@yzrsitare
|
*** Sabah her zaman olduğu gibi sürünerek yataktan çıkmayı başardım. Pek fazla süslenmediğim için yüzümü sabunlayıp dişlerimi fırçalamak benim için yeterli bakımdı. Bugün sadece kıyafet bakımından özen göstermeye karar verdim. O yüzden seçimi kendim değil annemin yapmasını istedim. ''Hayırdır bugün özel bir şey mi var?'' diye sordu annem sesinde kocaman bir umut ile. Çünkü her annede olduğu gibi benim de dünyalar tatlısı annem evlenmemi istiyordu. Bense onun bu sorusunun altında yatan imayı görmezden gelerek ''Sadece dergi dışında işim var bugün,'' dedim. Annem yüzünde hayal kırıklığı ile seçtiği elbiseyi uzattı. Elindeki narçiçeği rengindeki elbiseye şüpheyle baktığımı görünce açıklama yapmaya başladı. ''Yaz geliyor artık, o yüzden canlı şeyler giy hem sana yakışır.'' Sözlerini tamamladıktan sonra giyinmem için odadan çıktı. Bana neyin yakışıp yakışmadığını pek anlamam ama beyaz tenli ve siyah kıvırcık saçlı birisi için bu elbise sanırım doğru tercihti. Annemin zevkli bir kadın olduğunu böylece bir kez daha kabul ettim. Bir kısmını tepemde topladığım siyah kıvırcık saçlarımla odamdan çıkıp annemle kız kardeşim Nur'a el sallayıp evden ayrıldım. Her zamanki rutin yürüyüşümden sonra tramvaya binip ilk defa boş koltuk bulunca sevinçle oturdum. Aklımda bugün yapacağım şeylerin listesi geçmeye başladı. Öncelikle Emir Bayar'ın yakın asistanı ile görüşmem olacaktı. Önümüzdeki program hakkında tüm bilgileri ondan aldıktan sonra meşhur Emir Bayar ile tanışacaktım. Her zaman olmasa da bazı programlarında onunla olup gözlemlerimi yazacaktım. Daha sonra röportaj yapıp önümüzdeki iki haftaya çıkacak dergiye bu çalışmaları yetiştireceğim. Bu düşüncelerin içinde duraklar geçtikten sonra ineceğim durağın anonsunu duydum. Kalabalığın içinde güç bela ilerleyip parka doğru gelebildim sonunda. Çalıştığım dergiye yakın olan şirkete yürümek mantıklı gelmişti özellikle de ağaçlar böyle yeşillenmişken. Uzun parkın içinde yürürken ilerde toplanan bir kalabalık olduğunu gördüm. Acaba şenlik gibi bir şey mi diye düşünürken polis arabalarının ve ambulansın olduğunu görünce kötü bir şeyler olduğunu anladım. Aşırı meraklı kişiliğimin beni kalabalığa sürükleyeceğini bildiğim için hiç direnmeden yürümeye başladım. Yaklaştıkça garip sesler gelmeye başladı, insanlar birisine bağırıyor ve bir şeyleri yapmamasını söylüyordu. Ne olduğunu anlamak için geniş bir gövdesi olan ağacın etrafını dolandım. En sonunda kısa boylu bir kadının kafasının üstünden bakıp olayı görebildim. Manzara pek güzel değildi, gözü dönmüş bir adam elinde tuttuğu bıçağı bir kadının boynuna dayamış dönen gözleri ile etrafa bakıyordu. Tuttuğu kadın ise, belki eşi belki hiçbir şeyi, korkuyla put kesilmiş yardım bekliyordu. Öncesinde ne yaşandı bilmiyorum ama şu an yaşanan şeyler pek de iç açıcı görünmüyor. Benden bağımsız hareket eden beynim daha da meraklanıp iyice alana yaklaşmama neden oldu. ''Yaklaşmasın kimse, keserim!'' diye bağıran adamın korkunç yüzünün daha yakından görünce midemde garip bir ağrı oldu. Bu dünyada insandan daha korkunç bir varlık yok ve şu an bunun canlı kanıtını görüyorum. İnsanların korku dolu bakışları altında, rehine olan kadın o can havliyle bir andan adamın kolunu ısırdı. Anlık dalgınlığından faydalanıp kendini yere attı. Ama herkesin görmediği ve bir anda nerden çıktığı belli olmayan silah adamın elinde ateş almıştı.Bir anda ortam karışınca insanlar koşmaya başladı. Bazıları yerde yatan kadına yardım etmek istiyordu ama hala elinde silahla polise meydan okuyan adamdan korkuyorlardı. Ama ben duramazdım, dizlerinin bağı çözülen kadın yerde ilerlemeye çalışıyordu. Önümdeki iki kişiden sıyrılıp kadına doğru koştum. Polislerin dar çembere aldığı adamın bana ve kadına ulaşamayacağını düşünüyordum. Kadına yaklaşıp elinden sıkıca kavradım ve ayağa kalkması için yardım ettim. Kadın güç de olsa yardımımla ayağa kalkıp yürümeye başladı. Ama her adımında canı acıyor gibi inliyordu, o an anladım bacağından bıçakla yaralanmıştı. Öfkeyle bildiğim tüm küfürleri içimden saydım çünkü sesli söylesem de o kalabalıkta sesimi duyan olmazdı. Büyük gövdeli ağaca doğru yaklaşınca kadın elimden sıyrılıp biraz daha hızlandı belli ki korkusundan dolayı buradan biran önce uzaklaşmak istiyordu. Kadının arkasında yürürken insanların çığlığı yükseldi bir anda. Gözü dönmüş adam rehine tuttuğu kadının gitmesi üzerine daha çok delirip aniden koşmaya başlamıştı. Arkasından da polisler geliyordu ama olduğum yerde donan ben ile polislere olduğundan daha yakındı. Üstelik elinde tuttuğu silahı yanıma çok yaklaşmadan da beni yaralayabilirdi. Ne oldu bilmiyorum ama yerimden kımıldayamıyordum adeta yapışmıştım. Artık geri dönüş yoktu, ellerimi yüzüme kapatıp bekledim. Polislerin adamın üzerine atlamak üzere olduğunu zihnimde görebiliyordum ama öncesinde silah darbesi almak üzere olduğumu da görebiliyordum. Kolumdan sertçe çeken bir el zihnimdeki tüm düşünceleri dağıttı. Aniden acıyan kolumdan yaralandım mı aldım diye düşünürken gözlerim açıldı ama başka yerdeydim. Ve az önce bana doğru koşan gözü dönmüş adam polislerin elindeydi. Koca ağacın gövdesinin ardından alana baktığımda duyduğum tok ve heyecanlı sese kafamı çevirdim. ''Orada öylece durmuş ne olmasını bekliyordun acaba?'' Konuşan adam az önce gördüklerinin şaşkınlığını yüzünde taşıyordu ama bir o kadar da heyecanlı bakıyordu siyah çerçeveli gözlüğünün ardındaki iri gözleri ile. ''Be-ben yardım etmek istedim,'' diye kekeledim ama yaklaşık beş saniye sonra kendime geldim. Ne diye bu yabancı adama cevap veriyordum ki. Kolumu elinden kurtarıp geriye doğru bir adım attım. O sırada polisler saldırganı arabaya almış uzaklaşmaya başlamıştı, insanlar da olay yerinden uzaklaşıyordu. Bir kısım kişi de az önceki kadına yardım ediyordu. Tüm çevreme hızla baktıktan sonra elinde kamerası ile etrafa bakan adama döndüm. Uzun boylu ve yapılı birisine benziyordu. Taktığı şapkanın altında dağınık siyah saçlarından dökülen parçalar görülüyordu. Yüzündeki top sakal kocamandı ve yüzünün tüm hattını gizlemişti. Ben ona böyle garip garip bakarken aniden bana döndü. '' İncelemen bitti mi?'' derken bir dudağını kenarı kıvrılmış sırıtıyordu. Bense bu soru karşısında aniden afalladım, birkaç saniye düşündüm. Bu halime dudakları daha çok kıvrılıp gülümsemeye başladı. ''Pekâlâ, teşekkür ederim, az önce yardım ettiğiniz için,'' dedim çekinden bir şekilde çünkü hala az önceki olayın etkisi üzerimdeydi. ''Ne demek, işim bu. Yardım etmek benim göbek adım,'' dedi yüzünde derin bir gülümseme ile. Bu haline bakınca gerçekten sıcak birine benziyordu. Gülümseyen yüzüne daha dikkatle baktım ve istemeden yüzümde bir gülümseme oldu. Sanırım gülümsemek bulaşıcıydı. Ama bir anda adamın yüzündeki gülümseme kayboldu ve telaşla etrafa bakmaya başladı. Benim duymadığım bir ses mi duymuştu acaba? Onun ardından ben de baktım ama ortada anormal bir durum görmedim ama o adamın gözleri bir noktaya sert bir şekilde kilitlenmişti. Ardından bir şey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçip cebinden bir kart çıkardı. Tereddüt ve şaşkınlıkla kartı alıp baktım. Kartta sadece iki cümle ve bir numara vardı. ''EMİN IŞIK- SERBEST GAZETECİ 0553 ... .. ..'' Şaşkın şekilde karta baktıktan sonra hala bir noktaya bakan adama baktım. ''Serbest gazetecilik diye bir şey mi var?'' dedim gülerek. Sorumu duyduktan sonra içten bir gülümseme ile bana baktı. ''Bu dünyada birçok farklı şey var siyah üzüm, yeter ki yüreğinle bak. Lütfen kendine zarar verecek şeylerden uzak dur ve iyi bir haber bulursan haber ver,'' dedikten sonra beni ağzım açık bırakıp gülerek uzaklaştı. Az önce o adam bana siyah üzüm mü dedi? Yani siyah kıvırcık saçlarım ile dalga mı geçti? Peki bu söz neden bana bu kadar tanıdık geldi? Tam anlamıyla şok olmuştum ama geçen saati fark ettikten sonra kafamdaki siyah saçlar kırmızıya döndü. Az önceki gazeteciyi kafamdan silmeye çalışıp koşmaya başladım. Endişe duyduğum bu gün için fazla hareketli bir başlangıç olmuştu. Kafam allak bullak olmuş şekilde kapıda durmuş güvenlikçinin kontrollerini bitirmesini beklerken hala kalbim çarpıyordu. Az önce yaşadıklarım gerçek değilmiş gibi geliyordu ama elimde tuttuğum kart gerçek olduğunu kanıtlıyordu. Güvenlikçi ''Geçebilirsiniz,'' dedikten sonra ihtişamını geç fark ettiğim holdingin girişine yöneldim. Burası modern bir saray gibiydi. Girişte cam duvarın karşısına konulmuş koltuklar reklamlarda gördüğüm tarzdaydı. Ve öyle büyük alanlardı ki günde kaç kişi görüşme için diye bekliyor diye düşündüm. Şaşkın şekilde bakıp yürürken karşıdan bir ses duydum. ''Nasıl yardımcı olabilirim?'' konuşan sarışın sekreterdi sanırım. Kadına doğru yönelince yüzüne daha dikkatli baktım ve sanırım az önce kozmetik reklamına katılmıştı. Yoksa böyle bir makyaj nerede işine yarayacak diye düşündüm. Klasik sekreterler böyle mi oluyor diye düşünürken kadın gülümseyerek konuştu. ''Kiminle görüşmek istiyorsunuz? Randevunuz var mı?'' Bir an buraya neden geldiğimi unutmuştum. Birkaç saniyelik donuk baktıktan sonra acele ile konuştum. ''Ben Dantel Dergisi yazarı, Yonca Deniz, bugün Emir Bayar ile görüşmem vardı.'' Ben konuşurken kadın Dantel kısmında gülmemek için kendini tuttu. Aslında buna şaşırmadım çünkü ilk duyduğumda ben de aynı tepkiyi vermiştim. '' Ben de Ezgi bir dakika,'' dedikten sonra önünde Bayar Holding yazan ajandasını açtı. Borsanın son durumunu inceleyen bir insan ciddiyeti ile baktıktan sonra aynı gülümsemesi ile baktı. ''Evet, görüşmeniz bugünmüş ama Emir Bey henüz gelmedi o yüzden sizi bekleme odasına alalım,'' dedikten sonra ajandayı kapattı. Bense bu söz üzerine başımla onaylayıp az önce gördüğüm havalı koltuklara yöneldim. Ama kadının sesi beni durdurdu. ''Sizi Emir Bey'in odasının olduğu kattaki bekleme salonuna alalım, Yonca Hanım.'' Bunun üzerine bu koltuklardan daha çok var diye düşünüp kadının arkasına düştüm. Yürürken etrafa bakmaya başladım, merdivenler sağda uzanıyordu. Ama biz asansöre bindik ve o an dışarıda görünen on katın tamamının Bayar Holding'e ait olduğu kafama dank etti. Zaten kadın onuncu katın düğmesine basmıştı bile. Yukarı çıkarken kadının ağır parfüm kokusu burnumun direğini kırdı. Yalan değil gerçekten kırdı ve hapşırmaya başladım. Bende alerjik astım vardı ve kokuya burnum çok hassastı. Ben üst üste hapşırırken kadın iki adım geri çekildi, keşke onun yüzünden böyle olduğumu anlasaydı. Ben burnumu çekerken asansörün kapısı açıldı ve ihtişamlı bir koridor karşımda belirdi. Kadın asansörden çıkıp eli ile bana yol gösterdi. Sağa dönüp yürüyünce büyük bir bekleme alanı karşıma çıktı. Buradaki koltuklar daha havalıydı. ''Burada bekleyebilirsiniz, size içecek ne ikram edelim?'' diye soran Ezgi'ye dönüp gülümsedim. ''Belki bir kahve,'' dedim kendime gelirim umuduyla. Ezgi başıyla gülümseyip yanımdan uzaklaşınca etrafıma bakmaya başladım. Gerçekten her şey itina ile ihtişam kokuyordu. Duvarlar, masalar hatta kapılar... Özellikle ''Yönetim Kurulu Başkanı, Emir Bayar'' yazan kapı... Yorgun şekilde kendimi koltuğa bırakıp ayaklarımı uzattım. Ardından saatime bakınca randevu saatinin çoktan geçtiğini fark ettim ve Emir Bayar hala gelmemişti. Ne yani kafasına göre gelecekse ne diye randevu veriyor diye düşünüp sinirlenmeye başladım. Artık insanlarda ince düşünme kalmamıştı özellikle her şeye sahip olduğunu düşünenlerde. Kafamda bir sürü soru ile hala elimde olan ve unuttuğum karta baktım. Emin Işık ismini görünce sabah nasıl korktuğumu hatırladım. Adam akıllı teşekkür bile etmemiştim, korktuğum için. Şimdi düşününce uygun zamanda arayıp yeniden ve düzgün şekilde teşekkürlerimi iletmem gerektiğini düşündüm. Kartı çantamın iç gözüne attıktan sonra elinde kahve ile gelen kadına baktım. Sekreterin aksine sade giyinmiş kadın belli ki çay ocağından sorumluydu. Gülümseyerek kahveyi bırakıp ''Afiyet olsun,'' dedi. ''Teşekkür ederim,'' dedim ama çoktan arkasını dönüp gitmeye başladı. Kahveyi alıp mis gibi kokusunu içime çekerken beklemeye başladım. Koltuklar öyle rahattı ki uyuyabilirdim. Ama şu an yeri olmadığını biliyordum ve bir an önce şu işi halletmek istiyordum. Sıkılgan şekilde ben bunları düşünürken içeri nefes nefese kalmış, kravatı iki santim kenara kaymış bir adam girdi. İstemsiz olarak ayağa kalkıp bana yaklaşan adamı bekledim. Sarıya çalan saçları ve griye yakın gözlerini yaklaştıkça daha net görmüştüm. Yanıma bir adım kala duran adam elini ağzına götürüp öksürdü. Ardından yüzünde hafif bir tebessüm ile konuşmaya başladı. ''Yonca Hanım değil mi?'' Onun sorusuna başımla onay verdim. ''Kusura bakmayın beklemek zorunda kaldınız ama Emir Bey'in çok önemli bir işi çıkmıştı o yüzden geç kaldık. Adam sözünü bitirdiğinde benim de geç kaldığımı söylemek yerine haksız edebiyatı yapmaya karar verdim çünkü bu daha eğlenceli gelmişti. ''Ah evet çok bekledim ama hemen görüşmeye geçebilirsek belki telafisi olur.'' Bu sırada dudağımın kenarında hafif bir gülümseme oldu, kendimi gülmemek için iyi tutmuştum. Karşımdaki adam yüzünde mahcup bir gülümseme ile konuşmaya başladı. ''Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum, ben Selim Yener. Emir Bey'in asistanıyım. Programın tüm detaylarını konuşalım.'' Sözünü bitirdiğinde elini bana uzatmıştı. Tokalaştıktan sonra üzerinde Emir Bayar yazan kapıya doğru elini uzatıp yürümeye başladı. Ben de hemen ardında süslü kapıdan içeri girmek için adım atmaya başladım. İçeri girer girmez ihtişam etrafımı sardı, gerçi farklı bir durum da beklenmezdi. Emir Bayar'ın camdan kocaman duvarın önündeki ihtişamlı masası ve koltuğu imparatorun kim olduğunu anlatıyordu. Kocaman odanın bir ucunda devasa diyebileceğim toplantı masası benim odamdan büyüktü. Zaten çekinerek oturduğum koltukta bit kadar kaldığımda daha farklı bir şey düşünemezdim. Kendisini görmeden ihtişamı ile karşılaştığım adamı merak etmedim desem yalan olur. Ben dalgın şekilde etrafa bakarken Selim Bey kısa bir öksürükten sonra devam etti. ''Önümüzdeki iki haftanın program detayları bu dosyada,'' konuşurken bir dosyayı önüme uzattı. ''Emir Bey, herhangi bir problem olmadığı sürece programına titizlikle dikkat eder,'' adam konuşurken içimden bugün bir problem olduğunu geçirdim. ''Tüm bu süre zarfında sizinle ben iletişim halinde olacağım, gidilecek yerlerde sizinle önceden buluşuruz ya da beraber gidebiliriz. Bayar Holding'in iş süreci ve Emir Bey'in yönetim anlayışı ile ilgili tüm detayları size titizlikle ileteceğim.'' Sözleri bitince derin bir nefes alıp arkasına yaslandı, sanki zor bir sınavı vermiş gibi. Bense birkaç saniyelik sessizliğimden sonra içimdekileri dışarı bıraktım. ''O zaman derginin kapağına sizin resminizi koyalım Selim Bey, anladığım kadarıyla bu Emir Bey'le değil sizinle yapılan bir çalışma olacak.'' Sustuktan sonra garip bir seslik oldu hatta uzaktan bir karga sesi duymuş olabilirim. Selim Bey de bir an öylece kalıp cevap vermedi. ''Olabilir çünkü Selim Bey bu şirkete en az benim kadar çaba harcayan birisi,'' dedi kalın ve tok bir ses. Ses gelmeden yarım saniye önce Selim Bey arkama bakıp kalmıştı zaten ve orada birisinin olduğunu tahmin etmeliydim. Arkamı döndüğümde donuk şekilde bana bakan siyaha yakın iki göz ile karşılaştım. Siyah saçlarını dalgalı şekilde geriye atmış adamın yüzünde kirli sakal vardı ve kesinlikle kuaförü iyi olmalıydı. Daha önce sadece yandan resmini gördüğüm Emir Bayar karşımdaydı. Boynumda hafif bir ağrı fark ettiğimde boyunun uzun olduğunu ve oturduğum yerden bu şekilde bakmanın saçma olduğunu anladım. Ayağa kalkıp adamın hemen önüne dikildim ve hala kafam yukarı bakmaya devam ediyordu. Siyah takım elbise içinde bana bakan adam bir cevap bekliyor gibiydi ve benden hala ses çıkmıyordu. Neyse ki imdadıma Selim Bey yetişti. ''Emir Bey hoş geldiniz, Yonca Hanım Dantel dergisinden geliyor. Size dün bilgi vermiştim.'' Selim Bey'in sözü üzerine Emir Bayar başını hafif sallayarak toplantı masasının başına doğru ilerledi. Dudağının kenarında belirsiz gülümseme ile '' Dantel dergisinden demek, bu ismi duyunca pek bizim iş ile bağdaştıramadım ama...'' dedi. Bu noktada artık bir açıklama yapmam gerekiyordu ve hafifçe boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. ''Biz yaptığımız işe değer veriyoruz, bu yüzden aynı değeri de-'' ''İşiniz değersiz demedim.'' Aniden sözümü kesen bu adama hayretle baktım. Aslında söylemek istediğim bu değildi ama yanlış mı anlaşıldım? Ya da karşımdaki istediğini anlayan tiplerden mi? Peki ben neden bu kadar gerildim? Normalde kimsenin karşısında bu kadar kendimi kasmazdım ve bugün garip bir gün olmaya devam ediyordu. Koltukta doğrulup sesimi sakin tutmaya çalışarak devam ettim. ''Tabi ki bundan hiç şüphem yok. Aslında artık programın detaylarını konuşsak...'' Nedense Emir Bayar'ın karşısında konuşmayı uzatmamak gerektiğini hissediyordum. Bunun adamın buz gibi bakan gözleri ile mi alakalı yoksa insanı ciddiye almayan yüz ifadesi ile mi alakalı bilmiyorum. Tek bildiğim bir an önce buradan ayrılmak... ''Dosyada her şey yazıyor, nerede ve ne zaman işim var takip edebilirsiniz. Bu süre zarfında da soru yöneltip cevabını alabilirsiniz. Madem kısa bir süreliğine proje ortaklığı söz konusu mümkün olduğu kadar programlı olmakta fayda var.'' Karşımda konuşan bir insan değil de robot gibiydi. Evet, kesinlikle Emir Bayar son teknoloji üretilmiş, yakışıklılığının buz gibi oluşu ile tam bir robottu. O konuşurken Selim Bey gergin ve bir o kadar da aceleci davranıyordu sanki Emir Bayar'ı uyarmaya çalışan bir ifadesi vardı. ''Pekâlâ, ro-'' bir anda durdum, adama robot demek üzereydim. Ah salak kafam... ''Emir Bey, ben sizin programınızı takip edip aynı saatlerde yanınızda bulunacağım. Her şey için teşekkür ederim, artık gidebilirim.'' Derin bir nefes alıp ayağa kalktım, yandan bir bakış attığımda sözlerime soğuk bir baş hareketi ile cevap veren adama baktım. Gerçekten de böyle yaşamak iticiydi, bu kendisinin tercihi olamazdı. ''Sizi geçireyim Yonca Hanım,'' dedi ayağa kalkan Selim Bey. En azından bu dünyada birilerinin aksine kibar insanlar vardı. Acele ile çantamı alıp masadaki dosyaya uzandım. Kapıdan çıkmadan önce hafif şekilde başımı çevirip son teknoloji robota baktım. Ama adamda tık yoktu bir eli masanın üzerinde parmakları ile hafifçe masaya vuruyordu ve kaşları çatıktı. Ardından hızla odadan çıkıp dakikalardır bir kısmını içimde tuttuğum nefesi salıverdim. Ardımdan kapı yavaşça kapanmıştı. ''Bugün için özür dilerim Yonca Hanım, yarın daha güzel bir gün olacak,'' dedi Selim Bey mahcup bir ifade ile. Aslında mahcup olması gereken o değildi ki, kabalık yapan da o değildi. ''Evet, ben de öyle olacağını umuyorum,'' dedim son kelimeyi vurgulayarak. Selim Bey ile vedalaştıktan sonra hızlı adımlarla binadan çıktım. Dışarıda Mayıs sıcağı yüzüme çarpınca susadım üstelik karnım zil çalıyordu. Kahvaltı yapmamanın kötü yanı, mutsuz hissediyorum. Sanırım parkta çıtır çıtır bir simit ve buz gibi limonata beni mutlu etmeye yeter...
|
0% |