Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 4 DİŞ PERİSİ

@yzrsitare

***

Yatağımda bir sağa bir sola dönüp durdum ama bu gece uyuyamıyordum. Emir Bayar ile tanıştığımdan beri içimdeki huzursuzluk geçmiyordu. Garip davranışları bir yana aldığı kararlar da garip ve anlamsızdı. Onun çevresinde olan insanlar hiç mi bu adamı sorgulamıyorlar? Gerçi korkutucu bakışları insanların yanına yaklaşmasına izin vermiyordur, Selim Bey dışında yanında kimse olmamasından belli. Yeni bir problem dalgasının yaklaştığını seziyor ve korkuyorum. Bu arada yatağımın kenarındaki telefona uzanıp mesajlar kısmına baktım. Sanki bu Emin Işık da bir anda ortadan kaybolmuş hiç var olmamış bir kişiydi. Kendi kendime aklıma getirmemem için telkin verip uyumaya çalıştım.

 

**

Sabah evden çıkarken annem elimdeki poşetleri sordu. Ona hediyeleri yetimhanedeki çocuklara götürdüğümü söyleyince gözleri doldu.

''Yonca canım kızım, arada insanlığa faydalı şeyler yaptığını görmek beni mutlu ediyor,'' deyip elindeki kahvesini içmeye devam etti. Her durumda annemin benimle uğraşmasına alışmıştım, ben olmasam canının çok sıkılacağı kesin, sevgisi böyle belli olurdu onun.

**

Selim Bey ile telefonda konuştuktan sonra derginin önünde beklemeye başladım, bunu o rica etmişti. En azından patronundan daha kibar olması benim için önemliydi. Az sonra siyah ve görebileceğim en lüks araba aniden önümde durdu. Garip bir şekilde bakarken, eminim derginin büyük camından da bakan seyirci çoktu, camı indiren adamın yüzü ile karşılaştım.

''Beraber gidelim Yonca Hanım, ne de olsa aynı yere gidiyoruz,'' diyen Emir Bayar tam anlamıyla şoka uğramama neden olmuştu. Belki nazik olmaya çalışıyordu ama yüz ifadesinin robotluğu buna izin vermiyordu. Ona böyle bakarken en son ne zaman gülümsediğini merak ettim. Ben böyle cevap vermeden bakarken Emir Bayar gözlerini devirdi.

''Yonca Hanım poşetleri alayım,'' diye yanımda beliren Selim Bey cevap almadan elime uzandı. Ben daha cevap vermeden poşetler elimden gitmişti bile. Hızlı şekilde poşetleri bagaja yerleştiren Selim Bey tekrar önümde belirip kapıyı açtı ve kibarca ''Buyurun lütfen,'' dedi.

Ben açılan kapının ön koltuğun kapısı olması için içimden bildiğim tüm duaları okurken ''Bütün gün sizi bekleyemeyiz,'' diyen Emir Bayar'ın sesine döndüm. Ve dualarımın kabul olmamasının üzüntüsü ile arka koltuğa geçip oturdum.

Selim Bey'in sessiz şekilde arabayı hareket ettirmesi ile içinde bulunduğum arabanın konforuna hayran kaldım diyebilirim. Göz ucuyla yanımda oturan adama bakıp halini anlamaya çalıştım ama bir robot edası ile kaskatı kesilmiş camdan dışarı bakıyordu. Gerçekten bu durumunu yorumlamak çok zordu. Henüz ağzımı açıp tek kelime etmediğimi hatırlayınca bir şeyler söylemeye karar verdim, olabildiğim kadar kibar şekilde.

''Buraya kadar gelip zahmet etmeseydiniz Emir Bey, ben gelirdim. Mahcup oldum gerçekten,'' dedikten sonra gözümü dikip beklemeye başladım. Acaba yapmacık saygımı anlamış mıdır?

''Hayır, yolumuzun üstüydü,'' diye yavaşça başını çevirip konuştu.

İlk defa bu kadar yakından bu adama bakıyordum, donuk siyaha yakın gözlerini çevreleyen kirpiklerinin uzunluğu robotluğunu biraz da olsa azaltıyordu. Yüzü bana böyle bakarken gerçekten yakışıklıydı ama yine aynı o hissi yaşadım. Ben bu adamı kesinlikle bir yerden tanıyordum ama nerden? Hayır çevremdeki erkekleri düşününce bu kadar yakışıklı birini görsem unutmazdım. Ayrıca bana bakışları bugün daha farklıydı. Meraklı ve derin bir ifade vardı yüzünde. Birkaç saniyelik bu bakışlardan garip hissedip pencereye döndüm. Göz ucuyla bakınca onun da pencereye döndüğünü gördüm.

**

Yetimhaneye girdiğimizde etkinlikten yeni çıkan çocuklar bizi görünce neşeyle koştular. Kimisi altı kimisi yedi yaşında onlarca çocuk etrafımızı sardı. Onların gözlerindeki bu özlem dolu sevinçler yüreğimi acıtıyordu çünkü hiçbiri burada olmayı hak etmiyordu. Her ne kadar güzel bakılsalar ya da eğitim alsalar da eksikliğini hissettikleri aile ortamı bir yanlarını buruk bırakıyordu. Ellerimizden tutup arka bahçeye doğru bizi sürüklemeye başladılar, geleceğimizi öğrendikleri için minik bir etkinlik hazırlamışlar. Onlarla giderken şok olacağım bir görüntü ile karşılaştım. Emir Bayar'ın yüzünde gülümseme vardı. İlk defa onu gülerken görmüştüm ve gerçekten ona yakışıyordu. Elini tutup onu sürükleyen çocuğa gülümseyerek bakıp bir şeyler söylüyordu. Demek ki Emir Bayar'ın zayıf noktalarından birisi çocuklardı ve bunu bugün öğrendim.

Biz bahçeye geçtiğimizde Selim Bey de hediyeleri getiriyordu, ardından heyecanla bekleyen çocuklara dağıtmaya başladık. Onların yüzündeki o gülümseme görebileceğim en güzel kareydi. Sevinçle hediyesini alan çocuk sırasını diğer arkadaşına devredip gösteri alanına geçiyordu. Tüm çocuklar hediyelerini aldıktan sonra bize ayrılan bölüme geçtik. Elimde fotoğraf makinesi ile her kareyi yakalamaya çalışıyordum hatta Emir Bayar'ın bir çocuğa gülümsediği anı bile yakalamıştım. Dergi için güzel fotoğraf olurdu yoksa normal hali pek de çekici gelmeyebilirdi. Hiçbir gencin robot gibi bakan bir fotoğrafın basılı olduğu dergiyi almak isteyeceğini düşünmüyorum çünkü.

Bizim için hazırladıkları şarkıları söylemek için sıraya dizilen çocuklara eğitmenleri de eşlik ediyordu. Şarkı söylemeye başlayan çocukların önlerine altı yaşlarında birkaç çocuk gelip dans figürleri sunmaya başladı. Öylesine tatlıydılar ki yanaklarını ısırmamak elde değildi. Tatlı gösterilerinin sonuna doğru ufak bir aksilik oldu daha doğrusu minik bir kaza. Önde dans eden tatlı oğlanın ayağı kayınca yere düştü, hemen diğer arkadaşı kaldırdı ama düşen çocuk ağlamaya başladı. Belki bir yeri acımıştı ya da utandığı içindi bilmiyorum. Ama öylesine içli ağlıyordu ki gidip sarılmak istedim neyse ki öğretmeni benden önce sarılıp arka tarafa götürdü. Ardından diğer çocuklar da yavaşça sahneden inip oynamak için oyun alanına koştular. Elimde fotoğraf makinesi ile onları çekerken bir yere odaklanan Emir Bey dikkatimi çekti. Az önce düşen çocuğa bakıyor ve eliyle başını tutuyordu. Yüzüne baktığımda acı çeken bir ifade ile karşılaştım sanki ayağına büyük bir cam batmış da yerinden kımıldayamıyor gibi. Önce bu haline anlam veremedim, çocuğa mı üzüldü diye düşünürken abartılı tepkisi başka bir şey olduğunu gösteriyordu. Kaşlarını iyice çatıp dudaklarının gerilmesine engel olamadığını fark ettim. Ayaklarım bir geri bir ileri giderken yanına gidip gitmemekte tereddüt yaşadım. Gözlerimle Selim Bey'i aradım ama o da ilerde çocuklar ile oynamaya dalmıştı. Bu durumda ilerleyip Emir Bayar'ın yanına yaklaştım.

''Emir Bey iyi misiniz? Bir şeye ihtiyacı-''

''Hayır, iyiyim,'' diye sözümü kesti ama hali hiç iyi görünmüyordu. Alnında boşalan terler gömleğinin yakasını ıslatmıştı. Bu haline göz yumamazdım.

''Bence bir hastane-''

''İyiyim dedim uzak dur benden!'' diye sertçe sözümü kesip yüzüme baktı. Sanki gözlerinin içi alev almıştı öylesine ateş dolu bakışları vardı. Ben şok olmuş şekilde bakarken hızla yanımdan uzaklaşıp çıkışa doğru ilerledi. Ardından bir süre bakakaldım. Neydi bu adamın derdi? Sadece yardımcı olmaya çalışıyordum ve aldığım karşılık hiçbir şekilde insani değildi. Öküz robot, insanlıktan nasibini almamış yabani...

''Emir Bey'i gördünüz mü?''diye soran Selim Bey'i görünce az önce olanları anlattım. Rahatsız gibi göründüğünü ve koşarak bahçeden çıktığını duyunca yüzünü bir telaş kapladı.

''Anladım, ben yanına gideyim ve sanırım bugünlük bu kadar Yonca Hanım, daha sonra görüşmek üzere,'' diyerek telaşla yanımdan ayrıldı. Ne oluyordu Allah aşkına? Gizemli ikili gibi takılan bu adamlar sürekli beni hayret içinde bırakıyordu. Mal gibi burada kalmamın mantıklı bir sebebi var mıydı acaba?

**

Yetimhane sorumlusuna Emir Bayar'ın acil işi çıktığını ve gitmek zorunda olduğunu söyleyip ayrıldım. Yardımcısı ile ortadan kaybolmasını başka nasıl izah edebilirdim bilmiyorum. Buraya kadar onlarla gelmiştim ama arabadan eser yoktu o yüzden durağa yürüyüp otobüs beklemeye başladım.

Güzel başlayan her günüm bu aralar Emir Bayar yüzünden kötü bitiyordu. Garip durumları ya da anlamsız hareketleri bitmiyor. Kendi kendime bu düşünceler içinde durakta bir o yana bir bu yana yürüyüp durdum. Şu otobüs de gelmek bilmiyordu. Annesinin yanında oturan minik bir kız çocuğu bana bakıp gülümsemeye başladı, elleri ile saçlarımı gösteriyordu. Rüzgar vurdukça kabaran kıvırcık saçlarım komiğine gitmiş olmalıydı, ben de gülümsemesine karşılık vererek bir an da olsa kendimi mutlu hissettim. Cebimde titreşimini hissettiğim telefonumu çıkarıp arayan numaraya baktım. Kayıtlı değildi ama tanıyor gibiydim. O an hatırlayınca tam anlamı ile şok oldum. Bu numara ona aitti yani serbest gazeteci. Emin Işık...

''Özür dilerim,'' diye konuştu açtığım anda. Merhaba bile demeden ilk söylediği söz şoka uğramama neden oldu.

''Ne için,'' diye karşılık verdim ben de merhabayı unutarak. Bu halimi komik bulduğunu düşündüren kısa bir gülmeden sonra ''Mesajına cevap veremediğim için,'' diye ekledi. Neden bilmiyorum tüm vücudum kaskatı kesilmişti ve önümden geçip giden otobüse bile binememiştim.

''Biraz uzaktaydım ve telefona bakamayacak kadar meşguldüm,'' diye devam etti. Aslında ona söylemek istediğim bir sürü şey vardı. Bu kadar bekletmek zorunda mıydın? Emir Bayar'ı tanıyor musun? Gibi sorular... Ama dilim uyuşmuş gibi öylece bekliyordum. En sonunda boğazımı temizleyip konuşmaya karar verdim.

''Önemli değil, sadece tekrar teşekkür etmek istemiştim ve bazı şeyler sormak istiyordum, belki bilirsin diye ama'' dedikten sonra sustum, acaba saçma mı konuşuyordum diye içimden geçirdim.

''Pekâlâ, sana atacağım adrese gel istediğin şeyi konuşabiliriz,'' diye neşeyle karşılık verdi.

''Tamam,'' diye kendime şaşırarak cevap verdim. Dergiye gitmem gerekiyordu ama yaptığım şey gerekli gibi gelmişti. Ya da beynim her zamanki gibi beni kandırıyordu.

**

Emin Işık'ın gönderdiği adrese geldiğimde hala kendime inanamıyordum ve hala kendime kızıp mırıldanıyordum. Ama geldiğim lüks yere bakınca susup çevreye bakmaya karar verdim. Etrafından defalarca geçtiğim bu yüksek binalara böyle yakından bakmak etkileyiciydi. Herhalde Gaziantep'in en havalı ve en yüksek bu dört binası yine bu şehrin en zenginlerini ayrıca yükseği sevenleri ağırlıyordu. Gelen adrese baktığımda en arkadaki yüksek binanın altındaki kitap kafeye doğru yürümeye başladım, üzerimdeki tedirginlik de artıyor gibiydi.

Ses çıkararak açılan kapıdan içeri girip etrafa bakmaya başladım. Aslında bir kişinin yüzünü görmeye çalışarak bakınıyordum ama gördüğüm manzara bir an kendine çekti beni. Uzun raflar boyunca sıralanmış kitaplar büyüleyici görünüyordu. Özellikle rafların üzerine belli aralıklarla asılmış kitaplardan alıntı sözler çok güzeldi. Bu güzelliğin içinde nereden geldiği belli olmayan kahve kokuları burnumu sardı, içeriye dikkatli baktığımda sıralanmış masa ve koltukları gördüm. Koltuklar renk renk masaların etrafını sarmış kahve eşliğinde kitap okumak isteyenleri ağırlamak için hazır bekliyordu. Hatta içeride tek tük insanlar oturmuş önlerindeki kitabın dünyasına dalmıştı bile.

''Nasıl yardımcı olabilirim?'' diye duyduğum sese doğru irkilip döndüm. Orta yaşlarda gülen yüzüyle bana bakan adam cevap bekliyordu. Üzerindeki önlükte ''Kitapların Dünyasına hoş geldiniz'' yazıyordu.

''Birisiyle burada buluşacaktım da,'' dedikten sonra mahcup bir şekilde başımı salladım. Adam hiçbir şey demeden gülümseyerek yanımdan uzaklaştı. Ben de arkaya doğru pek görünmeyen bir masa aramaya başladım, ardından en köşede gördüğüm sarı koltuklu masaya oturup beklemeye başladım. Önümde duran kitaba göz gezdirmeye başlamıştım ki açılan kapının sesini duyunca kafamı kaldırıp baktım. Oradaydı tam karşımda az önce bana soru soran adama sarılıp bana doğru yürümeye başladı. Uzaktan bakınca bile kalın siyah çerçeveli gözlüğü ve dağınık saçlarını hemen hatırladım. Ayrıca gülüşü de onu ilk gördüğüm gün gibi içten ve cana yakındı. Ama bana yaklaştıkça garip bir şey hissetmeye başladım. Ben bu yüzü tanıyordum sanki az önce onunla konuşup ayrılmış ve yeniden bir araya gelmiş gibiydim.

''Merhaba, bana iyi bir haber vermek zorundasın,'' diyerek elini uzattı. Elini tutarken ''Aslında haberler sende,'' diye karşılık verdim ve onu nereden tanıdığımı anladım. Bu adam Emir Bayar'a benziyordu tıpkı Emir Bayar'ın kime benzediğin düşündüğüm ve benzeyeni bulduğum gibi. Ama bu çok mantıksız, yüz şekli hemen hemen aynı ve boyları da ortalama eşit. Ama saçlarının dağınık hali ve sürekli sırıtan yüzü farklı birisi olduğunu hissettiriyor. İkimiz de oturduğumuzda ona garip bakmamdan anlamış olmalı ki ''Bana neden öyle dikkatli baktın?'' diye sordu.

''Sadece birisine benzettim hatta aynı kişi olduğunuzu düşündüm de,'' diye aniden cevap verince gözlerini kocaman açarak bana baktı. Sanırım deli olduğumu düşündü ama kesinlikle emindim ve bu düşüncemi dile getirmek mecburiyetinde hissettim kendimi.

''İnsanlar çift yaratılmıştır Yonca, ismin buydu değil mi? Mesajda yazmıştın,'' diye samimi şekilde konuşarak bana baktı.

''Aa, evet'' diye cevap verirken aklım tam anlamıyla allak bullak olmuştu. Daha fazla bu konu ile karşımdaki adamı darlamak istemiyordum ve çift değil de aynı olduklarını unutmaya çalışarak devam ettim. ''Aslında sana tekrar teşekkür etmek istedim ve birisi hakkında sormak istediklerim vardı. Gerçi sana ulaşmak biraz sor gibi, her zaman görünür değilsin,'' diye kendimce saçmaladığımı düşündüğüm sözleri sıraladım. Allah'ım bugün bana neler oluyor anlamıyorum.

''Aslında benim diğer adım diş perisi,'' diyerek gülümsedi. Bense bu sözüne pek anlam veremediğim için aval aval baktım. Benim bu halime bakıp yüzündeki genişleyen gülümsemesi ile devam etti.

''Hani vardır ya, acıyı yaşayarak dişini kaybedersin ve ardından diş perisi gelip sana hediye bırakır. Onun varlığı acını unutmana yardımcı olur, işte ben böyle bir diş perisiyim.''

Sözlerinin ardından arkaya yaslanıp dikkatle bana baktı. Bense söylediklerinden hala bir şey anlamıyordum ve bu sözlerime yansımıştı.

''Ama bu sadece hayallerde olan bir şey, yani gerçekte böyle bir şey yoktur. Belki ailemizden birisi gelip para bırakabilir ama periler gerçek hayatta yoktur.''

Sözlerime ne tepki vereceğini beklerken tanıdık bir yüzle karşılaştım. Gözlerindeki o donuk bakış bana Emir Bayar'ı hatırlatmıştı ve bu gerçekten ürkütücüydü.

''Hayal değilim ben, gerçeğin en saf yansımasıyım,'' derken sözleri bakışlarından daha ürkütücü bir hal almıştı. Ne diyeceğimi bilmiyordum nedense şu an çok garip hissetmiştim.

''Aslında Emir Bayar'ı tanıyıp tanımadığını soracaktım geçenlerde yaşanan bir tehdit benzeri saldırı belki kulağına gelmiştir diye,'' aniden konuşmuştum. Ama bir anda büyüyen gözlerle karşılaşınca sustum. Bana bakan adam sanki Emir Bayar'ın kendisiydi ve onun kadar öfkeli bakıyordu. Daha doğrusu düşünceli hale bürünen yüzü öfke ile kırışmıştı. Ağzını açıp tam konuşacaktı ki kapıda duyduğu bir sesle aniden ardına döndü. Onun baktığı tarafa bakınca Selim Bey'in az önce bana soru soran adamla konuştuğunu gördüm. Önüme baktığımda Emin Işık ayağa kalkmış çantasını alıyordu.

''Hemen gidiyor musun?'' diye biraz da alınarak sordum.

"Yonca, sence dört yapraklı yonca mı nadir bulunur üç yapraklı yonca mı?"

Sorusuna verecek bir cevap bulamamıştım bir an. Aval aval yüzüne bakınca gör kırpıp hızlıca konuştu.

"Toprak rengi gözlerine bakınca bana bu hikâyeyi anımsattı, bir gün sana anlatırım." dedi ve hızla uzaklaştı. Ne olduğunu anlamamıştım, sözlerinin ne anlama geldiğini kavrayamayacak kadar afallamıştım. Üç yapraklı yonca daha fazla değil miydi? Off ne diyorum! Buraya gelirken heyecan hisseden ben şu an tam bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Ne düzgün bir cevap almıştım ne de adam akıllı konuşabilmiştik. Kimdi bu adam?

🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀

Güneş, batarken bulutlara öfkelenmiş olacak ki onları ateşine boyamış yakıyordu. Tramvayın camından bu güzel manzarayı seyrederken kafamı sakince düşündürtmeye çalışıyordum. Gün içinde üst üste yaşadığım şoklardan mı bilmiyorum ama mantıklı düşünememiştim. Kitap kafede tek başıma kaldığım anda garip şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çok zeki birisi sayılmam ama insan davranışlarının verdiği mesajı yorumlamakta iyiyimdir. Emin Işık kesinlikle sadece birisi değil, kesinlikle sırlarla dolu bir adam. Hatta onun Emir Bayar'ın ikizi olabileceğini bile düşündüm yoksa bu benzerliği başka türlü açıklayamazdım. Ama bildiğim kadarıyla iki ablası vardı ve burada yaşamıyorlardı. Kafam bu sorulara dalmışken evimin durağının anonsunu duydum. Kalabalık içinde kendimi kapıdan dışarı atınca esen serin havayı içime çektim. Biraz olsun bu düşüncelerden sıyrılıp sakince günümü tamamlamak istiyordum ve nedense yarının zor bir gün olacağını seziyordum.

**

İnsan kendini yorgun şekilde eve attığında görmek isteyeceği son şey otuz iki dişini göstererek ona sırıtan misafirlerdir. Ve o görüntü karşımdaydı, yangın merdivenine koşmayı düşünsem de annem arkadan eli ile beni salona itti. Annelerin kas güçleri devasa bir şey asla karşı konulamaz.

''Maşallah Ayşe, Yonca çok güzel olmuş,'' diye anneme bakıp konuşan kadın dünyanın en klişe sözlerini sarf etmişti. Küçükken aşırı çirkin görünüp büyüyünce bunun tam tersi oluyoruz kızlar olarak. Ama yaşlı teyzelere göre... Ben kadına hoş geldin deyip elini öperken annem de bir yandan açıklama yapıyordu.

''Yonca kızım, sen hatırlamazsın küçüktün Hatice teyzen eski evden komşumuz. Bir akrabasına gelince benim de yanıma uğradı.''

Bu sözlerin benim için pek bir anlamı yoktu ve bir an önce odama gidip bugünün şokunu atlatmak istiyordum ama meraklı teyzenin beni göndermeye pek niyeti yok gibiydi.

''Benim de senden biraz büyük bir oğlum var gerçi küçükken sokakta oynardınız hatırlıyor musun? Adı Bora,'' dedikten sonra yüzünde kocaman bir sırıtma ile bana bakmaya başladı. Ama ne kendisini ne de oğlunu zerre kadar hatırlamıyordum. Hayır anlamında başımı sallayıp umutla odama gitmek için yerimde kıpırdandım.

''Bora da şimdi Gaziantep'te, Ankara'da mühendislik okudu İngiltere'de yüksek lisans yaptı ama işini burada yapmak istiyor, büyük bir şirkette çalışıyor şimdi'' diye devam eden kadının niyeti belli gibiydi ve tüylerim şu dakikada diken diken olmaya başlamıştı. Tam ne diyeceğimi dert ederken telefonum çalıp beni kurtardı. Gerçi ekrandaki Derya'nın ismini görünce hafif sinir olsam da şu an beni kurtarmıştı.''Pardon,'' diyerek kendimi odadan attım.

''Yonca selam, Hülya Hanım yarın erkenden toplantı yapmak istiyor. Şimdiye kadarki gözlemlerini raporlaştırıp üzerinde konuşmamız gerek,'' diye soğuk bir sesle açıklama yaptı Derya. Bana karşı tutumu üstlendiğim görevden beri daha da kötüydü. Ayrıca yaptığım işin hiçbir cazibesi yoktu ya da bana göre.

''Tamam, erkenden gelirim,'' dedikten sonra telefonu kapatıp masamın başına geçtim. Kitabın aynı sayfasını dördüncü kez okumaya başlayınca pes edip kapattım. Kafamdaki düşünceler bir türlü rahat bırakmıyordu, yazın sıcağında kulağımın dibinde vızıldayan sivrisinek gibi. Ne kadar saçma gelse de aynı kişi ile görüşmüş gibiydim bugün. Farklı görünüyorlardı ama aynı kişi oldukları düşüncesini kafamdan atamıyordum. Maske takmış bir kişi sanki benimle dalga geçiyordu. Birisi öfkeli ve diğeri neşeli... Ama bu kez karar verdim yarın Emir Bayar'a neler olduğunu soracaktım.

**

''Evet, bu kadar mı Yonca?'' diye soran Hülya Hanım'a bakıp evet anlamında başımı salladım. Son günlerde Emir Bayar ile yaşadığım olayları biraz eksiğiyle beraber anlatmıştım. Hülya Hanım fazla tatmin olmamış bir sesle devam etti.

''Bak Yonca, bu sayıda Emir Bayar ile ilgili yazımızın yakında geleceğini internet sayfamızdan duyurduk ve şimdiden birçok geri dönüş aldık. Ticaret ile ilgilenen gençler olsun, adamı beğenen genç kızlar olsun bu sayıyı bekliyorlar,'' Hülya Hanım sözünün burasında kısa bir nefes alıp durdu. O sırada Derya'ya göz ucuyla baktığımda hayran şekilde Emir Bayar'ın resmine baktığını gördüm. Sanırım herkes heyecanla bekliyordu.

''O yüzden bize daha değişik ve ilgi çekici bir Emir Bayar figürü lazım hatta özel hayatı ile ilgili birkaç dipnot olabilir, beni anlıyor musun?'' diyerek gözlerini bana dikti Hülya Hanım. Onun ne istediğinin farkındaydım ama böylesine bir adamla çalışmanın kolay olmadığının farkında değil gibiydi. Aslında elimde birçok önemli şey vardı ama başıma bir işler gelmesinden korktuğum için bunları anlatmaya fazla hevesli değildim.

''Sizi anladım, elimden geleni yapacağım,'' dedikten sonra izin isteyip çıktım. Masamda dağılan dosyalarımı toplarken itici bir ses kulağıma ulaştı.

''Belli ki bu iş sana zor geliyor Yonca, sana yardım edebilirim,'' diyerek sırıtan Derya'ya bakıp gülümsedim.

''Ama Derya'cığım sana burada derginin başında ihtiyaç var, senin gibi meşgul birisini koşuşturma ile nasıl yorabilirim,'' diye konuşurken çantamı alıp odadan çıktım. Kapıda Cem durup bana göz kırpmıştı ve Derya'ya dil çıkarmıştı. Cem'e bir şey demeden yürüyüp arkamdan eminim kızgın yüzüyle bana karşılık veren Derya'yı umursamadan hızla dergiden ayrıldım.

**

Şirketin kapısında hareketsiz şekilde durmuş kapıya bakıyordum. Kafamdaki görüntüleri sıraya koymaya çalışırken bir yandan da Emir Bayar ile nasıl konuşmam gerektiğini düşünüyordum. Ama itiraf etmeliyim bakışlarından çok korktuğum için bunu yapıp yapamayacağımdan emin değilim.

Tanıdık yüzlere bakıp ön girişten asansöre doğru ilerledim. Yukarı çıkarken kat numaralarına bakıp yükselen tansiyonumun düşmesi için dua etmeye başladım. Ama pek faydası dokunmamıştı, kalbim kulaklarımda atıyordu. İnce bir sesle açılan kapıdan geçip Emir Bayar'ın odasının olduğu yere yöneldim. Girişte sekreteri yoktu, odanın kapısını çalmaya bir an cesaret edemeyip kendimi koltuğa bıraktım. Derin nefes alıp karşımdaki etkileyici manzarayı seyrederek rahatlamaya çalıştım.

''Yonca Hanım,'' diyerek merakla bana bakan Selim Bey'in yüzünü görünce aniden kalp atışım yeniden yükseldi. ''Burada neden bekliyorsunuz?'' derken ben de kendimi toplayıp ayağa kalktım.

''Birkaç dosyayı düzenliyordum, o yüzden buraya geçtim,''diye yalan söyleyip zoraki bir gülümseme ile baktım.

''Buyurun, içeri geçelim,'' diyerek elini Emir Bayar'ın odasına doğru uzattı. Artık eceline yürüyen mahkûm gibi yürümekten başka çarem yoktu. Ama düşününce ben yanlış bir şey yapmamıştım o yüzden çekinmesi gereken ben değildim. Her ne kadar bu düşüncem beni rahatlatmasa da dik bir şekilde yürüyerek Selim Bey'in açtığı kapıdan içeri girdim.

Odaya girdiğimde siyahın asaleti bir yanda beni sarmalayıp bir yanda çekingen bir hale bürünmeme neden oldu. Emir Bayar masasında oturmuş elindeki kalemle önündeki kalın deftere bir şeyler karalıyordu. Bizi görünce tek kelime etmeden başı ile selam verdi. Selim Bey'in gösterdiği çalışma masasına geçip ses kaydı yapan makinemi çıkarıp masaya koydum ve dosyamı açtım. Bugün Emir Bayar ile uzun bir röportaj yapmaya hazırlanmıştım. Kafamı çevirip ona baktığımda sakince önündeki defteri kapatıp aşağıda bir çekmeceye koyduğunu gördüm. Ardından telefonuna gelen mesajı duyunca başını çevirip masanın diğer ucundaki telefonu aldı. Telefonuna bakarken Selim Bey yanına yaklaştı ve Emir Bayar'ın bir el hareketi ile başını eğip Emir Bey'in sessizce söylediklerini dinledi. Belli ki bir görev almış olmalı hemen odadan çıkıp sekretere seslendi. Şimdi odada Emir Bayar ile yalnızdık. Ve ben geldiğimden beri hayaletmişim gibi benimle tek kelime etmemişti. Yavaşça masasından kalkıp bana doğru yürümeye başladı ama hala bana bakmıyordu. Ona dikkatli şekilde baktığımda uzun boyu ile giydiği takım elbisenin içinde manken gibi göründüğünü düşündüm. Hatta bugün vücudunu saran gömleğinin altındaki kaslar özgüvenle kendilerini sergiliyordu. Tamam kabul ediyorum hiç fena değil. Nasıl bir adam olursa olsun yakışıklı olduğunu inkâr edemeyeceğim bir yüze sahipti. Ama bir robotun yakışıklı olması şeklinde bunu yorumlamak daha doğru olurdu.

''Hoş geldiniz Yonca Hanım,'' diyerek bana uzak olacak şekilde masanın karşısına oturdu. Soğuk sesi içimi titretmişti.

''Hoş buldum,'' derken beceriksiz şekilde önümdeki dosyayı açıp sayfalarına bakmaya çalıştım. Gergin olduğum anlarda bir şeyler ile uğraşmaya başlardım.

''Yetimhanede olduğumuz gün acil bir işim çıkmıştı o yüzden acilen ayrılmak zorunda kaldım, o yüzden lütfen kusura bakmayın,'' diye açıklama yaparak ardına yaslandı. Aslında özür dilemesi beni şaşırtmıştı, böyle insanların kusurlarını kabul etme özelliği olmadığını düşünürdüm ama bu defa yanılmıştım. Yine de aşırı soğuk olan bu özür samimiyet barındırmadığı için fazla da içten gelmemişti. Sanki bir mecburiyeti yerine getirir gibi davranıyordu.

''Önemli değil, o gün biraz kötü görünüyordunuz şimdi iyi misiniz?'' diye sorup yüzüne dikkatle baktım. Ama yüzünde hiçbir ifade ya da duygu yoktu. Kesinlikle bir robottu bu adam.

''Evet, iyiyiyim bir sıkıntı yok. Sanırım bugün bir röportaj yapacağız, başlayabiliriz,''diyerek net bir şekilde konuştu. Sanırım kendisi hakkında konuşmayı seven birisi değildi.

''Evet, başlayalım,'' dedikten sonra önüme soracağım soruların olduğu dosyayı aldım.

İçimden sürekli bir şey olmayacak diye tekrarlayıp duruyordum ve karşımda buz kütlesi gibi duran adama aldırmadan işimi yapmaya odaklanıyordum. Derin nefes alıp önümdeki ilk soruyu sordum.

''Çok klişe gelecek ama bu başarınızı neye borçlu olduğunu anlatabilir misiniz?'' diye sorumu sorup ardıma yaslandım. Karşımdaki adamın gözlerine baktığımda buz gibi bir ifade ile bana baktığını gördüm ve hafifçe yerinde hareket edip kollarını birbirine doladı.

''İnanç, benim için başarının anahtarı bu kelime. İnandığın şeye çalışarak destek verip pes etmemek ve yoluna ne çıkarsa çıksın vazgeçmemek. Sanırım başarımı buna borçluyum.'' Sözlerini bitirdiğinde tam emin olamasam da dudağının kenarında hafif bir tebessüm gördüm sanki ama içten değil de alay eder gibi. Buna tahammül etmek zordu

''Klişe cevabınız için teşekkürler,'' diyerek kendimi tutamadım, bu defa yüzündeki gülümseme biraz daha genişledi.

''Henüz gerçekleştiremediğiniz ve hayalini kurduğunuz bir şey var mı ve bunu bizimle paylaşabilir misiniz?'' Sorumu sorduktan sonra aynı ukalalığı ile cevap vereceğini düşünerek Emir Bayar'ın yüzüne baktım ama bu defa daha farklı bir ifade ile karşılaştım. Gözlerini yere dikip hafifçe tebessüm etti ve başka birisi ile konuşuyormuş gibi sözlerini sıralama başladı.

''Uzun zamandır gitmek istediğim bir yer var ve henüz bunu gerçekleştiremedim. Eğer her şey yolunda giderse hayalini kurduğum geziyi yapabilirim.'' Konuşması bittikten sonra elini masaya koyup hafifçe ardına yaslandı. Sorduğum soruya beklediğim cevap bu değildi aslında, ben daha çok iş dünyası ile ilgili bir cevap beklemiştim. Garip şekilde karşımdaki bu adam beni şaşırtıyordu sanki maske takmış bir insandı ve her an ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Önümdeki yazılara bakıp yeni bir soru yönelttim.

''Gençlere kendi hayatınızdan da yola çıkarak nasıl bir tavsiye vermek istersiniz?''

Önce derin bir nefes aldı ve ardından ekledi.

''Bu hayatı yaşamalarını,'' dedikten sonra bir saniye bekledi ve devam etti. ''Oscar Wilde der ki, yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur. Bu yüzden bu dünyada sadece yer kaplamak değil de adım atarak ilerlemeye çalışsınlar. Bu onları daha değerli hale getirecektir.'' Sözlerinin bitirince bir kaşı havaya kalkmıştı hafifçe. Bu sözlerin ardından farklı bir anlam ifade eder gibiydi sanki, ayrıca kabul etmem gerekiyor ki bu konuşması gerçekten güzeldi. Benim için bile ufuk açıcı olmuştu. Emir Bayar'a bakarken aklıma bir andan Emin Işık geldi ve sormamam gereken bir soru sordum.

''Sizin ikiziniz var mıydı?''

Havaya kalkan kaşı biraz daha yükselmişti ve göğsü biraz şişerek derin bir nefes aldı. İşte bu hali beni biraz ürkütmüştü ve neden sürekli bir şeylere çomak sokuyordum acaba.

''Hayır, yok ama bu soruyu bana bazen sorarlar belli ki bana çok benzeyen birilerini görüyorlar,'' diyerek sakince arkasına yaslandı. Aslında bu beklediğim tepkiden daha sakin bir tepkiydi. Bunun üzerine biraz rahatlayarak hafif tebessümle ''Evet, sanırım bu söz konusu olabilir,'' diye garip bir cümle kurdum. Ama bu pek de karşımdaki adamın umurunda olmamıştı. Kafamdaki soru işaretleri henüz geçmemişti ve anlamak içinde ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Birkaç soru ve cevaptan sonra dosyamı toplayıp ayağa kalkmak için hazırlandım.

''Emir Bey, röportaj için teşekkür ederim. Bu zamana kadar yaptığınız her şey için teşekkürler benim işim burada bitiyor. Diğer ekonomi ile ilgili çalışmalar için de Selim Bey ile gideceğim yerler olacak ve Cem sizin yanınıza fotoğraf çekimi için gelecek ve dergimiz sizin yer aldığınız sayıya hazır olacak.'' Konuşmamı bitirip ayağa kalktım, içimden de yaptığı bir şey yok neye teşekkür ettiysem diye geçirmeden edemedim.

''Burada işimiz bitti demek,'' diye konuşup bana bakan Emir Bey'e baktım. Tam olarak neyi kast etmişti anlamadım ama evet anlamında başımı salladım.

''Anladım, peki ben teşekkür ederim,'' diyerek ayağa kalkıp masasına doğru yürümeye başladı. bu adamda kesinlikle görgü diye bir şey yoktu, bu kadar zaman beraber çalıştığı insanla vedalaşmaya bile gerek duymuyordu. Ama bu zaten benim umurumda da değildi.

Hızlı şekilde eşyalarımı alırken çantam masadaki bardağa çarptı. Harika! Yeni aldığım krem pantolonum şimdi siyah kola sayesinde mahvolmuştu.

"Offf !" derken bir yandan çantamı sandalyeye bırakmıştım.

Etrafıma bakıp peçete ararken bir el benden önce uzattı. Emir Bayar'ın ifadesi sertti ama yine de ufak da olsa endişe geçmişti yüzünden. Ya da ben kafamda kurmuştum.

"Teşekkürler." deyip elinden aldığım peçeteyi ıslak yere sürttüm ama böyle geçmezdi ve yapacak bir şey yoktu.

Durumumdan hafif utanmış şekilde gitmem gerektiğini düşünerek çantamı tekrar elime aldım.

"İyi günler" deyip usulca kaçmaya başladım.

"İyi günler Yonca Hanım, görüşmek üzere." diyen Emir Bayar'a iki saniye kadar bakıp odadan çıktım. Artık görüşmeyiz diye düşünmüştüm.

''Gidiyor musunuz,'' diye sevecenlikle sordu Selim Bey. Kapıdan çıktığımda karşımdaydı. Gözü pantalonuma kaymıştı. Bir kez daha utandım.

''Evet, işim bitti sizinle de ekonomi hamlelerini görüşmek kaldı. Artık fotoğraf çekiminden sonra her şey tamamlanmış oluyor. Onu da Cem halledecek, bu zamana kadar desteğiniz için teşekkür ederim,'' diyerek elimi uzattım.

O da aynı şekilde karşılık verdi ve ''Ben teşekkür ederim, size çalışmalar ile ilgili mail atarım üzerinde konuşuruz, tekrar görüşmek üzere ,'' dedi.

En azından birilerinin kibarlığı iyi hissettirmişti o da görüşeceğimizden emin gibiydi ve şimdi tek yapmak istediğim bu şirketten bir an önce ayrılmaktı.

 

Loading...
0%