@yzrsitare
|
***
Simit yerken elime dosyayı alıp programı okumaya başladım. Yarın bir açılış töreni vardı, ardından açılışın daveti ve Emir Bayar'ın konuşması. Birkaç gün sonra yetimhanede çocukların ziyareti... Benim için en ilgi çekici bu olmuştu. Çünkü çocuklar en hassas damarım ve yetimhanedeki çocuklar da sürekli ziyaret ettiğim dünyamın parçası. Uzun zamandır yanlarına gidememiştim, bu sayede gideceğim için mutlu oldum. Ardından daha yapılacak bir sürü şey vardı ve ben şimdiden yorulmuştum. Simitten son ısırığı aldıktan sonra rapor yazmak için derginin yolunu tuttum. Ayaklarım yorgun adımlar atıyordu ama ruhumda anlamsız bir yorgunluk vardı. ** ''Nasıl geçti ilk gün?'' dedi bu dünyada en son görmek isteyeceğim kişi. Dergiye adım attığımda gördüğüm ilk kişinin Derya olması gerçekten can sıkıcıydı. ''İyiydi, şimdi rapor yazmam lazım,'' diyerek yanından uzaklaşmaya başladım. Ama Derya'nın merak ettiği şeyler çoktu. ''Emir Bey nasıldı? Resimdeki kadar yakışıklı mı?'' Derya'nın bu sorusuna arkamı dönüp zoraki bir gülümseme ile karşılık verdim. ''Bilmem pek dikkat etmedim,'' diyerek alaycı şekilde ekledim. Cevabım karşısında Derya çok bozulsa da verecek cevaplar arıyordu, gözlerinden belliydi. Ama bende onu çekecek kafa olmadığı için hızla odama geçtim. Benim eski sandalyem kesinlikle Emir Bayar'ın pahalı koltuklarından daha rahattı ya da huzurlu... İnsanın bakışları bile ortamı huzurlu ya da huzursuz yapmaya yetiyor. Keşke Emir Bayar'a birisi bunu anlatsa odası daha huzurlu bir yer olabilirdi. Bugün yaşadığım her şeyi kafamdan atıp bilgisayarı açtım ve programı sistemli hale getirip Excel sayfası üzerinden raporlaştırmaya başladım. İlk yapacağım saha çalışması için ufaktan heyecanlanmaya başlamıştım. ** Akşam bugün çabuk mu gelmişti bilmiyorum ama masamdaki saatim mesainin bittiğini haber veriyordu. Güne yeni başlamış gibi sırıtan Cem kapıdan kafasını uzatıp konuştu. "Hey! Akşam işin var mı? Uzun zamandır canlı müziğe gitmedik." Konuştuktan sonra göz kırpmıştı. Ama ben hala sabahın korkusunu içimde usuldan taşıyordum. "Üzgünüm ama bugün gerçekten pek havam da değilim. Belki sonra olur mu?" Dedim. Cem'in yüzü düşünce dudakları aşağıya doğru kıvrıldı. "Ama uzun zamandır dertleşmedik benim içimde bir sürü dedikodu birikti. Neyse o zaman ne zaman istersen haber ver." Dedikten sonra usulca uzaklaştı. Ardından çantamı ve yorgunluğumu yanıma alıp küçük adımlarla dergiden ayrıldım. ** ''Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı.'' Hiç sıkılmadan okuduğum Aşk Ve Gurur romanının sözlerini kitaba bir kez daha bakarak tekrarlamıştım. Filmini de defalarca izlediğim roman bugün kibirli bir adamla tanıştıktan sonra aklıma geldi. Gerçi Bay Darcy kadar mükemmel olmak zor ama Emir Bayar'ın kibirli hali onunla kapışır. Belki ben sıradan yaşayan birisiyim bilmiyorum ama yine de küçük dağları kendisinin yarattığını düşünenleri anlamıyorum. Dünyanın en güzel şeyi, gülümseyerek ''merhaba'' demek insanlara... Somurtmak fazladan kasları yoran bir şey ben insanları anlamıyorum ve anlamayı da düşünmüyorum. * Bu sabah her zaman olduğundan erken uyanmıştım, babam henüz evden çıkmamıştı. Benim tıkırtılarımı duyunca seslendi. ''Yonca, paran var mı?'' Dünyada bir babanın evladına seni seviyorum deme şekli gibi bir cümle bu. Aslında şunu kast ediyor: Benim kızım değerli, dışarıda parasız olmanın üzüntüsünü yaşamasın ve ardında dağ gibi babasının olduğunu bilsin... Bu fırsatı kaçıramazdım ve hemen koşup ellerimi açtım. ''Ne zaman paran oldu ki senin,'' derken avucuma para koydu ama gülümseyerek. ''Bir şeyler yemeden çıkma,'' diyen annemin sesi mutfaktan geliyordu. Belli ki erken kalkıp babama kahvaltı hazırlamıştı. ''Bugün acelem var anne, yolda simit alırım,'' dedim çantamın içini kontrol ederken. ''Yakında mideni susam kaplayacak,'' diye sitem etti annem. Ama benim gerçekten vaktim yoktu ve koşarak dışarı attım kendimi. Bugün Cem bana yardımcı olacaktı, kamera çekimi olduğu için bu ağır işte bana destek olmaya gelmişti. Ama köstek şu an onun için daha uygun ifade olurdu. Sürekli zengin iş adamları ile tanışma derdinde oradan oraya kaçıp duruyordu. Hele güzel bir kadın gördükçe garip garip hallere girip havalı olmaya çalışıyordu. Yakın arkadaşım olması hafif mal olmasını değiştirmiyordu. Ben onu umutsuz şekilde izlerken tanıdık bir ses duydum. ''Yonca Hanım hoş geldiniz, benimle gelin lütfen size binayı tanıtayım,'' diyen Selim Bey hafifçe gülümsüyordu. Tabi ki başka birisinin beni karşılamasını beklemiyordum o yüzden Selim Bey'in ardından ayaklarımı sürüklemeye başladım. Gerçi Selim Bey de en az Emir Bayar kadar etkili bir insandı. Çevresindeki herkes en az Emir Bey'e ne kadar saygı duyuyorsa ona da o kadar saygı duyuyordu. O da bunun farkındaydı ve böbürlenmek yerine normal bir olay gibi davranıyordu. Belki de bir asistandan fazlasıydı. Açılışı yapılacak bina çok büyük ve gösterişliydi. Özellikle bahçesi muazzam şekilde planlanmış insanın içini ferahlatan bir ortamdı. Vakıf olarak kullanılacak buranın en ince ayrıntısına kadar Emir Bayar desteği bulunuyormuş. Bu gösterişi gördükten sonra bunu tahmin etmem zor olmadı. Ben böylesine hayran bir şekilde etrafı izlerken Selim Bey'in öksürmesi ile ona döndüm. ''Bu şekilde Yonca Hanım, yazınızda Emir Bey'in kurduğu vakıflara bir yenisini eklediğini belirtebilirsiniz. Onun için anne ve babası olmayan çocukların eğitimi ve bakımı çok önemli hatta hayatının en önemli işlerinden,'' diye açıklama yaptı Selim Bey. O bunları anlatırken benim kafama Emir Bayar'ın ailesi takıldı, bu kadar büyük işleri sıfırdan mı kurmuştu yoksa ailesinin emaneti miydi? Sanırım merakıma yenik düşüp sormalıydım, bu sırada çantamda küçük ajandamı bulmaya çalışıyordum. ''Selim Bey, peki bu başarının ardında Emir Bey'in aile desteği ne kadar? Yoksa kendisi mi her şeyin mimarı?'' diye sordum ve o anda ajandamı çıkarırken çantamdan küçük bir kart düştü. Tam nereye gittiğine bakarken bir el yavaşça yerden alıp yukarı kaldırdı. Emir Bayar siyah takımının içinde donuk bir robot olarak öylece karta bakıp kalmıştı. Hatta gözleri ölüm kadar donuktu. Bir an yüzünden bir karanlık geçti ve kaşlarını iyice çattı. Onun yüzünü böylesine korkutucu yapan şey benim çantamdan düşen kart mıydı emin olamadım. Çünkü yüzünü gördüğüm ilk günden itibaren kafama böyle kazınmıştı. Hiçbir şey söylemeden bana kartımı uzatıp Selim Bey'e baktı ve ardından yürümeye başladı. Elinden kartı alıp Emin Işık yazan ön yüzüne baktım ve aklıma unuttuğum bir teşekkür geldi ama şimdi yeri değildi o yüzden acele şekilde çantama attım. Bu sırada yüzünde garip bir telaş beliren Selim Bey bana hafif tebessüm ederek yürümeye başladı ve duraksayıp bana bakarak ''Birazdan Emir Bey'in açılış konuşması var, siz de yerinize geçip dinleyin lütfen,'' diyip yürümeye devam etti. Selim Bey gittikten sonra aniden titredim, mayıs sıcağı Emir Bayar'ın soğukluğu karşısında yenik düşmüştü. Bana ayrılan yere oturduğumda gözümle Cem'i aradım, az ilerde ikramların olduğu masada ağzına bir şeyler atıp çevresinde onunla pek göz göze gelmemeye çalışan insanlara bir şeyler anlatıyordu. Ona bakarken beni gördüğünde elimle gelmesini işaret ettim, fotoğraf çekmesi gerekiyordu. Sanki buraya eğlenmeye gelmiş gibi onu çağırmamdan mutsuz olup yavaşça yanıma geldi. ''Güzel resimler çek Cem,'' diyip elime ajandamı aldım. Cem de oflayarak kameranın açısını ayarlamaya başladı. Emir Bayar adının anons edilmesiyle robot yürüyüşü ile kürsüye doğru ilerledi. Nedense bu adam garip şekilde bana tanıdık geliyordu sanki daha önce görmüştüm ya da gördüğüm birini bana hatırlatıyordu ama çıkaramadım. Mikrofonu eli ile kontrol ettikten sonra kürsüye iyice yaklaşıp başını ona bakanlara çevirdi. Ardından tok bir sesle konuşmaya başladı. ''Herkese geldiği için teşekkür ederim, bugün vesile olduğumuz şeyi sizlerle paylaşmak benim için büyük bir onurdur. Bugün ülkemizde ve yurtdışında geniş bir ağa sahip olan Bayar Holding'in kurduğu fıstık imparatorluğunun başlangıcı küçük bir fıstık salkımıdır.'' Emir Bayar burada bir an duraksadıktan sonra kalabalığın içinde beni bulup gözlerini gözlerime dikti. Bir an şaşırmıştım, kafamı gömdüğüm yerde beni bulması afallatmıştı. ''Bu fıstık salkımı babamın verdiği öğüt ile hayatımı şekillendirdi.'' Az önce Selim Bey'e sorduğum soruya cevap veriyor gibiydi ve gözlerini benden çekip tekrar ona bakan kalabalığa döndü. ''Hayatta az görünen bir şeyin ne kadar değerli olduğunu anlattı. Ben de elimdeki küçük salkıma bakıp onun büyümesi için hayaller kurmaya başladım ve bunu düşündüğümde sekiz yaşındaydım. Yirmi iki yıl sonra hayalini kurduğum yerde olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyorum.'' Emir Bayar'ın konuşmasına dalmışken ani bir sesle irkildim. Nerden geldiği belli olmayan bir nesne büyük bir gürültüyle Emir Bayar'ın kürsüsüne çarptı. Sallanan kürsünün ardında bir an şaşkın şekilde duran Emir Bayar kendini toplayıp iki adım geri çekildi. Ben ne olduğuna anlam veremiyordum, sesle irkildiğim andan itibaren kafam allak bullak olmuştu. ''İyi ki kamera açıkmış, yoksa bu anı kaçırırdım,'' diyen Cem'e baktım hala elinde kamera çekim yapmaya çalışıyordu. İnsanlar şaşkın şekilde etrafa bakarken içlerini kaplayan tedirginlikten dolayı ayağa kalkmış gitmeye hazır vaziyette duruyorlardı. O sırada dönüp baktığım Emir Bayar yerden bir şey alıp kürsüden uzaklaşmaya başladı. Eğer yanlış anlamadıysam atılan her ne ise içinde bir not vardı ve sahibi Emir Bayar'ın ta kendisiydi. Ben onun ardından bakarken bir kişi görüntümü kapattı. ''Lütfen çekimleri bana verir misiniz?'' Selim Bey bu soruyu sorarken Cem'e bakıyordu çünkü tüm olanları kendisi çekmişti. Cem ağzını açıp konuşacak gibi oldu ama Selim Bey'in bakışları onu durdurdu. Çaresiz kayıt yapan kamerayı durdurup içindeki kaydı verdi. Ama yüzünde bu durumdan memnun olmayan bir ifade vardı. Kaydı alan Selim Bey hızla kürsüye gidip karmaşa içinde olan insanlara bir problem olmadığını anlatmaya başladı ve törenin son bulduğunu söyledi. Bense merakla Emir Bayar'ı arıyordum çünkü bugün olan her neyse sebebi o olmalıydı. Aslında çok da şaşılacak bir durum değil, koltuk sahibi olan herkesin mutlaka düşmanı olur bence ya da bu benim teorimdir. Ben Emir Bayar'ı ararken kendisi bir anda karşımda durdu ve karanlık gözleri ile bana bakmaya başladı. ''Umarım bugün yaşanan olay sizde kötü bir intiba bırakmaz yoksa bu beni çok üzer,'' diye konuşurken sesi üzülme değil de sert bir tehdit gibiydi. Üstelik anlam veremediğim şekilde şüpheci bir bakışla bana bakıyordu. Önce hafif bir afallasam da ardından kendimi topladım. ''Merak etmeyin Emir Bey, bugün olanları unutacağım,'' diye yalan söyledim. Ben meraklı biriyim ve asla bugünkü olayın peşini bırakamam. En azından arkasında kimin olduğunu ve nasıl bir olayın döndüğünü öğrenmeliyim. Neden öğrenmeliyim onu da bilmiyorum sanki elime ne geçecek? Emir Bayar bir süre bana sertçe baktıktan sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. ''İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir,'' diye kulağıma eğilip fısıldayan Cem içimi okumuş gibiydi. Ben ona susmasını işaret edip kafamı sallarken Emir Bayar aniden arkasını dönüp yüzüme baktı. ''Yarın ofisimde benimle röportaj yapabilirsiniz,'' diye sert bir sesle konuştu. Şaşırdığım için bir an bir şey diyemedim ama kendimi toplayıp '' Peki,'' diyebildim. Ardından gözlerinde değişmeyen şüpheci bakışlarını yanına alıp gitti. Bu yaptığını anlamadım, her şeyde karşıma gelen Selim Bey değil de bu defa Emir Bayar bizzat beni davet etmişti. Merak etmeli miydim? Akşam dergiden çıktığımda ayaklarımın altı yanıyordu. Açılış macerasından sonra bir anda sanki insanlar ortadan kaybolmuştu, kara bir deliğin içinde kaybolur gibi. Notlarımı yazmak için dergiye gelip bilgisayarı açtığımda uzun süre boş sayfaya baktım. Ne yazacağımı bilmiyordum, içimden yaşadığım olayları anlatmak geliyordu ama Selim Bey'in uyarıları aklıma gelince vakfın açılışına ait birkaç şeyi yazıp bilgisayarı kapattım. Kafamı sandalyeye dayayıp yaşadıklarımı gözümün önüne getirdim. Selim Bey'in yüzünü hatırlayınca dergi ile yaptığı anlaşmadan pişmanlık duyduğunu söyleyebilirdim. Ama bu kadar zengin birinin tazminatı kolaylıkla ödeyeceğini bilsem de haklarında kötü şeyler yazmamızdan korktukları için sakin davranıyorlardı. Bu yüzden Emir Bayar beni özel davet etmişti, yarın ağzımı arayıp bugün olanları unutmamı isteyecekti. Bunlardan emin olunca yarın konusunda daha iyi hissettim. Ama meraklı yapım beni rahat bırakmıyordu ve Emir Bayar'a tehdit yolu ile iletilen mesajı çok merak ediyordum. O sırada aklımda kocaman bir ışık yandı ve hemen internete Emin Işık yazıp sonuçlara bakmaya başladım. Çünkü bu serbest gazeteci her kimse Gaziantep'in iş adamlarını tanıyor olmalıydı. Sonuçlara baktığımda herhangi bir gazete ile ilgili sayfa yoktu ama kişisel bir blok vardı. Açıp baktığımda herhangi bir fotoğraf bulamadım ama Emin Işık imzalı bazı yazılar vardı. Yazıları akşam okumak üzere sayfadan ayrılıp bana verdiği kartı buldum. Ne yazacağımı bilmiyordum ama ona ulaşmak için iletişime geçmek zorundaydım. Aklıma gelen ilk cümleyi mesaj bölümüne yazdım. ''İyi günler, ben geçen gün parkta yardım ettiğiniz Yonca Deniz. Size tekrar teşekkür etmek ve bazı şeyler sormak için ulaşmak istiyorum, dönerseniz sevinirim.'' Herhangi bir cevap beklemeden çantamı alıp dergiden ayrıldım. ** Akşam yemeği yerken her zamanki halimden farklı bugün iştahsızdım ve bu bizimkilerin gözünden kaçmamıştı. ''Hayırdır Yonca, en sevdiğin yemek olduğu halde sofrayla pek ilgilenmiyorsun,'' diyen anneme bakıp zoraki gülümsedim. ''Bugün çok yoruldum sanırım ondan iştahım kaçtı,'' derken ağzıma zor da olsa bir şeyler aldım. ''Yorgunluk senin iştahını kapatmaz ki abla,'' diye bana bakıp sırıtan Nur'a daha büyük bir sırıtma ile karşılık verip susmasını işaret ettim. Yoksa babamla annem bir şeyler olduğundan şüphelenip üzerime gelirdi. ''Dergide Hülya Hanım mı seni zorluyor,'' diye sert bir sesle sordu babam. Bunu fırsata çevirmeyi düşünüp biraz şikâyet etsem mi diye düşündüm ne de olsa arkadaşı belki Hülya Hanım'a kızardı. ''Biraz yoruyor aslında babacığım,'' diye üzgün şekilde babama bakıp konuştum. ''İyi yapıyor,'' diye babam karşılık verince yüzümdeki hüzün salak bir gülümsemeye döndü. Sanırım kendim kaşınmıştım ve zorlu hayat mücadelem sürecekti. Yemeğimi yedikten sonra bulaşıkları annemle yıkayıp bir bardak yeşil çay aldım. Bir an önce odama gidip yalnız kalmak istiyordum. ''Bu arada Yonca,'' diye durdurdu annem. ''Geçen gün teyzen aradı, uzaktan bir akrabası varmış Birecik'te oturuyorlarmış,'' annem konuşurken konunun nereye geleceğini hissetmiştim ama terlik yememek için sözünü kesmedim.''Ama oğulları Antep'te çalışıyormuş, çocuk mühendismiş. Teyzen de senden bahsedince bir tanışmak istiyorlar bak iyi bir aileymiş.'' Annem sustuktan sonra gözlerime bakmaya başladı çünkü bir cevap bekliyordu. ''Bu aralar işlerim çok fazla anne, bu işleri bir süre ertelesek diyorum,'' diyebildim sadece çünkü en az hasarla kurtulmak istiyordum. ''Ertele ertele evde kalacaksın sonunda,'' diye arkamdan seslenen annemi duymazdan gelip odama kaçtım. Belki işlerimin yoğunluğunu bahane ediyordum ama başka elle tutulur nedenim yoktu. En son lisede okulun basketbol takım kaptanından çok hoşlanmıştım ondan sonra aklıma asla gelmeyen gönül işleri hala ilgimi çekmiyordu. Bu hayatta yapmak istediğim birçok şey var ve evlilik bunların en sonunda yer alıyor. Bilgisayarımı açıp dergide okumadığım Emin Işık'a ait yazıyı tıkladım, bu arada mesajıma bir karşılık vermemişti, buna biraz bozulmuş olsam da işlerinin yoğun olduğunu düşünüp kendimi telkin ettim. Sayfasında birçok haber yazısı vardı ama tıkladığım yazı farklı görünüyordu. Kişisel düşüncelerin dile getirildiği bir yazıydı ve üç yıl öncenin tarihine aitti. ''İyi ile kötü bir bütündür, ayrılırsa yalnız kalır birinden birisi. İnsanın yüreği de iki yarımın birleşmiş bir bütünüdür. Ayrı parçalar farklı duygular. Acı ve mutluluk... Bu yüzden dramanın simgesi olan ağlayan ve gülen yüzleri seviyorum. Aynı kişiler ama duyguları farklı... Yazar Horace Walpole'in deyişiyle '' Bu dünya düşünenler için bir komedya, hissedenler için bir tragedyadır. Bundandır ki Demokritos gülmüş, Herakleitos ağlamıştır.'' Ben de diyorum ki kötü, kötü değil çok düşünen bir kalp, iyi de çok hisseden bir kalp. Ama aynı kişiler...'' Yazıyı okuduktan sonra masamda duran drama simgelerine baktım. Aynı boyutta ve şekilde iki figür duygu ifadesi ile birbirinden ayrılıyordu. Ve okuduğum bu yazı bu simgeler için en güzel açıklamaydı. Biraz da sitem eder gibiydi ama nedenini anlayamadım. Uykuya dalarken belli belirsiz simgeler karşıma gelmeye başladı. Ağlayan ve gülen simgelerden maske takmış iki kişi karşılıklı bana bakıyordu. Daha doğrusu gözlerini görmüyordum ama bana baktıklarını tahmin ediyordum. Sonra ağlayan maske bana ellerini uzatıp '' Dans edelim mi?'' diye sordu. Ama ondan korktuğum için gülen maskeye bakıp bana ellerini uzatmasını bekledim. O bana ellerini uzatınca sevinçle ona yürüdüm ve ellerini tuttum. Ama bir andan görüntü değişti ve ağlayan maskenin kollarında buldum kendimi. Nefes nefese uyanıp yataktan hızla doğruldum. Gördüğüm garip rüya hem şaşırmama hem de korkmama sebep olmuştu. Yatağımın kenarındaki komodinin üzerinde daima duran su şişemden bir yudum alıp hazırlanmak için kalktım. Bugün Emir Bayar'ın özel davetlisi olduğum için geç kalmamaya özen göstermeliydim ** Yolda aldığım telefon Emir Bayar'ın yanından önce dergiye gitmeme neden oldu. Saate baktığımda bir saat yetişmek için zamanım vardı. Hızlı şekilde merdivenleri çıkıp Hülya Hanım'ın odasına girdim. Kendisi odada yoktu o yüzden kırmızı koltuğa oturup beklemeye başladım. Bir yandan da dergi kurulduğu günden bu yana basılan sayıların olduğu duvara baktım. Yüzlerce dergi özenle dizilmişti ve şimdiye kadar yapılan işin büyüklüğünü ve mücadelesini gösteriyordu. ''Geldin demek,'' diyerek içeri girdi Hülya Hanım. Onun sesiyle olduğum yerde doğrulup yüzüne dikkatle baktım. ''Aslında Emir Bayar ile görüşmem var siz çağırınca,'' diye konuşmaya başlamıştım ki sözümü kesti. ''Evet, o konuda konuşacaktım, Emir Bey sabah erken beni aradı,'' diye söylerken içten içe merak etmeye başladım, ne için aramış olabilirdi? İstemeden bir yanlış mı yapmıştım? Ama dün normal bir şekilde ayrılmıştık, yine de içim şüphe ile dolmuştu. ''Emir Bey önümüzdeki sayı değil de diğer sayıda yer almak istiyor, bu yüzden onunla geçireceğin zaman iki hafta daha artacak. Bunun için hazırlık yapmanı istiyorum,'' dedikten sonra yüzüme bakıp cevap vermemi beklemeye başladı. Bu durum bana garip gelmişti, fazla zaman geçirmeme gerek var mıydı? Şu an gözlemlediğim şeyleri bir sonraki dergi sayısında kullanabilirdim. ''Uzun süre devam etmeme gerek var mı? Daha sonra da elimdeki bilgileri kullanabilirim,'' diye sorup şaşkın olduğumu anlatmak istedim. ''Bu konuda Emir Bey'in özel ricası var, Yonca. O yüzden programlara katılmaya devam edeceksin, şimdi gidebilirsin,'' deyip önündeki yazılara döndü. Bu artık çıkmamı söyleme şekliydi ve ben de çaresiz aynı zamanda bu durumdan pek bir şey anlamamış vaziyette odadan çıktım. Odama gidip bazı çalışmalarımı alıp asansörü beklemeye başladım. ''Yoksa bu Emir Bayar senden mi hoşlandı?'' diye sırıtarak yanıma gelen Derya bana baktı. Yüzünde alay ile karışık bir kıskançlık var gibiydi. Bense onun söylediklerini duymazdan gelip açılan asansör kapısından içeri girdim. Kapı kapanırken hala garip şekilde bana bakmaya devam ediyordu Derya. Söylediği çok saçma gelmişti, Emir Bayar gibi robotun hoşlanma kelimesi ile yan yana kullanılması olası değildi. Her ne kadar az önce aldığım haber mantıksız olsa da hoşlanma kelimesi daha saçmaydı. Ayrıca öyle bir adamın bir kadından hoşlandığında saçma bahanelerin ardına sığınacağını hayal bile edemiyorum. Bu işin arkasında başka bir şey olduğuna adım gibi eminim... ** Holdinge geldiğimde buluşma saatine hala on dakika vardı, randevum bilindiği için sekreter kız hoş geldiniz dedikten sonra bana eşlik etmeden yerine oturdu. Bense bildiğim koridordan ilerleyip asansörü beklemeye başladım. Açılan kapıdan girip daha önce de yaptığım gibi çıktığım katları saymaya başladım ve asansörün lüks oluşuna bir kez daha hayret ettim. İnce bir sesle açılan kapıdan çıkıp tanıdık koridorda Emir Bayar'ın odasına doğru yürümeye başladım. Elinde dosya olan birkaç kişi Emir Bayar'ın odasından çıkıp bana doğru geliyordu ama yanımdan geçip gittiler. Odaya yaklaştığımda kapının yarı açık olduğunu fark ettim, kapıyı açıp girecektim ama içeriden gelen Emir Bayar'ın sesi durmama neden oldu. ''Hala bulamadın mı Selim? O gün nerelere gittiğini?'' soruyu sorduktan sonra karşıdan bir cevap gelmesini bekledi. ''Sabah erken saatlerde evden çıkmış gibi görünüyor muhtemelen gece bir şey oldu. Evinin yakınındaki kitap kafede de olma ihtimali yüksek ama nasıl karşılaştılar ve neler oldu bulamıyorum,'' diye endişeli şekilde Selim Bey'in konuşmasını duydum. Kimden bahsettiklerini anlamadım ve olayın ne olduğunu da bilmiyordum. Ama her ne ise seslerindeki endişe önemli bir durum olduğunu gösteriyordu. Kendimi toplamaya çalıştım aşırı meraklı da olsam bu şekilde kapı dinlemek bana göre değildi. Belki bana göreydi ama yakalanmam olasıydı o yüzden boğazımı temizleyerek kapıyı çaldım, herhangi bir cevap almadan hafif itip kapıdan başımı içeri soktum. Selim Bey beni görünce önce afalladı ardından gülümseyerek ''Hoş geldiniz Yonca Hanım,'' diyerek eliyle içeri davet etti. Emir Bey beni ilk gördüğü andan itibaren her zamanki robot tavrını takınmıştı ve beni o davet ettiği halde bir şey demeden konforlu koltuğuna oturmuştu. Selim Bey bana onun karşısındaki koltuğu gösterip ''Bir şey içer misiniz?'' diye sordu. Hafif şekilde ayaklarım titrediği için aklıma sudan başka bir şey gelmemişti. ''Bir su alabilirim,'' dedikten sonra Emir Bayar'ın karşısına oturdum. Selim Bey başıyla beni onayladıktan sonra odadan ayrıldı, şimdi Emir Bayar ile tektik. İçeri girdiğimden beri sesi çıkmamıştı o yüzden ilk söz onun olmalıydı ve bu yüzden beklemeye başladım. Gergin yüz ifadesi ile koltuğunda biraz dikleşip gözlerini kıstı, bu haliyle beynimin içini okumaya çalışıyor gibiydi. Bu hali bir anda gece gördüğüm rüyayı hatırlattı bana. Ağlayan ve gülen figürler, ama Emir Bayar bunlardan birisi değil de Hitler figürü olmalıymış. Ama daha önce hissettiğim şeyi yeniden hissettim, ben bu yüzü daha önceden tanıyordum ''Beni kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim, tabi bu sizin işiniz de bir yerde,'' diye kibarca konuşmaya başlayıp sonunu yine odunca bitirmişti. Bu adam diyecek söz bulamıyordum. Robot öküz... ''Aslında sabah Hülya Hanım ile konuşmuştum ama aynı durumu size de anlatmak istedim,'' kelimeleri öyle bastırarak söylüyordu ki benim aptal olduğumu düşünüyor gibiydi. ''Derginin önümüzdeki basımı değil diğer basımında yer almak istiyorum, bu süreçte tüm çalışmalarımda yanımda yer almanız gerekli.'' Konuşması kesinlikle bir rica değil emirdi. Ona baktığımda yakışıklı yüzünün ne kadar ürkütücü olduğunu fark ettim. Ardından kendimden emin şekilde konuşmaya başladım. ''Aldığınız kararı anlıyorum, daha önce karar verilen sürede çalışmalarınızı takip edip ardından diğer ekip arkadaşım Cem de size eşlik ede-'' ''Hayır, siz olmak zorundasınız,'' diye sözümü kesti. Bakışları buz gibi bana bakıp bunları söylerken ifadesi hiç değişmiyordu. Aklıma Derya'nın sözleri geldi ama hayır bu şekilde bir kadına bakan adamın hoşlanıyor olması imkânsızdı. Yani en azından dizilerde seven adamlar bu şekilde bakmıyordu, öyle gözlemlemiştim. Benim garip bakışlarımdan olsa gerek sesini biraz daha yumuşatıp açıklama yapmaya başladı. ''Söylemek istediğim bir kişi ile başladığım işi onunla bitirmeyi tercih ederim, farklı birisi güvenimi zedeler,'' diyerek sözünü bitirip önüne baktı. O sırada Selim Bey ve bir yardımcı içeri girdi, yardımcının elindeki tepside su ve çeşitli atıştırmalıkların olduğu bir tabak vardı. Bunları masaya bırakıp çıktı. ''Anlıyorum,'' diye kısık sesle cevap verdim, hala kafamda garip sorular vardı. ''Yarın için önemli bir programımız var Yonca Hanım,'' diye konuşmaya başladı Selim Bey. ''Yetimhane ziyareti ile yeni açacağımız yatılı yurdun proje görüşmeleri olacak.'' Yetimhane sözü yumuşamama neden oldu benim için en hassas konulardan birisi çocuklar çünkü. Bugünlük şüphe kotamı doldurduğum için daha fazla sorgulamamaya karar verdim, başı hala önünde olan Emir Bayar'ın sert bakışları ardındaki düşünceleri merak etmemeye çalıştım. Selim Bey uzun uzun yetimhane hakkında bilgi verdi hatta tarihine kadar inmiş olabilir. Bir ara robot Emir dahi sıkılgan şekilde iç çekmişti. Röportaj daha sonra olacağı için Selim Bey konuşmasını bitirince gitmek için izin istedim. Ardından robot Emir başını kaldırıp düşünceli şekilde bana bakarak ''O zaman yarın görüşürüz Yonca Hanım,'' diye adımı bastırarak konuştu. Kibar şekilde kovulduğumu hissederek hafif tebessümle başımı salladım. Ayağa kalkıp gidecekken durup benim için getirilen suyu kafama diktim. O sırada gırtlağımdan gelen yutkunma sesi pek kibar değildi ama karşımdaki kaba adam için de kibar olmak gibi bir niyetim yoktu. Bana bakan garip bakışları karşısında konuşmadan odadan çıktım. Bugün Selim Bey de ardımdan gelmemişti, belli ki ben gelmeden önce konuştukları şüpheli konuya devam edeceklerdi. Kapıyı kapattığım için hiç ses gelmiyordu tabi zenginliğin gözünü seveyim, ses yalıtımlı kapılar yaptırıyorlar. Telefonuma gelen mesaj sesi ile bir anda heyecanlandım, beklediğim mesajın gelmiş olma ihtimali beni mutlu etti. Ama mesaja baktığımda sadece bankadan gelen kredi teklifi yazısı umudumu kırmıştı. Kendi kendime ''Ama atmazsa atmasın,'' diyerek holdingden dışarı çıktım. Önümde hareketli günler olduğunu hissederek yarın için hazırlık yapmaya gittim. Çocuklar için bazı hediyeler almak istiyordum.
|
0% |