22. Bölüm

BÖLÜM 21 BENİM YONCAM

Sitare Yazar
yzrsitare

***********EMİR BAYAR

 

"İstanbul'daki şirkette enişten bayağı iyi çalışıyor." Selim bana bir şeyler söylerken benim aklımda başka birisi vardı.

 

Sanki son zamanlarda hep o var... Her yerde o var... Ruhum onu öylesine çok özlemiş ki her yanımda olsa da yine gitmiyor özlemim. Balo gecesi yüreğimin sesini dinleyip iyi ki ona itiraf etmiştim. Etmesem de taşıyordu içimden duygular. Artık içime sığmıyordu. Bak yine o gece aklıma gelince gerildim. Zaten Yonca'nın o muhteşem halinin resmini çekip paylaşan kişiyi de bulamamıştım.

 

Bir de yalnız kalamamanın verdiği gerginlik sinirimi bozuyor. Ama bu gece benimle gelecek, kokusunun sindiği eve gelecek... Kısa bir zaman kalmıştı evde ama o kadar bütün olmuştu ki orada... Yonca'nın varlığı benim için tarifsiz bir huzur.

 

Lavaboya bile gittiği andan itibaren özlemeye başlamıştım. Sanki biraz da sinirli kalktı masadan, Pelin Hanım'dan mı rahatsız oldu acaba? Yoksa beni kıskandı mı?

 

"Ne sırıtıyorsun Emir?" Selim elini gözümün önünde sallayınca kaşlarımı çatıp baktım.

 

"Gözüme sok Selim!"

 

"Sana ne anlatıyorum ama sen neredesin anlamadım." Selim geriye doğru yaslanırken kızların gittiği tarafa bakmıştı.

 

"Tek bir yerdeyim Selim ama sen anlamazsın. "

 

"Hadi ya, niye anlamıyor muşum ben?" diye sorarken bir yudum su içti. Selim'i kışkırtmayı seviyordum.

 

"Sen benim gibi aşk adamı değilsin," dedim. Yüzüme bakıp kahkaha atması ile bozulmuştum. "Neye gülüyorsun lan!"

 

"Sen mi aşk adamısın? Emir Allah aşkına otuz yaşına kadar kaç sevgilin oldu?"

 

Sürekli bunu yüzüme vurup duruyordu en son sikeceğim belasını o olacak!

 

"Bak Selim en azından senin gibi başkasının duygusu ile oynamıyorum. "

 

Bu defa onun yüzü gerilmişti, nokta atışı!

 

"Ne diyorsun sen ya? Bak beni sinir etme Emir!" Yüzünü yaklaştırıp dişlerinin arasından konuştu. Yüzüme bir alay yerleştirip ben de ona yaklaştım.

 

"Bak Selim şu an pek iyi bir poz vermiyoruz, birbirimizi kışkırtıp durmayalım sonunda ikimiz zararlı çıkacağız. Herkes kendi sevdiği ile ilgilensin, hatta işim var diyip kalk git erkenden yanında da Aslı'yı götür. Baş başa bırak beni sevgilimle."

 

Selim gözlerini devirip camdan dışarı baktı. "Keyfimden geldim sanki şimdi en azından yüzünü göreyim diye geldim." Yine de vicdamı sızlatmıştı şerefsiz.

 

"Yakında sakinleşir, biraz zaman ver sadece, gerçi yıllardır zaman verdiğin için yakında zaman aşımı olacak sizin ilişki." Gülmemi tutamayınca Selim yine gergin şekilde baktı.

 

"Kızlar nerede kaldı ya?" Lavoba tarafına bakıp sorunca ben de dönüp baktım. Gideli birkaç dakikayı geçmişti.

 

"İkimizin dedikodusunu yapmaya dalmış olabilirler." dedim ama içimde bir huzursuzluk vardı. Gergin şekilde etrafa bakınırken lavobadan çıkan Pelin Hanım'ı gördüm. Bize doğru geliyordu.

 

"Afiyet olsun tekrar, yalnız devam ediyorsunuz galiba, " dediği an kaşlarım çatıldı.

 

"Hayır, lavobaya gittiler." dedi Selim.

 

"Öyle mi? Kimse yok lavobada yeni oradaydım. " dediği an oturduğum sandalyeyi devirerek ayağa kalktım.

 

"Emir Bey," Pelin Hanım'ın seslenmesini umursamadan ve üzerime dönen bakışlara aldırmadan lavaboya doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.

 

İçeri girdiğim an ufak tefek bir kadın çığlık atmıştı ama umursamadan hızla kabinleri açıp bakmaya başladım. Yoktu... Çıkıp kenardaki ayrı bir kapıyı açtım, personel odasıydı ve orada da yoktu... Hiçbir yerde yoktu...

 

"Emir Bey," Selim ile beraber yanıma yaklaşan restoran sahibine döndüm. Adama nasıl bakıyorsam bir iki adım geri gitmişti. Ama daha fazla uzaklaşmasına izin vermeden yakasına yapıştım.

 

"Emir sakin ol!" Selim bağırırken onun da sesindeki endişeyi hissediyordum.

 

"Ne biçim restoran lan burası! İki kişi kayıp oluyor kimsenin haberi yok!"

 

"Emir Bey, çıkan kimseyi görmedik lütfen sakin olun." Adamın titreyen sesi üzerine yakasını bırakıp sinirle saçlarımı karıştırdım.

 

"Restoranın arka çıkışı ne tarafta?" Selim'in sesi ile aklım yeniden çalışmaya başladı. En azından o şu an benden daha mantıklıydı.

 

Ama Yonca yoktu. Benim Yonca'm...

 

Adamın gösterdiği tarafa hızla ilerlemeye başladık. Lavobanın köşesinden sağa dönünce köşedeki kapıydı. Hızla ilerleyip açtım ve ara sokağa çıktım. Birkaç çöp karıştıran kedi dışında kimse yoktu. Dikkatle etrafı izlemeye başladım, Selim de benimle beraber bakıyordu. Öfkeden gözümün içi kararıp duruyordu ama derin bir nefes alıp kapının köşesinde gördüğüm şey ile donup kaldım. Eğilip hızla elime alınca bugün Yonca'nın taktığı inci kolyeyi tanıdım.

 

Beyaz gerdanına çok yakışmıştı...

 

En son hatırladığım tek şey restoran sahibine attığım kafaydı... Selim ve Neco aynı anda beni yakalamıştı ama içimde patlayan öfkeyle Neco'ya da iyi bir yumruk geçirmiştim. Benim kadınım yanımda kaçırılıyor, ruhu duymuyor.

 

Ya ben... Ben nasıl anlamadım?

 

Beş dakika içinde tüm restoran boşaltılmış ve önüme güvenlik kamerası görüntüleri gelmişti. Az önce burnunu çatlattığım restoran sahibi üzerinde kuruyan kan ile elleri titreyerek görüntüyü açmaya çalışıyordu. Sabırsız şekilde masada tuttuğum ritim herkesin gerilmesine neden oluyordu. Neco karşımda mahçup şekilde başı eğik duruyordu ve diğer adamlar etrafta güvenlik çemberi oluşturmuştu.

 

Sikeyim! Yonca kaçırıldı, beni niye koruyorlarsa...

 

"Hazır Emir Bey," adamın sesi ile ekrana eğilip dikkatle bakmaya başladım.

 

Lavobaya kızlardan önce iki tane kadın gidiyordu ve hallerinden eğitimli oldukları belliydi. Yonca ve Aslı ise yaklaşık on dakika sonra... Yani biz mekana girmeden önce giriş yapmışlar. Bizim buraya geleceğimizi nereden biliyorlardı? Köstebek...

 

Kapıda bir adam görünüyordu yüzünde maske vardı ama...

 

"Bora!" sinirle bağırdım. Söylediğim şey üzerine Selim de dikkatle baktı, oydu.

 

Yaklaşık yirmi saniye sonra kucağında Yonca ile hızla çıkıyordu. Elime geçen ilk sandalyeyi alıp masaya çaldım. Cinnetin eşiğinde hissediyordum... Eşiğinde değil şu an içindeydim.

 

"Sakin ol Emir!" Selim kolumu tutmaya çalıştı ama gücü yetmemişti.

 

"Sakinliği sikeyim! Yonca'yı kaçırmış lan! Benim sevgilimi! Bir de baygın, astımı var lan astımı..."

 

"Aslı da kaçırılmış Emir! Sakin ol, bulacağız. " Selim kolumu daha sert kavramıştı. Haklıydı...

 

"Bulacağız, " diye tekrar ettim. "Neco!"

 

"Emret abi,"

 

"Hemen özel ekibi çağır." Gizli yetiştirilen bir ekipti. "Bu görüntüleri alın, toplanma yerine gidiyoruz."

 

"Hemen abi." Neco ve diğer adamlar çalışmaya başlarken ben de restoran çıkışına ilerledim.

 

"Emir Bey, özür dilerim." kapıdan çıkacakken restoran sahibi adamın sesi ile durup arkamı döndüm.

 

Aniden öyle bir hızla kafayı attım ki bu defa burnu kesin kırılmıştı.

 

"Bu restorana yakında kilit vurmaya hazır ol!"

 

Hızla önüme gelen arabaya binip başımı koltuğa yasladım. Selim ön tarafa geçmişti ve hızla çalışmaya başlamıştı. Onun da kötü halde olduğunun farkındayım ve açıklama yapması gereken kişinin ise onu daha da kötü hale getireceğine eminim.

 

"Orhan Bergen'i ara Selim. Onun düşmanı mı yoksa Metin Alakurt mu bu işi yaptı hemen çözelim. O Bora kimin maşası derhal öğrenmem lazım. " bulduğum yerde belasını sikeceğim onun!

 

"Tamam." derken sesindeki acıyı almıştım. Kendimi kaybedince onun halini unutmuştum, bir de yıllardır yakın arkadaşım olan Aslı vardı. Ne biçim iş lan bu!

 

"İyiler merak etme." dedim biraz yatıştırmak için.

 

"İyiler," diye sessizce teyit etmişti. Ama ikimiz de şu an söylediğimiz ve hissettiğimiz şeylerin arasında ezilip kalıyorduk.

 

***

 

Yarım saat sonra özel ekip toplanmış araştırmaya başlamıştı. İlk bulunan şey şehrin dışına yakın bir yere atılan çantalardı. Şu an önümde Yonca'nın çantası duruyordu ve üst üste titreyen telefonunu duyuyordum. Elime alıp bildirimlere tıkladım. Kardeşi ve Cem mesaj atmıştı.

 

Nur'um

 

"Abla şimdi biz yoldayız, sana acayip dedikodular söyleyeceğim. "

 

"Ece'nin nişanlanacağı çocuğun eski sevgilisi bizim kızı tehdit etmiş. Nişanı basarım diye."

 

"Hahahaha"

 

"Abla niye cevap vermiyorsun? Belli ki eniştem ile güzel vakit geçiriyorsun... Neyse bay."

 

Ablan nerede bilmiyorum Nur. Ama bulacağım merak etme, enişte sözü...

 

Cem

 

"Pişt, kız!"

 

"Aslı nelerden hoşlanır söylesene..."

 

"Kızım bak sen ile Emir mutlu olun diye Somuncu Baba'da dua edeceğim hadi da."

 

Telefonu kapatıp gözümü sıkıca yumdum. Sakin olmam lazım, sakin olmam lazım... Yok olamıyorum.

 

Elime gelen ilk şeyi alıp duvara çaldım. Paramparça olan cam kabın parçaları her yere sıçramıştı. Gizli kullandığımız mekandaki herkes başını kaldırıp bana bakınca parmağımı hepsine doğrulttum.

 

"Yarım saat içinde bir ipucu bulamazsanız, içinde sizinle beraber bu şehri yakarım!"

 

Biraz nefes almak ve mantıklı düşünmek için kendimi dışarı attım. Arkamdan gelen Selim'in ayak sesini duyuyordum.

 

Şu durumlarda rahatlamak için sigara içmek gibi huyum olsaydı keşke ama o da yok. Ama Selim hemen yanımda durup cebinden sigarayı çıkarıp yaktı, bana da uzatınca boş boş baktım.

 

"Al yak bir tane," önce tereddüt ettim ama sonra alıp dudaklarıma götürdüm. Lise zamanlarında içerdim arada uzun zaman sonra ağzımda hissettiğim tat pek de hoşuma gitmemişti.

 

Ama yine de çektim ciğerime, daha önce sağlığıma dikkat edip duruyordum. Ama Yonca yoksa sağlığın da bir anlamı yok ki! O olmadan nefes bile alamazken sigaranın nefessiz bırakması neydi ki?..

 

"Merak etme az kaldı, karşımızda her kim varsa pek akıllı değil. Aklı sıra yaptığımıza karşılık daha sert misilleme yaptıklarını düşünüyorlar." Selim ağaçlara bakarken aklında milyon tane ihtimal geçtiğini biliyordum.

 

"Ama ben onlara misilleme yaparken belalarını sikeceğim bilmiyorlar!" Büyük bir nefes daha çekip nikotinin kanıma karışmasına izin verdim.

 

"Eminim biliyorlardır." Selim düşünceli bakarken ona döndüm.

 

"Aslı'nın babasına haber verdin mi?"

 

"Biliyor." Saatine baktı. "Uçağın inmek üzeredir." Sinirle bir nefes aldı.

 

"Senin bir suçun yok endişelenme. " dedim ama beni duymuyor gibiydi. "Selim!"

 

"Suçum var hatta suçların en büyüğü benim."

 

"Bu yolda senle beraber yürüyoruz Selim. Çoğu şeyi benim söylemem ile yaptın." Sigarayı yere atıp söndürdüm.

 

"Bana yıllar önce Aslı'yı sevmememi söyledin ama ben seni dinlemedim. Kendimi ateşe atmayı tercih ettim, ikimizi de incittim." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

 

"O zaman yanıldım ben Selim. Aşk insanın elinde değil, senin de değildi. Sana kızdığım tek şey Aslı'ya yalan söylenmendi. "

 

"Ne deseydim? Baban silahı alnıma dayadı, senin gibi yetimhaneden çıkmış ne olduğu belirsiz bir adam kızımı sevemez, dedi mi deseydim?" Elleri yumruk olmuştu. "Ya da kızımın yanında bir tek onu korumak için durabilirsin asla yaklaşamazsın yoksa kendi kızımı alıp eve kitlerim, dediğini mi deseydim?

 

"Selim, hata yaptık en başta Orhan Bergen'den yardım almamamız lazımdı." dedim. Pişmandım... Kardeşim gibi gördüğüm adama karşı...

 

"Hata yapmadık, Orhan Bergen olmasaydı Dean Hill istediğimizi yapmazdı. " O da sigarasını söndürüp attı. "Tek hata benim şu lanet kalbim!"

 

Ne diyebilirdim ki?.. Hangimizin kalbi bizi dinliyor ki...

 

"Emir Bey," bilgisayar uzmanı çocuğun sesi ile hızla arkamı döndüm. "İpucu bulduk."

 

Hızla tekrar içeri giderken Selim de hemen arkamdan geliyordu. Telefonuna gelen bildirime bakıp kaşlarını çatınca Orhan Bergen'in geldiğini anladım. Bir de onunla uğraşamazdım.

 

"Anlat." dedim gergince ekrana bakarak.

 

"Şehrin dışında havaalanı yoluna giderken sağa sapılan bir arazi var." Murat adlı çocuğun söylediği yolu biliyordum. "Yaklaşık iki kilometre sonra eski fabrikalar var ama birden fazla yerden sinyal aldık, tam olarak hangisinde olduklarını tespit edemedik."

 

"Hazırlanın!" Adamlara dönüp bağırdım. "Neco ve Selim üç gruba ayrılıyoruz. Aynı anda gireceğiz, zaman kaybetmemek için."

 

"Emredersin abi," Neco ve diğer adamlar silahlarını kontrol etmeye başlamıştı.

 

"Orhan Bergen, bana yeri atın diyor. O da adamları ile gelmiş. " Selim gergince telefonu sıkıyordu.

 

"Lan ben niye bir de bu adamla uğraşıyorum? İşin içine polis karışırsa daha çok başımız ağrır Selim!" Sinirden başıma ağrı saplanmıştı.

 

Seni de sikeyim Emin!

 

"Olma ihtimalleri en yüksek yeri söyle Murat!" dedim bağırarak.

 

"En sondaki fabrika, bir kısmı yanmış. " duyduğum şeyle hemen harekete geçtim.

 

"Emir birlikte gidelim." Selim kolumu tutunca sinirle kurtardım elinden.

 

"Zaman kaybedemeyiz Selim, sen diğerine..."

 

Daha sonra kimseyi dinlemeden arabama geçtim. Arkamdan gelen üç beş araba olduğunun farkındaydım. Gazı sonuna kadar kökleyip yola çıktım.

 

Ne olur iyi ol Yonca... Yoksa ben hiç iyi olmayacağım...

 

Kaç dakikada geldim bilmiyorum ama bana asırlar gibi gelmişti. Arabadan inmeden önce torpidodaki silahı alıp belime koydum. Şimdiye kadar bu namlunun ucu asla bir insana dönmemişti benim tarafımdan ama bugün onun için önüme çıkan herkesi öldürebilirdim. Arabadan iner inmez Orhan Bergen'in arabası önümde durdu. Sinirli şekilde arabadan inip yaşlı olmasına rağmen hala dinç olan vücudu ile önümde dikildi.

 

"Emir!" dedi sert sesiyle. Aslı ile aynı olan mavi gözlerine bakıp kaşlarımı çattım.

 

"Daha sonra Orhan Bey, şimdi bulmam gereken kişiler var."

 

"Evet, birisi benim kızım ve senin isteğin sonucu bu halde."

 

"Benim değil senin kirli bağlantıların yüzünden bu halde." dedim bir adım atıp yanından ayrılmak üzere hareket edince.

 

"Ne diyorsun sen Emir!"

 

"Sonra Orhan Bey sonra..." hızla yanından ayrılıp adamların olduğu yere yöneldim. Selim çoktan Orhan Bey'in yanına ulaşmıştı. Müstakbel kayınbabasına açıklamayı o yapsın.

 

Benim müstakbel kayınbabam ise kızının kaçırıldığınında bir haberdi. Canımı sıkan şey ise gecenin bu saatinde her yerin aşırı sessiz oluşuydu. Ben bu kadar sesli gelmişken neden bu kadar sessiz karşılanıyordum?

 

Hızla eski yanmış fabrikaya doğru ilerledim. Yanımda birkaç adam vardı, Selim ve diğerleri de yandaki fabrikaya doğru ilerliyorlardı. Kapı açıktı... İçeri girdim ama kimse yoktu, içerideki soğuk yüzüme vurmuştu. Yonca'yı bulamamanın acısı yüzüme çarpınca dizlerimde derman kalmadığını hissettim. Kendimi soğuk zemine bırakıp gözlerimi yumdum. Başımın ağrısı gittikçe artıyordu. Siktir git Emin!

 

"Emir," Selim'in sesi ile gözümü açıp baktım. Güzel bir haber almaya ihtiyacım vardı.

 

"Bir şey var mı?" diye sordum umutla.

 

"Yok, buradalarsa da gitmişler." Dediği şeyle kalbimi sıkmıştı bir el.

 

Kendime gelmeye çalışırken derin bir nefes alıp dikkatle etrafa bakmaya başladım. Kendime gelmem ve mantıklı düşünmem gerekti. Kırık dökük kapının köşesinde gördüğüm şeyle gözlerim kocaman açıldı.

 

Kan... Kimin kanı?

 

"Siktir!" Neco da görmüştü benim gördüğümü. Aynı anda içeri giren Orhan Bergen ve adamları ile ortalık ana baba gününe dönmüştü.

 

"Emir!" Gür sesini duysam da dönüp bakmadım. "Emir! Konuşmamız lazım."

 

Cevap vermeden yürümeye başladığımda söylediği şeyle durdum. "Bu adam tek değil, arkasında başkası var yoksa bizimle böyle oynayamaz."

 

"Hadi ya!" sesim büyük fabrikada yankılanmıştı. "Herkes olabilir, belki senin de parmağın olabilir."

 

"Kendine gel Emir! Kendi kızıma zarar verecek bir adam mıyım ben?" Orhan Bergen sinirle bağırıp üzerime yürüyünce Neco hızla araya girmişti.

 

"Sen nasıl bir adamsın ben tam olarak bilmiyorum." dedim dişlerimin arasından.

 

"Sakin olun," Selim araya girince gözlerimi bir saniye sıkıca açıp kapadım. "Şu an kavga etmenin sırası değil, kızları bulmamız lazım. "

 

"Sen bunun hesabını sonra vereceksin Selim! Ne olursa olsun kızımı korumaya söz verdin. O yüzden bu lanet şehirde kalmasına izin verdim ben." Orhan Bergen'in daldan dala atlayıp birilerine kırmasına iyice kıl olmuştum. Yaşına başına bakmadan atlayacaktım üzerine az kalmıştı.

 

"Ben de sizin yanınız daha tehlikeli olduğu için yanımda olmasına izin verdiğinizi düşünüyordum. " dedi Selim sakin ama ima dolu bir sesle.

 

"Selim!"

 

"Emir Bey," Murat'ın sesi ile Orhan Bey devam etmemişti.

 

"Söyle, " dedim sinirimi bastırmaya çalışarak.

 

"Sinyal alıyoruz," derken elindeki tablete bakıyordu "Yaklaşık on dakika önce harekete geçmişler. "

 

"Kahretsin!" Çok az bir zamanla kaçırmıştım. "Şu an gittikleri yön belli mi?"

 

"Evet efendim, otobana çıkmak üzereler,"

 

"Doğu mu batı mı?" diye sordu Selim.

 

"Doğu," dedi Murat.

 

"Siktir! Mardin'e gidiyorlar." dedi Selim dişlerinin arasından.

 

Ben de Orhan Bergen de şaşkın şekilde bakıyorduk.

 

"Nereden biliyorsun Selim?" diye sertçe sordum. Selim önce yüzüme bakıp ardından boğazını temizledi.

 

"Metin Alakurt, muhtemelen sınıra ulaşmaya çalışacak. Oradan onu güvenle alacak birileri vardır ama kızları da yanına alacak. Acele etmeliyiz. "

 

Haklıydı... Hepimiz aynı hızla eski fabrikadan çıkıp arabalara ilerledik. Benim aklımda hala gördüğüm kan vardı. Allah'ım ne olur o iyi olsun... İkisi de...

 

Yonca çok korkmuştur, o silah sesinden bile rahatsız olan birisi. Mardin'de silah sıktığım zaman bana bakışlarını görmüştüm. Ürkek bir ceylan gibiydi... Açık toprak kahvesi gözleri titremişti...

 

Seni özledim Yonca'm...

 

Arabaya binince derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Sol gözümden dudağıma doğru akan ılıklığı hissedince kaşlarımı çatıp sertçe sildim. İnsan sadece fiziksel acıdan ağlamazmış, insan en çok yüreğinin acısından ağlarmış...

 

Benim yüreğim çok acıyor... Benim yüreğim Yonca... Yonca canın acıyor mu?

 

"Hadi hadi," kendime gelmeye çalışıp kontağı çevirdim. Telefonum çalınca iyi bir haber umuduyla hemen elime aldım. Diğer arabalar çalışır vaziyette beni bekliyordu.

 

"Alo," dedim arayan kişiye bakmadan. Karşıdan duyduğum sesle nefesimi tutup dişlerimi sıktım.

 

"Ben de bu kadın senin için önemli sanıyordum Emir ama gelip almadın bile."

 

Metin Alakurt!

 

"Ben seni bulup tüm yedi ceddini siktiğimde göreceksin önemi!" Şu an sakin olmam gerekti ama kıyısına bile yaklaşamıyordum.

 

"Valla onu bilmem Emir. Ama şu an benim elimdeki kadınlar senin söylediğin şey için daha cazip bana." Ve dediği şey ben de son nokta oldu.

 

Arabanın kapısını açıp hışımla dışarı çıkınca diğer arabadaki adamlar da çıkmıştı. Selim beni görünce acele şekilde yanıma gelmeye başladı.

 

"Dokunursan, eğer kılına bile dokunursan senin zerreni bırakmam dünyada!" ben gözüm dönmüş şekilde bağırırken Orhan Bergen karşıma gelmişti.

 

Karşımdaki adamlar da en az benim kadar gergindi. Silahları ellerindeydi.

 

"Hangisinin Emir, kime dokunmamamı istersin?" Adamın sesindeki dalga asabımı paramparça ediyordu.

 

Gözümle Selim'e bakınca yakındaki Murat'a hızla bir şeyler söylediğini fark ettim. Metin Alakurt'un yerini bulmaya çalışıyorlardı. Telefon konuşmasını biraz daha uzatmam lazımdı. Bu adama biraz daha sabretmem gerekti.

 

"İkisine de dokunmayacaksın Metin! Ne istiyorsun, neden bu kadar saçma bir şey yapıyorsun?" Pazarlık istiyordu, sadece intikam peşinde olmadığı belliydi.

 

"İstediğim şey belli Emir Bayar."

 

"Ne istiyorsun lan!"

 

Selim eliyle işaret yaptı, yerini bulmuşlardı.

 

"Sevkiyatı sen yapacaksın, beş tır dolusu silah senin onayınla gidecek ve ben zararımı telafi edeceğim. "

 

Gerizekalı! Düşündüğü plana bak. Sanki bunu yaptığımda beni yakalatacağını ben bilmiyorum.

 

"Tamam," dedim direkt. Zaman kaybetmek istemiyordum.

 

"Tamam mı?" Salak! Dediğim şeyle şaşırdı.

 

"Bu kadın senin için çok önemli anlaşılan, birçok insanın öleceği savaşa ellerinle silah yollayacaksın." Ardından da iğrenç bir kahkaha atmıştı. Sen öyle san orospu çocuğu!

 

"Uzatma Metin, anlaşma için yanına geleceğim, yerini söyle!"

 

Yoo! Öyle olmaz sen bekle imza atacağın kağıdı sana ben göndereceğim biriyle."

 

"Ben o birinin..." derin bir nefes aldım. Sen yap planını, benim planıma göre başına gelecekleri bilmeden. "Tamam." Telefonu kapatıp bana bakan adamlara döndüm.

 

"Şu an Mardin'de." dedi Selim. "Kızlar da muhtemelen onun yanına götürülüyor."

 

"Hızlı hareket etmeliyiz, onlar Mardin'e ulaşmadan güvenle almamız lazım, ardından o Metin ve yanındaki herkesin belasını sikmeliyiz!" Arkamı dönüp giderken Orhan Bergen'in sesi ile durdum.

 

"Mardin'in en güçlü adamından yardım isteyelim." Yüzümü görünce tereddüt etse de devam etti. "Zaman kaybetmeyelim Emir, kızları alsak bile adamı elimizden kaçırabiliriz, daha sonra yine bela olacak."

 

Kimi kast ettiğini biliyordum. Serhat Ovalı... Haklı olduğu yerler vardı ama benim şu an kimseye güvenim kalmamıştı.

 

"Emir, Orhan Bey haklı. Biz kızları aldığımız anda Alakurt'a haber uçacak. Kaçmaması lazım. "

 

"Bilmiyorum Selim, şu an bunları konuşarak bile zaman kaybediyoruz. Gitmemiz lazım!" derken arabama doğru yürümeye başladım. Sadece sağ salim Yonca'm ve Aslı'yı bulmak istiyordum.

 

"Tamam, ben yine de haber vereceğim en azından uzaktan da olsa takip ettirsin. Şu an yerini değiştirip duruyor." Selim'in söylediğine sadece başımı sallayarak karşılık verdim.

 

Bu defa arabayı kullanması için Neco'yu yanıma almıştım. Çünkü hem sinirden ellerim titriyor hem de siktiğimin Emin'i gelmek için beynimi patlatıp duruyordu. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım.

 

"Abi, Murat'ın dediğine göre önümüzdeki araçlarla yirmi beş dakikalık bir farkımız var." Neco beni rahatsız etmemek için kısık sesle konuşmuştu.

 

"Söyle herkes hızlansın." dedim gözlerimi açmadan. Bana cevap vermedi ama hızlandığını anlamıştım. Herkesin önünde gittiğim için diğerleri de otomatik olarak hızlanacaktı.

 

Yirmi beş dakika... Sana sarılmama kalan süre... Sadece yirmi beş dakika...

 

"Dergiye de sizin resminizi koyalım Selim Bey, anladığım kadarıyla bu Emir Bey'le değil sizinle yapılan bir çalışma olacak.''

 

Sesini duyduğum o ilk zaman geldi, Emin'i zihnimden kovup geldiğimde ilk onun sesini duydum. Onun o şirin aynı zamanda da alaylı sesini... Hem tanıdık hem de yabancı... Hem sıcak hem de soğuk... İkimiz için gelen dört yapraklı bir yonca o... Hangimizin inancı, şansı ya da ümidi ve aşkı olacak bilmiyorum. Ama Emin bu savaşı benimle vermekten vazgeçmiyor.

 

"Selim Bey, peki bu başarının ardında Emir Bey'in aile desteği ne kadar? Yoksa kendisi mi her şeyin mimarı?''

 

Diye sormuştu bir açılışta. Benimle ilgili şeyleri merak ediyordu. Ama o gün çantasından düşen Emin'in kartını görünce ben onu deli gibi merak etmeye başlamıştım. Emin ilk defa bir kadına yaklaşıyordu. İlk defa... Özel biri olmalıydı. Öyle de oldu zaten. Benim için...

 

Ve daha bir sürü anı hepsi aklıma dolup duruyordu, yüzünün her karesi zihnimdeydi. Ayrı bir karesi daha zihnime doldu birden. Baş ağrımı görmezden gelmeye çalışırken kendimi daha da zorladım. Ve görüntü daha da belirginleşti.

 

Yonca... Meyve ağaçlarının arasında bana bakıyor... Yüzünde üzgün bir ifade var. Elinde birkaç çağla...

 

"Duymak için gelmeye devam etmem lazım, şimdi söyleme sana gelmem için bana sebep vermeye devam et Yonca, ta ki gelmem için sebep kalmazsa o gün bana cevabını söyle,"

 

Bunu söyleyen bendim, kendi sesimi zihnimde duydum. Sevdiğini mi söyledi bu Emin pisliği?

 

"Ben senin sebeplerini si-"

 

"Abi bir şey mi oldu?" Neco'nun sesi ile kendime geldim. Sesli düşünmüştüm galiba.

 

"Yok bir şey." Başım çatlıyordu sanki. Ama bir anıyı daha hatırlamıştım. Bilinç çatlağı genişliyor muydu? "Niye yavaşladın Neco?"

 

"Abi, kaza olmuş. " dedi gergince.

 

Öne doğru eğilip baktım. Kalbimde bir sızı olmuştu. Birkaç araç hurdaya dönmüştü. Birkaç araç...

 

Neco durunca hızla arabadan inip kaza alanına yürümeye başladım.

 

"Emir!" Selim'in sesi hızla arkamdan geliyordu. Diğerleri de aynı şekilde arabalardan inmişti.

 

Attığım her adımda yüreğime bir çivi batıyordu. Her adımda nefes almam daha da güçleşiyordu...

 

Çevremdeki herkesi itip direkt polislerin arasından geçip enkaza yaklaştım. Orada olmamalıydı...

 

Beni bırakmamalıydı...

 

"Lütfen durun, gidemezsiniz!" önüme çıkan polisi dinlemeden ilerledim. Aynı anda Selim de koluma girip çekmeye başladı.

 

"Emir, beni dinle!"

 

Gözüm sadece enkaza bakıyordu. Orada mıydı? Ama sağlıkçıların çıkardığı kişiler erkekti. İçlerinde kızlara benzeyen kimse yoktu. Yoktu değil mi?

 

"Burada değiller." Selim'in yüksek sesini duyunca durup ona baktım. Yanağımdan akan ılıklık görüş açımı bulanıklaştırıyordu.

 

"Değiller mi?" dedim kısık sesle.

 

Eli koluma uzandı. "Değiller Emir, adam bizimle oynuyor. Çoktan Mardin'e ulaşmışlar, tamamen bizi oyalamaktı amacı. "

 

"Nereden biliyorsun?" diye sordum.

 

Telefonunda bir şeyi açıp önüme tuttu. "Serhat Ovalı attı resmi, adamları bulmuş Alakurt'u."

 

Resme baktım, birkaç adamın arasında duran Yonca ve Aslı'yı direkt gördüm. Yonca'nın elbisesinin birazı yırtılmıştı. Sikeyim!

 

"Delireceğim Selim! Nasıl fark etmedik?"

 

"Eski fabrikaya yanlış telefonu başkası bırakmış. Galiba restorandan çıkınca hızlı şekilde yola çıkmışlar. "

 

"Serhat Ovalı'yı ara hemen!" diye bağırdım. Birinden iyi bir haber almazsam kafayı yiyecektim. Selim çalan telefonu uzatınca hızla aldım elinden.

 

"Alo," Serhat Ovalı'nın kalın sesi kulağıma dolmuştu.

 

"Serhat Bey, benim Emir Bayar,"

 

"Merhaba Emir Bey, son olan şeyden dolayı çok üzgünüm ve bu adamı başınıza sardığım için kendimi çok kötü hissediyorum. " diye açıklama yaparken söylediği şeyler bana bir şey ifade etmiyordu.

 

"Yerlerini bulmuş adamların ben gelene kadar güvenliklerinden emin olmam lazım." dedim.

 

"Merak etmeyin adamlarım uzaktan kontrol ediyor, ben yoldayım Şırnak'tan geliyorum. Endişelenme adamın derdi seninle, kızlara zararı olmaz."

 

"Ya zararı olursa! Benim kimseye güvenim yok ayrıca seninle de görülecek bir hesabım var." dedim öfkeyle. Bu adamı başıma sarmış olması da beni huzursuz ediyordu. Bu adama da güvenim yoktu.

 

"Benim verilemeyecek hesabım yok, sen sana ait olanı al da sonra görüşürüz. Konumlarını atıyorum. " dedikten sonra telefon kapandı. Selim'e uzattım telefonu, o konumu bulurdu.

 

Arabama giderken çalan telefonum ile durdum. Cem arıyordu.

 

"Alo," dedim.

 

"Selam Emir, numaranı lazım olur diye Yonca'dan yürütmüştüm. Yonca'ya ulaşamıyorum iyi mi? Babası da merak etmiş. "

 

Ne diyebilirdim ki şu an? Söylediğim hangi şey ikna edici olurdu?

 

Boğazımı temizleyip "Merak etme," dedim. "Yonca'nın şarjı bitmişti, Aslı ile de sohbete daldığı için fark etmemiştir. Kız gecesi yapacaklardı galiba..." İnşallah sesim titrememiştir.

 

"Tüh, keşke bana da söyleseydi yani nerede olduğunu. Peki yanında mı sesini duyayım?"

 

"Hayır Cem, Aslı'nın evine gittiler. Ben de iş için dışarıdayım, ailesine de haber ver de merak etmesinler." dedim.

 

"Tamam, ben söylerim şey Aslı'nın ev adresini biliyor musun?"

 

"Ne yapacaksın?" Galiba tüm bu olaylar sağ salim bitince Cem, Selim'den iyi bir dayak yiyecekti.

 

"Yonca çağırırsa gidip alırdım." dedi geri adım atıp.

 

"Seni ararsa o söyler, şimdi kapatmam lazım. "

 

"Tamam, görüşürüz, "

 

Telefonu kapatınca gelen mesaja baktım. Şerefsiz Metin Alakurt atmıştı.

 

"Nasıl bir duygu sevdiğini kaybetmek, hatta bunun düşüncesi?"

 

Benimle oynuyordu resmen. Ama yazdığı şeyde mesaj vardı. Sevdiğini kaybetmenin duygusunu sormuştu. Bunun altından kötü şeyler çıkacaktı.

 

Sevdiğini kaybetmenin düşüncesi bile korkunçtu. Yaşadığım hiçbir acıya benzemiyordu.

 

Mesaj kısmını açıp hızla yazdım.

 

"Sen de yakında canını kaybedecek olmanın nasıl bir duygu olduğunu düşün, orospu çocuğu!"

 

Arabama doğru ilerleyince diğerleri de hızla binmişti. Uzaktan bakınca Orhan Bergen'in yüzündeki acıyı görmüştüm. Yıllarca her şeyden sakındığı özellikle kendi hayatından bu yüzden uzaklaştırdığı kızı yine tehlikenin göbeğine düşmüştü. Yonca da sakin hayatını yaşarken benimle ve de Emin'le karşılaşmıştı. Beni sevmesi onun en büyük şanssızlığı olmuştu. Ama benim onu sevmem mucize gibiydi.

 

"Abi Mardin'e gidiyoruz." Neco ben arabaya biner binmez onay bekler gibi konuşmuştu. Cevap vermeden sadece başımı salladım.

 

Araba son hız giderken her şeyi hızla aklımdan geçirmeye çalıştım. Bu şerefsiz sırf ben Yonca'nın öldüğünü düşüneyim diye kendi adamlarına kaza yaptırmıştı. Ya da kendi eliyle bir şey yapmıştı.

 

Neden?

 

Mesele sevkiyatın ötesinde bir şeydi...

 

Düşüncelerden çalan telefonun sesi ile sıyrıldım. Her kaosun ortasında olduğu babam tam zamanında ortaya çıkıyordu.

 

"Alo baba,"

 

"Emir, neler oluyor?" Halimi sormasını tabi ki beklememiştim.

 

"İş yaptığım adamın ihanetine uğradım diyelim."

 

"Güvenilmez insanlarla çalışma diyorum Emir!"

 

"Ben senin güvendiğin kişilerin kefil olması ile bu adamla iş yaptım baba ama gel gör ki adam benim sevdiğim ile sınanmamı istiyor, niye baba?"

 

Birkaç saniye sessizlik oldu, derin bir nefes aldığını duydum.

 

"Serhat Ovalı, saygın bir ağa. Şimdiye kadar bir yanlışını görmedi kimse." Sesi sertti ama soru işareti doluydu, onun da içine şüphe düşmüştü.

 

"Kimseye güvenim yok baba, şimdi tek derdim sevdiğim kadını ve yakın arkadaşımı o şerefsizin elinden almak."

 

"Emir," iki saniye ses gelmedi. "Dikkatli ol oğlum."

 

Ne diyeceğimi bilemedim... Dikkatli ol oğlum, demişti. Hatta sesinde şimdiye kadar duymadığım bir samimiyet vardı. Şaşkınlığımı üzerinden atıp boğazımı temizledim.

 

"Tamam baba," dedikten sonra birkaç saniye aramızda bir sessizlik oldu. Daha sonra da telefon sessizliğe gömüldü.

 

Dahası olmazdı zaten, aramızdaki baba-oğul ilişkisi daha da ileri gidemezdi. Buna Halit Bayar izin vermezdi, onun sınırlarını o istemeden aşamazsın.

 

Olsun, bu da yeter...

 

"Abi geldik," Neco'nun sesi ile gözlerimi açıp önümdeki karanlığa baktım. Henüz Mardin merkezine yakın değildik. "Selim burada durmamızı söyledi abi."

 

Dikkatle önüme bakınca eski binayı gördüm. Çevresinde tek tük ağaç vardı ve olabildiğine siyah kıraç topraklar uzanıyordu. Belimdeki silahı kontrol edip arabanın kapısını açmaya yeltendiğim anda duyduğum silah sesiyle eğildim.

 

"Abi dikkat et!" Neco çoktan şoför tarafının kapısının ardına eğilmiş karşılık vermeye başlamıştı.

 

Orhan Bergen ve adamları da aynı karşılığı vermeye başlayınca gecenin karanlığında silah sesleri yankılanmaya başladı. Jandarmanın gelmesi uzun sürmezdi ama benim hemen kızları bulmam lazımdı. Yonca silah sesinden çok korkar, şimdi kötü haldedir. Aklıma o gelince kontrolüm gidiyordu.

 

"Abi bekle!" Neco arkamdan bağırdı ama umursamadan ilerlemeye başladım. Şimdi birçok kişinin sadece beni korumaya odaklandığını biliyordum.

 

İçimdeki ateş beni yakarken sadece Yonca'yı sağ salim kollarıma almak istiyordum. Hindistan cevizi kokan saçlarına ihtiyacım vardı...

 

Binanın kenarında duran bir adamın kolunu nişan alıp vurdum. Hemen ardında birisi daha vardı. Kızların yanına giden yol olmalıydı, çoğunluk orayı koruyordu. Benim arkamdan gelen Neco diğeri adamı indirince yolum açılmıştı. Adamların çoğu sağ taraftan gelen ateşe karşılık verirken ben sola doğru ilerledim. İçeriden gelen cılız bir ışık vardı ve gecenin karanlığında çok rahat görünüyordu. Eski, yıkık bir kapıya yaklaşınca önüme çıkan bir adamla geriye savruldum. Kafayı sertçe geçirmişti bana ama o tekrar bir hamle yapmadan yumruğumu suratına geçirdim. Karnına gelen dizimle iki büklüm olunca silahın kabzası ensesine inmişti. O yere düşerken ben önümde açılan manzaraya baktım.

 

Karşımdaydı... Benim güzelim...

 

Aslı ile eski bir koltuğa elleri bağlı şekilde yan yana oturuyorlardı. Elbisesinin yırtılan eteği daha da yırtılmıştı. Kıvırcık siyah saçları yüzünün etrafına saçılmıştı. Gözlerini sıkıca yummuştu ve derin derin nefes almaya çalışıyordu. Astım krizi...

 

"Yonca!" derken koşarak içeri ilerledim. O sırada açtı toprak kahvesi gözlerini. Aynı anda Aslı da bana dönmüş derin bir nefes almıştı. O Yonca'ya göre daha sakindi ama çok korktuğu yine de belli oluyordu. "İyi misiniz?"

 

"Geldin," dedi Yonca gözlerinden yaşlar akarken.

 

"Gelmeyeceğimi mi düşündün sevgilim?" diye sordum kafasını dağıtmaya çalışırken.

 

"Emir, çok şey var sana anlatmam gerek," ben ellerini çözmeye çalışırken hızla konuşmaya çalışıyordu.

 

"Tamam, güzelim şimdi acele etme sonra," dedim Aslı'nın da elini çözerken.

 

"Ama Emir," dediği sırada konuşmasına izin vermeden hızla sarıldım kendime çekip.

 

"Bırak şimdi yeniden yaşadığımı hissedeyim sevgilim. " kokusunu içime çekerken boynuna sıkı bir öpücük kondurdum. Bedeninin titrediğini hissetmiştim.

 

"Cilveleşmeyi sonraya mı bıraksanız," Aslı'nın alaylı sesini duyunca geri çekildim.

 

"Haklısın Aslı, baban da partiye katıldı hadi gidelim," dediğim anda kaşları sertçe çatıldı. "Hadi ama kızı kaçırıldı, bunu kaçıramazdı."

 

"Ben babamla gideceğime burada rehin kalırım." diye cırladı Aslı. Ama benim gözüm sevgilimdeydi. Yüzünde büyük bir huzursuzluk vardı, saçlarını geriye doğru yumuşakça tararken hafif yumdu gözlerini.

 

"Çok korktum Emir." derken sesindeki gerginliği hissediyordum.

 

"Hadi gidelim," hızla ayağa kalkıp ikisinin de elini tuttum. Yeterince sıkıntı yaşamışlardı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp Yonca'nın üzerine giydirdim. Elbisesinin nasıl yırtıldığını şimdi düşünmeyecektim. Bugün yeterince delirmiştim.

 

Hızla kapıya ilerlerken kapıda beliren Selim ile duraksadı Aslı. Gözlerinde büyük bir özlem vardı. Koşup sarılmak istiyordu ikisi de... İkisi de yaşadıkları acıyı unutmak istiyordu...

 

Yonca'nın elini tutup ilerlerken Aslı da Selim'e doğru yürümeye başladı. Bizim önümüzdeydi. Bu yüzden biraz yavaşlayıp ikisine zaman vermek istedim. Dışarıdan gelen silah sesleri durmuştu. Güvenlik sağlanmış olmalıydı. Ama o an bir şey oldu. Çok hızlı ama aynı zamanda çok yavaş.

 

Aslı aniden hızlandı, Selim'in soluna doğru bıraktı kendini. Kulağımın dibinde Yonca'nın çığlığını duymuştum. Karanlıktan çıkan Metin Alakurt'un o iğrenç suratını görmüştüm.

 

Sonra görüntü değişti... Fırat'ın mavi sularını gördüm. Uçsuz bucaksız o koştuğum ovaları... Bir çığlık daha doldu kulağıma. Selim'e mi aitti?

 

Ama siyah kıvırcık saçları rüzgarda savrulan bir kadın gördüm. Çığlık atan başka bir adam... Dizim yere değiyordu.

 

"Emir!" Yonca'nın sesini duyuyordum hatta kokusunu da alıyordum. Ama hala başka yerdeydim, hala o kadını görüyordum. Her yer kandı... "Gitme sevgilim!" Yonca bir kez daha gittiğim yerden çağırdı ama gücüm yoktu.

 

Başım birinin elleri arasındaydı, gözlerim kapanırken gördüğüm tek görüntü Selim'in çığlık atarken bir bedene sarılmasıydı...

 

Sonrası karanlık, Emin uyanırken gitmemem gereken bir anda kayıp gidiyordum.

 

Ne olur Emin, bir kez olsun herkese yardımın dokunsun...

 

******

 

 

Bölüm : 04.04.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...