
***** EMİR BAYAR******
Direksiyonu sertçe kavrarken önümde uzayan yola baktım. Gün doğmak üzereydi ama içimdeki karanlık gittikçe artıyordu. Yapacağım şeyleri sıraya koyup hareket ettikçe birileri her şeyi sikip atıyordu. Ama artık kabul ettim çünkü her ne olacaksa olmadan peşimi bırakmayacaktı. İşime gücüme bakıp Emin pisliğinden kurtulmak hayattaki tek amacımken şimdi her şey bambaşkaydı. Yeni bir yol bulmam gerekli.
Yanımda uyuyan Selim'e baktım. Yorgundu ve günlerdir ona acımadan yüklenmeye devam etmiştim. Dün akşam gelen mesajdan sonra ben düğünden sinirle ayrılmıştım. Tabi ki her zaman olduğu gibi Selim arkamdan her şeyi halletmiş ve ani gidişimi normalleştirmişti. Günlerdir iş ile ilgilenip yapılacakları halletmişti. Tüm bunlara karşın onu ödüllendirmek yerine Aslı ile yan yana bırakarak cezalandırmış gibi hissediyordum. Ama belki de bu ona ödül olur bazı şeyleri toplar ama işte mesele Selim olunca emin olamıyorum, bu adam kalbinin sesini dinlemeyi reddeden tiplerden. Umarım daha geç olmadan elindekinin kıymeti bilir. Aslı da yorgun şekilde ardına yaslanıp gözlerini kapamıştı. İki gündür onları çok yormuştum. Dinlenmeye fırsat vermeden gece yola çıkmıştık. Uyumak benim için işkence olunca günlerce uyanık kaldığım olurdu ve yine de idare ederdim. Şu an ciddi bir baş ağrım olsa da görmezden gelmeye çalışıyordum. Dikiz aynasında gördüğüm kişi buna çok yardımcı oluyordu. Onun huzurlu yüzü benim içimi huzurla dolduruyordu. Yüreğinin güzelliği yüzüne yansırken gülüşünü gördüğüm her saniye yüreğimi daha çok sıkıyordu. Yola çıkmadan önce bir köşeye geçip hiç gitmediği İngiltere'de gibi yapıp ailesini oyalamasını dinlerken yüreğim daha da sıkılmıştı. Üzgün yüzünü görmek içimi hiç olmadığı kadar yakıyordu. Evet, yaptığı yardımın karşılığında para almıştı ama benim yanımda olmasını bu kadar isteyeceğim aklıma gelmezdi.
Bir kez daha yanıldım.
Bu duygular Emin'in değil.
Benim.
Düşüncelerimizi paylaşsak da kalbim bana ait.
Ve içimdeki her duygu da bana ait.
Gözlerini açınca o açık toprak rengi ile karşılaştım. Sonsuza kadar görmek istediğim gözler. Ne zaman böyle oldum ben?
Önce nerede olduğunu anlamaya çalışır gibi yerinde huzursuzca kıpırdanıp etrafına baktı. Sonra hatırlamış olduğunu anladığım yüz ifadesi ile ardına yaslandı. Hafif açık gözleri ile aynadan bana bakıyordu.
"Bir şey ister misin?" diye sordum.
"Belki su," uykulu sesi ile konuştu. Bu haline gülümsemeden edemedim. Ben gülünce Yonca hayırdır der gibi bakmıştı. Ona son zamanlarda hep gülümsemek istiyordum. Dün akşam da o lanet mektup gelmeseydi onunla konuşmak üzereydim. Sahi ne diyecektim? İçimden geçenleri öylece söylemek kolay mı? Ama önce istediğim tek şey benden korkmadan güvenmesiydi.
"Al bunu," aradaki kapağı kaldırıp suyu uzattım. Öne doğru gelip suyu aldı. Yavaşça kapağı açıp şişeyi dudaklarına dayadı. Kalp atışım hızlandı. Kendine gel Emir!
"Emir," kısık sesle adımı söyledi. Dünyanın en güzel melodisini duymuş gibi hissettim. Adım dudaklarına çok yakışıyordu.
"Efendim," dedim.
"Daha çok var mı?" Etrafına bakarken sordu.
"Az kaldı," dedikten sonra önüme baktım. Biraz hızlandım.
"Emir," sesi uykulu bir o kadar da tatlıydı.
"Efendim," dudaklarım yukarı kıvrılmıştı.
"Acıktım," hafif utangaç konuştu. Bu haline dayanamayıp biraz yüksek sesle güldüm. Şaşkınca gözlerini açıp bana bakmıştı, bu halimi yadırgadığını biliyorum çünkü ne zaman gülsem gözlerinin derinlerinde ufak bir şaşkınlık oluyor.
"Ne oluyor ya," Selim uykulu şekilde dönüp konuştu.
"Ooo Selim Bey güzellik uykunuzu böldüm affedersiniz," deyip sinirle baktım. Her güzel anın içine edin zaten!
"Yok önemli değil ama daha sessiz olursan sevinirim," yarı uykulu ukala şekilde konuştu. Yok illa damarıma basacaklar.
"Siktirtme belanı Selim," kısık sesle dişlerimin arasından konuştum. Tabi Selim duyduğu için hemen doğrulup boğazını temizledi. Ardından tekrar dikiz aynasında Yonca'ya baktım. Uykusu şimdi açılmış ikimizi izliyordu. Narin kız sonuçta, bizim gibi iki öküzün sohbeti pek ona göre değil. Ama yine de yüzünde mutlu ve huzurlu bir ifade vardı. Umarım bu ifadeyi hep korurum.
"Az kaldı, biraz ilerde yemek yiyebileceğimiz bir yer var. Hatta belki sana tanıdık gelir," dedim. Fırat'ın kenarındaki mekanlardan birisinde duracaktım. Tam karşısında da küçükken yatılı okuduğum okul var, belki Yonca Emin ile tanıştığı yeri hatırlar. Hatta benim ile ilgili de hatırladığı şeyler olabilir çünkü ben olduğunu düşünüyorum. Rüyalarıma giren küçük kızı daha önce gördüğümü düşünüyorum.
Yonca başını sallayıp camdan dışarı bakmaya başladı. Yüzü düşünceliydi. Kim bilir neler var aklında? Keşke hepsini sorabilsem.
"Babanı aradın mı?" Selim'in sesi ile dönüp kısa bir an baktım.
"Neco'ya haber vermesini söyledim, bekliyor beni" aklıma unuttuğum zarf gelince içimde yeniden bir öfke oluştu. Yalanlar her yanımda gibi, bıçak gibi batıp yüreğimi sıkıyordu. Ama babam artık bir cevap verecek, çünkü üzerime gelen her kimse onun yüzünden eminim.
Arkada gelen Neco ve diğer adamlara bakıp dörtlüyü yaktım. Konağa dönmeyip yolu nehrin kıyısına çektim. Bu sırada da arkadan Aslı ile Yonca'nın sesi geliyordu. İkisi de uyku halinden sıyrılmış merakla etrafı süzüyordu.
***
Uzun zamandır sabah şöyle güzel bir ciğer kebabı yememiştik. Selim ile birlikte ciğer özlemimizi giderirken Yonca ile Aslı 'nın gözleri bize kayıp duruyordu. Kesinlikle şu an ikisi de nasıl bir midemiz olduğunu sorguluyordu. İkisi için börek siparişi vermiştim bir yandan yerken bir yandan da aralarında konuşup duruyorlardı. İkisinin güzel anlaşmasına seviniyorum çünkü Yonca'nın rahat etmesini her şeyden çok istiyordum. Aramızda yabancılık çekmeden oturması içimi rahatlatmıştı.
"Sabah sabah nasıl yiyorsunuz anlamıyorum," Aslı dudaklarını büzüp konuştu. Onu umursamadan yemeye devam ettim.
"Sen de yerdin eskiden," Selim gözleri özlem dolu ifadesi ile konuştu.
"Sabahları yemek farklı ama ben akşam falan yerdim," Aslı konuşurken Selim'e baktı. Sonunda ikisi de gözlerini kaçırmadan konuşmaya başlamıştı şükür. Benim yüzümden bu halde olduklarını düşündükçe kendime kızıyorum. Ama elimden gelen hiçbir şey yok ki. Ne kendime ne de bir başkasına faydam vardı.
"Ama o da her şey gibi eskide kaldı," Aslı bu defa buruk şekilde konuştu. Arkasına yaslanıp kızgın akan Fırat Nehri'ne baktı.
"Yeniden de sevebilirsin," Selim gözleri titreyerek bakıyordu. Aferin bu defa inatçı olmaya başlıyor.
"Artık et ile aram pek yok bakarsın yakında vejetaryen bile olabilirim," dedi Aslı. Buna pek inanmam.
"Elmas teyzenin yemekleri karşısında bu zor," deyip gülümsedi Selim. Aslı da gülerek başıyla karşılık vermişti. Aralarında geçen ılımlı konuşma güzeldi. Onların eski hallerini hatırlayınca şimdiki uzaklıkları hoşuma gitmiyordu.
"Yemek diyince aklıma geldi dün akşam düğündeki yemek çok iyiydi, değil mi Yonca?" Aslı 'nın sorusu üzerine Yonca ona gülümseyerek baktı.
"Evet, güzeldi ben seviyorum zaten yöresel yemekleri," dedi. Senin yemeği sevdiğini çoktan öğrendim.
"Çok da gezemedik ya, acele gelmeseydik keşke," Aslı dudaklarını büzdü. "Hatta bir tane amca ile tanıştım orda seni gezdiririm dedi ama karısı bana pek iyi bakmadı. Galiba üzerine kuma gelirim diye korktu," kızlar güldüler ama aynı şey şu an Selim için geçerli değildi.
"Kim o," Selim serçe sordu. Aslı bilmiyorum anlamında dudağının büzdü.
"Ne yapacaksın Selim," dedim dişlerimin arasından. Şu an meselemiz bu muydu?
"Gidip o adamın belasını si-"
"Sakin ol, kızların yanında ," sertçe sözünü kestim. Tepkisi doğru olsa da şu an yeri değildi.
"Neyse," konuşurken ardına yaslandı. "Siz de her önünüze gelenle niye konuşuyorsunuz?" Çoğul sorsa da bu sorusu Aslı'yaydı. Ama o omuzlarını kaldırıp umursamazca yemeğine devam etti.
"Çok garip," Yonca'nın düşünceli sesini duyunca kafamı ona çevirip baktım. Nehrin karşısındakinin kıyıya bakıyordu. "Hiçbir şey hatırlamasam da net şekilde daha önce burada olduğumu hissediyorum. Annem söylemeseydi de ben daha önce buraya geldiğimi düşünürdüm," dedi.
"Bazen öyle olur, yaşadığımız yerlere gelince o dejavu hissi insana gelir," Aslı açıklama yaparken yüzümüz ona dönmüştü. "Belki hatırlaman için biraz daha yakına gitmeliyiz , o zaman anılar aklına gelebilir," dedi.
"O zaman birazdan kalkıp okulun yanına gidelim," Selim Aslı'ya bakıp konuştu. Ama ben pek gitmek istemiyordum çünkü oralarda pek de güzel anılarım yoktu. Geçmişimde bolca acı birikmişti.
"Yok ya kalsın şimdilik kendimi çok yorgun hissediyorum," Yonca'ya baktığımda bana baktığını gördüm. Yüzümdeki ifadeyi okumuş gibiydi. Ona teşekkür eder gibi gülümsedim. O da aynı karşılığı verince bir kez daha yanımda olduğu için mutluluk duydum.
"Konağa geçelim, daha sonra belki," dedikten sonra arkadaki Neco'ya baktım. Beni görünce hemen sırıtıp dik şekilde oturdu. Bana bağlılığını takdir etsem de aklıma pislik Emin'in yaptıkları gelince ağzına yumruk atasım geliyordu. Hesabı ödemesi için işaret verdim. Ardından ayağa kalkıp elimi yıkadım, yüzümü nehrin kıyısındaki uzanan ağaçlara çevirdim. Sanki o küçük kızın sesini bir kez daha duymuş gibiydim. Arkamı dönüp baktığımda Yonca da karşı kıyıya bakar şekilde bana yaklaştı.
"Emir," adımı her söylediğinde içimde bir şey hareketleniyordu. "Karşı kıyıda büyük bir ağaç vardı önce değil mi?" diye sordu. Hala karşıya bakıyordu.
"Olabilir, yerleşim yeri olmaya başladığından beri ağaçlar kesiliyor maalesef, ne oldu ki?" dedim. Onun aksine ben onun yüzüne bakıyordum.
"Sanki orda bir çocukla kavga etmiştim sonra beni çok derin olmayan suya ittiğini hatırlıyorum," derken yüzü düşünceliydi. Birden sinirlenmiştim. Kim ittiyse onu suya, bulup dövebilirdim. "Neyse gidelim artık,"diyip yüzüme baktı. Keşke dün akşam ona söylemek istediklerimi bitirebilseydim.
"Gidelim," dedikten sonra önünden geçip yürümeye başladım.
****
Sıcaklık artarken köyleri arkada bırakıp büyük konağa doğru yaklaşmıştık. Nehrin kenarındaki büyük bir alanı kaplayan konakta kalabalık bir insan topluluğu vardı. Konağın çevresinde bulunan evlerde gerek kuzenler gerekse çalışanlar yaşıyordu. Babam ona birinci derece yakın olup yanında çalışan herkesi etrafında toplamayı seviyordu. Ben hariç...
Tarla arazisinin kenarından konak yoluna girince etraftaki çocuklar koşarak beni takip etmeye başladılar. Uzun zamandır gelmemiştim, o yüzden heyecanlı bir karşılama olacak gibiydi.
"Emir, yeni evler yapılmış," Aslı etrafa bakıyordu. O en son buraya üç yıl kadar önce gelmişti. Aslında Emin ile gelmişti onu buraya getirip bir şeyler hatırlatmak ve konuşturmak için ama pek işe yaramamıştı.
"Babam krallığını büyütmeyi seviyor," diye alayla konuştum. Babamın yaşantısı feodalite beyleri gibiydi. Surlar ile çevirdiği bölgesinde dışarıdan korunarak hayatını yaşıyordu. Tabi çevresine emirleri de buradan veriyordu. Ama bir türlü beni neden bu kadar savunmasız bırakıyor onu anlamıyordum.
"Halit Ağa acil bir iş için çıkmış daha sonra gelecekmiş," Selim telefonuna gelen mesaja bakıp konuştu.
"İyi, hemen kavga etmeden biraz annem ile hasret gidermiş olurum," büyük kapıya yanaştım. Kapı açılırken dikiz aynasından toprak kahvesi gözlere baktım. Merakla etrafı izliyordu.
***
Araba konağın önünde durunca annem de o güzel gülüşü ile kapıdan çıkmıştı. Her ne kadar sürekli arasam da onu sık sık ziyaret etmediğim için mahcup hissediyorum. Ama o her defasında sonsuz sevgisini vermeye çekinmiyor. Arabadan inerken diğerleri de kapıyı açmıştı. Konaktaki meraklı gözler etrafta artarak devam ediyordu.
"Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz," annem sevinçle yaklaşınca elini öpüp sıkıca sarıldım. "Oğlum, Emir'im gözümün nuru hoş geldin," kulağıma sevgiyle fısıldadı.
"Hoş buldum annem," dedikten sonra yanaklarından öptüm.
"Sen de hoş geldin hayırsız," annem sitemle Selim'e döndü. Ama yüzü gülüyordu.
"Kızma sultanım, affet senin oğlunla uğraşırken zaman bulamadım," Selim konuşurken anneme sarılmıştı. Bu konuda haklıydı inkar edemem.
İkisi ayrılınca annemin gözü Aslı ile Yonca'ya döndü. Aslı daha önce geldiğinde tanışmışlar. Emin ben gibi davranmaya çalışırken onunla konağa gelmişler. O yüzden ona samimiyetle bakıp güldü. "Hoş geldin Aslı kızım," dedikten sonra Aslı elini öpünce ona da sarıldı. "Hoş buldum Emine teyze," dedi Aslı. İkisi ayrılınca annemin gözleri Yonca'ya döndü. Yonca çekinerek ona yaklaştı ama ne diyeceğini bilmiyordu.
"Anne, Yonca arkadaşım aynı zamanda kişisel asistanım," dedim onu göstererek. Yonca hafif şaşırarak bana baktı. Arkadaşım dememi beklemiyordu. Ama onun bana yakın olduğunu herkese göstermek, istemek gibi bir çocukluk içindeyim. Çünkü onun her bakışı çocukluğum gibi bakıyor, o benim içimde bir yeri kıpır kıpır yapıyor.
"Maşallah, güzelliğine hayran kaldım kızım, hoş geldin," annem konuşurken elini uzattı. Yonca samimi şekilde öperken ben de onun güzelliğine hayran kaldığımı düşündüm.
"Hoş buldum efendim," dedi Yonca. Hala çok çekingendi.
"Ee hadi kaldık böyle geçelim içeriye ," Selim konuşurken önden yürümeye başlamıştı bile.
Yürüme başlarken Neco da gelip annemin elini öptü. Adamlara dönüp rahat etmelerini ve diğer adamların olduğu eve girmelerini söyledim. İki gündür kimsenin dinlenmesine izin vermemiştim. Ben bile hafif uyku hissediyordum.
"Selim, hadi gel arkalara gidelim," içeri girince Neco'nun sırıtıp Selim'le konuştuğunu gördüm. Selim birazdan onu parçalayacak gibi bakıyordu.
"Oğlum ne diyorsun sus bi git ya," sinirle koluna vurdu Selim.
"Bak diyorum kızlar görsün seni bi gel benle ," hala kaş göz işareti yapıyordu. Birazdan o gözü moraracak gibiydi. Aslı, Yonca ile etrafa bakıp konuşurken kesinlikle ikisini dinliyordu ve Selim'e o kadar kötü bakıyordu ki ben korktum.
"Neco, git adamlar ile ilgilen," dedim otururken sertçe.
"Abi çocuk mu bunlar kendi başlarının çaresine bakarlar," dedi sırıtarak. Tam bir öküz.
"Neco! Adamlar daha önce buraya gelmedi git bak dedim, asabımı bozma," dişimin arasından konuşurken gözlerimin de aynı öfkeyi yansıttığını eminim. Neco fark edince yerinden huzursuzca kıpırdanıp kalktı. Aslında kötü adam değil, eğer Aslı ile durumlarını bilse böyle yapmaz ama gevşek aynı zamanda. Hafif karakteri de bozuk. Bak aklıma geldi yine pezevenk herif!
"Hemen yemek hazırlıyoruz oğlum," annem içeri girdi.
"Kahvaltı yaptık anne, ama kızlar açsa yine de hazırlayabilirsiniz," dedim.
"Hayır, aç değiliz zahmet etmeyin," dedi Yonca yumuşak sesiyle. Ona bakıp gülümsemekten kendimi alamadım.
"Tabi siz de o ciğerin üzerine üç gün yemek yemezsiniz," Aslı alayla konuştu. Hatta az önceden kalan siniri hala üzerindeydi. Selim bir şey demeden bakışını bana çevirdi. Söylemek istediği bir şey vardı.
"Tamam o zaman, siz dinlenin biraz sohbet edin biz geliyoruz," dedikten sonra Selim' e başımla dışarıyı işaret ettim. Biz giderken annem hasretle bakmıştı. Beni özlediğini bakışlarından anlıyordum. Çıkmadan önce Yonca'ya baktım. Gözlerinden tuhaf bir ifade geçmişti. Yanından gideceğim diye huzursuz hissetmiş gibi bakıyordu. Ya da ben öyle olduğunu umuyordum.
Nehrin kıyısındaki konağın aşağısına doğru yürüdük. Öfkeyle akan su ayaklarımın dibindeydi. Mavisi bana kızıl cehennemi andırıyordu, bilmiyorum ama bu sular benim yüreğim sıkıyordu. Sanki zihnimin derinliklerinde bir çığlık vardı ve ne zaman Fırat'a baksam o sesi duyuyordum. Yine o ses geldi uzaklardan.
"Emir," Selim seslenince düşüncelerden sıyrılıp ona döndüm. "Metin Alakurt yaptığımız anlaşma üzerine bugün ilk deneme sevkiyatını yapacak, planlanan süreye nasıl uydukları ve güvenli güzergâhı nasıl sağladıklarını göreceğiz. Sen de ona göre son imzayı atarsın," hızlı şekilde iş ile ilgili konuşurken sanki aklım başka yerdeydi.
"Tamam, " dedim sakince hala öfkeli akan sulara bakıyordum.
"Emir," Selim serçe adımı söyledi. "Ne vardı o zarfta ?" yüzüme merakla bakıyordu.
"Bilmiyorum," dedim.
"Ne demek o baktın ya içine," sesi şaşkındı.
"Bilmiyorum Selim, kim olduğunu bilmiyorum," dedim. Gerçekten de bilmiyordum. Resimde beş yaşında olduğumu tahmin ettiğim ben ve bir kadın vardı. Çok güzel genç bir kadın. Siyah beyaz resimdeki uzun kıvırcık saçları ile duran kadın kim bilmiyorum. Ardında yazan " Kavuştuk kardeşim," yazısını yazan kim bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum.
Daha fazla cevap vermeden ardımı dönüp yürüdüm. İçimde susmayan çığlıklar vardı. Başımda öyle bir ağrı vardı ki kendime hakim olmakta zorlanıyordum. Emin Işık uyanmaya çalışıyordu. Piç herif! Dur durduğun yerde! Evin penceresinden dışarıya hayranlıkla bakan Yonca 'yı görünce tüm sesler sustu. O susturuyordu tüm sesleri. Huzur veriyordu. Gözleri beni buldu. Hiç çekmeden öylece baktı. Yüzünde hafif bir tebessümle gözlerime bakıyordu. O gözlerde kimi aradığını düşündüm. Beni mi yoksa Emin'i mi görmek istiyordu? İçimde bir volkan yükselmeye başlayınca daha önce düşünmediğim bir şeyi düşündüm. Emin Yonca'ya aşıktı. Hem de onu varlık sebebi olarak gördüğü bir aşk. Peki Yonca? Bana baktığında Emin'i mi düşünüyordu? Daha doğrusu ona karşı bir şey hissediyor mu? Beni ben olarak kabul etmeyip ya Emin'i görmek istiyorsa? İçimde hissettiğim bu öfkeye anlam veremezken bana gülümsedi. Hem de çok içten bir şekilde. Kafamdaki düşünceler dağılırken bahçeye giren arabaya baktım. Buraya esas gelme nedenim aklıma gelince kaşlarım çatıldı. Babam arabadan inip sertçe bana doğru yürürken gözlerimiz buluştu. Bugün ikimizden birisi aşırı öfkeli olacaktı.
****
"Mardin'den neden öyle ayrıldın? Ardından insanların konuşacağını düşünmedin mi?" Fırat'ın azgın sularına bakıp konuşan babam gözlerime bakmıyordu. Bu benim için yeni bir durum değildi.
"Sana sormam gereken çok önemli bir şey vardı," dedim. Ama ben inatla yüzüne bakıyordum.
"Şu an en önemli işin Mardin'deki aşiretler ile tanışmaktı Emir!" Babam öfke ile bağırıp yüzüme baktı. Yıllardır sevgi ile bakmasını bekliyordum. Ya da içimdeki çocuk bekliyordu.
"Şimdiye kadar uzak tuttun, şimdi ne değişti baba?" Sakin şekilde konuşmaya çalıştım. "Neden aşiretler ile tanışmam önemli?"
"Senin değil onların seni tanıması önemli, Emir Bayar'ı görüp kabul etmeleri lazım artık," yüzünü çevirip gözlerime baktı. Küçükken bakmaya korktuğum gözlerinden hala korktuğumu düşündüm. İçimde ufak bir acı vardı. Başıma bir ağrı saplandı. Elimi sıkarak ağrımı görmezden gelmeye çalıştım. Bir dur Emin!
"Ben sadece bir iş adamıyım baba, aşiret ile işim yok," dedim.
"Değilsin, sen Halit Bayar'ın oğlusun. Bayarların benden sonraki gerçek liderisin!" Kelimeleri sertçe bastırarak söyledi babam. Yine bana sormadan beni bir şeylere mecbur bırakıyordu. "Şimdi neden buraya geldin aniden?" Konuşmama izin vermeden hızlıca sormuştu. Aklıma burada olma nedenim gelince içimde bir sıkıntı oldu.
Elimi ceketimin cebine götürüp fotoğrafı çıkardım. Babama doğru kaldırıp sordum.
"Benim yanımdaki kadın kim baba?"
Gözlerini kısıp sertçe bakmaya başladı. Rengi bembeyaz olurken anbean her halini izledim. Kendini sıkarken yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu.
"Çıkaramadım," dedi. Sesi olabildiğine sakin çıkmıştı. "Nerden buldun bunu?" Sorarken bir kaşı kalkmıştı.
"Birisi hediye göndermiş, kavuştuk kardeşim yazmış," konuşurken resmin ardını çevirip gösterdim. Babamın ifadesi şimdi daha sertti.
"Önemli bir şey değildir Emir," derken elimden resmi çekip yüzüne daha çok yaklaştırdı.
"Nasıl değil baba, ben uzun zamandır tehdit mesajları alıp duruyorum. Belli ki önemli bir şey," ben konuşurken babamın yüzünde afalladığını gösteren bir ifade oluşmuştu.
"Ne tehditi?" diye sertçe sordu.
"Belli ki birisi beni senden dolayı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor baba, bu resim de bence pek önemsiz bir şey değil," ona bakıp inatla konuşturmaya çalışıyordum.
"Saçmalama Emir!" Şimdi gerçekten öfkeliydi. O içimdeki küçük çocuk yine korkmuştu. "Güvendesin sen, yıllarca bunun için uğraştım ben. Kimse sana bir şey yapamaz," dedi gözlerime bakıp.
"Ben bilmiyorum baba, senden öyle uzak kaldım ki ne ile uğraştın bilmiyorum. Bana bir şeyleri saklıyorsun gibi geliyor," sesim kısık çıkıyordu.
"Senin iyiliğin için uğraştım ben, saçma düşünceleri kafandan at," sert şekilde konuştu.
"Beni sevmediğini düşündüm hep, şimdi bile gözlerin bana uzak geliyor baba," neden bu kadar üzgün hissediyordum ki? "Böyle mi iyilik yaptın bana , hayatım ne halde biliyor musun?" Dayanamayıp bağırdım.
"Ne demek istiyorsun , ne olmuş hayatına?" Babam da bağırdı.
"Berbat oldu hayatım, belki senin yüzünden," bağırıp öfkeyle yüzüne baktım. Ama yediğim sert tokat ile yüzüm Fırat'ın azgın sularına döndü. İlk defa vurmuştu bana. Otuz yaşımda ilk defa tokat atmıştı.
Haklıydım.
Hayatımın içine eden babamdı.
Keşke sebebini bilseydim.
"Herkesin kıskanacağı bir hayat yaşadın sen, sana bir şey olmasına da izin vermem," elinde sıkıp buruşturduğu resim ile yanımdan uzaklaşırken konuştu.
"Çok kıskanılası," buruk sesimle mırıldandım. Başıma saplanan ağrı artık baş edemeyeceğim seviyeye gelmişti. Kafamın içinde çığlıklar vardı.
Küçük bir çocuğun çığlığı.
"Sakin ol," diyen bir kadının sesi. Sanki annemin sesi gibiydi. Silah sesi vardı bir yerde. Yine çığlıklar. Derin nefes alıp yere çöktüm. Emin çıkmak için zorluyordu.
Git Allah'ın belası git!
Daha Yonca'yı gezdirecektim. Ona göstermek istediğim yerler vardı. Ona benden korkmamasını söylemeliyim. Yanında huzur bulduğumu.
Kalbim sıkışıyor.
Tamam!
Pes ediyorum, gel de bitsin bu acı. Gel Emin, bir kez daha yardım et bana!
Karanlığa düştüm. Yüksekten bir uçuruma düştüm. Ama dibi yok hala düşüyorum. Sesler gitti, her yer çok sessiz. Burada güvendeyim, saklanırsam kimse bulamaz. O küçük Emir saklanmak istiyor, kimse onu bulamasın canını yakmasın istiyor. Kalbini acıtmasın , yalnız bırakmasın istiyor.
Küçük kızı duyuyorum yeniden, pembe yanakları ile bana gülümseyen o kızı. Beni yalnız bırakmadığı için memnun hissediyorum.
Yağmurdan sonra gelen o toprak kokusunu alıyorum.
Kollarımın arasında hissetmeye başladım kokuyu. Buram buram geliyor yüreğime. Huzur veriyor. Sevdiğim o hindistan cevizi kokusu burnuma doluyor. Kalbimin ritmi artmaya başladı. Kollarımın arasında hissettiğim sıcaklığa daha da sarılıyorum.
Ama bu ağzımdaki iğrenç tat neyin nesi? Ne yedim ya da içtim böyle anlamıyorum. Gözlerimin üzerindeki ağırlık kalkmıyor, açamıyorum. Sanki günlerdir kapalı kalmış da göz kapaklarım birbirine yapışmış gibi.
Kollarımın arasındaki sıcaklık kıpırdanmaya başladı. Az önceki kokular uzaklaşmaya başlayınca daha sıkı sarılmaya çalıştım.
"Benimle kal," dedim dudaklarımın arasından. Yalnızdım az önce, ne ara biriyle konuşuyorum anlamadım.
"Emir, uyan ! Beni duyuyor musun?"
Yonca! Onun sesi. Bir kez daha sıkıca sarıldım.
"Benimle kal," kısık sesle konuştum.
"Emir, sen misin?" Gözlerimi zor da olsa açıp karşımda konuşan kişiye baktım. Yüzü çok yakındı. Başı kollarımın üzerindeydi. Bir dakika! Rüyada değilim. "Emir," dedi tekrar.
Ahtapot gibi sarıldığım kişi Yonca mı? Kafamı hafif geriye atıp etrafıma bakındım. Benim odam burası. Benim yatağım. Yonca kalkmaya çalışınca istemsizce yeniden bir kolumla belini sardım. Üzerime doğru düşünce yüzüne daha yakından baktım. Pembe yanakları daha da kızarmıştı. Uzun kirpikleri titrerken gözleri kapanıp duruyordu. Ben bu bakışı hatırlıyorum. Yonca'nın sarhoş bakışları bunlar. Tekrar kalkmaya çalışınca karşı koymadım. Onunla beraber ben de kalktım. Üzerimde bir şey yoktu, altımda koyu bir kot vardı. Tam anlamıyla berbat halde hissediyordum.
Ama asıl soru şuydu; ben ve Yonca neden bu haldeydik? Ya da Yonca ve Emin neden bu hale gelmişti?
"Ne oluyor burda," sertçe çıkan sesimle Yonca afalladı. Ama sonra rahatlayan bir ifadeye büründü.
"Emir, uyandın," gülerek konuştu. Ardından yüzündeki ifade buruklaşıp bakışları buğulandı. Bir anda ağlamaya başlayınca ne olduğunu anlamadım.
"Yonca, " diyebildim sadece.
"Hiç u-uyanmayacaksın sandım pislik! Çok korktum," ağlarken bağırarak konuşmaya çalışıyordu. Bu haline dayanamayınca aniden onu çekip kollarıma aldım. Sıkıca sarılırken hıçkırıkları artıyordu.
"Şşş, sakin ol buradayım," dedim teselli ederken.
"Pislik," dedi tekrar sarılırken. Kokusu başımı döndürüyordu.
"Geçti güzelim, ağlama," dedim saçlarının arasına nefesimi verirken. Aniden geri çekildi. Hafif sarhoş hali yüzünden okunuyordu.
"Geçti mi? Artık günlerce kayıp olmayacaksın değil mi?" dedi burnunu çekerken.
Ne, günlerce mi?!
"Yonca, ne oldu ne demek günlerce?" Elimi iki yanağının kenarına koyup sordum.
"Emir, gitme korkuyorum. Ben Emin'den çok korkuyorum. Ne olur artık gitme," korkuyla bana sarılınca kaşlarım çatıldı. Ne yaptın sen Emin!
"Korkma geldim ben, bırakmam seni asla bırakmam," dedim saçlarına bir öpücük kondururken.
Doğduğun güne lanet olsun Emin!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.12k Okunma |
65 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |