
"Sevgilimin aşkına tutulduğum ilk zamanlar feryatlarım komşularımı uyutmuyordu. Şimdi feryatlarım azaldı, aşkım arttı. Zira ateş alevlendiği zaman dumanı kalmaz."
"Mevlana"
***
*Eliza Soykan*
Başımı bana huzur ve güven veren omzuna yasladığım adam yumuşak dokunuşlar ile saçlarımı okşuyordu. Kokusu burnuma doldukça ruhumun boşlukları tamamlanıyordu...
Ben Eliza Soykan, hayatımın hiç ummadığım bir anında karşıma çıkan adamla tepetaklak olup yine de bundan memnun yaşıyordum. Onu gördüğüm yılbaşı gecesinden sonra görmediğim günler nadir olmuştu. Aslında hep hayatımda varmış ama benim için görünmezmiş gibi... Ve sonra var oldu, hep yanımda ve aklımda... Asef Arjen kimsesiz hayatımda her şey oldu...
On beş yaşımda kaybettiğim annem ve babamın boşluğunu bu hayatta kimse dolduramadı. Zorunlulukla teyzemin ve kuzenlerimin yanında yaşarken sadece bir yükmüşüm gibi hissettirilip sevgisiz bırakılmıştım. Belki de onları suçlamak doğru değildi. Teyzem kendi zor hayatı içinde kıt kanaat yaşarken bana bakmak ona zor gelmiş olabilirdi. Üzerinde hissettiği baskı ile baş edememiş olabilirdi. Ya da herhangi her şey olabilirdi... Bilmiyorum... Belki de ben insanlara karşı kin ya da kötü duygular besleyemiyordum. Sadece büyük boşluklarım içinde yaşamaya çalışıyordum. Teyzemin yanında kaldığım dört yıl bende değişimlere neden olurken karekterimi bu yönde etkilemişti. Bazen güvensiz, bazen korkaktım ama ben her zaman sevdiğim insanlara yardım etme güdüsüne sahiptim.
Asef ile başlayan hayatımın merkezinde de Tolga'nın yardımına koşma isteğim vardı. Ama ilk defa bu yardım benim ruhumun boşluklarının kapanması için başlangıç olmuştu. En garip olan şey ruhuma yara açan adam bu yaraları samimi sevgisi ile kapatmıştı. Onun hayatına dahil olduğum andan itibaren karanlığı beni sarmıştı ama yine onun kollarında aydınlığı buluyordum. Tehlikeli bir aşkın içinde olduğumu düşünüp kendime kaçmak için fırsat versem de gönüllü olarak bu fırsatı tepmek istemiştim.
Başımı kaldırıp bana şefkatle bakan koyu gözlere baktım. Bu gözleri ilk gördüğüm andan itibaren sonsuzluğun içine düşmüştüm.
"Daha iyi misin?" diye sordu. Bu sırada da parmaklarının tersi yanağımı yumuşak şekilde okşuyordu.
"Daha iyiyim." dedim. Her zaman olduğu gibi uçak kalkarken biraz tedirgin olmuştum. Asef'in elinin üzerine tırnağımı batırınca fark etmişti o da. Kokusu iyi geldiği için gözlerimi yumup başımı omzuna koymuştum.
"Yaklaşık üç saat sonra İtalya'da olacağız güzelim. Alya'nın yanına uzanmak ister misin?" Her zaman olduğu gibi bana bakıp konuştuğunda bakışlarında başka bir şey vardı. İçine sığmayan ve dışına taşan bir sevgi. Belki de beni tüm korkularımdan arındıran şey onun gözlerinde gördüğüm aşktı. "O da pek uçak yolculuğu sevmiyor, hatta benim odamda da yatabilirsin." Özel uçak olunca tabii, özel odalar da vardı...
"Hayır, böyle iyiyim." Başımı salladım. "Zaten uzun süre uyudum gün içinde. Uykum yok, sen bana neler yapacağımızı anlatsana." Elini tutup yüzümü biraz yaklaştırdım. Her hareketimi dikkatle izlediğinin farkındaydım. Sabaha karşı yanımdan kalktığını hissetmiştim ama bunu ona belli etmedim. Çünkü yeterince benimle alakalı endişe yaşıyordu ve en ufak hareketime korkuyla bakıp yüzünden pişmanlık akıyordu. Onu biraz rahatlatmam gerek diye düşündüm. Acı çektiğini görmek istemiyordum. Bunu dün beni bulduğunda, kollarında anlamıştım. Bakışlarında daha önce görmediğim bir acı vardı ve benim canım da en az onun kadar acımıştı.
"Önce Milano'ya gideceğiz. Alya'nın özel bir doktoru var orada. Gerekli tahlil ve incelemeler yapılacak. Bir gün içinde tamamlanır hepsi, ardından evimin olduğu Toscana'ya geçeceğiz." Yanağımı okşarken diğer eli elimi sıkıca tutuyordu. "Sakin ve çok huzurlu bir kasaba. Hepimizin biraz huzura ve dinlenmeye ihtiyacı var. Seninle baş başa olup her şeyi unutmak istiyorum sevgilim... Birkaç gün dinlenip daha sonra istediğin yeri gezeriz." Asef'in elimde hissettiğim teni huzur veriyordu. Uzanıp dudağımın kenarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "Ya da her şeyi siktir edip uçağın yönünü şu an değiştirip seninle dünya üzerinde kayıp olabilirim.''
"Güzel fikirmiş ama diğer plan da çok hoşuma gitti. Huzurlu zamanlara ihtiyacımız olduğu doğru. Ayrıca öncelik Alya, ilk olarak onun rahatına bakmalıyız." Sakallı çenesini okşayıp dudağının kenarına parmağım ile dokundum. Bugün neden bu kadar yakışıklısın sen?..
"Haklısın bebeğim, bu arada ben Alya'ya bakıp geleyim. Uçak kalkarken aşırı huzursuzdu." Asef'e başımı sallayıp önüme döndüm. Aniden karşı koltukta oturan ve ifadesiz şekilde bakan Cihan'ı görünce hafif irkilmiştim. Bu adam hiçbir şey yapmadan beni ürkütmeyi başarıyordu. "Cihan senin suratına gülen maske yaptıracağım." dedi Asef yapmacık şekilde gülümserken. Yüzümün aldığı şekli görmüş olmalıydı.
"Neden efendim?" Cihan bunu aşırı ciddi şekilde sormuştu. Alçıdaki kolu sabit şekilde önünde duruyordu. Nasıl olduğunu sormaya çekiniyordum.
"Nedeni çok gizli Cihan, bunu sana özel bir zamanda anlatırım." Asef gözlerini devirip arka tarafa doğru ilerledi.
"Ne anlatmak istedi?" Cihan bu defa bana sormuştu. Kafasının karıştığı belliydi.
Ona gülerek bakıp bilmem dercesine dudağımı büzdüm. Bu esnada da hostes elinde ikramlar ile gelmeye başlamıştı. "Sadece tebessüm edebilirsin, her zaman ciddi ve ifadesiz durmak zor olabilir." dedim. Hostes önüme masa çekmişti.
"Aslında şu an size tebessüm ediyorum Eliza Hanım." Cihan'ın söylediği şey üzerine ona bakıp büyük bir kahkaha attım. Saatlerdir bu kadar eğlendiğim bir an olmamıştı.
"Cihan gerçekten de aşırı tatlısın." dedim gülmemi bastırmaya çalışırken. O an hostesin önüme koyduğu şeyle duraksadım. Bu koku...
"Uzun zamandır ilk defa birisi bana tatlı diyor. İlginç..." Cihan bir şeyler söylüyordu ama benim nefesim daralmaya başlamıştı.
Önümdeki bardaktan vanilya kokusu geliyordu... Çok fazla hem de... Karanlık olmaya başladı her yer... O adamın sesi... Bana dokunan adamlar... Vanilya... Benim için hayatımın merkezinde olan ve çok sevdiğim vanilyanın böyle hissettirmesi hiç mantıklı değildi. Ama mantık yoktu, bolca karanlık vardı. Bedenim o anları yeniden yaşıyor gibiydi. Ellerim tutunacak bir yer arıyordu, Asef'in ellerini aradım...
"Eliza Hanım iyi misiniz?'' Cihan'ın endişeli sesini çok yakınımda duyuyordum. "Ne oldu?" Birisine bir şey sormuştu. Ama benim midem bulanıyor gözlerim kararıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım. Sendeleyip olduğum yerde durmakta zorlandım.
"Lavabo..." Kısık sesle ağzımdan zorlukla tek kelime çıkmıştı. Adım atmaya başladım ama her yer karanlıktı. Hostes ya da başka birisi koluma girmişti. Aniden mideme yediğim bir yumrukla ağzıma gelen şeyi yutmaya çalıştım ama çok zordu. Boğulacak gibiydim. Nihayet asırlar gibi gelen bir zamanın sonunda klozetin olduğu yere ulaşıp öğürmemi bastırmadan öne doğru eğildim.
Ardımda yaşanan bir hareketlilik vardı ama ben hiçbirinin farkında değildim. Sadece vanilya kokusundan kurtulmak istiyordum. Belimde hissettiğim yumuşak dokunuşlar beni rahatlatmaya başlarken onun sesini duydum.
"Sevgilim, yanındayım..." Asef'in endişeli sesi kulağıma dolarken biraz kendime gelir gibi oldum. Artık midemden çıkacak bir şey kalmayınca başımı kaldırıp Asef'in yüzüne baktım. Kaşları çatılmıştı ve büyük bir endişe ile bakıyordu. Saçlarımı geriye doğru tarayıp yüzümü su ile ovalamaya başladı.
Ağlıyordum... Aklıma gelen şeylerle o anı yeniden yaşamıştım ve ağır gelmişti. Şimdiye kadar içimde tuttuğum biriken ne varsa akıyor gibiydi, ben de akmasına izin verip kendimi sevdiğim adamın kollarına bıraktım. Asef beni nazik şekilde kucağına alıp alnıma bir öpücük kondurdu.
"Ne oldu Eliza? Neyden rahatsız oldun sevgilim?" Sesindeki endişe benim içimdeki endişeyi arttırmıştı. Ona söyleyeceğim şeyden sonra ne hissederdi?
Arka odaya doğru ilerlerken Asef'in boynuna biraz daha sığınıp bana huzur veren misk ve kaşmir kokusunu içime çektim. "Sadece aldığım koku yüzünden kötü oldum. Vanilya... Beni kaçırdıklarında çok yoğun bu kokuyu solumak zorunda kalmıştım. Aklıma o anlar doldu." Ben konuşurken Asef'in belimdeki eli sıkılaşmıştı.
"Cihan! Bundan sonra herhangi bir vanilya kokusu, vanilyanın kendisi, bitkisi, adı her ne boku varsa!.. Eliza'ya yaklaşmayacak!" Asef'in keskin sesine şaşkın bir ses karşılık vermişti.
"Emredersiniz efendim, ülkedeki vanilya fabrikalarını kapattıralım mı?"
"İyi fikir, bunu yap." Asef beni yumuşak bir yatağa yatırdığında şaşkın şekilde ona baktım.
"Sen şaka mı yapıyorsun?" Sorduğum soru karşısında yüzü gayet net ve ciddiydi.
"Hayır çok ciddiyim, herhangi bir yerde yanında ben yokken rahatsız olma durumuna dahi tahammül edemem." Su koyduğu bardağı uzatırken yanıma oturdu.
"Abartma Asef, sadece her şey çok yeni ve aniden bastırmaya çalıştığım şeylerin açığa çıkmasına neden oldu. Belki de ben kendimi fazla zorladım." Ben suyu içerken o dikkatle bana bakıyordu. Boş bardağı elimden alıp kenara koydu. Kalkmama izin vermeden yanıma uzanıp beni kucağına doğru çekti.
"Haklısın, sadece sen bu durumdayken elimden bir şey gelmemesinden nefret ediyorum. Canını acıtan ne varsa yok etmek istiyorum." Yumuşak şekilde çenemi tutup ona bakmamı sağladı. "Senin canını acıtan ben olduğumda kendimi daha çok yok etmek istiyorum. Ve kahretsin ki bunu çok yaptım." Koyu gözlerinden akan acı dolu pişmanlığı gördükçe benim yüreğimde bir yer acıyordu.
Haklıydı, ilk olarak içimde acı ve korkuyu sebep olan kişi tam olarak kendisiydi. Bunu söylememe gerek yoktu, bakışları bunun farkında olduğunu ve bundan dolayı acı çektiğini bana haykırıyordu.
"Ne düşünüyorsun güzelim?" Elini yanağıma getirip tenimde yakıcı izler bırakırcasına okşamaya başladı. "Aklından geçen şeyleri bilmemek büyük işkence..."
"Bilmem, en başından beri yaşadığımız şeyleri düşündüm. Senin içimde olan dönüşümün bazen beni hayretler içinde bırakıyor. Ama haklıymışsın..." dedim.
"Ben çoğu şeyde haklıyım, hangisini söylüyorsun?" Ukala yüzü kızamayacağım kadar tatlıydı. Kaşlarımı çatmaya çalışsam da pek başarılı olamamıştım.
"Kendini beğenmiş..." Yanağını sıkıp karşılığında güzel bir gülüş almıştım. "Seni tanıdığımda hakkındaki düşüncelerimin değişmesi konusunda... Bunda haklıymışsın, hayatının içine dahil oldukça olduğun kişinin pek de tesadüf olmadığını fark ettim. Hayatının tercih değil, zorunluluktan doğan parçalar barındırdığını anladım." Sözlerimi ciddi bir dikkatle dinliyordu.
"O parçalar çok büyük Eliza, bazen tüm hayatımı kapsıyor. Ve yakın zamanda yaşadığımız şey benim o parçadan nefret etmemi sağladı. Paramparça etmek istedim... Çünkü hayatımı kaplayan parçalar seninle şekil bulmaya başladı." Eğilip yanağıma uzun bir öpücük kondurdu. "Ben şimdi sadece senin şekil verdiğin bir hayatı istiyorum. Sadece seni istiyorum..." Asef'in asla belli etmediği şeylerden birisi duygularıydı. Ama şu an ondan çaresizlik içeren bir karmaşa hissediyordum.
"Yanındayım..." dedim kısık sesle. Bu sırada belimi saran kollar biraz daha sıkılaşmıştı. Asef neredeyse üzerime çıkmış, başını boynuma gömmüş derin nefesler alıyordu.
"Yanımdasın..." derken dudakları boynuma yakıp kavuran bir ateş bırakıyordu. "Sonsuza kadar yanımda kalacak mısın?" Sesinde acı vardı. Sanki aldığı cevap onu hayata döndürecek gibi...
Sorduğu sorunun cevabını kalbim benden önce vermişti. Ben önceki hayatımı bilmesem de bundan sonraki hayatımda onsuz olamam gibiydi... Asef'siz olmak yüreğimin kabul etmediği bir şeydi.
Ama sonsuzluk... Bunun cevabı dile gelince karşısındaki büyüklüğün ifadesine yeter miydi?
Aşkımız sonsuza kadar birlikte olmamıza yeter miydi?..
"Sonsuza kadar birlikte olmak için elimizden geleni yapalım." dedim kısık sesle. Nitekim Asef'in yaramaz dili gittikçe içimdeki harareti arttırıyordu.
Son zamanlarda daha önce yaşamadığım duyguları yoğun olarak onun sayesinde yaşamaya başlamıştım. Yirmi üç yaşında bir kadın olarak hayatımda hiç cinsel anlamda duygu hissim böyle tavan yapmamıştı. Asef'in bakışları ve dokunuşları beni öyle çok etkiliyordu ki her defasında daha fazlasını isterken buluyordum kendimi. Ama o ileri gitmeden beni bir ateşin ortasında bırakıyordu genelde. Sanki kendini tutuyor gibiydi, neyden dolayı çekindiğini tam olarak anlamasam da onu durduran bir nokta oluyordu. Birkaç yakınlaşmamız onun geri çekilmesi ile son bulmuştu. Gerçi defilede bana kızması biraz buna sebep olmuş, dün de hala hassas bir duygu içinde olduğum için geri çekilmişti.
Peki bu tatilimizde farklı şeyler olur muydu?
"Çok güzelsin...'' Asef'in dudakları boynumdan çeneme doğru yol alırken kollarımı onun geniş sırtına koymuştum. Onun bir bacağı bacaklarımın arasındaydı. Bana asla ağırlığını vermiyordu. "Ve ben sonsuza kadar bu güzelliğin gözlerinde yaşamak istiyorum..." Dudakları sözlerinin sonunda dudaklarıma kapanıp sıcaklığı ile anında kavurmaya başladı. Başım dönüyordu, onun bu kadar güzel öpüşmesi başımı döndürürken şeytanın içime attığı şüphe ile başımı hızla geriye çektim. Asef şaşkın ve sinirli bir yüzle bana baktı.
"Yavrum, ne oldu? Rahatsız mı oldun?" Sesinden endişe akıyordu. Endişelenmesi gereken bir durum vardı. Birazdan canına okuyacaktım.
"Asef,"
"Söyle bebeğim,"
"Sen neden bu kadar güzel öpüşüyorsun? Hani asla bir kadına dokunmamıştın? Bu tecrübeli hareketler nereden geliyor?" Evet, dünyanın en garip ithamını yapıyorsun Eliza! Ama haklıyım...
Asef birkaç saniye boş boş yüzüme bakıp sesli bir kahkaha attı. Ardından karanlık ve ürkütücü bakışları ile yüzüme eğilip çenemi hafif şekilde tuttu. Galiba şimdi pek de iyi bir şey gelmiyordu!
"Önce sen cevap ver, benim iyi öpüştüğüme neye göre karar verdin? Biriyle kıyaslayarak mı?" İki eli başımın yanında beni kafesin içine alıp üzerime biraz daha çıktı. Ben kaşındım!
"Saçmalama! Ne alakası var? Sadece bu kadar harika hissettirmesi biraz garip geldi, yani acemi değil de kendinden emin profesyonel hareket ediyorsun gibi geldi..." Kesinlikle saçmalıyordum ama Asef gülerek bana bakıyordu. Galiba kırmızı renk olmuştu yüzüm. Çenemi tutan parmakları dudaklarıma doğru ilerleyip alt dudağımı hafif aşağı kıvırdı. Aç bir insanın iştahlı bir yemeğe baktığı gibi bakıyordu bana.
"İçimden geldiği gibi dokunuyorum sana ama her şeyde mükemmel olduğum için bunda da öyleyim. Yani elimde değil bebeğim..." Diliyle az önce aşağı kıvırdığı alt dudağımı yalayıp geri çekildi. Jöle gibi eriyordum altında.
"Ukala ve narsist bir kişi olduğunu biliyorsun değil mi?" diye kısık sesle sordum.
"Biliyorum..." derken tekrar dudaklarıma doğru bir hamle yapmıştı ama kapının çalması ile sinirli şekilde gözlerini kapatarak durdu. "Sikeyim!"
"Efendim, yemek hazırlandı. Alya Hanım sizi bekliyor." Cihan itinayla Asef'in sabrını sınamaya devam ediyordu. Yüzündeki ifade komikti.
"Aç mısın güzelim?"
Kustuğum için midemde pek bir şey kalmamıştı. Zaten öncesinde de pek fazla yemek yemediğim için midemdeki gurultuya kayıtsız kalamadım. Usulca başımı salladım. Güzel gülüşünü gösterip acıtmayacak şekilde çenemi ısırıp geri çekildi.
"Gel bakalım, çimen gözlümün karnını doyuralım. Ama ben yine aç kalayım." Elini tutup yataktan kalkarken yaptığı imanın altındaki şeyi anlayıp utangaç şekilde gülümsedim.
Belki ben de şu an onu yemeğe tercih edebilirdim ama uçakta olduğumuz gerçeği aklımdan çıkmıyordu...
***
Asef elimi tutup diğerlerinin yanına gelirken kötü bakışlarını Cihan'ın üzerine gönderiyordu. Karşımızda oturan Alya dalgın şekilde uçağın penceresinden gökyüzünü izliyordu. Ben onun yanına geçerken Asef ve Cihan karşılıklı oturmuştu.
"İyi misin?" diye sordu Alya. Olanları duymuş olmalıydı.
"İyiyim canım, biraz midem bulandı o kadar." dedim. Samimi şekilde elimi tutup üzerini okşadı. Ben de ona gülümseyerek karşılık vermiştim.
"Lan Cihan, filmin en heyecanlı yerinde araya giren itici reklamlar gibisin." Asef'in sesi rahatsız olduğunu açıkça belli ediyordu. Önündeki şaraptan kadehine koyarken bana dönüp göz kırptı.
"Onlar nasıl reklamlar efendim?" Cihan da sağlam olan elini uzatıp bir kadeh aldı. Asef onun için de şarap koydu. Birbirlerine laf sokup kavga bile etseler çok yakın arkadaş oldukları öyle çok belliydi ki...
"Böyle kalp atışın hızlanır, tam istediğin kıvama gelirsin. Ekrana yaklaşır, gittikçe filmin heyecanına akarsın ya... Ha! Tam o sırada zırt diye ekran değişir. Sen tam osun!" Asef'in tatlı yüz ifadesine bakarken dönüp Alya için tabağına bir şeyler koymaya başladım. O da gülümseyerek abisini izliyordu. Ama arada derin ve tatlı şekilde iç çekiyordu. Sebebi çok belliydi, anıları Tolga ile doluydu.
"Reklamsız bir platformdan izleseniz, o zaman sorun ortadan kalkar.'' dedi Cihan gayet ciddi şekilde. Ardından kadehini yudumlamaya başlamıştı.
Asef, dudağının kenarı yukarı kalkmış şekilde bana baktı. "Haklısın bana farklı bir platform lazım. Özel..." Ardından kaşlarını çatarak tekrar Cihan'a döndü. "Ama sen hacim olarak aşırı büyük bir sorun olduğun için her yerden çıkma potansiyeline sahipsin."
"Siz de en az benim kadar irisiniz efendim, bence sorunu tek taraflı aramak doğru değil." Cihan'ın söylediği şey Asef'in büyük bir kahkaha atmasına neden oldu.
Eskiden çok az gülüyordun, bu kadar güzel bir melodiyi benden neden sakladın?...
"Meselenin ikimiz arasındaki ilişki olduğunu mu düşündün?" Asef bir an durup söylediği şeyi düşündü. Saçma bir cümle kurmuştu. "Tövbe estağfurullah, Allah korusun!" Alya'nın kahkahası ile bakışlarımız ona dönmüştü.
"Abi çok komiksiniz, en az Tolga kadar güldürüyorsunuz beni."
"Sağol abiciğim ya, gerçekten müteşekkir oldum düşüncenle. Ne büyük onur." Asef alay ederken Alya hala gülüyordu. Önünde duran yemekten yemeye başladı daha sonra.
"Yanıma gel yavrum, beraber yiyelim." Asef henüz bir şey yememişti. Yanına gidip oturduğumda eli hemen belimi buldu. Önümdeki çeşit çeşit yemeklere bakarken sağlam eliyle kadehi tutan Cihan'a döndüm. Yemek yemekte zorlanıyordu.
"Cihan, koluna ne oldu? Ağrın var mı?" diye sordum.
"İyiyim Eliza Hanım, Asef Bey yaptı." Cihan'ın sözü üzerine şokla Asef'e döndüm. O da şokla Cihan'a bakıyordu.
"Nasıl ben yaptım lan?!" Sesi gayet öfkeliydi. Koluna dokundum çünkü Cihan'ın sağlam kolunu da kırmak ister gibiydi.
"Sizin sert çenenize vurduğum için çatlak kolum kırıldı. Aynı zamanda daha önce çatlayan kolum da sizin yerinize kafese gittiğim için oldu. İki tane adamı nakavt ettim sonuçta." Cihan ifadesiz şekilde konuşurken dışarıdan bakınca dünyanın en garip insanını görüyordum. Ama Asef tam anlamıyla öfke küpüydü.
Ama aklıma takılan başka bir şey vardı. Kafeste iki adam mı? Bu o kadar korkunç bir şey miydi?
Alya'nın bakışlarında abisine bakarken dalgın bir ifade vardı. Bu durumdan rahatsız olup olmadığını anlamadım. Asef bu konuşmaların anormal olduğunun farkında mıydı acaba?.. Her zaman günlük bir konu gibi bunları mı konuşuyorlardı?
"Kim dedi bana yumruk at diye pezevenk?! O ayrı ama kafese sanki çocuk gibi gitmek isteyen ebemdi!" Asef oturduğu yerde kaşlarını çatarken eli belimi sertçe tutmaya devam ediyordu. Diğer eliyle çatala önündeki tabaktan bir brokoli batırıp dudaklarımın önüne getirdi. "Hadi ye yavrum." Sanki şu an en önemli şey benim bu brokoliyi yememmiş gibi davranıyordu. Ona şaşkınca baktım. "Ne!?" dedi.
"Yok bir şey." deyip ağzımı açtım. Sevgiyle gülümseyerek brokoliyi ağzıma attı. "Ben yiyebilirim." derken elinden çatalı aldım.
"Yersin tabi, güzel yersin ama ben de güzel yediririm." Çapkın şekilde göz kırpınca Cihan sert şekilde öksürdü. Sayesinde, kızarırken geriye çekilip derin bir nefes aldım.
"Ben alışkınım ama Alya Hanım sizin bu hallerinizi kaldıramayabilir. Yakın zamanda bir ayrılık acısı yaşadığını düşünürsek böyle yapmayın yani, milletin gözüne sokar gibi..." Cihan başta sakin konuşsa da sona doğru ima dolu bir sese bürünmüştü sesi.
Asef kısa bir kahkaha atarken ardından samimi olmayan bir gülüşe döndü gülüşü. "Ayrılık acısıymış... Siz beni delirtmek için mi uğraşıyorsunuz lan! Ne ayrılık acısı?! Şunun şurasında hepsinden kurtulduk diye sevinmemiz lazım. Kafayı dinleyeceğiz, ne güzel!" Ardından kutlama yapar gibi kadehini kaldırıp dudağına dikti. Ona attığım kınayıcı bakışı görmemiş gibi davranıyordu.
"İyi abi, o zaman Eliza bir hafta benim yanımdan ayrılmasın. Hatta dibimden, gece de benimle kalsın." Alya'nın söylediklerini duyan Asef ağzındaki şarabı Cihan'ın yüzüne püskürtünce ağzım şaşkınlıkla açıldı. Tam anlamıyla adamın yüzüne tükürükle karışık şarap püskürtmüştü.
Cihan sağlam eliyle peçeteye uzanıp yüzünü silmeye başladığında dudakları kımıldıyordu. Sanırım Asef'e küfür ediyordu ama Asef oralı olmayıp Alya'ya baktı.
"Alya'm, abisinin gülü, benim mavi gözlü prensesim... Senin dudaklarından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ya da benim kulaklarımın duyduğunu dudakların gerçekten söylüyor mu?" Asef'in kocaman açılmış gözleri ile söylediği şeyler pek de Alya'nın umurunda değilmiş gibiydi. Asef'in az önce söylediği şeye kinlendiği belliydi.
Alya'nın bu huyunu öğrenmiştim. Birisine çabuk küsüp kin besleme gibi bir huyu vardı. Aslında şımarık bir kız asla değildi ama anladığım kadarıyla hayata karşı öfkesi vardı ve bazen davranışları ile bunu net şekilde belli ediyordu. Dili de biraz sivriydi. Belki de başına gelen bu kadar şeyden sonra herkesten çok o haklıydı.
"Duyuyor, Eliza benimle kalırsın değil mi? Beni yalnız bırakmazsın..." Alya masum şekilde gözlerini kırpıp bakarken Asef'e döndüm. O da gözlerini kırparak ağzımdan çıkacak şeyi bekliyordu. Tam anlamıyla abi kardeş arasında kalmıştım... Ama imdadıma Cihan yetişti.
"Efendim, uçağın inmesine az kaldı, bazı güvenlik önlemleri aldım. Bakar mısınız?" Cihan elindeki tableti uzatırken Asef bana doğru eğildi.
"Cevabının benim kollarım olduğunu biliyorum güzelim, ben cevabımı gözlerinden aldım." dedikten sonra tableti eline aldı. Benim rengim kırmızıya dönerken boğazımı temizledim.
"Hiç öyle bir şey yok, bir yerinden uydurma." diye kısık sesle karşılık verdim. He he der gibi başını sallayıp, yüzünde yarım bir gülüşle cevap vermemişti.
İlginç olan ise, aynen öyleydi... Kolları şu sıralar hep ilk tercihimdi... Kokusu en büyük sığınağımdı..
**
Uçaktan inmeden önce Asef, bizi bekletip havaalanının güvenliğini kontrol eden Cihan'ın gelmesini bekliyordu. Kısa uçuşumuzda bol gülüp bol muhabbet yapmıştık. Hepsi benimle konuşmaya çalışıp özellikle aklımı dağıtmaya çalışıyordu. Aslında iyiydim, genel manada kötü bir durum içinde değildim. Ama yaşadığım şeyin basit olmadığını düşündükleri için özellikle böyle yaptıklarının farkındaydım. Ben de basit olmadığının çok net farkındaydım. Korktuğum da buydu zaten; Asef ile ilgili şeyleri kabul ediyordum.
Asef'in ise bakışları diğerleri gibi değildi. En ufak şeye dikkat edip anında kaşlarını çatıyordu. Haliyle onun bu diken üstündeki hali arada beni geriyordu. Ama bakışlarında gördüğüm şey ona kızmama engel olup aksine içimdeki aşkı katlıyordu.
Evet, aşıktım... Başka bir açıklaması yoktu, gözlerine bakıp hissettiğim şeyin... Tenine değdiğinde yanan bedenimin tek açıklaması buydu... Aşıktım... Ömrümde ilk defa...
Kapıdan görünen Cihan ile Asef ona döndü.
"Güvenli efendim."
Asef başını salladı. "Alya'yı sen al Cihan."
"Tabii efendim." Cihan, Alya'yı kucağına alırken biz arkadaydık.
Alya derin bir nefes aldı. "Keşke Tolga olsaydı, ne güzel kucağına alıyordu. Biraz zorlanıyor ama olsun..."
"Ya sabır." Asef dişlerinin arasından resmen tıslıyordu. "Bak bana geliyorlar abiciğim, tansiyonum yükseliyor." Şimdi Deniz olsa, orta yaş sendromu Asef'im derdi. Ama bana göre sevgilim yirmilerde gösteriyordu ve taş gibiydi. Fazlasıyla etkiliyordu... Ama ruhu için aynı şeyi söyleyemezdim, orası çok yaşlıydı... Yaşadıkları oraya ağır geliyordu...
"Asef sakin ol canım." Duyduğu hitapla gülerek bana baktı.
"Canın mıyım gerçekten?" diye sordu.
"Taa içisin..." dedim gülerek. Saçlarıma bir öpücük kondurup elimi tuttu. Arkalarından biz de indik.
Siyah geniş araca binerken etrafı pek görme şansım olmamıştı. Hem hafif yağan yağmur hem de Asef'in aşırı güvenlik önlemleri nedeniyle hızlı hareket ediyorduk. Araca binince Cihan ve Asef İtalyanca konuşarak öndeki şoföre bir şeyler söylediler. Cihan'ın da farklı dil bilmesi beni şaşırmıştı. Onunla ilgili merakım artıyordu.
Şu an Milano sokaklarında ilerliyorduk. Gün boyu Alya ile ilgili tetkikler yapılacaktı. Artık büyük ameliyatı yaklaşıyordu ve hem Alya hem de Asef bunun için aşırı gergindi. Aynı duygular benim de içimdeydi.
Umarım her şey çok güzel olurdu...
"Sen de bizimle tıkıldın kaldın Eliza, başka bir ülkeye geldin ama gezmiyorsun." Alya elimi tutunca başımı ona çevirdim.
"Şu an benim herhangi bir şikayetim yok ama, gayet mutluyum. Önce seninle ilgili şeyleri halledelim, sonrasına bakarız." dedim gülümseyerek. Aslında şu an İtalya'da olmak aşırı heyecan vericiydi. Geçen sene kazandığım yemek yarışması ile Kore'deki gastronomi festivaline gitmiştim. Tek yurtdışı deneyimim oydu. Onda da pek gezmemiştim, daha çok yemeklerle ilgilenmiştim. Ama şimdi ise yanımda sevgilim ve kardeşi vardı. Durum çok farklıydı, hayal bile edemeyeceğim bir durumdu...
"Merak etme Alya, Eliza'yı gezdireceğim ben. Sen bunu düşünme şimdi, tamam mı abiciğim?" dedi Asef. Hemen karşımızda oturuyordu. Bizi dinlerken bir yandan elindeki tablete bakıp işlerini hallediyordu. Kaşları arada çatılıyordu, dudakları sessizce mırıldanırken, muhtemelen yine birilerine sövüyordu, çok tatlıydı.
Zaten son günlerde gözüme aşırı tatlı geliyordu... Hep böyle değil miydi? Yoksa en başta ondan korktuğum için mi tatlı yanını göremiyordum?..
"Eğer bana biraz daha bakarsan arabadaki herkesin gözünü kapatmasını isteyeceğim yavrum." dedi aniden. Çapkınca göz kırpıp gülümsedi. Yanımda kıkırdayan Alya'ya bakıp kaşlarımı çattım.
"Alnında gözün mü var senin?" dedim sinirle. Gülüp cevap vermemişti. "Hayır, milletin niye gözünü kapattırıyorsan,"
"Bence sen sebebini çok iyi biliyorsun." Asef'in bakışı bakış değildi. Bu adam iyice niyeti bozdu. Hayır bana da bozduruyor, çapkın çapkın bakıp...
Cihan önden öksürünce Asef elindeki tableti bıraktı. "Hastahanede tüm güvenlik önlemleri alındı. Her şey hazır, bizi bekliyorlar." Araba yavaşlayıp lüks bir binanın önünde durdu. Burası Asef'in ortağı olduğu hastahaneydi, dünyada tek güvendiği yerdi.
"Ben Alya ile özel bir yerden gideceğim. Sevgilim sen, Cihan ile benim odamda bekler misin? Sonra yanına geleceğim." Asef uzanıp elimi tuttu.
"Ben de gelsem sizinle, beklerim beraber." dedim.
"Bazı işlemler uzun sürüyor, sen de yorgunsun. Bu sırada biraz dinlen, buradan çıkınca seninle işim var." Başımı olumlu anlamda sallayarak karşılık verdim.
Seninle işim var derken...
Etraftaki koruma ordusu ile yaklaşan bir doktor özel bir tekerlekli sandalye getirmişti. Asef, Alya'yı kucağına alıp dikkatli şekilde onu sandalyeye bıraktı. Uzun boylu sarışın doktor, Alya'nın saçlarını okşayıp onunla İtalyanca konuşmaya başladı. Ama ben ne söylediklerini pek anlamıyordum. Alya da ona gülerek cevap verince biraz şaşırdım. Alya'nın İngilizceden farklı bir dil bildiğini bilmiyordum ama çok tatlı konuşuyordu. Daha sonra sarışın doktor Asef'e dönüp elini uzattı. Samimi şekilde tokalaşıp, birkaç dakika konuştuktan sonra içeri girdik. Bu sırada Asef elimi tutmuştu. Ben şaşkın şekilde etrafıma bakarken o doktorla konuşarak Alya'nın arkasından ilerliyordu.
Asef burayı da oteli gibi dizayn etmişti. Resmen ihtişam tüm detaylardan akıyordu. Tek fark burnuma dolan hastahane kokusuydu. Yale Otelde de görmüştüm kuş detayını. Zaten gece kulübü bizzat Phoneix'in adıydı. Ama burada da bu kuşa ait parçalar görmek beni şaşırtmıştı. Asef'in neredeyse tüm sırtını kaplayan dövmeden de anlaşıldığı kadarıyla Phoneix yani Simurg onun için büyük bir anlam ifade ediyordu. Bunu ona uygun zamanda sormak için zihnime yazdım.
Üst kata çıkarken yollarımız ayrılıyordu, Alya'yı saçlarından öpüp ben ayrı yöne döndüm. Yüzünde bariz bir gerginlik vardı ve Asef de aynı şekilde bakıyordu. İki kardeş yıllardır çok acı durumlarla başa etmeye çalışıyordu. Keşke onlar için elimden daha çok şey gelseydi ama gülümsemekle yetinip ilerledim.
Cihan telefonla konuşurken arkasından ilerlemeye başladım ama o adımlarını yavaşlatıp yanında yürümemi sağladı.
"Ne demek bütün cihazları attım Özgür! Mal mısın?" Telefonda kiminle konuşuyorsa sesi gayet öfkeliydi. "Götüne de sok dedi, onu da yaptın mı? Ama yeni bir güvenlik çemberi oluşturmamız lazım, bir yandan iyi olmuş. Teknoloji ekibine söyle dünyanın neresinde olursa olsun her şeyi bulsunlar. Fakat döndüğümde senin gelmişini geçmişini... Anladın sen!" Telefonu kapatıp yüzünü ovaladı. Bu sırada büyük ve gösterişli bir odaya girmiştik. Boydan boya camdan duvarları ve siyah tonda ultra lüks koltuklar vardı. Tam Asef'in tarzı...
"Her şey yolunda mı?" diye sordum. Bir yandan da etrafa göz atıyordum. Adam resmen ona ait olan her yere itinayla imzasını atmıştı. Geniş bir koltuğa oturup yolculuktan dolayı şişen ayaklarımı uzatıp sırtımı kolçasına dayadım.
"Yolunda olması için elimden geleni yapıyorum, bir şey ister misiniz?" Cihan eline kadeh alırken büyük dolaba bakıyordu. Çeşit çeşit içecekler var gibiydi hatta atıştırmalık bir şeyler bile vardı. Galiba bizden önce hazırlanmıştı.
"Şimdilik varsa su alabilirim." dedim. Başımı karşıdaki manzaraya çevirdim. Yüksek hastahane odasında değil de lüks bir otelden Milano'ya bakıyor gibiydim. Yağmur yağmaya devam ediyordu, bulutlar şehrin üzerinde akıyordu. Cihan su ve birkaç atıştırmalığın olduğu tabağı önümdeki siyah sehpaya bıraktı. "Teşekkürler," dedim yerimden tam kalkmadan suyu alırken.
"Rica ederim." derken elindeki kadehle karşımdaki küçük koltuğa oturdu. Kendine viski koyarken ben de elimde olmadan onu izliyordum.
Yüzündeki silik ize baktım dikkatle, yanağından boynuna iniyordu. Boynundaki iz daha belirgindi, yanağındaki izi sakalı biraz kapatıyor gibiydi. Kendinden emin ve ürkütücü bir duruşu vardı. Yüzü sert olsa da yakışıklıydı. Asef'e göre daha sert hatlara sahipti. Açık kahve gözlerini çevreleyen kirpiklerinin uzunluğu şu an dikkatimi çekmişti. Saçları daha önce de dikkatimi çekmişti, ışıkta açık kumral oluyordu. Asef'in saçları çoğu zaman dağınık olsa da Cihan özenle geriye doğru sabitlemişti.
"Eliza Hanım bana biraz daha bakarsanız, Asef Bey itinayla derimi yüzecek ve kurtlara yem edecek."
Cihan'a güldüm. "Sadece seni tanımak amacıyla bakıyordum. Sürekli Asef'in yanındasın ama seninle pek muhabbetimiz olmadı." dedim.
"Gerektiği kadar konuşmayı tercih ediyorum." Kadehi dudağına götürdü. Bakışları pek bana dönmüyordu. Yerimde doğrulup dik şekilde oturdum. Önümde duran enfes kurabiyeden de almıştım bir tane.
"Ama yine de sen pek konuşmadan fazla şey anlatan insanlardansın. Yani seni gördüğümden beri böyle düşündüm." Galiba ben onun aksine fazla gevezeydim. "Deniz gibi bolca konuşup boş da olabilirdi sözlerin." Söylediğim şeyle dudağının kenarı çok hafif yukarı doğru kıpırdamıştı. Beni affet Deniz, seni azıcık gömdüm.
"Deniz bolca konuşarak kendini itinayla öne atsa da aynı zamanda kendini gizliyor da..." dedi Cihan düşünceli şekilde. "Benimse onun gibi gevezelik yaparak kuşanacağım bir kalkanım yok. Konuştuğum an sıkıntı oluyor." Nefesini sertçe verip kadehinden bir yudum daha aldı.
"Niye? Şimdi ne güzel konuşuyorsun işte, bence herhangi bir sorun yok." dedim.
"Bilmem, dikkatli olmaya çalıştığım içindir. Yoksa ağzı çok iyi laf yapan biri değilim." Yüzündeki ifade biraz kırılmış, biraz çekingen bir ifade almıştı. Kadehini dudağına götürürken bana bakmıyordu.
"Robot değilsin Cihan, bence kendini rahat bırak. Özellikle benden çekinmeden konuş, kendimi öyle daha iyi hissederim." dedim. Yediğim kurabiyenin tadı aşırı güzeldi. Kim yapmışsa tarifini almam şarttı.
"Böyle iyi Eliza Hanım." dedi net şekilde. Çizdiği sınırı gösteriyordu açık şekilde.
"En azından hanımı kaldırsak, öyle daha iyi olur." Cevap vermedi, gözü kadeh tuttuğu elindeydi. "Asef'e saygısızlık yapmış olmazsın."
"Bu benimle ilgili, prestij meselesi..." derken kısa bir an bana bakıp yüzünü çevirdi.
"Asef ile uzun zamandır birliktesiniz değil mi?" diye sordum. Kafamı dağıtmak için bugün biraz çenem düşmüştü sanırım. Ara ara aklıma dolan o mekanik sesi bastırmak istiyordum. O kokuyu ve bana dokunan elleri unutmak istiyordum. "Nedense öyle tahmin ediyorum."
"Uzun zaman oldu, yılları saymıyorum bile. Onunla büyüdüm, onunla yaşlanıyorum." dedi net şekilde.
"Şu an bu cümleler hiç hoşuma gitmedi Cihan. Ben kıskanç bir kadınım, Allah bir ömür bir yastıkta kocatsın gibi bir cümle oldu." dediğimde gülüşü biraz daha büyüdü. Elindeki kadehi bırakıp arkasına yaslandı. Ayak ayak üstüne attı daha sonra.
"Bazı insanların hayatı başkasının hayatına bağlıdır. Ben babamla Melih Arjen'in yanına geldiğimde ilk bunu öğrendim." Cihan için şaşırtıcı bir durumdu ama uzun uzun konuşmaya başlayacak gibi duruyordu. "Babam Melih Bey'e kendini adarken benim de Asef Arjen'e adamamı öğretti. Bunda bir sıkıntı yoktu ama sıkıntı olan şey kendimizi adadığımız insanlardı. Babam yanlış kişiye adamıştı kendisini ve onun için öldü. Bense doğru kişiye adadım ve onun sayesinde hayatta kaldım." Bu kısımda durup bir es verdi. Kısa bir süre bana bakıp tepkimi de kontrol etmişti. Ben ise yaşadıkları hayatı az çok anladığım için duyduğum şeylere tepkisiz bakıyordum. "Asef Bey'in yanına geldiğimde onun benden istediği ilk şey okul hayatıma devam etmemdi. Bunu istediğinde daha on iki yaşındaydı ve ben de on beş... Bu bana garip gelse de dediği şeyi yaptım, ona kendini savunmasını öğretirken o da bana bir sürü şey öğretti. Hayatımda onun kadar zeki ve kararlı birisini görmemiştim. Zaman geçtikçe kötü şeyler, çok kötü şeyler yaşadı. Değişti ama kişiliği asla... Hala aynı Asef Arjen ama biraz fazlasıyla... Hala sevdikleri için her şeyi yapabilecek o adam... Başkaları onun karşısında korkudan titrerken, o sevdiklerine bir şey olacak diye titreyen bir adam... O yüzden onun yanından ayrılmam mümkün değil. Üzgünüm çok konuştum."
Cihan'ı dinlerken dalıp gitmiştim. Bir kişiden daha onun bakış açısı ile Asef'i dinlemiştim. Herkes için çok şeydi Asef. Alya, Deniz, Ayşe babaanne ve Cihan... Ben de birisine içimdeki Asef'i anlatmak istiyordum. "Hayır, çok güzel anlattın. Sabaha kadar konuşsan dinlerim. Aranızdaki bağı kıskandım hatta..." dedim yalancı bir sinirle.
"Kimi kimden kıskandın yavrum?" Asef'in ortama giren sesi ile başımı çevirip yaklaşan adama baktım. Ceketini çıkarıp koltuğa attı, gömleğinin üstten üç düğmesini açıp yanıma oturdu.
"Seninle Cihan'ı kıskandım. Galiba tek rakibim Deniz değilmiş, esas tehlikeli olan Cihan'ın ta kendisiymiş." dedim gözlerimi kısarak. Asef'in yüzü ekşirken önündeki kadehe uzanıp kendine içki doldurdu.
"Allah aşkına Eliza, tansiyonum yeni indi, tekrar yükseltme. Hayali bile tüylerimi diken diken etti şu an." Kolu belimi sarmıştı. Sesinden belliydi, tüylerinin diken diken olduğu.
"Bu kırıcı oldu." Cihan ayağa kalkıp elindeki kadehi indirdi. "Ben Alya Hanım'ın yanına gidiyorum." Söylediği şeye göre sesi bunun tersini ifade ediyordu.
Asef başını sallarken, ben ikisi arasındaki sözsüz iletişime hayretle baktım. Asef bir şey söylemeden Cihan gitmesi gerektiğini anlamıştı. "Gerçekten de aranızda kuvvetli bir bağ var Cihan'la. Sen söylemeden mesajı alıp gitti." Yanımda yorgun şekilde bana bakan sevgilim sadece başını sallayıp güzel bir tebessümle beni onayladı.
"Alya iyi mi? Yalnız olması sorun değil dimi?"
"İyi yavrum merak etme, şu an dünyanın en güvenilir doktoru yanında. Birkaç saat içinde bitecek işlemler." Gözlerini cama çevirip geniş şekilde gülümsedi. "Doktoru ameliyat için bu defa güçlü şekilde hazır olduğunu düşünüyor. Çok şükür... Ne kadar rahatladığımı anlatamam Eliza, yıllardır bu günü bekliyorum." Başını yaklaştırıp omzuma yasladı. "Yıllardır onun yürüdüğünü hayal ediyorum..."
Elimi dağılmış siyah saçlarına atıp yavaşça okşamaya başladım. "Yürüyecek, hem de en güzel şekilde. Onunla ilk tanıştığım hali ile şimdiki hali arasında bile dağlar var. Bülbül gibi şakıması bile bir işaret değil mi? O büyük gün yaklaşıyor merak etme." Söylediklerimi dinlerken başı boyun girintime iyice yerleşmişti. "Senin gibi bir abiye sahip olduğu için çok şanslı..."
"Bazen şanslı kişinin ben olduğumu düşünüyorum, sana sahip olduğum için." Sesi yorgundu, sinemde dinlenmeye ihtiyacı var gibiydi. "Hayatımıza girdiğinden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Alya'nın bugünkü durumunda en çok senin payın var."
"Lütfen Tolga'yı unutma." dediğimde başını kaldırıp kaşlarını çattı.
"Bak tansiyonum diyorum," derken saçlarımı geriye doğru tarayıp bana biraz daha yaklaştı. "Çıkarma istersen diyorum, sonra indirmek yine sana düşecek diyorum." Yanağıma uzun bir öpücük kondurup geri çekildi.
Ben ona gülümseyerek bakarken o dünyada eşsiz bir şeye bakıyor gibi yüzümü izliyordu. "Dursun tansiyonun durduğu yerde, şimdi seninle uğraşamayız." Bak sen der gibi kaşlarını kaldırdı. "Biz de gidelim Alya'nın yanına, yalnız hissetmesin. Hadi!" Ayağa kalkıp iri bedenini kaldırmaya çalıştım ama aniden beni çekince kucağına düşmüştüm. "Asef! Ne yapıyorsun?"
O ise beni hiç umursamadan önce acıtmayacak şekilde kulağımı ısırdı sonra boynuma bir öpücük kondurdu. "Durmazsa tansiyonum yerinde, tavan yaparsa mesela... Ateşim falan da çıkarsa... Hiç umurunda olmaz mı? Hımm... Azıcık bile mi?.." Sesi bugün aşırı erotikti bu adamın. Neydi derdi?
"Olur olmaz mı? Hemen Deniz'i görüntülü ararım, o ne derse onu yaparım." dediğimde bıkkın şekilde başını kaldırıp gözlerini devirdi. "Ne?! Bir doktora güvenmeyip kime güveneceğim?"
"Yavrum benim doktora değil senin sıcak kollarına ihtiyacım var. Bak yılların birikimi var üzerimde, ateşim hep yüksek zaten sonunda patlayacağım ama ne zaman?!"
"Edepsiz! Sen ne ima ediyorsun?" derken omzuna vurdum. Ama bu onun için sinek ısırığı bile değildi sanırım.
"Ben miyim edepsiz? Senin o bakışların beni baştan çıkarıp duruyor, sorumluluk almak yerine ben mi edepsizim? Aşk olsun küçüğüm..." Asef konuşurken yüzünden pek de ciddi olmadığını anlıyordum.
"Yalan söyleme, hiç de bakışlarım öyle değil. Düz şekilde bakıyorum işte. Sen anca işine geleni anlayıp duruyorsun. Hadi kalk." Ben kucağından kalkmaya çalışırken bıkkın şekilde nefesini verdi. Benimle beraber kalkıp yavaşça beni yere indirdi.
"Ben ne işime geliyor yakında sana çok güzel göstereceğim sen merak etme. Gidelim bakalım, zaten Alya'nın Tolga güzellemesi yüzünden yanından çıkmıştım. Gidelim de biraz daha Habeş maymunu dinleyelim." Asef ciddi şekilde yüzünü buruşturarak konuşurken ben gülümsedim. Elini tuttuğumda kısa bir an gözlerimiz birbirini buldu.
Ben de o da aynı şeyi gözlerimizde buluyorduk. Huzur... Her şeyden kaçmak istediğim an olmak istediğim yer onun girdap gibi olan gözleriydi... Ben şimdiye kadar kendime hep güçlü olup her şeye dayan derdim. Ama şimdi az da olsa kendimi ona bırakmak istiyordum. Güçsüz olmak kötü gelmiyordu. Eğer hayat beni çok yoruyorsa biraz da olsun onda dinlenmek güzel fikirdi. Sığındığım liman olması fikri hoşuma gitmeye başlamıştı...
**
Beyaz koltuğa oturmuş önümdeki manzarayı izliyordum. Doktor, Alya ile bazı hareketleri yaparken Asef dikkatle izliyordu. Evde yapılacak egzersizleri zihnine kazımaya çalışıyordu. Alya şimdiden yorulmuş ve bıkkın şekilde dinleyip başını sallıyordu. Tedavi sürecinin onun için ne kadar yorucu olduğunu görmek beni bir miktar üzmüştü. Çünkü onu bu şekilde hastahane ortamında görmemiştim. Asef arada bana bakıp yeniden kardeşine dönüyordu. Bu sırada telefonuma gelen bildirim seslerini duyunca çantamdan çıkardım. Hararetli bir grup konuşması vardı.
Asef'in Köleleri
Tolga
İnsafı olan Mavişimin bir resmini çekip atsın...
Deniz
Tolga bu mesajları Asef'im okuyor ona göre...
Tolga
Allah rızası için, bir şahsı mübarek kul Alya Hanım'ın sıfat-ı eşgalini bana lütfeylesin. Bundan sonraki hayatımın bekası için zaruridir...
Mesajı okurken yüzümde geniş bir tebessüm vardı. Ama şu an Alya'nın pek de memnun olmayan yüzüyle, kontrol odasındaki halini atmam Tolga'yı üzebilirdi. Zaten annesini o halde gördüğü her zaman belli etmese de canı çok yanıyordu. Tolga asla duygularını belli etmeyen bir çocuk olduğu için hep dalgaya vururdu. Onu tanıdığımda bu yönünü fark etmiştim. Alya için ne kadar endişe duyduğunun farkındaydım, üstelik annesi yeni kemoterapi aldığı halde bir de onu önceliğine alıyordu. Ama onu daha fazla üzmek istemiyorum. Hızlı şekilde yazmaya başladım.
Tolga, Alya şu an iyi endişe etme.
Ama biraz dinlensin seni görüntülü arar.
Tolga
Vicdansız zilli, ne olurdu azcık görsem:(
Ateşler içinde yanan bedenime kimsenin dökecek bir lokma suyu yok mu??!!
Deniz
Abartma Habeş maymunu, ayrıca Eliza sen sevenlerin arasana neden giriyorsun? Zaten sana gıcığım, Asef'imi aldın benden. Ama onu senden almam birkaç dakikama bakar!!!! Beni zorlama!
Deniz'in mesajına bakarken resmen şoktan ağzım bir karış açılmıştı. Köpeğe bak!
Hoşt Deniz! Git başka yerde ağla! Benim tansiyonumu yükseltme! Yoksa kötü olur!
Cihan
Bence fazla kaşınmayın Deniz Bey, keza sonunda zorlanan siz olacaksınız."
Cihan ortada yoktu ama mesajları okuduğunu şimdi görmüştüm. İyi oldu Deniz'e, şaka bile olsa Asef'e yürümeyi kesmesi lazım çünkü. Sinirimi bozuyor.
Deniz
Bana köpek de dedin ya Eliza, sana helal olsun... Sen kaşındın bekle sen... Ayrıca Cihan sen kimsin ?! Ha?! Sen kimsin?! Numaranı ergen kızların okulunun lavabosuna yazacağım, bekle sen!
Bu mesajlarını Nehir'e atacağım, bekle sen Deniz...
Deniz
Canım Eliza, sana şaka yaptığımı sen çok iyi biliyorsun. İtalya'nın tadını çıkar, Asef'in de tadını çıkar. Canım benim:))))
Asef
LAN! DAĞILIN!
Asef'in mesajı ile başımı kaldırıp önümde sinirli şekilde alnını ovalayan adama baktım. Gözlerimiz buluşunca ben ona gülümsedim ama o sadece gözlerini devirdi.
"Çocuk gibi yemin ediyorum, sen de uyma şuna." dedi hafif bir sitemle. ''Ağzını burnunu kıracağım en son onu istiyor." Huysuz ifadesine gülerken yanına gidip benim için açtığı kolunun altına girdim.
"Bence de, kır ağzını burnunu. Seni elimden alırmış birkaç dakikada! Alamaz seni, kimse alamaz!" dedim öfkeli şekilde. Ben neden bugün böyle tepkiler veriyorum? Her zaman böyle miydim? Ama bu tepkimin Asef'in hoşuna gittiğini yüzünden anladım. Hayran bir gülümseme ile bana bakıyordu.
"Alamaz mı kimse? Vermez misin?" diye çapkın şekilde sordu. Sorduğu soru ne kadar saçmaydı.
"Ne kadar saçma bir soru bu Asef, biri seni almak istese benim vermememi mi bekleyeceksin? Salak mısın sen? Kendini vermemeyi bilmiyor musun? Otuz iki yaşındasın." Ben ona hayretle bakarken o da aynı şekilde bakıyordu. Birkaç saniye birbirimize bakıp konuştuğumuz şeyi anlamaya çalıştık. Bakışmamızı bölen doktor ve Alya'nın gülmesiydi.
"Ay abi, çok tatlısınız. Sizi izleyen birinin canı hiç sıkılmaz valla." Alya gülmesini bastırıyordu.
"Ne mutlu seni eğlendirdik." dedi Asef göz devirerek. Daha sonra bana döndü, kaşlarını çatmıştı. "Bana salak demenin hesabını sana ayrı soracağım." derken sesi tehdit doluydu. Nedense soracağı hesap hoşuma gidecek gibi hissediyordum.
"Abi bitti artık, hadi gidelim çok yoruldum." Alya'nın sesi gerçekten de çok yorgundu. Asef, doktor ile konuşmaya başlayınca ben Alya'nın yanına yaklaştım. "Tolga beni merak etmiştir şimdi, saatlerdir konuşmadık. Aradı mı seni?"
"Seni sordu canım, ben de onu sonra görüntülü arayacağını söyledim. O yüzden eve gidince ilk iş onu ara." dedim. Bir yandan da çıkardığı ceketini giydirmeye başladım. Hevesle başını sallamıştı. Yorgun yüzünde anında güller açmıştı.
İçeri Cihan girince Asef onunla hızla bir şeyler konuştu. Başını sallayan Cihan, Alya'nın yanına geldi. "Alya Hanım sizinle önce biz Toscana'ya geçeceğiz."
Asef'e dönüp baktığımda bana göz kırpıp gülümsedi. Galiba farklı planları vardı, içimde garip bir heyecan vardı. Sevgili olduğumuzu kabul ettiğimizden beri doğru düzgün baş başa özel zaman geçirmedik. Hatta aşırı kötü zamanlar geçirmiş resmen ölümden dönmüştük. Aklıma gelen anıları kovmaya çalışıp başımı salladım.
Yüzünde çok güzel bir tebessüm vardı, güven veriyordu. Anılarımı değiştirmek ister gibi bakıyordu, söz veriyordu gözleri...
Bana güven...
Konuşmadan gözleri konuşuyordu. Ben de konuşmadım, gözlerimle cevap verdim.
Sana güveniyorum...
**
İçinde olduğumuz lüks araca bakıp yanımda aracı süren Asef'e döndüm. "Bu araba senin mi?"
"Evet, beğenmedin mi?" diye sorarken gayet ciddi bakıyordu.
"Çok beğendim ama İtalya'da bir araban olman şaşırttı." dedim. Ama neden şaşırıyordum ki?
"Birçok ülkede arabam var bebeğim. Özellikle iş amaçlı sık sık gidip kaldığım yerler var, bana ait araba ve ev olması iyi oluyor." Çok normal bir şeyden bahseder gibi konuşuyordu.
"Kaç ülkede evin, araban var?" diye sorarken ağzımın bir karış açık olmamasını umdum. Bilmem dercesine dudağını büzünce bu defa kesin ağzım bir karış açık kalmıştı. "Sen neden bu kadar zenginsin?"
İçimi titreten bir kahkaha atıp kısa bir süreliğine bana bakıp tekrar yola döndü. "Kötü bir şey mi yavrum? Çalıştık işte, şerefsiz babamdan kalan mirası doğru işledim diyelim. Ayrıca güç için para lazım, yoksa insanları avucunda tutmak pek kolay olmuyor." Aniden uzanıp yanağımdan makas alınca şaşkın şekilde kirpiklerimi kırptım. "Ayrıca sen bunları düşünme, iste dünyaları ayağına sereyim. Beğenmezsen,"
"Diğer tarafa mı serersin?" diyerek sözünü kestim. Güldü.
"Kendimle beraber...'' diye sözünü tamamlayınca ben de ona güldüm. Uzanıp elimi tuttu, dudaklarına değdirdiğinde hissettiğim sıcaklık ile kalbim teklemişti.
Birkaç dakika sonra büyük bir meydanın ilerisinde durdu araba. "İtalya'ya geldiğinde, Duomo Meydanı'na gelmeyeni dövüyorlar." dediğinde ilerdeki binaya baktım. Aşırı görkemli görünüyordu. "Hadi gel." Asef inince ben de hemen indim. Arabanın önüne ilerlediğimde o çoktan gelip elimi tutmuştu bile. "Bu görkemli bina Milano Katedrali. Avrupa'nın en büyük dördüncü katedrali, yapımı beş yüz yıl sürmüş." Asef bana bir rehber edası ile anlatırken ben hayran şekilde bakıyordum. Çok güzeldi. "Hemen yanında meşhur Galleria Vittoria Emanuele Alışveriş merkezi var. Çevresine bakarsan meşhur kafeler ve barları görebilirsin. Ama senin dikkatini nefis tatlı ve gelato dükkanları daha çok çeker bence."
Haklıydı, yemek olan yerler ilk dikkatimi çeken yerler oluyordu. "Hepsini tatmak için sabırsızlanıyorum. Biz mutfakta bu tatları yapmaya çalıştık ama yerinde yemek harika olur." Benim gözlerimdeki heyecanı gören Asef gülümseyerek karşılık verdi.
"Gel bakalım o zaman şefim, canımızın istediğini tadalım." Asef beni beraberinde ilerletirken ona ayak uydurdum.
Kalabalığın içinden ilerlerken sıkıca tuttuğum el bana inanılmaz duygular yaşatıyordu. Başka bir ülkede sevdiğim adamla el ele yürümek rüya gibiydi. Belki de rüya olan elini tuttuğum adamdı. Nerede olursam olayım yanımda olduğunda aynı rüyayı görürdüm.
"Bak bundan kesin yemen lazım." Sesi ile ona döndüm. "Ne zaman buraya gelsem, Luini'ye mutlaka uğrarım." Kalabalıktan sıyrılmış ara sokağa yönelmişti. "Fried Panzerotti kesinlikle seveceğin bir tat. Gel bakalım," O içeri girerken, ben kapının önünde eski taş sokağın üzerindeki küçük sandalyelerden birine oturdum.
Sokaktan geçen kadınlara bakınca yüzüm buruştu. İtalyan kadınları günlük hayatlarında hep böyle mi giyiniyordu? Ben de her zaman olduğu gibi mavi bir kot ve kısa bir ince kazak giymiştim ve kısa saçlarımı omzumun üstünde öylece bırakmıştım. Yüzümde makyaj bile yoktu, kendimi kötü hissettim aniden.
"O güzel yüzün neden asıldı?" Asef elinde iki tane, güzel ve lezzetli yiyecekle gelip karşıma oturdu. O kadar harika bir görüntüsü vardı ki, şu eski sokakta heykel gibi duruyordu. Tam bir İtalyan heykeli...
"Hiç, uçaktan inip hastahaneye geçtik. Üstüm başım biraz kötü sanırım, onu düşündüm." dediğimde kaşlarını çattı. Kötü bir şey söylemişim gibi bakıyordu.
"Kötü kelimesi senin yanından geçecek bir kelime değil yavrum, sen her halinle mükemmelsin." Uzanıp yanağımı okşadı.
"Abartma o kadar da değil. Normal bir kadınım işte." dedim. Bir yandan da Asef'in masaya bıraktığı yemeğe bakıyordum. Ama onun dehşetle açılmış gözleri benim üzerimdeydi.
"Benim kadınım dünyadaki bütün abartıların sahibi hatta mükemmel diye bir kelime olmasaydı sen yine mükemmel olurdun." Gözlerini çekmeden bana bakarken artık utandığım için başka yöne bakıyordum.
"Hadi yiyelim şunları." diyerek romantik ortamın tam anlamıyla içine etmiştim. Ama o bunu umursamadan gülmeye devam edip önümdeki Panzerottiyi işaret etti. "Ben daha önce bir kere yapmıştım ama yerinde yemek kesinlikle harikadır." Dışı bildiğimiz bizim pişi hamuru gibiydi. İçinde mozzarella ve pomodoro dediğimiz domates sosu vardı. Aslında gayet basit bir tarif gibi dursa da gerçekten çok lezzetliydi. "Bu çok güzel, ben yaptığımda böyle olmamıştı." Kocaman ısırıp iştahla yerken bana bakan gözlerin farkında değildim ama duyduğum sesle donup kaldım.
"Beni de şöyle iştahla ısırsan ya..."
Yabancı bir ülkede olsak da sanki birisi bizi duymuş gibi etrafıma bakıp, Asef'in omzuna vurdum. "Ne diyorsun sen ya?!" Bana bakarken alt dudağını ısırıyordu. "İyice arsızlaştın sen."
"Neden? Daha önce çok güzel ısırmıştın beni. Hem de ıslak ıslak..." Asef'in durmak bilmeyen kudurmuş haline dayanamayıp ayağa kalktım.
"Hadi sus da gidelim. Başka şeylerin de tadına bakmak istiyorum." Aniden çapkın şekilde gözlerime bakınca işaret parmağımı gözüne doğru kaldırdım. "Sadece İtalyan yemeği yemek istiyorum." diye hızlı şekilde karşılık verdim. Büyük bir kahkaha atıp yeniden elime uzandı.
"Yakında, elimden bu kadar kolay kurtulamayacaksın..." Sessiz şekilde söylediği şeyi duymuştum. Bu adam bugün beni kalpten götürmek istiyordu anlaşılan...
Ara sokaklarda gezip önüme gelen sokak lezzetlerinden yemiştim. Artık bir yerden sonra Asef yemeyi bırakmış sadece benim canım ne istiyorsa onu almıştı. Çeşitli pizzalar, makarnalar derken artık benim de midem şişmişti. Bugünlük daha fazla yiyemeyeceğime kanaat getirip pes etmiştim. Ama meşhur Grom'da dondurma yemek istediğim için elimde bir külahla geldiğimiz meydana çıkmıştık. Asef ara ara bu kadar iştahlı olup zayıf olmama hayret ettiğini söylemişti. Tabii ben de bundan mutlu olduğumu kibirli şekilde söylemekten geri durmamıştım.
Geldiğimiz meydana tekrar dönmüştük. Artık yorulduğumu hissediyordum. Ama kulağıma dolan müzikle başımı kalabalığa çevirdim. Asef de dikkatini çeken müziğin sesinin geldiği yöne bakıyordu.
"Sokak sanatçıları galiba," dedim dondurmamı yerken.
"Evet, hadi gel." Asef elimden çekip kalabalığın içine götürdü bizi. İnsanların kimisi alkışla kimisi yüksek sesle söyleyerek müziğe eşlik ediyordu. Hatta belli alanda dans edenler de vardı.
Ben de ayaklarım ile hafif bir ritm tutarken Asef'in elimi bırakıp sokak sanatçılarının yanına ilerlediğini gördüm. Ben ona şaşkın şekilde bakarken o bana göz kırpıp ilerledi. Elimdeki dondurma erirken parmağıma akan kremayı temizlemeye çalışırken duyduğum sesle elim durdu. Bu sesi daha önce de duymuştum. Evimde bizzat... Ama şimdi daha canlı ve eğlenceliydi. Karşıya baktığımda eline mikrofonu alan Asef'in, insanların çığlıkları arasında eğlenceli bir şarkı söylediğini gördüm.
Onu ilk defa böyle görüyordum. İlk defa böyle masum ve çocuksu... Yerinde zıplayan Asef Arjen şu an kalbime zarardı. Üstten açılmış düğmeleri ile saçları dağılmış Asef Arjen kalbime daha çok zarardı...
Bu şarkıyı biliyordum hatta meraktan sözlerine daha önce bakmıştım. Asef'in bana bakıp, gülerek söylediği şarkıya herkes eşlik etmeye başlamıştı. Özellikle kadınların çığlığı biraz sinirimi bozmuş olabilirdi.
(Eve gitmek için bahanen yok)
Non hai scuse per tornare a casa
(Bu akşam canım, burada benimle kal)
Questa sera, cara, resti qui con me
(Bir gün, bir saat ya da bir ömür kimin umrunda)
Sia un giorno, un'ora o una vita intera, che importa
(Sana bakmanın tadı hoşuma gidiyor)
Mi piace quel gusto, guardarti
(Söyle bana o gözlerin nerede uyuyor, farlara benziyorlar)
Dimmi dove vanno a dormire quegli occhi che hai, sembrano fanali
(Söyle bana, dünyayı unutacak gücü nerede buluyorsun?)
Dimmi dove trovi la forza di dimenticarti del mondo
Senin gibi biri
Una come te
(Uyumayan gece)
La notte che non prende sonno
(Gökyüzü renklendi, yeni bir şafağı çiziyor)
Il cielo si colora, disegna un'alba nuova
(Bu lanet denizde dans etmeni izleyeceğim)
Ti guarderò ballare in questo maledetto mare
Şarkıyı söylerken asla gözlerini benden çekmemişti ama aniden yanımda bir noktaya kayan bakışlarını görünce sağıma döndüm. Bana çok yakın duran serseri tipli bir adam elime bakıyordu. Daha doğrusu eriyip yere damlayan dondurmaya... Ben hızla elimi silmeye başlarken adamın bir şeyler söylediğini duydum.
"Vuoi che te lo lecchi?" derken bakışları pek iyi değildi. Ne dediğini anlamasam da hoş bir şey olmadığını tahmin edebiliyordum. Nitekim adamın kafasına gelen kafa darbesi ile iki seksen yerde kalması bunu gösteriyordu.
Elimdeki dondurma yere düştüğünde şokla ağzımı kapattım. Yerdeki adamın burnundan yoğun bir kan gelmeye başlamıştı. Kaşları çatık şekilde yerde yatan adama bakıp küfür eden Asef'e baktım. "Gelmişini geçmişini yedi ceddini sikerim senin!"
"Asef sakin ol!" derken koluna girip çekmeye çalıştım. "Ne yapıyorsun?!" Etrafımıza biriken kalabalığa bakıp her an bir yerden polis çıkmasını bekledim.
"Dediği şeyin karşılığını veriyorum, gel hadi. Yoksa bugün bu adamı öldürmek zorunda kalacağım." Elimi tutup hızlı şekilde arabaya giderken ben hala şokla arkama bakıp duruyordum. Birkaç saniye içinde olan şeyleri idrak etmeye çalışıyordum.
Şoför koltuğunun yanına oturup sertçe kapımı kapatmasına bir şey demeden hala az önce gördüğüm şeyi idrak etmeye çalışıyordum. Sadece iki saniye, iki saniyede adamın burnunu kırıp ortalığı birbirine katmıştı. Şimdi de bir şey olmamış gibi gidiyor muyduk?
Sert şekilde kapıyı kapatıp arabayı çalıştırırdı. Öfkeli olduğunu titreyen elinden anlıyordum. "Asef, az önce ne yaptın? Neden öyle bir tepki verdin?" Bana bakmıyordu ama öfkeyle ağzının içinden bir şeyler söylüyordu. Daha fazla dayanamayıp bağırdım. "Sana söylüyorum! Ne oldu da adama öyle öküz gibi kafa attın?! Böyle yapmak zorunda mıydın?!"
"Bana sesini yükseltme!" Aynı şekilde bağırarak karşılık verince şokla baktım. İlk defa bana böyle bağırıyordu, benim de ellerim onun gibi titremeye başladı. "Adamın ne söylediğini bile bilmiyorsun! O yüzden konuşma!"
"Ne söylerse söylesin! Arkamı dönüp giderim Asef! Dünyanın her yerinde kadınlara bir şeyler söyleyen şerefsiz adamlar var, bana dokunmadı ya da kişisel alanımı ihlal etmedi. Ya da başka bir şey yapmadı! Sadece dönüp gitmeliydik, burnunu kırmak zorunda değildik!" Ben de ona bağırarak karşılık verince daha fazla dayanamayıp aniden arabayı kenara çekip sert bir frenle durdu. Ben öne savrulurken elini önüme siper edip beni tutmuştu.
"Söyleyemez! Kimse benim kadınıma iğrenç imalarda bulunamaz! Hatta gelmişini geçmişini siktiğim hiçbir adam bir kadına durduk yere sapıklık yapamaz!" Bana bakan gözleri öfkeliydi, boynunda birkaç damar atmıştı. "Ne sen ne de başka bir kadın size uzanan kötü sözlere arkasını dönüp gidemezsiniz! Beni çıldırtma Eliza!"
"Ben arkamızı dönüp gidelim derken, kuyruğumuzu kıstırıp susalım demiyorum Asef. Ben seninle hayatımın en güzel anlarından birini yaşarken, sadece seni öyle görmek istemiyorum diyorum. Yerde kanlar içinde bir adam yatsın ve tepesinde bunun sorumlusu sen ol istemiyorum." Konuşurken sona doğru sesim kısıldı ve gözlerim dolmaya başladı. Konuşurken sesimin titremesine engel olamadım. "Karşımda bir adamı öldürdün, ellerinde kan gördüm hep. Silahlı çatışma ortasında kaldık, Tolga kanlar içinde yere yığıldı. Karşımda bir adamın dilini kestin. Ben bu kadar şeyi filmde bile izlemedim." Ağlamaya başladığım için kelimelerim zor anlaşılıyordu. "Bazen kaldıramıyorum Asef, seni öyle görmek bana ağır geliyor. Alya'nın yaşı benden küçük ama belki de bu ortamın içinde doğduğu için ona daha normal geliyor. Ama benim yaşadığım en büyük aksiyonlar mutfaktaki ufak tefek yaralanmalar. Sen söyle şimdi sana kızdığım için mi bana kızıyorsun?" Sustum, göz yaşlarım akarken daha fazla devam edemedim. Kafamı camdan dışarı çevirdim. Şu an Asef'in yüzünü görmek istemiyordum.
Sessizlik uzarken benim iç çekmelerim azaldı. Asef'in derin nefes alma sesi gelirken ardından sesi kulağıma doldu. "Sana kızmadım, kızgınlığım o şerefsiz adama. Dönme yüzünü bana..." Ama dönmedim. Çünkü gerçekten günümün içine ettiği için ona kızgındım. İçimde biriken şeyleri yüzüne haykırdığım için de kendime kızgındım.
Onun üzgün bakışlarını görmek benim kalbime iyi gelmiyordu...
"Eliza... Sevgilim..." Saçlarıma dokunan parmaklarının varlığını hissediyordum ama yine de kımıldamadım. "Dövüp, sövmek istersen bak buradayım. Ama dönme yüzünü bana. Gözlerini saklama..."
Aniden dönüp bana aşırı yakın olan yüzüne baktım. Yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe vardı, kemerini çıkarıp bana doğru eğilmişti. Ona döndüğümde geri çekilmedi, ben de geri gitmedim. "Ne dedi o adam?" diye sordum. Kaşları çatılıp burun delikleri büyümüştü. "Ne dedi de öyle bir karşılık aldı?" diye ısrarıma devam ettim.
Bıkkın şekilde nefes verip hatırladığı şeyle kaşlarını çattı. "Aslında ne dediğinin önemi yok, sadece bakışları için onu hak etti." Söylediği şeye öfkeli şekilde karşılık verince pes etmiş gibi gözlerini devirdi. "Yalamamı ister misin? dedi." Konuşurken huysuz ifadesi tatlı görünmüştü yüzüme ama bunu belli etmedim.
"Bunun için mi yani? Elimde akan dondurmaya demiş, neden öyle tepki verdin ki?" Dediğim şeye inanamamış şekilde bakıyordu. Zaten ben de bilerek söyleyip sabrını zorlamaya çalışıyordum. Yoksa adam gayet kötü bir niyetle konuşmuş. Kendimi şu an çok kötü hissetmiştim. Hatta adamın ağzına bir tane de ben çakmak istedim.
"Yavrum şaka mı yapıyorsun? Beni mi sınıyorsun? Bak tansiyonum yükseliyor Eliza?!" Asef'in kendini tutarak öfkeyle söylediği şey karşısında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Şu an huysuz dedelere benziyordu.
"Yani kötü bir şey mi demiş?" diye oyunuma devam ettim. Biraz daha yaklaşınca burnunu burnuma sürttü. Sıcak nefesini dudaklarıma verince kalbim sertçe kütledi.
"Ne dediğini uygulamalı göstermek istiyorum. O zaman bence net şekilde anlarsın, ayrıca o kadar da saf olduğunu sanmıyorum bebeğim. Benim sabrımı sınama, bu defa yarım bıraktığım şeyi tamamlarım." Dudaklarının baskısını hissedince geri çekildim. Hemen pes etmeyecektim. "Gidip o adamın sağlam yerlerini kırarım."
Kaşlarımı çatıp önüme döndüm. "Asla içindeki öküzü durdurmuyorsun Asef. Tamam, adam gayet iğrenç konuşmuş. Ahlaksız ve pisliğin tekiymiş ama kendi adaletin ile hüküm vermemen gerekirdi. Yorgunum, eve gidelim." Yönümü dışarı çevirip daha fazla konuşmak istemediğimi belli ettim. En azından suçsuz olduğu tarafı kabul etse ölürdü sanki...
"Durduruyorum ben o öküzü, yoksa neler yapmak istiyor bir bilsen..." dedi ağzının içinden homurdanır gibi.
"Çok duruyor haklısın." dedim ben de aynı şekilde. "Ayrıca o kadar havalı şekilde şarkı söyleme bir daha. Bütün kadınlar içine düştü." Sinirli şekilde devam ettim.
"Ben sadece bir kadının içine düşüyorum, görmedim kimseyi." dedi benim gibi sert şekilde.
"İyi." dedim öfkeyle.
"İyi." dedi aynı öfkeyle. "Sevdiğimize iki kur yapalım dedik, kendi ağzımıza sıçtık."
"Başkasının ağzına sıçtım desen daha doğru olur." dedim. Gülmemek için resmen direniyordum.
"Az sıçtım az, bulurum ama ben onun yedi sülalesini." dediği şeyle yüzüne baktım. Aynı anda o da bana dönmüştü. "Tamam ya, bir şey yapmam. Zaten kırılan burnuna estetik bile yapsa aynı olmaz artık."
Bu kadar normal bir şeyden konuşur gibi olması saç baş yolduracaktı bana artık. "Polise falan gider mi?" diye sordum. Sonuçta burası yabancı bir ülkeydi. Asef, Türkiye'de her şeyi kolay halletse de burası farklıydı.
"Sorun olmaz, bunun için endişelenme."
"Ne endişe edeceğim senin için, sonuçta ben de yanındaydım. Kendimi düşünüyorum." dedim umursamaz şekilde. Külliyen yalan...
"Öyle olsun, ben yanındayken herhangi bir şeyin sana zararı dokunamaz." Söz verircesine bir cümleydi.
"Öyle olsun." diye karşılık verdim.
Bana cevap vermemiş, radyodan bir şarkı açmıştı. Gidene kadar ben etrafı seyrettim o da beni...
Kızmıştım ama hiçbir şey ona olan sevgimin önüne geçemiyordu. Korktuğum şey buydu; yaptığı şeyleri görmezden gelip aşkı seçiyordu kalbim... Tek korkum içimde birikip dağ gibi bir acı enkazının altında kalmaktı...
**
Toscano, her yerini gezmesem de bana göre İtalya'nın en masalsı yeri olabilirdi. Özellikle gün batarken karşımda oluşan manzara öyle büyüleyiciydi ki resmen aşık olmuştum. Asef'in söylediği şey kesinlikle doğruydu. İnsanın bolca huzur yüklenebileceği yer kesinlikle burası olurdu. Ama kasabanın etkileyiciliğini geride bırakan şey ise Asef'e ait olan malikanenin ta kendisiydi. Büyük demir kapıdan giren aracın ön camına yapışmış gibi önümdeki manzaraya bakıyordum. Yüksek tepelerin arasında batan güneşin ışınları ağaçlarla dans ediyor gibiydi. Tepeye doğru çıkan araba küçük göllerin yanından geçerken bu kadar doğal bir ortam beklemediğim için çok şaşırmıştım. Doğadan bir parça gibiydi her şey, taş detayları evi de bu doğallığın bir parçası yapmıştı. Ama boydan boya camdan duvarlar araya modern dokuyu katmıştı. Birden fazla havuzun varlığı ise katmanlı bir merdiven gibiydi. Ama sudan...
"Çok güzelmiş." dedim. Araba yemyeşil bahçenin kenarında durmuştu. "Bu kadar masalsı bir yer daha önce görmemiştim. Film karesi gibi..."
"Sen benim hayatıma girdiğin günden beri her günüm bir masal..." Soluma dönünce dikkatle bana bakan koyu renk gözlerle karşılaştım. Hala sinirlisin Eliza, hemen yumuşama!
"Ben o masaldaki cadıydım sanırım. Öyle demiştin." dedim yönümü tekrar bahçeye çevirirken. Cihan evin önüne çıkmış bize bakıyordu. Daha doğrusu arabada ne yaptığımızı anlamaya çalışıyor gibiydi. Yanımdaki adamın güzel gülme sesi kulağıma dolunca istemesem de döndüm. Çünkü Asef gülünce çok yakışıklı görünüyordu. İnci gibi beyaz dişleri dolgun dudaklarının arasından görünüp kayboluyordu.
Ben ona baktığımda alt dudağını ısırıp biraz yaklaştı. Geri çekilmek aklımdan bile geçmedi. Ben zaten ondan uzak duramıyordum. "İtalyancada bir söz var: "Sei dolorosamante bella..."
"Ne demek?" diye sordum. Başını çevirip kapıyı açıyorken durdu, gözlerime baktığında daha önce onda görmediğim bir ifade vardı yüzünde. Hafif şekilde gülümseyip dışarı çıktı. Ben de arkasından hızla indim.
"Kesin bana kötü bir şey söyledin! Küfür mü ettin?" Asef'in hızlı adımlarına yetişmek için resmen koşuyordum. Aniden önümdeki devasa beden durunca ben de kafamı sırtına çarpmış oldum. Ama daha acıyla inleyemeden belime sarılan kollarla kendimi geniş bir göğse sarılı buldum. Başını boynuma eğip önce kokumu içine çekti daha sonra da başımı döndürecek bir tutkuyla öptü. Ardından ise dudaklarını kulağımda hissettim.
"Ben sana asla ama asla kötü bir söz söylemem. Yatakta bile, hmm orası değişebilir tabi..." Sesi aşırı erotikti ve şu an bu pek iyi değildi. "Ama olur da güneş batıdan doğup sana seni kıracak bir şey söylersem beni affetme küçüğüm... Çünkü ben kendimi asla affetmem..." Geri çekilirken yanağıma da küçük bir buse kondurmuştu. Arkasını dönüp yürümeye başladığında ben birkaç saniye şaşkın şekilde öylece kalmıştım.
Her zaman beni böyle etkilemesi haksızlıktı.
Doğayla bütünleşmiş harika malikaneye girdiğimde her yanın aydınlatıldığı bir salonla karşılaştım. Beyaz ve kahve tonlarının yeşille bütünleştiği manzaraya bakarken esas manzaranın evin arkası olduğunu gördüm. Yine camdan duvarlar evin arkasındaki manzarayı büyüleyici şekilde gösteriyordu. Ben etrafa hayranlıkla bakarken Asef ortadan kaybolmuştu. Uzun birkaç dakika boyunca her yere göz attım. Ne kadar gezersem gezeyim asla doyamacağım güzellikte bir yerdi. Mutfak ve salonun birleştiği noktaya gidince bana gülümseyerek bakan Alya ile karşılaştım.
"Sonunda geldiniz, resmen sıkıntıdan patladım. Cihan desen içimi bayıp durdu." Yanına oturmadan önce saçlarını öptüm.
"Aşk olsun Alya Hanım, yaklaşık iki buçuk saat Tolga ile konuşup benim yüzüme bakmayan sizdiniz." Cihan da yanımıza gelip masaya oturdu.
"Duydun mu Eliza?! Cihan aşk olsun dedi. Sende gelişme var Cihan, artık normal insanlar gibi konuşuyorsun." Alya gülerken ben de ona eşlik ettim. Keyfi yerindeydi, kontrollerinde herhangi bir olumsuzluk olmaması ve Tolga'nın varlığı ona çok iyi geliyordu. Resmen yanakları al al parlıyordu.
"En güzel gelişmeler hep sizde Alya Hanım. Geçen yıl da buradaydık. Ama ilk defa burayı böyle güzel yapıyorsunuz, hem sesinizle hem de gülüşünüzle..." Cihan çok konuştuğunu düşünüp boğazını temizledi.
"Ay ay! Ne güzel şeyler söylüyorsun sen öyle?!" Alya elini uzatıp Cihan'ın elini tuttu. "Hep böyle konuş, beni hep öv. Senin övmen çok hoşuma gitti, çünkü sen yalan söylemezsin."
"Alya'm, biz sana yalan mı söylüyoruz?" Yanımıza gelen Asef'in ıslak dağınık saçları duştan yeni çıktığını gösteriyordu. Kaslarını ortaya seren siyah bir tişört ve koyu bir kot giymişti. Spor giyinmek ona çok yakışıyordu. Aniden bana bakınca hemen gözlerimi çektim. Kesin onu süzdüğümü gördü. Zaten her şeyi de görüyor.
"Hayır abiciğim ama Cihan söyleyince çok hoş geldi kulağıma." dedi Alya gülerek. Bu sırada birkaç çalışan ve orta yaşlı bir kadın yemek servisi yapmaya başlamıştı. Ama ben çok toktum, muhtemelen Asef de... "Cihan, abimi de öv, bak onun da çok hoşuna gidecek." Alya'nın ciddi şekilde söylediği şey ile büyük bir kahkaha attım. Asef yüzünü buruşturarak bakarken, Cihan her zaman olduğu gibi ifadesizdi.
"Tamam abartmayalım, tansiyonum yerli yerinde dururken hiç oynatmayalım." dedi Asef başını sallarken. Cihan ise elindeki tablete dönmüştü bile. Her zaman işleri ön planda tutmayı başarıyordu.
"Ben çok tokum, sokak lezzetleri tadarken biraz abarttım. Bir duş alıp dinlensem biraz olur mu?" dedim ayağa kalkarken. Alya önündeki yemeği yerken başını sallamıştı.
"Merdivenden çıkınca soldaki ikinci kapı odamız." dedi Asef. Mesaj basitti, beraber kalacaktık. Bunun için itiraz etmem gerekti ama şu an uygun olmadığı için sadece başımı salladım.
"Ben de yemeğimi yiyip odama geçeceğim. Tolga ile görüntülü konuşacağız." Alya abisinin ona attığı bakışları umursamadan yemeğini yiyordu. Arkamı dönüp merdivene yöneldim.
Evin içi de dışı kadar etkileyici ve güzeldi. Odayı zorlanmadan bulup içeri girdim. Çok büyük ve sıcak bir odaydı. İlk dikkatimi çeken alt katta olduğu gibi geniş bir cam duvardı. Harika bir manzaraya bakıyordu. Odanın geri kalan detayları beyaz ve açık mavi tonlarındaydı. Her ne kadar bakmamaya çalışsam da büyük beyaz yatak ben buradayım diye bağırıyordu. Asef ile birlikte çok gece uyumuştuk ama yine de aşırı gergin hissediyordum. Başımı çevirip valizimi aradım kenardaydı ama içi boştu. Beyaz dolabı açınca eşyalarımın düzenli şekilde yerleştirildiğini gördüm. Bana ait elbiselerin dışında da elbiseler vardı. Birkaçına bakıp meşhur markalardan olduğunu görünce hemen bıraktım. Bunlar benim için mi alınmıştı? Ya da daha önceden mi vardı? Ama önceden olsa benim elbiselerimin yanında olması saçma olurdu.
Dolabı kapatıp kendi elbiselerim içinden bir şort ve askılı bir tişört aldım. Odanın içindeki banyoya girip üzerimdekileri çıkarttım. İçerideki koku ve nem hala Asef'in izlerini taşıyordu. Suyun altına girip gün içinde yorulmuş bedenimi yumuşatmaya başladım. Ama aklıma dolan anıyla kaskatı kesilmem uzun sürmemişti.
Benim evimde banyomda... Asef beni kurtardıktan sonra... Düşünmemeye çalışsam da aklıma dolan bir anıydı. Neden orada öyle yaptım ki? Acaba aşırı gergin olduğum için mi? Ya da aklımı dağıtmak için...
Ama sebebi ne olursa olsun yaptığım iyi bir şey değildi. Adamın şeyini elledim resmen!
Ama o da daha önce sana dokundu...
İç sesim öyle dese de yine de bu yaptığım şeyi haklı çıkarmaz. Ama sevgilim... Yine de böyle bir şey için erken... Sonuçta hayatı boyunca kadınlara dokunmadığını söyleyen bir adam Asef. Belki de rahatsız oldu, belki de o yüzden beni geri çekti.
Off! Kesin rahatsız oldu... Ama benim çok hoşuma gitmişti ona öyle dokunmak. Yüzündeki o ifadeyi görmek... Onu etkiliyor olmak bir kadın olarak gururumu okşayan bir durumdu.
Saçlarımı durularken kendime gelip Asef'e hala kızgın olduğuma kendimi ikna ettim. Konuşmamız gerekti, öfke problemi vardı ve bunu çözmemiz gerekti. Yoksa bu ilişkimize zarar verecekti.
Elbiselerimi yatağın üzerinde unuttuğum için kısa bir havluyu kapattığı kadar bedenime sarıp duştan çıktım. Aniden hissettiğim soğukluk titretirken karşımda gördüğüm adam bedenimi ateşe vermişti.
"Güzel havlu," dedi Asef. Bakışları hiç çekinmeden bedenimi süzüyordu. Birkaç saniye öylece kalsam da kendime gelip hatırladığım atmam gereken triple arkamı döndüm. Ama keşke dönmeseydim çünkü orası pek kapalı değildi. "Az önce de ben onu kullandım." Hemen arkamda hissettiğim ses sonrası sırtım Asef'in sert göğsü ile birleşti. Kalçamın ise nereyle birleştiğini bile söylemek istemiyorum. Pantolonun altından bile böyle bir büyüklüğü hissetmem normal miydi? "Belimden altını sardım, tüm ıslaklığımı çekti..."
Kalbim resmen ağzımdan atarken bulduğum son bir cesaret kırıntısı ile öne doğru ilerledim ama Asef de aynı şekilde hareket edince bulunduğumuz pozisyon değişmedi. Üstüne üstlük Asef'in elleri belimi sardı. "Asef ne yapıyorsun?"
"Milli sorumuz da geldi." Gülüşü kalbimi eritiyordu. "Bana hala kızgın mısın?'' Dudaklarını boynumda hissetmek aklımı bulandırıyordu. Bana ne zaman bu kadar yaklaşsa ve ben ne zaman onun kokusunu bu kadar yoğun alsam allak bullak oluyordum.
"Evet, sen öfke sorunun olduğunu kabul etmeyip aynı şeyleri yapmaya devam edersen de geçmeyecek." Hızlı şekilde konuşup etkisi altında olduğum duyguyu belli etmemeye çalıştım. Asef'in büyük varlığını arkamda daha yoğun hissetmeye başladığımda beni yatağa doğru ilerlettiğini adımlarımdan anladım. Dizim yatağa değince beni etrafımda çevirip yüz yüze gelmemizi sağladı. Ardından bir dizini yatağın üzerinde kırıp beni yavaşça geriye doğru itti. Sırtım yumuşak yatakla buluştuğunda o da çoktan üzerimdeki yerini almıştı. Bacakları iki yandan beni sarmış, elleri de başımın iki yanında resmen bir kafese almıştı beni.
"Kabul ediyorum, öfke sorunum olduğunun farkındayım ama son zamanlarda gereksiz yere hiçbir şeye öfkelenmedim." Konuşurken sakindi ama gözlerinin derinliklerinde yanan bir ateş vardı. "Eliza, ben sevdiklerim söz konusu olduğunda kontrolümü bazen kaybediyorum ama öfkem sadece hak edene yöneliyor. Bana yargısız infaz yapma." Cümlesi bitince dudakları çeneme baskı yaptı. Bir eli saçlarımı okşuyordu. "Çevremde öyle insanlar var ki aksi şekilde davranmam mümkün değil. Yapamam..." Sesi sona doğru yalvarır gibi çıkmıştı.
"Ben senin hayatının içine öylece düştüm Asef, nasıl bir hayatın olduğunun farkındayım. Senden sadece bana ağır gelen şeyleri yapmamanı istiyorum." Kısık sesle konuşurken onun boynumda olan dudakları ve hissettiğim dili işimi zorlaştırıyordu.
"Evet, hayatımın tam ortasına düştün meleğim... İnan bana seni incitecek hiçbir şey yapmam sadece buna maruz bırakılıyorum. Özellikle önümdeki süreç biraz sıkıntılı."
"O ne demek?" Başımı geri çekince o da geri çekildi. Üzerimden kalkıp hemen yanıma oturdu. Ben de elimle havluyu düzeltip dik şekilde yatağın üzerinde oturur pozisyona geldim. "Neden öyle söyledin?"
"Bilmediğim ve hala kim olduğunu bulamadığım birisi var. Ne istediğini ya da neden bunları yaptığını bilmiyorum. Çevremizde olanların onunla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Senin kaçırılman, Alya'nın doğum gününde yapılan saldırı ve diğer her şey... Bundan sonra üzerime gelmeye devam edecekler, hem de bir öncekinden daha sert." Elimi tutup ona bakmamı bekledi. "Babamdan bana kalan kötü bir miras mı yoksa benim yüzümden mi bilmiyorum. Ama her şeyi öğrenip çözene kadar biraz sabırlı olsan olur mu? Bana biraz müsamaha göstersen..."
"Asef, mesele sadece etrafındaki kişiler mi sanıyorsun? En çok senin için endişe ediyorum ben. Ya sana bir şey olursa? O zaman sevdiklerinin hepsini kaybetmiş olursun." Yüreğimde dolan korkuların en başında bu vardı. Onu kaybetmek istemiyordum. Ona bir şey olacak düşüncesi her şeyi daha da zor hale getiriyordu. Benim için her şey daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
Elini kaldırıp yanağımı avucunun içine aldı. Ben ise kendimi bu avucun içine bırakırken bir an bile tereddüt etmiyordum. "Merak etme birtanem, siz iyiyseniz ben iyiyim. Beni böyle bekleyen bir kadın varken hele, günün sonunda onun kollarına dönmek için her şeyi yaparım. Ama içinde hiçbir şüphe olmasın Eliza, aklına takılan her ne varsa bana sor. Sana yalan söylemeden her şeyi söylerim. Senden bir şey gizlemek istemiyorum, kötü bir şey olsa bile seninle her şeyi paylaşacağıma söz veriyorum. Bazen seni sinirlendirebilirim, bazen üzebilirim, belki bazen de benim yüzümden ağlayabilirsin. Ama yanımda ol, lütfen bu savaşta yanımda ol..." Beni kollarına çekip sımsıkı sarılırken verdiği söze mühür vuruyor gibiydi.
Ve ben bir kez daha kalbimin sesini dinledim. Bir kez daha aklımın söylediği olumsuz sözleri bastırdım. Ve bir kez daha aynı yolu seçtim. Sonuçlarını bilmeden onunla bu yola çıkmıştım. Çünkü yoldan önce yoldaşıma karar vermiştim...
"Sana güveniyorum..."
Dudaklarımdan dökülen bu iki söz onun vurduğu mühre inancımdı. Kalbim, aklım ya da ruhum... Her yerde büyük fırtınalar olurken bir yer ona inanıyordu, bir yer sadece ona güveniyordu...
Öyle bir yer ki, o olmadan yaşamayı kabul etmiyordu...
**
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.46k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |