36. Bölüm

BÖLÜM 34

Sitare Yazar
yzrsitare

Senden öncesi öyle uzak ki, anılar bile yok sanki... Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milât gibi...

Cemal Süreya

 

***

Yağmur damlaları arabanın tavanını döverken herkes sessiz şekilde yarım saat önce yaşananları idrak etmeye çalışıyordu. Eliza elini tutmuş dikkatle ona bakan Asef'in yanında otururken onların karşısında Nehir ve Tolga arkada da Doruk vardı. Önde oturan Cihan da derin bir düşünceye dalmıştı. Kostümleri içinde, sonu kötü bitmiş bir çizgi filmden çıkmış gibiydiler.

"Öldü mü?" Sessizliği Nehir bozmuştu.

"Hayır, sadece omzundan vuruldu." diye cevap verdi Asef. Ama gözü Eliza'nın üzerindeydi. Tepkilerini ölçmeye çalışırken içinde büyüyen tedirginliğe engel olamıyordu.

"En son gülerek Asef Bey abiye bir şeyler söylüyordu. Hatta aralarında çok romantik bir konuşma geçmiş gibiydi." dedi Tolga. Sarhoş olduğu için kelimeleri yuvarlıyordu. Bende aynı yerden vurulmuştum, diye içinden düşünmüştü.

"Kimler neden saldırı yaptı ki? Bir de sadece Pusat abiye yönelikti, kimseye bir şey olmadı." Doruk'un sesindeki üzüntü, Pusat için bir tek onun endişelendiğini açıkça belli ediyordu.

"Belli ki Pusat'ın pek de temiz bir hayatı yokmuş. Birilerinin canını yakmış demek ki..." Asef'in imalı sesi ile Doruk kaşlarını çatarak baktı. Ona göre bu büyük bir saçmalıktan ibaretti.

"Hiç sanmıyorum, ona zarar vermek isteyen her kimse mutlaka kötü birisi..." Doruk yüzünü camdan dışarı çevirip yağmurun oluşturduğu su birikmiş yollara bakmaya başladı.

"Tartışılır," dedi kısık sesle Asef. "İyi misin?" Eliza'nın yüzünde okunması güç bir ifade vardı. Saldırı esnasında onun ne kadar korktuğunu Asef görmüştü. O esnada içinden kendine tüm küfürleri etmişti ama çok geçti. O daha sessiz bir gösteri planlamıştı ama Cihan her zamanki gibi biraz abartmıştı.

Eliza'nın bakışları gittikçe sertleşirken biraz daha Asef'e yaklaştı. Göz ucuyla arkadaşlarına bakıp kendi alemlerinde olduklarını gördü. Tolga çoktan uykuya dalmış, Nehir de son dakika haberlerinde resmi var mı diye korkuyla magazine bakıyordu. Babasının görmesinden deli gibi korkuyordu.

"Sen mi yaptırdın?" Eliza'nın sesindeki soğukluk karşısında Asef gergince yutkundu. O da göz ucuyla diğerlerine bakmıştı hızlıca. "Sen yaptın..." dedi aynı kısık sesle Eliza. Yüzünde kızgınlık, şaşkınlık ve en kötüsü de korku vardı.

"Bebeğim, şimdi bunu konuşmayalım, aklında her ne varsa düşündüğün gibi değil." Asef'in sesi de kısıktı ama Eliza'nın aksine daha sert konuşuyordu.

"Eğer aklımdaki şeyi sana söylesem dürüstçe cevap verir misin?" diye sordu Eliza. İçinde kabaran öfkeye engel olamıyordu. "Benim kendimi ikna etmeye zorlandığım şeye sen beni ikna eder misin?"

"Konuşacağız, endişelenme." dedi Asef. "Cihan, bizi arabamın olduğu yere götür." Asef'in sesi yüksek çıkınca diğerleri ikisine bakmıştı.

"Her şey yolunda mı Eliza?" Nehir'in sorusuna başını sallayarak karşılık vermişti Eliza. Ama rengi atmış yüzü pek de her şeyin yolunda olmadığını gösteriyordu.

"Yoksa gece sizin için başka yerde mi devam edecek? Konakta kimse yok mu?" Tolga kelimeleri yuvarlıyordu, net anlaşılmasa da endişeli olduğu belliydi. Ne ara uyanmıştı kimse onu da fark etmemişti.

"Merak edecek bir durum yok." dedi Asef. Göz ucuyla da Doruk'a bakmıştı. Ama Doruk zaten başka bir şey düşündüğü için onlarla ilgilenmiyordu.

"Benim içim rahat etmeyecek, üzerimi değişip hemen hastaneye gitmek istiyorum." Doruk kendi kendine konuşurken Asef'in gergin bakışları hala onun üzerindeydi ama herhangi bir şey söylemedi.

"Efendim şemsiye," Araba yavaşlayınca Cihan önden Asef'e doğru siyah bir şemsiye uzattı. Duran arabanın kapısı açılınca ilk Asef inmişti. Şemsiyeyi açıp Eliza'ya elini uzattı.

"Merak etmeyin, eve geçip dinlenin. Ben de gelirim hemen zaten." Eliza ona bakan arkadaşlarına rahatlamaları için söylediği sözlerden sonra Asef'in elini tuttu. O da araçtan inince kapı kapanmış, siyah araba hareket etmişti.

"Gel güzelim," Asef hızlı şekilde siyah arabasının kapısını açıp Eliza'nın binmesini bekledi. Şemsiyeyi döven yağmur seslerinin altında birkaç saniye ona bakan Eliza ardından arabaya binmişti. Gördüğü bakışların pek de hayra alamet olmadığının farkında olan Asef hızlıca şoför koltuğuna geçip oturdu. Ama arabayı çalıştırmamıştı.

Gecenin ortasında bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun cama vuran sesleri eşliğinde ikisi de sessizce önüne bakıyordu. Asef, Eliza'nın üşümemesi için klimayı açmaktan başka bir harekette bulunmamıştı.

"Bir sürü insan varken," Eliza konuşmaya başladığında Asef koyu gözlerini sevgilisine çevirdi. "Hele ki sevdiğin insanlar, sana yakın insanlar... Böyle bir ortama silahlı saldırı yapmadım de!'' Eliza'nın gözlerinden taşan öfke Asef'in göğsüne sert bir bıçak darbesi gibiydi. İlk kez yaptığı planların sonucunda birinden azar yiyordu. Hatta azarın ötesine geçip azap olmak üzereydi. Asef şimdiye kadar kimseye hesap vermemişti, sevdikleri iyi olduğu sürece yaptığı planın da önemi yoktu, o sonuçla ilgilenirdi hep. Ama artık öyle değildi, bunu öğrenmek üzereydi...

"Ama bu tanım pek uygun olmadı Eliza, tam olarak öyle demezdim ben. Sadece aileme yapılan şeyin karşılığıydı." Asef sesini sakin tutmaya çalışırken kelimelerin üzerine basmayı ihmal etmiyordu.

"Ne karşılığı Asef?!" Eliza aniden bağırınca Asef dişlerini sıkmıştı. "Pusat'ın ne yaptığını bilmiyorum! Ama karşımızda, o kadar insanın içinde adamı vurduttun! İnsanlar şok oldu, herkes çok korktu! Bu mu senin karşılık verme şeklin?!"

"Birincisi bana sesini yükseltmekten vazgeç Eliza." Asef, Eliza'nın aksine normal ses tonunda konuşuyordu. Ama bakışları öfkesini ele veriyordu. "İkincisi benim kardeşim doğum günü pastasını üflerken kurşun yağdı üzerine. Tolga vuruldu, sevdiklerime saldırı oldu. Bunu yapan Pusat'ın ta kendisi... Kendine lider diyen adam, en başından beri benimle uğraşan, seni kaçıran... Şimdi ise bir savaş başlamışken sizin zarar görmemeniz benim önceliğim, o şerefsizin değil."

Eliza derin bir nefes alıp önüne döndü. Duyduğu şeyleri sindirmeye çalıştı. Pusat'ın gerçekten de bunları yapan kişi olduğuna inanmak çok zor geliyordu ona. Ama daha sonra adamın sargılı parmağını hatırladı, onun ısırdığı yer olabilir miydi? Aldığı tiner kokusunu düşündü, resimlerinden gelen kokuya benziyordu.

"Ama, ama...Neden öyle yapsın ki? Kendi halinde bir ressam o..." Eliza dalgın şekilde konuşuyordu. Kendi içinde ciddi bir karmaşa hissediyordu. "Yetimhanede büyümüş, kimsesiz... Öyle söyledi, nasıl o olur? O öyle birisi değil."

"Sadece o kadar değil bebeğim, gerçekte kim olduğunu bulacağım. Ama o masum birisi değil aksine çok tehlikeli bir adam. Şimdi ise ifşa oldu, artık daha tehlikeli." Asef, Eliza'nın elini tutup kızın ona bakmasını bekledi. "Baştan beri her şey bir maskeydi, bilerek yaklaştı size."

"Doğru mu? Emin misin?" Eliza'nın aklı hala karışıktı. Gözleri dolmuştu.

"Her şeyi yapan oydu, İtalya'da arabamın üzerindeki kuşlara kadar..." Asef'in söylediği şeyle Eliza'nın aklına dolan anı, midesinin büyümesine neden oldu. "Benim bundan sonra öğrenmem gereken ilk şey gerçek kimliği, yoksa asıl amacını öğrenemem." Asef bunu daha çok kendine hatırlatıyordu. Ama kulağına dolan kelimeler ile öylece donup kalmıştı.

"Peki senin ondan ne farkın var? Eğer söylediğin doğruysa o da üzerimize kurşun yağdırdı, aynı şekilde sen de... Ne farkın var?"

"Söylediğim şeylerin doğruluğu mu? Bana karşı şüphen mi var?" Kaşları çatılmıştı Asef'in. Sevgilisinin şu an büyük bir şokta olduğunu bilse de duyduğu kelimeler yaralamaktan geri durmuyordu.

"Asef, ben sadece söylediğin şeylere göre hareket ediyorum. Kendi gözlerimle görmedim, benim gözlerim başka şeyler gördü. Kulaklarım başka şeyler duydu, kabul etmemin zor olduğunu görmüyor musun?" Eliza ciddi bir kafa karışıklığı içindeydi. "Bana ve arkadaşlarıma yardım ederken gerçekten samimiydi hiçbir zaman rol yapıyor gibi değildi. Doruk onu çok seviyor ve güveniyor. Yıllardır birlikteler, farklı birisi olsa bilmez mi?"

"Bazen sevdiğimiz insanlar tehlikenin ta kendisi olabilirler, bununla yüzleşmenin ağır olduğunu biliyorum ama," Eliza, Asef'in sözünü kesince adam sertçe nefesini verdi.

"Sevdiklerini bizzat sen tehlikeye attın, hala tüm bedenim korkuyla titriyor, bunu bu şekilde yapmak zorunda mıydın?Onunla her ne meselen varsa daha medeni şekilde halledemez miydin? Siktir Asef! Her şey böyle olmak zorunda mı?" Eliza daha fazla dayanamayıp gözlerinden akmak için bekleyen yaşları serbest bıraktı. Ona şokla bakan Asef umurunda değildi.

"Sen bana küfür mü ettin?" Asef, konuşmak için Eliza'nın sakinleşmesini beklemeye başladı. Bu esnada yağmur sesi artarak devam ediyordu.

"Ettim Asef! Daha da etmek istiyorum! Lan üzerimize kurşun yağdırdın! Normal mi sence?! Ağzına sıçsam az kalır!" Eliza üzerindeki dekoltenin daha da açılmasını umursamadan Asef'e doğru eğilip adamın siyah kravatını eline doladı. Kendine çektiği Asef'in yüzünden akan ifadenin farkında değildi. Adamın delirmesine saniyeler kalmıştı.

"Öfkeli olduğunda bozulan ağzın çok seksi farkında mısın?" İkisinin yüzü arasında bir karış bile mesafe yoktu. Sıcak nefesleri yüzlerini yalıyordu. "Bu esnada o ağzına neler yapmak istediğimi bir bilsen..."

Eliza ise Asef'in söylediği şeyleri pek de duymuyor gibiydi. "Yaptığın şey yanlıştı Asef! Ya birisine bir şey olsaydı? Bunun ne kadar korkutucu olduğunun farkında mısın?" Eliza'nın sözü sonunda aniden belinden kavranması ile kendini Asef'in kucağında bulmuştu. "Ne yapıyorsun ya?!"

"Artık şu sesini kıs, yoksa sabrım taşacak. Ayrıca kimseye bir şey olmadı, sadece olması gerekene oldu." Asef, Eliza'nın belini sıkıca sararken önüne serilen beyaz dolgun göğüslere bakıp derin bir iç çekti.

"Ne kadar korktu herkes, farkında mısın?"

"Ne yapayım Eliza? Sevdiğim herkesi bir fanusa koyup saklayamam, dünyama dahil olan kimseyi kafese hapsedemem. Benim görevim sizlerin özgür olduğu bir dünyada sizi korumak, o kurşunların hedefi olmadığınız sürece tetiği sıkmaktan çekinmem." Asef elindeki siyah deri eldiveni çıkarıp Eliza'nın saçlarını okşamaya başladı. "Ben sevdiklerim için her şeyi yaparım Eliza."

"Sevdiklerinin canını yakma pahasına mı?" Eliza'nın dudakları neredeyse Asef'in dudaklarına değmek üzereydi. Adam sertçe yutkunup, aralarındaki mesafeyi bozmadan devam etti. "Onları tehlikeye atarak mı?"

"Onlar artık tehlikenin içindeyse bunu bilmek zorunda... Ama onları koruyacağımı da..." Asef konuşurken, kucağındaki beyaz bacağı okşadı. Eliza'nın alt dudağını, dudakları arasına alıp kısa bir süre emdi. "Lanet bir dünyam var ama bu dünyada sadece sizlerin aydınlığı var. Senin aydınlığın, bunları kaybedemem..." Asef bu defa Eliza'nın üst dudağını hafifçe öptü.

"Bunlara alışmamızı mı söylüyorsun? Her an tepemizde kurşun mu uçacak demek istiyorsun?" Eliza, Asef'in aksine sertçe adamın alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırınca, karşılığında sert bir inleme kazanmıştı. Asef'in dudağındaki kana bakıp ardından diliyle yaladı.

"Vahşi kedi..." Asef çarpık bir gülüşle derin bir nefes aldı. "Hayır, bunlara alışmanızı değil, ben düşmanımı yok edene kadar sabırlı olmanızı istiyorum. Ama illa bir şeye alışmak istiyorsan sürekli sana kabaran altında hissettiğin canavara alışabilirsin..." Asef kendini sertçe yukarı kaldırdığında Eliza ellerini adamın omzuna koydu. Asef'in kucağına oturduğu andan itibaren kalçalarında hissettiği sertliğin farkındaydı.

"Sana gerçekten kızgınım Asef..." Görmezden gelip aklındaki sorulara odaklandı.

"Her kızgın olduğunda böyle yapacaksan, ben razıyım..." Asef'in dudakları Eliza'nın boynunda dolaşmaya başlamıştı. "Şu an üzerindeki kıyafeti parçalamak istemem normal mi?"

"Asef," Eliza geri çekilince Asef kaşlarını çatarak, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibi baktı. "Eve gitmek istiyorum, Nehir çok korktu. Onunla konuşmam lazım, ayrıca çok yorgunum." Eliza adamın kucağından kalkmaya çalışırken Asef öfkeyle derin bir nefes alıp kıza yardım etti.

"Ne oluyor Eliza?"

"Eve gitmek istiyorum Asef." Eliza'nın içinde garip bir his vardı. Yine yaşadıklarının ağır geldiği bir yerdeydi. Pusat'ın bu kadar şeyi yapmış olması karşısında zihni allak bullak olmuştu. Kabul etmekte zorlanıyordu. Asef'in yaptığı şeye öyle çok öfkelenmişti ki, Asef'in yanlışını kabul etmemesi kalbini kırmıştı. Sevdikleri zarar görmesin diye her türlü tehlikeye maruz kalmalarını kabul etmesini aklı almıyordu.

"Bana bak," Asef'in dediğine herhangi bir tepki vermemişti Eliza. Bunun üzerine Asef elini uzatıp nazik şekilde kızın çenesini tutup yüzünü kendine çevirdi. "Bir daha benden yüzünü çevirirken iki kere düşün Eliza. Bunun ne kadar kırıcı olduğunu biliyor musun?"

"Peki sen, bu yaşananların benim için ne kadar kırıcı olduğunun farkında mısın?" Eliza'nın sorusu karşısında Asef'in çenesi kasıldı.

"Sana yalan söylememi mi isterdin Eliza? Sahte bir pembe balon mu vermemi isterdin?" Asef'in bakışları yapma der gibiydi.

"En azından yanlışını kabul etmeni isterdim. Ama pardon sen özür bile dilemezdin, asla hatanı kabul etmezdin unutmuşum." Eliza yeniden başını çevirip cama vuran yağmura baktı. Onun da içinde kalbine vuran dalgalar var gibiydi.

"Galiba bugün konuşmak için uygun bir zaman değilmiş." Asef'in sesindeki kırgınlık Eliza'nın kulağına ulaşsa da herhangi bir karşılık vermedi. Hızlı şekilde hareket eden araçtan dışarıyı izlemeye devam etti. Karmakarışık olmuş zihni ile...

***

Öfkeli adımlar ile yürüyen adam hastahane koridorunda bekleyen korumalara bakıp hepsinin başını yere eğmesine neden oldu. Vazifelerini yapamamış olmanın mahcubiyeti içindeydi hepsi. Hastahane odasının kapısı açılınca yaşına rağmen dinç yürüyüşü ile içeri girdi adam.

"Pusat!" Omzu sarılı şekilde yatakta yatan Pusat duyduğu sert sesle gözlerini açtı.

"Baba," dedi. Sesi her zamankinden güçsüz çıkmıştı. Aldığı ağrı kesiciler zihnini bulanıklaştırmıştı.

"Oğlum, iyi misin?" Adamın sesindeki endişe Pusat'a ulaşınca yorgun şekilde gülümsedi. "O yaptı değil mi?"

"İyiyim baba endişe edecek bir şey yok. Asef Arjen sonunda anladı. Aklı sıra karşılık verdi." Yaşlı adam Pusat'ı dinlerken yatağın kenarına oturup dikkatle oğlunun vücudunu kontrol etti. Görünürde başka bir yara yoktu.

"Aklını alacağım ondan ben, artık karşısına çıkmamın zamanı geldi. Şimdilik senin planın beklesin, kendini topla. Bundan sonrası ile ben ilgileneceğim." dedi yaşlı adam.

Pusat'ın da istediği tam olarak buydu. "Olur baba, sen bildiğin yoldan ilerle. Ben de biraz dinleneyim."

"Dinlen oğlum, şimdiye kadar yaptığın her şey için sağ ol."

Pusat cevap vermeden sadece başını salladı. Hiçbir şey hissetmediği bu adamın oğlu olmak asla onun tercihi değildi. Onun yüzünden yaşadığı şeyler ona yaşatacağı şeylerin yanında bir hiçti. Yaşlı adam zincir altında tuttuğuna inandığı Pusat'ı orada bırakıp çıktı. Ama orada yatan canavarı tanısaydı bu kadar rahat nefes alamazdı.

Pusat gözlerini kapatırken aklındaki planları gözden geçirmeye başladı. Yanılmayacağından emin olduğu bir şey vardı. Yarını iple çekmeye başladı.

***

"Bu iyi geldi." Nehir dumanı tüten bitki çayını içerken dalgın şekilde önüne baktı. Hareketli geçen bir günün sonunda yorgun bedenini biraz olsun şımartmaya çalışıyordu. "En azından daha gerçek hissediyorum. Başımın üstünde uçan kurşunların sesi hayal gibi..."

Eliza pijamalarını üzerine giymiş, Tolga'nın dizine başını koymuş öylece halıyı izliyordu. Hatta bir ara ilgisini çeken bir desene uzunca bakmıştı. Bu eski halıyı nereden bulduklarını düşünüp hayrete bile düşmüştü.

"Biz alışkınız, tabii senin etkilenmen normal." Tolga başını koltuğun arkasına yaslamış Alya'nın resmine bakıyordu. Eliza'ya rahatsızlık vermemek için kısa süre arkadaşının saçlarını okşayıp elini çekmişti.

"Gören de her gün kurşuna kafa attığını sanır Tolga." dedi alayla Eliza. Tolga'nın dizine yastık alıp koydu. Bu şekilde daha rahat olmuştu.

"Serseri bir yanım olduğu doğru, elden ne gelir..."

"Hala rüya gibi geliyor." dedi Nehir. "Kitap, dizi sahnesi falan değil... Resmen önce pasta patladı ve içinden kuşlar uçtu. Onun şokunu yaşarken camlar patladı ve Pusat vuruldu. Birisi beni çimdiklesin, valla ben anlamıyorum ya." Eliza, Nehir'i kırmayıp elini uzattı. Kızın bacağını sertçe sıkıştırdığında karşılığında "ahh" diye minik bir çığlık almıştı. "Kızım abartma, vur dedik öldürdün ha!"

"Sen istedin," Eliza yattığı yerde gözleri kapanırken gayet rahattı. Ama sadece fiziksel olarak. Yoksa zihninde büyük arbedeler oluyordu. "Ve evet maalesef her şey gerçekti. Kuşlar da kurşunlar da..."

"Şiir gibi oldu kız zilli, bu arada Pusat abi iyiymiş Doruk mesaj attı." dedi Tolga.

"İyi bari, en azından adama bir şey olmadı. Kim yaptı acaba? Hayır kendi halinde bir ressam. Acaba onu çekemeyen birileri falan mı? Sonuçta etraf mafya kaynıyor, sen de Asef yüzünden kaçırılmadın mı?" Nehir, Eliza'nın yüzünü gördüğü an söylediği şeye pişman olmuştu. "Özür dilerim kuzum, sana kötü anıları hatırlatmak istemedim. Sevgilini de karalamak değildi niyetim..."

"Tam olarak onu yaptın ama Nehir." Tolga gözlerini aferin der gibi devirmişti. Eliza ise Nehir'in bir yerde haklı olduğu söze bir şey diyemiyordu. Asef her ne kadar görünmez bir kalkanla onları korumaya çalışsa da bu kalkanı delenler yine onun düşmanıydı.

"Sorun yok Nehir, şimdilik herkes sakin olsun lütfen. Sadece bunları düşünmeyi bırakalım, bu arada..." derken başıyla televizyonu işaret etti Eliza. "Neden Kral Şakir'i izliyoruz?"

"Normal rutine devam ediyoruz. En azından aklımıza kötü şeyler gelmesin diye." Nehir televizyonda dönen görüntünün ne olduğu ile ilgilenmese de ses gelsin istemişti. "Hayır bizim için normal rutin; okula git, staja git, aldığın burs ya da harçlık ile ayın sonunu getirmeye çalış... Bundan ibaret, nedir bu aksiyon?" Tolga ve Eliza başını sallayarak Nehir'i onayladılar.

"Döner ile ayranı da aynı anda bitirmeye çalışmayı unutma." diye ekledi Tolga.

"Ayrıca haftaya bahar şenlikleri başlıyor. Her bölümün etkinlikleri var, sizin yine kermesiniz olacak mı Eliza?" diye sordu Nehir.

"Evet, bu yıl da olacak. Lösemili çocuklar için bağış adı altında, daha büyük bir organizasyon olması için çalışacağız. O yüzden bir an önce kendimizi toplayalım, finalleri de verip mezun olalım!" Eliza heyecanla yattığı yerden doğrulup Tolga'yı kolundan tutup sarstı.

"Her şeyin tadına bakmama izin ver, insanların sağlığı için... Ben fedakar ve muhteşem bir erkeğim." Tolga söylediği şey üzerine suratına yastık yemişti ama pek de umursamadı.

Biraz olsun kafalarını dağıtmak adına eğlenmeyi başarmışlardı. Dört yıldır her gün ne yaşarlarsa yaşasınlar birbirlerinin yanında olmuş üç arkadaş bugün de aynıydılar. Dertleri hep oradaydı ama onlar yüzlerini çevirip kısa bir an bile de olsa onu yok saymayı başarıyordu.

Her zaman kalplerine iyi gelen yanları onları sarmalıyordu...

***

Alya'nın saçlarını bir kez daha okşadıktan sonra odanın kapısını yarım açık bırakarak çıktı Asef. Biraz olsun sakinleşmek için dakikalardır melek yüzlü kardeşinin nefes alış verişini dinlemişti ama fayda etmiyordu. Onu sakinleştirecek bir çift yeşil gözken, bundan mahrum bırakılmıştı. Eliza'nın evinin önünde durdukları zaman birkaç saniye sessizlik olmuştu aralarında. Asef yüzünü sevgilisine çevirdiğinde ona kısa süre bakan Eliza kuru bir iyi geceler dedikten sonra arabadan inmişti.

"Geceyi sikeyim!" Asef'in salonu dolduran sesi sonrası Cihan ve Deniz adama döndü aynı anda. "Her defasında bu şerefsiz, adi, haysiyet yoksunu Pusat yüzünden ben Eliza ile tartışmak zorunda mıyım?" Asef sert bir içki alıp tekli koltuğa oturdu. Sigarasını yakarken öfkeden çatılmış kaşları derin izler oluşturmuştu.

"İnanmadı mı sana?" diye sordu Deniz. Cihan her şeyi anlatmıştı. Elinde olsa Pusat'ı bir kaşık suda boğacak kadar öfkeliydi. En başından beri ondan nefret etmesi boşuna değildi.

"Aklından neler geçtiğinden emin değilim. Tam olarak tersini de söylemedi, onun kızdığı başka bir şey. Benim yaptığım şeye öfkelendi, biraz olsun beni anlamaya çalışmıyor." Asef sigarasından derin bir nefes çekip arkasına yaslandı.

"Tolga ile konuştum. Nehir çok korkmuş, haliyle silahlı çatışma ortasında kaldılar. Eliza'nın sana kızması normal, açıkçası ben de bunu doğru bulmuyorum." dedi Deniz. Nehir'i aramamak için kendini zor tutuyordu zaten. Onun bu gece maruz kaldığı şeyden dolayı o da Asef'e kızmıştı.

"Anlamıyor musunuz lan?!" Asef'in öfkeli çıkışı ile Deniz yerinde sıçramıştı. "Adam daha önce benim ailemdekilerin canına kast etti. Orospu çocuğunun önde gideni, Alya'nın doğum gününde evimi taradı. Eliza'yı kaçırdı, daha bir sürü şey! Ben onu gördüğüm ilk yerde öldürürdüm ama arkasındakileri bulmadan ya da gerçekte kim olduğunu ve ne istediğini bilmeden yapamıyorum. Etraflarında tehlike varken onları bu hayattan soyutlayamam. Hepsi öğrenmek ve dikkatli olmak zorunda. Beni anlıyor musunuz?"

Deniz kadehinden büyük bir yudum alıp buruk şekilde gülümsedi. "Bu yüzden demiştim sana daha önce. Bizim gibi adamların sevmesi tehlikeli, sevmemeliyiz. Bizim sevgimiz öldürür..."

Başını koltuğa yaslayan Asef sigarasından derin bir nefes alıp yukarı doğru üfledi. "Bağımlılık Deniz... Kanına karışan ve seni yaşatan bir bağımlılıktan nasıl vazgeçersin? Her karanlığa her kötülüğe karşı aydınlık kanatları parlayan bir melekten nasıl vazgeçer şeytan?"

"O meleği de karanlığa sürüklüyorsa şeytan, sonunda kim kazanmış olur?" diye sordu Cihan. Şimdiye kadar sessiz şekilde durup konuşmaya karışmıyordu ama onun da zihninde dönüp duran şeyler vardı. "İkisi de kaybedince kazanılan ne olur?"

"Aşk kazanır derler," dedi Deniz.

"Aşk iki kişi arasında, onu taşıyacak kalpler ortadan kaybolunca aşk kazanmıyor." dedi ciddi şekilde Cihan. "Kalpleri ortadan kaldırmayı isteyen kazanmış oluyor."

Asef ise başka bir alemde gibiydi. "Onu anlıyorum, hayatının ortasına aniden düştüm. Tabii o da benim... Hayatı boyunca belki silah bile görmedi. Ne kadar hassas olduğunu biliyorum, benim hayatımdaki şeylerin onu incittiğini de biliyorum. Ama biraz olsun bana koşulsuz güvenmesi gerekmez mi? Ben onun hayatındaki kişiyim, sevgilisiyim... Bu o kadar basit değil... Ya da sadece bana göre mi basit değil? İlişki lan bu!" Asef'in kendi kendine yükselmesine Deniz ve Cihan bıkkın şekilde bakıyordu. "Bir ilişkide her ne olursa olsun sıkı bağlar ile birbirine bağlanırsın, her ne söylersen kalpten inanırsın. Ben onun ağzından çıkan her şeye koşulsuz inandım. Benden nefret ettiğini söyledi, inandım. Ölesiye korktum bu hep böyle olacak diye... Bana pis katil dedi, inandım. Beni hep öyle görecek diye yine korktum... Ve bir gün bana güvendiğini söyledi yine inandım, hep güvenecek diye düşündüm. Ama şimdi neden böyle yapıyor?''

"Meğer içinde ne çok şey biriktirmişsin Asef'im." Deniz gözlerini kısıp öne doğru eğildi. "Aşk adeta seni başka bir insana çevirdi. Çekilmez, pislik ve lanet..."

"Çok şey biriktirmiş gerçekten de, küçük bir çocuk gibi..." Cihan sessiz şekilde konuşsa da gayet net duyulmuştu. Asef karşısında oturan adamlara bakıp sigarasını söndürdü.

"Sikerim lan ikinizin de felsefesini! Ne kafa ütülediniz iki dakikada! Ben yatıyorum yoksa dalacağım ikinize de birazdan!" Kadehini öfkeyle içip salondan ayrıldı. Soğuk bir duş alıp uyumazsa delirmek üzereydi.

"Felsefe yapan kendisi oysa..." dedi Deniz. "Nehir nasıldı bugün Cihan? Ne giymişti? Üzgün müydü? Yüzü gülüyor muydu? Ona yan gözle bakan birisi var mıydı?"

"Önce hangi soruyu cevaplamam lazım?" diye sakin şekilde sordu Cihan.

"Aynı anda hepsini cevaplayamaz mısın Cihan?" Deniz dünyanın en normal şeyinden bahsediyor gibiydi.

"İyiydi, prenses kıyafeti giymişti, yüzü gülüyordu ve yan gözle bakan çoktu." Cihan hızlı şekilde konuşurken Deniz dumur olmuşçasına bakıyordu. Ama tek bir yere takılmıştı.

"Nasıl yan gözle bakan çoktu lan?!" Deniz ayağa kalkıp telefonunu eline aldı. "Arayalım bakalım, iki gün yalnız bıraktık kız ellerimizden gidiyor." Salondan çıkan Deniz'in arkasından bakan Cihan ifadesiz şekilde önüne dönüp kadehini dudaklarına götürdü. Onun aklında şu an bambaşka bir şey vardı.

"Sadece benziyordu." Kendini ikna etmeye çalıştı. Pusat'ın yanında gördüğü kadını hatırladıkça kalbinde bir yer sızlıyordu. "İmkansız, herkes birbirine benzer. Hatta şu sıralar estetik yaptıran kadınlar birbirinin aynısı..." Kadehinden büyük bir yudum alırken ikna olmuş gibiydi. Ama daha sonra yeniden duraksadı. "Peki Çiçek'in yürüyüşünü de mi taklit ederler?" Kafasının karıştığına kendini ikna etmeye çalışıp spor yapmak için salondan çıktı. Sabaha kadar durmadan spor yapması gereken bir durumdaydı.

***

Huzursuz geçirdiği gecenin sonuna doğru uykuya dalan Asef, gözlerini açmakta zorlanıyordu. Siyah çarşafı üzerinden atınca çıplak üstüne sabah güneşi vurmaya başladı. Uyanması gerektiğini biliyordu ama yine de ilk defa iradesi ile mücadele ediyordu.

"Depresyona mı girdim lan?.." Kendi kendine mırıldanırken kulağına dolan garip bir melodi ile zorla da olsa gözlerini araladı. Elini telefonuna uzatıp da saatin on olduğunu görünce hızlıca olduğu yerde doğruldu. Asef asla bu saate kadar uyumazdı. Telefonunda Eliza'ya ait herhangi bir bildirim görmeyince kaşlarını çatıp hızlı şekilde ayağa kalktı. Kulağına dolan sesler artmaya başlamıştı. "Ne oluyor amına koyayım!" Odasının terasına çıkıp aşağı bakınca gördüğü görüntü ile öylece kalmıştı. Tolga'nın önünde ayaklı bir org, kendisi de aşırı saçma bir renkli takım elbisenin içindeydi.

"Mavişim! Kurban olayım dinle beni! Benim bir suçum yok! Tek suçum kalbini çalan şu uslanmaz gönlüm! Bugün kapında uyuyup sen affedene kadar ızdırap yağmuru ile ıslanmaya geldim." Tolga'nın feryatlarının yankılandığı bahçeye bakan Asef, adamlarının gülerek Tolga'yı izlediğini gördü.

"Ya sabır!" Odasına girip hızlı şekilde hazırlanırken bahçeden org sesi yükselmeye başlamıştı. Konağın içinde de hareketlilik Tolga sayesinde en üst seviyedeydi. Asef siyah takımının içine giydiği beyaz gömleğe birkaç saniye aynada bakıp iç çekti. Eliza'nın daha önce giydiği gömlekli. Bu sırada da adamlarının verdiği bilgiye bakmak için telefonunu eline alıp odasından çıktı. Eliza yaklaşık iki saat önce otele gitmek için evden çıkmış şu anda stajına başlamıştı. Asef ilk durağını belirlemiş şekilde merdivenden inerken kulağına dolan sesle yüzünü ekşitti.

 

Solmadan gel artık aşkımın gülü

Olsa da konuşsa kalbimin dili

Küçücük dünyamda bir bilsem seni

Görünmez yazıyla yazdım kalbime

 

Tolga'nın kulakları kanatacak şekilde söylediği şarkı ile herkes gülmeye başlamıştı. Ama Tolga sadece Alya'nın penceresine bakıyordu. Şu an dünyada ondan daha öncelikli bir şeyi yok gibiydi. Sabah Doruk ile önce Pusat'ın yanına gitmişti. Daha sonra annesinin yanına gidip Doruk ile bu planı yapmışlardı. Tabii annesi ve ablası da desteklemişti.

 

Solmadan gel artık aşkımın gülü

Olsa da konuşsa kalbimin dili

Küçücük dünyamda bir bilsem seni

Görünmez yazıyla yazdım kalbime

 

Asef bahçeye çıkınca onu gören Tolga korkuyla aniden daha yüksek sesle söylemeye başlamıştı. Perdenin ardından Alya'nın yüzünü görmesi de bunda etkili olmuştu.

 

Böyle bir aşk görülmemiş dünyada

Ne geçmişte ne de bundan sonra da

Arasalar bulamazlar rüyada

Göremezler seni yazdım kalbime

 

Asef sabır dileyen bakışları ile Tolga'ya bakıp dişlerini sıktı. Başını kaldırıp Deniz'in eğlenen yüzünü görünce ona da tehdit dolu bir bakış göndermeyi ihmal etmemişti. Arabanın yanında bekleyen Cihan da dünyanın en sıkıcı filmini izler gibi bakıyordu.

 

Nasıl sevgiymiş görün de bakın

Sevgilim seninle buluşmam yakın

Unuttum desem de inanma sakın

Anılarla yazdım seni kalbime

 

"Mavişim! Affet ne olur!"

 

Böyle bir aşk görülmemiş dünyada

Ne geçmişte ne de bundan sonra da

Arasalar bulamazlar rüyada

Göremezler seni yazdım kalbime

 

Tolga'nın şarkısının sonunda kafasına dökülen su ile herkes anlık olarak şokla bakmıştı. Deniz elinde kova ile terastan aşağıya baktı.

"Valla Alya istedi, benim suçum yok."

"Lan sabah sabah manyak mısınız? Tolga!" Asef'in öfkeli sesi ile sırılsıklam olmuş Tolga, köpek yavrusu gibi baktı. Ağzını açıp konuşacaktı ama ortama dolan şarkı sesi ile öylece kaldı.

 

Tanrım kötü kullarını

Sen affetsen, ben affetmem

 

Bütün zalim olanları

Sen affetsen, ben affetmem

Bütün zalim olanları

Sen affetsen, ben affetmem

 

Alya perdenin ardından çıkıp büzülmüş dudakları ile Tolga'ya bakıp sarı saçlarını savurarak yeniden perdeyi kapatmıştı. Deniz kahkaha atmaya başladığında Asef de kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı. Hatta Cihan bile eğlenmeye başlamıştı.

 

Sen tanrısın, affedersin

Bağışlarsın, kulum dersin

Sen tanrısın, affedersin

Bağışlarsın, kulum dersin

Neler çektim, sen bilirsin

Sen affetsen, ben affetmem

Sen affetsen, ben affetmem

Bütün zalim olanları

Sen affetsen, ben affetmem

 

"Yürü Cihan yürü! Bir an önce gidelim yoksa benim delirmeme az kaldı!" Asef arabaya ilerlerken Cihan da hızlı şekilde yürümeye başladı. Deniz'in açtığı şarkının sesi hala bahçede yankılanırken üşümeye başlayan Tolga'nın haline dayanamadı Alya. Yanındaki kadından onu içeri çağırmasını söyledi, bu sırada şarkı çalmaya devam ediyordu.

 

Ağlatıp da gülenleri

Terk edip de gidenleri

Sevilip sevmeyenleri

Sen affetsen, ben affetmem

Sevilip sevmeyenleri

Sen affetsen, ben affetmem

 

Ümidimi kıranları

Bu dünyayı yakanları

Ümidimi kıranları

Bu dünyayı yakanları

Dar günde bırakanları

Sen affetsen, ben affetmem

Sen affetsen, ben affetmem

Boynu bükük koyanları

Sen affetsen, ben affetmem...

 

***

Eliza eline aldığı beyaz büyük kap ile büyük kazanın başına geldiğinde duyduğu sesle donup kaldı.

"Eliza, sakın o tuzu şerbete atacağım deme!" Şef Lorenzo, yavaş şekilde Eliza'nın elindeki kabı aldı. Eliza o an şeker diye tuzu elinde tuttuğunu fark etmişti.

"Şefim özür dilerim, ben fark etmedim. Şeker az olduğu için biraz daha ekleme yapacaktım. Tuz olduğunu nasıl anlamadım?" Eliza kendi kendine hayıflanırken elini alnına koydu.

"İki yüz elli kişilik tatlının şerbeti ziyan olsa üzülürdüm biraz ama her insan hata yapabilir. Seni daha önce de dalgın görmüştüm ama tuz ve şekeri karıştıracak kadar değil. İyi misin?" Şef Lorenzo masaya oturunca Eliza da karşısına oturdu.

Eliza tüm gece uyumadan düşünceler içinde boğuşmuştu. Asef onu eve bırakıp arkasına bakmadan gittiğinde içine düştüğü ruh halinden halâ çıkamamıştı. Üstelik Pusat konusunda bir türlü içi rahat değildi. Aklındaki sorulara cevap bulmak istiyordu.

"Yalan söylemeyeceğim şefim, pek iyi değilim." dedi Eliza. "Hayatımın ortasına bir meteor düştü ve o günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Büyüleyici ve masalsı yanı bir anda karanlık ve ürkütücü oluyor. Bazen baş etmek zor geliyor."

Şef Lorenzo son günlerde arkadaşı olarak gördüğü Eliza'nın onu da aynı şekilde görüp içini dökmesini seviyordu. "O meteor Asef mi?"

"Sizce?"

"Yeterince büyük bir meteor." dedi gülerek Şef Lorenzo. "Dediğin şeye katılıyorum, hayat tıpkı öyle. Bazen masalsı bazen ürkütücü... Ama sence de Asef destansı değil mi?"

Eliza, şefin sorusu ile birkaç saniye duraksadı. "Destansı derken şefim..."

Şef Lorenzo anlayışlı şekilde gülümsedi. "Destanlar uzundur Eliza, anlamak için sabırlı olmak gerekir. En zirvesi hep sondadır, aynı zamanda en etkileyici yeri de... Asef'i ilk tanıdığımda onun garip ve anlaşılmaz bir adam olduğunu düşünmüştüm. Ama zaman içinde onun göründüğünün ötesinde bir adam olduğunu gördüm."

"Haklısınız," dedi Eliza. Buna katılıyordu. Asef'e karşı düşünceleri zaman içinde değişmişti. Onu anlamak için sabırlı olması gerektiğini öğrenmişti. "Ama mesele sadece bu değil şefim, ben..." Eliza devam etmedi. Çünkü Asef ile ilgili her şeyi konuşması doğru değildi ona göre. Ama Şef Lorenzo'nun söylediği şeyle Eliza öylece kaldı.

"Bir otelci ve gece kulübü sahibi olmasının ötesindeki adamdan mı bahsediyorsun. Seni yoran Asef'in belindeki silah mı? Ya da Kral oluşu mu?"

"Biliyor musunuz Şefim?" Eliza şaşkındı.

"Onun çok yakınında olan kişiler bilir Eliza. Çünkü Asef o yakınındaki kişileri korumak için eline silah alıyor. Eğer Asef bu kadar güçlü ve korkutucu olmasaydı düşmanları çoktan yakınındaki herkesi yok etmişti." Şef Lorenzo konuşurken Eliza onun haklı olduğu noktaları görebiliyordu. Ama kabul etmediği şeyler vardı.

"Ama şefim, hata yapamaz mı? Bu kadar karanlığın içinde hep doğru yolu bulabilir mi? Yanılamaz mı?" Eliza'nın sesi sitemliydi. Sitemi ise yüreğinden geçen her şeyeydi.

"Yanılabilir, eğer varsa hatası sen göster ona. En yakınındaki sen değil misin?" Şef Lorenzo göz ucuyla çalışan şeflere baktı. Herkes işine dalmış, onlarla ilgilenen yoktu. Sadece Müge, dedikodu arayışı ile onlara arada bakıp duruyordu. "Kafanda sorular varsa gidip cevaplarını al."

Eliza Şef Lorenzo'ya hak verip ayağa kalktı. Bazı sorularla kendisi yüzleşmek istiyordu. Üzerindeki önlüğü çıkarmaya başladığında şefe baktı. "Şefim bana birkaç saat izin verir misiniz?"

"İstersen tüm gün git, yarın önemli bir organizasyon var kendini toplamış şekilde gel ama. Senin çok yardımına ihtiyacım var, başım kaşındığında yanımda olmalısın."

"Şefim sıkıştığında o," dedi Eliza. Bu esnada da çantasını almıştı.

"Hayır başım kaşındığında elim kirli olunca kaşıyamıyorum." dedi Şef Lorenzo. Ayağa kalkıp hafif şekilde Eliza'nın saçını karıştırdı. "Gözleri parlayan o kıza hemen dön."

Eliza başını sallayıp şefe gülümsedi. "Anlaşıldı Şef." Arkasını dönüp gidecekken duraksadı. Asef'in adamlarının gelirken de onu takip ettikleri gibi aynı yerde beklediklerini tahmin ediyordu. Bu yüzden adımları mutfağın arkasına ilerledi. Gıda girişi olan otelin arka kapısı daha sakindi ve otel güvenliği dışında kimse yoktu. Asef'in onun peşine taktığı adamlar orada değildi. Eliza bunu fırsat bilerek hızlı şekilde arka kapıdan çıktı.

Otelin mutfağı için gıda aracının gelmiş olmasından dolayı güvenlik de araç içi inceleme yapıyordu. Eliza'nın şansına kimse onu fark etmemişti. Hızlı şekilde sokaktan dönüp karşısına çıkan ilk taksiye bindi. Bugün belki Asef ile aralarında daha büyük bir uçurum olacaktı ama içindeki soru işaretlerinden kurtulmak istiyordu. Bunu yapmak için de aklına gelen tek şeyi yaptı. Doruk'a mesaj atıp Pusat'ın hangi hastanede olduğunu öğrendi.

***

Eliza, hastahanenin önüne gelince hesabı ödeyip taksiden indi. İçinde korku vardı ama geri de dönemiyordu. Eğer Asef haklı ise çok tehlikeli birisinin yanına tek başına gidiyordu. İçinde bir yer Asef'in haklı olduğunu ona bağırıyordu ama bir yandan Pusat'ı düşündüğünde çok saçma geliyordu.

Geri dönmemek için hızlı şekilde çıktığı merdivenlerin sonundaki danışmana Pusat'ın odasını sorup tekrar üst kata ilerledi. Koridorun başına gelince kimsenin olmadığını görünce şaşırdı. Diğer katların aksine bu katta tek insan yoktu. Eliza ilerlerken etrafına bakmaya devam etti. Köşede duran iki adam vardı ama onlar da dönüp Eliza'ya bakmamıştı. Garip bir durum olduğunu fark etmişti Eliza ama derin bir nefes alıp Pusat'ın kapısını çaldı.

"Girin," Pusat'ın güçsüz sesini duyunca, Eliza kapıyı açıp usulca içeri girdi. Onu gören Pusat şaşkın şekilde yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. "Eliza,"

"Kalkma lütfen, geçmiş olsun. Nasılsın?" Eliza, Pusat'ın karşısındaki tekli koltuğu biraz öne çekip oturdu. Elindeki hasta için uygun atıştırmalıkları kenardaki küçük masanın üzerine bıraktı.

Pusat'ın omzundaki sargı dışında üstünde kıyafet yoktu, bu durum biraz rahatsız etse de görmezden gelip hafif şekilde tebessüm etti.

"İyiyim, açıkçası seni gördüğüm için daha iyi oldum. Pek ziyaret edenim olmadığı için yalnız şekilde yatmaya odaklanmıştım. Gelmene çok sevindim gerçekten de." Pusat elindeki serum iğnesine bakarken konuşmuştu. "İnsan hayatı boyunca hep yalnız olunca sonsuza kadar öyle olacağına inanıyor."

Eliza'nın gözleri Pusat'ın serum iğnesi olan eline kaydı. Daha önce sargılı olan parmağı açıktı. İki küçük sivri diş izi vardı. Kedi dişine aitti. Eliza'nın kaşları çatılmıştı. "Yalnız hissetmene gerek yok, senin için endişelenen bir sürü insan var."

"Uzun süredir yalnızım Eliza..."

Eliza derin bir nefes aldı. Aklındaki şeylerin etrafında dolaşmak istemiyordu. "Sence kim saldırı yaptı sana?" Bunun cevabına göre Eliza bir ipucu yakalamak istiyordu. Eğer Asef cevabını alırsa ikisi arasında bir savaş olduğuna emin olacaktı. Birbirlerinden şüphe etmeleri iki tarafın da masum olmadığının kanıtıydı.

"Aklıma pek ihtimal gelmiyor Eliza, benim şimdiye kadar kimseyle tek sorunum olmadı. Ama son günlerde atölyemi satın almak için gelen birileri vardı. Rezidans mı ne yapacaklarmış, pek tekin tipler değildi." Pusat derin bir nefes alınca acıyan canı ile yüzünü buruşturdu. "Hatta beni tehdit bile ettiler ama benim için anıları olan bir yeri nasıl öylece satabilirdim ki? Polise de söyledim, eğer onlarsa bulunsun istiyorum. Ya başka birisi vurulsaydı? İyi ki ben vuruldum..."

Eliza farklı düşünmek istese de yapamıyordu. Pusat'a baktığında onun Asef'in dediği kişi olduğuna ikna olmuyordu. Adamın parmaklarına baktı ama kediye ait iki sivri iz dışında hiçbir iz yoktu. Söylediği şeylerde yalan yok gibiydi.

"Anladım," dedi Eliza. Çekingen şekilde olduğu yerde kıpırdanmaya başladığında Pusat hafif şekilde gözlerini kıstı.

"Aklında bana sormak istediğin başka bir şey mi var Eliza?"

Eliza zaman kazanmak için odaya bakınmaya başladı. Bu esnada Pusat'ın baş ucunda duran çiçek dikkatini çekmişti. Pembe renkli çiçekler çok güzel şekilde paket yapılmıştı. "Bu çiçekler..."

"Lavinia çiçeği, çok severim." dedi Pusat. O da bir süre çiçeğe baktı. Eliza bu bakışta hiçbir sahtelik olmadığını öyle net şekilde görüyordu ki aklına Pusat ile ilgili hiçbir şüphe gelmiyordu.

Eliza duyduğu çiçeğin ismi ile Şef Lorenzo'nun sevdiği kadını hatırladı. Onun da adı Lavinia'ydı. Bunun sadece bir tesadüf mü yoksa başka bir durum mu olduğunu bilmiyordu.

"Birçok ülkede ölüm çiçeği olarak bilinse de bence bu kadar güzel bir çiçek için haksız bir söylem. Tıpkı Lotus çiçeğine ölümden sonra canlanma denilmesi gibi... Birinin güzellemesi yapılırken diğerini kötülemek doğru değil."

Sen benim lotus çiçeğimsin... Eliza, Asef'in ona söylediği şeyi hatırlayınca kaşlarını çattı. Nedense Pusat'ın bu sözü sinirini bozmuştu. Sonuçta bunu ona sevgilisi söylüyordu ve ikisi için anlamı çok özeldi. Konuyu değiştirmek istedi, Pusat'ın onlar ile ilgili daha neler bildiğini öğrenmek istiyordu.

"Lavinia ismi tanıdık geldi, birisi söylemişti."

"Şef Lorenzo'dan mı duydun?" Pusat'ın sorusu ile Eliza başını salladı. "Gece kulübünde o ismi sayıklayıp duruyordu. Herkese ezberletti ismi," dedi Pusat. Yorgun gülüşü ile başını arkaya yaslamıştı. Eliza bunu hatırlayınca cevap vermeden sadece başını salladı. Şef Lorenzo'nun sürekli tekrar etmesi yüzünden herkes öğrenmişti. Buradan bir şey öğrenmesi mümkün değildi.

"Haklısın, öyle yaptı. Eski bir hikaye sanırım." dedi Eliza.

"Evet öyle olmalı ama unutamamış galiba." dedi düşünceli şekilde Pusat. "İnsanın geçmişi peşini bırakmayınca hiçbir zaman eski bir hikaye olmaz. Hep o günde kaldığın bir hikaye olur."

"Seninde mi var o günde kaldığın bir hikaye?" diye sordu Eliza.

"Kimin yok ki? Her insanın geçmişten kapanmayı bekleyen bir hikayesi vardır. Kapanmadığı sürece bugünkü zamana gelemezsin." Pusat konuşurken Eliza'nın yeşil gözlerine çok dikkatli şekilde bakıyordu. Derinliklerini görmek ister gibi... "Ancak açık sayfalar kapanırsa yeni bir sayfa yazabilirsin."

"Bunun için her şeyi yapar mıydın?" diye sordu Eliza. "Başkasına zarar vermek pahasına..."

Pusat başını sağa doğru eğdi. Bu esnada gözleri kısılmıştı. Eliza'nın sorularının altında yatan tüm imaların farkındaydı. Bugün yanına ne için geldiğini de biliyordu. Asef'in onunla konuştuğunun ama Eliza'nın kendi doğrularını kendisinin bulmak isteyeceği bir kadın olduğunu çok iyi biliyordu. Yanılmamıştı.

"Hayır Eliza, sorunlarımı birisine zarar vererek halledersem eninde sonunda benim sevdiklerim zarar görür. Bense her zaman en zararsız yolu seçerim, bu sayede kimse benim yüzümden zarar görmez. Kalpsiz bir adam gibi davranıp masumların kalbini kırmak istemiyorum. Düşüncesiz davranmak bana göre değil." Pusat konuşurken Eliza anladım dercesine başını salladı. Aniden konudan alakasız sorusu ile Pusat gülümsedi.

"Tiner ile çok uğraşır mısın?"

"Konudan konuya atlaman biraz garip ama olsun. Seninle konuşmak zevkli, soruna gelecek olursak; uzun zamandır resim yapmıyorum. Sevgililer günündeki sergiden sonra henüz bir başlangıç yapmadım. Kara kalem portre üzerinde çalışıyorum. Ayrıca uzun süre de ilgilenemeyecek gibiyim." Pusat üzgün şekilde kaşlarını yukarı dogru büzerken gözlerini kapattı.

"Neden?"

"Kurşun hayati bir zarar vermedi ama kaslarım zarar görmüş. Elimi istediğim gibi kullanmam uzun sürecekmiş. Belki de bundan sonraki hayatımda tamamen imkansız olur, keşke beni vuran her kimse suçsuz yere hayatımı karartmadan önce biraz olsun vicdanlı olsaydı... Ne kadar acımasız bir dünya..."

Eliza'nın kalbine bir sancı saplanmıştı. O an düştüğü şüphe tüm bedenini ele geçirmişti. Asef'in, Pusat'a olan öfkesinin yanlış yapmasına neden olma ihtimalini düşündü Eliza. Ya Pusat'ın hiç suçu yoksa... Asef birisinin hayatını suçsuz yere karartmış olabilir mi?.. Kafasında sorular bağırmaya başlayınca ayağa kalktı Eliza.

"Şey, sen dinlen Pusat. Daha fazla sana rahatsızlık vermek istemiyorum. Bir isteğin var mı?"

"Eliza," Pusat hafif şekilde doğrulmaya çalıştı. "Bugün buraya sadece beni görmek için mi geldin?"

"Evet, yani başka ne olacak ki?" Eliza'nın aniden nereye koyacağını bilemediği elleri Pusat'ı güldürmüştü.

"Sevindim o zaman yeni bir arkadaşım oldu." Pusat baş parmağını kaldırıp olumlu anlamda havaya kaldırdı.

"Zaten arkadaş değil miydik?" diye sordu Eliza.

"Sanki bugün daha gerçek arkadaş olduk. Aramızda herhangi bir şüphe yokmuş gibi, sen bana güveniyormuşsun gibi..." Pusat gülümserken Eliza da aynı şekilde karşılık verdi. "Asef'in söylediklerine inanmıyormuşsun gibi..."

Eliza'nın gülüşü solarken Pusat'ın yanına yaklaştı. "Asef bana ne söylemiş olabilir ki?"

"Eliza, kendimizi kandırmayalım. Asef en başından beri benden nefret ediyor, oysaki bunun için hiçbir sebep yok. Sadece senin yanında olduğum için öfkesine hakim olamıyor, bu yüzden bana karşı haksız ithamda bulunuyor." Pusat başını yastığa koyup odanın tavanına bakmaya başladı. "Sadece Doruk ve ben yalnız geçen ömrümüz sonunda güzel arkadaşlar bulduk diye sevinip onlara tutunmak istemiştik."

Eliza derin bir nefes alıp yutkundu. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Asef'in yaşadığı hayatın onu ne kadar güvensiz bir insan yaptığını çok iyi biliyordu. Herkese karşı tedbirli olmasını anlıyordu ama bir yandan da haksız yere insanları suçlamış olabilme ihtimalini de göz ardı edemiyordu. Kendini iki arada sıkışmış gibi hissediyordu. Bir araftaydı...

"Öyle bir şey yok Pusat, Asef sevdiği insanları korumaya dikkat ettiği için bazen sert olabiliyor. Ama suçsuz bir insan için yargısız infaz yapacak birisi değil. Masum bir insana asla zarar vermez." Umarım vermemiştir... Aklındaki sesleri susturup Pusat'a yeniden gülümsedi. "Şimdi dinlen sen, eğer bir ihtiyacın olursa söylemekten çekinme lütfen. Görüşmek üzere..." Eliza kapıya doğru ilerlerken Pusat'ın sesiyle ona döndü.

"Teşekkür ederim, belki bir gün hasta çorbası isterim senden..."

"Tabii ki, severek yaparım..." Eliza odadan çıkıp kapıyı kapattığında Pusat birkaç saniye bekledi.

"Çıkabilirsin," dedi. Ardından odanın içindeki banyonun kapısı açıldı.

"Bir an sohbetiniz hiç bitmeyecek sandım." Siyah saçlarını tepesinde toplayan kadın az önce Eliza'nın kalktığı koltuğa oturdu. Açık kahve gözleri yorgun bakıyordu.

"Sohbet etmesi eğlenceli birisi," dedi Pusat. Başını yastığa koyup gözlerini kapattı.

"Senden şüpheleniyor,"

"Zeki birisi, parçaları birleştirmeyi başarıyor. Muhtemelen Asef de konuştu onunla." Pusat baş parmağındaki plastik makyajı çıkarmaya başladı.

"Bir ressama göre fazla yeteneklisin ama lider olarak fazla dikkatsizsin. O kurşun kalbine denk gelebilirdi." Kadının sesi sertti.

"Asef'in tarzını iyi biliyorum, aynı yerden yara vermeyi tercih ediyor. Ama benimle ilgili şeyleri öğrenmeden bana başka türlü zarar vermez. Benim tek korkum sana bir şey olma ihtimaliydi." Pusat gözlerinden akan samimiyet ile karşısındaki kadına baktı. Daha önce kimseye bu şekilde gülümsememişti.

"Giydiğim çelik yelek yüzünden zor yürüdüm zaten ne zararı? Sadece daha dikkatli olmanı istiyorum." dedi kadın. Onun da yüzünde samimi bir gülüş vardı.

"Esas sen dikkatli ol, her yönden. Dünden beri uyumadığının farkındayım. Ve bu sadece benim için endişe etmen yüzünden değil. Beni anlıyor musun?"

"Seni anlıyorum ama boş konuşuyorsun. Şimdi gözlerini kapat ve uyu. Uyandığında senin için güzel bir sürprizim var." Kadının otoriter sesi ile başını sallayan Pusat gözlerini kapattı. Zaten uyumamak için gözlerini zor açık tutuyordu. Pusat gözlerini kapattıktan birkaç dakika sonra kadın ellerini adamın saçlarına götürüp yavaş şekilde okşamaya başladı. "Karanlıktan çıkacağımıza bana söz vermiştin. Gördüğüm her aydınlığı yok ediyorsun Pusat..."

***

Eliza allak bullak olmuş zihni ile hastahaneden çıkınca karşısında duran adamla duraksadı. Siyah aracının kaputuna yaslanıp kollarını birbirine dolamıştı Asef. Eliza'ya bakmadan direkt karşıya bakıyordu, kasılmış çenesinden ne kadar öfkeli olduğu belliydi. Eliza içinden küfür ederek küçük adımlar ile ilerledi. Asef'in karşısına geldiğinde durdu, adamın siyaha yakın gözleri yavaşça onu bulduğunda nefesi teklemişti.

Asef'in birçok duygusuna şahit olmuştu. Öfkesi, şaşkınlığı, hüznü, sevinci, heyecanı... Ama ilk defa böyle bir duygu vardı gözlerinde. Kırgınlık...

"Her şeyi sikip attım. Aklımda tek bir soru var. Ben her yerde köpek gibi seni ararken, sen benden ve adamlarımdan gizli şekilde ortadan kaybolacak kadar bana güvenmiyor musun? Bana bu korkuyu yaşatacak kadar mı beni önemsemiyorsun?" Asef'in gözlerindeki öfkeli dalgalar Eliza'nın kalbine korku salıyordu.

"Asef, sadece birkaç saatliğine çıktım otelden. Adamlarının görmemesi benim suçum mu?"

"Otelin arka kapısından gizlice çıkmışsın Eliza." Asef otele geldiğinde dünkü olaydan dolayı Eliza'nın hala gergin olduğunu düşünerek hemen yanına gitmemişti. Ama onsuz geçirdiği gece sonrası ağır basan özlemine dayanamayıp mutfağa inmişti. İnsanların şaşkın bakışlarını umursamadan Eliza'yı göreceği yere ilerlemişti. Ama kız yoktu, adamları onun çıkmadığını söylediği halde ortadan kaybolması Asef'i kısa çaplı bir krize sokmuştu. Ama Eliza'nın her hareketini takip eden Müge kızın arka kapıdan çıktığını söyleyince güvenlik kamerası ile onaylanmıştı. "Ve seni defalarca aramama rağmen cevap vermedin. Eğer buraya gelmek istediğini söyleseydin seni getirirdim Eliza."

Eliza bilerek sessize almıştı telefonunu. Asef'in arayacağını tahmin etmişti ama onu engeller diye konuşmak istemiyordu. "İzin vermezdin." dedi Eliza.

"Ben şimdiye kadar neyi istedin de yapmadım Eliza? Aklındaki her soru işareti geçsin diye uğraşan ben değil miyim?" Sitem dolu bakışları, Eliza'nın gözlerinden bir an olsun ayrılmıyordu. "Bari cevapları verdi mi sana Pusat? Onu benden daha inandırıcı buldun mu?" Asef'in kısılan gözleri, Eliza'nın yeşil gözleri ile çakıştıkça aralarında şimşekler çıkıyordu.

"Asef her şeyi kendi pencerenden görmeyi bırak. Ben buraya sana güvenmediğim için değil yanılma payın olabileceği için geldim. Ama sen asla yanılmayacağına kendini inandırmışsın. Ben ne söylesem sana ulaşmıyor." Eliza sert ifadesi ile konuşurken Asef'in bakışlarındaki kırılma ile duraksadı.

"Senin ağzından çıkan her kelime benim ruhumu ele geçirirken, nasıl seni duymadığımı söylersin Eliza?" Asef sinirli şekilde cebinden sigarasını çıkarıp yaktı. Eliza'ya ters yöne ağzındaki dumanı üfleyip yeniden kıza döndü. "Pusat konusunda yanılmadım ve yanılmayacağım da... Bir daha o adamı bana savunma. Burada durup da o şerefsiz yüzünden seninle tartışıyoruz, bu ne amına koyayım!"

"Biz burada Pusat yüzünden tartışma yapmıyoruz. Biz burada senin yüzünden tartışıyoruz. Tüm doğruların sahibi sen değilsin Asef, yanlışın olması senden bir şey almaz." Eliza bu tartışmanın büyümesini istemiyordu ama şu an ikisi de alevi harlamaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Tüm doğruların sahibi ben değilim, bugün bunu net şekilde anladım. Senin bana güvendiğini düşünmem büyük bir yanlışmış." Asef, Eliza'ya doğru yaklaşıp elindeki sigarayı yere attı. Onun gözlerindeki kırgınlık şimdi Eliza'nın da gözlerindeydi. Onu üzmek istemiyordu ama Pusat konusunda bu kadar inatçı olması öfkesini bastırmakta zorlanmasına neden oluyordu. "Bir başkasına karşı beni savunmak yerine bana karşı olmayı seçiyorsun."

Eliza duyduğu sözlerin kalbinde açtığı yarayı umursamadan Asef'e biraz daha yaklaştı. Kalpleri birbirine koşmak isterken onlar birbirinden uzaklaşıyordu. "Belki de bana güvenmeyen sensin, söylediğim hiçbir şeyi ciddiye almayan... Belki hala, Alya'ya kimyon vereceğimi düşündüğün yerdesindir..." Eliza uzun süre kalbini yoran bu şeyi söylediği an yüzleri arasında mesafe olmayan ikisinin ani bir uçuruma sürüklenmesi bir anda olmuştu.

"Şu an ikimiz de çok yanlış yerdeyiz..." Asef arkasını dönüp arabaya yürümeye başladığında Eliza olduğu yere çivilenmiş gibi kıpırdamamıştı. Cihan'ın sesi ile ona döndü.

"Asef Bey, hemen eve gitmemiz lazım. Davetsiz bir misafir var."

"Kim?" Asef'in sesi öyle yorgundu ki Cihan bir saniye duraksadı.

"Altan Akdağ, arazi sınırlarına girmiş. Konağa ilerliyor. Alya Hanım korkmasın diye müdahale emri vermedim." Asef bunu duyduğu an kaşlarını çatıp birkaç saniye Eliza'ya baktı. Daha sonra arabasına doğru hızlı şekilde ilerledi. "Eliza Hanım, sizi adamlar evinize bıraksın."

"Her şey yolunda mı Cihan? Alya iyi mi? Tolga konağa gidecekti sabah." Eliza kendi durumunu umursamadan arkadaşları için endişe etmeye başlamıştı bile. Her zaman olduğu gibi...

"Hala konakta, bir an önce bizim de gitmemiz lazım." Cihan kendi arabasına ilerlerken kararlı adımlarla Eliza'nın da peşinden geldiğini gördü. Asef çoktan arabasını çalıştırmıştı. Bir umut Eliza'nın onun yanına gelmesini beklemişti. "Asef Bey'in arabasına geçmek isterseniz,"

"Hayır Cihan, seninle geleceğim. Tolga ve Alya'nın iyi olduğundan emin olmak istiyorum." Eliza ona bakan gözleri umursamadan Cihan'ın arabasına geçip öne oturdu. Cihan dönüp Asef'e bakmıştı ama Asef hızlı şekilde gaza basıp ilerlemeye başlamıştı. Cihan da daha fazla beklemeden arabaya binip gazı kökledi.

"Kim bu adam?" Eliza yola bakarken aklına gelen ismi sordu. "Altan Akdağ..."

Cihan yoldan gözünü çekmeden kaşlarını çattı. Bu konu ile ilgili Eliza ile konuşmasının doğru olup olmadığından emin değildi. Anladığı kadarıyla Asef ile aralarının kötü olması onu zor durumda bırakacak gibiydi. "Asef Bey'in babası Melih Bey'in eski ortağı. Melih Bey'in ölümünden önce ortaklık bozulmuştu."

"Peki şu an konağa gidiyor oluşu neden Asef'i tedirgin etti? Sebebi ne?" Eliza'nın ısrarlı soruları ile sıkkın şekilde nefes aldı Cihan.

"Tedirginlik değil, sadece kontrolümüz dışında oluşan şeyler rahatsız edici."

"O yüzden mi şu an iki yüz hızla gidiyoruz?" Eliza, Cihan'ın gittikleri hızın farkında olup olmadığını öğrenmek istiyordu.

"Üzgünüm, sadece Asef Bey'in hızına yetişmek içindi. Ama yavaşlayabilirim," Cihan bunu dediği andan itibaren hızını düşürmüştü. Az önceki kadar olmasa da hala hızlı gidiyordu.

"Alya için tehlikeli bir şey var mı?" diye sordu Eliza.

"Alya Hanım, herkes tarafından yurt dışında okuyor diye biliniyor. Sağlık problemi Asef Bey tarafından gizlendi, şu an bunun öğrenilmesi pek de iyi olmaz. Zaafının düşman tarafından bilinmesi kötü olur. Zaten çok geç, Tolga'nın Alya'yı odasına götürmesini istemiştim ama Altan Akdağ onu görmüş bile." Cihan öfkeyle elini direksiyona vurduğunda Eliza sakin olmaya çalıştı. Adamlar tarafından Cihan'ın telefonuna sürekli bilgi geliyordu. Dakikalar geçerken Eliza sessizce önüne bakıyordu ama aklına yine bir şey takılmıştı.

"Düşman dedin, o zaman bu adam sadece eski bir ortak değil."

"Eliza Hanım, bunlar benim sizinle konuşacağım konular değil. Asef Bey'e sorsanız daha uygun olur." Araba konağın arazisine girmişti. Birçok trafik kuralı ihlali yapmış olmaları da cabasıydı.

"Şu an onunla konuşmuyorum Cihan! Küsüm ve uzun süre de barışmaya niyetim yok!" Eliza sesini yükseltince Cihan yüzünü buruşturdu.

"Anlamsız sevgili kavgaları..." Cihan'ın sessiz şekilde söylediği şeyi Eliza duymamıştı. Duysaydı Cihan ile de kavga edebilirdi ama o önlerinde duran araçtan sinirli şekilde inen Asef'e bakıyordu. Cihan durduğu an o da arabadan inmişti. Asef birkaç saniye küfür eder gibi Cihan'a bakıp arkasını döndü. Eliza'ya bakmamıştı, kalbi zaten kırık olan Eliza bu hareketle daha da kırıldığını hissetti. "Sanırım sizi eve bırakmam daha uygundu Eliza Hanım." dedi Cihan.

"Bunun kararını sen ya da başkası veremez! Benim aklım var, benim yerime karar almasın kimse!" Eliza'nın yüksek sesi ve kızgınlığı kesinlikle Cihan'a değildi. Bunun farkında olan Cihan umutsuz şekilde başını sallayıp önden öfkeli adımlarla ilerleyen Eliza'nın peşine takıldı.

Asef, Eliza'yı duymuştu sabır dilenircesine derin bir nefes alıp adımlarını yavaşlattı. Eliza'nın yanına gelmesi için oyalanırken gözleri etrafı taramaya başlamıştı. Siyah, kurşun geçirmez camları olan iki araba vardı. İçinde oturan şoförler dışında adam olmaması Asef'in kaşlarını çatmasına neden oldu. "Etrafı kontrol edin." Yanına gelen bir adamına söylediği şey sonrası yanından rüzgar gibi geçip giden Eliza'ya baktı. "Ya sabır." Dişlerinin arasından konuşurken hızlı şekilde o da ilerledi. Hemen arkasında da Cihan vardı.

Konağın içinde dizilen adamlar Asef'in geldiğini görünce hızlı şekilde yerlerine ilerlediler. Zaten Cihan başıyla hepsine anında ültimatom vermişti. Hepsi için Asef'ten sonraki patron Cihan'dı.

Asef hızlı adımları ile salona ilerlediğinde gördüğü manzara ile kısa bir süre duraksadı. Eliza ondan önce girip hızlı şekilde Tolga'nın korumacı şekilde yanında durduğu Alya'nın sağına geçmişti. Deniz ayakta durmuş rahatsız şekilde yerinde kıpırdanıp duruyordu. Saçları ağarmış, yüzünde oluşan kırışıklıklara rağmen dinç duruşu ile lacivert takımının içinde koltuğa kurulmuş Altan Akdağ ise en rahat kişiydi.

"Ooo, Asef hoş geldin. Ben de sürpriz yapıp geldim ama seni görmeyince üzülmüştüm. Neyse ki Alya ile oturma şansım oldu. Bu konuda üzgün olduğumu söylemeden geçemeyeceğim Asef, biz onu sağlıklı şekilde başka bir ülkede okuyor biliyorduk. Bu hali beni ne kadar üzdü anlatamam." Derinden gelen sesi ile konuşan adamın hemen karşısına oturdu Asef. Cihan da hemen arkasındaydı, Altan Akdağ'ın bakışları kısa bir süre ona kaysa da yeniden Asef'e bakmıştı.

"Halinde bir şey yok." Tolga'nın sert şekilde kurduğu cümle sonrası Altan Akdağ gülümsedi.

"Seni sevdim genç çocuk, cesur birisisin."

"Bu sürprizi neye borçluyuz?" Asef'in sesi alaylıydı. Gözü masanın üzerindeki özel yapım çikolata ve çiçeğe kaydı. "Hayırlı bir iş falan mı? Hayır, babam ölmeden önce ortadan kayboldun şimdi de sürpriz yumurtadan çıkmış gibi neden çıktın?"

"Özlemişim seni Asef, bu burnu havada tavrını da... Seni hep bu yüzden sevmişimdir, her zaman boyundan büyük konuşursun." Yaşlı adam olduğu yerde biraz daha rahat oturdu.

"Boyum senden uzun olduğu için sana öyle geliyordur. Yoksa ben büyük konuşmuyorum, gerçekleri konuşuyorum. Madem benim çöplüğüme kadar gelmeye cesaret ettin, daha çok gerçekleri konuşalım." Asef karşısındaki adama bakarken ailesinin katiline bakıyor gibiydi. O gece güvenlik kameralarını ortadan kaldıran kişinin peşine kendisi düşmüşken onun bizzat karşısına çıkmış olması ona göre çok şüpheliydi. Onu her yerde aradığını bildiğine emindi Asef. "Biz konuşurken diğerleri dinlensin, Tolga..." Asef, başıyla Tolga'ya işaret verince Tolga hemen hareketlenmişti. Alya'yı kucağına alacakken Altan Akdağ konuştu.

"Bence herkes burada dursun Asef, birlikte konuşalım her ne varsa. Bir de güvenlik için..."

"Ne diyorsun lan sen?!" Asef öfkeyle ayağa kalktığında, Cihan da öne doğru yürümüştü. Eliza, Alya'nın elini tutarken Tolga da korumacı şekilde öne geçmişti. "Bu evden sağ çıkamayacaksın, bunu biliyorsun değil mi?"

Altan Akdağ da yavaş şekilde ayağa kalkıp Asef'in önüne geldi. Yüzünde rahat bir ifade vardı. "Baban gibi sen de çok öfkelisin, Melih'e her zaman çok sinir iyi değil derdim. Erken yaşlanırsın dedim, pek yaşlanmaya fırsatı olmadan göçüp gitti zaten."

Asef'in öfkesi artarken Altan Akdağ'ın yakasını kavrayıp kendine doğru çekti. "Ona bu fırsatı vermeyen kim acaba? Onun ölümü umurumda değil ama annemin katili bunun hesabını verecek."

"O kişi de baban değil mi? Anneni bizzat öldüren..."

Alya ve Eliza duydukları şey sonrası şokla birbirine bakıp titremeye başladılar. Alya'nın boğazından kaçan hıçkırık ile Asef'in öfkesi beynine sıçradı.

"Seni gebertirim, yemin ederim adını bile silerim dünyadan!" Asef'in gözlerinden taşan öfke karşısındaki adama pek de ulaşmıyordu.

"Bugün burada ölen sadece ben olmam, ona göre karar ver..."

"Abi!" Alya'nın çığlığı ile Asef ona döndü. Alya, Eliza'nın kalbi üzerindeki kırmızı işarete bakıyordu. Ama onun hatta Tolga, Deniz ile Cihan'ın alnında da aynı kırmızı işaret vardı.

"Asef!" Eliza da Asef'in kalbinin üzerindeki işareti görünce ayağa kalkıp ona doğru yürümüştü. Ama Asef'in yapma der gibi bakması ile olduğu yerde kalakaldı.

Asef öfkeyle yakasını tuttuğu adama döndü. Altan Akdağ'ın yüzünde alaylı bir gülüş vardı. Asef Arjen'i yendiğini düşündüren bir gülüş...

"Lideri öldürdüğün an bu evden kimse sağ çıkmaz Asef, artık çocuk oyunları buraya kadardı, dediğim şeyi yapmak için seçim hakkın yok!"

Asef yeniden sevdiklerine döndü. Şu an hepsi bir namlunun hedefiydi... İlk kez kaybediyordu... Ya da düşmanı öyle zannediyordu...

Eliza'nın kalbinin üzerindeki işarete baktı, o an kendisinin de bir namlunun ucunda olmasının bir önemi yoktu...

Kalbi zaten çoktan hedef alınmıştı...

 

Bölüm : 07.12.2024 18:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...