28. Bölüm

BÖLÜM 27 TURNAM

Sitare Yazar
yzrsitare

****Emir Bayar

 

Doğduğum günden bu yana ben hep bir akıntının içindeydim. Dalgalar beni nereye sürüklerse o tarafa gidip hayatta kalmaya çalıştım. Ama artık bitti... Artık ben ne istersem o olacaktı.

 

Önümde giden siyah aracın içindeki Serhat Ovalı uzun zamandır içime şüphe tohumları eken bir adam. Her ne kadar yaşanılan şeylerin altından Metin Alakurt çıksa da tam anlamıyla ikna olmamıştım. Özellikle onu hayatıma sokan Serhat'ın ta kendisiyken...

 

En kusursuz görünen şeyler üzeri örtülmüş kusurlardan oluşur. Bu adam da kusursuz görünerek en büyük şüpheyi içime atmıştı.

 

Bir de o isim... Narin Söğüt... Duyduğum andan itibaren kalbimi sıkıyordu. Kimdi? Daha önce bu ismi nerede duydum?

 

Başım çatlamak üzere, sevgilimin dudaklarının tadı hala benimleyken ve güzel bir gün geçirmemiz gerekirken Emin uyanmak için beni öldürmeye çalışıyor. Ama bugün onu ben öldürüp gelmesine izin vermeyeceğim. Hayatımın merkezinden çıkaracağım artık onu...

 

Telefonumun çalması ile arabayı biraz yavaşlattım. Öndeki araç da hızıma göre gitmeye başladı.

 

"Alo,"

 

"Emir, nereye gidiyorsun? Yonca eve tek geldi?" Selim'in sesinde bariz bir endişe vardı. Zaten son zamanlarda hep diken üstündeydi. Onun gergin halini Aslı'nın gidişine yoruyordum ama farklı bir hali var gibiydi. Ne olursa olsun yanımdan uzaklaşmayan adam benden uzaklaşıyordu.

 

"Ona dikkat et Selim, benim yüzleşmem gereken biri var."

 

"Ne yüzleşmesi, kim?" Selim'in sesi daha da endişeli gelmeye başladı.

 

"Serhat Ovalı çıktı karşıma, her ne istiyorsa konuşmaya gidiyorum. Sen onun annesinin mezarının burada olduğunu biliyor muydun? Adı Narin Söğüt." İsmi söyleyince yeniden buruk bir his doldu içime. Ayrıca Serhat ve kadının soy isminin farklı olması da şüphe uyandırıcıydı.

 

Konuşmam bitince karşıdan ses gelmediğini fark ettim. Ama bir rüzgar sesi ve kapının açılıp kapanma sesini duydum. "Emir, beni bekle! Benimle konuşmadan dinleme onu!"

 

Aniden bağırıp endişeyle konuşması sinirimi bozmuştu. Benim bilmediğim ama onun bildiği bir şey vardı. "O sesine dikkat et, ayrıca şimdilik tek başıma konuşacağım onunla!" Telefonu kapatıp Selim'in son söylediği şeyi dinlemedim. Madem benden gizli iş çevirdi, sonuçlarına katlanır.

 

Hızımı arttırınca öndeki araba da hızlandı. Yaklaşık beş dakika sonra nehrin karşı kıyısında yüksek bir tepede arabalar durdu. Serhat Ovalı inince torpido gözündeki silahı belime takıp öyle açtım kapıyı. Bu adamın niyetini bilmediğim için asla güvenemezdim.

 

Arabadan inince kısa bir süre etrafi taradı gözlerim. Başımdaki ağrının şiddeti dayanılmaz seviyeye gelmişti. Ama Emin'i baskılamak için direniyordum. Bugün gelemeyeceksin Emin!

 

Fırat Nehri'ni bu tepeden seyretmemiştim. Aşağı kıyı konağa yakın olduğu için babam hep orada oynamamıza izin verirdi. Bu kadar uzak bir tepeye gelmeme müsaade etmemişti. Ama şimdi görüyorum ki suyun en derin ve azgın suları burada...

 

Sırtı bana dönük şekilde suya bakan adama yaklaştım. Geldiğimin farkında olduğu halde dönmemişti. Sinirimi bozan hareketlerinin sonunda kafayı gömeceğim o olacak!

 

"Fırat üstüne anlatılmış efsaneleri bilir misin Emir Bayar?" Yanına gidip ona bakmadan suya döndüm yüzümü. "Genelde acıklı hikayeler hepsi, acımasız ölümler... Masumların vahşice katledilmesi ama cezasız kalışı..."

 

"Hep duydum, cehaletin olduğu her yerde olduğu gibi bu topraklarda da duydum..." dedim. Başını sallayıp beni onayladı.

 

"En acısı da ne biliyor musun? Bu toprakların insanı olmadığı halde bu topraklarda ölüme mahkum edilmiş kişiler de var." Yüzünü çevirip sert bakışları ile bakmaya başladı. Bir düşman gibi...

 

"Bana anlatmak istediğin bir şey var." dedim.

 

"Doğru bildin, sana anlatmak istediğim bir hikaye var. Ben sana hikayeyi anlatayım sen de kararı ver." Bir adım yaklaştı.

 

"Neyin kararını?" diye sordum. Üstü kapalı konuşması gittikçe asabımı bozuyordu.

 

"Suçlu ve suçsuzun kararını."

 

"Sen anlat önce, hikayeye göre ben de kararımı veririm." dedim. Bugün artık hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu.

 

"Ama burada olmaz, beni takip et." Sözünü bitirip beni dinlemeden yürümeye başlayınca sabır çekip ben de ardından gittim. Biraz daha tepeye çıkıyordu.

 

Yüz adım kadar sonra etrafı korunaklı hale getirilmiş bir mezarın başında durdu. Tek bir mezar vardı, etrafında herhangi bir yaşam izi yoktu. Özel mülk olan bir arazinin ortasına yapılmıştı sanırım. Mezar taşında ise sadece kısa bir yazı vardı.

 

"Geri dönemedi..."

 

"Geri dönemedi..." Serhat yazıyı okuyup yüzünü bana çevirdi. "Dönebilseydi eşine ve çocuklarına kavuşacaktı."

 

"Kim? Anlatacak mısın yoksa ben hiçbir şey anlamadığım bu bilmeceyi çözmek için daha ne kadar kafamı patlatacağım?" Sabrım taşmak üzereydi.

 

"Seni sabırlı bir adam sanırdım Emir." Bir kaşını kaldırıp ukala şekilde bakması üzerine elimi cebime koyup bir adım yaklaştım.

 

"Ben sabırlı bir adamım ama sanki sana biraz kıl oluyorum Serhat, farkında mısın bilmiyorum." Sözüme gülüp cevap vermedi. Daha sonra tekrar mezara dönüp yüzünü bana çevirmedi.

 

"Çok eskiden bir yörede dünyalar güzeli bir kız yaşarmış." Sonunda konuşmaya başlayınca baş ağrımı bastırmaya çalışıp dikkatle dinlemeye başladım.

 

"Güzelliği dilden dile Midyat yöresinde yayılmış. Tabii yaşı küçük olduğu ve sahip çıkan da olmadığı için bir ayağı aksak çobana verip başlarına bela gelmesin demiş akrabaları. Bu çoban kızı çok sevmiş ama işte gücü olmayınca ona istediği hayatı sunamamış. Bir de insanların ikisini yakıştırmayıp kınayan bakışlarına maruz kalıp durmuşlar. İki oğlu olan bu talihsiz çift Mardin'in ileri gelen aşiretinin ağasının yanında işe girmişler.

 

Dünyalar güzeli kadının en küçük oğlu henüz bir yaşında yanında, tüm işleri yapıyormuş. Diğer oğlu yedi yaşında babasının işlerine yardım ediyormuş. Günler böyle geçerken bir gün başka bir yöreden bir ağa oğluyla iş görüşmeye gelmiş. Ağanın oğlu bu dünyada istediği her şeyi alabileceğini düşünen acımasız birisiymiş. Dünyalar güzeli kızı görünce onu istemiş. Kadının evli ve çocuğu olduğunu öğrendiği halde vazgeçmemiş. Birkaç gün içinde misafir olduğu ağayı ikna edip kadının ona verilmesini sağlamış."

 

Serhat derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. İçimde büyüyen bir huzursuzluk ile dinliyordum. Şüphe duymaya başladığım tek bir kişi vardı.

 

"Memleketinden koparılan bu kadın, aynı zamanda çocuklarından ve eşinden de acımasız şekilde koparılmış. Saraylar, zenginlik ve daha birçok şey vadedilmiş ama o fakir hayatını istemiş. Bir ayağı aksayan kocasını ve küçük iki oğlunu istemiş. Ama kapatıldığı konaktan çıkmasına izin verilmemiş.

 

Ama en acısı da elinden alınan karısının hasretine dayanamayan adam bir gün kendini aşmış. Hem de yedi yaşındaki oğlunun gözü önünde. Mahvolmuş herkes, bir yaşındaki küçük çocuğu akrabaları almış, bir gün de bakmak istemeyince yetimhaneye vermişler. Yedi yaşındaki oğlanın gidecek yeri yokmuş, annesini bir eşya gibi satan ağanın yanında azap olarak kalmış.

 

Aradan zaman geçmiş, zorla alıkonulan kadının bir oğlu olmuş. Dört bir yanda kutlamalar yapılmış. Çünkü onu yanına hapseden adamın oğlu yokmuş. Pamuklara sarılmış bu oğlan, aşiretin göz bebeği olmuş. Aradan yıllar geçmiş."

 

Serhat bana döndüğü an ikimizin bakışları da aynı şeyi söylüyordu. Kimden bahsettiğini ikimiz de iyi biliyorduk. Onun gözlerinde öfke benimkinde ise acı vardı.

 

"Ama hiçbir şey şey kadını tutsaklık altında olmaya ikna edememiş. Bir gün oğlunu da alıp kaçmış ama tam burada, Fırat'ın azgın suları ona izin vermemiş. Onu tutsak eden adam arkadan gelirken gidecek yeri kalmamış, çaresiz kadın acı içinde kendini sulara bırakmış."

 

Serhat susunca zihnim patlayacak gibi oldu. Kulağıma daha önce dolan çığlıklar yeniden doldu. Ayakta duramayacak hale gelince elim toprakla buluştu.

 

"Emir geri dön oğlum!"

 

Zihnime dolan sesin ardından sularda çırpınan bir beden gördüm. Ağlıyordum, bağırırken boğazım yırtılıyordu.

 

"Emir! Seni çok seviyorum oğlum!"

 

Kadın kayboluyordu, yerde sürüklenip arkasından gitmeye korkuyordum. Anne, diye ağlayıp çığlık atıyordum. Çok geçmeden belimi saran birisi beni kucağına alıyordu. "Annen nerede oğlum?" Babamın sesi kulağıma doluyordu ama cevap veremiyordum. Sonrası karanlık...

 

"Annem Narin Söğüt, baban olacak adam Halit Bayar tarafından zorla alıkonuldu. Kimse ses çıkarmayıp olanlara göz yumdu. Babam gözlerim önünde kendini astı. Hayatım mahvoldu ama ben vazgeçmedim Emir. Yanında azap olarak çalıştığım Mehram Ovalı'nın manevi oğlu olup annemi satan adamı kendi ellerimle öldürdüm. Yerinde şimdi ben varım. Tek tek hayatımı karartan insanlardan intikamımı alma zamanım. Sıra kimde sence Emir?"

 

O konuşuyordu ama benim zihnim parçalanıyordu, duyduğum şeyler aklıma dolan anılar ile nefes almakta zorlanıyordum.

 

Bir ses çınlıyordu kulaklarımda, bu sırada yağmurdan sonraki toprak gibi kokan bir kadın beni sarıyordu.

 

"Turnam gidersen Mardin'e,

Turnam yâre selam söyle.

Karlı dağların ardına

Turnam yâre selam söyle..."

 

Başımdan öpüp daha da sarılıyordu. Gözyaşları akarken kahve gözleri parlıyordu. Siyah kıvırcık saçları belinden aşağı dökülüyordu.

 

"Emir, oğlum ne olursa olsun güçlü olmalısın. Annen seni her şeyden çok seviyor, bir gün gideceğiz seninle birlikte. Çok daha güzel bir yere..."

 

Sesler de anılar da kaybolunca gözlerimi açıp toprağa baktım. Bendim, uyanıktım... Emin'in benim yerime baş ettiği travmalar şimdi benim zihnimdeydi. Kaybolmuş anılar gün yüzündeydi.

 

Baba... Sen ne yaptın?..

 

"Hikayeyi beğendin mi Emir? Şimdi cevap ver, kim haklı kim haksız? Esas cezanın kesilmesi gereken kim?" Serhat konuşurken ayağa kalkıp önünde durdum. "Abin sayılırım kardeşim, annemize bunu yapana cezayı kesmeyelim mi? Tabii sen bu yaşına kadar yaşadığın şatafatlı hayatın içinde bunları bilmediğin için sana pek de bir şey ifade etmeyebilir ama ben annemin ve babamın intikamını tüm Bayarlardan alacağım. Nefes aldığım sürece tek bir Bayar bırakmayacağım!"

 

Yumruğumu sıkıp karşımda bana meydan okuyan adamın yakasını kavradım. "Anlattığın her şeyin doğru olduğunu nereden bileceğim? Belki yalan söylüyorsun, nasıl bileceğim?"

 

"Babana sor, hatta bak geliyor. Birlikte soralım." Serhat arkamdaki bir noktaya bakınca dönüp baktım. Selim ile birlikte arabadan inen babam hızlı adımlarla geliyordu.

 

Yüzünde dehşet ve şok vardı... Gözünü çekmeden bana bakıyordu. İkimizin de korktuğu o yüzleşme anı geliyordu. Beni mahveden geçmişimin yüzleşme anı...

 

"Emir, neler oluyor burada?" Babam önce bana baktı ardından da Serhat'a döndü. Selim yanıma gelip koluma dokunmuştu, iyi görünmediğime emindim çünkü iyi değildim.

 

"Hoş geldin ağam." Serhat'ın sert sesiyle yüzler ona döndü. "Biz de acılı ve kahreden geçmişi konuşuyorduk."

 

"Serhat Ovalı, neyin peşindesin?" Babam birkaç adımla Serhat'ın önünde durup kalın ve sert sesiyle konuştu. "Kimsin sen?" Babamın sesindeki şüpheden anladığım kadarıyla o da Serhat'ın kim olduğunu tam olarak bilmiyordu.

 

"Kim olduğumu bulmanı beklerdim Halit Bayar. Hele ki şu akan sulara baktığında..." Serhat ise gözlerinden akan bir nefretle babama bakıp karşılık verdi. Babamın kafasının karıştığını ifadesinden anlayabiliyordum. Özellikle bakışları Serhat'ın yüzünü hızla turluyordu. "Geçmişinin karşına çıkmayacağını mı düşünüyordun?"

 

"Behram Ağa'nın oğlu değil misin sen? Neyden bahsediyorsun?" Babamın sinirden elleri titremeye başlamıştı.

 

"Şimdi değil." Selim'in kısık sesini duyunca ona döndüm. Bakışları Serhat'ın üzerindeydi.

 

"Neler oluyor Selim?" diye sordum. Bana dönünce ifadesindeki korkuyu net şekilde görmüştüm. Selim ise sadece başını sallayarak olumsuz anlamda bir işaret yapıp konuşmadı.

 

"Ben onun öz oğlu değilim, küçük yaşta beni yanına alıp soy ismini verdi." Serhat işaret parmağını babama doğru uzatınca bu düşünceden ne kadar nefret ettiğini gördüm. "Öyle pislik bir adam benim babam olamaz benim babam Hüseyin Söğüt! Bir ayağı aksak çoban Hüseyin, karısı elinden alınmış buna dayanamayıp kendini asan Hüseyin! Benim babam senin yüzünden hayatı mahvolan Hüseyin Söğüt!"

 

Serhat'ın bağırarak söylediği her cümlede babamın rengi atmaya başlamıştı. Hatta yüzünden geçen şok ifadesi içinde bulunduğu durumun gerçekliğini sorguladığını anbean anlatıyordu.

 

"Zorla kaçırdığın Narin Söğüt'ün, kocası Hüseyin Söğüt!"

 

"İmkansız, söylediğin şeyler imkansız..." Babamın dağılan ifadesine baktıkça ben de dağılıyordum.

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Dişlerimin arasından çıkan öfkeli sesim bana yabancıydı.

 

"Sen karışma Emir!" Babamın uyarısı ile bu defa öfkeyle ona baktım. "Bu benim meselem."

 

"Annesi nasıl onun meselesi olmuyor?" Serhat'ın sözüyle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Şüphe etmiştim ama bir yanım kabul etmemişti. "Senin öldürdüğün annesi nasıl onun meselesi olmuyor?"

 

Öldürdüğü annem...

 

"Yeter! Sözlerine dikkat et. Gerçekte ne olduğunu bilmeden karşıma geçip hesap soramazsın." Babamın bakışları bir türlü bana dönmüyordu. "Yıllar önce küçükken gördüğün şeylerin gerçek yüzünü yanlış biliyorsun. Emir'in aklını karıştırma."

 

"Ben hiçbir şeyi yanlış falan bilmiyorum Halit Bayar! Karşında o günkü çocuk yok! Şimdi yüzün varsa gerçekleri Emir'e anlatırsın." Serhat bana dönüp gözlerini kısarak baktı. "Yoksa kardeşime her şeyi ben mi anlatayım?"

 

Kardeşi...

 

Benim sadece iki ablam vardı...

 

Sadece onların kardeşiydim...

 

"Neler oluyor baba?" diye sordum bulduğum son bir güçle.

 

Babam gözlerini bana çevirdiğinde derinliklerinde yanan alevi görmüştüm. Yaşadığı tereddütü ve korkuyu... Babam korkuyordu, ilk defa onu korkarken görüyordum.

 

"Oğlum, dinleme sen bu adamın söylediği şeyleri. Seninle konuşacağız her şeyi ama şimdi değil."

 

Serhat sabırsız şekilde saçlarını karıştırıp derin bir nefes aldı. "Yeter artık! Otuz yıldır her şeyi erteleyip üstünü kapattın. Emir, Mardin'e geldiğinde arabana koyduğum zarfı hatırlıyor musun?"

 

Bu soruyla aklıma dolan anıyı düşündüm. Küçüklük resmimde yanımda duran kadını düşündüm. Siyah kıvırcık saçları ve güzel yüzünü...

 

"Annemle senin tek fotoğrafındı, hiç mi şüphelenmedin?" Serhat bana merakla bakıyordu. Benim bu kadar kör olmama şaşırmış gibiydi.

 

Ben de kendime şaşırıyordum, gözümün önündeki şeyleri nasıl da görmemiştim? Ne engel olmuştu?

 

"Nereden buldun o resmi?" Babam sert şekilde bu soruyu sorunca Serhat'ın dudağının kenarı kıvrıldı.

 

"Önemli olan bu mu? Resimdeki kişinin ölümüne sebep olduğun kadın, Emir'in annesi olması daha önemli değil mi? Bak şurada yatan kadın!"

 

Babam şaşkın şekilde yutkunurken geriye doğru baktı. Gözleri gittikçe kararıyordu. Duyduğu şeye inanamamış gibiydi.

 

"Narin orada mı yatıyor? Günlerce, haftalarca onu aradım ama bulamadım. Burada mı yatıyor?'' Babam konuşurken bir yandan da yürümeye başlamıştı. Kimse ona engel olmadı, Serhat birkaç adım geri çekilip önünü açtı.

 

Selim ile ben de babamın arkasından ilerledik. Adımlarımın hala beni taşıyor oluşuna şaşırıyordum. Hala burada olup zihnen kaçmamış olmama da hayret ediyordum. Aklıma dolan anılardan dolayı Emin uyanmamıştı.

 

"Emir, iyi misin?" Selim'in sesiyle dönüp baktım. Ben nasıl görünüyordum bilmiyorum ama Selim çok üzgündü.

 

"İyi değilim Selim, hiç iyi değilim." dedim kısık şekilde.

 

"Üzgünüm Emir, böyle olmasını istemezdim." Selim yanımda yürürken mezarın başına oturmuş babama bakarak konuştu. Ne için özür dilemişti bilmiyordum.

 

"Annemi bulamamış olman normal, senden önce bir kişi onu bulup buraya gömmüş. Yıllar sonra öğrenince onu buradan götürmek istedim ama sonra vazgeçtim." Serhat babamın karşısına geçip dik şekilde bakmaya başladı. "Onu her görmeye geldiğimde nefretim tazelendi sana ve bu topraklara karşı."

 

"Narin..." Babam etrafındaki sesleri duymayı bırakmış gibiydi. Toprağa dokunup "Geri dönemedi..." yazan taşa dokunuyordu. "Hep seni aradım... Sen bana bu kadar yakınmışsın... Narin..."

 

"Baba..." Ağzımdan sadece bu kelime döküldü. Babam bana yıllarca neden yalan söylemişti? "Gerçek mi bunlar? Ben hiçbir şey anlamıyorum. Burada yatan kadın gerçekten benim annem mi? Ben bu yaşıma kadar sadece birine anne dedim. Anlat baba..."

 

Babam transa girmiş gibi elinin altındaki toprağı okşayıp kaşları çatık şekilde bakıyordu.

 

"Baban söylemese de ben söyleyeyim Emir. Evet burada yatan kadın annen, annemiz. Bu adamın kaçırıp ölümüne sebep olduğu kadın..." Serhat'ın sesiyle sert şekilde dönüp kalan sabrımı bir kenara attım.

 

Yakasına yapıştığım Serhat'ın yüzüne geçirdiğim sert yumrukla benim elim acımıştı. Geriye doğru sendeleyip tekrar dik şekilde duran adamın dudağı kanıyordu.

 

"Neyin peşindesin sen?! Anlattığın şeyler imkansız! Benim annem evde! Yalan söylemeyi kes artık! Ben senin belanı sikmeden önce sus artık!" Sesim yankılanırken karşımdaki adam utanmaz şekilde gülüyordu.

 

"Ne oldu Emir, tozpembe hayatını etkileyecek şeyler anlattım diye mi bu öfken? Ya da zoruna giden başka şeyler mi var? Kardeşim olma fikrini sevmedin mi?" Serhat'ın sözleri sonucunda öfkem patlamanın eşiğine geldiğinde benden önce başkası davrandı.

 

"Yeter artık! Bu şekilde olmayacaktı!" Selim bağırarak Serhat'ı ileri itince benim kadar Serhat da şaşkındı.

 

Ne bu şekilde olmayacaktı Selim?..

 

"Sen karışma, şimdiye kadar birçok şeyi engelledin zaten sesimi çıkarmadım. Geri çekil Selim, sadece bekle." Serhat dişlerinin arasından konuşurken nefes alış verişim hızlanmıştı.

 

"Ne oluyor amına koyayım!" diye bağırdım.

 

Selim mahcup şekilde bana bakarken gözleri dolmuştu. Bana ilk defa bu şekilde bakıyordu. İlk defa hata işlemiş bir çocuk gibi...

 

"Narin'in arkasında bıraktığı küçük oğlu sen misin Selim?" Babamın sesiyle herkes ona döndü. "Daha bebeğimi sütten kesemedim dediği oğlu sen miydin? Narin'e öldü diye haber salınan bebek sen miydin? Bu yüzden mi yıllarca oğlumun yanındaydın?"

 

"Bir ailenin nasıl mahvolduğunu güzel özetledin Halit Bayar. Bizzat ellerinle yaptığın eserlere bak!" Serhat bağırıyordu ama ben Selim'e bakıyordum. O da bana...

 

Biz neredeyse yirmi iki yıldır hep yan yana omuz omuzayız. Sırtımı dayayıp güvendiğim tek insan... Selim sen benim için her şeydin... Bunları bilip, neler yaşadığımı bilip sustun mu?...

 

Sesim çıkmamıştı, sözcükler içimde kaybolmuş gözlerimde yanmıştı. Selim'e bakarken o bunları anladı mı hayal kırıklığımı gördü mü bilmiyorum ama dudakları kıpırdadı.

 

"Özür dilerim kardeşim... Hepsi senin iyiliğin içindi..."

 

Özür diledi benden, şimdiye kadar hiçbir şey söylemediği için miydi ya da bundan sonra olacaklar için mi anlamadım. Selim benim kardeşim gibi değil gerçekten kardeşimdi... Abimdi... Öyle bir gün yaşıyordum ki ben bugün, yaşadığım hiçbir güne benzemiyordu. Her şey öyle çok imkansız ve öyle acıydı ki idrakımın çok ötesindeydi. Kimseye cevap vermedim, babamın yanına gittim bir dizimi kırıp yanına çöktüm.

 

"Baba bana bak." Ama bakmadı o da büyük bir acının içindeydi baba oğul büyük bir acının içindeydik.

 

Zihnim hala çok dağınıktı anılar hala tam anlamıyla bende değildi başım çatlamaya başladı, uğultu çığlıklar yeniden zihnime doldu. Emin şimdi daha çok zorluyordu, belki ona şimdi çok ihtiyacım vardı, kendimi bıraksam ona benim yerime o mücadele etse çok güzel olurdu.

 

"Öyle değil Emir... Gerçekler öyle değil..."

 

Babamın kısık sesle söylediği şey üzerine kaşlarımı çatarak ona baktım, bana bakmamıştı ama düşen göz yaşından ne kadar çok acı çektiğini görebiliyordum. Öfkem artıyordu daha fazla dayanamadım ayağa kalkıp Serhat'ın önüne geçtim.

 

"Yeter bu kadar! Şimdi defol git! Yanına geleceğim seninle o gün yüzleşeceğiz!"

 

Alaylı şekilde bakıp başını salladı. Gözü bir an Selim'e kaymıştı. Onunla da yüzleşecektim. Hatta şiddetli şekilde.

 

Serhat arkasını dönüp arabasına ilerlerken Selim kararsız şekilde geriye bir kaç adım atmıştı, tekrar babamın yanına diz çöktüm. O koskoca adam dağılmış gibiydi, kollarından tutup onu götürmek istedim. Elini tekrar toprağa uzattı, avucuna toprak doldururken kulağıma dolan kurşun sesiyle olduğum yerde dondum.

 

Zihnim çatlıyordu kalbim çarpmayı bırakmış gibiydi, babam öne doğru düştü... Sırtından kanlar akarken hala donmuş gibi ne yapacağımı bilemiyordum. Sesler geliyordu kulağıma, kim bağırıyordu bilmiyordum. Selim miydi başkası mıydı anlayamıyordum. Babama dokundum, tutup kaldırmaya çalıştım ama boşunaydı... Toprağın üzerine düşmüştü, alnı toprağın üzerindeydi. Kalkmadı, özlediği bir şeye kavuşmuş gibi o topraktan başını kaldırmadı... Arkamda arbedeler olmaya başladı, sisli görüntüler ve görmediğim bir yangın... Görmüyordum, duymuyordum işitmiyordum...

 

Karanlığa gömülmeden önce en son hatırladığım kendimi babamın üzerine bıraktığımdı.

 

**

 

Sıcak hem tenimi hem gözlerimi yakıyordu, açmaya çabaladım ama çok ağrıyordu. Sanki tüm gece ağlamışım ve gözlerim açılmak istemiyor gibiydi. Uzaktan gelen kuşların ve ağaçların hışırtısı dışında bir ses yoktu ya da uzaktan gelen hafif dalga sesleri var gibiydi. Suya taş atan birileri vardı sanki... En sonunda verdiğim mücadeleyi kazanıp gözlerimi açtım. İlk gördüğüm şey ahşap tavandı, sarmaşıklar sarkıyordu ve beyaz büyük bir yataktaydım. Üzerimde bir şey yoktu. Tanıdık gelen odaya bakınca karşımdaki koltukta oturan kişiyi gördüm.

 

Benim Yoncam...

 

Siyah kıvırcık saçlarını tepede toplamıştı, ince askılı aşırı cesur bir gecelik vardı üzerinde. Başını koluna yaslamış üzgün şekilde beni izliyordu.

 

Neler oluyor burada?

 

"Emir uyandın mı sevgilim?" diye sordu.

 

Boğazım kurmuş gibiydi, konuşamadım. Başımın ağrısından, ağzımın içindeki acı tattan alkol içmiş olabileceğimi tahmin ettim. Bir dakika, rüya mıydı her şey? Hayır değildi, yaşadım canlı, net, gerçekti duyduklarım ve gördüklerim.

 

Babamı vurdular, benim babamı vurdular. Korkuyla Yonca'ya baktım, ayağa kalkıp yatağa doğru geldi. Elini uzatıp yanağımı tuttu.

 

"Geçti sevgilim, geçti... Merak etme..."

 

"Neler oluyor?" diye sordum.

 

Yonca neden bu kadar üzgün bakıyordu?

 

Elimi kaldırıp saçlarına dokundum, o an sağ elimde gördüğüm yüzükle öylece kaldım.

 

Neden babamın yüzüğü benim parmağımdaydı? Neden aşiretin ağasının takması gereken yüzük benim parmağıma takılıydı? Kaşlarımı çattığım anda Yonca olduğu yerde kıpırdandı.

 

"Emir son üç günde çok kötü şeyler oldu ve hiçbirinde sen yoktun. Emin senin yerine bir sürü karar aldı. Artık geri çevirebilir misin bilmiyorum. Üzgünüm sevgilim, elimden bir şey gelmedi."

 

Gerçekti... Her şey gerçekti... Babam ölmüştü... Yaşların gözümden akmasına izin verip gözlerimi kapattım.

 

"Baba ölürken bile irademi hiçe saydın. Hayatım mahvolurken yoktun şimdi giderken de beni mahvoluşun ortasında bıraktın gittin..."

 

**

 

 

Bölüm : 21.08.2025 18:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...