13. Bölüm

BÖLÜM 12 MARDİN

Sitare Yazar
yzrsitare

"Eğer gitmek istersen gidebilirsin Yonca, hatta onun seni bulamayacağı bir yere gitmene yardım ederim," sesi kulaklarıma çok yakındı. Ona döndüm neredeyse burunlarımız birbirine değecek mesafedeydi.

"Neden?" diye sordum.

"Çünkü bu son şansın," dedi.

Biçimli dudakları ve koyu gözlerini çevreleyen uzun kirpikleri titremişti. Benim de içimde bir yer titremişti.

Kaşlarımı çatarak geri çekildim.

"Ne söylemeye çalışıyorsun, hatta saçmalıyorsun? " Gözüm tekrar fotoğrafima kaymıştı. Fark etti.

"Onun sana saplantılı biri olduğunu düşünmüyor musun? " Sanki gözlerinde inanamaz gibi bir ifade vardı.

"Anlattı bana, yıllardır beni aramış, bu resimlerinin bir açıklaması değil mi?" Yüksek sesle sordum. "Aslı 'ya soralım vardır bir cevabı,"

"Korkmuyorsun yani, başka şeylerin olabileceğinden şüphelenmiyorsun," dedi.

"Korktuğum galiba Emin değil," dedim. Sensin. Neden bilmiyorum ama senden korkuyorum. Bu korku gözlerine baktıkça artıyor.İçimden söyledim bunları. Ama sanki içimi duymuş gibiydi. Koyu gözlerini açık kahve gözlerime sabitledi.

"Sadece yanımda kalmak istediğinden emin olmaya çalışıyordum," kollarını birbirine dolayıp duvara yaslandı. "Aldığın karardan pişmanlık duymadığına inanmaya çalışıyorum. Gördüğünün ötesinde karşılaşacağın şeyler de olabilir," dedi.

"Beni mi deniyorsun?" Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Dudaklarını büzdü. Resimlere tekrar baktı. Gözlerini kaçırmıştı. "Aslında gitmeme izin vermeyecektin," dedim. Şimdi aydınlanmıştım. Beni deniyordu pislik! "Ne yapacaksın, diyelim ki anlaşmayı bozdum. Paranın on katını ödedim, ne yapacaksın!" Söylediğim benim kulağıma bile fazla saçma gelmişti. Tabi ki imkansızdı. Gözlerinden bir karanlık geçti.

"Sırrımı bildiğin için yanımdan ayrılamazsın!" dedi sertçe.

"Sırrını söylemeye niyetim yoktu ayrıca kimse bana inanmaz," dedim ukala şekilde.

"Olsun, şu sıralar sığınabileceğim en iyi bahane bu,"dedi umut dolu bir sesle.

"Seni anlamıyorum, lanet bir anlaşma yaptık zaten ve ben anlaşmaya ne olursa olsun uyacağım," dedim. "Beni denemene gerek yok!" Odadan çıkıp kapıyı sertçe kapatmıştım. Daha iki adım atmıştım ki kapı açıldı ve kolumdan tutarak beni kendine çevirdi.

"Anlaşmaya bir madde daha ekliyorum, asla benim yanımdan giderken kapıyı sertçe kapatamazsın!" Yüzü sertti.

"O zaman bir madde daha ekle, asla Yonca'nın kolunu tutmayacağım," tuttuğu koluma baktım. Ellerini çekti. Yüzünde anlık bir mahcubiyet ifadesi geçti. Hiç bir şey demeden odama gittim. Kapıyı sakin kapadım. Tabi ki onun için değildi sonuçta bu evde yalnız yaşamıyoruz, medeni olmak lazım. Ama o öküz! Medeniyetsiz öküz!

****

Yatağın içinde sinirle dönüp duruyordum. Gece yarısı, yalandan dört saat süren yolculuk sonunda İngiltere'ye ulaştığım mesajını Nur'a atmıştım. Yorgun olduğumu ve yerleştikten sonra arayacağımı eklemiştim. Yalan söylerken yüreğim sıkışıyordu. Sonrasında biraz dalmıştım ama yabancı bir yatağa alışmam zaman alırdı. Tekrar gözlerimi açıp yatakta doğruldum. Saat gece üçü geçiyordu. Uyuyamıyorum. Televizyonu açıp kanallar arasında gezmeye başladım. Gece tartışması yapan bir kanalda sabit kalıp ardıma yaslandım. Tabi ki söylenen hiçbir şeyi dinlemiyordum. Aklımda sadece Emir ve Emin vardı.

Emin'in çektiği resimleri düşündüm. Gerçekten de bana karşı bir saplantısı olabilir miydi? Emir benden emin olmak için yalan söylemiş olabilirdi. Biraz da abartmıştır belki. Sonuçta ben onun için yabancı sayılırım. Tanışalı ne kadar oldu ki? Güvenemiyor belki de. Ama bu konuda duygularımız karşılıklı, nedense ben de ona güvenemiyorum. Onun yanında garip şekilde kasılıyorum. Gözleri garip şekilde derin bir kuyu gibi, içine düşüp karanlıkta kalabilirim gibi geliyor. Off! Örtüyü kafama çekip dizlerimi karnıma çektim. Güzel şeyler düşünmeye çalıştım. En son Cem ile gittiğimiz kampı düşündüm. Gece olunca ateş yakıp pişirdiğimiz mısırları düşündüm. Gece böcekten korktuğu için sabaha kadar oturan Cem'i düşündüm. Hatta korktuğu belli olmasın diye sabaha kadar şarkı mırıldanıp durmuştu. Keşke yanımda olsa şimdi. Yastığıma göz yaşlarımı bıraktım. Ne kadar böyle kaldım bilmiyorum ama dizlerim ağrımıştı. Gerinip yataktan kalktım. Gün ağarmaya başlıyordu. Balkona çıkıp derin bir nefes aldım. Henüz hava tam aydınlık değildi. Aşağıdaki ağaçlara baktım. Kiraz ağacı gibiydi. Hatta elma ağaçları da vardı. Güzel bir bahçeydi. Biraz daha eğilip şelaleye baktım.

Öylece kaldım.

Doğru mu görüyordum?

Dün bakıp üzerinde resim çekmek istediğim kayanın üzerinde oturuyordu. Heykel gibiydi. Üzeri çıplaktı altında koyu renk bir eşofman vardı. Emir'i böyle görmeyi beklemiyordum. Dimdik şekilde bağdaş kurmuş, elleri dizlerinin üzerindeydi. Gözleri kapalıydı. Şelaleden sıçrayan sular saçlarına ve omuzlarına geliyordu. Aslı onun için meditasyon yapıyor demişti. Bu onun meditasyon şekliydi galiba. Hatta bu şelale de süs olsun diye yapılmamıştı anlaşılan. Yüzünde sakin bir ifade vardı. Acaba ne kadar süredir böyleydi. Bu şekilde Emin'i baskılıyor galiba. Selim'in dediği gibi gerçekten de güçlü olmalı. Ya da kendini kontrol etmeyi öğrenmişti.

Gözlerim vücudunda dolandı. Gömleğin altında dahi belli olan kasları ortadaydı. Gerçekten de takdiri hak ediyordu. Henüz tam aydınlık olmasa bile pürüzsüz göğsü kendini gösteriyordu. Kalbinin üzerinde göğsüne doğru bir dövme var gibiydi ama tam göremiyordum. Ne olduğunu anlayamadım. Ama buradan bile güzel görünüyordu. Tekrar yüzüne baktım. Ve gözleri bana bakıyordu. Ups! Yakalandım. Başını kaldırmış sakin şekilde bakıyordu. Sanki bir şeye kilitlenir gibi yüzüme kilitlenmişti. Buradan bakınca çok yakışıklı bir yüzü vardı. Yüzünden ve boynundan akan sular da kesinlikle seksi bir görüntü sunuyordu.

Yonca!

Kendine gel.

Sanki hava almaya çıkmışım gibi kollarımı gerip geriye doğru yürüdüm. Zaten hava almaya çıkmıştım ayrıca . Son kez yüzüne baktım. Gülümsüyordu. Bugün hava çok sıcak, bir duş alsam iyi olur.

****

Duştan sonra yeniden yatmıştım, iki saat sonra gözümü açtım. Sersem gibi hissediyorum. Evde ilk gecem kesinlikle pek iyi geçmemişti. Sabahı biraz heyecanlı olabilir ama. Daha erkendi yine de kalkıp üstümü başımı düzelttim, ardından da aşağıya indim. Etrafta kimse yoktu, henüz uyanmamış olabilirler. Sekiz erken bir saat. Belki de Emir ile Selim çoktan çıktılar bilmiyorum. Meditasyon için o kadar erken kalktığını düşünürsek, şimdiye çoktan gitmiş olabilir.

Mutfakta Elmas Hanım vardı. "Günaydın," deyip yanına gittim.

"Günaydın," deyip gülümsedi. "Bir şey mi istediniz?" diye sordu.

"Hayır ama lütfen benimle resmi konuşmayın, kendimi garip hissediyorum," dedim. Gerçekten de pek alışkın değilim. Genelde kendi ailem de dahil bu kadar kibar davranılan biri değilim. Yabancı geliyor.

"Nasıl istersen," dedi Elmas Hanım samimiyetle. Gülümsedim. Masadaki mantar ve diğer sebzeleri görünce canım sebzeli omlet istedi. Ama kendim yapmak istedim. Boş durmak canımı sıkıyordu.

"Eğer bu sebzelerle işin yoksa omlet yapabilirim miyim Elmas abla?" diye sordum. Şaşırıp bana baktı. Ona abla demem hoşuna gitmiş gibiydi. Ne bileyim o kadar da yaşlı göstermiyor.

"Ben yaparım sana yorulma," dedi. Kocaman sıcak bir gülümseme ile.

"Ne yorulması, zaten canım sıkıldı hem ben yemek yapmayı çok severim," dedim. Bir yandan sebzeleri alıp yıkamaya başlamıştım. Elmas abla gülümseyip başını salladı. Yeşil biber ile kapya biberi güzelce yıkadım. Ardından mantarları silip güzelce doğramaya başladım. Kız kardeşim gastronomi okumak istiyor. O da benim gibi yemek yapmayı çok sever. O yüzden Nur ile birlikte mutfakta çok eğleniriz aynı zamanda da yeni tarifler deneyip yarış yaparız. Annem o yüzden şanslı hissettiğini söyler. Ayrıca Cem de yaptığımız yemeklere jürilik yapmaya bayılır. Zaten ona yemek olsun. Cem aklıma gelince içimde bir sıkıntı oldu. Hemen telefonumu çıkarıp ona iyi olduğumu ve yerime yerleştiğim mesajını attım. Ona yalan söylemek en zoruydu. Hemen cevap geldi.

"Sevindim güzelim, umarım eğitim harika geçer, bakarsın sürpriz yapıp yanına gelirim,"

Mesajı okuyunca bir an şok oldum. Yanıma gelir mi gerçekten? Cem bu belli olmaz ama dergide bu aralar işleri yoğun, izin alması zor. Acaba ağzımı aramak için blöf mü yapıyor? Bozuntuya vermeden cevap verdim.

"Gel tabi, ama dikkat et Hülya Hanım maaşından kesmesin,"

"Sorun değil, sen beni düşünme. Sadece kendini düşün, iyi ol!"

"Merak etme iyi olacağım."

Başka bir şey söylemedi. Hala bir şeyler ima ediyordu. İnşallah onu bir süre daha idare edebilirim. Sebzeler iyice pişince çırpılmış yumurtayı döktüm, hiç kırmadan havada döndürdüğüm omlet güzel duruyordu. Elmas abla da yaptığıma hayranlıkla bakıyordu.

Omleti tabağa alıp masaya götürürken göz göze geldik. Ne ara gelip masaya oturdu onu da duymadım. Emir bir hayalet gibi hareket ediyordu sanki.

"Günaydın Emir Bey," Elmas abla arkadan geçip masaya bir şeyler koydu. Emir de ona başını sallayarak cevap vermişti. Ben de elimdeki tabağı masaya bırakıp oturdum.

"Günaydın," dedi kadife bir sesle. İlk kez böyle bir ton duymuştum sanki. Yüzüne baktım, gözleri de gayet yumuşak bakıyordu.

"Günaydın," dedim. Ardından önüme dönüp göz temasını kestim çünkü içimde anlamsız kıpırtılar vardı.

"Sen mi yaptın?" diye sordu. Ona baktım gözleri ile omleti göstermişti. Başımı evet anlamında salladım.

"Yorulmayın dedim ama yapmak istedi," Elmas ablanın sesi mahçuptu. Sanki Emir ona kızacaktı.

"Ne var ki, ben seviyorum yemek yapmayı," dedim hemen. Emir bir şey dememişti. Sadece gülümsedi. Bu sıralar çok gülümsüyordu.

"Günaydınnn," Aslı tüm neşesiyle merdivenden iniyordu.

"Günaydın," dedim gülümseyerek.

"Günaydın," dedi Emir umursamazca.

"Pek gün aymadı yalnız Emir, bana verdiğin odada pek rahat edemedim malum en güzel oda Yonca'nın," Aslı dün sitem etmeyi unutmuştu. Sabah sabah fırsatı kaçırmıyordu. Emir ise tek kaşını kaldırıp bakmakla yetindi. Dudaklarını kıvrılırken cevap vermemişti.

"Herkese günaydın," Selim terastan içeri girdi. Elinde bir poşet sallanıyordu. Hemen mis gibi çıtır simit kokusunu almıştım. Elmas abla poşeti alıp simitleri tabağa koydu, ardından masaya getirdi. Simit görünce gözlerim heyecanla açılmıştı. Hemen uzanıp bir tane aldım. Emir göz ucuyla bana bakmıştı, yüzünde hala tebessüm vardı.

Aslı ile Selim de bir an göz göze gelmişti ama ikisi de hemen önüne döndü. Sanki yüzlerinde birbirlerine bakmayı yasaklayan bir durumları vardı. Ama şu an önümdeki kahvaltıya odaklandım. Kimseyi pek umursamıyordum. Tabağıma mantarlı omlet almak için uzandığımda Emir de aynı anda uzanmıştı. Ama bana öncelik verip bekledi ardından kendi tabağına aldı. Belki medeni olmayı deniyordur. Cebimde titreyen telefon sesi güzelim kahvaltımı bozdu. Arayan numara kayıtlı değildi, acaba dergiden mi diye düşünürken cevap verdim.

"Alo," ben konuşurken Emir bana bakıp tekrar önüne döndü.

"Yonca selam," Bora 'nın sesini maalesef tanımıştım.

"Merhaba Bora," dedim. Sesim kısıktı ama masada net şekilde duyuluyordu. Selim de Aslı da kahvaltı ile ilgileniyordu, pek beni umursamıyorlardı. Ama aynı şey Emir için geçerli değildi. Kaşları fazlası ile çatılmıştı ve sertçe bana bakıyordu.

"Tam anlamıyla şok oldum, İngiltere'de olduğunu öğrendim," neye bu kadar şok oluyorsa!

"Ah evet öyle oldu," mümkün olduğu kadar kısa kesmek istiyordum. Bunun sebebi kesinlikle korkutucu şekilde bakan Emir değildi.

"Biliyorsun ben yüksek lisansı orada yaptım, keşke orada olsam seni çok güzel yerlere götürürdüm," uzatmaya kararlıydı. Ama ben konuşmaya pek hevesli değildim. Ayrıca bu adam benim numaramı kimden aldı? Kesin annem verdi.

"Evet güzel olurdu, benim şimdi işim var kapatmalıyım," dedim. Arada kaçamak bakışlarla Emir'e baktım. Şimdi önüne bakıyordu ama yüzü aynı sert ifadeyi koruyordu.

"Peki, görüşürüz dikkat et kendine," dedi.

"Görüşürüz," deyip kapattım. Açıklama yapmam gereken bir şey yoktu. Herhangi bir pot kırmamıştım, o yüzden kahvaltıma devam etmeye karar verdim. Emir derin bir nefes alıp ardına yaslandı. Bir an göz göze geldik ama hemen önüme döndüm.

"Emir, toplantı için her şey hazır," Selim ağzında lokma ile konuştu. Emir cevap vermeden sadece başını salladı."Lojistik firmasını görmek için Mardin'e gidebiliriz, hatta Serhat Ovalı'nın davetini de aradan çıkarabiliriz aslında ne dersin?" diye sordu Selim.

Ama Emir dalgın gibiydi birkaç saniye durup Selim'e baktı. Ardından çayından bir yudum aldı.

"Bizim hammadde ihtiyacımızı karşılayacak, aynı zamanda maliyet uygun olacak öyle mi?"Emir düşünceli şekilde sordu.

"Şu an için en uygun kireçtaşı ve çimento tozu teklifi Serhat Ovalı'nın ama senin kafanda soru işareti varsa gidip yüz yüze konuşalım. Yıldönümünde detaylı konuşamadık," dedi Selim.

Aklıma geldi yine ilk öpücüğüm, yüzümü sıcak basmıştı.

"Davet neydi?" diye sordu Emir.

"Kız kardeşi evleniyormuş, yarın akşam. Halit amca da diğer aşiretin ileri gelenleri ile çağrılmış ama galiba gitmiyormuş," dedi Selim.

"Bu adam sadece bir iş adamı değil Mardin'de o zaman," Emir'in sesi düşünceliydi. Galiba babasının çağırılması yüzünden böyle düşündü. "Babam bizi çağırdığını biliyor mu?" diye sordu sonra.

"Evet, konuştum buraya gelirken. Malzeme alma durumumuz olduğunu söyledim yani iş için bizi çağırıyor dedim," diye açıkladı Selim.

"Ne dedi?" Emir sanki babasının ona kızacağından çekiniyor gibiydi. Başka bir dünyaya girecek de azar yiyecek gibi.

"Gidin dedi, Emir beni temsil etsin dedi ayrıca," Selim dudağını büzdü. Şaşırmış gibiydi.

Emir de şaşırmıştı bir an Selim'e baktı. "Onu temsil etmemi istedi?" Sesinde de şaşkınlık vardı.

"Evet, bana da değişik geldi ama belki de şirket işi olduğu için üzerinde durmadı," dedi Selim.

Emir cevap vermedi. Birkaç saniye düşünüp başını salladı. Bu galiba Selim'e gidelim demekti.

Selim, Aslı ile bana baktı. "İkimiz mi gidiyoruz?" diye sordu. Ama ben evden çıkamam. Yani anlaşmamız öyle.

"Hayır, dördümüz," dedi Emir. Aniden ona baktım. "Orada bir akraban var mı?" diye sordu. Koyu gözleri gözlerime sabitlendi. Başımı hayır anlamında salladım. "Tanıdık birisi?" Başımı tekrar sağa sola salladım. "Güzel," dedi.

"Hey hey, sorsana önce belki işimiz gücümüz var," Aslı çatalı sallayarak konuştu. "Her yere göbeğimiz bağlı gibi mi gideceğiz?" dedi.

"Aynen öyle yapacağız, " Emir sırıttı ama tehdit eden bir şekilde. Bana döndü tekrar. "Anlaşmaya bir madde daha ekliyorum, bundan sonra kişisel asistanımsın, hadi Selim toplantıya geç kalmayalım," dedi ve ayağa kalkıp yürüdü. Ağzım açık kalmıştı. Cevap veremedim. Aslı'ya baktım.

"Bittik biz," dedi Aslı.

İmzayı attığım elimi arılar soksun! O anlaşma bir yerine girsin Emir Bayar!

*****

Ardıma yaslanıp gözlerimi kapattım. Aslı ile yanyana oturmuştuk, sabahın köründe kalktığımız için gözlerimiz açılmıyordu. Emir, akşam toplantıdan gelince sabah erkenden hazır olmamızı istemişti. Her ne kadar Aslı itiraz etse de pek umurunda olmamıştı. Daha gün doğmadan yataktan kalkıp yola çıkmıştık. Arabayı Selim kullanıyordu, Emir de yanında oturuyordu. Neco ve birkaç adam arkadan eşlik ediyordu, Emir Neco'ya katlanamadığı için arkadan gelmesini söylemişti. Mardin'e giden kıraç yollara baktıkça daha çok uykum gelmişti. Sarı ve sıcak aynı anda insanı etkiliyordu. Sabah yola çıkarken bu kadar sıcak değildi galiba Mardin sıcağı bizi kucaklıyordu. Boynum aşırı terlemişti, bu yüzden saçlarımı toplayıp tepemde bağladım. Aşırı bunalmıştım. O sırada arabanın içindeki sıcaklık düştü, Emir klimanın derecesini düşürmüştü ve başını çevirip bana baktı.

''İyi mi böyle? Daha da düşürebilirim,'' dedi.

''Aşırı terledik hasta olacağız, düşürme Emir,'' Aslı benden önce cevap verdi. Ama Emir dikkatle bana bakıyordu, benim cevabımı bekliyordu.

''Böyle iyi ,teşekkürler,'' dedim.

''Birazdan duracağız, kahvaltı yapabileceğimiz bir yer var,'' Selim başını Aslı'ya çevirip konuştu. Ama Aslı ona cevap vermemişti, sadece başını sallamakla yetindi. Aralarındaki bu durum beni iyice meraklandırmıştı. Umarım uygun bir zaman olur da Aslı'ya sorarım. Sonuçta sürekli birlikte zaman geçiriyoruz, aralarındaki durum her neyse onlar için her şeyi daha da zorlaştırıyor. Aslı pencereden dışarı bakarken çalan şarkıyı duyup aniden başını çevirdi.

 

Bu şehrin ışıkları bir yanar bir de söner

Gece sisi gündüz dumanı tüter

 

Selim dikiz aynasından bakınca Aslı ile göz göze geldiler.

 

Bir kalbim var hiç ona benzemez

Yanar sönmeyen ateş ama tütemez

 

Onların bu haline bakıp Emir'e döndüm. O da bana bakıyordu, diğer ikisini başımla işaret ettim ama o boşver der gibi bir hareket edip önüne döndü.

 

Bilir misin bu şehirde sana aşık biri var biri var

Gözünde yaş ve kalbinde inceden bir sızı var sızı var

 

Aslı 'nın gözünden bir damla yaş geldi, tekrar pencereden dışarı baktı.

 

Sana adanmış hayatı umurunda olmasada

Bu şehirde sana aşık sana tapan biri var

 

Araba yavaşladı, kahvaltı yapacak bir yere gelmiştik.

 

Bu şehrin sokakları bir dolar bir boşalır

Gece rüya gündüz yalanı yaşanır

 

Bir kalbim var hiç ona benzemez

Doldu boşalmaz içi yalan diyemez

 

Araba durunca Emir bana baktı, emniyet kemerini çıkarıp arabadan indi.

 

Bilir misin bu şehirde sana aşık biri var biri var

Gözünde yaş ve kalbinde inceden bir sızı var sızı var

Sana adanmış hayatı umurunda olmasada

Bu şehirde sana aşık sana tapan biri var

 

Aslı da gözünü silip araban indi. Ben arabadan inerken Selim hala oturuyordu, bir şey söylemeden çıkıp Aslı 'ya doğru yürüdüm. Kimseden ses çıkmamıştı ama sanki yüksek sesle bağırarak konuşulmuş gibiydi.

***

Güzel bir yerdi, otantik ortam etrafın bozkırı ile uyumluydu. Yol üzerinde oturabilecek en güzel mekan olabilir. Masaya çeşit çeşit kahvaltılıklar gelirken karnımın çalan zili beni daha da açıktırıyordu. Emir ile Selim yapacakları görüşmeler hakkında konuşuyorlardı. Aslı ile ben sessizce birbirimize bakıp tekrar önümüze döndük.

"Kahvaltıyı yapıp otele geçelim, sonra belki bir yerleri gezeriz. Akşam da düğüne katılırız," diye açıkladı Selim.

"İsterseniz otelde de kalabilirsiniz," Emir soğuk şekilde bana ve Aslı 'ya baktı.

"Peşinden bizi de getirdin madem gezelim biz de, neden otelde takılıp kalalım?" Aslı alayla konuştu. "Gezmek istemez misin Yonca?" dönüp bana sordu.

"Gezmek isterim, Mardin'i daha önce görmek istemiştim," dedim.

Emir bana bakıp Selim'e döndü.

"O zaman toplantıdan önce zaman öldürelim," dedi Emir. Hayret! Bunlar pek Emirlik hareketler değil ama arkadaşları yanındayken onlarla zaman geçirmeyi seviyor olmalı.

"Tamam birkaç yere gidelim, sonra kızları otele bırakıp Alakurt lojistik ile görüşürüz, akşam da düğüne geçeriz. Neco getirir Yonca ile Aslı 'yı," dedi Selim.

"Olur," Emir çayını yudumlayıp arkasına yaslandı. Ben de kahvaltının tadını çıkarmaya başladım. Çok acıkmışım, Aslı da eski neşesine kavuşmuş kahvaltının tadını çıkarıyordu. Ya da öyle görünmek için çabalıyordu. Sessizce ve arada kaçamak bakışlar ile süren kahvaltımız bitince yola koyulduk. Aslı, Dara antik kenti'ni görmek istiyormuş. Oraya gittikten sonra otele geçip dinlenmeye zamanımız olacak.

****

"Dara Antik Kenti Mardin'in 30 kilometre güneydoğusunda bulunan Oğuz Köyü'nde yer almaktadır. Tarihte Yukarı Mezopotamya'nın en önemli yerleşim yerlerinden birisi olan Dara, İmparator Anastasius'un (491-518) girişimleriyle 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu'nun doğu sınırını Sasanilere karşı korumak için askeri amaçlı bir garnizon kenti olarak kurulmuştur."

Rehber konuşurken eski kalıntıların arasında ilerlemeye başladım. Aslı fotoğraf makinesi ile resim çekmeye dalmıştı. Bu tarz geziler için hazırlıklı olduğu için yanında her şey vardı. Belli ki daha önce birlikte çok gezmişlerdi. Ama daha önce şimdi olduklarından daha samimi olduklarına eminim. Emir ile aynı olsa da Selim ile aralarındaki bir şeylerin değişmiş olabileceğini düşünüyorum. Bunu fazlası ile belli ediyorlar.

Rehberin uyarısına rağmen kalıntılar arasında yüksek bir yere çıkıp oturdum. Ne yapayım? Buradan her yer daha güzel görünüyor. Buram buram tarih kokuyor. Her yerden de kum uçuyor, sağolsun gözlerimi esir aldılar. Anlamadım bile ne ara esti rüzgar. Gerçi her yer sarının tonunda, çöl gibi.

'' Daha fazla ovalarsan gözlerini oyacaksın," Emir, oturduğum duvarın dibine, dizlerimin önüne gelmişti. "Eğil biraz," dedi kadife sesiyle.

Bu adamda kimlik çözülmesi dışında kesinlikle çoklu kişilik bozukluğu da var. Bazen sert bazen yumuşak davranışlarına yetişemiyorum. Ama dediğini yapıp eğildim.

Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Elleri yanaklarıma değdi, bir tüyü tutar gibi narindi. Yüzümüz birbirine çok yakındı. Sıcak nefesini gözlerime üfledi. Birkaç defa kırptım. Aklıma yıldönümü etkinliği gelmişti, neden içime akan nefesi hatırlayıp utandım ki? Yüzüm kızardı mı acaba? Hava sıcak gerçi, sıcaktan da kızarabilirim.

"İstersen gözlerini kapat bir süre, göz sıvısının her şeyi eritme gücü var diye biliyorum," dedi kısık nefesiyle. Yüzümüz hala birbirine çok yakındı. Ona doğru eğilmiş, o da dizlerime iyice dayanmış garip bir görüntü sunuyorduk. Dediğini yapıp gözlerimi kapattım.

"Tıbbi konularda çok bilgilisin," dedim. Belki garip durumumuzu biraz yumuşatabilirdim.

"Yıllardır kendime iyi bakmaya çalışıyorum, bir doktor kadar bilgili olabilirim," ukala sesi çok yakındı. Neden yüzüme o kadar yakın duruyor ki? Ya da ben niye yakın duruyorum? Uzaklaşabilirim, uzaklaşamıyorum. Bu Huş ağacı kokusu çok hoşuma gidiyor, daha hafif ama eskisi kadar keskin değil. Sentetik kokular gibi, rahatsız etmeyenlerden.

"Kendine dikkat etmeyi öğrenmen güzel," dedim. Gözlerimi açtım, sadece birkaç santim uzaktaydı. Bir saniye bakıp geri çekildi. "Aslı'nın da hep yanında olması çok iyi," diye hızla ekledim.

"İyidir Aslı, tabi aklı dağılmazsa," dedi. Resim çeken Aslı 'ya baktı.

"Galiba Selim ile biraz bozuklar," dedim. Sanki benim üzerime vazifeymiş gibi. Yüzünü bana çevirdi.

"Uzun hikaye onlarınki, benden duyma," dedi yumuşak bir sesle. "Batıyor mu gözüne bir şey?" Biraz daha yüzüme yaklaştı. Ben unutmuştum gözümü.

"Hayır, şimdi daha iyi," dedim.

"O zaman in şimdi, tarihi kalıntılara zarar vermekten tutuklanma," dedi gülümseyerek. Bu hali bana Emin'i anımsattı. Bazen birbirlerine öyle benziyorlar ki. İnmeye çalışırken bir anda elleri belimi buldu. Hiç zorlanmadan beni yanına indirmişti. Başımı kaldırıp şimdi uzağımda olan koyu gözlerine baktım. Salak kalbim niye hızlı atıyorsun?

"Neden kişisel asistanımsın dedin?" Pat niye dünden beri aklımdan çıkmayan soruyu sordum. Kahvaltıdan sonra gitmişlerdi ve geç saate kadar da gelmemişlerdi. Aslı'ya sormuştum ama o da Emir'in kafasından her şey geçebilir demişti.

"Her yerde yanımda olacaksın, insanlar senin kim olduğunu merak edecek. Sana soran olursa da kişisel asistanım olduğunu söyleyeceksin," dedi. Gözleri sert ama bir o kadar da derindi.

"Hep yanında mı olacağım?" diye sordum. Kalbimin atışı yavaşlamamıştı.

"Olmayacak mısın?" kısık bir sesle sordu.

"Evet, Emin gidene kadar," dedim. Hipnotize olmuş gibiydim. Bu uzun kirpiklerin çevrelediği koyu gözler uçsuz bucaksız deryaları andırıyordu.

"Emin gidene kadar," diye beni tekrar etti. Sesinde ufak bir huzursuzluk vardı. "Gidelim artık, öğle sıcağı rahatsız eder, yüzün şimdiden kızarmış" dedikten sonra hızla yanımdan uzaklaştı. Çoktan Selim ile Aslı 'ya seslenmişti. Ayaklarım hafif sendelerken ardından yürümeye başladım. "İnşallah sıcaktan kızarmıştır,"

*****

Yorgun şekilde yattığım yataktan kalktım. Antik kentten çıkınca Selim ile Emir , Metin Alakurt ile görüşmek için bizden ayrılmıştı. Neco da birkaç adam ile bizi önce çarşıya götürmüştü. Aslı ile değişik takılar ve yöresel kıyafetler almıştık. Hayır bunlara neden ihtiyacımız vardı onu da anlamamıştım. Ardından da otele gelip kendimi yorgun şekilde yatağa atmıştım. Hafif sıcak başıma geçmişti galiba. Büyük çantamdan duş malzemelerini alıp banyoya gittim. Ilık bir duşun ardından havluya sarınıp çıktım. Kenarda duran telefonumu elime alınca kapandığını gördüm. Sürekli şarj etmeyi unutup durduğum için bu durum artık beni şaşırtmıyordu. Odanın kapısı sertçe çalınca elimdeki telefonu bırakıp kapıya yürüdüm. Galiba Aslı bana ulaşamayınca merak etmişti, birazdan düğün için çıkmamız gerekliydi. Kapıyı açtım.

"Neden telefonun kapalı?" Emir telaşla bana bakıyordu. Sonra üzerime bakıp boğazını temizledi ve yüzünü sağa döndü.

Bense öylece kalmıştım. Bir dakika! Şu an yarı çıplak Emir'in karşısında mı duruyorum? Kafam çalışınca hemen kapının ardına geçip sadece kafamı uzattım.

"Ayrıca kapıyı neden bu şekilde açıyorsun?" diye sertçe sordu. Yüzü hala bana bakmıyordu.

"Aslı zannettim," dedim kısık sesle. "Ayrıca telefonumun şarjı bitmiş," derken koyu gözlerine baktım. O da şimdi kapının ardından uzattığım yüzüme bakıyordu.

"Bir daha şarjını kontrol etmeyi unutma ve lütfen kimseye de kapıyı bu şekilde bir daha açma! Aşağıda seni bekliyorum on beş dakikan var," dedikten sonra hızla uzaklaştı. Pekala garip bir gün yaşamaya devam ediyorum. Yüzüme yayılan sıcaklığı görmezden gelip hazırlanmak için odaya girdim.

Aşağıdaki lobiye indiğimde herkesi hazır şekilde beklerken buldum. Az önce dikkat etmemiştim ama şimdi dikkatli bakınca Emir' in koyu lacivert takımı içinde ne kadar şık durduğunu fark ettim. Kravat takmıyordu ve üstteki iki düğmesi açıktı. O da beni görünce baştan ayağı süzdü. Gözlerimle aynı renk bir tulum giymiştim. Kolsuz olduğu için bugün çarşıdan aldığımız takıları takmıştım. Saçlarımı kremledikten sonra açık bırakıp ardıma doğru atmıştım.

Onun beni böyle süzmesi bu sıralar sık yaptığı bir davranış olmuştu. Hiç utanmıyor! Ama ben biraz utanıyor olabilirim.

"Çok tatlı olmuşsun," Aslı aniden dibimde bitince gözlerimi Emir'den alıp ona baktım. O da bugün aldığımız bir kıyafeti giyiyordu. Yöresel takılar ile süslenmişti. Sarı saçları dalgalı şekilde omuzlarına düşüyordu. Her zamanki gibi mavi gözleri pırıl pırıl bakıyordu.

"Sen de çok güzel görünüyorsun," dedim gülümseyerek.

"Hadi artık gidelim, yeter bu kadar oyalandığımız," Emir'in öküz modu tekrar açılınca Aslı ile birbirimize bakıp umutsuz yürüdük. Hemen yanımızda giden Selim ile göz göze gelince gülümsedim. O da Aslı ile bana bakıp anlamlı şekilde gülümsedi. O bizim varlığımızdan gayet memnun gibiydi. Emir'i ise bu hayatta ne memnun eder hiçbir fikrim yok.

****

Gecenin karanlığında arabadan inip ışıklar ile süslenmiş bahçeye ilerledik. Emir ile Selim önümüzde biz de arkadaydık. Emir, Neco ile diğer adamları arkada bırakmış güvenlik ile ilgilenmelerini istemişti. Ama etrafta o kadar çok adam vardı ki Emir'in adamları pek de bir şey ifade etmiyordu.

Işıklar ile donatılmış ağaçların yanından geçip geniş bir bahçeye girdik. Düğün alanı için çok büyüktü ve içerideki insan sayısı da bu büyüklüğü kaldıracak kadardı. Aslı ile birbirimize bakıp şaşkınlığımızı belli ettik. Galiba Serhat Ovalı insanlar için önemli biriydi. Saygın bir iş adamı olmasının dışında aşiret ağası gibi bir şeydi. Emir ile Selim daha önce konuştukları konu hakkında haklılardı. İçeri girip ortadaki alana ilerlerken oturanlar da bize bakmaya başladı. Oturan kadınlara göre bizim giyimimiz biraz farklıydı. Tüm kadınlar renklerin en canlısını giyip, en gösterişli altınlarını takmıştı. Saçlarını kapatan renkli tüller vardı. Aslı ile ben kesinlikle onlara göre farklı görünüyorduk. İkimiz de hafif çekingen Emir ile Selim'in ardından ilerlerken aniden durdular. Haliyle Aslı da ben de ufak bir çarpma yaşamış olabiliriz ama kendimizi hemen topladık. Zaten Emir de Selim de dönüp bize bakmamıştı bile. Müzik durdu. Gözler bize döndü.

"Kimleri görüyorum! Hoş gelmiş sefalar getirmiş Halit Ağa'nın oğlu Emir Ağa!" Konuşan adamı yıldönümü programında görmüştüm. Sert ifadeli ve esmer biriydi. Otuzlu yaşların sonunda olabilirdi. Bu Serhat Ovalı'ydı. O zaman çok dikkat etmemiştim ama şu anki duruşu bayağı heybetliydi. Bir ağaya seslenen başka bir ağa gibiydi. Bir dakika. Emir Ağa mı?

Herkes aniden Emir'e bakmıştı. Tabi ki ben de gözümü ona dikmiştim. O ise ona söylenen sözlere sert bir ifade ile başını sallayarak karşılık verdi. Sanki ona hitap edilme şeklinden hoşlanmamıştı. Emir'in yanından ayrılan Selim, Serhat Ovalı'nın önünde durup elini uzattı.

"Hayırlı olsun Serhat Bey," diyen Selim, Emir'e ufak bir bakış attı. Sanki gelip aynı şeyi yapmasını ister gibiydi.

"Sağol, Selim. Sizi burada gördüğüme sevindim," diyen Serhat Ovalı, bir anlığına Emir'e baktı.

Emir bir adım atmak üzereydi ama durdu. Serhat Ovalı'nın eli beline gitti. Ben daha ne yapacağını anlamadan havaya kaldırdığı silah ateş aldı. Ses kulağımı patlatıp geceye karışmıştı. Yüreğim ağzımdan çıkacak gibi olmuştu.

"Bir şey yok," Emir 'in yakından gelen sesi kulağıma ulaşınca kafamı kaldırıp baktım. Elim koluna dolanmış ardına saklanmıştım. Ne ara bu pozisyona geldim ondan da haberim yok. Başımı sallayıp elimi indirdim sonra da bir adım geri çekildim. Emir sertçe karşısındaki adama baktı. Serhat Ovalı'nın elindeki silah yan şekilde duruyordu ve Emir'e doğru uzatılmıştı. Almasını istiyordu. Ama Emir ne almak için uzandı ne de olduğu yerden bir adım kımıldadı. Ardından bana bakıp usulca başını eğdi. Endişelenme der gibi. Aslı koluma girince bir adım geriye gittim. Ona baktığımda hiç de telaşlı görünmediğini fark ettim. Galiba o silah sesinden korkmamıştı.

Tekrar Emir'e baktım. Eli ardına gitti. Ceketinin altından çıkan silahla neye uğradığımı şaşırdım. Sarhoşken hayal meyal arabadaki silahı görmüştüm. Ama onun belinden çıkması benim için şok ediciydi. Tekrar bana baktı, gözlerindeki ifade sert ve karanlıktı. Ardından Serhat Ovalı'ya dönüp havaya kaldırdığı silahla üç el ateş etti. Yerinden bir milim bile kımıldamamıştı. Kolu bile titrememişti. Başka biri gibiydi. Ne Emir ne de Emin... Bu başka biriydi. Bu kişi az önce Serhat Ovalı'nın seslendiği kişiydi. Bu adam Emir Ağa'ydı. Eğer kişilik bölünmesi değilse bu Emir'in uzak durduğu dünyadaki kişiydi. Selim'in dediği o dünyaydı. Ve bu dünyada o bambaşka bir adamdı. Güçlü, heybetli ve korkusuz... Ama bu adamın hastalığını bu dünya öğrenmemeliydi. Çünkü bu dünyada güçsüz olanın alt edilmekten başka çaresi yoktu. Halit Bayar boşuna Emir'in buraya gelmesini istememişti. Gücünü oğlu üzerinden göstermek istiyordu. Sanki onunla meydan okuyordu. Emir de bunun farkındaydı. Ağa olan babasının gücünü herkese gösteriyordu. Ya da içindeki kendi gücünü...

Bana baktı. Mahcubiyetle. Yaptığı şeyden utanmış gibi. Özür diler gibi. Anlayış bekler gibi. Şu an nasıl görünüyorum bilmiyorum ama bu halimden korkmuş gibiydi.

"Dedikleri kadar varsın Emir Bayar, seninle yıldönümü programında fazla konuşamadık o yüzden buraya gelmene sevindim," Serhat Ovalı keskin bakışları ile bize yaklaşıp konuştu. Elini uzatıp Emir'e baktı. Emir elindeki silahı tekrar beline koyup uzatılan eli tuttu.

"Ben de geldiğime sevindim, bu topraklardaki Serhat Ovalı'yı tanımak isterim. Farklı olduğunu görüyorum," Emir keskin bakışları ile karşılık verdi. İkisi de birbirine bakıp anlamlı şekilde gülümsedi. Ardından Serhat Ovalı bana döndü. Hafif gözlerini kıstı, sanki benim kim olduğumu hatırlamaya çalıyor gibiydi.

"Daha önce tanıştık mı?" Elini uzatıp konuştu.

İnşallah sesim normal çıkar!

"Hayır," dedim en kısa şekilde. Riske girip uzun cümleler ile kendimi rezil etmek istemedim.

"Haklısınız sizin gibi birini daha önce görsem unutmazdım," hafif bir gülümseme ile karşılık verdi. Eskimiş klişe laflar!

"Yonca, benim kişisel asistanım," Emir tok sesiyle cevap verdi. Ona baktım, yüzünde sert bir ifade ile karşısındaki adama bakıyordu. Serhat Ovalı da yüzünü benden çekip Emir'e baktı. Gülümseyerek başını sallamakla yetindi.

"Şöyle oturalım," Selim aniden yanımda bitmişti. Aslı ile bana eli ile yol gösterdi. Emir'e bakınca o da başı ile gitmemizi onaylamıştı. Serhat Ovalı tekrar bana bakıp başını hafif eğdi. Gülümseyip yürümeye başladım. Emir ise sert ifadesi ile durmaya devam ediyordu. Daha sonra Serhat Ovalı ona eli ile bir yeri gösterdi. Belli ki onların iş ile ilgili konuşacakları vardı. Emir giderken gözlerime bakıp önüne dönmüştü.

*****

Emir'in tanıştığım yeni yüzünü düşünmeden önümdeki harika yemeklere odaklanmaya çalıştım. Ve bunu başarmakta gayet iyiydim. Aslı da yanımda sessizce yemeğini yiyip çevreyi gözlemliyordu.

"Buralarda hep böyle midir?" diye sordum. Aslı da bir an bana bakıp sorduğum soruyu anlamaya çalıştı. "Hep düğünlerde böyle silah mı sıkarlar?" diye devam ettim.

"Galiba," dedi umursamaz şekilde. Onun için ne kadar önemsiz bir şeydi.

"Sen korkmadın mı?" diye sordum. Garip bir ifade ile bana baktı. Ne diyeceğini bilemez şekilde önündeki bardaktan bir yudum su aldı. Sanki zaman kazanmaya çalıyor gibiydi.

"Korktum tabi ama Emir ve Selim yanımızda güvende hissediyorum," deyip karşıda bir adamla konuşan Selim'e baktı. Nedense ben kendimi hiç güvende hissedemiyorum. Ona bir şey demeden tekrar önüme döndüm.

Solumdaki sandalye çekilince hafif gelen Huş ağacı kokusundan bunun Emir olduğunu anladım. Ama yemeğime devam edip onu görmezden gelmeye çalıştım. Bunu neden yaptığımı da bilmiyorum. Ona neyden dolayı içimde kızgınlık hissediyorum buna cevap veremiyorum.

"Yorgun musun?" O tok sesini kulağımın dibinde hissedince bir an donakaldım. Hafifçe yüzümü çevirip o koyu gözlerine baktım. Çok yakınımdaydı ve ben her an bu karanlığa düşecek gibi hissediyordum.

"Biraz," dedim sessizce. Hatta sesim çıktı mı ondan bile emin değilim. Belki de dudaklarımı kımıldattım sadece ama o anlamıştı. Başını sallayıp bana bakmaya devam etti. Söyleyecek bir şeyleri vardı ama çekiniyor gibiydi.

"Az önce," diye başladı ama susup tepkime baktı. Hatırladığım an ile içimde bir yerde korku ile karışık bir titreme olmuştu. "Beni öyle gördüğün için üzgünüm ama mecburdum Yonca. Farkında olmasan da ait olduğum bir dünya daha var. Bazen ondan uzak duramıyorum," dedikten sonra durup gözlerime baktı. Bana açıklama yapacağını hiç düşünmemiştim.

"Bunu bana anlatmak zorunda değilsin, ya da bana herhangi bir açıklama borçlu da değilsin," dedim. Ama yalan söylüyordum. Ona sormak istediğim çok soru vardı. Hayatında merak ettiğim çok şey vardı.

"Zorundayım, hakkımda kötü hissetmeni istemiyorum," dedi. Yüzünde kaygı vardı. "Yani sonuçta diğer kişiliğim ile ilgili her şeyi bilmek zorunda olduğun gibi ait olduğum dünya ile ilgili de bazı şeyleri bilmen lazım çünkü ne ile karşılaşacağın belli değil," dedi. Son kelimesinde sesi kısık çıkmıştı.

"Beni koruyacağını söylemiştin," derken sesimde sitem vardı.

"Seni koruyacağım," dedi.

"O zaman şimdi bana bunları anlatmaya çalışıp durma," dedim.

"Benden korkmanı istemiyorum," sanki bu olursa o korkacak gibiydi.

"Senden uzun zaman önce korkmaya başladım ben," dedim. Bunu neden söyledim bilmiyorum ama gerçekti. Daha önce nedensizce bana hissettirdiği her şeyden korkmuştum.

"Emin'den korkuyor musun?" diye sordu. Bunu beklemiyordum ve neden sormuştu?

Ama Emin, o beni korkutmuyor aksine huzurlu hissettiriyor. Mutlu hissettiriyor. Ama bunu Emir'e söyleyemedim.

"Hayır," dedim. Sesim kısıktı ama o dudaklarımı okumuştu.

Aniden elimi tutup beni kaldırdı. "Gel benimle," deyip beni de kendi ile çekiştirmeye başladı. Biz giderken gelin ve damat gelmiş karşılıklı oynamaya başlamıştı. Aslı ile Selim bize baksa da bir şey söylemeden, Emir'in ardından sürüklendim.

Bahçeden uzak ama kocaman bir ağacın üzerindeki ışığın altında durunca sendeledim. Yüzünü gayet net şekilde görüyordum. Öfke vardı.

"Emin'den korkmayıp benden mi korkuyorsun?" Sitem eder gibi sordu.

"Normal bir durum değil mi?" dedim şaşkın şekilde. Artık sakin olmak gibi bir niyetim yoktu.

"Normal mi!" Bağırdı. "Anasını satayım, ne normal hayatımda?" Kaşlarımı çatıp bakmaya başladım. "Ama benden korkmanı anlamıyorum Yonca, ben sana ne yaptım?" Son cümlede sesi daha kısık çıkmıştı.

"En başından beri ben farkında olmadan bir şeylerin içine sürükledin beni, gerçekleri sakladın," dedim sertçe.

"Yaşadığım hayata bak , sana nasıl anlatırım üstelik bir yabancıydın bana." Yüzünü eğip bana biraz yaklaştı.

"Ben bilmediğim şeylerden korkarım, merak edip durdum kendimi yedim bitirdim ama Emin söylemese hiç haberim olmayacaktı. Sen bana yine de anlatmayacaktın," koyu gözlerinden gözlerimi çekmeden konuştum. "Sen benim için bir bilinmezsin Emir, o yüzden korkuyorum," dedim.

"Yonca, bilinmezlik geride kaldı artık endişe duyma ve lütfen artık gözlerinde bana karşı bir korku ya da başka bir şey olmasın," kadife sesi kalbimin atışını hızlandırdı.

"Başka bir şey," dedim sorar gibi.

"Az önce ben silah çıkardıktan sonra," durakladı. Sanki o dediği bakışı yeniden görmüş gibi baktı. "Gözlerin benden uzaklaştı, bunu yapma," ellerini bana doğru kaldırdı ama dokunmadı.

"Çok farklı birini gördüm o an ben, beklenmedik," dedim o anları tekrar hatırlarken.

"Nefret ediyorum o benden ama mecburdum. O dünyaya uzak dursam da en derininde olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Babam alenen beni kimseyle muhatap etmese bile karşı karşıya bırakmaktan geri durmuyor," çaresiz ses tonunu duyan kulaklarım kalbime baskı yapıyordu. " Ben kendimden yeterince nefret ediyorum Yonca ama sen bana öyle bakma," dedi. Yüzünü biraz daha bana yaklaştırdı.

"Senin için bu neden önemli?" diye sordum. İçimde bir yerde yükselen heyecan kalbimin atma hızını yükseltti.

Bir an gözlerime bakıp derin bir nefes aldı.

"Yonca, sana daha önce yüzünde huzur olduğunu söyledim mi?" Cevap beklemeden devam etti. Zaten dilim tutulmuştu. "Ben sana her baktığımda kendi-"

"Emir abi!" Neco bağırınca Emir'in sözü yarım kaldı. Allah kahretsin!

"Senin abini si-" Emir derin nefes alıp dibimize kadar giren Neco'ya baktı. Son kelimeyi yutmuştu." Ne var lan ne var?''

"Abi kusura bakma ama bu önemli," dedikten sonra bir zarf uzattı.

"Ne bu?" diye sinirle sordu Emir.

"Abi iki dakika gözümü düğüne dikmiştim, birisi bunu arabanın camına koyup gitmiş," Neco sesinde bariz bir korku ile konuşmuştu. Emir'in yüz ifadesine bakarsak bu gayet normaldi.

"Ben sana gözünü etraftan ayırırsan o gözünü çıkarırım demedim mi?" Emir sinirle bağırdı.

"Abi anlamadım ki Şam şeytanı kılıklı oğlan ne ara geldi bıraktı ? Hızlı oldu her şey." Belli ki başına gelecek şeylerden çekiniyordu az önceki rahat hali gitmişti.

"Nerde çocuk?" diye sordu Emir.

"Burda abi," diyen bir adam dokuz on yaşlarında bir çocuğu ensesinden sertçe kavramış getiriyordu. Çocuk başına gelecek şeylerden korkmuş ellerini yüzüne kapamıştı.

"Ne yapıyorsun sen bırak çocuğu!" Sinirle bağırıp çırpınan çocuğa baktım. Benim bağırmam ile diğerleri de şaşırmıştı. Aniden hepsi Emir'e baktı. Çünkü ben onun olduğu yerde bir adamını azarlamıştım. Ama Emir sertçe başını sallayıp dediğimi onayladı. Adam çocuğu bırakınca önümüze gelen çocuk korkuyla baktı.

"Kim verdi sana bunu?" Emir çocuğu korkutmamaya çalışarak sormuştu.

"Valla görmedim abi, yüzü kapalıydı bana para verdi ben de dediğini yaptım," çocuğun sesi ağlamaklıydı.

Emir düşünceli şekilde etrafı gözleri ile taradı.

"Ne oluyor?" Selim'in sesi ile döndüm. Aslı arkasında sorar gibi bakıyordu. Ben de başımı sallayıp cevap vermemeyi seçtim. Ama Neco hızlı şekilde az önce olanları Selim'e anlatmıştı.

"Bak ya Selim, canım ya ensemizde gezen her kimse bak kendini hatırlatıp duruyor. Ama en güzeli bizim ruhumuz duymuyor harika!" Emir'in kahkahası kesinlikle tehlikeliydi.

"Sakin Emir, içerdekiler fark edecek," Selim uyarıcı bir tonda konuştu.

"Başlarım içerdekilere! Nerden biliyoruz onlardan biri olmadığını," sinirle elini saçlarının arasından geçirdi. Dalgalı saçlarından bir tutam alnına düşmüştü.

"Peki zarfta ne var?" Aslı merakla Emir'e yaklaşıp sordu.

"Ne olacak tehdit içerikli bir şeydir," dedi Emir umursamazca.

"Açsana Emir," Selim pek umursamaz değildi.

Ben de açmasını bekliyordum belli ki her ne ise buraya kadar cesaret edip riske girmişlerdi. Emir de sonunda bizim gibi düşünmüş olacak ki zarfı açtı. İçinden bir resim çıkmıştı. Resmi biraz kaldırıp ışığın vurmasın sağlayıp dikkatlice baktı. Gözleri kısılırken elindeki resmi yüzüne biraz daha yaklaştırdı.

"Nedir Emir?" Selim de resme bakmaya çalıştı ama Emir kendisinden başka kimseye göstermemişti.

"Arkasında bir yazı var sanki," deyip elimle işaret ettim. Yazı küçüktü okuyamamıştım.

Emir eliyle resmin önünü kapatıp arkasını çevirdi. Okuyunca yüzünde önce şaşkınlık ardından da öfke geçti.

"Ne oluyor Emir," Selim sabırsız ve sertçe sordu.

"Emir," Aslı da sorar gibi konuşmuştu.

Bense öylece bakıp Emir'den bir ses bekliyordum. Aniden bana bakınca gözlerimi gözlerine sabitleyip baktım. Anlaşılması zor bakışları beni hapsediyordu. Bu dünyada gördüğüm en güzel gözlerin sahibi olduğunu düşündüm.

"Gidiyoruz," dedi gözlerini benden çekip.

"Nereye Emir?" Selim sordu.

Emir bize sırtını dönüp arabaya doğru yürümeye başladı.

"Halit Bayar'a," sertçe söyledi.

Biz de ardından sorargibi birbirimize baktık ama cevap bizde değildi

 

Bölüm : 09.12.2024 13:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...