10. Bölüm

BÖLÜM 9 BEN GERÇEĞİM

Sitare Yazar
yzrsitare

***

Su sarhoşluk hissini sanki bir an almıştı. Almasa şu an üzerimde duran adamı algılamam zor olurdu herhalde. Ya da daha da sarhoş olmuştum. Yoksa bu adam benim üzerimde ne gezsin?

"Yonca beni duyuyor musun," dedi endişeli tok sesiyle.

"Kendini nasıl hissediyorsun, kalkabilecek misin?" diye devam etmişti.

Galiba biraz kendime gelir gibi oldum. Başımı salladım. Ama ayağa kalkmak için kendimi güçsüz hissediyordum. Hatta öyle üşüyordum ki kollarımı kendime dolayıp ısınmayı umdum. Ama ben daha hareket etmeden bir ceket omzuma konmuştu. Hafif bir Huş ağacı kokusu burnuma doldu. Birisi yavaşça kolumu tutup beni doğrulttu.

"Daha yeni hastalığı atlatıyordun güzelim ya, şimdi yeniden kötü olacaksın,'' dedi Cem. Sesinde endişe vardı.

Şimdi gözlerimi açmış çevreme dikkatle bakıyordum. Hemen yanımdaki adam belli ki ceketin sahibi, Emir Bayar'dı. Gözlerinde endişe vardı. Selim de hemen karşıda Derya ile duruyordu. Ya da onu tutuyor muydu emin değilim.

"İçme diyorum , dinlemiyorsun!" Cem ne zaman benim için endişelense aynı zamanda sinirlenirdi de.

"Şimdi hem Hülya Hanım'ın telefonunu bırakmam lazım hem de Derya ile seni . Off ne yapsam?" Cem kendi kendine söylenmeye devam ediyordu.

Hain arkadaş ! Derya'yı at suya beni al!

"Ben Yonca'yı götürürüm," dedi tok bir ses.

Yanlış duymadım değil mi? Emir Bayar mı konuştu?

"Emin misiniz Emir Bey, Yonca sarhoş olunca baş etmesi zor biri olabiliyor," dedi Cem.

Pislik seni! Hemen de hakkımda kötü konuş .

"Sorun değil, sen gidebilirsin," dedi. Sesinde sertlik yoktu. Daha çok endişe hakimdi.

"Tamam o zaman, hadi Derya,"dedi Cem. Elini ona uzatmıştı. Derya da hafif sallanıyordu. Salak sarhoş olmuş . Ama ben olmadım. Asla değilim. Bu arada hissettiğim az önceki depremin artçı sarsıntıları galiba.

"Yonca, bir an önce kendine gelsen iyi olur, Ayşe teyze seni böyle görmesin. İkimizi de yakar bak, söz verdim ona ben. Senin bir daha alkol almana izin vermeyeceğim diye," dedi Cem. Parmağını tehdit eder gibi sallıyordu. Parmağını yakaladım. Avucumun içinde döndürüp kıkırdamıştım.

"Off Allah'ım ya, ben mi götürsem seni böyle bırakamam ki,"dedi bu defa sinirle.

"Cem, sen gidebilirsin, endişe etme. Onu sağ salim evine götüreceğim," dedi Emir Bayar. Sesi gayet soğuktu. Aslında beni göle yeniden atarmış gibi gelmişti.

"Tamam o zaman," deyip gitti biricik arkadaşım. Sana bunu ödeteceğim Cem!

"Nasıl hissediyorsun, yürüyebilirsin değil mi?" dedi tok ve sert bir ses. Aaa ben ne ara Emir Bayar'ın koluna girdim.

"Tabi ki" dedim hızla. Kolundan çıkıp iki adım attım ama depremin artçı sarsıntıları beni de salladı. Ama sert bir el belimden yakalamıştı.

"Emir istersen Yonca'yı ben götürürüm, eve git gelince güvenlik kamerasına bakmamız lazım," dedi Selim. O da bana endişe ile bakmıştı ama kafası bir tarafa dönüp duruyordu.

"Hayır, sen bakmaya başla ben gelince devam ederiz. Ha bir de az önce kimsenin fotoğraf çekmediğinden emin ol. Yoksa bugün yaptığın siktiğim planını senden çok kötü çıkarırım," dedi Emir Bayar. Sesi şimdi öfkeli ve karanlıktı. Ama bana komik gelmişti. Onu böyle söverken görmek garipti. Kıkırdadım.

"Neyse gelince konuşacağız," dedi. Yürümeye başlamıştı. Mecbur ben de yürümeye başladım. Başım hala dönüyordu ve kusmak istiyordum.

"Bana gelince mi konuşacağız?" dedim. Ben niye bunu üzerime alındım hiç bilmiyorum.

"Hayır, seninle ayılınca konuşacağız," dedi.

Sanki sesinde tehdit vardı. Ama çok da umurumda. Merdivenden çıkarken eliyle beni arkadan destekliyordu. Biraz da itekliyor gibiydi ama bundan fazla emin olamadım. Kapıdan çıkınca serin rüzgar üşütmüştü ama iyi de gelmişti. Açılan bir kapıdan, biri başımdan tutarak girmemi sağladı. Kendimi polis arabasına bindirilen suçlu gibi hissettim. Emir Bayar tarafından tutuklanıyordum sanki. Etrafta duranlara baktım,bu adamlar ben ıslağım diye bana gülüyorlar mı? Terbiyesizler!

Araba hareket eder etmez klima açılmıştı. Şimdi ısınabilirim. Ama yine de midem bulanıyor. Hem de çok kötü. Hatta çok fena. Az kaldı. Şimdi çıkacak. Araba aniden durdu. Emir Bayar kusacağımı anlamıştı. Aniden açılan kapıdan atlayıp yere çöktüm. İçimde ne var ne yok çıkmaya başlamıştı. Bir el sırtımda geziniyordu. Sanki bana yardımcı olmaya çalıyor gibiydi. Eğer aklım kalırsa ona bunun için teşekkür edebilirdim. İçimde artık çıkacak bir şey kalmayınca doğruldum. O sırada Emir Bayar bana bir su şişesi uzatmıştı. Elime alıp ağzıma götürdüm. Bir az olsun şu berbat tattan kurtulmak iyi gelirdi. Yüzümü de yıkayıp şişeyi ona uzattım.

Şimdi ikimiz de arabada sessizce yola bakıyorduk. Yüzümde hala nemlilik vardı, peçete bulurum umuduyla elimi torpido gözüne uzattım. Açınca gördüğüm silah pek beklediğim bir şey değildi. Gerçekten de görmeyi umduğum en son şeydi. Bir el benden hızlı davranıp kapağı kapattı.

"Ne istiyorsun" diye sordu sert bir sesle.

"Peçete," dedim kısık bir şekilde. Sonra kapısının yan tarafından bana bir kutu uzattı. Kutuyu alıp peçeteyi çıkardım ve burnumu ve yüzümü silmeye başladım. Peçete makyaj kalıntısı ile dolmuştu. Kahretsin! Kafam azıcık kendine gelmeye başlarken suratımın ne halde olduğunu düşündüm. Hemen başımın üzerinden aynayı indirip yüzüme baktım. Gözümün altı siyah dudağımın kenarı kırmızı ruj, bu ne ?

"Tövbe estağfurullah," dedim yüzümü silerken.

"Çarpılmış gibi gözüküyorum," diye devam ettim.

Yanımdaki adamdan minik bir kıkırdama gelmişti. Kulaklarıma inanamadım. Resmen gülmüştü. Dönüp yüzüne baktım, hala yola bakıyordu. Sonra başını bana çevirip kısa bir bakış atıp önüne döndü.

"Dayanıklı değilsen neden alkol alıyorsun?" Sesi şimdi biraz sertti.

"Sen bana kızıyor musun?" dedim. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Hatta ağlamak istiyordum. Niye ağlamak istiyorum ki, çünkü başım ağrıyor. Hıçkırarak ağlamaya başladım.

"Yonca, ağlama dur," dedi. Şimdi sesindeki sertlik gitmişti.

"Yonca dedim, beni dinliyor musun ? Sana kızmadım, göle atladın, zarar görebilirdin. Anlıyor musun ?"

"Gölde ahtapot vardı zaten, haklısın. Bana sıkıca sarıldı az kalsın boğuluyordum," ağlamamın arasında konuşmaya çalışmıştım.

Bu defa sesli güldü. İlk defa bu kadar güzel bir ses duymuşum gibi ona baktım. Ağlamam kesilmişti, şimdi dikkatle ona bakıyordum. Gözünü yoldan çekip bana baktı. Gözleri de dudakları gibi gülüyordu.

"Demek ahtapot, bu kadar küçük bir gölde nasıl yaşıyor acaba?" Sesi de yüzü kadar neşeli çıkmıştı.

"Ben de onu merak ediyorum, nasıl yaşıyor?" Şaşkın şekilde konuştum.

"Şanslısın o zaman hala yaşadığına göre," dedi.

"Ne gezer bende şans, dilek fenerinden istedim şansı artık bakalım," dedim.

"Şans mı yazdın dilek fenerine?" diye sordu.

"Evet, şans istedim bir yaz kadar," dedim. Başımı koltuğa dayamış ona bakıyordum. Az sonra araba yavaşladı ve durdu. Ben başımı kaldırmadan ona bakmaya devam ediyordum. Sonra bana yaklaşıp dikkatle gözlerime baktı.

"Benimle çalışmak sana zor mu geliyor?"

Sıcak nefesi yüzüme vurmuştu. Galiba hala sarhoştum, çünkü başım dönüyordu.

"Daha çok korkutuyor," dedim sessizce.

Hala birbirimize çok yakındık.

"Neden korkuyorsun Yonca ?"

Her şeyden demek istedim en çok da senden. Öyle hızlı hayatıma girdin ki ben ne olduğunu anlamadım demek istiyorum. Ama sesim çıkmıyordu. O bana böyle koyu gözleri ile bakarken sadece bakıyordum hiç bir şey yapamıyordum. Huş ağacı kokusu beni yine sarmalamıştı. Şimdi çok yakındaydı, elimi uzatsam avuçlarıma gelecek kadar. Ama biraz yoğundu. Burnum kaşınmıştı. O benden cevap beklerken bir anda hapşurdum.

"Güzel yaşa, üşüdün tabi," diye söylendi. Klimanın derecesini yükseltti.

"Alerjiden," dedim. Bana bakarken devam ettim.

"Parfümün güzel ama ağır geldi, alerjik astım var bende ondan. Burnum kaşındı," dedim. Bir yandan da peçete ile burnumu siliyordum. Benden hemen uzaklaşmıştı. Hatta kendi tarafındaki pencereyi biraz açmıştı.

"Hemen geliyorum ," dedi ve arabadan indi.

Al işte Yonca, aferin sana . Kızdırdın adamı , kokusuna laf ettin. Ama güzel kokuyor sadece burnum kaşındı dedim. Kötü bir şey demedim. Şimdi atacak beni arabadan. Kurda kuşa yem edecek. Cesedimi bulamayacak kimse. Bir mezar taşım bile olmayacak. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. O sırada kapım açıldı.

"Ne oldu, neden ağlıyorsun?" dedi. Şimdi sesi kesinlikle endişeliydi.

"Atma beni yollara, kurda kuşa yem etme!" ağlamamın arasında güçlükle konuşmuştum.

"Aç gözlerini bana bak Yonca,"

Hala gözlerimi sıkarak açmakta inat ediyordum. Sonra bir el çenemi tutup hafifçe sağa döndürdü.

"Aç gözlerini," dedi. Sesi şimdi daha yumuşaktır.

Ona baktım, yüzünde okunamayan bir ifade ile bana bakıyordu. Gerçi hafif bulanık gördüğüm için okuyamamam normal.

"Hadi bu kahveyi iç, ayılmana yardım eder," dedi. Diğer elinde tuttuğu kahveyi bana uzattı. Belli ki beni kurda kuşa yem etmeyecekti. Gülümsedim. Elinden sıcak kahveyi alıp oturduğum yerde doğruldum. Şimdi kapımı kapatmış direksiyona geçmişti.

"Sana ne yaptım ki hakkımda böyle düşünebiliyorsun, hayret," deyip arabayı çalıştırdı.

Yavaş gidiyorduk, beni sarsmamaya dikkat ediyordu. İyice ısındığım için ceketi üzerimden çıkarmıştım. Ama elbisem hala ıslaktı, vücuduma yapışmıştı. Saçlarım da şimdiden uçlarından başlayarak kıvrılmaya başlamıştı.

Şimdi elimdeki kahveyi yudumlarken radyodan gelen şarkıyı dinliyordum.

 

İnan bana çok geç değil

Mevsim bahar daha kış değil

Bir kez daha dayanamam

Kalbim nasır ama taş değil

 

Bence bu adamın kalbi taştır. Gerçi robotların bir kalbi var mı ki taş olsun?

 

Bir deli rüzgar esse bir yerlerden

Savurur mu, götürür mü beni bilmem

O deli aşık mazide kaldı artık

Dönecek mi geriye onu bilmem

 

Yüzünde gram duygu yok, ne düşünüyor acaba? Aklıma Emin Işık geldi, dönecek mi o da?

 

Hiç zaman olmaz mı?

Geri gelmez mi?

Savunmasız duygular

 

Ah o günleri

Bir daha vermez mi?

Acımasız şu yıllar

 

Yıllar değil benim son günlerim çok acımasızdı.

"Neden bana öyle bakıyorsun?" dedi. Aniden bana dönmüştü. Ben onu mu izliyordum. Yooo güzel güzel kahvemi içiyordum.

"Kulağınla da mı görüyorsun?" diye sordum. Güldü. Çok güzel gülüyor.

"Hayır, birkaç defa baktım dikkatle bakıyordun," dedi.

Birkaç defa bana mı bakmış?

"Teşekkür ederim, benimle ilgilendiğin için, Emir Bayar'a o kadar işi içinde zahmet verdim," dedim hafif üzgün şekilde.

"Önemli değil, galiba biraz uyandın çünkü bu kadar işimin içinde bana zahmet verdiğini hatırladın," dedi.

Yüzünde şimdi ukala bir gülüş vardı. Sanki ben istedim, beni götür diye.

"Cem' le de gidebilirdim Emir Bey," dedim. Sesim biraz sert çıkmıştı. Kendisi değil miydi teklif eden? Yanlış mı hatırlamıyorum?

"Neyse boşver, bu arada bana Bey demek zorunda değilsin. Sonuçta patronun başkası bense geçici süreli proje ortağınım. Kendini daha rahat hissedebilirsin," dedi. Göz ucuyla bana bakıp tekrar yola koyulmuştu. Herhalde bugün bu adamın kafasına bir şey düştü. Bana patronluk taslayan o bir kere, hep bir şeyler yapmamı isteyen de... Ama haklı, teknik olarak benim patronum Hülya Hanım. O ise geçici süre, geçici... Bu kelime içimde bir yeri sızlatmıştı.

"Peki Emir," dedim. İlk defa ona adıyla seslenmiştim. Garip ve güzeldi. O da aniden bana bakıp tekrar yola bakmıştı. Sanki şaşırmıştı.

Kahvem bitmişti, karton bardağı elimde büküp duruyordum. Araba yavaşça durunca apartmana baktım. Ne çabuk gelmiştik. Kendimi topladım.

"Her şey için teşekkür ederim," dedim. Başını sallamakla yetişmişti. Kapıdan inerken bana seslendi.

"Yonca,"

Ona döndüm. Elinde bir şey vardı.

"Bunu al," dedi.

"Alkol kokusunu en azından biraz saklar," naneli bir sakız uzatmıştı.

Gülümsedim. Sakızı açıp ağzıma attım. Kapıdan adım atarken tekrar konuştu.

"Düz saç da yakışmış," dedi.

****

Kafamın içinde dört davul ve sekiz zurna aynı anda çalıyordu. Başka türlüsü imkansızdı. Gözlerimi ne kadar açmak için çabalasam da boş bir çabadan ibaretti. Dün gece kafamda hayal gibi geçip duruyordu. Cem'in içmemem için yaptığı ısrarlar ama benim dinlememem gibi. Arada, suda oluşum ve Emir ile arabadaki muhabbetler kafamda sönük şekilde akıyordu. Bir anda gözlerimi açtım. Emir dedim adama.

Evet doğru.

Ama o istedi sanki değil mi?

O da doğru, ona Emir dememi o istedi.

Offf, ne geceydi. Galiba kendimi rezil ettiğim bir geceydi. Hatta yanımda birçok kişiyi de rezil ettiğim. Bu konuda başıma gelecekleri düşününce aniden yataktan fırladım. Hafif başım dönünce tekrar yatağa oturup, telefonuma uzandım. Yuh! Saat 10'u geçiyordu. Cem'den sekiz cevapsız çağrı beş mesaj, Hülya Hanım'dan üç cevapsız çağrı ve iki mesaj vardı. Hatta Selim de iki kez aramıştı. Merak ettikleri için mi yoksa dün gece için sövmek mi istiyorlardı? Elimde titreyen telefonuma bir mesaj düştü. Emir Bayar'ın adını görünce sanki elimde ateş var gibi telefonu yatağa attım. Ne yapıyorsun Yonca?

Telefonu alıp mesajı açtım.

"Bugün holdinge gelmene gerek yok, eğer kendini biraz topladıysan Cem ile birlikte attığım adrese gel."

Bu kadar.

Başka bir şey yazmamış.

Aslında kovsaydı daha mantıklı olurdu. Ama o iyiysem, bir adrese gelmemi istemişti. Hemen Cem'i aradım.

"Yonca, yaşıyorsun," diye açmıştı telefonu.

"Evet, benimki yaşamaksa eğer yaşıyorum," dedim. Sesimde sitem vardı. "Seninle nereye gitmemiz gerek?"

"Ah evet, az önce Selim aradı. Reklamını yapacağımız ürünün, üretim fabrikasına gideceğiz. Seni de alayım geçerken, hazırlan," dedi.

Her ne kadar iş yapacak kafada değilsem de başka bir çarem yoktu.

"Tamam, ama acele etme. Berbat haldeyim, kendime gelmeye çalışayım," dedim.

"Tamam güzelim, dergiye uğrayıp öyle gelirim. Malum, Derya hemen dün geceyi Hülya Hanım 'a yumurtlamış. Ben onu yumuşatırım," dedi.

"Offf! Bir bu eksikti, tamam gelince görüşürüz," dedikten sonra telefonu kapattım.

Aynaya bakınca perişan halim ile yüz yüze geldim. Alkol tüm kötülüklerin anası gerçekten. Güzelim tasarım elbise de yerde öylece uzanmış, dün geceden nasibini almıştı. Selin abladan özür dilemem gerekecekti. Önce elbiseyi kuru temizlemeye vermem gerekli tabi. Hızla duşa girip kendimi sıcak suyun altına bıraktım. Hala aklıma dün gece gelip duruyordu. Emir ile arabadaki halimiz bir tek benim için mi garipti? Ya da bana kızması gerekirken aşırı mi sakindi?

Duştan çıkınca saçlarımı kremledim, tarayıp bukleleri belirginleştirdim. Kıvırcık saç bakımı çok zor ya. Üzerime askılı beyaz bir tişört üzerine önü açık bir gömlek giyip, alta da bir kot giydim. Tüm bunları yaparken aklıma bizimkiler geldi. Bu saate kadar neden uyumama izin verdiler. Dün gece de eve girdiğimde ölüm sessizliği vardı. Annem hesap dahi sormamıştı. Odadan çıkıp salona yürüdüm. Annem başını bir yazma ile bağlamış burnunu çekip duruyordu. Nur da elinde telefon oflayıp duruyordu. Garip bir şeyler vardı.

"Ne oluyor," diye sordum.

Annem beni görünce daha yüksek sesle ağlamaya başladı.

"Ah bu başımıza gelen," deyip elini bacağına vurmuştu. Belli ki bana annemden bir cevap yoktu.

Nur, ne oluyor?" diye kardeşime sordum.

Nur bana bakıp çekinme ile konuşmaya başladı.

"Abla, hiç iyi şeyler olmuyor. Babam amcamın iş kurmasına yardım etmiş, bizim haberimiz yoktu," dedi.

"Eee ne var bunda, amcam hep bir iş kurmaya çalışır babam da yardım eder zaten, iyi olmayan ne?" dedim. Sesimde sabırsızlık vardı. Annem de daha yüksek sesle ağlamaya başlamıştı. Başım ağrıyor ama.

"Bu defa farklı abla, amcam çok büyük iş, zengin olduk falan diye babamı ikna etmiş. Nasıl yapmış bilmiyorum ama ikna etmiş, işin kötüsü babam evi teminat gösterip kredi çekmiş," dedi. Duyduklarım ile şaşkınlığım artmaya başlamıştı.

"Eeee," diye sabırsız şekilde sordum.

"Abla, meğerse amcamı dolandırmışlar. Adamlar parayı alıp kaybolmuşlar," deyip derin bir nefes aldı.

Bense nefes almayı unutmuş gibiydim.

"Ah ah, kaç kere dedim babanıza o abisine inanmasın diye ama beni dinlemedi. Elimizden evimiz giderse ne yaparız biz ?" Annem ağlamasının arasında konuşmuştu.

"Babam nerede, ne kadar kredi çekmiş?" hızla sordum.

"Amcam ile birlikte avukata gitti, sekiz yüz bin çekmiş ama faizi ile bir milyonu geçiyor," dedi Nur.

"Oha," diyebildim sadece. Annemse kulağımı tırmalarcasına ağlamaya devam ediyordu.

Kafamın arkasına bir ağrı saplanmıştı. Galiba tansiyonum yükseldi.

"Anne, sakin ol," dedim.

"Bir yolunu buluruz ağlama sen," derken sesim aksine yalan söylüyordu. Kendi birikimimi düşününce komik gelmişti. Hülya Hanım 'dan avans istesem vereceği kaç kuruş olurdu? Arkadaşlarım desem hepsi benden züğürttü. O sırada telefonum çaldı.

"Aşağıdayım Yonca, hadi gel," dedi Cem.

"Tamam iniyorum," deyip kapattım telefonu.

"Şimdi sakin olalım, babam gelsin akşam detaylı konuşuruz. Anne beni duydun mu? Kendini üzüp durma, mutlaka bir yol bulunur," dedim. Ama annemin beni duyduğu yoktu. Nur'a başımı sallayıp evden çıktım.

****

Arabadan sessizce dışarıya bakıp ellinci kez ofladım.

"Tamam artık , yıkıldı karşıki dağlar. Ne ofladın kızım ya," dedi Cem bıkkın. "Konuştum Hülya Hanım 'la, dün gece için endişelenme. Yani dergi için endişelenme holding kısmını bilemem ama," yüzünüzdeki sırıtmaya gıcık olmuştum.

"Keşke şu an tek derdim dün gece olsa, ama çok daha büyük bir derdim var," dedim.

"Ne demek o, " diye sordu.

"Boşver ya, şimdi kafana takma," dedim. Cem benim en yakın arkadaşım ve biliyorum ki ailevi durumuma asla kayıtsız kalamaz. Ona anlatıp kendini bir şeylere mecbur hissettirmek istemiyorum.

"Kızım bak beni delirtme, üniversiteden beri hangi derdini sakladın benden? Şimdi de anlat hemen?" diye sinirli şekilde konuştu.

Aslında düşününce Cem'e bazı şeyleri anlatmamıştım. Kafamdaki Emir ile Emin bulmacası sadece kendi başıma çözmeye çalıştığım bir dertti omzumda.

"Babam, amcama kuracağı işte güvenip evi teminat göstermiş. Yüksek miktarda kredi çekmiş. Sonuç, adamlar dolandırıcı. Şimdi ev ipotekli ve bankaya bir milyondan fazla borç var. Onu ödememiz imkansız, taksitlerine bile babamın emeklisi yetmez. Benim de maaşım yetmez Off," hızlı hızlı anlatmıştım. Bununla bir kez daha sesli yüzleşmek zorunda kaldığım için kalbim sıkışmıştı.

"Nasıl ya, Murat amca her zaman dikkatli olmuştur, kimseye bu kadar para vermezdi," Cem konuşurken kafasının karıştığı belliydi.

"Bilemiyorum, avukata gitmiş amcamla akşam konuşacağım daha ben de," dedim. Benim de şaşırdığım, babam gerçekten amcama bu kadar güvenmezdi, ne oldu da bu kadar itimat etti?

"Yonca elimden ne gelirse yaparım biliyorsun, söylemen yeter," dedi. Bana içtenlikle yardım etmek istediğini biliyorum ama bu durum beni de onu da aşar.

"Bulurum bir yol Cem, sen kafana takma olur mu?" dedim. Nasıl bir yol bulurum bilmiyorum ama umut etmekten de ne kaybederim ki?

**

Fabrikanın önüne gelince durduk. Kocaman süslü tabelada "BAYAR A.Ş." yazıyordu. Burası helva üretilen bir fabrikaydı. Hatta çeşitli fıstık ürünleri de vardı. Elimdeki dosyayı biraz gözden geçirince hem yurtiçi hem de yurtdışı pazarında popüler bir ürünler olduğunu gördüm.

Cem kamerasını ayarladıktan sonra dosyalarınızı alıp arabadan indik. Girişte görevli bizi karşılayıp ziyaretçi kartlarımızı verdi. Henüz öğle arası olmadığı için içeride hummalı bir çalışma vardı. Henüz ana kapıdayken bile insanı hoş eden kokular geliyordu. Ana kapıdan dönünce kulağıma o tok ses gelmişti.

"Burası kişiye bağlı bir kurum değil Pelin Hanım, sisteme ve kurallara bağlı. Kafanıza göre karar alamazsınız," Emir sert şekilde karşındaki bir kadına ikazda bulunuyordu.

Biz onlara doğru yürürken bizi görmemişti. Üzerinde lacivert gömlek ve pantolon vardı. Bugün takım giymemişti. Onun biraz ilerisinde de Selim elinde siyah bir dosya ile durmuş, karşısında ona bir şeyler anlatan bir adamı dinliyordu.

"Ben bu kadını gördüm sanki, dün gece miydi?" Cem yanımda sessizce konuşmuştu.

Bense kadına dikkatle bakıp incelemeye başladım. Uzun boyluydu ve fiziği çok güzeldi. Kızıla çalan saçları ve bol makyajlı yüzüyle fena değil denilebilecek bir kadındı.

"Her şey acele gelişti Emir Bey , sabah haberim oldu, siparişi iptal etmeleri bizim ekibin suçu değil," diye açıklama yapmıştı. Konuşurken cilveli olmasını umduğu bir ses takınmıştı.

Adım sesimizi duyan Emir bize dönüp birkaç saniye baktı ve yüzünü tekrar kadına çevirdi.

"Onların siparişi iptal etmesi beni ilgilendirmez , her türlü ödemeyi gerçekleştirecekler, bunu hemen halledin," dedikten sonra tekrar bize baktı.

"Merhaba Emir Bey," dedi Cem. Elini de uzatmıştı.

İkisi tokalaştıktan sonra Emir bana baktı ama ben sadece ufak bir baş selamı verdim. Emir gözlerini kısarak baş selamıma aynı karşılığı verdi. Kesin dün gece aklına gelmişti ve beni azarlamamak için kendini tutuyordu.

"Yonca, Cem hoşgeldiniz," Selim neşeli şekilde konuşmuştu. Yanımıza gelip Cem'in elini sıktı. Bana dönüp göz kırptı, sanki her şey yolunda demek ister gibiydi.

Kadın bana dikkatle bakıp baştan ayağı süzmüştü. Belli ki dün suya atlayan kişi olup olmadığımı düşünüyordu. Kıvırcık saçlarım ve normal halimle dünden farklı olduğum için emin olamıyor gibiydi. Bense sırtımı kadına dönüp Selim 'e baktım.

"Hadi o zaman, geç kalmadan fabrikayı gezelim. Cem sen fotoğraf çekerken Yonca da çalışmaları not etsin," Selim eliyle bize yol gösterirken konuşmuştu.

"Emir Bey, buyrun odama geçelim, size son ayın raporlarını sunayım. Mail atmıştım ama yüz yüze ifade etmek istediklerim var," dedi Pelin. sesinde garip ve rahatsız edici bir şey vardı. Biz fabrikanın içine doğru yürürken onlar ters yöne gitmeye başlamışlardı. Emir gitmeden önce bir kez kısa süre gözlerime bakmıştı.

**

Devasa makinelerin her biri başka bir işlem yapıyordu. Birisi fıstıkları ayırıyor birisi ufalıyor ve eziyordu. Helva yapan makineler de çeşit çeşitti. Kimisi fıstıklı helva çıkarıyor kimisi de sade helva. Kakaolu olan da vardı. Bunların dışında üretilen fıstık ezmeleri kesinlikle harikaydı. Kaç tane yedim saymadım. Ben notebook üzerine önemli şeyleri yazarken Cem de harika fotoğraflar çekmişti. Selim ile ben de fıstıkların içinde ona poz vermiştik. Selim her ne kadar Emir'in yanında başkaları varken resmi olsa da biz bize olunca çok eğlenceli bir adam oluyordu. Anlattığı hikâyelere gülmekten karnım ağrımıştı. Fıstık zamanı bağlara gidip çalışanların arasına girip çalışmayı çok seviyormuş. Ama her sene düzenli olarak ağaçtan düştüğü için doktor bu sene yasaklamış. Ama yine de gideceğini söylemişti hatta istersem beni de götürürmüş. Aslında çok isterim, daha önce hiç fıstık nasıl toplanır görmedim.

En sonunda koca fabrikayı gezmekten yorulmuştuk, kafeye oturup dinlenmeye ve fotoğraflara bakmaya başladık. Cem ve Selim güzel anlaşmıştı, aralarında hala şakalaşarak konuşmaya devam ediyorlardı.

"Aa Cem, seninle fabrikanın arkasındaki fıstık bağında da fotoğraf çekelim," dedi Selim.

"Vay, arkada bağ mı var?" Cem de benim gibi şaşırmıştı.

"O kadar büyük değil, biraz temsili bir şey ama fotoğraf çekmek için güzel yer," dedi Selim.

"Olur gidelim, Yonca sen de geliyor musun?" diye sordu Cem.

"Benim ayaklarım şu an biraz dinlenmek istiyor, siz gidin sonra gelirim," dedim. Gerçekten de ayaklarımın altı ağrıyordu. Dün gece giydiğim topukluların sonucu pek iyi olmamıştı.

"Tamam o zaman gidelim," dedi Cem. Selim ile ikisi kalkıp kafeden çıktı.

Arkama yaslanıp elime çayımı aldım. Az önce öğle molası biten çalışanlar kafeden ayrılıyordu. Onlara bakarken bir yandan çayımı yudumlarken bir yandan da bugün kaçıncı olduğunu sayamadığım fıstık ezmesinden bir tane daha ağzıma atmıştım. Alkolden dolayı midem hala kötüydü ama benim kendime yaptığım resmen acımasızlık.

"Sevdin mi?" Aniden kafamı kaldırıp karşıma oturan adama baktım. Ne ara oturdu? Hiç duymadım. Emir neyi sevip sevmediğimi sormuştu?

Anlamadan üç saniye boş boş baktım.

"Fıstık ezmesini diyorum, sevdin mi? Gerçi önündeki boş paketlere bakarsak sevmişsin," dedi. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. "Ama fazlası dokunur ona göre," dedi.

Haklıydı. Şimdiden midem garip şekilde gurulduyordu.

"Evet, haklısın biraz fazla kaçırdım. Beleş olunca tabi tadı daha güzeldi," dedim. Gülümseyerek Emir'e baktım. Onun da yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Bakışları her zaman olduğu kadar sert değildi. Şu an ayrı bir sıcak ifadesi vardı. Hayret başımıza taş yağacak.

"Dün için özür dilerim," pat diye konuştum. Dün onu ne kadar zor durumda bıraktığımı düşününce midemdeki gerginlik daha da artmıştı.

"Benden neden özür diliyorsun? diye sordu. Bir kaşı kalkmıştı.

"Sonuçta senin etkinliğin ve suya atlayıp rezillik çıkardım," dedim. İlla beni mahcup etmek zorundaydı.

"Rezillik çıkarmaktan çok kendini rezil etmiş olmuyor musun?" Alaylı bir ifadesi vardı.

Sinirim yavaşça yukarı tırmanıyordu.

"Evet, kendimi rezil etmiş olabilirim ama organizasyonda böyle bir şey yaşandığı için özür diledim," sesim sert çıkmıştı.

"Anlamadım, sanki normal hayatta bu şekilde şeyler yaşayabilirsin ama organizasyonda olduğu için mi sıkıntılı bir durum?" Yüzünde hafif bir şaşkınlık vardı.

"Kendi özel hayatımda yaşadığım şeyler sadece beni ilgilendirir, senin etkinliğinde olan bir olay olması seni de ilgilendirir. O yüzden tekrar özür dilerim," dedim. Kelimelerin üzerine bastırarak konuşmuştum.

"Bence sarhoş olup kendine böyle zarar verecek hale geliyorsan, özel hayatının da her anını düzenlemelisin. Akıllı insanlar öyle yapar," dedi. O da kelimelerin üzerine basarak konuşmuştu.

Artık sabrımı taşırmak üzereydi.

"Senden akıl almama gerek yok, kendi hayatım sadece beni ilgilendirir," dedim. Ayağa kalkınca midemdeki ağrı artmıştı. Bir anda keskin bir ağrı saplanmıştı. Elim mideme gitti.

"İyi misin?" Telaşla ayağa kalkıp bana doğru eğildi.

"İyiyim, senin fabrikanın fıstık ezmesi midemi bozdu. Reklamını da yapmamalıyız bunun bence," dedim.

Dediğime kızmamış aksine gülmüştü gıcık herif.

"Ama bence reklamın altına, dikkat günde otuz tane yemeyin! yazarsak sorun olmaz," konuşurken yüzünde alaycı bir ifade vardı.

"O kadar yemedim be- ahh," midem çok ağrıyordu. Nefesimi kesti keskin bir acı.

"Yonca," şimdi yanıma gelmiş kolumu tutuyordu. "Otur biraz," dedi.

Dediğini yaptım, yapacak en mantıklı şey buydu. Derin derin nefes aldım. Sabah Cem alkolden dolayı rahatsız hissettiğim için bir ilaç vermişti ama işe yaramadı galiba. Ya da yediğim fıstık ezmelerini gerçekten fazla kaçırdım. Ama oturunca biraz rahatlamıştım.

"Revire gidelim mi?" Hemen yanı başımda biraz eğilip yüzüme bakıyordu. Koyu gözleri hafif kısılmış cevap bekliyordu.

"Hayır, iyiyim geçer şimdi. Midem dünden dolayı biraz hassas," dedim. Yüzümü önüme çevirip gözlerimi gözlerinden çektim.

"Bir de kendi hayatım beni ilgilendirir diyor, kendine zarar veriyorsun yaptığın mantıksız," dedi. Karşıma oturmuş bana bakıyordu.

Cevap vermek istedim ama ağrım artar diye sustum. Yoksa suratına bağırmak isterdim. Bu dünyadaki tek mantıklı zaten sensin diye. Damağımı çiğneyip durdum.

"Gerçekten de harikaymış," Cem'in sesi kafenin girişinden gelmişti. "Bu şekilde fabrikayı simgeleyen fıstık tarlası fikri dahice, bayıldım," dedi.

"Evet, Emir'in fikri beş yıl önce dikildi ağaçlar, henüz küçükler ama zamanla daha güzel olacaklar," Selim masaya otururken Cem'e cevap vermişti.

"Yüzün niye kireç gibi senin?" Cem dibime girmiş elini yüzümün önünde sallıyordu.

"İyiyim, yoruldum sadece. Burada işimiz bittiyse gidelim," dedim. Eve gidip dinlenmek istiyordum ve babamın avukatla ne konuştuğunu merak ediyordum.

"Evet, bitti işimiz gidebiliriz. Emir Bey bayıldım buraya," dedi Cem.

Ama Emir başını sıkıca tutmuş, bir parmağı alnına baskı yapıyordu ve Cem'in ne dediğini duymamıştı.

"Emir," Selim 'in sesinde uyarıcı bir ton vardı. Emir onu duyunca aniden başını kaldırıp bize baktı. Yüzünde hafif bir tebessüm ile başını salladı.

"Selim, az önce Pelin Hanım ile son bir ayın satış durumunu detaylı inceledim ama ufak bir pürüz vardı. Sen onunla ilgilen, benim ayrı bir işim var," deyip ayağa kalktı.

Biz de onunla birlikte kalmıştık.

"Emin misin Emir? Ben de seninle geleyim mi?" Selim'in sesinde endişe vardı.

"Gelmek isteyeceğine emin misin?" Emir'in yüzünde şimdi ufak bir alay vardı.

Çantamı koluma taktım, midemdeki ağrıyı görmezden gelmeye çalışıyordum.

"Anladım, ona gidiyorsun tamam," Selim'in sesi bir anda üzgün çıkmıştı. İkisinin arasındaki diyaloğu anlamak pek mümkün değildi.

"Hadi Yonca," Cem bana seslenince Emir'le Selim'e baş selamı verip yürümeye başladım. Giderken ikisine baktım. Emir başını tutuyordu, ağrısı olduğunu düşündüm. Selim'in yüzünde buruk bir ifade vardı.

***

Arabada Cem ile giderken birbirimize bakmadan radyodan gelen şarkıyı dinliyorduk.

"Sence ikisi arasında geçen konuşma ne ile ilgiliydi?" Aniden Cem'e bakıp konuştum.

"Nerden bileyim ben?" Cem'in pek umurunda değildi.

Ama Emir nereye gidiyorsa bu Selim'i rahatsız etmiş gibiydi. Sanki aralarında şifreli bir konuşma geçmişti. Keşke ben de anlasaydım.

"Off , gizemli kutu gibiler. Pandora'nın gizemli kutusu gibi," dedim düşünceli şekilde.

"Her şeyi merak edip durmayı bırak, niye bu kadar sorguluyorsun anlamıyorum Yonca. Adam seni kurtardı, şifreli konuşmalarına takılıp kalma, teşekkür et geç işte," dedi Cem.

"Ne kurtarması?" Sesim meraklıydı.

"Dün sen suya atlayınca , arkandan atladı adam. Hem de bir saniye düşünmeden," dedi. Sesi bıkkındı.

Ne! Arkamdan mı atlamıştı? Beni sudan o mu çıkarmıştı. Ahtapot o muydu?

"Beni sudan o mu çıkardı yani?" diye sordum.

"Herhalde kızım, diyorum ya hemen atladı, kucakladı çıkardı seni," dedi.

Aklıma bir an geldi. Dudaklarıma kapanan sıcak bir şey. Sıcak bir nefes .

"Başka ne yaptı Cem?" Bu defa sesim yüksekti.

"İşte çıkardı seni, malum bol su yutmuşsun, işte nefes almakta zorlanıyordun," sesi gittikçe kısılıyordu.

"Eeee!" Bağırdım.

"Ne eee si , suni teneffüs yaptı işte," dedi hızlıca.

Ne! Suni teneffüs mü? Emir bana suni teneffüs yapmıştı!

"NASIL İZİN VERİRSİN CEM?" sesim kontrolden çıkmıştı.

"Kızım ne bağırıyorsun, adam hayatını kurtardı. Ne yapsaydı ölüme mi bıraksaydı?" dedi. Onun da sesi yüksekti.

"Olabilir, bıraksaydı ya da ona mı kaldı. Başka biri yapsaydı," dedim.

"Saçmalama Yonca başka biri yapsa ne fark eder, sen de artık içmeyi bırak öyleyse, başına daha büyük belalar gelebilir," konuşurken başını sallıyordu.

"Of of, Allah'ım ya, senin gibi arkadaş olmaz olsun," sesim ağlamaklı çıkmıştı.

"Üzülme, aaaa bir dakika," heyecanla bana baktı.

"Yoksa sen ilk öpücüğün bir suni teneffüse kurban gitti diye mi üzülüyorsun?" Kahkaha atmıştı. Pislik!

"Kes sesini Cem! Ne alaka ya , ne saçmalıyorsun?" Elimle koluna vurdum.

"Dur kızım ya, kaza yaptıracaksan bana," konuşurken hala gülüyordu.

"Pislik!" dedim.

Ama haklıydı, resmen ilk öpücüğüm bir suni teneffüse kurban gitmişti. Hem de Emir Bayar'a gitmişti.

*****

Koltukta uzanmış midemin ağrısını umursamadan annemin sitemlerini dinliyordum. Kafamdan dün geceyi atmak için kezzap kullanabilirdim. Babam avukat ile görüşmüştü ama yapacak bir şey yoktu. Bu dolandırıcılar daha önce çok kişiyi kandırmış. Önce bir miktar aldıkları parayı on misli ödeyip insanları kendilerine bağlıyor sonra daha çok ödeme talep ediyorlarmış. Amcamla babam da aynı olmuş. İkisinin bir miktar ödediği para kat kat fazla ödenince karşıdaki adamlara güvenip mantıksız davranmışlar. İşin en üzücü kısmı ne biz ne de yengemin bu olanlardan haberi olmaması. Amcam annemin korkusundan bize gelemedi ama yengemin elinden onu kim alır bilmem. Onların da ev, araba hatta bir tarla gitmiş durumda denebilir.

"Ne yapacağız şimdi, bence sen yeni bir işe gir. Artık emekli maaşı da dahil hepsini borca yatıralım," annemin öfkesi dinecek gibi değildi. "Aç kalırız tabi ne yer içeriz onu bilmem, Nur da üniversitesiteye gidecek daha nasıl olur onu da bilmem," deyip babama bakıyordu.

Babamın ise ne düşündüğünü bilmiyordum, üzgün bir o kadar da kızgındı. En çok da kendine kızgındı. Amcamdan ziyade adamlara kendisi güvenmişti. Tek istediği bize iyi bir gelecek bırakma isteğiydi. Ama ah be babam kim bu devirde beş alıp on verir ki?

Babamla göz göze geldik. Gülümsedim. Her şey iyi olacak demek istedim. Belki olurdu ama nasıl olurdu bilmiyorum. Daha fazla bu ortama dayanamadım. Midemdeki ağrı geçmişti, odama gidip telefonumu elime aldım. Ne yapabileceğimi bilmiyorum ama belki bir şey bulurum umuduyla düşündüm. Çevremdeki en zengin insanı düşündüm. Kafamı hemen sallayıp bu düşünceden kurtuldum. Asla Emir'den bir şey istemem.

Telefon çalınca düşüncelerim dağıldı. O arıyordu inanamıyorum, Emin Işık arıyordu. Heyecanla açtım telefonu.

"Alo," sesim yüksek çıkmıştı.

"Yonca, cevapsız çağrıların beni ne kadar mutlu ediyor bilemezsin, beni aramışsın," dedi. Sesinde çok büyük bir coşku vardı.

"Evet arıyorum ama ulaşıyorum. Buna mutlu olmak yerine telefonu açabilirsin,"dedim

"Öyle bir yerde oluyorum ki, cevap vermem imkansız," dedi. Üzgün konuşmuştu.

"Anlamadım," dedim.

"O zaman sana anlatmama izin ver, şimdi sana atacağım adrese gel," deyip telefonu kapattı.

Belki de her şeyi konuşmanın zamanı gelmişti. Evet kesinlikle gelmişti. Hemen kalkıp hazırlanmaya başladım. İçeriden annemle babamın yüksek sesi geliyordu. Sonra birisi kapıyı çekip çıktı. Off ne yapacağım?

**

Güneş batarken Emin'in bana yolladığı adrese gelmiştim. Kafenin etrafı ağaçlarla kaplıydı. Hatta içerideki masalar da ağaçların dibindeydi. Çok tatlı bir yerdi. Etrafıma bakıp tanıdık simayı aradım.

"Beni mi arıyorsun?" Neşeli sesi arkamdan gelmişti.

Ona dönüp baktım. Uzun boyu ve kocaman gülümsemesi ilk tanıdık gelen şeydi. Dalgalı saçları başındaki kapşonun altından dökülüyordu. Koyu çerçeveli gözlüğü hafif buharlanmıştı. Ona bakıp gülümsemek yaptığım ilk şeydi. Gerçekten de onu görünce neden bu kadar neşeli hissediyorum bilmiyorum ama onda etrafına mutluluk hormonu saçan bir şey var.

"Merhaba ," dedim elimi uzatıp.

"Merhaba," dedi elimi sıkıca sıkıp. "Hadi gel," elimi hala bırakmamıştı. Onunla yürümeye başladım.

En arkada kalan ve önündeki ağaçtan görünmeyen bir masaya yaklaştık. Masada yaşlı bir amca oturuyordu. Önündeki kalın kitaba ellerini koymuştu. Yaklaştıkça fark ettim ki bu kitap farklıydı. Braille alfabesiyle yazılmıştı, amca görme engelliydi galiba. Emin adamın yanına oturup bana da oturmam için işaret verdi.

"Emin, yine sessiz sedasız geldin," dedi amca gülerek.

"Off , her defasında anlıyorsun geldiğimi," Emin, amcanın elini tutup konuştu. "Kesin görüyorsun sen , beş yıldır beni kandırıyorsun," dedi.

"Yüreğimle görüyorum evlat, sen ne zaman yaklaşsan yüreğim ısınıyor," elini Emin'in omzuna atmıştı. "Ama bugün yalnız değilsin, ilk defa birini getirdin kim bu? Yüzünü benden tarafa çevirmişti. "Buldun mu aradığını?" diye sordu.

Merakla ikisini dinlerken yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Amca gibi benim de yüreğim sıcacık olmuştu.

"Buldum Nihat baba, sonunda buldum," bana baktı Emin.

Gözleri, gözlüklerin ardında parlıyordu. Tanıdık koyu gözler ama farklı bakıyor. Tanıdık aynı ses ama tınısı farklı geliyor. Anlamıyorum hiç bir şey anlamıyorum.

"Senin adına sevindim evlat, bu dünyada aradığını bulamadan göçüp gidenlerden olmadığına sevindim." Nihat amca ayağa kalkmıştı. Sandalyenin arkasındaki bastonu aldı. "Madem aradığını buldun, madem onu bulduğunda bana getirme sözünü tuttun, şimdi de onunla burda çay içme hayalini gerçekleştir," deyip yanımızdan yavaşça ayrıldı.

Emin onun ardından gülümseyerek bakarken bana döndü, yüzündeki ifade öyle güzel ve anlamlıydı ki bir an gözlerine takılıp kaldım.

"Çay içer misin?" diye sordu.

Olur anlamında başımı salladım. Sanki dilim tutulmuştu. Elini kaldırıp birisine iki işareti yaptı. Gözleri şimdi bana bakıyordu.

"Aradığın ben miydim?" Pat diye sordum. Cevabı bilsem de olumsuz bir yanıt alırsam üzülürdüm.

"Sence," göz kırpıp biraz yaklaştı.

"Nihat amcanın söyledikleri sanki beni işaret etti, bilemedim," dedim. "Belki de bana dedikleri bana çıkmıyordur," olabilirdi her şeyi üzerime alınmak zorunda değilim.

"Benim hayatımda her şey sana çıkıyor Yonca," sesi tanıdık ama farklıydı. "Doğduğum günden beri her yolum sana çıkıyor," sesi titremişti.

Öyle ki benim de içimi titretti. Neden bu kadar cesur cümleler kuruyor ki? Tanışalı da çok olmadı?

Garson çayı getirince geri çekildi. İnce belli bardaktaki çayı eline alıp kokladı. Yüzünde büyük bir gülümseme ile bir yudum aldı. Ben de onu izleyip aynı şeyi yapmıştım.

"Evde demlediğim çay bu kadar iyi olmuyor," dedi bir yudum daha alırken.

Onu izlerken aniden tüm düşünceler ve sorular kafama üşüştü. Nerden başlamalıyım? Ne demek mesela tüm yolları bana çıkıyor? Ya da Emir ile ilgisi.

"Kimsin sen?" Evet en düşünmediğim soruyu sordum.

Bana baktı. Öylesine değil, bir şey anlatmak istercesine.

"Kim olduğumu düşünüyorsun?" diye sordu.

"Emin Işık değil misin?" dedim.

"Öyleyim," dedi. Kollarını birbirine doladı. "Sen de Yonca'sın," sesi sevecendi.

"Evet," dedim. Hala konuşmanın düzgün bir gidişatı yoktu.

"Gerçekten de anlamadın Yonca , sevinmeliyim çünkü sen farklı olduğumuzu anladın," dedi ellerimi tuttu.

"Ne demek istiyorsun, neyi anlamadım?" Şaşkındım. "Kiminle farklısın?" diye sordum.

"Beni en çok benzettiğin kişiyle," dedi.

"Sen Emir'in gizli düşmanı mısın? Aklıma gelen ilk kişiyle alakalı sordum bu soruyu.

Ellerini çekip arkasına yaslandı. Gözlerini kısmıştı. Tıpkı Emir gibi.

"Kim söyledi sana bunu? Selim mi yoksa Emir mi?" sesi öfkeliydi.

"İkisi de" dedim. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Gizli bir düşman olduğunu, Emir'i tehdit ettiğini falan söylediler. Ne yapmaya çalışıyorsun?" Şimdi biraz korkmaya başlamıştım.

"Piç herifler," dedi dişinin arasından. "Pardon, benim biraz ağzım bozuk da, demek öyle dediler," birkaç saniye yüzüme dikkatle baktı.

Ardından kısa bir kahkaha atıp elimi yeniden tuttu. "Hadi artık yalanları ortadan kaldıralım," dedi.

Bir çırpıda kapşonunu kafasından çıkardı. Saçlarını geriye doğru attı. Gözlüğünü çıkardı, o sırada bana göz kırpmıştı. Ne yapmaya çalıştığını anlamasam da kalbimin atışı hızlanmıştı. Bir anda yüzündeki top sakalı çıkardı. Sahteydi. Yüzündeki her şey kamuflajdı. Emir Bayar karşımdaydı.

"Emir," dedim. Sesim kısık çıkmıştı.

"Hadi ama Yonca, az önce Emin Işık olduğumu söyledin. Hemen fikrini değiştirdin," alayla karışık konuşmuştu.

Ama ben şoktaydım. Karşımda Emir vardı, kesinlikle Emir'di. Sadece bakışları ve hareketleri biraz değişik olabilir. Yani sabah gördüğüm adam gibi değildi. Neler oluyor?

"Yonca, bu defa gerçekten tanışalım. Ben Emin Işık, Emir Bayar denilen pislik herifin bedenini paylaşmak zorunda kalan kişilik," elini uzatıp gülümsedi.

Hadi canım, yok artık!

 

Bölüm : 05.12.2024 17:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...