@yzrsitare
|
'' Hükmü yok yaşadığın günün, varacağın yeri bilmiyorsan. Hükmü yok uyuduğun gecenin, sabaha umudun yoksa... Ne yaşarsan yaşa, yeniden ayağa kalkamıyorsan anlamı yok taşıdığın ruhun... Bildiklerini söylemekten çekiniyorsan, insanların bilmediklerine cevap olamazsın... Korkmadan yaşa bu hayatı, gör bak kimlerin cesareti olacaksın...''
''İyi mi acaba bu yazı ne dersiniz?'' Bu soruyu sorarken, çirkin gözlüklerini burnunun üzerine indirmiş yaşlı editöre baktım. Ama aklı tam olarak nerede ve beni gerçekten duydu mu pek fikrim yok. ''Evet, olur bence,'' derken hala neye olur diyordu anlamadım. Kafasında dönen tilkilerden birinin kuyruğunu yakalamak için ona daha dikkatli baktım. Hop, tilkinin birisini yakaladım ama tilki kaçtı ve kuyruğu elimde kaldı. Kuyruksuz tilki, babamın küçükken anlattığı masalın adıydı. Bunları düşünüp kendi kendime sırıtırken, Hülya Hanım gözünü yüzüme yaklaştırıp ürpertici sesiyle konuştu.''Beş dakika içinde odamdaki toplantıda hazır ol, Yonca!'' ''Peki, efendim'' dedim hayal dünyamdan çıkıp acımasız gerçek hayatla yüzleşirken. Kalın topuklu ayakkabısını yere vurarak çıkan editörün arkasından gömüldüğüm sandalyeden kalktım. Dağınık masamda pembe ajandamı aramaya başlayınca, ne kadar pasaklı olduğumu yeniden hatırladım.''Ah, bu muz kaç gündür burada?'' derken elime kokmuş muzu aldım. Gerçekten de bu masa işten her an kovulmam için çok güzel bir bahane ama ben çok zor bulduğum bu işten asla ayrılamam. Türkçe Öğretmenliği bölümünden mezun olduğumda çok büyük hayallerim vardı. Hemen atanıp şirin ve küçük bir beldede dünya tatlısı öğrencilerim olsun istemiştim. Ama sadece isteyip hayal boyutunda kaldı. Hayat her zaman senin isteklerine karşılık vermiyor bazen onun isteklerine göre yaşamak zorunda kalıyorsun. Ama şu an bulunduğum konum pek de kötü sayılmaz, küçüklüğümden beri en büyük tutkum yazmaktı. Daha ilkokul üçüncü sınıftayken yazdığım tiyatro oyunu öğretmenimin dikkatini çekmişti. Ama ben yazdığım ''Çingene kızı ile köyün muhtarı'' adlı oyunumu arkadaşlarımla çalışıp sınıfta sergileyince büyük bir şok yaşamıştı. Bana doğru eğilip, dikkatlice bakmıştı. ''Bir gün bu yolda ışıldayacaksın,'' dediğinde anlamamıştım ama yıllarca içimde o ışık beni ısıtmıştı. Böylelikle hayatımın her alanında yazmak benimle beraber büyüdü. Okuldan mezun olunca, koltukta boş boş oturmaya başladığım gün babam bir arkadaşı aracılığıyla Gaziantep'te yayın hayatını sürdüren bir dergide işe girmemi sağladı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne dağıtım yapan derginin durumu pek iç açıcı olmasa da başta sahibi ve diğer çalışanlar olarak mücadele ediyoruz. Az da olsa yaşadığı bölgede olanları merak eden bir insan topluluğunun olması mutluluk verici bir durum. Ama bizim esas meselemiz bu topluluğu büyütmek. Sanırım şu an toplantının ana konusu bu olacak. Pek enerjik olmayan bir yürüyüşle Hülya Hanım'ın odasına girip masanın en ucuna oturdum. Ama otururken keşke sağımda oturana dikkat etseymişim. Yüzünde garip sırıtışı ile bana bakan Cem az sonra azar yiyecek bir çocuğa teselli verir gibiydi. Cem K. (aslında adı Cem Kılınç ama kısaltmasını daha havalı bulduğunu söylüyor kimse inanmasa da...) dergide gençler ile ilgili yazılar yazan daha doğrusu yazmaya çalışan aşırı soğuk esprili bir kişi. Neden hala Hülya Hanım kovmadı pek bilmiyorum ama yazdığı bazı yazıların hakkını vermek gerek. Ayrıca iş dışında yakın arkadaşım olduğu için biraz da olsa tolerans gösterebilirim. ''Bugün aşırı gergin görünüyor,'' dedi Cem, Hülya Hanım'ı göstererek. Bense sadece omuzlarımı silkip bilmiyorum mesajı verdim. Hülya Hanım masasında dosyalarını karıştırıp bir şeyler ararken içeri nefes nefese Derya girdi. Derya dergiye girdiğim günden beri beni sevip sevmediği anlamadığım diğer köşe yazarı arkadaşım. Özellikle Gaziantep'in dokusu üzerine yazdığı yazıları ile Hülya Hanım'ın sevdiği ve biraz da bize karşı koruduğu birisi. Ama nedense bana karşı gülümsemeleri ve konuşmaları yapmacık geliyor, belki ben öyle hissediyorum ama yine de emin olamadığım bir şeyler var. Bana gülümseyip tam karşıma Hülya Hanım'ın yanına oturdu. ''Geç kaldım özür dilerim, yazım yayıma girmeden son düzenlemelerini yapıyordum,'' dedikten sonra Hülya Hanım'ı süzdü. Ama ondan bir ses çıkmadı. Hepimiz merakla beklerken Hülya Hanım boğazını temizledi ve arkasına yaslandı. Dibi gelmiş saçları ile dik bir şekilde oturunca bir an korkutucu buldum. Masallardaki cadının bindiği süpürge aklıma gelmişti. Nedenini ben de bilmiyorum. Yüzümde istemsiz bir gülümseme olunca Cem merakla baktı ama kendimi hemen topladım. Hülya Hanım tok bir sesle konuşmaya başladı. ''Umarım son aylarda dergimizin düşen satışları sizi biraz olsun endişelendirmiş ve şu an bana parlak fikirlerinizi sunmak için bekliyorsunuzdur.'' dedikten sonra kollarını bağlayıp geriye yaslandı. Cem yüzünde koca sırıtışıyla bana bakıp konuşmaya başladı. "Bence haftalık olayları derlediğimiz yeni bir köşe oluşturalım. Mesela, sahibinin poposunu ısıran köpek haberi olabilir." Ben de dahil herkes mala bakar gibi Cem'e bakmıştık, gerçi gerçekten malın önde gideniydi. Ufak bir ölüm sessizliğinin ardından Derya elini kaldırıp konuşmaya başladı. ''Aslında Hülya Hanım ben de bu konuyu uzun uzun düşündüm günlerdir ve dergiye yeni bir tat katmamız gerek.'' ''Hadi ya neden kimse düşünemedi acaba?'' dedim sessizce ama herkes bana dönünce pek de sessiz olmadığını anladım. Hülya Hanım gayet sert bir sesle '' O zaman senin daha iyi bir fikrin var Yonca, dinliyoruz,'' dedi çirkin gözlüklerini burnunun üzerinde hafif oynatarak. Kendim kaşındığım için kaçacak bir yerim yoktu. Cem sırıtarak bakıyor ve Derya da sanki konuşmamın sonunda azar yememi umuyordu. Kendime gaipler aleminden biraz cesaret getirerek konuşmaya başladım. '' Aslında yenilik hep en baştan yapılmalı yani insanların dikkatini hemen kapağa baktığı anda çekmeliyiz. Bilmiyorum ama bana derginin ismi biraz garip geliyor yani yanlış anlamayın ''Dantel dergisi'' güzel isim ama sanki kadınlara hitap eden bir isim gibi.'' Son cümlemde Hülya Hanım'ın kaşları iyice çatıldı ama son bir nefesle devam ettim. ''Aslında demek istediğim herkese hitap etmeliyiz.'' Ardından sandalyeye kendimi gömüp üzerime toprak attım artık söyleyecek sözüm yoktu. Hülya Hanım bir süre masasının üstündeki dosyalara baktı hala bir şey arıyor gibiydi. Ardından şaşırtıcı ama duygu yüklü bir sesle konuşmaya başladı. ''Canım babam birçok çaba ile bu dergiyi kurup bana emanet etti, bugüne kadar ilmek ilmek her şeyi yaptığı için derginin adı Dantel. Emek verilen bir şeyin simgesi olduğu için o yüzden derginin adı ile ilgili eleştirini asla kabul etmiyorum.'' Ardından gelecek cümle bir anda kulaklarımda ''nasıl bilirdiniz?'' sorusunu soran imamın sesini yankılattı ama Hülya Hanım'ın sesi daha sakin çıkmaya başladı. ''Ama dediğin herkese hitap etme fikrine katılıyorum. Zaten derginin adı değişmeden çıkan eklerde yeni isimler kullanmayı düşünüyorum. O yüzden, nerde bu dosya, hah buldum.'' Ben çok derinden gelen oh sesi ile rahatlarken Hülya Hanım bir dosyayı eline aldı. Sesinde belirsiz bir heyecanla konuşmaya devam etti. ''Değişik noktalara parmak basmak bazen dikkat çekicidir. Bu yüzden önümüzdeki sayı için yerinde gözlemli bir röportaj yapacağız. Son yıllarda ilimizin yükselen firmalarından Bayar Holding'in genç yönetim kurulu başkanı Emir Bayar, yeni sayımızın kapağında ve içeriğinde olacak.'' Sözlerini tamamladıktan sonra ön yüzünde bir adamın yandan çekilmiş belirsiz bir fotoğrafının olduğu dosyayı kaldırarak konuşmasına devam etti. ''Emir Bayar aldığı kararlar ve başarılı yönetim anlayışı ile kocaman bir fıstık krallığı kurmuş durumda. İlimizde merkezi bulunan şirketi hem ülkemizde yoğun satış ağına sahip hem de dünyanın birçok ülkesine aynı ağı kurmuş durumda. Genç oluşunun etkisini, gençlerin dikkatini çekmek için kullanıp önümüzdeki sayıda onun hayat felsefesini ağırlıklı olarak konu edeceğiz.'' Konuşmanın sonunda derin bir nefes aldı Hülya Hanım, yaşlılığından dolayı son zamanlarda bu kadar uzun konuştuğunu duymamıştım. Konuşması bittikten sonra, arıların sokmasını istediğim ağzım yine sesli düşündü. ''Acaba kendisinin bundan haberi var mı?'' Hülya Hanım ateş saçan gözleri ile bana bakarak dişlerinin arasından konuştu. ''Evet, Yonca programını hazırlayıp yarın gözlemi yapacak arkadaşı davet etti bile.'' Konuşurken gözleri ateş saçarak bana bakmaya devam etti. ''Ben bu işi hakkıyla yaparım Hülya Hanım,'' diye heyecanla atladı Derya. Tabi adamın resmine hayranlıkla bakarken zaten bunu isteyeceğini düşünmüştüm. ''Aslında erkek erkeğe daha iyi anlaşırız,'' diye araya girdi Cem. Belli ki o da dışarı kaçma peşindeydi. Ben hariç herkes Hülya Hanım'ın ağzından çıkacak sözü bekliyordu ve o ateş saçan gözleri ile bana bakarak korktuğum cümleyi kurdu. ''Bu işi Yonca halledecek, iyi bir yazı yazman için bu sana büyük bir şans. Özellikle ekonomik yönden sıkıntı çekerken iyi bir hamleye ihtiyacımız olduğunu unutmazsın.'' Sanırım son cümlesi seni her an kovabilirim demekti. Sanırım şansımı fazla zorlamamam gerektiğini biliyordum o yüzden yüzümde kabul etmiş olduğumu gösteren gülümseme ile bakıp dosyaya uzandım. Bu sırada ne Derya'nın ne de Cem'in kaybetmiş olmanın verdiği üzgün yüz ifadelerine bakmadım. ** Elimde içine hala açıp bakmadığım dosya ile tramvayı beklerken yürüyen insanlara bakıp hayal kurmaya başladım. Akşam iş çıkışı evine koşan insanların yüzünde sadece bu günün yorgunluğu değil tüm geçmişin yorgunluğunu görebiliyorum. Kalabalık şehirlerde yaşamanın faydası var bence kimse sana bakmaz. Yaşadığım şehir de öylesine koşuşturan insanlar var ki durup dinlenmeye kimsenin vakti yok. Tramvay uzaktan görününce ayağa kalkıp sarı çizgiye yaklaştım. İnsanlar aynı anda inerken bir yandan da biniyor, ben de dışarıda kalmaktan korkuyorum. Tramvaya binince her akşam olduğu gibi ayakta kendime bir köşe bulup elimle demire tutundum. Solumdaki camdan dalgın şekilde dışarıyı seyrederken hala elimde tuttuğum dosyayı hatırladım. Ön yüzünü çevirip baktığımda yüzünü yan çevirmiş adamla karşılaştım. ''Ne bu şimdi,'' dedim içimden. Artık yüzünü yarım göstermek modaydı herhalde. Tabi moda ile alakası olmayan ben son dönemin trendlerinden de haberdar değilim. Kıyafet bile seçerken elime ilk geleni giydiğim için böyle düşüncelere fazla zamanım yok. Her sabah evden çıkarken aynada kendime bakarken annem arkadan usulca gelip '' Acaba neye bakıyorsun olmuş mu diye yavrum?'' diye dalga geçse de umursamamaya devam ediyorum. Emir Bayar'ın işi ile ilgili yazıları okuduktan sonra bir an acaba Cem'e yalvarsam mı diye düşündüm. Derya 'dan bunu istemeyecek kadar sevmediğim için aklıma Cem gelmişti. Nedense bu işi yapmak istemedim, sebebini bilmiyorum sadece garip bir histi. Gerçi ardından kovulduğumu hayal ettim ve babamın ''Artık bu kızın aşını kesiyoruz,'' tehditleri aklıma gelince elimdeki dosyaya sıkıca sarıldım. Olmak istediğim yer farklı da olsa burayı da seviyordum ve ben sevdiği şeylere çabuk bağlanan biriydim. Şimdi bir işe başlayacaksam tutkuyla bağlanıp sonuna kadar gitmeliyim. O yüzden içimdeki sesleri susturmam gerekli. Ardı ardına geçen duraklardan sonra ineceğim durağın ismini ince sesli kadından duyunca kapıya doğru yürüdüm. Yaklaşık beş saniyelik mücadeleden sonra evime ulaşacağım yokuşu çıkmaya başladım. Aslında bundan sonraki durakta inseydim yokuş derdim olmazdı ama yürüme mesafesi artıyordu. O yüzden tabana kuvvet ağaçlı sokağı kat ederek apartmanımın hemen karşısındaki parka kendimi attım. Bugün nedendir kendimi aşırı yorgun hissediyordum, önüme çıkan banka oturup dinlenme fikri hoşuma gitti. Mayıs ayının gelmesi ile esen rüzgâr hoşuma gidiyordu artık fazla üşütmeyen hava yazı getiriyordu. Elimde duran dosyaya bakarken aklıma bir yıl önce görevlendirme ile gittiğim okulum geldi. Görev çıkınca Hülya Hanım okuldan çıkıp hemen öğleden sonra dergiye gelmemi şart koşmuştu ama her şeye rağmen çok güzeldi. Okul süresi boyunca öğrencilerimle iç içe eğlenip daha sonra da koşarak dergiye giderken bile böyle yorgun hissetmemiştim. Düşününce hedefin olmayan çaba seni fazlası ile yoruyordu. Daha fazla düşünmekten sıkılıp zil çalan karnımın isteği ile eve yürüdüm. ** Akşam yemeğinde nedense her gün olduğumdan daha suskundum ve bu ailemde hemen fark edilirdi. Bu benim geveze olduğumdan değil de sesimin çok duyulduğundan. Annem fark etmiş olacak ki imalı bir şekilde sordu. ''Hayırdır yavrum, suskunluğun neden? Yoksa işten mi kovuldun?'' Annemin sözü ile aniden babam ve kardeşim şokla bana baktı. Olaya hemen müdahale etmem gerektiğini anladım. Elimdeki kaşığı bırakıp net bir sesle cevap verdim. ''Hayır, öyle bir şey yok! Bugün yoruldum sanırım ve yarın da yorucu bir işim başlayacak. O yüzden düşünceliyim biraz.'' Konuşmam bitince derin bir nefes aldım. En önemli konu bu olduğu için artık mesele halledilmişti ve herkes rahatça yemeğine devam etti. Kız kardeşim kaşığı ağzına götürürken bir yandan da sırıtıyordu. Geçen sene istediği yer gelmediği için bu yıl tekrar sınava hazırlanan kız kardeşim aşırı neşeli biridir. En sevdiği şey gülmek olduğu için ortada komik bir şey olmasına gerek yok o yine de gülmeyi başarıyor. Arada onun sarı saçlarını ve yeşil gözlerini kıskanıp aileme gen aktarımında yaptıkları ayrımcılık için kızsam da onu çok sevdiğim bir gerçek. Ben de kıvırcık siyah saçlarım ve toprak kahvesi gözlerim ile fena olmadığımı düşünüyorum ama azıcık bakımsız ve özensiz olabilirim. Kardeşimin sırıtmasına karşılık verdikten sonra usulca odama doğru aktım. Her zaman dağınık olan odamda masamın başına geçip tepemde uzayan dağ gibi kitaplarıma baktım. Annem bir defasında arkamdan gelip '' Yavrum şu kitaplardan birisi bir gün kafana düşecek diye korkuyorum, azıcık beynin de akıp gidecek,'' diye benimle uğraşıp durmuştu. Küçüklüğümden beri edindiğim her kitap kütüphanemde kaldığı için kitaplarımın sayısını şu an ben bile bilmiyorum. Aslında düşündüğüm zaman benim hayatımın özeti bu, kitaplar. Hayal dünyasında yaşayıp gerçek dünyaya adapte olmaya çalışan kitap kurdu benim diğer adım olabilir. Elimi uzatıp yanımdan ayırmadığım, hayatımın kitabı olan ''Küçük Prens'' i aldım. Hayaller dünyasında prensini bekleyen ben için en uygun kitap... Bu dünya için küçük bir prens ama bu dünyayı çoktan anlamış bir prens... En son uykuya dalarken zihnimde kitaptan tek bir cümle kalmıştı. ''Ama gözler kördür, yüreği ile aramalı insan...'' |
0% |