
Kırılmıştım,
Baksan görecektin...
Üzülmüştüm,
Dokunsan ağlayacaktım...
Yorulmuştum,
Sineni açsan sarılacaktım...
Dağılmıştım,
Gülümsesen toplanacaktım...
Görmedin, dokunmadın, gülmedin..."
*ASEF ARJEN*
"Bana bunu yapma küçüğüm..."
İçim parçalanıp tüm bedenim alev alırken dudaklarımdan dökülen tek cümle bu olmuştu. Eliza bunu bana yapmamalıydı, benim güzel meleğim arkasını dönüp o şerefsizin arabasına binmemeliydi... Ama gitti... Beni kendi alevimin içine atıp gitti.
Phoneix'in önünde, tüm adamlarımın önünde ilk defa bu şekilde duruyordum. Asef Arjen ilk defa kılını kıpırdatmadan öylece duruyordu. Tüm adamlarım başta Cihan, sadece bir emrimi bekliyordu. Elimi kaldırdığım anda Pusat'ın arabası ile beraber yok olması birkaç saniye sürerdi. Ama benim elim kolum bağlanmıştı. Bunu bizzat benim sevgilim, nefesim, her şeyim, canımın taa içi yapmıştı...
Eğer şimdi her şeyi mahversem, Eliza'nın gözlerime bakıp söylediğinde canımı yaktığı şey olurdum. Mafya gibi...
Şimdiye kadar öyle değil miydin Asef? Ne değişti ya da neyi değiştirmek istiyorsun?
Ben bana yapılanı affetmezken neden şimdi duruyorum? Çünkü orada beni durdurabilecek tek kişi var? Ayaklarım yere mıhlanmışken gözlerimi sadece birinin üzerine diktim. Seni yakalayacağım Pusat! Neyin peşindesin öğreneceğim. Kim olduğunu öğrendikten sonra beraber olduğun kişilerle beraber cehennemin olacağım!
Pusat'ın yüzünde oluşan sinsi gülümseme ile damarlarım patlama noktasına gelmişti. Yanıma gelen Cihan kaşlarını çattı.
"Böyle gitmesine izin mi vereceksiniz Efendim?" Onun da benim gibi kanının kaynayıp patlama noktasına geldiğini tahmin edebiliyordum. Aslında Cihan benden daha öfkeli birisi sadece bunu gizlemekte benden daha başarılı.
"Takip et Cihan, arabada Eliza var. Bir şey yapamam." dedim sinirle nefesimi verip.
"Eliza Hanım arabadan indikten sonra yapayım." dedi beni ikna etmek isteyen bir sesle. Haklıydı, Eliza arabadan indikten sonra çok şey yapabilirdim ama yine sonuçları iyi olmazdı.
"Sadece takip et Cihan, Eliza şu an o adamın gerçek yüzünü görmüyor. Bu onun canını acıtmaktan başka bir şeye yaramaz. Ve onun canı acırsa ben yaşayamam. Şimdilik başkası ile konuşmam lazım." Gece kulübüne girerken Cihan'ın kararımdan memnun olmadığının farkındaydım. O bu gece kan dökmek istiyordu. Ben de istiyordum...
Gece kulübüne girip odama ilerlerken diğer adamlarımın yüzünde şaşkın bir ifade vardı. İnşallah gözlerinde kuyruğunu kıstırıp dönen bir kedi imajı çizmiyorumdur. Gerçi şimdiden hanımcı olduk, Allah bilir Eliza bana daha neler edecek? Ve ben bunlardan hiç şikayetçi olmam...
Odamın kapısını açıp girdiğimde koltukta hayvan gibi serilmiş Deniz ile karşılaştım. Sinirimi çıkarabileceğim yegane insan olabilirdi ama bu gece o da pek iyi görünmüyordu.
"Lan," dedim kibar olmaya çalışarak. "Ne bok yiyorsun burada?" İçki dolabının önüne gidip kendime en sert içkiyi doldurdum.
"Yiyebileceğim en büyük boku yedim Asef'im! Aşık oldum!" Başını kollarının arasına almış resmen altına etmiş bir çocuk gibi görünüyordu. Karşısındaki tekli koltuğa oturup ayak ayak üstüne attım. Kadehimi kafama dikerken dudaklarını büzerek bana bakan Deniz'e kaşlarımı çattım. Teselli bekliyordu ama benim kafam şu an o kadar kötüydü ki değil onu teselli etmek şurada bile zor oturuyordum. Gidip o Pusat'ın bana sırıtan suratını dağıtıp dişlerini eline vermek istiyordum.
"İyi bok yemişsin." dedim bıkkın şekilde.
"Ve bunu Nehir bana arkasını dönüp beni göt gibi bıraktığı an anladım!"
"Çok doğru yerde anlamışsın." dedim iç çekip, tekrar kadehimi ağzıma götürürken. Birisi de beni göt gibi bırakmıştı
"O Pusat şerefsizi yüzünden bana bir sürü acı kelimeler edip gitti! Asef'im ben bunları hak etmedim! Git o adamın ağzını burnunu kır!" Deniz ağlamaklı şekilde bağırıp kafasını kollarının arasına sakladı. Bu onun devekuşu yöntemiydi. Küçüklüğünden beri ne zaman kalbi kırılsa bu şekilde kafasını saklardı. Kalbi ciddi şekilde acımışsa...
Deniz ile on yaşında tanışmıştık. O zaman Deniz sekiz yaşındaydı. Garip bir çocuktu, daha doğrusu ben aşırı olgun olduğum için onun hareketleri bana aşırı şımarıkça gelirdi. Ama doğrusu oydu galiba ben de öyle olmalıydım belki. Annem için gelecek planları yapıp kapı arkasından babamın öldürdüğü adamları seyretmemem gerekirdi. Şımarık bir oğlan çocuğu olup sağlıksız şeyler yemek için herkesle tartışmam gerekirdi. Ama hiçbir zaman öyle bir çocuk olmadım, doğduğum gün büyüdüm...
Deniz de ne kadar şımarık ve huysuz davransa da içten içe ne kadar acı çektiğini biliyordum. Uyuşturucu bağımlısı bir anne ile yaşamak ve kapalı kapılar ardında yaşanan aile trajedilerine maruz kalmış bir çocuk olarak sadece sahte bir dışa vurum yapıyordu. Yoksa Deniz'in ne kadar acı çektiğini çok iyi biliyordum. On sekiz yaşına kadar üç defa intihar etmişti ve ölümün kıyısından dönmüştü. Bu geçmişinin ona ne kadar çok acı verdiğini çok iyi biliyordum. O şerefsiz Pusat hem onun acısını deşmiş hem de yeni bir acı yüreğine eklemişti. O an aklıma Eliza'nın söylediği şey gelince tereddüt ettim. Nehir'in abisinin intihar sonucu öldüğünü söylemek bana düşmezdi sanırım, bunu Nehir'in söylemesi daha doğruydu. Yani şimdilik Deniz'in köpek gibi acı çekmesine göz yumacaktım. Onun için bir abi, bir baba ve en yakın arkadaş da olsam mecbur susacaktım... Çünkü Deniz'in bu defa birinin ardından inatla gitmesi gerekiyordu.
"Sen niye kırmıyorsun ağzını burnunu Pusat'ın?" diye sordum. Kafasını kollarının altından çıkarmamıştı. Beni görmeyince benim de onu görmediğimi sanıyordu galiba salak! Sarhoş olmuştu iyice.
"Sen çok güzel kırıyorsun Asef'im... Ayrıca narin ellerimi incitirim maazallah. Küçüklüğümüzden beri hep sen kırdın benim yerime herkesin ağzını burnunu, ben alıştım arkamda senin olmana." Başını hafif kaldırıp ela gözlerini pis şekilde kıstı. Eminim şimdi pislik bir şey söyleyecekti. "Arkamı sadece sana emanet ediyorum, anladın sen..." Deniz'in cümlesi biter bitmez yanımdaki yastığı alıp suratına attım. Başını anında saklarken gülmesini bastırmaya çalışıyordu. Her fırsatta bu kadar pislik olmayı nasıl başarıyordu bir türlü bilmiyordum.
Kapı çalıp içeri gece kulübünün korumalarından Ersin girince o tarafa döndüm. Arkasında getirmesini istediğim kişi vardı. Doruk ilk defa geldiği odaya bakarken korkusunu saklamaya çalışıyordu. Normalde Eliza'nın yanında cesur durmaya kendini zorlarken şimdi yüzünde büyük bir tedirginlik vardı. Ersin başını eğip odadan çıkınca Doruk direkt beni gördü. Bakışlarım nasıldı bilmiyorum ama o anda yutkunup derin bir nefes almıştı. Ardından koltukta yatan Deniz'i görünce yüzünden geçen rahatlamayı izledim. Ben olsam hemen rahatlamazdım.
"Otur." dedim. Sakin olmaya çalışıyordum. Komutumu duyunca çekingen adımlarla gelip Deniz çaprazında benim karşımda duran tekli siyah koltuğa oturdu.
"Beni neden çağırdınız Asef Bey?"
Kısık sesle sorduğu soru üzerine cevap vermeden kadehimden bir yudum daha aldım. Gözlerim yüzünü turluyordu. Deniz bu sırada kafasını kaldırıp koltukta dik şekilde oturdu.
"Ne oluyor?" diye sormuştu. Bir bana bir Doruk'a bakıyordu.
Elimdeki kadehi sertçe bırakıp biraz öne eğildim. "Şimdi Doruk," sesim nasıl çıkmıştı bilmiyorum ama Doruk sertçe yutkundu. "Sana soracağım sorulara dürüst şekilde cevap vereceksin. Yoksa senin için pek iyi olmaz. Düşündüm de... Aşırı iyi olmaz. Anladın mı?"
"Anladım." Konuşurken aynı zamanda başını sallamıştı. Şimdi gözlerime daha korkusuz bakıyordu.
"Ben anlamadım." Deniz kafasını koltuğun kenarına yaslayıp derin bir iç çekti. Ama benim bakışlarım şu an sadece Doruk'un üzerindeydi. "Aman, boşverdim zaten anlamasam da olur. Anlasam ne bok olur zaten?!"
Deniz'in saçma sitemine kulak vermeyip Doruk'a daha sert baktım. "Şimdi Doruk, sen uzun zamandır burada çalışıyorsun. Her ne kadar seni yakından tanıma gereği duymasam da şimdi durum değişti. Birinci soru, Pusat'ı ne kadar zamandır tanıyorsun?" Geriye yaslanıp ayak ayak üstüne attım.
"On yıl oldu." dedi hiç düşünmeden. Gözleri dürüst bakıyordu ve sesi netti.
"Nasıl tanıştınız?" diye sordum.
"Bazı sorunlardan dolayı beni başka bir yetimhaneye sevk etmişlerdi. Pusat abi de oradaydı ama birkaç ay sonra yaşı on sekiz olduğu için çıktı. Daha sonra ben dahil oradaki tüm çocuklarla hep ilgilendi." Doruk konuşurken kesinlikle içinden taşan bir minnet duygusu vardı yüzünde. Bu şerefsiz Pusat insanlara çok farklı bir yüz tanıtıyordu.
"Peki Pusat yetimhaneden çıkıp nereye gitti?" diye sordum. Kadehimi tekrar doldurdum.
"Yetenek sınavında başarılı olduğu için üniversitede resim eğitimi almaya başladı. Birkaç yıl sonra da Erasmus programı ile İtalya'ya gitti. Orada ünlü bir ressam onu keşfedip yanına almıştı." Doruk'un hayran şekilde anlattığı şeyler sinirimi bozuyordu.
"Peki İtalya'ya gitmeden önce nerede kalıyordu?"
"Benim şu an kaldığım evde." Bu sinirimi daha da bozmuştu. Kadehi kafama dikerken saçlarımı dağıttım. "Asef Bey neyi merak ediyorsunuz bilmiyorum ama Pusat abim harika biridir. Onu yıllardır tanıyorum ve hayran olduğum tek kişi." Doruk'un sözleri ile kaşlarımı çattım.
"Sana fikrini sormadım Doruk, yorum yapmadan sadece sorularıma cevap ver."
"Zaten öğrenciler hiç fikir üretmesin!" Deniz'in ani çıkışı ile gözlerimi devirip sarhoş, salak arkadaşıma baktım. "Hep ezber! Hep ezber! Beyinlerini kullanıp fikir üretmesin! Seni lanet olasıca, geleneksel eğitimci! Eğitim düşmanı!"
"Bitti mi?" diye sordum.
"Bitti!" diye bağırdı Deniz. Kenarda duran bardağı alıp içindeki suyu Deniz'in kafasından aşağı döktüm.
"Lan! Hayvan herif!" Deniz biraz ayılır gibi olup olduğu yerde kıpırdandı.
"Bir daha benim karşımda mantıklı mantıklı konuşma Deniz." dedikten sonra Doruk'a döndüm. Deniz ile aramda geçen duruma şaşkın şekilde bakıyordu. Garip bir arkadaşlık ilişkimiz olduğunu kabul ediyorum. "Şimdi cevap ver Doruk, bu kadar mükemmel dediğin adam geçmişini neden sildiriyor? Neyi saklıyor?" Bu sorum karşısında Doruk'un dudağı yukarı doğru kıvrıldı.
"Deniz abi beş yıl önce geçmişini sildirmek için her şeyi yaptı."
"Sen bunu biliyor muydun?" Buna şaşırmıştım işte.
"Evet, sonuçta ünlü bir ressam ve birçok insanın gözü önünde. Ayrıca genç ve dikkat çekici olması insanların onu merak etmesine neden oluyor. O yüzden Pusat abi kimsenin geçmişi yüzünden ona acıyarak bakmasını istemedi. Kendi hayatı için en doğru kararı aldı." Doruk kendinden emin şekilde konuşup Pusat'a ne kadar güvenip hayran olduğunu aşırı belli ediyordu. Sabaha kadar da sorsam Doruk için Pusat mükemmel bir adamdı. Bana buradan pek ekmek çıkmazdı sanırım.
Kapı sert şekilde açılıp içeri Cihan girince kaşlarım çatıldı. Neler olduğunu öğrenmek için kanım kaynamaya başlamıştı. Cihan kendine içki alırken Doruk'a döndüm.
"Gidebilirsin ama aklındaki şeylerin kesin olduğuna kendini aşırı inandırmışsın Doruk. Gözden geçirmende fayda var." dedim. Bu sırada Doruk ayağa kalkıp gitmek için hazır şekilde bekliyordu.
"Ya da siz kendi düşüncelerinizi gözden geçirmelisiniz. Ne de olsa onlar da kesin olmayabilir." Ben ona alayla kafamı sallarken arkasını dönüp kapıya ilerledi.
"Doruk!" Öfkeli sesimle dönüp bana baktı. "Son bir şey daha! Bundan sonra Eliza'nın gözlerinin içine bakıp şarkı söylersen o gözlerini oyarım!" Kulübe geldiğimde direkt dikkatimi çeken şey Doruk'un bakışları olmuştu. Resmen şarkı ile sevgilime ilan-ı aşk ediyordu. Benim dikkatsiz ve rahat sevgilim ise farkında olmadığı gibi gayet rahat şekilde hareket ediyordu. Beni delirtmek ister gibi...
"Kör olduğumu varsayın Asef Bey, baktığım yeri görmüyordum." Doruk söylediği şey üzerine çıkıp gitti.
"Ne demek istedi o?" diye sordu Deniz. Resmen şaşkın şekilde bakıyordu.
"Asef Bey'e gelin beni kör edin demek istedi." Cihan elindeki kadehle Doruk'un kalktığı yere oturdu. İfadesiz yüzüne sabırsız şekilde baktığım halde hala açıklama yapmıyordu.
"Çok mantıklı, bana da versene Cihan." Deniz elini Cihan'ın kadehine uzatırken Cihan geri çekti.
"Kendiniz alın."
"Vicdansız!"
"Lan!" İkisi saçma şekilde konuşurken benim sabrım taşmıştı. "Cihan ne zaman konuşmayı düşünüyorsun? Ağzınla burnunu yer değiştirdikten sonra mı?" Benim sert çıkışım üzerine Cihan dik şekilde oturup boğazını temizledi.
"Buradan çıktıktan sonra ortalama 70 hızla gidildiğinde altı dakikada gidilecek mesafeye 50 hızla gidip dokuz dakikada vardı şerefsiz." Cihan'ın her zamanki konuşma şekli ile anlatmaya başladığı şeyleri dinlerken gergin şekilde arkama yaslandım. "Eliza Hanım'ın evinin önüne geldiklerinde Nehir Hanım göz yaşları içinde hızlı şekilde arabadan inip eve koştu."
"Ulan!" Deniz efkarlı şekilde bağırıp kafasını koltuğun arkasına attı.
Cihan devam etti. "Eliza Hanım arabadan inip arkadaşının arkasından üzgün şekilde bakıp muhtemelen kendisini tuttuğu için akmayan göz yaşlarını serbest bıraktı." Ağlamış mıydı benim meleğim? Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Bunu gören şerefsiz Pusat elini uzatıp Eliza Hanım'ın göz yaşını silmek istedi." Kaşlarımı çatıp dik şekilde oturdum.
"Eee!" Sesim benim bile kulağıma aşırı tehlikeli gelmişti.
"Ama Eliza Hanım geri gidip şerefsiz Pusat'ın elinin boşta kalmasını sağladı."
"Aferin benim küçük kızıma." Resmen yeniden nefes almıştım.
"Uzaktan dudaklarını okuduğum kadarıyla şerefsiz Pusat'a yaptığı şeyin doğru olmadığını, Nehir'in üzülmesinde payı olduğunu söylemesi ile ortam gerildi ve Eliza Hanım da hızla eve girdi. Şerefsiz Pusat kaşları çatık şekilde başını çevirip önce bana, evet onları takip ettiğimi anlamış, sonra da Doruk'un evinin üst katına baktı. Orada da adamımız olduğunu bildiğini bana gösterdi." Cihan susunca sinirle ayağa kalkıp volta atmaya başladım.
"Puşt herif! Şerefsiz! Yedi ceddini siktiğimin çocuğu!" Ben öfkeyle bağırırken Deniz ve Cihan başlarını sallayıp beni onaylıyorlardı. "Cesarete bak! Benim kadınımın göz yaşını silmeye yelteniyor! Orospu çocuğu!"
"Asef'im, bağırma başım ağrıyor. Otur şuraya, sakinleş. Bak tansiyonun çıkacak." Deniz'in ağzı yamuk konuşmasına bakıp ağzını biraz daha yamultmak istedim ama derin bir nefes alıp kalktığım yere oturmayı tercih ettim. Kadehime en sert içkiden koyup kafama diktim.
"Adam yerleştirdim atölyesinin etrafına. Yakında mutlaka bir şeyler çıkar." Cihan ondan isteyeceğim şeyi çoktan yapmıştı bile. Onun bu yönü benim açımdan aşırı iyiydi. Yirmi yıldır yanımda olmasının birçok sebebinden biriydi.
Cihan güvendiğim insanların en başındaki isimdi. Yıllardır her işi birlikte halletmiştik ve çoğu zaman o tek bitirmişti işleri. Cesareti ve zekası onun en iyi silahıydı. Ben on iki yaşındayken babamın yanına gelen babası ile biz de tanış olmuştuk. Babası da onun gibi zeki ve cesurdu ve babamın yüzünden ölmüştü. Evimize yapılan bir saldırıda bizi korumak için... Cihan da benim yüzümden yüzündeki ve boynundaki yarayı almıştı. Beni Alfa'dan korumak için... Ben henüz on yedi yaşındayken küçük bir kurt olan ellerimle beslediğim Alfa'nın saldırısına uğramıştım ama araya Cihan girip benim yerime yara almıştı. Benim için annemden sonra önüme siper olan ilk kişiydi. Ve o günden beri önümden hiç ayrılmadı. Hem arkadaşım hem de yakın adamım oldu.
"İyi yapmışsın." dedim gergin şekilde. "Ağzını burnunu kıracağım şerefsizin!" Kendi kendime öfkelenirken telefonumu elime alıp Eliza ile mesajlaştığım sayfaya girdim. "Acaba gururumu sikip atsam mı?"
"Atma Asef'im, yapma! Erkeğiz diye kalbimiz yok sanıyorlar! Kadınlar bize acımıyor, biz de onlara acımayalım!" Deniz bağırarak konuşmaya başlayınca sesli düşündüğümü fark ettim. "Ah kalbim!"
"Deniz, Nehir geldi." dedim sakin şekilde.
"Nerede?! Hani! Nehir! Lütfen bana geri dön!" Deniz salak gibi bağırıp etrafına bakarken gözlerimi devirdim.
"Oturun Deniz Bey, kafamı siktiniz." Cihan ifadesiz şekilde Deniz'e bakarken Deniz çocuk gibi dil çıkarıp koltuğa uzandı. Yemin ederim bazen bu adamın aklından şüphe duyuyordum. "Bu arada efendim, geçen günkü gece kulübüne yapılan baskın ile ilgili bir bilgiye ulaştım."
"İşte ciddi bir konu sonunda, devam et." Eliza'nın mesaj sayfası hala açıkken Cihan'a döndüm.
"Takip edilemeyen bir telefonla ihbar yapılmış. Yapan kişiye ulaşamadım ama gece kulübüne o gün gelen şüphe çeken birisi var: Carter Oliver."
"Kim bu adam? Neyin nesi?" diye sordum. Tanıdık gelmemişti.
"Henüz hakkında net bilgiye ulaşamadım ama o gece, kulübe reşit olmayan kızların getirilmesi ile ilgili alakası var sanırım. Yaşları on beş ile on yedi arası kızlar zorla getirilmiş ama daha sonra nereye gittiler ya da işin içinde bu adam mı var tam emin değilim. Emin olduğum tek şey var; o da, o gece ihbar tesadüf değil."
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Kızlar Türk mü? Ailelerinin haberi var mı?"
"Türk de var yabancı uyruklu da. Ayrıca çoğunun ailesi yok, kimisi yetimhanede büyümüş kimisi de küçük yaşta kötü ellere düşmüş." Cihan elindeki kadehi sıkarken anlattığı şeyleri sindirmekte zorlandığını biliyordum. Ben de aynı dehşet duygular içindeydim.
"Kafamı karıştıran tek bir şey var Cihan. Bu işin arkasında kim varsa ve bunları neden yapıyorsa direkt karşıma çıkmıyor. Eliza'nın etrafında dolanan birisi varsa bilerek oyun oynuyor ve aklımı karıştırmaya çalışıyor. Dikkatli olmamız gerek." Sinirle elimdeki telefonu sıkıp kafamı geriye attım. "Sen de böyle bir ortamda posta koyup gidiyorsun Eliza! Aferin yavrum!"
"Kadınlar böyledir Asef'im! Acımazlar! Erkekler de vardır!" Deniz bağırırken ayağa kalkıp cam kenarına yürüdüm. Deniz'i duymamak için kendimi aşağı atabilirdim.
"Böyle bağırarak sorunları çözemezsiniz Deniz Bey." Cihan sakin şekilde konuşmaya başlayınca Deniz kafasını ona uzattı.
"Cihan'ım anlatsana, nasıl çözeyim? Bana aşk taktikleri ver."
"Aşk taktik işi olsaydı bunda en çok ben başarılı olurdum Deniz Bey." dedi Cihan. Ardından derin bir iç çekmişti. Sebebini biliyordum, bu sert yüzün ardındaki acıyı çok net biliyordum.
"Cihan seni gören kadın korkar, oğlum daha sen gülümsemeyi bile bilmiyorsun." Deniz'in, Cihan'dan dayak yemesine az kalmıştı.
"Siz sürekli otuz iki diş sırıtıyorsunuz da ne oluyor? Mal gibi bırakıldınız." Cihan'ın sözü dayaktan daha etkili olmuştu. Deniz dudaklarını büzüp bana baktığında ona hiç bakma sen kaşındın der gibi bir ifadeyle baktım.
"Kırdın beni Cihan! Acıma tuz bastın! Zalım! Bir zalım da sensin Nehir! Zalımın kızı!"
"Ama çok isterseniz geçenlerde izlediğim bir filmden gördüğüm şeyleri anlatabilirim." Cihan biraz öne kaydı. Deniz'in yüzü meraklıydı.
"Ne olur anlat! Hatta dur kağıt kalem alayım."
İkisi saçma bir muhabbete dalmışken ben yüzümü dışarı çevirdim. Havalar ısınmaya başlıyordu ama geceler hala çok soğuktu. Özellikle Eliza yanımda olmayınca daha da soğuktu. Dikkatli şekilde kulübün kenarında kalan çıkıntılı alana baktım. İçimdeki hayvana uyup Eliza'nın gözü önünde öldürdüğüm Avustralyalı kadın satıcısı adamın sonunun, Tolga için geçerli olmaması için ona bir yol sunmuştum. Ve Eliza o gün bitkin şekilde o taşa oturup gözlerini kapatmıştı. O günden bu güne bir sürü şey yaşatmıştım ona. Ama o yine de tüm bunlara rağmen samimi aşkıma karşılık vermişti. Allah benim belamı versin ki, onun için ne zaman güzel bir şey yapmak istesem sonu hep kötü bitmişti. Lanetli olduğumu düşünmeye başladım artık. Neye dokunsam karanlığım bulaşıyor. Ama oysaki Eliza aydınlık ve parlak...Mesaj sayfasına girip şef önlüğü ile çektirip samimi şekilde gülümsediği profil resmine bakıp yüzünü yakınlaştırdım, çimen yeşili, kalbimin ritmini hızlandıran iri gözlerine baktım. Gözlerini öpmek istiyordum. Hemen şimdi... Her şeyi siktir edip sadece gözlerini öpmek istiyordum...
Dalmış şekilde ekrana bakarken mesaj ekranına düşen yazıyla kaşlarım çatıldı.
"KK' de misafir var!"
Uzun zamandır kafese gitmemiştim ve bu gece çok kan akıtmak istiyordum. İçimde patlamak isteyen bir volkan vardı ve ben onu bastırdıkça daha da büyüyordu. Ama bir yandan da sadece bir bakışla içimi sakinleştiren birisi vardı. Tek sözüyle içimdeki canavarı uyutan birisi... Nerede olmam gerektiğini düşünmem bile saçmaydı. Ben bu gece sevgilimle kırgın uyumayacaktım.
"Cihan." Kapıya yönelirken her an benden emir bekleyen Cihan ayağa kalktı.
"Buyrun efendim."
"Bu gece kan akıtmak ister misin?"
"Çok."
"O zaman kafese git, kralın maskesini bir kez daha tak." Ben odadan çıkarken Cihan'ın ifadesiz yüzünde hafif bir tebessüm olmuştu. Çünkü bir çocuğa en sevdiği oyuncağı verirsen dünyanın en mutlusu olurdu. Cihan da benim yerime kafese girmeye bayılırdı, bu dünyadaki en büyük mutluluğu olabilirdi.
Daha önce birkaç Kral tezahüratları onun için söylenmişti, Kral'ın acımasızlığı onun yüzünden katlanarak artmıştı. Cihan kafeste bambaşka birisi olurdu; acımasız, ölümcül ve korkunç... Beni yenebilecek tek kişi...
**
Arabam karanlığın içinde akarken ezbere bildiğim yola bakmadan sadece olmak istediğim yere gidiyordum. Bu hayatta kafese tercih edeceğim tek şey Alya olmuştu ve şimdi de Eliza... Hayatımdaki tüm yeri kaplayan iki kadın... Aldığım her kararın nedeni iki kadın...
Daha önce pek çok gece gelip onun penceresini izlediğim sokağın başında durdum. Buradan bakınca arabanın farları kapalı olduğu için fark edilmiyordum. Böylece onun penceresini izleyip hareketlerini net şekilde görebiliyordum. Ve beni en mutlu eden şey Eliza pencere önünde üzerini değişmiyordu yoksa şimdiye o pencereyi betonla kapamış olurdum.
Sigaramı yakıp camın ucunu açtım. Bir elime de telefonumu alıp tekrar mesaj sayfasına girdim. Şu an gururumu sikip gelmiştim buraya ama neden kendimle bir inadın içine girmiştim anlamıyordum. Galiba Eliza'nın bana dönmesini bekliyordum, bu defa o bana gelse olmaz mıydı? Gönlümü alsa mesela...
Bana arkasını dönüp o şerefsiz Pusat'ın arabasına binen oydu. Tüm adamlarımın gözü önünde beni küçük düşürmüştü. Hadi tüm adamlarımı siktir edeyim! Ama beni nasıl öyle bırakıp gidebildi? Başka bir adam için bana nasıl bağırabildi? Bu Pusat benim Eliza'ma büyü mü yaptı acaba? Hızla isim rehberine girip arama butonuna bastım. Birkaç çalmanın ardından açıldı.
"Lan! Doğurmayıp sıçtığım adamın oğlu! Bu saatte neden arayıp uyandırıyorsun? Alya'ya bir şey mi oldu?"
Babaannemin öfkeyle bağırmasına göz devirdim.
"Sakin ol babaanne, Alya iyi. Herhangi bir sorun yok."
"Niye arıyorsun lan o zaman bu saatte?"
"Babaanne, hatırlıyor musun? Ben küçükken çiftliğe bir kadın gelirdi. Birisinin üzerinde büyü var mı hemen bulurdu. O kadın bana lazım."
"Ne anlatıyorsun sen Asef?"
Gerçekten de ben ne anlatıyordum? Kafam yerinde miydi?
"Offf! Kafam karıştı babaanne, hiçbir şey yolunda gitmiyor gibi. Ben daha önce hiç aşık olmadım ki... Aşık bir adam olmayı beceremiyorum, aşık olduğum kadına zarar veriyorum." İçimde biriken şeyleri birine anlatma zamanı gelmişti. Ve bu kişi en iyi babaannem olurdu. Çünkü o zamanında çok güzel sevilmiş ve sevmiş bir kadındı.
"Benim güzel oğlum, en güzel sen seversin. Sen sevmeyi çok küçükken öğrendin, anneni sevdin önce... Çok sevdin, ellerinle ona kocaman bir bahçe yaptın. Onu korumak için her şeyi yaptın... Sen çok güzel sevecek bir adamsın..." Babaannem burnunu çekince ağladığını anladım.
"Ama koruyamadım, sonunda yine kaybettim..."
"O baban olacak adam yüzünden Asef, senin bir suçun yok. Elinden bir şey gelmezdi oğlum ama şimdi hem Eliza hem de Alya için çok güçlüsün unutma. Ayrıca Eliza sana geldi sonuçta değil mi?"
"Sen nereden biliyorsun?"
"Alya ve Tolga ile bol bol dedikodu yapıyoruz."
"Aferin size, bu arada babaanne güçlü müyüm sahiden? Eliza'yı korumak için... İçinde olduğum dünya..." Devam etmedim, çünkü babaannem de neyi kast ettiğimi çok iyi biliyordu. Neyden korktuğumun farkındaydı.
"İçinde olduğun dünyaya tüküreyim Asef! Ama biliyor musun oğlum, o dünyayı yıkmak yine senin elinde." Ayşe Sultan'ın bağırması ile gülüp sigaramdan derin bir nefes çekmiştim.
"Ya yıktığım dünyanın altında kalan sevdiklerim olursa..." diye kısık sesle mırıldandım. Ama beni duymuştu.
"O zaman kanatlarını üzerimize aç ve yıkıntılardan bizi koru! Sen Asef Arjen'sin! Mıymıntı mıymıntı konuşma! Aşık hallerin de hiç çekilmiyor! Ben kapatıyorum!"
Gerçekten de suratıma kapattı. Bu kadın bunu sürekli yapıyor ve her defasında ben de bir aydınlanma oluşturuyordu. Evet, kendime gelip derin bir nefes aldım.
"Evet, sen Asef Arjen'sin! Siktir!" Eliza aniden camı açıp kafasını uzatınca kalbim çarpmıştı. Kendi kendime mal gibi bağırıp nerede olduğumu unutmuştum.
Eliza saçlarını tepesinde toplamış pijamanın üzerine giydiği hırkaya sarınmıştı. Onu ilk gördüğüm andan itibaren saçları uzamıştı ve ona çok yakışıyordu. Yılbaşı gecesi... Hala o günü çok net hatırlıyordum. Sadece bir şerefsizin sonu olmak için yediğim basit bir yemeğin sonuçlarının buraya kadar geleceğini bilemezdim. Yüzünü görmemiştim ama ince sesindeki melodi içime usulca akmıştı. Yüzünü gördüğüm anda içimde bir şeyler patlamıştı ve o an kaderimin değiştiğini fark etmiştim. Beklediğim kadın bana gelmişti...
Şimdi de karşımdaydı, gülümseyerek bir yere bakıyordu? Nereye bakıyordu? Lan!
Duyduğum sesle cevabımı buz gibi almış oldum.
"Hala uyumadın mı?" diye sordu Doruk.
Seni ne ilgilendirir şerefsiz!
"Biraz huzursuz hissediyorum, o yüzden uyku tutmadı. Biraz hava almak istedim. Sen neden camdasın?"
Güzel sesine ölürüm Eliza...
"Ben de biraz huzursuz hissediyorum, birkaç gündür hep ışıkların kapalı. Açık olduğunu görmek istedim. Işıklarını kapatma Eliza."
Elektrik faturasını sen mi ödüyorsun şerefsiz!
"Bana ışık olmasını umduğum bir yerde oluyorum, onunla aydınlanmak istiyorum." dedi Eliza.
Ben karanlığım aydınlık olan sensin...
"O yüzden sen gidince ışıklar gidiyor demek, yanında götürüyorsun." Doruk'a cevap vermeden sadece tebessüm etti Eliza. Ama yorgun bir gülümseme.
Sevgilimin yüzüne baktığımda Doruk'a karşı samimi bir sevecenlik görüyordum ama sanki bir kardeşe bakar gibi. Ama Doruk'un bakışlarının öyle olmadığının hatta çok farklı olduğunu biliyordum. Eliza bunu görmüyor muydu yoksa görmezden mi geliyordu emin değildim. Ama Doruk her ne kadar sinirimi bozup kafasını kırma isteği uyandırsa da Eliza'ya karşı saygılı ve sınırı geçmeyen davranışları dolayısıyla sakin kalıyordum. Yoksa çok kötü şeyler olurdu. Ama yine de ona değen her gözden nefret ediyordum.
"İçimizdeki huzursuzluğu atmak için küçük bir oyun oynayalım mı? Biz yetimhanede çok oynardık." Doruk'un neşeli sesine merakla karşılık verdi Eliza.
"Ne oyunu?"
Bırakın oyunu, hava soğuk gir içeri Eliza!
"Evde balon var mı?" diye sordu Doruk.
"Doğum günümden kalmış olması lazım." dedi Eliza. Ben de şimdi ne olacağını merak etmiştim. Ayrıca Eliza'nın yüzünün gülmesi her şeyden önemliydi. Tabii bunu şu an Doruk'un yapıyor olması aşırı asabımı bozuyordu.
"İkimiz de hemen bir balon ve iğne alıp geliyoruz." Doruk'un sesiyle başını sallayıp içeri girdi Eliza. Bu sırada ben de bir sigara daha yaktım. Bir dakika geçmeden güzel meleğim tekrar camda göründü.
"Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Eliza.
Belli ki Doruk da gelmişti. "Şimdi balonu şişiriyoruz ama her nefesini balona üfledikçe içindeki sıkıntıları üflüyor gibi düşünüyorsun."
Eliza gülerek başını sallayıp balonun ucunu dudaklarına getirip üflemeye başladı. Bu sırada gözlerini kapatmıştı. Gerçekten de içinde büyüyen ve onun canını acıtan şeyler mi vardı?
Var tabi salak Asef! Son zamanlarda neler yaşadı? Sadece kendi penceremden bakarsam onun yaşadıklarını anlayamazdım. Ama ben onunla bu şekilde ayrı olmak değil yan yana gelip dertleri küçültmek istiyordum. Eliza ise benden kaçıyordu...
Dertlerini o balona değil bana üflesin isterdim. Bağırıp çağırsın isterse vursun... Ama bana söylesin...
"Daha ne kadar şişiriyoruz balonu? Ayrıca seninki neden o kadar büyük?" Güzel sevgilimin sesiyle içime sigara dumanını bir kez daha derince çektim.
"Benim derdim belli ki seninkinden büyük ya da senin derdin balona sığmayacak kadar büyük..." Doruk'un söylediği şeyle canım sıkılmıştı. Neden şimdi Eliza'ya böyle diyordu ki? O çabuk incinir, içinde gizli kalmış acıları çok onun. Tıpkı benim gibi...
"Ama yine de bir sürü üfledim içine, şimdi ne yapıyoruz?" Eliza başını sallayıp aklına her ne geldiyse onu kovmaya çalıştı.
"İğneyi al şimdi eline." dedi Doruk.
"Sakın patlatacağız deme, bu saatte uyuyor herkes. Bebek ya da yaşlı, hasta insanlar olabilir."
Buradaki tek bebek sensin, benim bebeğim...
Eliza'nın her zaman bu kadar düşünceli ve hassas olması her defasında beni çok etkiliyordu.
"Bizim mahallede bebek yok, genelde öğrenci ve yalnız yaşayan insanlar var. Bir tek bakkal amca var yaşlı olarak ama o da her şeyi iki katına satıyor. Uyanırsa uyansın, bir şey olmaz." Doruk konuşurken Eliza samimi şekilde gülmüştü.
Başka bir erkeğe böyle gülümseme... Kalbim kırılıyor...
"Tamam o zaman." dedi Eliza.
"Üç deyince tamam mı? Bir, iki, üç!" Doruk'un son kelimesi ile sokakta patlayan balonun sesi yankılandı. Eliza'nın çok hoşuna gitmiş olacak ki içten bir kahkaha attı.
Yüzünü güldüren ben olmasam da bu şekilde olmana mutlu oldum küçüğüm...
Sokakta birkaç evin penceresi açılınca Eliza dudaklarını ısırdı.
"Ne oluyor ya!" diye bağırdı bir adam. Bu her şeyi iki katına satan bakkal olabilirdi.
"Bir şey yok Mahmut amca, sarhoş bir iki kişi geçti gitti!" diye bağırdı Doruk.
"Tövbe estağfurullah gece gece." Yaşlı adam pencereyi kapatınca Eliza biraz daha güldü Doruk'a bakarak. Şu an Doruk'un yüzünü görmüyordum ama uyardığım halde sevgilimin gözlerinin içine baktığını biliyordum.
"İyi geldi, gerçekten de sanki içimden bir şeyler çıktı." Eliza konuşurken sesinin titrediğini fark ettim. Yalan söylüyordu...
"Sevindim, ne zaman istersen bolca patlatırız." dedi Doruk.
Ben senin kafanı patlatacağım sonunda!
"Hadi iyi geceler sana, teşekkür ederim Doruk. Yanımda olduğun için teşekkür ederim..." Eliza buruk şekilde gülümsedi.
Ben senin yanındayım sevgilim...
Şu an arabadan inip kapına dayanmak istiyorum Eliza. Sana sarılıp dudaklarına yapışmak ve kızgınlığımı sende söndürmek istiyorum...
"Rica ederim, ben her zaman buradayım Eliza. Bu pencerede seni bekliyorum. Küçük bir çocuğun camda mutluluğunu beklemesi gibi..."
Öfkem iyice artıyordu, Doruk sevgilisi olan birine bu şekilde konuşmamalıydı. Yoksa sonu iyi olmazdı. Ayrıca benim gibi bir adam buna denk gelip öfkeleniyor ama sonra yine haksız olan ben oluyordum.
Eliza cevap vermeden içeri girip pencereyi kapattı. Acaba gidip Doruk'un kafasına kafamı gömsem mi? Ya da onun üst katında kalan adamıma sürekli ses yapıp onu uyutmamasını mı söylesem? O daha iyi fikir.
Odasının ışığı kapanmıştı ama lambader yanmıştı. Şu an ne yapıyorsun sevgilim? Telefonumu alıp Güzel Meleğim yazan ismi tuşladım. Bir kere, iki kere, üç kere, dört kere çaldı... Ama açmadı...
Şimdi basıp gitmem gerek ama hala duruyorum, gitmem gerek...
Seni görmem gerek... Sana sarılmam gerek... Kokunu içime çekmem gerek...
Arabayı çalıştırmadan önce parmaklarım mesaj ekranında dolaştı. Hızlı şekilde içimden gelenleri yazıp gönderdim.
"Kırılmıştım,
Baksan görecektin...
Üzülmüştüm,
Dokunsan ağlayacaktım...
Yorulmuştum,
Sineni açsan sarılacaktım...
Dağılmıştım,
Gülümsesen toplanacaktım...
Görmedin, dokunmadın, gülmedin...
Ben kalbimin sorumluluğunu sana verdim, onu kırıyorsun... Böyle anlaşmamıştık, henüz yolun başında yol ayrımı yaşamayalım... Sevgilim, bu gece kalbim kırık uyumama izin verme..."
**
Araba konağın önünde durunca zinciri takılı olmayan Kerberos koşarak gelmeye başladı. Son birkaç gündür onunla oynamadığım için bana öfkeliydi, derin hırlamasından bunu net şekilde anlıyordum.
"Oğlum, özledin mi beni?" İri köpeğimin boynuna sarılıp başını sevdim. Verdiği karşılık derin bir havlamaydı. "Ben de seni özledim Kerberos. Söz seninle Alfa ve diğerlerinin yanına gidip oyun oynayacağım ama bana şimdi izin ver oğlum." Ben ayağa kalkınca Kerberos geriledi. Dediklerimi anlamış gibi başını dik tutup birkaç defa havladı. Onun havlamasına karışan kurt sesi uzaktan gelmişti. Köpeğim ve kurtlarım buluşmak için şimdiden sözleşmişti. Ne güzel...
Yorgun hissediyordum bu gece. Hem de çok... Sebebi fiziksel değildi kesinlikle. Telefonumu elime alınca hala bir karşılık almadığımı görüp dişlerimi sıktım.
"Beni yine kızdırıyorsun küçüğüm..."
Ama yine kızdığımla kalıp bir şey yapmadım tabi. Bu da benim için hayret verici bir şeydi. Öfkelenince beni durduran tek kişi nasıl olabiliyorsun Eliza?
Alya'nın yarı açık kapısını görünce adımlarım oraya yöneldi. Bu kapının benim için açık olduğunu biliyordum. Alya küçükken canavardan korktuğunu söylerdi. Okuduğu bir masaldan etkilenmişti. Ben de ona kapını açık bırak canavar gelirse gelip onu senin için öldürürüm demiştim. O günden beri belki on yıldan fazla Alya kapısı açık uyurdu. Canavar gelirse onun için öldüreyim diye...
Şimdi onun yanına varınca neden canavar benmişim gibi hissediyordum?
Huzursuz şekilde uyuyordu Alya'm. Kaşları hafif çatıktı, bugün olanların ve bana söylediği şeylerin onu üzdüğünü biliyordum. Hayatı boyunca asilik yapmamış bir kız, aniden içinden çıkan tatlı cadıya şaşırmıştı. Biraz daha Eliza'dan cadılık dersi alması gerekti. Böylece bana karşı daha cesur olabilirdi. Uzanıp iki kaşının arasına dokunup rahatlamasını sağladım. Ardından alnına yumuşak bir öpücük kondurmuştum. Göz kapakları titredi.
"Abi..." Alya uyku ile uyanıklık arası mırıldandı.
"Uyu abiciğim, ben yanındayım." dedim sarı başak saçlarını geriye doğru okşarken.
"Abi özür dilerim, sana söylediğim şeyler için..." Konuşurken mavi gözlerini açmamıştı. Çok tatlıydı.
"Bir şartla affederim cimcime." dedim. Sessiz şekilde konuşup uykusunu açmak istemiyordum.
"Her şeyi yaparım abiciğim."
"Eğer Habeş maymunu seni öpmek isterse ona izin vermeyeceksin, tamam mı?"
Üzgün şekilde dudaklarını büzdü. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Duydun mu Alya? İzin vermek yok."
"Ya ben öpmek istersem?.." dedi üzgün şekilde. Hala gözlerini açıp bakmıyordu. Bana bağırdığı için mahcup hissettiğini biliyordum.
"Sen onu merak etme, esas kabul etmeyen o Habeş maymunu olacak. Çünkü onu orijinal şekilde tehdit edeceğim."
"Ya abi..." dedi uzatarak.
"Abin sana kurban olsun, hadi yat Alya'm..." Alnını tekrar öpüp üzerini iyice örttüm. Bünyesi zayıf olduğu için çabuk hasta olurdu. Odadan çıkarken tekrar derin uykusuna dönmüştü. Bu kadar tatlı olması ona kızmama engel oluyordu.
Odama çıkarken aniden hissettiğim titreşim ile heyecanla telefonu elime aldım. Ama mesaj otel müdüründen geliyordu. Aylardır hazırlık yapılan defilenin ilk günü yarındı ve ben şu an milyonlar harcadığım programı asla ama asla umursamıyordum. Çünkü Eliza ile hala konuşmamıştım.
Odama girip kendimi direkt banyoya attım. Üzerimi çıkarıp ılık suyun altına girince mantıklı şekilde düşünüp rahatlamaya çalıştım. İki elimi de banyonun mermerine yaslamış şekilde sırtımdan akan suların rahatlatıcı etkisi ile olayları gözümün önüne getirip zihnimde kurgulamaya çalıştım.
En başından...
Her zaman Altan Akdağ'ın bana şüpheli gelen tarafları vardı ama babam ona çok güveniyordu. Asla onun hakkında kimsenin konuşmasına izin vermiyordu. Ama sonra öğrenip şok olduğum şey ise onunla ilgili şantaj dosyaları doluydu babamın kasası. Yani Altan Akdağ onun avucundaydı. Sonra ne oldu?
O kaza...
Emri Altan Akdağ mı verdi? Neden?
Sonra ortadan kayboldu. Babam ile aralarında tam olarak ne geçti? Mesele nedir tam olarak?
Her ne ise basit bir şey değil...
Eliza hayatıma girdikten sonra...
Tolga'nın kumar oynaması tesadüf müydü? Giriş biletini sadece öylece buldu mu yani? Birisi onun annesinin hastalığını mı kullandı? Ama nasıl biliyordu?
Eliza ile birlikteyken yapılan silahlı saldırı... Kimin işiydi?..
Alya'nın alerjisini kullanarak zarar vermek istemeleri...
Alya'nın doğum günü... Evime kadar sızmayı kim başardı? Kim ya da kimler? Eskiden canını çok yaktığım mafyalar olabilir mi? Nasıl bir bağlantı var?
Gece kulübüne yapılan polis baskını... Yine Eliza... Birileri onun benim zaafım olduğunu fark ettiği için mi yoksa başka bir şey mi?..
Peki Pusat bu kaotik ortamın neresinde? Piyon mu yoksa oyunu bizzat oynayan mı?
Sikeyim!
Sikeyim!
Sikeyim!
Neden bu kadar boğazıma kadar ateşin içindeyim ben?..
Sevdiklerim birer melekken ben neden şeytanın ta kendisiyim?..
Ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın onları koruyacağım. Kimse sevdiğim insanlara dokunamayacak. Kıllarına zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ben Asef Arjen'im... Cesaret demek benim soy ismim. Oyunu ben kurarım, benden habersiz kurulan oyunları ise yakar yıkarım...
**
Üzerimde sadece alt tarafımı örten siyah bir havlu vardı. Banyoda normalden uzun kalıp aklımı toplayıp çıktım. En azından ufak da olsa bağlantılar yakalamıştım. Özellikle Cihan'ın verdiği Carter Oliver ismi aklıma birini getiriyordu. Bunu yarın halledecektim. Sırtımdan akan suları umursamadan yatağıma yürüyüp Eliza'nın yattığı tarafa baktım.
Boş olması çok ağırdı... Burada olmalıydı şimdi... Sadece altı gece beraber uyuduk ve bu çok azdı...
Telefonumun titreşim sesini duyunca kalbim hızla atmaya başladı. Şu an bulunduğum hali umursadan hızla telefonu elime aldım. Gördüğüm isim yüzümde kocaman bir gülümsemeye neden olmuştu.
Güzel Meleğim
"Asef, ben çok kızdım. Konu sen olunca duygularımın sınırı olmuyor. Sanki konu sen olunca, ben kendimi tutamıyorum. Seni hem haksız hem haklı görmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ayrıca sorumluluğu bende olan kalbini kırdığım için benim kalbim daha çok kırılıyor... Binlerce kez öpsem..."
Resmen sevinçten ne yapacağımı şaşırmıştım. Hatta üzerimde sadece bir havlu olmasına rağmen bedenim alev almıştı. Mesaj yazarken kendimi odamın terasına attım.
"Bir kez bile öpsen yeter bana güzel meleğim... Ama beni haksız görmeni anlamıyorum Eliza, bir kez bile dinlemeden karar verdin. Beni orada öyle bırakıp gitmen nasıl hissettirdi, haberin var mı?"
Soğuk hava bedenime vurdukça hoşuma gidiyordu. Gerçi hoşuma giden şey sadece bu değildi. Eliza'nın bana dönmesi sanki hayata dönmüşüm gibi hissettirmişti. Onun gibi mesaj atmaya karar verdim çünkü sesini duyarsam daha zor olurdu. Belli ki o da böyle düşünüyordu ki mesaj atıyordu.
Güzel Meleğim
"Her şey aniden oldu ve kendime hakim olamadım. Nehir için endişe ettiğimden dolayı kötü bir karar aldım o anda. Ama sen neden arkamdan gelmedin? Hani beni hiç bırakmazdın? Hemen bıraktın..."
Mesajı okurken kaşlarım çatılmıştı. "Geldim sevgilim," demek istedim...
"Seni bırakmadım, bırakmam Eliza. Asla! Sadece giden sendin, düşünüp fark etmeni istedim. Benim de kalbim kırılabilir, taştan değil..."
Güzel Meleğim
"Benim ilk defa bir sevgilim oluyor, o da Asef Arjen... Ne yapacağımı bilmiyorum."
Mesajı beni gülümsetmişti.
"Yavrum ben sanki sevgililik kitabı mı yazdım. İlk sensin işte, ben de bilmiyorum. Tek bildiğim bir şey var o da kaçmak değil konuşmak zorundayız Eliza. Kavga da etsek sen benim kafamı da kırsan kaçmamamız lazım. Tamam mı bebeğim?"
Güzel Meleğim
"Sevgiliyiz yani hala..."
Gelen mesajla büyük bir kahkaha atmıştım. "Isıracağım senin o dudaklarını!"
"En çok biz sevgiliyiz! Yok öyle en ufak şeyle ayrılmak! O kelime bize yasak! Ben senden değil ayrılmak yanyana bile özlüyorum lan! Şu an yanımda olsaydın çok fena olurdu Eliza!"
Güzel Meleğim
"Ne olurdu mesela?"
Dişimi sıkarken yazan şeyi birkaç defa okudum. Eliza umarım yanında olduğum zaman da bu kadar cesur olursun. Sonra olacak şeylerin hayalini bile kurmak kanımı kaynatmaya yetiyordu.
"Yapma Eliza, şimdi beni kışkırtma! Basar gelirim gecenin bu saati... Seni seviyorum..."
Yüzümde salakça bir gülme olduğuna emindim. Çünkü hayatım boyunca ilk defa ergen gibi davranıyordum. Ve bundan hiç şikayetçi değildim.
Güzel Meleğim
"İyi geceler o zaman, zaten sabah erken stajda olmam lazım."
Kaşlarım çatılmıştı. Neden bana karşılık vermedi?
"?"
Güzel Meleğim
"Ne?"
Bir de soruyor, şuna bak...
"Ne demek ne? Yavrum mesajıma böyle mi karşılık veriyorsun? Hani iki kelime, toplam on üç harf ... Senin de söylemen gerekmez mi?"
Güzel Meleğim
"Ne olduğunu iyi biliyorum sevgilim, bunu sana yüz yüze söylemek istiyorum. Çünkü ben senin sesinden bu cümleyi duydum ve ne kadar güzel hissettirdiğini biliyorum. Ama sen bunu benim sesimden duymadın, emin olabilirsin aynı olmuyor..."
Dudaklarımı ısırırken telefonu elimde sıkıp derin bir nefes almıştım. "Beni öldüreceksin Eliza! Yemin ederim öldüreceksin!"
"Efendim! Bir sorun mu var?"
Kafamı aşağı çevirip sesin sahibi adamıma bakınca diğerlerinin de toplanmış garip şekilde bana baktığını gördüm.
"Ne sorunu lan!? Yerinizde misiniz diye bakıyorum! Siktirin hepiniz yerinize gidin!" Bağırmam ile şaşkın şekilde bakan adamlarım silahlarını beline koyup hızla uzaklaştı. Bir de silahları almışlar! Sanki ilk kez beni böyle görüyorlar. Kafamı eğip sadece havlu örtülü bedenime baktım.
"Siktir! İlk defa böyle görüyorlar!" Kendimi ayıplarken üşüdüğümü fark edip odaya girdim.
Şimdi rahat bir uyku çekebilirdim. Sevgilim kırgın uyumama izin vermemişti...
**
Otelin girişindeki kalabalığa bakıp derin bir iç çektim. Birkaç saatlik uyku sonrası sadece bir güzelin gözleri için uyandığım sabahın şu halini sikeyim!
"Cihan, niye bu kadar kalabalık? Altı üstü bir defile değil mi?" Elime tableti alıp günün programına bakmaya başladım.
"Aslında pek de sadece bir defile değil. Sanırım bir moda savaşı diyebiliriz. Yale'nin imkan tanıdığı marka İtalya'nın en güçlü ismi. Haliyle hem birçok markanın hem de ünlü kişilerin dikkatini çekiyor. Modacı Gerardo ona verdiğiniz imkanı sonuna kadar tüm ihtişamıyla sunmak istiyor." Şoförün yanında bana bakmadan konuşan Cihan'a bakıp tekrar elimdeki tablete döndüm.
"Cihan bunların hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Sadece işim ne zaman bitiyor onu söyle." Aklımda Eliza'ya güzel bir sürpriz vardı.
"Aslında tam olarak sizi ilgilendiriyor çünkü tüm dünyanın gözü bugün burada. Haliyle Asef Arjen herkesin dikkatinde olacak. Sizin de eski manken olduğunuz ve birkaç ünlü modacının defilesine katıldığınız şu an en çok konuşulan haberlerden. Ama eski fotoğraflarınız neden yok?" Cihan elindeki tablete bakarken benim dudağım yukarı kıvrıldı.
"Sevgilim sildirmemi istedi." Eliza bunu söylediği gecenin sabahında talimat vermiştim. Çünkü Eliza'nın ağzından çıkan benim için emirdir.
"Benim neden haberim yok? Benden neden istemediniz? Yoksa Özgür mü halletti?" Cihan'ın sinirli sesi ile ona döndüm. Özgür benim teknoloji ustası eski online dolandırıcı adamımdı. Fazla yetenekli olduğu için Cihan onu biraz kıskanıyordu galiba.
"Özgür hızlı bu konularda biliyorsun, ayrıca bu ne amına koyayım! Ekip arkadaşısınız siz, kimin neyi hallettiğinin önemi mi var?" Sinirle bağırıp şoförün açtığı kapıdan çıktım. Çıkmadan önce Cihan'ın homurdanmasını duymuştum ama bir şey demedim. Sonuçta ondan iyi birisi olması zoruna gidiyordu.
Yüzüme patlayan flaşlara küfür edip otelin girişine doğru ilerledim. Kulağıma bir sürü soru geliyordu. Yok eski mankenlik yıllarım, Pırıl'ın durumu, otellerin sayısı... Ama cevap vermeden hızlı şekilde içeri girdim.
İhtişamlı otelim, organizasyon sebebiyle daha daha ihtişamlı hale gelmişti. Lobinin ilerisindeki geniş alanda lansman için hazırlanmış masalara sunumlar yerleştiriliyordu. Kim bilir içinde benim meleğimin elinin değdiği neler vardı. Gidip onu öpsem keşke... Sabah da uysal bir kedi olup onu almaya gelen adamımla erkenden çalışmak için otele gelmişti. Kesin gidip öpmeliyim...
Adımlarım otelin mutfağına yönelmişken İtalyanca konuşup bana seslenen Modacı Gerardo ile durdum.
Sikeyim!
Bugün sadece ünlü bir iş adamıydım sanırım. Bakışlar bana dönünce siyah takım elbisenin içinde dik durup yüzüme yapmacık bir gülümseme kondurdum. Adam döverken daha samimi gülen biriydim kesinlikle.
"Bay Arjen, size İtalya'da sunduğum teşekkürün daha fazlasını sunuyorum. Türkiye harika bir yer ama sizin Yale Oteliniz bambaşka güzellikte. Büyüleyici yeşiller kreasyonuma ancak bu otelin konsepti uyardı." Adam konuşurken sıkıldığımı belli etmemeye çalışıyordum. Ama dikkatimi çeken şey sondaki söz olmuştu ve benim için tek büyüleyici yeşil Eliza'nın gözleriydi.
"Her yeşil büyülemez Bay Gerardo, o büyüleyici yeşili bulmak mucize gibi bir şey." dedim İtalyanca.
"Bugün benim yeşilin her tonundaki büyüleyici elbiselerimi büyüleyici kadınların üzerinde görünce fikriniz değişecek." Gerardo kendinden emin şekilde konuşurken ben sadece gülümseyip başımı salladım. Ben bulmuşum aradığımı gerisi pek de umurumda değildi.
Gazeteciler Modacı Gerardo ile konuşmaya başlayınca ben de arkamı dönüp ilerledim. Birkaç eski tanıdık oyuncu ve manken arkadaşı görünce kısa bir sohbet yapıp tekrar gözlerimin aradığını görmek için ilerledim. Bir yandan da etrafa göz atıp güvenlik durumunu kontrol ediyordum. Gerçi Cihan'ın en ufak bir açık bırakmadığına emindim ama içimde bir sıkıntı vardı. Üstelik Carter Oliver meselesini de hala konuşup halletmemiştik. Aklımdaki birkaç mafya bağlantısını onunla defileden sonra tartışmam gerekti. Gerçi Cihan'ın şimdiye kadar bir şeyler bulduğuna emindim sadece netleşmesini bekliyordu. Çünkü önüme sunduğu şeylerden yüzde yüz emin olmadan adım atmazdı. En ufak hataya tahammül edemezdi Cihan. İlerde onu bir masanın başında görüp göz kırptım. Mesajımı alıp eliyle her şey yolunda işareti yapmıştı. Kalabalık biraz daha artarken insanlardan uzak bir köşeye geçip telefonumu çıkardım. Eğer Eliza'yı biraz daha görmezsem kafayı yiyecektim.
"Ne yapıyorsun güzelim?"
Mesajı attıktan sonra Eliza'nın görmesini bekledim. Bir dakika sonra karşılık gelmişti.
Güzel Meleğim
"Sevgilim çok yoğunum, aşırı iş var. Sonra konuşuruz by."
Bu mu yani? Bu kadar mı? By nokta nedir ya? Bizim cicim günlerinde olmamız gerekmez mi? Biz neden git gide asker arkadaşı moduna bağlıyoruz anlamadım. Ben kendimi tutamazken Eliza nasıl bu kadar sabırlı olabiliyordu? Seni yakında çok fena kışkırtacağım küçüğüm.
Telefonu cebime koyup hareketlenen kalabalığa baktım. Gözler üzerime çevrilirken yalnız olmamdan cesaret alan birkaç ünlü kadın bana doğru yürümeye başladı. Aniden koluma giren ayının tekiyle kadınlar başka yere yöneldi. Bu iyi bir şeydi.
"Eliza haklıymış, seni biraz yalnız bıraksam kadınlar üzerine atlıyor Asef'im." Gözünde güneş gözlüğü ile etrafa ajan bakışları atan Deniz'e döndüm.
"Ne yapıyorsun Deniz?"
"Eliza görev verdi, sana hiçbir kadının iki metreden fazla yaklaşmasına izin vermiyorum." Deniz ciddi şekilde etrafa bakarken şaşkınlıkla kaşlarım havalandı.
"Valla mı? Eliza mı istedi bunu senden?"
Deniz boğazını temizleyip bana biraz daha yaklaştı. "Eliza istedi tabii, dedi ki; Asef eski manken olduğu için şimdi onu tanıyan çıkar. Onun seksi ve çekici vücudu dikkat çeker, kızların ağzının suyu akar. Ayrıca gizlice senin resmini çekip attım. Dedi ki; Oha! Nasıl çekici olmuş, siyah takım içinde. Daha da dikkat çekmiş şerefsiz, onu kolla Deniz."
"Bana şerefsiz mi dedi?" Gözlerimi kısıp Deniz'e bakınca söylediği her şeyin yalan olduğunun farkındaydım. "Hepsini Eliza mı söyledi?"
"Tamam, bazı şeyleri ben ekledim ama hemen hemen aynı şeyleri söyledi."
"Ver telefonunu." Deniz'in telefonunu isteyip elimi uzattım. Sıkkın şekilde oflayıp telefonu verdi. Yaklaşık on dakika önce elim cebimde birileri ile konuşurken çekilmiş resmimi özelden Eliza'ya atmıştı.
"Eliza! Seninki elden gider sana söyleyeyim!"
Eliza
"Oha! Deniz hemen Asef'in yanına git. Ben çok meşgulüm, elimde bıçak ve önümde et var. Tehlikeli olmamı istemiyorsan yanından ayrılma!"
"Bir şartla cadı..."
Eliza
"Ne istiyorsun?"
"Nehir ile aramı düzelt."
Eliza
"Sanki ben bozdum, tamam sen dediğimi yap ben yumuşatmak için uğraşırım. By."
Kaşlarım çatık şekilde telefonu Deniz'e uzattım. "Sanki seninle ben aynı kefedeyim gibi bana da by dedi. Ama benim için seni böyle tehdit etmesi hoşuma gitti."
"Gider tabii, siz benim gözlerimin önünde aşk yaşayıp durun. Ben az önce otele girince Nehir ile karşılaştım ama bana yüzünü çevirip başka yöne gitti. Kimse acımı anlamıyor!" Deniz burnunu çekerken kolumu kurtarıp geri gittim.
"Sen de mal mal davranma, ayrıca çıkarsana gözlüğünü lan! Otelin içinde niye gözlük takıyorsun?" Deniz ağır çekimde gözlüğü burnunun üzerine getirince gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Niye şişti lan senin gözlerin?"
"Tüm gece ağladım Asef'im. Sen ve Cihan beni kulüpte bırakıp gidince sabaha kadar ağladım. Gerçi sabaha karşı Cihan gelip beni aldı ama onun da koluyla uğraştık." Deniz'in söylediği şeyle Cihan'a bakıp tekrar döndüm. Bakışımdan bir şey olduğunu sezen Cihan bana doğru gelmeye başladı.
"Ne oldu Cihan'ın koluna?" diye sordum.
"Sorma, dün kafeste karşısına iki adam çıkmış. Ya da Kralın karşısına çıktıklarını düşünmüşler."
Duyduğum şeyle sinirlenmiştim. Kafes sorumlusu Ethem böyle bir şey yapmazdı.
"Ama iki adamı da öldürmüş sadece kolunda birkaç çatlak vardı."
Yanıma gelen Cihan'ın sağ koluna bakınca sabit tuttuğunu gördüm. Sabahtan beri her işe koşuyordu ve ben fark etmemiştim.
"Ne oluyor Cihan? Neden bana olanları söylemiyorsun?" Sert sorum ile Cihan Deniz'e ters bir bakış atıp bana döndü. Deniz muhtemelen Cihan'ın ona söylememesi gereken şeyi bana söylemişti.
"Ne olduğunu tam olarak öğrenip söyleyecektim. Kralın karşısına neden iki adam çıktığını öğrenmeye çalışıyorum. Onun siz olduğunuzu öğrenmiş olma ihtimalleri var, o yüzden size zarar vermek istediler. Karşısınıza net olmayan bilgiler ile gelmek istemedim."
"Kolun nasıl? Neden dolaşıyorsun ortada?" Sinirlenmiştim. "Bu ne amına koyayım! İki adam kafese nasıl giriyor?"
"Ethem de şaşırdı, aniden ikinci adam girince ama kafes kuralı giren çıkamaz. Ben de şaşırdım üstelik benim iki katımdı ikisi de." Cihan anlatırken göğsünü şişirmeyi ihmal etmiyordu. Deniz gözlüğünü çıkarıp kıskanç şekilde baktı. "Eğer yerimde siz olsaydınız pek iyi olmazdı. İyi ki ben gitmişim."
"Allah Allah, beni yenerler miydi Cihan?" Resmen beni küçümsüyordu. Pezevenk!
"Yenemezlerdi ama benim kadar az hasarla kurtulmanız pek mümkün olmazdı." İfadesiz şekilde bana bakmadan konuşunca sinsi şekilde dudağım yukarı kıvrıldı. Ne yapmaya çalıştığını fark etmiştim.
"Tamam Cihan en iyi sensin, Özgür'den çok daha iyisin. Oldu mu?" diye sordum.
"Lan sen yine Özgür'ü mü kıskandın?" Deniz'in gülerek sorduğu şeye Cihan cevap vermedi. "Asef'im yakında adamların senin için düello yapacak, az kaldı. Bu nasıl bağımlılık lan?!"
"Neyse susun kafam şişti. Zaten Eliza'yı da göremedim. Siz kimsiniz lan?!" Benim de sabrım taşmıştı. Yarimin çimen gözleri yerine bu iki öküzü görmek tansiyonumu çıkarıyor yeminle!
"İçeri girmeniz gerek efendim. Defile başlıyor." Cihan kulaklığına gelen sesle bana dönmüştü.
"Ben gitmesem olmaz mı? Hiç sevmiyorum böyle şeyleri." Sıkkın şekilde ofladım.
"Asef'im yaklaşık on yıl önce o podyumların en seksi adamı sendin unuttun mu?" Deniz kolumdan beni iteklerken daha da büyük şekilde ofladım.
"Gençlik, cahillik... Yaşadığım şeyler beynimi öyle sikti ki her şeyi unuttum."
"Oy kurban olduğum, kıyamam senin o güzel beynine. Gel hadi..." Deniz'in karnına vurup defile salonuna ilerledim.
Birazcık çimen gözlümü görseydim...
**
Podyumun havası tüm salonu sarmıştı. Bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmemiştim. Hem yerli hem yabancı basın fazlasıyla kalabalıktı. Davetli listesi de yerli ve yabancı fazlasıyla göz yoruyordu. Podyumun karşısında protokol koltuğuna oturmuştum. Yanımda Deniz ve Bay Gerardo vardı. Işıklar arada benim yüzüme çevriliyor ve magazinciler resim alıyordu. Müzik sesi yükselmeye başlayınca defilenin başladığının sinyalini verdi. Sunucu birkaç havalı söz söyleyip anons yapmıştı.
"Ah ah! Eskiden olsa ikimiz de gelen mankenlere hayranlıkla bakardık." Deniz'in iç çekerek söylediği şeye hayretle baktım. "Ama şimdi zalımın kızları elimizi kolumuzu bağladı."
"Deniz ben ne zaman baktım kadınlara hayranlıkla?" Kaşlarımı kaldırarak sordum. Bu patavatsız Eliza'nın yanında da böyle saçma bir cümle kurabilirdi.
"Aaa! Sen değil miydin Rus güzeli manken ile... Anladın sen..." Deniz'in imâsına göz devirip başımı salladım.
Söylediği şey uzun zaman önce olmuş bir şeydi. Fiziksel olarak beğendiğim bir kadınla dokunamama durumumu aşmak istemiştim sadece ama tabii ki boğuluyor gibi odadan kaçmam ile sonuçlanmıştı. Zaten ondan sonra hakkımda konuşulmaya başlanınca Pırıl ile göstermelik sevgili olmaya başlamıştım.
"Ama çok değişik Asef, senin Eliza'ya karşı böyle olman nasıl oldu acaba. Lan doktorlar çözemedi seni." Deniz bu cümleyi ciddi şekilde söylemişti. Yurt dışında birkaç defa işinde uzman bir psikolog ile görüşmüştüm. Sebebi hep annemin yaşadıklarına şahit olmama çıkıyordu. Sanki bir kadına dokununca suç işliyormuşum gibiydi. Halbuki kadınlar benimle olmak için her şeyi yaptıkları halde.
Ama Eliza... İlk başta ona dokunmamı istemediği halde ona dokunmak için neden o kadar istekli olmuştum?
Şimdi... O da ben de dünyada dokunmayı istedikleri tek insan olmuştuk birbirimiz için...
"Deniz beyninin almayacağı şeyler için kendini zorlama." diyip arkaya yaslandım. Yürümeye başlayan mankenlere pek bakmadan çevre ile ilgileniyordum.
"Bilmiyorsun Asef'im, beynimin ne kadar harika olduğunu anlayamazsın."
"Beyniniz sorunlarınızı çözmekte pek iyi değil ama." Cihan'ın arkadan öne doğru eğilip söylediği şeyle gülmemek için kendimi tutmuştum.
"Lan! Cihan sen nereden çıktın?" Deniz şaşkınca arkaya bakıp bağırdı. Ben de bazen Cihan'ın aniden nereden çıktığını bir türlü çözemiyordum.
İkisi yine laf dalaşına girerken ben de yanımda oturan Bay Gerardo'ya döndüm. Birkaç dakikadır sinirli şekilde telefonla konuşuyordu.
"Her şey yolunda mı?" diye onun dilinden İtalyanca sordum. "Büyüleyici yeşilleriniz henüz beni büyülemedi de..."
Adamın gerginlikle kaşları çatılınca bir sorun olduğu belli olmuştu. "Bay Arjen, aslında dikkatli bakmadığınız için görmüyorsunuz. Lütfen dikkatli bakın, ayrıca esas büyü sonda. Ama ufak bir problem var mankenimle ilgili. Sanırım sonda çıkacak manken rahatsızlanmış, sorunu çözüp hemen geliyorum."
Adam hızlı şekilde kalkıp giderken ben sakin şekilde başımı salladım. Pek de umurumda değildi. Şimdi hemen programı bitirip herkesi dağıtabilirdim. Eliza'yı özlüyordum... Her saniye daha fazla...
Yaklaşık on dakika sonra garip bir durum olduğunu fark etmiştim. Mankenler fazlasıyla oyalanıp podyum yürüyüşlerini yavaşlatıyor gibiydi. Bay Gerardo'nun söylediği sorun ile ilgili olabilirdi. Etrafta herkes son parçayı görmek için sabırsızlandıklarını söylerken neden geç kaldığına şikayet ediyordu. Bu durum benimle ilgili olmadığı için telefonumu alıp sevgilimle mesajlaştığım sayfaya girdim. Onu biraz kışkırtmak istiyordum.
"Dünyanın bütün güzel mankenlerini buraya toplamışlar. Tabii bakmadım kimseye arada gözüm kaysa da başımı çevirdim. Benimle ilgilenmeyen bir sevgilim olsa da ben çok sadığım."
Mesajı yazıp iki dakika bekledim ama herhangi bir cevap gelmemişti. Sinirlenip bu defa daha kışkırtıcı bir mesaj yazmaya karar verdim.
"Ya da belki biraz bakarım, en güzelini falan seçerim."
Son yazdığım biraz fazla mı oldu acaba?
"Oha!" Deniz'in sesiyle ona döndüm.
"Ne var lan?"
"Bence bana değil karşıya bak." Deniz'in ne dediğini anlamadan yüzümü podyuma çevirdim.
Önce neye ya da nereye bakacağımı bilemedim. Flaşlar hızla patlamaya başlarken insanların şaşkınlık sesleri geliyordu. Podyuma baktım.
Yeşil... Büyüleyici...
Çimen yeşilinin en güzel tonu... Bembeyaz bir bacağın açıkta kaldığı ve muhteşem bir uyumun olduğu ipek uçuşan bir elbise... Gözlerim yukarı çıktı. İnce bir beli sarıp taşlarla bütünleşip beyaz gerdana yayılan tüller...
Eliza... Eliza podyumda büyüleyici şekilde bana doğru geliyordu. Neden Eliza bana doğru geliyordu? Neden Eliza bu kadar büyüleyici şekilde bana geliyordu?
Salonda hareketlilik başlayınca gergince yerimde doğrulup dik şekilde bakmaya başladım. O sırada Eliza beni görmüştü ve büyük bir şokla gözlerimiz kavuştu. Işıklar onun büyüleyici yüzünü aydınlatırken yaşadığı gerginlik anbean büyüdü. O an pek de olduğu yerden memnun olmadığını fark ettim. Ama neden?
"Fıstık gibi olmuş dedikleri tam da Eliza şu an." Deniz hayranlıkla konuşurken sert şekilde ona baktım. "Bakma hiç öyle ben kardeşime bakar gibi bakıyorum. Ama salondakilerin bakışı bakış değil."
Deniz haklıydı, birçok kişinin yüzünden okunan hayranlık nefes alışverişimi hızlandırmıştı. Öfke beynime doğru çıkarken acemi şekilde yürüyen sevgilime baktım yeniden. Benim bakışlarımı görünce öfkemi de görmüş olacak ki derince yutkundu.
Çok güzel olmuştu... Kalbim yerinden çıkmak üzereydi güzelliği karşısında... Niye bu kadar güzelsin sen Vicdansız?!..
Normalden daha kısa yürüyüp arkasını dönünce sabrımın sonuna gelip ayağa kalktım. Kalçasına kadar olan sırt dekoltesine bakarken podyuma yürümeye başladım. Dişlerimi sıkıyordum ve bana seslenen kimseyi umursamıyordum. Üzerimdeki siyah ceketi çıkarıp bana dönen Eliza'ya yaklaştım. O daha ne olduğunu anlamadan ceketi sırtına koymuştum bile.
"Asef," dedi kısık sesle.
"Sakın konuşma sadece yürü." Elini tutup soluna geçip onunla podyum boyunca yürümeye başladım. Tıpkı on yıl önceki gibi ama bu defa elini tuttuğum kadınım ile...
"Asef Arjen yeniden podyumda!" Deniz'in bağırarak insanları gaza getirmesi ile herkes ayağa kalkıp alkışlamaya başlamıştı. Deniz muhtemelen şu anki garip durumu lehimize çevirmeye çalışıyordu.
"Benimle dön şimdi." Eliza'nın elini belimin ardına çekip podyumda yeniden insanlara döndük. Ben ceketsiz siyah takım Eliza üzerinde siyah bir ceket altında kışkırtıcı ve büyüleyici bir elbise ile... Yarın için magazincileri engellemem gerekti. "Aferin," Eliza dediklerimi aynen yapıp sağ elini beline koydu. Sol eli benim elimin içinde belimdeydi. Elimi sertçe sıkınca ben de aynı şekilde karşılık verdim.
"Bu elbiseyi giyip buradaki herkesin gözlerini oymak istememe sebep olduğun için başına gelecekleri biliyor musun?" İnsanlara yapmacık şekilde gülümserken dişlerimin arasından konuştum.
"Önce neden burada böyle olduğumu sormayacak mısın?" O da benim gibi gülümsemeye çalışıp dişlerinin arasından konuştu.
Bugün bu seksi kadın beni öldürecekti...
"Sormayacağım yavrum çünkü hiçbir neden benim öfkemi dindirmez." Elini yönlendirip tekrar arkamızı dönmemizi sağladım. "Öfkemi birazdan bizzat sende dindireceğim." Podyumun arkasına ilerlerken alkış sesleri iyice artmıştı. Eliza'nın elini bırakmadan mankenlerin merakla beklediği alana yöneldim. Hepsi şaşkın şekilde bakarken heyecanla bana yaklaşan Bay Gerardo'ya diktim bakışlarımı.
"Bay Asef, büyüleyici modelim ile yeniden sahneye döndünüz!" O daha kendi kendine heyecanlanıp ellerini birbirine vururken ben Eliza'nın elini bırakmadan boş elimle yakasından kavrayıp kendime çektim. Mankenlerin boğazından şaşkınlık sesi yükselmişti.
"Senin sahneni sikerim! Kimmiş lan senin büyüleyici modelin?!" Dişlerimin arasından öfke ile konuşurken Bay Gerardo şokla donmuştu. "O sadece benim kadınım, kimsenin bir şeyi değil. Ayrıca çuval giyip orada yürüseydi yine büyüleyici olurdu. Bir de Eliza'nın üzerindeki elbiseyi ben alıyorum!" Adamın cevap vermesini beklemeden şok içindeki yüzü ileri doğru sertçe savurdum. Manken kızların arasına düşmüştü şerefsiz.
"Ne söyledin adama Asef? Rengi attı." Eliza konuşurken arada şaşkın şekilde arkaya bakıyordu.
"Bir şey söylemedim, elbiseyi benim satın aldığımı söyledim."
"Neden?"
"Çünkü birazdan üzerinde parçalayacağım."
Eliza şok içinde yüzüme bakarken odama çıkan özel asansörün kapısını açtım. Beraber içeri girdiğimizde kapıyı kapatıp Eliza'yı geriye itip ellerimle kafese aldım. Çimen yeşili gözleri titreyerek bakıyordu. Eğer ifadesini yanlış yorumlamadıysam şu anki durum onu heyecanlandırıyordu. Yüzünde korku yoktu, cesur kızım...
"Bakma şöyle, öfkemi diri tutmam lazım." dedim yumuşamamaya çalışarak.
"Dinle iki dakika Asef," Kaşlarını çatarak konuşurken ben onun kalp şeklindeki dudaklarına bakıyordum. "Sonda bu elbiseyi giyecek manken rahatsız oldu. Ben de içecek bir şeyler hazırlayıp götürdüm. Bay Gerardo çok kötüydü ve milyonlar yatırdığı bu işte sana mahcup olmaktan korkuyordu. Aslında kabul etmek istemedim ama elbiseyi görünce aşırı etkilendim. Bir de adam resmen yalvardı, dayanamadım." Eliza'nın hızlı açıklamalarını dinlerken asansör durmuştu. Kapı açılınca elini yeniden tutup kendimle beraber yürütmeye başladım. "Asef beni duydun mu?"
"Duydum."
"Bu kadar mı? Başka bir şey demeyecek misin?" O bunu sorarken ben yürüdükçe baştan sona açılan bacağına bakıyordum. Daha da sinirlendim. Daha sonra aklıma o sırt dekoltesi geldi. Daha da sinirlendim.
"Bu kadar yardımsever olmak iyi değil biliyor musun Eliza? İnsanın başına ne gelirse iyilikten gelir..." Odaya girip kapıyı arkamızdan kapattım. "Hem de hiç iyi değil. Böyle bir şey de asla iyi değil." Eliza yatak odasına doğru geri geri giderken ben de üzerine doğru gidiyordum. "Böyle bir kıyafet giyip o podyumda yürümen hiç iyi bir şey değil. Başkalarının sana bakıp etkilenmesi hiç hiç hiç iyi değil. Bir gün başım çok fena belada kalacak yemin olsun..."
"Abartma istersen." dedi gözlerini devirip. Bir kaşım yukarı kalkarken dudaklarım kıvrıldı. Eliza yüzümdeki ifadeden korkmuş olacak ki arkasını dönüp aynalı dolabın önüne hızla gitti. Ama ben daha büyük adımlara sahip olduğum için göbeğinin üzerinden elimi geçirip kendime çektim. O sırada da üzerindeki ceketimi yere atmıştım. Hatta dudağından minik bir şaşkınlık sesi yükselmişti.
Boy aynasının önünde duruyorduk. Onun çıplak sırtı benim göğsüme yaslı yüzlerimiz aynaya dönüktü.
"Abartma mı?" Boşta olan sol elimi alıp pürüzsüz beyaz sırtına dokundum. Bedeni anında titremişti. Tepkisi hoşuma gitti. Yukarıdan aşağıya doğru elimin tersini sürerken kalça çizgisine kadar geldim. Onun kadar benim de bedenim titriyordu. "Öyle çok abartılacak bir kadınsın ki ben mi abartıyorum?" Elimi aşağı indirip, ipek kumaşın üzerinden kaydığı, dolgun ve biçimli kalçaya dokundum. Nefes alışı hızlanmıştı. "Söyle, ben mi abartıyorum?!"
Aynaya bakıp yüz ifadesini dikkatle anlamaya çalışıyordum. Çünkü her ne kadar ona dokunuşlarımdan rahatsız olmasa da bir sınırı olabilirdi. Allah kahretsin ki ben onun sorununu tam olarak bilmiyordum. Başına herhangi hatırlamadığı bir taciz olayı gelmiş olabilirdi ve ben onu dokunuşlarım ile rahatsız edebilirdim. Ama yüzünde rahatsız olduğuna dair herhangi bir iz yoktu. Yarı kısılmış gözlerinde heyecan vardı. Beni de içine çekiyordu.
Elim kalçasını biraz daha sert kavradı. Göbeğinin üzerinde duran elim yukarı doğru çıkmaya başlamıştı. Nefes alış verişi biraz daha hızlandı.
"Bugün sana bakan herkesin benim gördüğüm şeyi görme ihtimali beni öldürüyor. Mahvoluşumu izlemek hoşuna mı gidiyor? Siktir!" Sütyen giymemişti. Göğsünün ucundaki küçük şişkinliğe dokunduğum an ikimiz de kasıldık. Eliza geriye kayıp aniden kalçalarını bana bastırınca boğazımdan hırıltılı bir nefes sesi çıktı. Ve geri çekilmedim. Kalçasındaki elim açıkta olan bacağına doğru yol aldı.
"Asef..." Eliza devam etmedi çünkü elim çoktan yırtmacın köşesinden iç bacağını sarmıştı ve yakıcı bir volkana doğru yol alıyordu. Yanıyordum...
Bakışlarımı aynaya çevirince başını köprücük kemiğime yaslamış ve gözlerini kapatmış sevgilimin kırmızı yanaklarını gördüm. Bir elimin parmakları göğüs ucu ile oynarken diğer elim çoktan onun dudağını ısırmasına neden olacak bir yere ulaşmıştı. Derin bir nefes aldı. Hoşuna gidiyordu...
Parmağım iç çamaşırı üzerinden onu okşarken alev almış denizlerin suları parmağıma akıyor gibiydi.
"Benim küçük kızım benim için ıslanmış..." Dudaklarımdan dökülen şey ile Eliza gözlerini açıp bana baktı. Daha doğrusu aynaya yansıyan görüntüme... İkimizin büyüleyici görüntüsüne baktı. Yanakları kızarırken bana böyle çekici gelmesi normal miydi? Nasıl böyle baygın bakışlarla seksi olabilirdi?
"Asef, konuşmak için gelmedik mi? Ne yapıyorsun?" Sesindeki tutku kalbimin atışını hızlandırıyordu. Konuşmak için zorlanıyordu.
"Hayır, sana ceza vermek için buraya geldik." Aniden iki elimi çekip geriye gittim. O an bunun esas benim için ceza olduğunu düşündüm. Böyle bir arzunun aniden yarım bırakılması çok zordu. Allah benim belamı versin! Kendi topuğuma sıktım!..
Eliza yüz ifadesini toplayıp çatık kaşları ile baktı. "Vicdansız mısın Asef?" Onu böyle aniden bırakmam rahatsız etmişti. Buna daha sonra sevineceğim...
"Esas vicdansız olan sensin, kalpten gitmek üzereydim. Hala bana dediğine bak!" Üste çıkmak için sesimi yükselttim.
"İyi ki bir elbise giyip podyuma çıktım! Sanki kendisi yıllarca yapmamış? Az önce bile podyuma çıktığında herkes nasıl alkışladı! Her şeye sen sinirlen zaten, ben söylesem boşa gider." Sinirle içindekileri söylerken yanımdan uzaklaşmaya başlamıştı. Onun bu tatlı haline dayanamayıp kendime çektim. Sıcak dudaklarına kapanırken gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
İçimde biriken arzuyu biraz olsun dudaklarında dindirmek için sertçe öpüp geri çekildim. Yanakları daha da kızarırken bu manzaraya ölebileceğimi biliyordum.
"Hemen bu elbiseyi çıkar yoksa kendimi tutamayacağım Eliza. Ve sana söz bir gün bu elbiseyi üzerinde parçalayacağım." Kalçasına acıtmayacak bir şaplak attım. Gülmemek için kendini tutarken ben alt dudağımı ısırıp arkamı döndüm.
Onu yatak odasında tek bırakıp otel odamın çalışma alanına doğru ilerledim. Kendime gelmem için hızlı şekilde onun yanından uzaklaşmam şarttı yoksa bir yerim bana ciddi sıkıntı vermeye başlamıştı. Nefes alışverişimi düzene sokmam lazım yoksa kafamı buz dolu suya sokmama az kaldı.
Çalışma odasına girip çalışan birinin, Eliza'nın elbiselerini odaya getirmesi için emir verdim. Ardından içki dolabının önüne ilerleyip kendime en sert içkiyi koydum. Kadehi dudağıma götürürken içeri giren iki bedenle gözlerimi devirdim.
"Asef'im, o nasıl bir endamdı?! Resmen seni izlerken kendimden geçtim. Sana boşa demiyorum Cihan, Asef'in insanı delirten bir havası var." Deniz ve Cihan içeri girip karşımdaki koltuğa oturdular.
"İnanın bana sizin deliliğiniz Asef Bey ile alakalı değil. Doğuştan..." Cihan eline tableti alıp Deniz'e bakmadan konuşmuştu.
"Bu adam çok kırıcı ama çok haklı Asef." Deniz kendine içki alırken ben de onların karşısındaki iki kişilik koltuğa oturdum. Bu sırada çalışan kadın kapıyı çalıp izin istedi. Başımla onay verip arka odayı gösterdim. Elinde Eliza'nın kıyafeti vardı.
Başımı sallayıp aklıma gelen görüntü ile derince yutkundum. Hala kendime gelememiştim.
"Niye cevap vermiyorsun Asef? Biz insan değil miyiz?" Deniz elinde kadehle yanıma oturmak isteyince kolumu koydum.
"Karşıya geç."
"Ne?! Bana bu muameleyi nasıl yaparsın Asef?!" Deniz abartılı şekilde bağırıp Cihan'ın yanına oturdu. "Sanki yanın tapulu!"
"Evet, tapulu." dedim rahat şekilde. Bu sırada az önce gelen kadın çıkmıştı.
"Biliyoruz biz o tapu sahibini." Deniz gergin şekilde kadehi dudağına götürdü.
"Asef Bey'den bir mal gibi bahsetmeyin Deniz Bey. Tapu falan ayıp oluyor." Cihan başını tabletten kaldırmadan konuşurken ifadesiz şekilde bakıyordu. Ama bir şeyleri halletmeye çalışıyordu.
"Mal zaten, aşık olmuş her adam maldır. Ben de kendimi mal gibi hissediyorum." dedi Deniz. "Bu arada Asef, Eliza nasıl olmuştu öyle? Var ya millet kafayı yedi."
"Höst lan! Doğru konuş, seni de o milleti de sikerim." dedim sertçe. "Zaten hala sinirim geçmedi."
"Yok öyle sinirlenmek! Erkek adam dediğin karı milletine söz geçirecek. Madem Eliza seni dinlemeyip öyle podyuma çıktı, ben senin erkekliğini sorgularım Asef. Ah!" Ben daha ayağa kalkıp Deniz'in kafasını kıracaktım ama Eliza benden önce kafasına güzel şekilde vurmuştu.
"Nehir'in karşısında da böyle konuş Deniz!" Eliza üzerine sade kıyafetlerini giyip makyajdan arınmıştı. Şimdi benim Eliza'm olmuştu. Sinirli şekilde yanıma otururken bana hiç bakmamıştı.
"Şaka yaptım Eliza, sen her şeyi yapmakta özgürsün. Tüm kadınlar özgür, tüm kadınlar çiçektir." dedi Deniz sırıtarak.
"Çiçek sizin babanızdır Deniz Bey." Cihan hala elindeki tablete bakıyordu. İfadesiz şekilde söylediği cümle Eliza'nın gülmesine neden oldu. O gülünce ben de gülüyordum. Şu an Deniz ve Cihan'ı unutmuştum. Sadece ona bakıyordum. Ama Eliza aniden belime elini uzatıp sert şekilde etimi çevirince canım yandı.
"Lan yavrum! Ne yapıyorsun?" Eliza telefonu kaldırıp ekranı yüzüme tuttu. Bu sırada Deniz kahkaha atıyordu. Eliza ona attığım mesajı gösterirken gergin şekilde yutkundum. "Şakaydı bebeğim, asla kimseye bakmadım. Yemin ederim." Ben ne söylesem Eliza'nın bakışları düzelmiyordu.
"En güzeli hangisiydi?" diye sordu Eliza dişlerinin arasından. Gözlerinde yanan öfke ateşi pek de küçümsenecek bir şey değildi.
"Sen sadece sen..." dedim hızlı şekilde. "En güzeli, en seksisi, en büyüleyicisi, en muhteşemi..."
"En demek karşılaştırma demek Asef! Demek ki diğerlerine baktın!" Eliza şokla bana bakarken benim de ağzım açılmıştı. Deniz daha fazla gülerken Cihan da dudaklarını ısırıyordu.
"Eliza ne alakası var? Kast ettiğim dünyadaki bütün kadınların içinde diyorum. Hepsini nasıl görme şansım var?" Lan ben ne kadar odun bir adamım!..
"Ha şansın olsa bakacaksın? Öyle daha kolay kıyaslarsın? Belki daha iyisi vardır, Afrika'da ya da Japonya'da. Dur belki Kolombiya'da vardır. Ama kesin Gana'da bulursun." Eliza konuşurken tam anlamıyla şokla ona bakıyordum.
"Gana neredeydi ya?" Deniz gülmesini bastırmaya çalışırken Cihan'a yaklaşıp sordu. Ama benim kafam öyle karışmıştı ki idrak edemiyordum. Kafamı sallayıp Eliza'ya yaklaştım.
"Hiçbir kadına bakmak ya da hiçbir kadını görmek istemiyorum. Yemin ederim Eliza." Sesim resmen yalvarma kıvamına gelmişti ama Eliza aniden gülmeye başlayınca kaşlarımı çattım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Evet, dalga geçiyorum. Yüz ifaden çok tatlı." Esas sen tatlısın...
Resmen derin bir nefes alıp rahatladım. "Çok sağ ol sevgilim, çok şakacısın. İki dakikada aklım birbirine girdi."
"Sen benim aklımı birbirine dolayınca sorun yok ama..." Eliza kaşlarını çatıp vahşi kedi modunda bakınca az önce yaşadığımız sıcak dakikaları kast ediyordu. Alt dudağımı ısırıp kulağına doğru yaklaştım.
"Onlar senin aklını dolamak için değil yaşayacağımız birçok şeyin küçük bir fragmanını göstermekti sadece." Geri çekildiğimde yanaklarının kızardığını gördüm.
"Ben gidiyorum, Nehir ile biraz boğaz havası alıp eve gideceğiz." Eliza ayağa kalkınca ben de kalkmıştım. Deniz, Nehir'in adını duyunca beklenti ile Eliza'ya baktı. "Merak etme Deniz, Nehir ile konuşacağım. Zaten sana verdiği tepkiden dolayı pişman ve üzgün. Yakında konuşup her şeyi çözersiniz."
"Teşekkür ederim Eliza." Deniz'in sözüne başını sallayan Eliza kapıya doğru yürüdü.
"Sizi ben götürürüm." dedim. Hemen arkasından gitmiştim. Aniden huzursuz bir his dolmuştu içime.
"Hayır sevgilim, gerek yok. Senin işin vardır. İstersen bir adamın götürsün ama uzakta beklesin. Nehir ile özel konuşup biraz rahatlamaya ihtiyacımız var." Bana bakarken gözlerindeki sevgiyi görmek kalbime çok iyi geliyordu. O hep bana böyle baksın...
"Az önce seni rahatlatmadığım için mi?" Sessiz şekilde sorduğum soruyla yeniden yanakları kızardı. Tam ısırmalıktı.
"Pislik! Bunun intikamını alacağım. Sen bekle." Meydan okuyan gözlerine bakıp alt dudağımı ısırdım.
"En kötü şekilde al." dedim. Uzanıp yanağına sıkı bir öpücük kondurmuştum. "Tamam o zaman, adamım sizi götürürsün. Bana haber ver ama."
"Tamam." dedikten sonra odadan çıkmıştı. Arkamı dönünce Deniz ve Cihan'ın bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. "Ayıp lan ayıp! Ne hayvan gibi bakıyorsunuz? Cihan adamlara haber ver, Eliza'yı istediği yere götürsünler. Çok dikkatli olsunlar." Yanlarına gidip oturdum.
"Haber verdim." dedi Cihan. Başımı salladım.
"Ne yapalım, bizim sevgilimiz yok anca öküzün trene baktığı gibi bakarız." Deniz sıkıntıyla oflarken ona bakmadım.
"Efendim, Carter Oliver'in burada kaldığı yeri buldum. Gidip etrafa bakacağım, herhangi bir ipucu ya da başka bir şey bulmak için." Cihan ayağa kalkınca ben de kalktım.
"Ben de geliyorum, birlikte bakalım. Hatta adam oradaysa paket edelim. Çünkü son günlerde benim canım çok sıkılıyor." Cihan başını sallayınca onunla çıkışa yürümeye başladık.
"Dikkatli olun!" Deniz arkamızdan bağırmıştı ama ona cevap vermeden belimdeki silahı kontrol ettim.
**
Adamlarım dışarıda beklerken beş dakikadır Cihan'ın kapıyı açmasını bekliyordum.
"Cihan istersen çilingir çağıralım, böyle olmayacak." diye alayla konuştum.
"Az kaldı Efendim, adam çift kilit sistemi kurmuş. Demek ki içeride gizli şeyler saklıyor."
Depo gibi bir yerdeydik ama dış sokak ile bağlantısını gizlemek içindi. Ara yerlere girince farklı bir yere açılan bölme konulmuştu. Profesyonel şekilde yapılmış bu sistem gerçekten de bazı şeylerin saklandığını gösteriyordu. O adam her kimse Türkiye'de bulunma sebebi pek de masum değildi. Bu sırada artık canım fazla sıkılınca elime telefonu alıp sevgilimi aradım. İki çalmadan sonra telefonu açmıştı.
"Alo," dedi dünyanın en güzel melodisi ile.
"Nasılsın? Ne yapıyorsun sevgilim?"
"Hiç, şimdi Nehir ile gezerken konuşuyorduk canım kağıt helva çekince o da benim için almaya gitti."
"Sen kağıt helva mı seviyorsun?"
"Çok severim özellikle içinde dondurma varsa bayılırım."
Tebessüm etmiştim o sırada da Cihan minik bir tıkırtı ile kapıyı açmıştı. O benden önce girerken ben de arkasından girdim.
"Şekerli şeyleri çok seviyorsun." dedim.
"Evet çok seviyorum, onları yediğimde çok mutlu oluyorum."
"Bir de şef olacaksın, sağlıksız şeyleri niye o kadar çok seviyorsun?"
"Hayat kısa zaten yesem ne olur yemesem ne olur?
Söylediği şeyle kaşlarımı çattım sonra ona cevap verecekken önümdeki manzara ile durdum. Ben şokla bakarken Eliza konuşmaya devam ediyordu.
"Bence insan nasıl mutluysa onu yapmalı. Mesela şurada düğün çekimi yapan bir çift var. Aşırı komik pozlar veriyorlar ama öyle mutlular."
Cihan'ın telefon ışığı ile aydınlattığı duvarın önüne geldim. Dişlerimi sıkarken ellerim titreyemeye başlamıştı.
"İleride de balık tutan bir amca var. O da onu yaparak mutlu oluyor. Parkta banka oturmuş örgü ören teyzeler var. Öyle mutlular."
Duvarda Eliza'ya ait yüzlerce resim vardı. Restoranda çalışırken, otelde stajda, benimle yanyana, üniversitenin içinde, gece kulübünde, Pusat'ın yanında, Tolga ve Nehir ile birlikte... Bir sürü...
"Şurada da bir turist var sanırım. Resim çekiyor ve mutlu şekilde tebessüm ediyor. Bana mı gülüyor?"
"Eliza!" Boğazım acımıştı bağırırken. "Hemen adamlarımın yanına ilerle! Cihan adamlara haber sal!"
"Asef, ne oluyor?"
Onun da benim sesimden dolayı korktuğunu anlamıştım. "Yavrum sadece dediğimi yap ve telefonu kapatma!"
"Af edersiniz," Yabancı dilde konuşan bir adamın sesini duyunca nefes almayı bıraktım.
"Eliza! Cevap verme uzaklaş!" Ondan uzakta çaresiz şekilde bağırıyordum. "Eliza!" Cevap yoktu. Minik bir boğazdan gelen çığlık duymuştum.
"Eliza! Sevgilim cevap ver!"
Telefon kapanmıştı... Nefes almayı bıraktım... Kalbim patlıyordu...
**
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.46k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |