabul ettiğim anlaşmayı düşünüyordum. Dünya üzerindeki hangi insan boş kağıda imza atar. Ne biçim gaza geldim de yaptım bilmiyorum. Allah da benim belamı versin tabi, hak ettim. Ama içeriden gelen sesler biraz olsun moralimi yükseltiyordu. Onlara bir projede büyük ödülü kazandığımı söylediğimde, mucize yaşadıklarını düşünmüşlerdi. Babama ödülün beş yüz bin olduğunu söyledim. İki milyon desem biraz saçma olurdu. Beş yüz bin bile inanması güç bir rakamdı. Ama güneydoğunun en prestijli şirketi söz konusu olunca kulağa mantıklı geliyordu. Üstelik ne ara hallettiler bilmiyorum ama web sayfalarında proje ve ödül sahibi olarak adım yazılmıştı. Üstelik yurtdışı eğitimim ve proje için çalışmaya devam edeceğim belirtilmişti. Bu sayede babama kalan parayı yavaş yavaş ödediğimde nerden aldığımı sormayacaktı. Her ne kadar bir süre uzak kalacağımıza üzülseler de böyle bir fırsatın benim için çok önemli olduğunu söylemişlerdi.
Evet, hayatımın fırsatı...
Beni bir anlaşma ile her an tehdit edecek bir adamın evinde kalmak gibi harika bir fırsat yakaladım.
"Pasaportunu unutacaksın, neden almadın?" Annem ne ara gelmişti. Ve ben salak gibi pasaportumu neden almadım? Kendi yalanımı kendim ortaya çıkarmak üzereyim.
"Heyecandan anne, her şey ani oldu," gülümseyip elinden pasaportumu aldım. Cem ile bir gün İtalya 'ya gitme hayalimiz vardı. Her yerini gezip , bilmediğimiz bir sokağında kaybolmak istiyorduk. Ama şimdi ben yalandan İngiltere 'ye gidiyorum. Ama yine de kaybolmak üzere olduğumu hissediyorum. Yüreğimde bir sızı var.
"Sabah seni baban bıraksa havaalanına Yonca, böyle içime sinmiyor," dedi annem.
"Gerek yok anne, sanki çok uzun ayrı kalacağız gibi hissetmek istemiyorum. Hem sabah dergiye uğrayıp oradan gideceğim. Cem bırakır merak etmeyin," dedim. Sabah beni Selim alacaktı. Gerçekten de önce dergiye geçecektik. Güzel haber onlara da gitmişti. Üstelik dergi adı şirketin web sayfasında gururla yazarken eminim onlar da şok olmuştu. Kimseye yarışmaya katıldığımı söylememiştim. Gerçi bir yarışma olduğunu da bilmiyordum ya neyse. Gerçi ortada bir yarışma var mı o da muamma. Bunları ne ara ayarladılar zaten anlamadım. Ama Hülya Hanım deli gibi sevinmişti. Telefonda sesi aşırı neşeliydi. Derya eminim çok kıskanmıştır. Kıskansın, beni yıldönümünde göle atlamadan tutabilirdi. Cem ise garip bir şeyler olduğunu sezmişti sanki. Benimle yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Ne zaman yalan söylesem anlardı. Yarın nasıl rol yapacağım hiç bilmiyorum.
"Nasıl rahatladım Yonca anlatamam," dedi annem. Ben onu bir an unutmuştum. "Her şey bir anda olmuştu ne yapacağımı bilemiyorum şimdi de sayende her şey bir anda halloldu, sağol Yonca," annemin sesi titremişti. Her zaman benimle uğraşan annem için böylesi duygusal bir konuşma zordu.
"Ben sizin kızınız değil miyim?" dedim sesimde sitem vardı.
"Ama senin kazandığını ödüldü o , geleceğin için saklaman ya da yatırım yapman gerekti. Baban da ben de kötü hissediyoruz," dedi. Sesinde gerçekten hüzün vardı.
"Anne, düşünme artık bak işte her şey yoluna giriyor. Önemli olan bu, siz mutsuzken ben iyi olabilir miyim?" dedim.
"İnşallah kızım, biz de hazırlanmaya yavaştan başlayalım," dedi annem. Şaşırdım.
"Siz niye hazırlanıyorsunuz?" diye sordum.
"Biz halletsek de amcan ile yengen pek iyi değil, hatta yengen boşanmak istiyor. Biz de Nur sınava girdikten sonra Adıyaman 'a gidip aralarını düzeltmeye çalışacağız," ben onları unutmuştum." Bir de Mersin'e geçeceğiz sonra, Ece 'nin nişanı var keşke sen de olsaydın," Ece ne ara birini buldu da nişanlanıyor.
"Kimle nişanlanıyor?" diye şaşkınca sordum.
"Asker bir çocukmuş galiba, detayları bilmiyorum," dedi annem. Askeri nerede buldu bu kız, kışlaya mı gitti. Neyse sevindim. Birileri mutlu en azından o da iyi.
"Yaz sonuna kadar biz de böyle dolanacağız işte," dedi annem.
"Güzelmiş," dedim. Eve gelemeyecektim. Ama onlar da evde olmayacaktı, hatta bu şehirde bile. Buna biraz rahatlamış olabilirim.
"Abla, bana oradan bol bol fotoğraf atarsın değil mi? Bir de istediğim şeyler var sana liste yapıp atarım ne olur al," Nur odaya girip bana sarılmıştı.
"Tabi ki, müsait oldukça atarım, istediklerini de almaya çalışırım," dedim. Ağlamak istiyordum gerçekten ağlamak.
*****
Sabah evden ağlama töreni eşliğinde çıktım. Annem her zamankinden gibi abartıyordu. Babam bana sımsıkı sarılmıştı. Bana hem teşekkür etmiş hem de ne kadar gurur duyduğunu söylemişti. Nur ise istediklerini unutmamamı tekrar hatırlatmıştı.
Evet, ilk adım başarılıydı.
Selim sitenin arka kapısında beni bekliyordu. Hemen gelip çok büyük olmayan iki bavulumu aldı. Yüzünde bana karşı minnet duygusu var gibiydi. Ya da ben öyle görmek istiyordum. Ne de olsa herkes için büyük bir fedakarlık yapıyorum. Azıcık minneti hak ettiğimi düşünüyorum.
"Kendini nasıl hissediyorsun?" Araba akıp giderken Selim bir anlığına bana bakıp sormuştu.
"Sence nasıl hissediyorumdur?" diye sorusuna soruyla cevap verdim. Gülümsedi.
"Birçok kişiye yardım ediyorsun, kalbinde huzur hissetmen gerek," dedi.
"Sen olsan öyle mi hissederdin?" dik dik baktım.
"Bilmem, kimsenin bana bu kadar yürekten ihtiyacı olmadı," dedi, dudaklarını aşağı doğru büzmüştü.
"Ama Emir'in sana çok ihtiyacı var, sen olmadan hayatı daha zor olurdu," dedim. Dediğine katılmıyordum.
"Ben olmasam da Emir mutlaka bir yolunu bulurdu, o göründüğünden daha güçlü Yonca, emin olabilirsin. Daha çok benim ona ihtiyacım varmış gibi hissediyorum," dedi. Yüzünde buruk bir ifade vardı. Belki kimsesi yoktu ve Emir onun için her şey demekti. Olabilir.
"Peki bu kadar güçlüyse neden Emin'i zihninden çıkaramadı?" diye sordum.
"Onu zihninden çıkaramayan şimdiki Emir değil, çocuk Emir onunla yaşayan. Güçsüz çünkü henüz bilmediği travma ile Emin baş ediyor. Farklı bir durum, Aslı daha iyi açıklar," son cümlesinde sesi kısılmıştı. Aslı da Selim söz konusu olunca garip oluyordu. Aralarında bir sıkıntı mı vardı? Eskiden arkadaş değiller miydi?
"Aslı ile sen,"diye başladım. Aniden bana bakmıştı. "Eskiden beri arkadaşsınız değil mi?"
"Evet, " dedi. Başka bir şey söylemedi.
"Sanki aranız biraz bozuk gibi, gerçi beni ilgilendirmez," dedim pencereden dışarı bakmıştım. Bir cevap bekledim ama Selim'den ses çıkmıyordu. Ona döndüm. Kırmızı ışıkta durunca bana baktı. Yüzü dalgındı.
"Aramız beş yıldır pek iyi değil,"dedi. Yüzünü tekrar önüne döndü. Daha fazla konuşmamam gerektiğini anladım. Çünkü Selim pek konuşmak istiyor gibi gelmemişti. Ama ben bu merakla nasıl dururum onu da bilmiyorum.
"Yonca," dedi Selim. "Emir iyi bir adam, inan bana tanıyabileceğin en delikanlı adam. O yüzden kafanda bir soru işareti olmasın. Zor zamanlar yaşadı, baş etmeye çalıştı. Öfkeli bir adam oldu ama mecburdu. Kendini korumak zorunda. Kolay bir hayatı yok, görünenin dışındakini saymıyorum bile," susunca araba tekrar hareket etti. Görünenin dışı diyince aklıma Emir'in söylediği aşiret aklıma geldi. Bana çok uzak ve yabancı bir kelimeydi.
"Emir bana aşiret kısmı ile ilgili bir şey söylemişti," dedim. Anlaşmamıza değinmeden.
"Ailesi görünenin ötesinde Yonca, Emir o dünyaya hiç girmedi. Halit Bayar onu oradan uzak tuttu. Ama Emir'in durumu öğrenilirse, tanımadığı o dünya Emir'e rahat vermez," derin bir nefes aldı. "O yüzden ona yardımcı olduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az," dedi.
"Rahat vermezler derken," merakla sordum. Yüzünde sert bir ifade oluştu.
"Boşver Yonca, kafana takma,"dedi. Sanki kolaydı.
"Sen o dünyayı biliyor musun?" diye sordum. Kısa bir an bana bakıp yüzünü çevirdi.
"Bilmek istemiyorum," dedi.
Derginin önüne gelmiştik. Araba durunca Selim bana baktı. Ona bir şey diyemedim. Karanlığa adım atıyor gibi hissettiğimi ve korktuğumu söylemedim. Sadece gülümsedim. Şimdi de yalan söylemem gereken yakın bir arkadaşım vardı. Onu nasıl ikna ederim bilmiyorum.
***
Son yarım saattir Hülya Hanım'ın methiyelerini dinliyordum. Bir anda bu kadar değerleneceğimi bilemezdim. Abartılı övgülerini dinlerken odadaki Derya'ya baktım. O da en az benim kadar sıkılmıştı. Ama sebebi övülen kişinin ben olmamdı. Kapıda Cem 'i görünce Hülya Hanım'la vedalaşıp odadan çıktım. Kapıya gelince Cem bir şey söylemeden elimden tutup beni terasa çıkardı.
"Anlat," sesinde sabırsız bir ton vardı.
''Tek kelime yalan söylemeden," dedi.
"Cem, biliyorsun hep yazıyorum ve yarışmalara katılmak için can atıyorum. Bu yarışma da ani-"
"Ben aptal mıyım Yonca?" Sert şekilde sözümü kesti.
"Cem, ben yalan söylemiyorum, Bayar Holding gençler için böyle kapılar açıyor ve gerçekten cömertler," dedim. Olabildiği kadar sakin konuşmaya çalışıyordum. Ama Cem'in bakışları asla değişmemişti.
"Yonca, sen ne zaman bir yarışma için yazı yazsan ya da başka bir şey ilk bana sorarsın. Nasıl olmuş diye. Mutlaka sorarsın," dedi. Kelimelerin üzerine basarak konuşmuştu.
"Çok hızlı gelişti, ben de heyecanla hemen yazımı gönderdim," dedim. Artık yavaştan sesim çatlıyordu.
"Hangi yarışmada beş yüz bin ödül verilir peki?" diye alayla sordu.
Miktarı nereden öğrenmişti. Bu hiçbir yerde yayınlanmadı.
"Nur ile konuştum sabah Yonca" dedi. Offf! Şimdi gel de açıkla.
"Ne tesadüf krediyi ödeyebiliyorsun, üstelik sadece bir yarışma sayesinde," sesi yükselmişti.
"Cem, neyi sorguluyorsun?" Sesim yüksekti, üstelik titriyordu ve her an ağlayabilirdim. Çok çabuk her şeye ağlıyorum ya! Bana aniden sarıldı.
"İyi olup olmadığını sorguluyorum aptal kız," sesi endişeliydi. Daha fazla tutamadım. Ağlamaya başladım. Hem de hıçkırarak.
"Yonca," Cem'in sesi şimdi endişeliydi. Ellerini omzuma koyup geri çekildi. Yüzüme baktı. "Anlat bana, neye bulaştın?" diye sordu.
"Hiç bir şeye bulaşmadım tamam mı!" Bağırdım. "Yarışmayı kazandım, yurtdışında eğitim kazandım. Belki yakında ünlü bir yazar olurum, sen de kıskançlıktan çatlarsın," hıçkırıklarımın arasında konuştum. "İtalya'ya da tek başıma gideceğim, sensiz," ona yeniden sarıldım.
"Onu yapamazsın işte güzelim, bensiz kaybolamazsın, beraber kaybolacağız unuttun mu?" Sesinde şefkat vardı. Ona sarılıp ağlayınca rahatlamıştım.
"Söz mü?" diye sordum.
"Söz " dedi. Serçe parmağını kaldırıp tutmamı bekledi. Ben de serçe parmağımı kaldırdım. Böylece söz vermiştik.
"İyi olacağına da söz ver bana," dedi.
"Söz ," dedim. Sesim titriyordu.
"Zor durumda olursan parolayı söyleyip beni çağıracağına söz ver," dedi. Alnıma düşen saçları kulağımın ardına yerleştirdi. En son parolayı iki sene önce o söylemişti. Annesini kaybettiğinde, canı yanarken beni çağırmıştı. Bu acil çağrı parolasıydı ve her ne durumda olursak koşup gelmeye yemin etmiştik.
"Söz," dedim. Tekrar sıkıca sarıldı. Belki bana inanmamıştı, ama daha fazla sorgulamayacaktı. Gerçi vazgeçmeyeceğini biliyorum, sadece şimdilik susuyordu. Cem beni her şeyden daha çok seviyordu. Üniversiteden beri en yakın arkadaşı, hem de annesinin adını taşıyan en yakın arkadaşı kırmızı çizgisiydi. Daha üniversite birinci sınıfta bir yanlış anlama sonucu, onu bıçaklanmaktan kurtaran çılgın kıvırcık saçlı kız, en zayıf noktasıydı. Şimdilik ona söyleyecek bir şeyim yoktu. İyi olacağıma inandıracak sözlerim de yoktu. Ama ona ihtiyacım olduğu gün yanımda olacağını biliyordum.
"Söz," dedim tekrar.
**
Araba şehirden uzak bir bölgeye gelmişti. Venedik'ten esinlenilerek oluşturulmuş bu bölgede evler yanyana akan suyun etrafına yapılmıştı. Ama biz onların da yanından geçtik, daha uzağa en ücra tarafa doğru araba yol alıyordu.
Gözlerim ağlamaktan şişmişti ve hala ara sıra yaş akıyordu. Cem ile konuşmanın bu kadar zor olmasını beklememiştim. Ona her şeyi anlatamamak çok zordu. Araba yavaşlayınca önümdeki yapıya baktım. Büyük duvarların ardından ağaçlar görünüyordu. Evin çevresi korunaklı şekilde sarılmıştı. Dev bir kapı açılınca araba ile içeri girdik. Üç katlı villanın sağ tarafında ana kapı vardı. Evin arkasında küçük bir ev daha vardı. Belki bu evde çalışanlarının kaldığı yer olabilir. Arabaların park edildiği yerden sağa doğru ince kilit taşı döşeli bir yol vardı. Evin ön cephesine açılıyordu. Bahçeye giden yol olmalıydı. Araba durunca birkaç adam bize doğru geldi. Selim'in kapısını açıp bekleyen adam kısa bir an bana baktı. Selim inerken ben de kapımı açıp indim. Bir tane adam hemen bagajı açıp bavulumu çıkardı. Daha ben bir şey diyemeden çoktan eve doğru yürümeye başladı.
"Hadi , Yonca," Selim yürürken beni de çağırdı. "Emir evde mi?" diye sordu.
"Evde Selim abi," uzun boylu yapılı bir adam cevap vermişti.
Biz ana kapıya yaklaşırken, kapı açıldı. Kapıyı açan kadın orta yaşları biraz geçmiş ama hala dinç görünen zarif bir kadındı.
"Elmas teyze, demek Emir seni buralara kadar getirtti," Selim gülerek kadına sarıldı.
"Ben buraya gelmekten mutluyum, Emir Bey'in yanında olayım da neresi olursa olsun," kadın gülerek karşılık verdi. Sonra bana baktı. Gülümsemesi genişledi. "Hoşgeldiniz," dedi .
"Hoş buldum," deyip elimi uzattım. Samimi şekilde elimi sıkıp geçmem için yol verdi.
"Elmas teyze köyde konaktaydı normalde, tatillerde Emir ile ben gidince bizimle ne güzel ilgilenirdi bir bilsen Yonca," dedi Selim içeri girerken.
İçeriye girer girmez mis gibi yemek kokuları burnumu sardı. Harika kokuyordu. Selim evi bildiği için onu takip ettim. Kapıdan girince sağa doğru ilerledik. Kocaman bir alan vardı. Hemen karşıda büyük ve ihtişamlı bir oda vardı ve camdan duvarından ağaçlar görünüyordu. Yanındaki merdivenler üst kata çıkıyordu. Odanın önünden geçip başka geniş bir alana geldik. Daha spor ve rahat döşenmiş bir alan ve karşısında büyük bir mutfak vardı. Koca alan kapı olmadan birbiri ile iç içe geçmiş çok şık bir görüntü oluşturuyordu. Karşıdaki camdan kapılar açıktı ve teras olduğunu düşündüğüm yere açılıyordu. Hemen mutfağın sağında büyük bir yemek masası vardı. Mutfakla oturma yerini ayırıyor gibiydi. Selim rahatlıkla koltuklardan birine oturdu. Derin bir nefes alıp kafasını arkaya yasladı. Yorgun olduğu belliydi. Bense ne yapacağımı şaşırmış halde etrafa bakıyordum. Krem ve kahve ağırlıklı renkler beni şaşırtmıştı. Emir'in siyahlarla kaplı odasını düşününce burası fazla ferah gelmişti. Üstelik her yerde bitkiler vardı. Bir de kocaman bir akvaryum. Evin bu huzurunu sevmiştim. Oturmak için koltuğa geçerken merdivenden gelen ayak sesine döndüm. Her zamanki robot halinin aksine daha rahat şekilde yürüyordu. Koyu bir kot ve üzerine kısa kollu beyaz bir tişört giymişti. Dalgalı saçları geriye yatmıştı ama bir tutamı kaşlarının kenarına düşmüştü. Acaba karşımdaki Emin mi diye düşünürken o soğuk ve ifadesiz gözleri ile karşılaştım. Emir'di.
"Hoş geldin," diyip ellerini uzattı. Dünkü anlaşma gerginliğinden dolayı onu daha sert bekliyordum ama sıcakkanlı konuşuyordu.
"Hoş buldum," deyip kısaca elini sıktım. Sonra da arkamı dönüp koltuklardan birine oturdum. O da tekli bir koltuğa oturdu.
"Her şey planladığımız gibi gitti değil mi?" Emir'in sorusu banaydı. Dikkatli şekilde yüzüme bakıyordu. Acaba ağladığım belli miydi?
"Evet," dedim kısaca. Onunla konuşmak istemiyordum.
"Merak etme Emir, her şey yolunda," dedi Selim. "Aslı gelmedi mi?" Sorarken etrafa bakmıştı.
"Akşam gelecek, beni her zaman oyalamayı başarıyor," Emir derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Güvenlik ekibinin başı kim Selim, adamların çoğu zaten tanıdık da bazısını çıkaramadım," dedi Emir.
Ben sadece birkaç kişi görmüştüm. Demek ki sayıları daha fazlaydı.
"Hı hı, aynen tanıdıklar," Selim elinde bir şey varmış gibi gözünü dikmişti. Sanki Emir'in sorusunu geçiştirir gibi yapmıştı.
"Başları kim dedim Selim!" Emir sinirle sordu. Ama Selim dudağını büzüp geriye yaslandı. "O değil dimi?" Emir şimdi tıslar gibi konuştu.
"Emir, biliyorsu-"
"Abimm!" İçeriye giren bir adamın sesiyle Selim sustu. Alt dudağını dişlemişti. Emir'in gözleri karanlık şekilde kısıldı. "Yoluna kurban olurum abim!" Adam aniden Emir'e sarıldı. Emir çarpılmış gibi geriye çekilip adamı itti.
"Neco! Uzak dur benden! Kovmadım mı lan ben seni!" Bağırarak Selim'e bakıyordu. Selim ise ayağa kalkıp Neco denilen adamın yanına gitti.
"Abi değil beni kovsan, öldürsen yine de gelir seni korurum," adam Emir'in karşısında ceketini ilikleyip beklemeye başladı.
"İyi ben seni bir öldüreyim, bakalım yine de gelecek misin," Emir, Selim'e bakıp beklemeye başladı.
"Emir seni en iyi koruyacak kişi Neco, kendimden çok ona güveniyorum," dedi Selim.
"Ama ben güvenmiyorum, onu gördüğüm her an sinirim atıyor, onu ne yapacağız Selim?" Emir'in yüzü de sesi kadar sertti. "Ben sana konağa git, babamın yanında kal demedim mi?" Emir , Neco 'ya dönüp konuştu.
"Valla abi gittim ama Halit ağam beni silahla konağın etrafında kovaladı. Sana gönderdi beni," adam mahcup konuştu. Silahla mı kovalamış?
"Sabır ver Allah'ım sabır ver!" Emir konuşurken ayağa kalkıp cam kapıdan terasa doğru yürüdü.
Neco başıyla bana selam verip Emir'in arkasından gitti.
"Önemli bir şey değil," Selim bana bakıp konuşmuştu. Bense sadece şaşkın şekilde bakıyordum. "Necati, Emir'in halasının oğlu Emin sağ olsun ufak karışıklıklar çıkmış olabilir," deyip güldü. Sanki bir şeyi hatırlamıştı.
"Ne oldu?" diye sordum.
"Emin'e sorarsın," deyip göz kırptı.
"Selim!" Emir bağırdı.
"Elmas teyze seni odana götürsün dinlen biraz," deyip terasa yürüdü. O sırada Elmas Hanım gelip yanımda durdu. Belli ki beni bekliyordu. Gülümseyip yürümeye başladım. Arkamı dönüp bakınca Emir ile göz göze geldik. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı.
****
İki kat çıkmıştık. Ara katta da odalar vardı ama benim için hazırlanan oda en üst kattaydı. Merdivenden çıkınca soldaki kapıydı. Elmas Hanım bana odayı gösterip bir şeye ihtiyacım olup olmadığımı sordu. Çok kibar bir kadındı. Ama benim içimi kemiren bir soru vardı. Dayanamadım.
"Şey, Emir'in odası bu katta mı?" diye sordum. Kadın bunu neden merak ettiğimi sorabilirdi. Eminim bu eve neden yerleştiğimi de bilmiyordu. İnşallah hakkımda kötü şeyler düşünmez. Gerçi Aslı da burada kalacak ama yine de kendimi huzursuz hissediyorum.
"Sağdaki oda ," dedi. Odası hemen karşımdaydı. Başka bir şey düşünmedim, tabi ki Emin'den dolayı yakın olmak zorunda. Başka sebebi olamaz. Kadına teşekkür edip odaya girdim. İçimde garip bir his olmuştu. Başımı sallayıp düşünmemeye çalıştım. Nur'a İstanbul'da havaalanında olduğumu mesaj attım. Aktarmalı gidecektim. İnşallah yalandan çarpılmam.
Dikkatle odayı incelemeye başladım. Büyük ve ferahtı. Beyaz kocaman yatağın yanında aynı renkte komodin vardı. Yatağın önünde iki tane koltuk ve sehpa vardı. Karşısında duvarda kocaman bir televizyon, mini bir kütüphane ve bilgisayar masası, çalışabilmem için güzelce yerleştirilmişti. Bunu sevmiştim. Ayrı bir kapı da büyük bir banyoya açılıyordu. Vay canına ! Gerçekten güzeldi. Kendimi tatilde gibi düşünebilirdim evet her şeyi unutup beş yıldızlı bir otelde tatil yapıyor gibi düşünebilirdim.
Bavullarım çoktan odaya çıkarılmıştı. Zaman öldürmek adına elbiselerimi gardıroba yerleştirmeye karar verdim. Elbiselerimi yerleştirirken kulağıma gelen bir su sesi dikkatimi çekti. Sanki şelaleden akan su sesi duyuyor gibiydim. Balkona doğru yürüyüp sesin geldiği yere baktım. Yuh! Gerçekten de şelale vardı. Ağaçların bittiği yerde duvardan akan muhtemelen yapay bir şelale vardı. Çok büyük değildi ama akan su az sayılmazdı. Şelalenin önünde düz kocaman bir kaya vardı. Üzerine oturup fotoğraf çekmek istedim. Akan su ufak bir göl oluşturarak gidiyordu. Ve muhtemelen ön tarafta bir havuza dökülüyordu. Vay be harika bir tasarım. Buram buram zenginlik kokuyor. Tekrar içeri girince koltukların önündeki sehpa dikkatimi çekti. Daha doğrusu üzerindekiler. Şık bir kabın içinde bir sürü fıstık ezmesi vardı. Fabrikada yediklerimden hem de. Adama bak, fabrikası ile hava atıyor. Hemen açıp bir tane yedim. Gerçekten çok lezzetli. Biraz da acıkmış olabilirim. Elbiseleri yerleştirmeye ara verip duşa girmeye karar verdim. Biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı.
**
Duştan çıkınca ev ortamı rahatlığında kısa kot bir şort giydim, üzerine askılı bir bluz giyip beyaz bir gömleği önünü açık bırakıp giydim. Kalan elbiselerimi yerleştirirken kapı çaldı. Daha ben gel demeden kapı açıldı.
"Selam, " Aslı gülerek içeri girip bana sarıldı. Şimdiden bu kadar iyi anlaşmamızı beklemiyordum ama Aslı sevilmeyecek biri değildi. İnsanı kendine çeken bir aurası vardı.
"Selam, akşam gelirsin diye düşündüm," dedim.
"Akşam gelecektim ama Elmas teyzenin burada olduğunu öğrenince erken gelip yemekleri kaçırmayayım istedim," deyip gülümsedi. "Yerleştin mi?" Etrafa bakıp konuştu.
"İşte, yavaştan yerleşiyorum," dedim. Oda biraz dağınıktı. Aslı elimden tutup yatağın ucuna oturttu ikimizi.
"Yonca, yaptığın fedakarlık için çok teşekkür ederim," yüzünde minnet dolu bir ifade vardı. Mavi gözleri hafif nemliydi.
"Bir nevi karşılıklı anlaşma," dedim. Aklıma boş kağıda attığım imza geldi. Kalbim sıkışmıştı.
"Öyle bile olsa , yıllardır kimsenin yapamadığı şeyi yapabilecek olan birisin belki. Emir için hayatının dönüm noktası olacaksın," dedi. Öyle olmasını ister gibi konuşmuştu.
Kendi hayatım için de bir dönüm noktası olduğunu hissettim. Ama bu dönüm noktası iyi mi kötü mü olacak onu kestiremiyorum.
"Bu arada evin en güzel odasını sana vermiş, bunun hesabını sormalıyım," ayağa kalkıp beni de odadan sürükledi. Mis gibi kokulara doğru gitmekte bir itirazım yoktu.
****
Aşağı indiğimizde gözlerim ilk masaya takıldı. Çeşit çeşit yemek vardı. Allah'ım işte en sevdiğim görüntü. Aslı da benim kadar masadan hoşnut duruyordu.
"Ellerine sağlık Elmas teyze, her şey harika görünüyor. Benim için mi hazırladın her şeyi?" deyip sarmadan bir tane ağzına attı Aslı. O sırada Emir ile Selim terastan içeriye girdiler.
"Hepimiz için hazırladım," Elmas Hanım gülerek cevap verdi.
Emir baş köşeye oturdu. Selim hemen sağına oturmuştu. Bense nereye otursam diye düşünürken Aslı beni tutup Emir'in soluna oturttu. O da yanıma oturmuştu. Selim ile karşılıklı oturunca bana bakıp gülümsedi. Aslı 'ya bakmamıştı. Bense durumun garipliğini umursamadan önümdeki lezzetlere baktım. Harika Antep yemekleri yapmıştı Elmas Hanım. Yuvalama, kuru dolma, Ali Nazik kebabı ve daha bir sürü çeşit.... Her gün böyle yemek yersem kaç kilo olurum?
"İnşallah her gün böyle yemek yapmazsın Elmas teyze, yoksa bir haftaya kalmaz on kilo alırım," dedi Aslı. İçimden geçenleri duymuştu.
"Olur mu öyle, ikiniz de maşallah çok zayıfsınız. Ben bilemedim Yonca Hanım neyi sever, o yüzden çeşitli şeyler yaptım," dedi Elmas Hanım. Sesi biraz mahcup çıkmıştı.
"Lütfen, ben yemek ayırmam. Ellerinize sağlık her şey çok güzel görünüyor," dedim. Emir göz ucuyla bana bakmıştı.
"Afiyet olsun," deyip yanımızdan ayrıldı. Herkes önündeki yemeklere odaklanmıştı. Yapılacak en güzel hareket buydu.
"Özlemişim Elmas teyzenin yemeklerini," Selim ağzında lokma konuşmaya çalıştı. Emir masaya oturduğundan beri tek kelime etmemişti. Sanki üzerinde bir gerginlik vardı.
"Kamera sistemi tamamdır," Neco neşeli sesiyle içeri girip Selim'in yanına oturdu. "Off, döktürmüş Elmas teyze. Konakta yokluğunu ararlar valla. Emine yenge bu kadar iyi yemek yapamıyor, Halit ağam aç kaldı," dedi ağzına kocaman bir kuru dolma koyarken.
"Emir'in annesi," dedi Selim bana bakarak.
"Anladım," dedim. Emir ile ilgili bilmediğim o kadar çok şey var ki, bir defter oluşturup yazmalıyım galiba.
"Elmas teyze mi yapıyor sadece diğer kızlar da var," dedi Selim.
"Olsun kimse onun kadar iyi yapamıyor, ha bu arada kızlar demişken Selim, seni sordular gelirken ne zaman geleceğini merak ediyorlar," Neco konuşurken göz kırpmıştı. Selim'in içtiği su boğazına kaçınca aniden öksürdü.
Aslı önündeki kuru dolmaya sertçe çatalını batırdı. Yüzü alaycıydı. Ne olduğunu anlamadım. Emir'e baktım. O da sıkıntıyla gözlerini devirip önündeki tabağa odaklanmıştı.
"Saçmalama Neco, sus da yemeğini ye," Selim sertçe konuştu.
"Gergin misin sen? Sevgilinden mi ayrıldın?" Neco'nun susmak gibi bir niyeti yoktu. Selim kızarmıştı. Muhtemelen sinirden. Aslı bu defa da Ali Nazik kebabını deşiyordu. Yaşamayan yemeği daha da öldürmeye çalışıyordu.
"Ne diyorsun sen Neco?" Selim dişlerinin arasından tıslayarak konuştu.
"Pardon ya, sen öyle sevgili falan yapmazdın," Neco sırıttı. Selim biraz rahatlamıştı. "Sen tek gecelik ilişkilerin adamıydın."
"Çüş! Neco!" Selim sinirden morarmaya başladı. Aslı tabağını öldürmek üzereydi.
"Ya da ben karıştırdım, o Emir abi miydi?" dedi Neco. Emir'in çatal elinden düştü.
"Neco, git bak bakalım ben bahçede miyim? Hadi siktir git," deyip tehdit eder gibi gülümsedi.
"Anladım abi, afiyet olsun," deyip hızla çıktı Neco. Güzelce yemeğimi yiyemedim.
"Saçmalıyor," dedi Selim.
"Kesinlikle," dedi Emir.
"Salak işte, üç lafının beşi yalan," dedi Selim.
"Beyinsiz , " dedi Emir.
Aslı da ben de ikisini de dinlemiyorduk. Ben lezzetli yemeklere dalmıştım. Emir'in tek gecelik ilişkilerini umursadığım söylenemez. Bana ne ki! Ne yaparsa yapsın. Aslı gergince kuru dolmadan bir tane daha katletti.
Masa sessizleşince garip bir ortam olmuştu. Emir boğazını temizledi.
"Selim, Metin Alakurt ile toplantı yarın mı?" diye sordu.
"Evet, şirkette dedim ama istersen burada yapalım," dedi Selim. Emir bir an düşündü.
"Yok olmaz bu eve bizim dışımızda kimse girmesin, şirkette yapalım. Araştırdın mı sen bu lojistik şirketini?" diye sordu Emir.
"Araştırdım, herhangi bir pürüz görmedim. Mardin üzerinden Suriye'ye giriş yapıyorlar. Güvenliğini sıkı tutuyorlar, bizim ürünleri taşımada da teminat veriyorlar. Hem geçen yıldönümünde tanıştığımız Serhat Ovalı da onunla çalışmış, güvence veriyor," dedi Selim.
Yıldönümü, yine hatırladım. Giden ilk öpücüğüm.
"Ben verilen güvenceye inanmam Selim, anlaşmayı imzalamadan önce deneyelim. Bir posta taşıma işini yapsınlar. Bakalım kaç günde yerine ulaşacak, güvenlik nasıl olacak ona göre son imzayı atarım. Yarın toplantıya kadar, bu istediklerimi anlaşmaya ekle," dedi Emir.
Adam anlaşmaya madde eklemeyi seviyor. Kim bilir benim salak gibi imzaladığım boş kağıda neler ekledi. Bir an önce ondan anlaşmayı istemeliyim.
"Tamamdır, hallederim," dedi Selim.
"Yonca, sen evden mi çalışacaksın?" Aslı 'nın sesiyle ona döndüm. Ben ne çalışacaktım ki? Şu an işsiz değil miyim? Benden önce Emir konuştu.
"Dergi şirketle ilgili reklama devam edecek, uzaktan da olsa reklam metni ve diğer içerikleri yapmaya devam etmelisin," Koyu gözlerini gözlerime sabitledi. Bulunduğumuz bu duruma göre benim için bunu düşünmesi güzel bir davranıştı. Odaya konulan çalışma masası ve bilgisayar bunun içindi demek. Sadece başımı salladım. Mutlu olmuştum.
"Bu arada Yonca, seninle düzenli olarak konsültasyon yapalım. Emin ile iletişim noktasında problem yaşamaman için," dedi Aslı.
"Emin 'in uyandığı belli zamanlar var mı yani bunu bilmemiz mümkün mü?" diye sordum. Hem Emir'e hem Aslı 'ya bakmıştım. Emir her uyuduğunda uyanan Emin olmuyordu herhalde.
"Bu değişir Yonca, tam zamanı net değil. Şu kadar günde bir demek mümkün olmuyor, Emir mümkün olduğu kadar zihnini kontrol altında tutmaya çalışıyor," dedi Aslı.
"Ama son zamanlarda pek başarılı olamıyorum," dedi Emir. Ona baktım. Bana bakıyordu, sert ve derin bir ifade ile. Bunun suçlusu benmişim gibi.
"Çünkü Emin aradığını buldu," dedi Aslı.
"Aa evet ne harika." dedi Emir. Alaycıydı. Sinirimi bozuyordu.
"Harika bir şey Emir, bunu anlayacaksın. Seninle evde konsültasyona devam edelim, malum kliniğim kapalı da," dedi Aslı. Şimdi de onun sesi alaylıydı.
"Evet, duydum tadilat nedeniyle kapatmış Aslı Bergen kliniğini," dedi Emir.
"Her şeyden de haberin var maşallah," dedi Aslı.
"Var, onun da masrafını bana yıkma da," dedi Emir.
"Karun kadar zenginsin, ne olur ödesen," Selim bir Aslı 'ya bir Emir'e bakıyordu.
"Paramı gereksiz şeylere harcamadığım için zenginim ben," dedi Emir. Ağzına bir lokma attı. Alayla sırıttı.
"Hah," Aslı bir şey demedi.
"Gel Yonca, sıkıldım masadan terasta çay içelim," deyip elimden tuttu. Henüz yemediğim şeyler vardı ama.
"Sen tek çık, daha yemeği bitmedi," Emir'in sesi sertti.
"Doydum ben, çıkalım," dedim. Hayır bu adama inat yapmak zorunda mıyım? Mutlaka yapmalıyım, yoksa çatlarım.
*****
Gün içinde hava sıcak olsa da akşamları serin esiyordu. Mayısın son haftasındayız, yaz geliyor ve ben cıvıl cıvıl hissetmiyorum. Aslı ile ben terasta oturmuş çayımızı yudumluyorduk. Emir ile Selim çalışmak için yukarı çıkmışlardı.
"Daha önce de birlikte kaldınız mı?" diye sordum. Üçünü kast ediyordum.
"Türkiye 'ye geldikten sonra hayır, İngiltere'de bazen beraber kamp yapardık, Emin uyandığı zaman onun yanında olmak için birlikte kaldığımız da olurdu," dedi Aslı. Yüzünde özlem dolu bir ifade vardı.
"Sen buralı mısın?" diye sordum.
"Hayır, doğma büyüme İstanbul," dedi . İşte buna şaşırmıştım.
"Neden dönünce İstanbul'a değil de buraya geldin?" Gerçi Emir yüzünden olabilirdi. "Emir için mi?"
"Evet büyük etken biraz da o. Aslında Emir İngiltere'den dönünce İstanbul'daki holdingin başına geçecekti. Ama babası buraya gelmesini istedi, burası merkez çünkü. Belki kendine de yakın olsun istemiştir," derken dudağını büzmüştü.
"Başka etkenler de var yani," bugün de meraklı halim üstümdeydi.
"Evet, var ," bana bakıp gülümsedi. "Psikolog bir arkadaşım buraya klinik açıyordu, onunla ortak açtık. Bir de buradan uzak olursam dayanamayacağım nedenler var, bu şehirde biri var neyse," mavi gözleri nemlendi. Yemekte de garipti. Eğer yanılmıyorsam bunun Selim ile ilgili olduğunu düşündüm. Ama o anlatmadan sormak istemedim. Bilmediğim şeyler belki kırıcıdır.
"Yonca yanlış anlamazsan ben biraz yorgunum, dinlenmeye gitsem ayıp olur mu?" diye sordu.
"Hayır, olur mu öyle şey," dedim gülümseyerek. Sonra kalkıp gitti. Onun gibi enerjisi yüksek birisi için erken bir saatti. Belli ki ne hatırladıysa canını sıktı.
**
Kocaman havuzun ışıkları suyun içinde dans ediyordu. Şelaleden gelen su minik bir yol olup havuza dökülüyordu. Ağaçların esintisi ve yaprakların sesi beni mayıştırmıştı. Son günlerdeki kaotik ortama rağmen şu an huzurlu hissediyor olmam garipti. Belki de bazı sorular cevap bulduğu içindir. Ya da kendimi kandırıyorumdur ve buz dağının görünmeyen yüzüne çarpmak üzereyimdir. Koltuğa iyice gömülüp gözlerimi kapattım. Kaç dakika öyle kaldım bilmiyorum ama üzerime ince bir örtünün serildiğini hissedince gözlerimi açtım. Dalgalı saçları önüne düşmüştü. O koyu gözleri aynı derinlik ile bakıyordu. İfadesi daha yumuşaktı.
"Geceleri burası serin oluyor, üşürsün," dedi Emir. Karşıma oturdu. Yerimde doğrulup koltuğun üzerinde bağdaç kurup arkama yaslandım.
"Teşekkür ederim," dedim. Sesim pek uykulu değildi. Demek ki sadece gözlerim azıcık kapanmış.
"Odanı sevdin mi? Hoşuna gitmeyen bir şey var mı ya da eksik olan?" Yüzündeki yumuşak bir ifade gitmemişti.
"Hayır, sevdim teşekkürler," dedim. Havuza bakıyordum.
"Bugün fazla kibarsın," dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı.
"Şu an misafir olduğum için kibar olmaya çalışıyorum ama misafirlik üç gün sürermiş, sonra bakacağız," dedim.
"Uzun kalmayı düşünüyorsun yani," dedi. Hafif öne doğru eğilmişti.
"Malum, üzerinde aleyhime olabilecek maddelerin yazdığı bir anlaşma imzaladım, uymak zorundayım," dedim. Bir kaşını kaldırdı. "Sahi anlaşmayı görebilir miyim?" diye sertçe sordum.
Arkasına yaslanıp yutkundu. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra sustu. Elmas Hanım elimde tepsiyle terasa geldi. Masaya iki kahve bıraktı.
"Teşekürler," deyip kahveye uzandı Emir. Ben de sadece tebessüm ettim. Ardından kahveden bir yudum alıp beklentiyle bakmaya devam ettim. Gözümü dikip baktığımın farkındaydı ama ısrarla kahvesini yudumlayıp cevap vermiyordu.
"Anlaşmayı görmek istiyorum," dedim tekrar. Gözlerime baktı.
"Olur tabi ama sana göstermek istediğim başka bir şey var. Çok önemli ," deyip kahvesini tekrar yudumladı. Merak etmiştim.
"Şimdi mi?" diye sordum. Başını evet anlamında salladı.
"Hadi," deyip kalktı. Ben de arkasından kalkıp yanına gittim. Boyu benden çok uzundu, ona yakından bakınca boynum ağrıyordu. Sahi boyu kaçtı? Bir doksan olabilir. Önden yürüdü bense hemen arkasında. Merdivenden çıkıp en üst kata ulaştı. Sağa döndü, burası onun odasıydı.
"Görmen gereken şey içerde," dedi. Sesinde en ufak bir tereddüt yoktu. Benimse vardı, neden onun odasında görmek zorunda olduğum bir şey olsun ki? Kapıyı açıp içeri girdi. Bense adım atmadan öylece durmuştum.
"Gel Yonca," sesi yumuşaktı. Mecbur içeri girdim.
Ama yatak odası değil bir çalışma odasına girmiştim. Yani burada birkaç ayrı kapı vardı. Muhtemelen yatak odası onların ardında bir yerdeydi. Burası sadece bir çalışma odasıydı. Büyük bir kütüphane, masa ve önünde siyah koltuklar vardı. Emir yürüyüp masanın ardında, kütüphanenin köşesinde bir kapı açtı. O açana kadar orada bir kapı olduğunu görmemiştim.
"Yonca," dedi tekrar. Ben kararsız kalmış öylece bekliyordum. Ardından ben de odaya doğru yürüdüm. İçerisi çalışma odasından çok farklıydı. Rengarenkti. Koltuklar da diğer eşyalar da renkliydi. Perde ile ayrılmış bir alanda büyük bir masa vardı. Üzerinde bir sürü resim vardı. Karşıda da ayrı bir kapı vardı. Bu nasıl ev ya! Labirent gibi oda içinde oda var.
"Buraya gel," Emir beni masanın karşısındaki panonun önüne çağırdı. Yaklaştım. "Burası Emin'in odası, kendine göre takılıyor. Aslında ben başka bir evdeydim ama Emin buraya gelir, içeride resimlerini yıkayıp çıkardığı bir mekanı var," dedi. Az önceki kapıyı göstermişti. Demek ki gerçekten de ikisinin dünyası birbirinden farklıydı.
Panonun önüne geldim, Emir'in bana göstermek istediği şeyi anlamaya çalışıyordum.
"Resimlere bak Yonca, ne görüyorsun?" dedi. Sesinin çok yakınımda hissettim. Başını omzuna doğru eğmişti. Bunu görmezden gelmeye çalışıp panoya baktım.
Farklı yerlerde çekilmiş bir sürü resim vardı. Bazıları yurtdışında bazıları Türkiye 'de. Doğa resimleri ve şehir kalabalığının resimleri. Gerçekten de güzellerdi. Caddeler, sokaklar, köprüler ve kafelerin önlerinde çekilmiş fotoğraflar. Gözüme takılan şey ile bir an kalakaldım. Tüylerim ürperdi. Çünkü her fotoğrafta küçük de olsa benzer bir kare vardı. Kiminde yakın kiminde uzak. Kıvırcık saç detayı vardı. Benim saçımın renklerinde.
"Fark ettin mi?" dedi Emir. Ona döndüm. Yüzü bana doğru eğilmişti. Çok yakındı. "Ben önceleri anlam veremiyordum ama seni aradığını öğrendikten sonra anladım," sesi derinden geliyordu. Sonra elini kaldırıp çenemi tuttu. Hafifçe sola çevirdi. Baktığım yerde ben vardım. Üzerimde narçiçeği elbisem ile onunla karşılaştığımız ilk gün. Rehin tutulan kadına bakarken. Gözlerimde korku vardı. Kamera sadece bana odaklanmıştı, diğer herkes bulanıktı. Tarih 2 Mayıs'tı.
"Eğer gitmek istersen gidebilirsin Yonca, hatta onun seni bulamayacağı bir yere gitmene yardım ederim," sesi kulaklarıma çok yakındı. Ona döndüm neredeyse burunlarımız birbirine değecek mesafedeydi.
"Neden?" diye sordum.
"Çünkü bu son şansın," dedi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.12k Okunma |
65 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |