27. Bölüm

BÖLÜM 26 AĞANIN TOPRAKLARI

Sitare Yazar
yzrsitare

"Babama, benden başka bir oğlu olup olmadığını soracağım. Bir ağabeyim var mı cevap vermesini isteyeceğim."

 

Boş gözlerle Emir'e baktım. Selim ve Neco da kollarını birbirine dolayıp arkasına yaslanmıştı. Emir'in gerginliği şimdi ikisinin de üzerindeydi.

 

Emir'in söylediği söz yani babasına soracağı soru normal birisine dahi sorulsa garip bir tepki alabileceği bir soruydu. Ama bu soruyu Halit Bayar'a sorunca muhtemelen en kötü tepkiyi alırdı. O yüzden Emir dünden beri gergindi. Ama böyle bir soruyu neden soruyordu ki?

 

"Emir," dedim kısık şekilde. "Neden babana böyle bir soru soracaksın?"

 

"Aile soy ağacımız için sevgilim." Emir gülümseyerek karşılık vermişti ama sesi pek de öyle değildi.

 

"Abi miras için mi?" Neco'nun çok ciddi şekilde sorduğu soruya Selim gözlerini devirmişti. "Ne ya! Sonuçta bu kadar mal mülk var ortada ben olsam ben de paylaşmak istemem."

 

"He Neco, onun için endişeliyim. Şimdi toprakları eşit şekilde bölmek için kim uğraşacak?" Emir geriye yaslanıp derin bir nefes aldı.

 

"Sana düşmanlık besleyen kişiyle mi alakalı olduğunu düşünüyorsun?" diye sordum. Hafifçe koluna dokunup okşamıştım.

 

Emir içten gülümsemesini huzuruma sunup elimi tuttu. "Zeki bir kadın olduğunu biliyordum ama taşları bu kadar çabuk yerine koyman beni çok etkiledi sevgilim. Haklısın, gelen tehdit mesajları ve Metin Alakurt olayının bile bununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum."

 

"Peki babanın bir çocuğu olduğunu neden düşündün?" diye sordum.

 

"Hediye olarak gelen birkaç fotoğraf ve biraz da Selim'in aydınlatması ile düşündüm. Aslında ilk başta ihtimal vermedim ama babam sürekli sert şekilde üstünü kapatınca şüphe etmeye başladım. Sonuçta gençlikte hata yapmış olabilir ya da kendinde bu saçma hakkı görüp şeytana da uymuş olabilir. Mardin'de bana verilmek istenen fotoğraf da kafamı karıştırdı, babam aynı şekilde onun da üzerini kapatmıştı." Emir'i dinlerken söylediklerinin pek de mantıksız olmadığını fark ettim.

 

"Umarım bu durumun sana zararı dokunmaz abi." dedi Neco. Her zaman olduğu gibi bakışları samimiydi.

 

"Emir'e neden zararı dokunsun? En azından ne var yoksa gerçekleri öğrenmek onun hakkı." Selim'in yüzü diğerlerine göre daha sertti. Rahatsız olduğu bir şey olup olmadığını düşündüm. "Halit Bayar da olsa insanları elinde oynatma hakkı yok."

 

"Öğreneceğiz artık ne varsa. Hadi kalkalım, annem kahvaltıya bekliyor." dedi Emir ayağa kalkarken.

 

"Eee, niye şimdi kahvaltı yapıyorduk o zaman?" diye şaşkınca sordum. Bazen Emir'i hiç anlamıyordum.

 

"Zaman kazanmak istedim, seninle de gitmeden önce olan biteni konuşmam gerektiğini düşündüm güzelim." Emir elime uzanıp beraberinde beni de ilerletmeye başladı. Diğerleri arkada kalırken ikimiz Emir'in arabasının yanına gelmiştik.

 

"Sen halledersin, benim sevgilim güçlü bir adam. Zekan ve iraden sana yardım edecektir." dedikten sonra uzanıp yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

 

"Bak bunları yazıyorum bir kenara Yonca Hanım, azıcık öpüp kaçmak olmaz. Rövanşı fena alacağım ona göre." Emir'in sözlerine gülüp arabaya bindim.

 

Ama o benim aksime aşırı ciddiydi. Dediğini yapacağına adım gibi emindim. Ve bunu sabırsızlıkla bekliyordum.

 

**

 

Araba konağa yaklaşırken oturduğum yerde biraz daha doğruldum. Daha önce buraya geldiğimde bu kadar gergin değildim ama şimdi nedense içimde garip bir his var.

 

"İyi misin?" Emir uzanıp elimi tutunca ona döndüm. Ona destek olmam gerekirken ben gerginlik yapıyordum resmen.

 

"İyiyim, sadece çok sıcak."

 

"Klima çok düşükte, yine de sıcak mı?" Emir klimayı kontrol ederken ben de saçmaladığımı fark ettim. Gerçekten de arabanın içi yeterince serindi ama heyecandan sıcakladım galiba.

 

"Emir, sizinkiler beni biliyor mu? Yani daha önce arkadaşın olduğunu söylemiştin. Ama şimdi..." devam etmedim. Sevgilisinin ailesi ile tanışmaya meraklı gibi görünmek istemedim.

 

"Annem seni biliyor güzelim, ikimizi gördüğü an aramızda bir şeyler olabileceğini düşünmüş. Ben de söyleyince çok sevindi." Konağa giden yola girince Emir'in bakışları sertleşti.

 

"Peki baban?" diye tereddütle sordum.

 

"Hayır, ben bir şey söylemedim. Ama annem mutlaka bahsetmiştir. Babam benim özel hayatımla çok ilgili değil zaten, bu durum üzerinde duracak değil. Onun tek derdi soy ismine herhangi bir şey olmasın."

 

"Nasıl yani!" Şokla bağırınca Emir bana anlamaz gözlerle baktı. "Sizin aileye denk, zengin bir iş adamının kızı ile iş evliliği yapmanı istemeyecek mi? Benim gibi fakir ama gururlu bir kızı kabul mu edecek?" Yeşilçam filmindeki kadınlar gibi konuşunca aniden küçük bir kahkaha attı. "Zaten ayarlanmış bir evlilik anlaşman yok mu?"

 

"Bebeğim bunu söylerken gerçek olma ihtimali canını sıkmıyor belli ki. Çünkü ben şakasıyla bile olsa senin için öyle bir şey düşünmezdim. Ama çok merak ediyorsan söyleyeyim, Mardin'in ileri gelenlerinden birisi babama teklifte bulunmuş." Emir'in son cümlesinde kan beynime sıçramaya başlamıştı. İlk kelimesi çok hoşuma gitse de şu an onu hiç düşünemezdim.

 

"Ne?! Kim o? Ne demek teklifte bulundu? Erkek adama görücü mü gelir? Emir bunu bana neden söylemedin?" Sinirle arka arkaya sıraladığım sorulara güldü. "Benimle alay mı ediyorsun?"

 

Elimi tutup dudaklarına götürdü. "Sadece şaka yaptım, sayende üzerimdeki gerginlik biraz gitti. Yonca güzelim, o bakışlarını düzelt. Gerçekten şaka yaptım."

 

Nasıl baktığımı bilmiyordum ama Emir endişelenmişti. "Yemin et." dedim tehdit dolu bir sesle.

 

"Yemin ederim, kimseye bakmam ben. Gözüm senden başkasını asla görmez benim." Söylediği sözler samimiyetle kalbinden geliyordu. Hissediyordum.

 

"Görürse oyarım ben o gözleri zaten." dedim çocuk gibi.

 

"Oy, eğer senden başkasını seversem acımadan oyabilirsin gözlerimi. Ama şimdi şu işleri bir halledelim."

 

Kafamı çevirince iki adam tarafından açılan konağın devasa kapısını gördüm. Hangi ara geldiğimizi anlamamıştım. Ama buradaydık. Ağanın topraklarına gelmiştik. Halit Bayar'ın toprakları...

 

Emir, arabayı büyük konağın önünde durdururken annesi Emine Hanım kapıya çıkmış, heyecanlı gözlerle bize bakıyordu. Birkaç çalışan olduğunu düşündüğüm kişi de arkasında duruyordu. Ama Halit Bayar görünmüyordu. Benden önce inen Emir, hızlıca gelip kapımı açtı. Aniden yüzüme vuran sıcakla ufak bir afallasam da temmuzun sonundaki bu havayı normal karşılamam gerekti. Hele ki Türkiye'nin en sıcak yeri olan Şanlıurfa'ya bu kadar yakınken...

 

"Evime hoş geldin sevgilim." dedi samimi bir gülüşle. "Burası ilk defa gözüme bu kadar güzel görünüyor."

 

"Bak buna bozuldum işte. Biz bostan korkuluğu muyuz?" Selim'in alıngan yüzünü görünce gülmemi tutamadım. Bu sırada Emine Hanım da dikkatle bize bakıyordu. Hatta kısa şortuma ufak bir bakış atmıştı.

 

"Ama bir Yonca değilsin." dedi Emir elimi tutarken. Bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu.

 

"Ama bir Selim de kolay bulunmuyor." dedi Selim sıcaktan yüzünü buruşurken.

 

"Aman, götüm!" dedi Neco yanından geçerken. Yüzündeki kıskanç ifade Emir'i gülümsetmişti.

 

"Hoş geldin oğlum." Emine Hanım'ın bize doğru gelmesi ile susmuştuk.

 

"Hoş buldum anne.'' Emir annesinin elini öperken benim elimi bırakıp öne doğru eğildi.

 

"Sen de hoş geldin kızım." Emir geri çekilince annesi bana doğru döndü. Bir an ne yapsam diye düşünürken Emine Hanım'ın bana elini uzatması ile eğilip elini öptüm. Ardından samimi şekilde bana sarılmıştı. Buna şaşırsam da samimiyeti çok hoşuma gitmişti. Aynı memnuniyet Emir'in de gözlerinde vardı.

 

Selamlaşma faslını bitirip kendimizi serin salona atınca rahatlamıştım. Bizim için enfes şekilde hazırlanmış bir masa vardı. Emine Hanım çantalarımızın odaya çıkarılmasını söyleyip hepimizi masanın etrafında toplamıştı.

 

"Ablanlar da gelecek birkaç gün içinde. Hem fıstık hasatına katılacaklar hem de biraz tatil yapacaklar." Emine Hanım oğluna bakıp sevecen şekilde konuşunca Emir gülümseyerek baktı.

 

"Evet, haberim var. Özlemiştim hepsini, özellikle Burak ve Miray burnumda tütüyor. Gülsüm ablamla dün konuştum, biraz durgundu sesi." Emir bunu söylerken sesi gergin çıkmıştı. Aynı şekilde Emine Hanım'ın da yüzü gerilince ablası ile ilgili bir durum olduğunu fark ettim. Belki de dün akşam canını sıkan telefon görüşmesi ablasıyla ilgiliydi.

 

"Hadi yiyin, sizin için hazırladım bunları. Bak Selim, seversin sen." Emine Hanım konuyu değiştirip, önünüze doğru tabakları uzatmaya başladı.

 

"Elinize sağlık," dedi resmi şekilde Selim. Selim her ne kadar Emir'in yanında daha rahat olsa da annesi ve babasının yanında çok geriliyordu. Bunu daha önce de fark etmiştim. Hatta Halit Bayar'a karşı soğuk bile denebilirdi. Ama her konuda geçmişlerini pek bilmediğim için haklarında sadece gördüğüm şeylere yönelik yargıda bulunmak istemiyordum.

 

Enfes şekilde hazırlanmış her şeyden yiyip şiştikten sonra geriye yaslanıp üzgün şekilde Emir'e baktım.

 

"Ne oldu?" dedi halime bakıp. Endişelenmişti.

 

"Çok yedim." dedim sessiz şekilde.

 

"Bu her zaman yaptığın şey Yonca." dedi gülerek. Gıcık...

 

"Ama son zamanlarda çok kilo aldım ve şimdi de kendimi tutamadım. Ayrıca sen benim lokmalarımı sayıyorsun?"

 

"Yonca kızım," Emine Hanım'ın sesiyle herkesin bizi dinlediğini fark ettim. "Sen kilolu değilsin, aksine çok güzel bir fiziğin var, endişelenme."

 

"Teşekkür ederim, sadece burası iştahımı çok açtı. Her şey de çok güzeldi, elinize sağlık." dedim hafif şekilde gülümseyerek. Sonuçta müstakbel kaynanamdı. Hanım hanımcık davranmaya özen gösteriyordum. Kulağıma çok güzel geldi. Müstakbel kaynanam...

 

"Endişe etme, şimdi seni bol kalori yakacağın bir yere götürürüm. Tüm yağların erir." Emir'in yüzüne dik şekilde baktığımda garip bir şey söylediğini anlamadı. "Neden öyle bakıyorsun güzelim?"

 

"Bana az önce tüm yağların erir dedin Emir. Benim yağlı birisi olduğumu söyledin." dedim. Yüzümdeki şok ifadesi karşısında ne yapacağını düşünmeye başlayan Emir etrafına bakıp yardım istedi. Ama Selim ve Neco başka yöne bakıp asla ona yardımcı olmayacaklarını gösteriyordu. Emine Hanım da gülerek bizi izliyordu.

 

"Her insanın belli miktarda yağı vardır. Yani sağlık olarak olması da gereklidir. Sonuçta kas kütlesinden oluşmuyoruz. Eğer sen de seni rahatsız edecek miktarda yağın olduğunu düşünüyorsan bu senin için iyi bir fırsat, demek istedim. Demek istediğim tam olarak buydu." Ecel terleri dökerek yaptığı açıklama gözüme aşırı tatlı geldiği için bu defalık onu affedebilirdim.

 

"Tamam ikna oldum, hadi gidelim. " dedim. Emir derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.

 

"Bağa mı gideceksiniz oğlum? Çok sıcak aman dikkat edin." Emine Hanım Emir'e sordu.

 

"Aynen anne, Yonca'yı tüm hikayelerin başladığı o fıstık bağına götürüp, mis gibi kokular eşliğinde hikayeleri anlatacağım."

 

Emir anlatırken şimdiden heyecanlanmıştım. Ara sıra bu taraflara gelirken bağların yanından geçerdik ama tarlanın içine hiç girmemiştim. Özellikle yanımda Emir ile bu toprakları gezecek olmak her şeyi fazlasıyla güzel yapıyordu. Birkaç ay önce hakkında yazı yazdığım her şeyin tam ortasında olmak büyüleyiciydi.

 

"Abi ben de geleyim mi? Güvenlik amaçlı," Neco'nun sorusuyla Emine Hanım sertçe baktı.

 

"Neyin güvenliği Neco? Buralarda ne olacak Emir'e de, güvenlik sağlayasın?"

 

"Öyle değil yenge, malum ortalık karışık. O yüzden şey ettim ben." Neco konuşurken yardım istercesine Emir'e bakınca Emir gülümsedi.

 

"Anne bir durum yok, endişe etmene gerek yok. Hadi gidelim Yonca, Neco sen de dinlen. Bugün benimle gelmene gerek yok." Emir ayağa kalkınca ben de arkasından kalktım. Emine Hanım baştan ayağa bana bakınca ufak bir tereddüt hissettim ama Emir gayet rahat şekilde elimi tutup benimle yürümeye başladı. Ben de ona güvenerek rahat hareket etmeye başladım.

 

"Emir, baban burada değil mi?" diye sordum. Burada olduğumuzu bildiği halde yanımıza gelmemesi garip olurdu.

 

"Tarladaymış, gidince onu da göreceğim." Kapıdan çıkarken söylediği tek şey bu olmuştu.

 

Arabaya binince, Emir'in arkaya uzanıp bana verdiği şapkayı kafama takıp yolu izlemeye başladım. Kahve ve kızılın birleştiği bereketli topraklara baktıkça şehrin kalabalığı ve gürültüsünden kaçmanın şu an ihtiyacım olan tek şey olduğunu fark ettim. Konaktan ters yöne giden yolda yemyeşil ovalar uzanıyordu. Gördüğüm birkaç güzel ata bakarken Emir bunu fark etti.

 

"Onlardan kahve olan Toprak, beyaz olan da Bulut. Binmek ister misin?" Tanıttığı atlara bakıp heyecanla başımı salladım. Dört nala giden bir atın üzerinde olmayı çok seviyordum. Gerçi uzun zamandır at binmemiştim ama Emir yanımda olunca güvende olduğumu hissediyordum. "Ama Toprak daha güçlü yani ikimizi rahatlıkla taşır."

 

"Birlikte mi bineceğiz?" diye sordum.

 

"Evet, saçlarının kokusunu bana getiren rüzgara karşı birlikte dört nala gideceğiz." Emir gülümseyerek bana bakarken aynı şekilde karşılık verdim. Bu sırada da bağ yoluna girdiğimiz için araba beni sallamaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra arabayı durdurdu Emir.

 

İşlerini yapan insanlar başını kaldırıp arabaya bakmıştı. Emir'i fark eden birkaç adam koşarak arabaya doğru gelmeye başladılar. Emir inip benim kapımı açmıştı, ben inince bu defa herkes başını kaldırıp bana bakmıştı. Sanırım Emir'in yanında gördükleri kadının kim olduğunu merak ediyorlardı. Bir de fazla turist gibi görünüyordum.

 

"Gel sevgilim," Emir kolunu omzuma atıp beni yönlendirmeye başladı. Ayağım sürekli toprağa gömülürken yürümesi zor oluyordu. Bu halime yandan bir bakış atıp gülerken ona gıcık şekilde baktım.

 

"Ne var ya! Ayağım gömülüyor, komik mi?" diye çemkirdim.

 

"Sadece güzelliğine gülümsüyorum. Çok tatlısın." Emir'in sözünün sonunda yüzü acıyla kasılınca yürümeyi bıraktım.

 

"İyi misin? Emin mi?"

 

"Galiba, başım çatlıyor sabahtan beri. Özellikle buraya her geldiğimde bir şey oluyor." Sakinleşmeye çalışıyordu.

 

"Sakın gitme Emir, bak sen her gittiğinde bir şey oluyor. Emin'le yalnız bırakma beni." Tekrar yürümeye başladık.

 

"Ben de bırakmak istemiyorum güzelim, malum her yalnız bıraktığımda şerefsiz sevgilimin üstüne atlıyor." Sinirli sesine gülerken karşıdan gelen adamla duraksadım. Halit Bayar tıpkı Emir'in yürüyüşüne benzer yürüyüşü ile bakışları bizim üzerimizde yaklaşıyordu. Emir de sert ifadesi ile babasına dönüp beni birkaç adım geride bırakarak ilerledi. Babasının yanına gidince uzanıp elini öpmüştü.

 

Şimdi çalışan herkes işini bırakmış ikisine bakıyordu. Bir yanda Halit Bayar diğer yanda onun oğlu Emir Bayar aşırı heybetli duruyorlardı.

 

"Hoş geldin, nasılsın?" Halit Bey'in sesi kalın ve ürkütücüydü.

 

"Hoş buldum baba, yalnız gelmedim." Emir aniden dönüp beni gösterince far görmüş tavşan gibi kaldım. Halit Bayar sert bakışları ile bana baktı.

 

"Hoş geldin, sefalar getirdin."

 

"Hoş buldum, teşekkür ederim." Konuşan bendim ama sesim başka bir yerden çıkmış gibiydi. Sevgilimin ailesi ile resmen tanışıyordum ama asla uygun vaziyette değildim. Hem gerginlik hem de aşırı sıcaktan su içinde kalmıştım. Sanki kılık kıyafetim de pek uygun değil gibiydi.

 

"Yürüyelim biraz baba, Yonca sen de fıstık toplayanlar ile fıstık toplamak ister misin?" Emir'in sesiyle biraz kendime geldim.

 

"Tamam, ben şuradayım." Bol gölgenin olduğu büyük bir ağaca doğru yöneldim. Emir babası ile yalnız konuşmak istiyordu. Onlar giderken merakla bana bakan kadınların yanına ilerledim.

 

"Kolay gelsin." Hepsine tebessüm edip baktım ama yüzlerinin yarısı yazmayla kapalı kadınlar gözlerini kapatıp işlerine döndüler. Pek de sevecen bir karşılama olmamıştı. Tabi yine de inatçı olduğum için kendimi sevdirebilirim diye düşündüm. "Nasıl topluyorsunuz? Bana da gösterir misiniz?"

 

İçlerinden en küçük olduğunu düşündüğüm bir kız öne çıkıp yanıma geldi. Önce kısa kot şortuma bakıp gülmüştü sonra eliyle fıstık dalını gösterdi.

 

"Buradan koparıyorsun abla," dedi eldiven olan eliyle fıstığı koparırken. Uzakta çalısan erkekler olduğum tarafa kaçamak bakışlar atarken ortama pek de uygun olmadığımı fark ettim.

 

Kadınlar tüm bedenini, yüzleri dahil güneşten korumak için kapatmıştı. Güneş kremi kullanmış olsam da şimdiden her yanım kızarmaya başlamıştı. Valla onlar işi biliyordu, rezil olan bendim. Kızın gösterdiği gibi birkaç deneme yapıp başarılı şekilde fıstığı dalından ayırdım. Ama neden kadınlar bana bakıp gülüyordu onu anlamamıştım.

 

Aniden gözüme değen bir şeyle minik bir çığlık atıp geri çekildim, tabii ayağım kayınca da kendimi toprağa gömülürken buldum.

 

"Aman, dikkat edin!" Birisi elimi tutup beni kaldırdı, üstüm başım mahvolmuştu. "Üst dallardan parça kopuyor. Gözünüze dikkat edin."

 

"İyiyim iyiyim, sorun yok." desem de birkaç dakika içinde mahvolmuştum. "Çok eğlenceli." Ağacın diğer köşesine gidip işe devam ettim. Kafamdaki şapka sayesinde işi daha kolay yapmıştım. Ama çok yorucuydu ve sıcaktan bunalmıştım.

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra elimi kaldırıp yeniden fıstığa uzanınca arkamda hissettiğim gölge ile döndüm. Emir bana gülümseyerek bakıp elindeki beyaz ince şalı belime sarmaya başladı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Bu sırada Emir bana doğru eğilip şalı arkadan geçirdi.

 

"Bacaklarını kendime saklıyorum ve güneşten koruyorum. Ayrıca şu kadar kısa sürede nasıl bu hale geldin?"

 

Şalı belime sarıp eserine bakmak için geri çekildi. Bakışları gayet memnundu ama başta kıyafetimin sorun olmadığını söylemişti.

 

"Neyden rahatsız oldun?" diye sordum, başımla da şalı göstermiştim.

 

"Bir şeyden rahatsız olmadım, sadece olduğumuz yerin ne kadar cahil olduğunu unuttum. Kendini kötü hissetme güzelim."

 

Ama hissetmiştim, garip bir duyguydu. İlk defa giydiğim kıyafet sorun oluyordu.

 

"Yonca asma güzel yüzünü, bazen ben de unutuyorum nasıl bir hayatım olduğunu." Emir'in bakışlarından ne kadar canı sıkıldığını anlayabiliyordum, daha fazla onu zorlamak istemedim.

 

"Emir Bey, göster bakalım fıstık nasıl toplanır?" dedim gülerek. Bu sırada da yanına biraz daha yaklaştım. Emir aniden beni önüne çekip ağaçla arasına saklayıp başını omzuma yasladı.

 

"Şimdi güzelim," Elimi tutup yukarıdaki bir fıstık salkımına uzandı. "Hem narin hem de sapasağlam duran bu fıstık yumuşak dokunursan avucuna gelmez." Elimi kendi eline göre hareket ettirip salkımı düşürdü. "Ama biraz sert dokunursan kırılıverir. Bu hayatta kırmayı sevdiğim tek şey bu fıstık salkımı. Onu da senin için fıstık ezmesi yapmak istiyorum." Eğilip şakağıma yumuşak bir öpücük kondurdu.

 

"Sanatsal bir anlatım oldu, etkilendim." Dönüp koyu gözlerine bakıp kendime güzel bir şölen sundum. Ama bakışları sertti. "Her şey yolunda mı? Babanla ne konuştunuz?"

 

"Pek bir şey konuşmadık, işlerle ilgili. Pek artistlik yapamadım. Gittiğim kadar havalı gelemedim." dedi oflayarak.

 

"Kafanı takma, bugün çok yorgunsun zaten. Kendine yüklenme bu kadar, yavaş yavaş hallet her şeyi." dedim elini okşarken.

 

"Haklısın sevgilim, bugün dinlensem iyi olur. Hadi konağa dönelim." Emir'in sesi yorgun çıkıyordu. Daha fazla yorulmaması için elini tutup arabasına yöneldik. Bu sırada da yolun karşısında arabasına binen Halit Bayar'ı gördüm. Bu kadar sert ve mesafeli oluşu sinirimi bozmuştu.

 

Geldiğimiz yoldaki yeşil ovalara bakarken Emir arabayı yavaşlattı. İleriye baktığımda, gelirken gördüğüm kahve ve beyaz gördüm yeniden.

 

"Ata mı bineceğiz?" diye sordum hevesle.

 

"İster misin?"

 

"Çok isterim." Ellerimi çırpıp bize yaklaşan atlara baktım. "Böyle özgür mü dolaşırlar hep?"

 

"Dönecekleri yolu iyi biliyorlar. O yüzden istedikleri yere gitmekte özgürler." Araba durunca ilk ben indim. Resmen üzerimize doğru geliyordu iki at.

 

"Özlemişler beni." Emir de arabadan inip yanıma gelmişti. "Uzun zamandır onlarla ilgilenmedim." Kahve olan iri at hemen Emir'in önünde durup başını eğmişti. Emir atın yelelerini severken diğer beyaz at da onun yanında durmuştu. "Özledin mi beni kızım? Bak bu defa yalnız değilim, gözleri senin rengin gibi toprak kahvesi." Bana bakıp elimi tuttu. "Beni tıpkı senin gibi özgür hissettiren bir kadın, kendimi de tıpkı sana bıraktığım ona bırakıyorum. Öylesine bir özgürlük işte..."

 

Onu tanıdığım günden beri sürekli farklı bir yanını gördüğüm adamın bugün de farklı bir yanını gördüm. Romantik ya da etkileyici sözler söyleme gayretinde değildi. Tamamen kalbinden dökülen içini döktüğü sözlerdi. Emir Bayar'ın yalnızlığının ifadesiydi. O an onun bakışlarına dayanamayıp ayaklarımın üzerinde yükselip Emir'in ensesini kavradım. Dudaklarına kapanırken en son gördüğüm Emir şaşkın bakışlarıydı. Buna benim cesaret etmiş olmam beni de şaşırtmıştı ama artık ondan uzak olmayı sevmiyordum. Yakın olabildiğim kadar yakın olmak istiyordum.

 

Heyecandan kalbim aşırı hızlanınca yavaşça geri çekildim. Ama Emir aniden belimden kavrayıp beni kendine çekti. Dudaklarımız hafif ayrılmıştı. "Öpmek öyle olmaz sevgilim." Bu defa sertçe dudaklarımı kavrayan o oldu. Belki de ilk defa beni böyle öpüyordu. İstekli ve ateşli...

 

Ayaklarımın üzerinde yükselip daha da sıkı sarıldım. Emir'in belime sardığı şal çoktan yeri boylamıştı. Başımdaki şapka da yerdeydi.

 

Emir alt dudağımı hafif ısırıp geri çekildi. Dağılmıştım, resmen ayak üstü iki dakikada beni mahvetmişti.

 

"Emir," dedim kısık sesle.

 

"Hmm," Emir alnını alnıma dayadı. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordu.

 

"Sevgilim atların önünde ayıp olmuyor mu?" Kafamı çevirince bize dikkatle bakan iki ata güldüm.

 

Emir de büyük bir kahkaha atmıştı. "Evet, çocuklara yakalanan anne baba gibi olduk. Ama sen de bu kadar tatlı olmasaydın ne yapayım? Kendimi zaten zor tutarken bir de sen bu kadar cesur olunca çaresiz kaldım."

 

Haklı sebeplerini dinlerken gülümsedim. O da aynı benim gibi uzak olmayı sevmiyordu. Bu durumda ona asla kızamazdım, hele ki benim ondan bir farkım yokken...

 

"Hadi gel," Emir elimi tutup kahve ata doğru kendiyle beni de çekti. "Önce sen bin." Atın kenarında durunca normalden büyük olduğunu fark ettim. Hafif korktuğumu gören Emir aniden belimden kavrayıp atın üzerine binmemi sağladı.

 

"Yavaş olsana ya!" diye bağırırken atın yelelerini tutmaya çalıştım. Benim korkum atı da huzursuz etmişti. Yerinde kıpırdanmaya başlayınca Emir de aniden atlayıp üzerine bindi. Şimdi daha rahattım çünkü Emir belimi kavramıştı.

 

"Hadi özgürleşelim..." Kulağıma dolan fısıltısı ile arkaya bakıp gülümsedim. Onun da gülüşü benim yansımam gibiydi.

 

Hızlı şekilde koşmaya başlayan Toprak'ın arkasından Bulut da koşmaya başlamıştı. Uzun zamandır bu kadar özgür ve coşkulu hissetmemiştim. Emir ata hakim şekilde sürerken at kendi bildiği yollardan gidiyordu. Kendini nerede özgür hissediyorsa o yolda koşuyordu. Emir ile ben de bugün özgürdük. Tüm zincirlerden kurtulmuştuk şu kısa sürede. Bana sımsıkı sarılıp başını omzuma koymuştu. Belimde olan ellerini tutup sıktım, onunla ne kadar mutlu olduğumu anlatmak istiyordum.

 

Yeşil ovanın ortasına gelince atı yavaşlatan Emir değişik bir ıslık çalmıştı. Bunun üzerine iki at da durup sakince otları yemeye başladılar. Emir benden önce inip belimden tuttu, beni de yanına indirdi.

 

"Çok güzeldi, resmen uçuyor gibi hissettim." dedim neşeyle.

 

"Benim için de ilk defa bu kadar güzeldi. Çünkü yanımda sen vardın." Elimi tutup tersini dudaklarına götürmüştü. "Hadi gel biraz yürüyelim."

 

Mis gibi kokuların burnuma dolduğu serin rüzgarın saçlarımı savurduğu ovada yürümeye başladık. Şimdiden kendimi çok iyi hissediyordum, bu tatil bana çok iyi gelecekti.

 

"Küçükken yurtta olmadığım her anda koşup buraya gelirdim." Emir bana bakmadan konuşuyordu. Zihni anılara dalmıştı. "Yalnız hissettiğim ve kaçmak istediğimde gidecek tek yerim burasıydı. Gidecek tek yerimde de bu iki attan başka yine kimse yoktu. Zihnimde yaşayan bir adam ve ben... Kaybolmuş anılar içinde acı çekip dururdum. Bugün bile geçmeyen acılarım var, kalbimin bir köşesini sancıtan acılar..."

 

Emir susup gözlerime baktı. Çaresiz kaldığını haykırıyordu bakışları. "İstemediğim birisi olmak üzereymişim gibi hissediyorum. Korkmaya başladım Yonca."

 

"Hiç kimse seni olmadığın birisine çeviremez Emir. Sen her ne konumda olursan ol, yine Emir'sin. Olduğun yeri sen şekillendirirsin ve bunu da en harika şekilde yaparsın." Beni dinlerken inanmaya çalıştığını görüyordum. Kendine açık bir kapıdan aydınlık aradığı çok belliydi.

 

"Umarım güzelim, umarım pişman olacağım şeyler yapmam. Eğer hayat beni o konuma getirirse kendimden nefret ederim." Derin bir nefes alıp karşıya bakınca sustu. Yolun kenarında duran araçtan inen adamı görünce şaşkın şekilde baktım.

 

"Serhat Ovalı değil mi şu adam?" diye sordum. Öndeki araçtan tek inmişti. Birkaç adam da arkasındaki araçtan iniyordu.

 

"Evet o, ne işi var burada?" Emir elimi tutup benimle birlikte yola doğru yürüdü.

 

Serhat Ovalı dikkatli şekilde ikimize bakıyordu. Esmer yüzünde sert bir ifade vardı. Daha önce pek dikkat etmemiştim ama yapılı bir vücudu vardı. Üzerindeki dar gömlekle bu bariz belliydi. Otuzlu yaşların sonunda gösteriyordu ama dinç bir yapısından dolayı farklı algılanıyordu.

 

"Merhaba Emir Bey, uzaktan görünce siz misiniz diye bir an tereddüt etmiştim ama daha sonra burada bu şekilde iyi at binen yok diye hatırladım." Adamın yüzündeki gülümseme pek samimi gelmemişti.

 

"Merhaba, benim burada olmam normal ama size şaşırdım. Hangi sebeple sizi görüyorum?" diye sordu Emir. İfadesiz yüzünden duyguları okunmuyordu.

 

"Size de merhaba Yonca Hanım." Serhat Ovalı'nın bakışlarından rahatsız olan Emir bir adım önüme geçti.

 

"Merhaba," dedim kısaca. Bu adamla çok de konuşmak istemiyordum.

 

"Ben her yıl bu tarihte bu topraklara geliyorum Emir Bey. Sadece sizinle bugün karşılaştık." Adamın sesi sertleşmişti.

 

"Hangi sebeple?" diye tekrar sordu Emir.

 

"Annemin ölüm yıldönümü sebebiyle." dedi Serhat Ovalı. Emir'in bakışları kısılmıştı. "Hem öldüğü hem de mezarının olduğu yer burası."

 

"Anladım, başınız sağ olsun." Emir bu defa daha sakin karşılık vermişti. "Yapabileceğim bir şey olursa buradayım."

 

"Annemin mezarına benimle gelir misin?" Serhat Ovalı resmi ifadeyi kaldırıp bir adım Emir'e yaklaştı. "Anneme bir sözüm vardı da."

 

Emir anlamaz bir ifadeyle bakmaya başladı. Aynı şekilde ben de boş boş bakıyordum. Annesinin Emir ile ilgisi ne olabilirdi ki? Ama Emir kaşlarını çatınca benden farklı bir şey anladığını fark ettim.

 

"Annenizin adı neydi?" diye sordu Emir sertçe.

 

"Narin Söğüt," Serhat Ovalı da aynı sertlikle yanıt vermişti.

 

Bu sırada Emir'in yüzü gerildi. Kaşları çatılmıştı, yumruk yaptığı iki eli de kızarmıştı. Emin şu an uyanmaya çalışıyordu ve Emir'in duyduğu isim her kimse kayıp anıların anahtarı olabilirdi.

 

"Burada öldü," diye devam etti Serhat Ovalı. "Fırat'ın azgın sularında boğuldu. Cesedine bile günler sonra ulaşıldı."

 

Serhat Ovalı öyle bir nefretle konuştu ki bunun suçlusu Emir'in kendisiymiş gibi bakıyordu. Emir'in de yüzü duyduğu şeylerden dolayı gerilmişti.

 

"Bunları bana boşuna anlatmıyorsun değil mi?" diye sordu Emir. Korkusu bunların en yakınındaki kişi yüzünden olması ihtimaliydi. Kafasında şimdiye kadar yaşadığı şeylerin döndüğüne emindim.

 

Aradığı düşman karşısında olabilirdi. Korkuyla ikisine bakıyordum.

 

"Ne boşuna anlatıyorum bunları ne de buraya boşuna geldim. Ama her şeyi konuşacak yerimiz burası değil." Serhat Ovalı kısa bir süre bana bakıp tekrar Emir'e döndü.

 

"Tamam, nereyi istiyorsan oraya gidelim."

 

"Gidelim, iyi günler Yonca Hanım." Serhat Ovalı'ya sadece başımla karşılık verdim. Adam arkasını dönüp onu bekleyen araçlara doğru ilerledi.

 

"Emir, neler oluyor?" Ama Emir bana bakmadı. Yüzünde düşünceli bir ofade vardı.

 

"Yonca, Neco'yu arıyorum. Gelip seni alsın, ben de sonra yanına geleceğim." Daha ben cevap vermeden telefonu kulağına götürmüştü. "Alo Neco, hemen konağın altındaki ovaya gel."

 

Telefonu kapatıp yol kenarında duran arabalara baktı. Serhat Ovalı arabasına geçmiş bekliyordu.

 

"Her şey yolunda değil mi?" diye sordum. İçimde bir huzursuzluk vardı.

 

"Bilmiyorum, umarım her şey yoldan çıkmak üzere değildir. Ama bu adam buraya kadar boşuna gelmedi. Varsa bir şey artık ortaya çıksın." Emir'in bakışları arabada oturan adamdaydı.

 

"Dikkatli ol ama, içimde bir huzursuzluk var." dedim sıkıntıyla.

 

"Merak etme, beni bekle. Geleceğim." Eğilip saçlarımdan öptü.

 

Neden böyle hissediyordum? Neden kötü bir şey olacakmış gibi bir his doluyordu içime?

 

Birkaç dakika sonra Neco gelince Emir onun yanına gitmemi istedi. Bir adam da onun arabasını getirmişti. Arkamı dönüp giderken bir kez daha sevgilime baktım. Bakışları başka yerdeydi...

 

**

 

Sessiz şekilde oturmaktan sıkılıp benim için hazırlanan odadan çıktım. Eve gelince direkt duş almıştım ve düşünmektense uyumanın daha iyi olduğunu düşünüp biraz kestirmiştim. Şimdiyse havanın karardığını ve herkesin dışarıdaki verandada oturduğunu gördüm. Herkes dediğim de Emine Hanım ve Neco'ydu. Ben konağa gelince Selim de acele şekilde çıkmıştı. Galiba Emir'in yanına gitmişti.

 

"Gel kızım, senin için yemek hazırlayayım mı?" Emine Hanım yanındaki sandalyeyi benim için çekmişti.

 

"Hayır, teşekkür ederim. Hiç aç değilim, Emir gelince onunla yerim bir şeyler." dedim.

 

"Maşallah, birbirinize çok yakışıyorsunuz. Sizi ilk gördüğüm an aranızdaki çekimi görmüştüm. Emir de ilk defa bir kadını buraya getirdi. Onun adına ne kadar mutluyum anlatamam." Emine Hanım sevecen şekilde elimi tutup sıktı.

 

"Çok teşekkür ederim, yeni her şey aslında. İnşallah her şey çok güzel olur." dedim. Utanarak başımı eğdim, hevesli gibi görünmek istemiyordum. Rol yeteneğim son günlerde çok gelişti.

 

Önüme gelen çayı içerken sıcaktan bunalıp saçlarımı tepemde topladım. Biraz serinlik vardı ama üzerimdeki gerginlik havanın beni boğmasına neden oluyordu. Aniden konağın önünde duran araba ile kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Ellerim titremeye başlamıştı.

 

"Hayrolsun," dedi ayağa kalkan Emine Hanım. Ben de ayağa kalkıp arkasından yürümeye başladım.

 

Kapıyı açan iki adam geri çekilince üstü başı dağılmış bir adam nefes nefese içeri girdi.

 

"Halit Ağamı vurdular!"

 

**

 

 

Bölüm : 28.06.2025 19:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...