
Keşke sen, ben olsan...
Seni sevmenin ne kadar zor olduğunu anlasan...
Keşke ben, sen olsam...
Bu kadar sevilmenin tadını çıkarsam..."
Özdemir Asaf...
***
Başlangıçlar hiçbir zaman son hakkında bilgi vermezdi. Son hep başlangıçtan çok uzak olurdu. Eliza için Asef ile nasıl başladığının hiçbir önemi yoktu, son ise şu anın içinde asla söz konusu değildi.
Yumuşak yatağın içinde sarıldığı sert bedene biraz daha sokuldu. Onun sıcaklığı aldığı nefes kadar muhtaç olduğu bir ihtiyaçtı. Şimdiye kadar böyle bir muhtaçlık asla hissetmezken şimdi bu kolların arasında sarılı uyanmak varlığı için tek şart gibiydi.
Saçlarına değen sıcak nefesin ritmik şekilde içini okşayan hissi öyle hoşuna gidiyordu ki...
O Asef'ti... İlk gördüğü andan itibaren hayatının merkezi olan, attığı adımda hep ardında olan adamdı... O bir nefesten daha yakındı, kalbinin attığı o ritmin en içindeydi. Canının taa içindeydi...
"Böyle bir sabaha uyanmak nasıl bir duygu biliyor musun?" Asef'in uykulu sesi ile Eliza hafif şekilde geri çekilmek istedi ama Asef izin vermedi.
"Uyandığımı nereden anladın?" diye sordu Eliza. Asef, saçlarını okşamaya başlamıştı.
"Nefes alışının belli bir ritmi var, seninle geçirdiğim her gecede ezberledim artık. Derin uykun ile hafif uykun arasındaki en büyük fark hareketlerin. Uykun hafifleşmeye başladığında kıpırdamaya başlıyorsun. Arada da kedi gibi mırıldanıyorsun, sanırım sana kedi diye diye sonunda öyle hissettirdim." Asef gülümserken Eliza geri çekildi.
"Yalancı, mırıldanmam ben. On birinci gecemizin sabahında, yalan söyleme." dedi Eliza. Asef'in kirli sakalını sevmeye başladı. Ama öyle yumuşak ve çekici şekilde yapıyordu ki Asef yutkunup, kızın dudaklarına bakmaya başladı.
"Demek on birinci gecemiz... Ne geceydi ama... Beni mahvettin... Öldürdün..." Asef, Eliza'nın bedenine sarıldığında eline gelen kumaş ile kaşlarını çatıp geri çekildi. "Hadi canım! Siktir! Ne zaman giydin bunu?" Çarşafı çekip kenara attı. Eliza ona ait siyah bir gömleğin içindeydi. Altındaki siyah iç çamaşırı dışında başka bir şey yoktu. Önden sadece bir düğmesi kapalı gömleğin altında aşırı cesur ve seksi bir görüntü vardı.
"Sabaha karşı duş aldıktan sonra giydim, hatırlamıyor musun?" Eliza saçlarını geriye atıp yatağa iyice yayıldı. "Kendi kıyafetlerimden daha rahat, ayrıca senin gibi kokuyor. Kaşmir ve misk..." Yanakları kızarırken, Asef'in gömleğini kokladı. Asef alt dudağını ısırırken Eliza'nın üzerine çıktı hızlı şekilde. Altındaki siyah boxer dışında çıplaktı.
"Bir daha söyle bakayım, nasıl kokuyorum?.. Hmm..."
Eliza'nın boynuna dudaklarını bastırıp, eliyle kızın kalçalarını sıktı.
"O bir kere söylenir canım, kalk üzerimden." Eliza, elini Asef'in çıplak göğsüne koyup itmeye çalıştı. Tabii zerre kımıldamayan Asef, kendini kıza biraz daha bastırmıştı.
"Canın mıyım?" diye sordu Asef.
"Taa içisin..." dedi Eliza.
Kapının çalması ile ikisi de birkaç saniye durdular. Asef ardından hızlı şekilde yataktan kalkıp, çarşafın tamamını Eliza'nın üzerine sardı. Açık tek bir yerinin kalmadığına emin olup üzerine eşofman giymeye başladı. Gerçi yatağı direkt görünmüyordu ama yine de Eliza'nın şu anki hali düşüncelerinde bile kıskanmasına neden oluyordu. Eliza başını sallarken gülümsedi.
"Ne! Üşüme diye yapıyorum." Kapıya doğru ilerlerken söylediği yalana kendisi bile inanmıyordu. Kapıyı açtığı an kulağına dolan müzikle yüzü buruştu. "Bu ne amına koyayım?!"
"Asef Bey!" Takım elbiseli adam, tüm cesaretini toplayarak gelmişti ama yüksek seste, sesini duyurmak için korkuyla bağırıyordu. "İzin verirseniz artık müziği kapatabilir miyiz? Ayrıca kahvaltı ister misiniz?"
Asef birkaç saniye boş şekilde bakıp, dün gece verdiği emri hatırladı. "Kapatın, iki kişilik kahvaltıyı buraya getirin."
"Emredersiniz," Adam rahatlamış şekilde arkasını dönüp resmen koşar adım uzaklaştı.
Asef, kapıyı kapatıp içeri gelirken Eliza merakla kafasını uzatmıştı. "O ses neydi Asef?"
Asef, yüzünde çapkın bir gülümse ile yatağın ucuna gelip kollarını birbirine doladı. "O ses, senin sesini bastırmak için açılmış bir kamuflaj..."
"O ne demek ya?" Eliza, üzerindeki örtüyü kaldırıp ayağa kalktı. Asef'in, üzerindeki bakışlarını umursamadan siyah dolaba ilerleyip eline ilk gelen elbiselerini aldı.
"O şu demek bebeğim;" Asef de dolabın önüne gelip, eline bir pantolon aldı. "Senin zevk çığlıklarını sadece ben duymak istediğim için, açılmış bir müzik."
"Sana inanamıyorum Asef, gerçekten çok fenasın. Hem de sabaha kadar, hayır ben o kadar bağırmıyorum. Sen yalancı ve bir o kadar da arsız bir adamsın." Eliza, söylenirken Asef altına pantolon giymiş öylece bekliyordu.
"Neye bakıyorsun?" Eliza, elindeki kot ve bluzu yatağın üzerine atıp, yiyecekmiş gibi bakan Asef'e döndü.
"Gömleği çıkarmanı bekliyorum."
"Yuh! Asef, sen hiç doymaz mısın?" Eliza'nın öfkeli yüzüne karşılık Asef rahat şekilde gülüyordu.
"Neye doymaz mıyım?" dedi bilmezden gelerek.
"Neyi kast ettiğimi iyi biliyorsun Asef, neden gömleği çıkarmamı bekliyorsun?"
"Ben senin neyi kast ettiğini bilmiyorum, masum bir adamım. Aklından ne geçiyorsa fesat sensin. Ben sadece çıkardığın gömleği giyecektim." Asef, Eliza'ya yaklaşıp aklını başından alacak şekilde boynuna dokundu.
"Ama kirli, yani ben giydim... Yeni giysene..." Eliza afallamış şekilde bakıyordu.
"Ne kiri? Sen kokuyor..." dedi Asef. Eğilip kızın boynuna ıslak bir öpücük kondurdu.
"Ama kırıştı, sen ütüsüz gömlek giymezsin ki..." Eliza, Asef'in gömleği üzerinden çıkarmak için hamle yaptığının farkındaydı ama tepki vermedi. Tepki verecek halde hissetmiyordu kendini.
"Bana dar gelen bir gömlek, kaslarım gerer onu. Sen merak etme, hadi çıkar artık..." Asef, gömleğin ucunu tutup Eliza'nın bir kolunu çıkardı. Kızın koşulsuz ona itaat etmesi karşısında gülümsedi.
"Tamam çıkarayım," dedi Eliza. İkisinin gözleri birbirinden bir saniye bile ayrılmıyordu. Asef, gömleği tamamen çıkarınca Eliza'nın üstsüz kalması karşısında derin şekilde yutkundu. Kendini tutamayıp, tüm gece dudaklarını çekmediği ve bir sürü iz bıraktığı göğsü öptü yavaşça.
"Şimdi oldu." Asef geriye çekilip gömleği kendi üzerine giydi. "Ohh, mis..."
Eliza aniden gözlerini hızlı şekilde kırparak kendine geldi. Altındaki iç çamaşırı dışında çıplaktı. Hızlı şekilde yatağın üzerindeki kıyafetlere uzandı. "Akıl bırakmadın ben de ya!" Bu esnada hızlı şekilde üzerini giyiyordu.
Asef, gömleğin düğmelerini kapatırken dudaklarında arsız bir gülüş vardı. "Ödeştik desene..." Bu defa Eliza'nın yanağına öpücük kondurdu. "Ama gel beni dinle, karşılıklı uzun bir ödeşme sürecine girelim. Böylece tenlerimiz birbirinden asla ayrılmaz."
"Tabi tabi," dedi gülerek Eliza. Aynı anda kapının çalması ile Asef onun saçlarından öpüp kapıya ilerledi.
İki adamı kahvaltı getirmişti. Hızlı şekilde başlarını yerden kaldırmadan içeri girip masayı donatmaya başladılar. "Cihan burada mı?" diye sordu Asef.
"Cihan Bey, gecenin ilerleyen saatlerinde Deniz Bey ve arkadaşları ile çıktı efendim. Ayrıca size iletmemiz için bunu bıraktı." Adam elindeki katlanmış kağıdı uzattı. Asef, başını sallayarak kağıdı aldı. İşlerini bitiren adamlar çıkınca, karnı aşırı aç olan Eliza hızlı şekilde masaya yaklaştı. Ayrı bir sandalyeye oturacakken Asef kolundan tutup onu aniden kucağına çekti.
"Böyle mi yiyeceğiz Asef?"
"Şikayetin mi var? Ben çok rahatım, sen de kucak seviyorsun diye biliyorum." dedi Asef.
Eliza omzunu silkip iyice yerleşti adamın kucağına. "Canıma minnet..." Ağzına zeytin atıp kreplere uzandı. "Ne o, Cihan aşk mektubu mu yazmış?" Gülerek sorduğu soruya Asef gözlerini devirdi. Eliza'nın üzerine bal döktüğü krepten uzanıp bir ısırık aldı. Eliza da onun ısırdığı yerden yemeye devam etti. "Ne yazdığını gerçekten bana söylemeyecek misin? Benden bir şey saklamayacaktın hani..."
"Saklamıyorum bebeğim. Cihan sadece Altan Akdağ'ın, Murat Gökmen ile buluşmak için bugün bir yer ayarladığını yazmış." Kağıdı buruşturup masanın üzerine attı. Kaşlarının çatılması, Eliza'nın gözünden kaçmamıştı.
"Murat Gökmen kim?" diye sordu Eliza. Çatala sapladığı peyniri Asef'e uzattı. Ağzını açan Asef, peyniri aldıktan sonra Eliza'nın yanağına bir öpücük kondurdu ve bunu yapmaktan asla bıkmayacağını gösteriyordu.
"Deniz'in babası, önemli bir iş adamı. Uluslararası lojistik şirketi var. Ayrıca siyasilerler fazla yakın." Asef, konuşurken telefonunu eline alıp Cihan'a mesaj attı.
"Peki neden bu adam, Deniz'in babası ile görüşmek istiyor?" Eliza merakla sorularına devam ederken Asef de yüzünde hiçbir bıkkınlık ifadesi göstermeden cevap veriyordu.
"Daha önce Pusat da görüşmek istedi. Murat amca dediğim gibi herhangi birisi değil. Çünkü gerçekten eli çok uzun. Bana da birçok konuda yardım etti. Altan Akdağ'ın niyeti onu tarafına çekmek ve Deniz ile benim aramı açmak. Ama bu pek mümkün değil çünkü Murat amca babamla başlarda yakın arkadaş olsa da sonrası aynı kalmadı. Annemle bildiğim kadarıyla görüşmeye devam etti, onun eski ortağı ve tekin olmayan bir adamla birlik yapmaz." Asef, telefonu masaya indirip Eliza'nın belini daha sıkı sardı. Kendi eli yokmuş gibi kızın yedirmesine izin veriyor bu da aşırı hoşuna gidiyordu.
"Bu adam senden ne istiyor Asef? Pusat'ın sence onunla ilgisi ne? Yani onlar hakkında her şeyi biliyor musun?" Eliza, Asef'in belindeki elini okşayıp ona döndü. Adamın bakışları zaten onun üzerindeydi.
"Bana güveniyor musun?" Asef, onun sorusunu görmezden gelip başka bir soru sordu. "Ama gerçekten Eliza, bana inanıyor musun?"
Eliza'nın gözlerindeki bakışlarda şüphe yoktu. Asef bunu gördükçe daha rahat nefes alıyordu. "Güveniyorum, inanıyorum ama..."
"Bir dakika," Asef sert şekilde Eliza'nın lafını kesip çayına uzandı. Büyük bir yudum alıp yeniden kıza döndü. "Amadan sonra gelen her şey öncesindeki kelimelere zarar verir, bilmiyor musun?"
Eliza gözlerini devirip Asef'in kucağında kıpırdandı. "Öncesine zarar verecek bir şey demeyecektim. Demek istediğim şey, bundan sonra her şeye beni de dahil et. Ne bileyim bir şey öğrenirsen bana da söyle, bir plan varsa beni de bu plana kat. Beni aniden bir kaosun ortasında bırakıp sonra da nedenlerine ikna etmeye çalışma. Senin gördüklerini görmeme izin ver."
"Bebeğim," Asef'in sesi sabırlı ve sakindi. "Benim gördüklerimi görmen pek mümkün değil ama gördüklerimi süzgeçten geçirerek sana gösterebilirim." Eliza'nın saçlarını okşayarak geriye doğru taradı Asef. "Ayrıca seni ikna etmeye çalışmayacağım, görmeni sağlayacağım. Anlaştık mı?" Şefkatle, Eliza'nın yanağına bir öpücük kondurdu. "Pusat hakkında bana artık karşı gelmeyeceksin değil mi?"
"Gelmeyeceğim, seni yargılamayacağım. Dediklerini yapacağım, anlaştık ama aklımda bir şey daha var." Eliza portakal suyundan büyük bir yudum alıp sevecen şekilde gülümsedi. Asef, onun bu şüpheli gülüşüne gözlerini kısarak karşılık verdi. "Şimdi sen lider, Pusat diyorsun ya..."
"Eee, diyorsam..." dedi Asef.
"Altan Akdağ da benim dedi ya,"
"Evet, dedi şerefsiz. Peki sen kime inanıyorsun?" Eliza, kızarmış bir ekmeği çilek reçeline banıp gülümseyerek ona bakan Asef'e uzattı. "Pek tatlı sevmediğimi biliyorsun,"
"Ama bu çilek reçeli, benim gibi kokuyor." Eliza inatla elindeki reçelli ekmeği Asef'in dudakları önünde tutuyordu. Asef ağzını açıp Eliza'nın uzattığı ekmeği yedi.
"Senin kadar lezzetli değil." dediğinde Eliza hafif şekilde omzuna vurmuştu. Ya da ona göre hafif bir vuruştu. "Soruma cevap ver, kime inanıyorsun?" Asef'in gözleri merakla bakıyordu. Ve umutla... Her ne olursa olsun Eliza'nın koşulsuz ona inanmasını istiyordu. Ama Eliza'nın cevabı beklemediği bir cevaptı.
"Sence bu liderlik ifadesi, bir metafor olabilir mi?" Eliza, Asef'in kaşları çatılınca devam etti. "Yani demek istediğim; ısrarla seni inandırmak istiyorlar, bir liderin varlığına ama bir yandan da birisi çıkıp ben liderim diyor. Pusat ve Altan Akdağ hep karşına çıkıyor, sence daha farklı birisi olabilir mi? Belki de ikisinden birisidir belki de tamamen onlarla oynayan birisidir. Seninle oynayıp aklını bulandırmaya çalışıyordur. Bunu görüyor musun?"
Eliza susunca Asef dikkatle kızın yüzüne bakıp gülümsedi. "Sevgilim, sen gastronomi okuduğuma emin misin? Gizli polis falan mısın?"
"Gülme Asef, ciddi bir şey söylüyorum şurada." Eliza, Asef gülünce huysuz şekilde konuştu.
Asef, derin bir nefes alıp bakışlarını çimen yeşili gözlere dikti. Kafasındaki net düşünceyi daha yumuşatarak konuşmaya karar verdi. Çünkü Eliza'ya kanıtlar ile geleceği gün itiraz kabul etmeyecekti. "Dediğin yanlış değil bebeğim, ben bunları düşündüm. İkisi de hem olabilir hem olmayabilir. Altan Akdağ'ın geçmişi zaten benim için şüpheli, ben onun peşinde olduğum için şimdiye kadarki tüm pisliklerini biliyorum." Asef konuşurken yüzü ciddi bir hal almıştı. Kucağındaki kadının omzuna çenesini koyup derin bir nefes aldı. "Babam ile geçmişleri pek temiz değil, ortaklığın bozulması ve onun ortadan kaybolması tesadüf değil. Eğer babamdan almak istediği bir intikam varsa, daha önce çok güçlü olmadığı için yapamadı. Ama kazada parmağı olduğunu biliyorum hatta bizzat sebep olduğunu... Şimdi ise benim karşıma çıkması ya intikam almak için artık hazır ya da derdi benimle..."
"Seninle derdi niye olsun?" diye sordu Eliza. Asef'in siyah dalgalı saçlarını okşuyordu.
"Benimle derdi olan birisinin kuklası olduğu için olabilir. Ya da daha fazla güç istiyordur, onun da benim elimden geçtiğini biliyordur." Asef, Eliza saçlarını okşarken biraz daha sarıldı kıza.
"Baban kötü bir adam mıydı Asef?" diye sordu Eliza. Sesindeki çekince kendini gösteriyordu. "Başındaki dertler onun mirası mı?"
Asef alaylı şekilde gülümserken gözleri çok şey anlatıyordu. "Başımdaki dertlerin sorumlusu benim, güç için ve sevdiklerimi korumak için ben herkesin işine çomak soktum. Ama babam da iyi bir adam değildi, annemin sevgisizliği onu canavara çevirdi." Asef'in her zaman olduğu gibi annesi hakkında konuşurken o durgun sese büründü sesi... "Kalbinde merhamet olmayan bir adam canavara dönünce çok acımasız olabiliyor. Ama o gün görmesem de bugün fark ettiğim bir şey var; Babamın çevresindeki birçok düşmanın sebebi Altan Akdağ'dı. Taktığı maskenin ardından o gün saldırmaya başlamıştı aslında. İkisi arasında benim bilmediğim bir düşmanlık olmalı ve Altan Akdağ hala istediğini alamamış sanırım."
"Peki Pusat... O bu hikayenin neresinde duruyor? Ya da buna neye göre karar verdin?" Eliza'nın bu sorusu ile Asef başını kaldırıp öfkeyle karşıya baktı.
"Parçalar, Eliza... Yapbozun parçaları olduğu yeri bulursa resim anlamlı olmaya başlar. Pusat bu resmin her yerinde var, resmi kendisi çiziyor ama anlamını benim bulmamı bekliyor. Benim öğrenmem gereken şeyler var."
"Ne gibi?" Eliza rahat görünmeye çalışırken Asef'in ağzına salatalık soktu bu defa.
"Beni hep böyle ellerinle mi besleyeceksin?" Asef'in yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu. "Dudaklarından da besleyebilirsin, biliyorsun değil mi?"
"Konuyu değiştirme, soruma cevap ver." dedi Eliza. Sırtını Asef'e yaslayıp başını adamın omzuna yatırdı. Gözleri Asef'in koyu gözlerindeydi. "Pusat sence ne istiyor?"
Asef, derin bir nefes alıp Eliza'nın çenesini okşamaya başladı. "Onun benimle kişisel bir derdi var Eliza. Çevreme düşman yığsa da onun derdi başka. Onu öğreneceğim ama... Pusat'ın kim olduğu ya da kimlerle ilişkisi olduğu en önemli kilit nokta. Bunu bulmak için artık daha dikkatli olmak zorundayım, sen de benim sözümü dinleyip uslu bir kız olacaksın değil mi?" Asef, Eliza'nın çenesini acıtmayacak şekilde ısırıp boynuna yöneldi. Eliza'nın kıkırdısı kanını kaynatmaya başlamıştı bile.
"Ben söz dinlemez birisiyim bilmiyor musun? Yaramaz bir kediyim." dedi Eliza. Hunharca boynunu sömüren Asef'ten kaçmaya çalışıyordu.
"Yaramaz bir kedi olduğunu biliyorum ama artık söz dinleyen bir kedi olmanı istiyorum, yoksa aslan sinirlenir." Asef'in dudakları hala Eliza'nın boynuna gömülmüş haldeydi.
Eliza öfkeli kaşları ile geri çekilip, Asef'in kendini sorgulamasına neden olacak şekilde baktı. "Ne oldu sevgilim?"
"Aslanın eşi kedi midir yoksa aslan mıdır" Eliza'nın sorusu ile Asef afallamış şekilde öylece kaldı. "Bence sen de ayağını denk alsan iyi olur."
"Ne dedin sen?" Asef'in yüzünde resmen şok ifadesi vardı.
"Ayağını denk alsan iyi olur." dedi gülerek Eliza.
"Ondan önce söylediğin," dedi heyecanla Asef.
Eliza onun neyi kast ettiğini anlamıştı. Başını adama yaklaştırıp nefesini adamın dudağına verdi. "Aslanın eşi kedi midir yoksa aslan mıdır?"
"Eşi..." diye tekrar etti Asef. Eliza'nın dudaklarına çarpan dudakları yanıyordu. "Aslanın eşi de aslandır... Eşim..."
Eliza gülerek geri çekilip saçlarını savurdu. "Çift anlamında dedim ben."
"Aile anlamında anladım ben." dedi hızlıca Asef.
"Yine istediğin gibi anladın bunu da ama benim kast ettiğim tamamen farklı. Neyse, hadi ben doydum. Kalkalım." Eliza'nın konuyu kapatma isteği Asef'in gözünden kaçmamıştı.
Asef, bunun farkındaydı. Eliza henüz çok gençti, evlilik fikri için hazır olmayabilirdi. Ama Asef... O Eliza'nın karısı olduğu günü yaşamak için neler vermezdi? Ama sessiz kaldı, sadece hafif bir tebessüm edip Eliza'nın yanağını öptü.
"Tamam güzelim, kalkalım. Ne yapacaksın bugün?" Eliza, ayağa kalkınca Asef de doğrulup üzerini düzeltti. Yüzündeki ifadeyi saklamaya çalışsa da Eliza bunu görmüştü.
İkisinin hayatlarında şu an en son konu evlilik olurdu. Çünkü ilişkileri hassas bir terazi üzerinde gibiydi Eliza'ya göre. Öyle ki en ince kırılmada büyük çatlaklar oluşabilirdi. Eliza bundan çok korkuyordu, o Asef'i kaybetmek istemiyordu. Etraflarındaki kötülük dağılsın istiyordu, aydınlık aşkları karanlığa yenilsin istemiyordu.
"Dünürünü ziyarete gideceğim önce. Sonra da okula..." Eliza'nın söylediği şeyle Asef duraksadı.
"Ne? Dünür mü?"
Adamın şaşkın haline büyük bir kahkaha attı Eliza. "Tolga'nın annesi, senin dünürün değil mi? Aile anlamında yani..." dedi. Asef'in sözü ile onu vururken bundan çok fazla zevk alıyordu. Ama Asef'in ifadesi daha zevkliydi.
"Allah aşkına Eliza, bak tüylerim diken diken oldu. Tansiyon var bende yavrum, yapma şöyle." Asef başını sağa sola sallayıp, ceketine uzandı. "Dünür nedir ya?''
"Eee, sonuçta Tolga ve Alya seviyor birbirini. Alya'yı senden isteyecekler." Eliza büyük bir kahkaha atıp geriye doğru yürüdü. Çünkü Asef'in üzerine doğru gelmekte olduğunu görüyordu.
"İstesin bakalım, ben ona karşılığında ne veriyorum? Hayal ettirme şimdi, kan beynime sıçrıyor sonra." Asef, hızlı şekilde Eliza'nın elini tutup kendi elleri arasına hapsetti. "Gördüğüm yerde ağzı ile burnunu yer değiştirme isteği geliyor bak. Ayrıca birisi birini isteyecekse o da benim," dedi Asef. Ama devam etmedi. Çünkü Eliza'nın yüzünde derin bir acı vardı. Ve Asef bunun sebebini çok iyi biliyordu. Asef'in, onu isteyeceği bir ailesi yoktu. Tüm bunları kızın da düşündüğünü fark edip konuyu dağıtmak istedi. "Benim de istediğim tam şu an yanımda... Hadi gidelim sevgilim, dünürümü değil Tolga'nın annesini beraber ziyaret edelim."
Eliza başını sallayıp gülümsedi. Onu her anında anlayan ve ona göre davranan adamın elini sıkıca tuttu. Ama Asef'in onu istediğini hayal etmeyi ihmal etmemişti. Anne ve babası yaşasaydı, Asef, Ürgüp'e onun için gelir miydi? Elinde çiçeği ve çikolatası ile... Alya da yürüyor olurdu, abisinin arkasında gülümseyerek ona bakardı. Tüm arkadaşları yanlarında olurdu, Deniz nişanı bozup Asef'i kendine alacağını söyler dururdu. Belki Doruk onun için bir şarkı söylerdi... Eliza, hayalinin tebessümü ile elini tuttuğu adamla odadan çıktı.
Daha önce bu odaya büyük bir acı ile girmişti. Şimdi ise o acının ellerini tutup ona mutluluk vermesinin şaşkınlığı içindeydi...
***
Beyaz hastahane odasına giren Eliza ve Asef, Tolga'nın yüzü ile karşılaştılar. Ama üzgün bir yüz... Eliza gelmeden önce arayıp bilgi almak istemişti ama Tolga ona da cevap vermemişti. O yüzden Asef ile gelirken aklına türlü türlü kötü senaryo gelmişti. Geceden beri ne olmuş olabileceğini düşünürken içten içe kendine de kızıyordu. Asef'in yanında tüm dünyadan soyutlanıyor oluşunu hala aşamıyordu.
"Tolga, her şey yolunda mı?" Eliza, arkadaşına sarılırken odada Deniz ve Nehir'in de olduğunu gördü. Pencere önünde köşede duruyorlardı. Bakıldığı anda yorgun ve uykusuz oldukları anlaşılıyordu. "Neler oluyor?"
"Eliza," dedi Tolga. Ama ağladığı için devam edemedi.
"Deniz," Asef odaya girip Nermin Hanım'ın ayak ucunda durdu. Diğerleri de onun yanına yaklaşmıştı. "Bir sorun mu var?"
"Nermin Hanım'ın bünyesi kemoterapiyi kaldırmakta zorlanıyor. O yüzden bu sabah bilinç kaybı yaşadı. Şimdi uyuyor ama bundan sonrası daha zor... İlaç sadece kötü hücreleri değil, iyi hücreleri de öldürüyor. Bu da onu güçsüz yapıyor." Deniz konuşurken Nermin Hanım'ın son kontrollerine de bakmayı ihmal etmiyordu. Nehir ağladığını saklamak için arkasını dönüp pencereye yürüdü.
"Eliza, saçları çok dökülüyor... Bak hepsi ellerimde..." Tolga, Eliza'dan başka kimseye bakmıyordu. Her zaman yaptığı gibi acısını yine ilk ona gösteriyordu. Ellerindeki annesine ait saçları gösterdi.
"Tolga, bak bana." Eliza onun gözlerini elindeki saçtan kendine çevirmesini bekledi. Tolga ıslak gözleri ile ona baktığında, her zaman yaptığı gibi samimiyetle gülümsedi. "İyi olacak, o çok güçlü bir kadın. Sen söyledin, eskiden neler yaşadığını sen anlattın. Böyle bir kadın kolay kolay yenilmez, bana güveniyor musun?"
"Babam çok dövdü onu, saçlarını çok çekerdi... Ama annem saçlarını çok severdi Eliza, lütfen daha fazla dökülmesin... Anneler bu kadar acı çekmemeli, anneler hep gülmeli... Keşke onun acısı benim olsa..." Tolga, Eliza'ya sarılmak için harekete geçmişti ki bir el omzuna dokunup onu kendine çekti.
Tolga, dahil odadaki herkes aniden şaşkın şekilde Asef'e bakmıştı. İlk kez Tolga'yı bağrına basan Asef'e... Ama bilmiyorlardı ki aynı yerden yara almış aynı yerden kanıyorlardı...
"Tolga, annen gibi sen de güçlüsün. Eliza'ya inan, ben de inanıyorum. Annen iyi olacak, bunun için elimden gelen her şeyi yapacağım... Haklısın, anneler acı çekmemeli hep gülmeli... Annen hep gülecek merak etme..." Asef'in telkin edici samimi sözleri ile Tolga daha rahat nefes aldığını hissediyordu. Çocuk gibi başını sallayıp gözlerini tepeden ona bakan adama çevirdi. "Ağlayınca daha da çirkin oldun Habeş maymunu, ağlama bir daha sakın. Hele ki Alya'nın yanında, korku filmi gibisin lan."
Tolga sesli şekilde burnunu çekip Asef'in kollarından çıktı. "Tamam, Asef Bey abi... Sen nasıl diyorsan, ben sana güveniyorum."
Her ne kadar onları seyredenlerin yüzünde gülümseme olsa da fazlasıyla buruk bir gülümsemeydi.
"Tabii ki de iyi olacak," Nehir, Tolga'nın yanına gelip kolunu okşadı. "Sadece biraz sabırlı olmamız gerekiyor. Hem Zülal gelir birazdan, seni böyle görmesin, çok üzülür."
Tolga başını sallayarak onu onaylandığında Eliza da aynı desteği vermek için hemen yanındaydı. Üç arkadaş anlayışlı gözlerle birbirine bakarken, Asef'in işareti ile Deniz onun ardına düştü.
Odanın karşısındaki geniş pencerenin önüne giden Asef, sigarasını yakıp dışarıya doğru üfürdü.
"Sabaha karşı haber aldık, geceden kalma olduğumuz için mal gibiydik gerçi." Deniz, Asef'in yanına gelip pencereye yaslandı. Göz altları morarmıştı ve uykusuzluğu metrelerce öteden bile anlaşılıyordu. "Tolga biraz da bunun üzüntüsünü yaşıyor. Annesi bu haldeyken dağıtmış olması kendisine kızmasına neden oldu."
Asef, çatık kaşları ile sigarasından derin bir nefes daha aldı. "Durumu ciddi mi Deniz? Başka bir hastahaneye hatta yurt dışına götürelim. En ufak bir ihmal dahi olmasın."
Deniz, Asef'in endişesinin farkındaydı. En başından beri Tolga'nın annesini yakından takip ediyordu. Onun bu hastaneye getirilmesi bile onun emriyle olmuştu. "Burada her türlü tedavisi oluyor Asef. Başka bir yerde de buradan farklı bir tedavi olmayacak. Nermin Hanım'ın bedeni çok zayıf düşmüş. Daha öncesi ile alakalı, hastalık da bu zayıf bünyede onu çok zorluyor." Deniz, kısa bir es verip duraksadı. Gördüğü şeyi söylemekten bir an çekinmişti. "Kadının bedeninde çok eskiden kalma darp izleri var, belli ki gençliğinde çok zorluk yaşamış. Hastalığının dışında kalbi de zayıf, o yüzden sabırlı olmamız gerekiyor."
"Siktir!" Asef öfkeyle dişlerinin arasından söverken elindeki sigarayı söndürüp kenardaki çöp kutusuna attı. "Kocası yaşıyor olsaydı kendi ellerimle onu gebertirdim."
Deniz, sessiz kalıp karşılık vermedi. Asef'in söylediği şeyi yapacağına emindi. Hatta öldürmekle kalmayıp çeşitli işkencelere maruz bırakacağının da...
Asef birkaç saniye gözlerini kapatıp açtı. Kendini sakinleştirmek için çabalıyordu. Deniz'in elleri ile oynayıp gergin şekilde kıpırdandığını görünce alayla gülümsedi. "Yeni gelin gibi ne yapıyorsun? Ne söyleyeceksen söyle."
"Yeni gelin mi?" Deniz şaşkın şekilde açtı gözlerini.
"Ne bileyim oğlum, babaannem söylerdi. İşte ağzındaki baklayı çıkar anlamında." dedi Asef bıkkınca.
"Bakla mı?" diye sordu bu defa Deniz.
"Yok mercimek amına koyayım! Aklında ne varsa sorsana lan!" Asef öfkeyle bağırınca Deniz olduğu yerde sıçrayıp kalbini tuttu.
"Bağırma Asef'im. Ben sadece senden çekiniyorum. Babam bugün Altan Akdağ ile görüşüyor. Sana ihanet etmiş gibi hissediyorum. İnan ki ben bilmiyordum duyunca babamı aradım ama sen karışma diyip bana kızdı." Deniz mahcup şekilde pencereden dışarıya bakıp Asef'ten gözlerini kaçırdı. Duyduğu gülme sesiyle Asef'e dönünce adamın gülerek ona baktığını gördü. "Ne gülüyorsun oğlum? İhanet sonrası tehdit gülüşü mü?"
"Hayır," Asef gülmesini bastırıp bir sigara daha yaktı. "Salak ifadene gülüyorum. Hala çocuksun Deniz."
"Oğlum beni duyuyor musun? Babam diyorum Altan Akdağ ile görüşme yapıyor diyorum."
"Deniz," Asef'in sert sesi ile Deniz sustu. "Ben de o adamla görüştüm. Ayrıca görüşmeye devam edeceğim. Babana gelince, Murat amca herhangi birisi değil. Şimdiye kadar kim bilir kimlerle masaya oturdu? Onun masasına oturanlar ondan bir şeyler isterken sonunda kendilerini ona borçlu bulurlar. Ayrıca Altan Akdağ'ı eskiden tanıyor baban. Onunla ilgili pislikleri de biliyor. Çok çok Altan Akdağ onun avucuna düşer, başka türlü olursa da Murat amcanın bana zararı dokunmaz. Çünkü babamla yakın arkadaş olsa da zamanla ondan nefret eden bir adam o, annemin değer verdiği nadir insanlardan birisi... Bana da birçok konuda yardımı oldu yani benim için asla düşman olmayacak tek kişi baban. Anladın mı?" Asef tek kaşını kaldırıp cevap bekledi.
"Anladım, ne bileyim ben... Bu mafya işlerini anlamıyorum tam olarak. Sanki her an birisi diğerinin fişini çekecek gibi... Babam da her zaman kapalı bir kutu gibidir, bana kendini asla göstermez. Sevmez de fazla..." Deniz sondaki cümlede durgunlaşmıştı. "Annemi sevmediği için beni de sevmedi..."
"Yanılıyorsun, bu öyle bir şey değil. Babam da annemi çok sevdi hatta saplantılı ama beni yine sevmedi..." Asef pencereden dışarıya bakarken her ne düşünüyorsa bu pek güzel bir anı değildi. "Sevgi ya da sevgisizliklerini bir nedene bağlamak istesem de hepsi de çok anlaşılmaz. Her ne yaşadılar ise gizli bir kutu gibiler ama benim de Murat Gökmen ile görüşmem lazım. Sırlı bir adam, Altan Akdağ ile birçok şey bildiğine eminim."
"Asef'im, şirketi de satın alsana. Eğer bir gün çalışmak zorunda kalırsam sen bana izin verirsin, olur mu?" Deniz'in çocuk gibi dudaklarını büzmesi ile Asef güldü.
"Sen doktorsun Deniz, bunun dışında kendini fazla dağıtma. İşimize bakalım, bundan sonrası daha hareketli olacak. Sana ihtiyacım olacak mutlaka, o yüzden saçma sapan triplere girmek yerine yanımda dur." dedi Asef. İkinci sigarasını da söndürüp attı.
"Bunu Eliza'nın yanında da söylesene..." Deniz elini Asef'in omzuna koyup yumuşak şekilde okşadı. "Yanımda durmanı istiyorum Deniz, hemen yanımda... Dibimde... Der misin?"
"Siktir git Deniz!" Asef geri çekildiğinde koridorun sonunda sert adımları ile yürüyen Cihan göründü. Yanında da başka bir adam ve Tolga'nın ablası Zülal vardı.
Zülal o şirin yüzü ile tebessüm ederek yürüyordu. Hafif kilolu oluşundan dolayı üzerine giydiği kırmızı elbisenin etekleri sağa sola sallanıyordu.
"Oo, güzeller güzeli Zülal gelmiş." dedi Deniz. Zülal utangaç şekilde başını sallayıp gülerken Asef'e baktı. Daha önce de gördüğü adama hayran şekilde bakıp kızaran yanaklarını saklamaya çalıştı. "Seni görmeden gideceğim diye acı çekiyordum."
"Çekme acı," dedi Zülal kısık sesle. O masum dünyasında her şeyi gerçek algılıyordu. Deniz'in fiziksel olarak acı çektiğini düşününce gözleri hemen dolmuştu.
"Yani seni çok özledim, demek istedim. Sen beni özlemedin mi?" diye sordu Deniz.
Zülal utangaç şekilde hala Asef'e bakıyordu. Bu esnada kısık sesle ona bir şeyler söyleyen Cihan'ı dinleyen Asef bunu fark etmemişti. "Özledim tabii..." dedi Zülal.
"Ama özlediğin ben değilim sanırım, Asef'i özlemiş gibi duruyorsun." Deniz kaş göz yaparak Asef'i gösterince Zülal, elini ağzına koyup kıkırdadı. "Kesin o şimdi kalbim kırıldı."
Asef ve Cihan ikisine döndü. Asef tebessümle Zülal'e bakıp göz kırpınca kız hızlı şekilde nefes alıp vermeye başladı. "Kalbim kırıldı, parçalara ayrıldı diye üzülmeyecek misin? Neden bana değil de Asef'e bakıyorsun?" Deniz şokla Zülal'in önüne eğilip görüş hizasını kapatmaya çalıştı.
"Belki de senin çirkin suratına bakmak istemiyordur, değil mi Zülal?" Asef kolunu kaldırıp Zülal'in tutmasını bekledi. Zülal tebessüm ederek elini kaldırıp Asef'e tutundu. İkisi odaya ilerlerken Deniz ve Cihan arkada kalmıştı.
"Reddedildim Cihan, canım acıyor!" Deniz dramatik şekilde elini alnına koyup odaya doğru Cihan ile ilerledi. "Hele Asef'e karşı yenilmek gururumu zedeliyor."
"Asef Bey'e yenilme konusunda şimdiye kadar bağışıklık kazanmış olmanız gerekirdi." dedi Cihan. Deniz'in arkasından odaya girdi.
"Bu çok ağırdı, seni lanet olasıca yakışıklı, iri, kaslı, acımasız adam! Eliza, sevgilin ile vedalaş. Zülal, Asef'e aşık oldu." Deniz'in konuşurken karşısındaki manzara ile duraksadı. Eliza, Zülal'in saçlarını örerken; Asef de Eliza'nın arkasında durmuş saçlarını okşuyordu. "Oha! Demek Asef'i paylaşacaksın, peki o zaman benimle de paylaş."
"Deniz, bunu rüyanda bile göremezsin." Eliza kaşlarını çatarak konuşurken Deniz, Nermin Hanım'ın uyandığını fark etti. Tolga da hemen yanıbaşında oturuyordu.
"Ah Eliza ah, Asef ile ilgili rüyalarıma değinmek dahi istemiyorum." Deniz geniş koltuğa otururken kollarını rahat şekilde açtı.
"Değin mesela Deniz," Nehir odadaki banyodan çıkarken Deniz onu duyunca hızlı şekilde kendini topladı. Eliza gülerken Deniz'e dil çıkardı.
"Nehir, bak şu Asef'e... Yüzüne, boyuna posuna özellikle arka sırt altı bölgeye... Okuldaki anatomi dersi ile ilgili rüyalar görüyorum, Asef'in bedeni tıp için çok değerli." Deniz'in saçmalamasına herkes gülerken Asef, Nermin Hanım'ın yanına doğru ilerledi. Eliza bir şey demeden dönmüş ona bakıyordu.
"Geçmiş olsun Nermin Hanım, nasıl hissediyorsunuz?" Asef saygılı şekilde konuşurken duruşu da aynı saygıyı taşıyordu.
"İyiyim Asef Bey, çok sağolun. Şimdiye kadar yaptığınız her şey için... Karşılığını nasıl öderim hiç bilmiyorum." Nermin Hanım'ın mahcup sesi ile Tolga da başını eğdi. Asef'e karşı o da çok mahcup hissediyordu. Kumarhanede kaybettiği halde Asef ondan bunu istememiş üzerini silmişti. Bunu Eliza sağlamış olsa da Asef'in bunu asla dile getirmemesi bile Tolga için çok büyük bir şeydi. Üstelik annesi için bu kadar şey yapması da ödenemeyecek bir borçtu. Ama Asef'in söylediği şeyle Tolga şokla ona baktı.
"Karşılık yok, siz sadece iyi olmaya bakın. Tolga tüm borçları fazlasıyla hatta değeri biçilemez şekilde ödedi. Benim için bu dünyada en değerli insanlardan birisinin tebessüm edip hayata bağlanmasını sağladı. O yüzden mahcup olması gereken birisi varsa o da benim." Asef, herkesi şaşkınlığa sürükleyen cümleleri kurarken Eliza'nın gözleri dolmuştu. Tolga'ya karşı asla duygularını belli etmeyen Asef'in kalbinde ona karşı büyük bir minnet ve sevgi olduğunun farkındaydı. Bunu göstermenin onun için ne kadar zor olduğunu bildiği için adamın bu konuşması onu hem şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti. Ayağa kalkıp Asef'in yanına ilerledi. Elini tuttuğu anda Asef hızlı şekilde dönüp ona bakmıştı. Büyük bir aşkla...
"Asef haklı Nermin teyze, sen sadece iyi olmak için çabala. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Sen iyi olduğun zaman bu bizim için yeterli bir karşılık olacak." Eliza konuşurken Asef onun elinin üzerini sevgiyle okşuyordu. "Seni çok yorduk ayrıca, şimdi biz gidelim. Sen de dinlen, inşallah başka zamanlarda hatta hayırlı işler vesilesiyle tekrar bir araya geliriz. Değil mi Asef?" Eliza, imalı şekilde Asef'in kolunu dürtünce adamın gözleri büyüdü.
Tolga utangaç şekilde başını eğip kısık sesle güldü. Odadaki herkes Eliza'nın imasını anlamıştı. "Biz gidelim aynen, hem Eliza dün gece çok yoruldu. Pek ne dediğini de bilmiyor. Değil mi Eliza?" Asef, az önce Eliza'nın yaptığı gibi kızın kolunu dürttü. Onun iması Eliza'nın imasından daha fena olmuştu. Eliza'nın yüzü kızarırken Asef'i kolundan tutup çekti.
"Aynen biz gidelim, sen de dinlen Nermin teyze. Zülal görüşürüz, hadi millet! Herkes dışarı!" Eliza'nın şaşkın haline gülen Asef hemen onun ardından ilerliyordu. Başını eğip Eliza'nın kulağına yaklaştı.
"Ne oldu bebeğim? Yüzün kızardı aniden, bir şey mi hatırladın?"
Odadan çıktıklarında Tolga hariç diğerleri de arkalarından çıkmıştı. Eliza kısık sesle karşılık verdi. "İnsan dünürünün yanında öyle konuşur mu? Ne kadar ayıp Asef! Seni kınıyorum."
Asef büyük bir kahkaha atarken Eliza'yı belinden tutup kendine çekti. "Ne yapıyorsun? Bir daha söyle bakayım."
"Uğraşma benimle, arsız adam!"
"Ama seninle uğraşması çok zevkli. Ne yapayım, gidip başkasıyla mı uğraşayım?" Asef'in sorusu ile Eliza öyle bir baktı ki Asef aniden yutkunmak zorunda kaldı.
"Kiminle mesela Asef? Kiminle uğraşacaksın?" Eliza öfkeli şekilde konuşurken ikisi de film izler gibi ikisine izleyenlerin farkında değildi. "Ganalı, Japon, Afrikalı, Zimbabveli mi?"
"Zim ne?" Asef beyni yanmış şekilde duyduğu şeyleri algılamaya başlarken Deniz büyük bir kahkaha attı.
"Hayır Eliza, Asef Rus kadınlarından etkilenir." Asef'in bakışını görünce yutkundu Deniz. "Yani eskiden etkilenir... Ne eskisi? Hiç etkilenmez, ne etkisi amına koyayım!" Deniz çaresiz şekilde çırpınsa da artık çok geçti.
"Rus mu? Sarışın, uzun boylu, seksi Nataşa demek!" Eliza öfkeyle saçlarını savurup arkasını döndü.
"Ne?! Nataşa kim?" Asef şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu.
Eliza öfkeyle ayağını yere vurup durdu. "Çok mu merak ettin Nataşa kim?! Elinin körü!" Hızlı adımlarla ilerlerken tozu dumana katmıştı.
"Sen öldün Deniz! Otuz iki çıplak kızla havuzda parti veren adamın dediğine bak! Eliza, bebeğim!" Asef ortaya bir bomba atıp Eliza'nın arkasından ilerledi.
"Ne?!" Şokla tepki veren Nehir'di. "Havuzda otuz iki çıplak kız mı?"
"Hayır, hayır! Öyle değil Nehir! Girmedim ben o havuza!" Deniz ellerini kaldırıp kendini savunmaya çalışsa da boşuna çırpınıyordu. Artık çok geçti.
"Vardı yani öyle bir havuz?!" Nehir şokla bakıyordu.
"O varsa da ben yoktum! Yani var mı bilmiyorum! Ne havuzu?! Ne çıplağı?!"
"Sus Deniz! Boğul inşallah o havuzda!" Nehir arkasını dönüp hızlı şekilde ilerlerken Deniz birkaç saniyelik donma sonrası arkasından ilerledi.
Cihan gözlerini kısmış şekilde öylece arkalarında kalmıştı. "Koskoca mafya babasının düştüğü hale bak amına koyayım! Bu adam ona yan gözle baktılar diye milletin gözünü oyuyordu düne kadar. Yazık..." Elini cebine atıp ıslık çalarak arkalarından ilerledi.
***
Henüz gecenin erken saatleri olduğu halde önündeki içki kadehleri ardı arkası kesilmeden değişiyordu. Hayatı boyunca bu şekilde mahvolmamıştı. Giydiği cesur elbisesi, yaptığı makyajı içindeki karamsar havayı asla ama asla dağıtamıyordu. Yaşadığı şeylerden dolayı kaçıp Paris'e gitmişti. Ama aklı onunla olduğu için hiçbir şey iyi olmamıştı. Saplantılı aşkı bir an olsun onu bırakmıyordu. En etkili ilaçları da alsa Asef aklından bir an bile çıkmıyordu.
Pırıl, barmenin doldurduğu kadehi yeniden aldı eline. Önünde açık olan telefonda, internette Asef Arjen ismini aratmış onunla ilgili son haberleri okuyordu.
Asef Arjen, Dubai'de, Yale Otel zincirine yeni bir otel eklemek için harekete geçti.
Asef Arjen'e ait Phoneix adlı gece kulüpleri farkını ortaya koymaya devam ediyor. Daha önce kulüpler ile ilgili ortaya atılan kumar iddiaları bir kez daha asılsız çıktı.
Asef Arjen'in, bir iş adamının kızı olan Pırıl Turkuaz ile ilişkisinin bittiği uzun süredir biliniyor. Ama son günlerde gizli bir ilişkisi olduğu konuşuluyor. Asef Arjen'in herkesten gizlediği sevgilisinin kim olduğu merak konusu... Hiçbir yerde resimlerinin olmaması daha dikkat çekici... Asef Arjen bilerek mi bu gizemli kadını saklıyor?
Ve daha bir sürü haber... Ama Pırıl'ın canını en çok yakan bu haberdi. Kabul edemiyordu. Eliza'nın onun sevgilisi olmasını kabul edemiyordu. Asef'in ona dokunuyor olmasına katlanamıyordu.
"Bu harika kadın, neden yalnız başına içiyor? Ne adaletsiz dünya..." Pırıl kulağına dolan sesle telefonunun ekranını kapatıp, yanındaki sesin kaynağı adama döndü. Öyle sarhoştu ki resmen gözleri kayıyordu. Beyaz gömlekli adama dikkatle bakmaya çalışırken şaşı olmuş gözleri adamı güldürdü.
"Sanane! Sen adalet bekçisi misin?" Pırıl kelimeleri zorlukla söylerken başı öne doğru düşüyordu. Adamın ona biraz daha yaklaştığını fark etmemişti.
"Hayır, adım Pusat. Ama istersen sana adaletsizliğin resmini çizebilirim. Bence o daha etkili olur. Çünkü adaleti görmemiş bir insan için daha somut bir şey..."
Pusat uzun süredir Pırıl'ı takip ediyordu. Asef'in etrafında olan herkes onun radarındaydı ama Pırıl özellikle dikkatini çekiyordu. Babasının güçlü oluşu ve Pırıl'ın saplantılı aşkı Pusat için güzel fırsattı.
"Hiçbir şey anlamadım, somut ne demek?" Pırıl sarhoşluğun etkisinde ne dediğinin farkında değildi. Sarı saçlarını geriye atıp kaşlarını çattı. Gözleri şüpheyle bakmaya başladı.
"Somut demek, senin gibi bir güzelliği kanlı canlı görmek demek..." dedi Pusat. Barmene işaret verip Pırıl'ın içtiğinden istedi.
Pırıl başını masaya bırakıp Pusat'ın yüzüne baktı. Tanıdık gelse de kim olduğunu çıkaramıyordu. "Beni yatağa mı atmaya çalışıyorsun?"
Pusat büyük bir kahkaha atıp, barmenin önüne bıraktığı kadehi eline aldı. "Genelde kadınlar beni yatağa atmak ister ama sana bakınca bunu yapmak hoşuma gider diye düşündüm."
"Çok açık sözlüsün ama bunu yapamazsın." dedi Pırıl. Başı hala masanın üzerindeydi. Pusat ona biraz daha yaklaşıp, başını onun hizasına getirerek eğdi. Yakışıklı yüzünde etkileyici bir gülüş vardı. Başarılı maskesi onu çok farklı gösteriyordu.
"İstemez misin? Yalnız başına burada içip ağlamak yerine, zevkten ağlamak daha güzel olmaz mı?" Eli yavaşça Pırıl'ın sarı saçlarına ilerledi. "Sarı saçlarının bal rengine yakın gözlerinle ne kadar uyumlu olduğunu biliyor musun? Etkileyici bir tablo gibisin, eşin benzerin yok gibi..."
Pırıl'ın gözleri dolarken sımsıkı yumdu gözlerini. "Ama yeşil değil, o yüzden de güzel değil..."
"Ne?! Bu ne kadar saçma bir düşünce, bu kadar mükemmelken kendinde kusur araman çok kötü Pırıl."
Pırıl gözlerini açıp başını kaldırdı. Soru işareti dolan gözlerini Pusat'a dikti. "Sana adımı söylemedim, nereden biliyorsun?"
Pusat, kadehinden birkaç yudum alıp kıstığı koyu kahve gözlerini Pırıl'a dikti. "Seni daha önce gördüm, Asef Arjen'in eski sevgilisi değil misin? Ayrıca gece kulübünde beraber eğlenmiştik.
Belki de sen çok eğlenmemiş olabilirsin... Pırıl Turkuaz... Bir ismin en çok bu kadar yakışabileceği o kadın... Parıltından gözlerim kamaştı..."
Ama Pırıl, Pusat'ın sözlerini duymuyordu. Aklından sadece tek bir şey kalmıştı. Eski sevgilisi... Gerçek sevgilisi olmadan eski olmuştu... Gözlerinden akmak için uğraşan yaşları geriye atıp kadehini kafasına dikti.
"Değmeyen bir insan için kendini boşuna üzüyorsun. Bak çok klişe gelecek ama gerçekten sen harika bir kadınsın ve Asef Arjen'den çok daha iyisine layıksın. En önemlisi değer görmeyi hak ediyorsun, değersiz hissettirilmeyi değil..." Pusat'ın son cümlesinden sonra Pırıl'ın gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
"Her şey çok güzeldi. Yıllardır yanımdaydı, ben Asef'e çok aşığım. Ama o kız geldi ve elimden aldı onu. Ve ben hiçbir şey yapamıyorum." Pırıl saçlarını yolarcasına ellerinin arasına aldı. "Asef'in karşısında konuşacak kadar cesur değilim, ona sesimi bile yükseltemiyorum. Canım yanıyor, ona hesap soramıyorum. Bana daha önce söz vermişti. O kadar net ve kararlıydı ki... Hep yanımda olacağına inandırdı beni..."
"Birinden hesap sormak istesen bu kim olurdu?" diye sordu Pusat. Pırıl'ı hipnotize etmiş gibiydi.
"Eliza..."
"Ne yapmak isterdin?" diye sordu bu defa Pusat.
"Benimle aynı şeyi yaşasın isterdim. Asef onu kovsun, onu değersiz görsün isterdim. Yüzüne bakmasın, dokunmasın isterdim..." Pırıl ağlamaya devam ederken gözlerini kapatıp başını yeniden masaya koydu. Zihni gittikçe bulanıklaşıyordu.
"Yara aldığın yerden yarala... Güzel intikam..." Pusat, Pırıl'ın saçlarını okşarken ona iyice yaklaştı. Çenesini tutup başını kaldırmasını sağladı. "Ağlama, güzel kadınlar ağlamamalı..."
"Unutmak istiyorum her şeyi, dayanamıyorum..." dedi Pırıl. İçli ağlaması devam ediyordu.
"Sana bu gece adını bile unutturacağım..." Pusat aralarındaki mesafeyi kapattı. Pırıl'ın alt dudağını dudakları arasına alıp kısa süre emdi. Nefesini tutan Pırıl itiraz etmemişti, sarhoşluğun verdiği ateş bedeninde dolanıyordu. Bir an gözlerini kapatıp hayal ile gerçeği karıştırmaya başladı. Onu öpen kişinin Asef olduğunu düşünüyordu.
"Asef..." dedi kısık sesle Pırıl. Pusat üst dudağını emdi bu defa. Eli, Pırıl'ın çıplak üst bacağını okşamaya başlamıştı.
"Beni kim olarak gördüğünün önemi yok, nasılsa gerçek beni asla öğrenemeyeceksin. Senden ne istediğimi de..." Pırıl, başını Pusat'ın omzuna koyarken adamın kısık sesli konuşmasına dikkat etmedi. Pusat onu kucağına aldığında itiraz etmeden kendini ona bıraktı...
***
Asef sigarasını derince içine çekerken geriye yaslandı. Önündeki masanın üzerindeki yemeklere dokunmamıştı. Gerçi masada hiçbir şeye dokunmayan sadece o değildi. Deniz ve Cihan da gergince oturuyordu. İhtişamlı, büyük salonda ses çıkmıyordu.
"Hepiniz vefasız, nankör çocuklarsınız. İşiniz düşmese kapımı çaldığınız yok, kendi oğlum dahil." Murat Gökmen gür ve güçlü sesiyle konuşurken hepsi saygıyla onu dinliyordu. Yıllara meydan okumuş bir adamdı, saçlarında hala beyazdan çok siyah vardı. Yüzü ise gençliğindeki yakışıklılığın izlerini fazlasıyla taşıyordu. Deniz'in gözleri ile aynı olan ela gözleri hepsinin üzerinde gezindi. En son ve uzun süre Asef'in üzerinde durmuştu. İmalı ve samimi şekilde bakıyordu, Aylin Arjen'in emanetine bakıyor gibiydi. Onların camiasında Alya'nın durumunu bilen tek insandı ve başkasının öğrenmemesi için şimdiye kadar çabalayan kişiydi. Ama bugüne kadar...
"Baba, oldu olacak kulağımızı da çek. Ama önce Asef'inkini..." Deniz önündeki eti ağzına atıp genişçe gülümsedi. Ama babasının bakışı ile gülüşü yavaşça solmuştu.
"Murat amca ben senin yanına en son geldiğimde beni masandan kovmuştun." dedi sitemle Asef. Bu hayatta babaannesinden sonra saygı duyduğu tek yaşlı insan Murat Gökmen sayılırdı. Kendisine bir yanlışı olmadığı sürece...
Murat Gökmen beyaz şarabından bir yudum alıp samimiyetsiz şekilde gülümsedi. "Evet Asef, çok önemli bir siyaset adamı hakkında ele geçirmek istediğin belge için yanıma geldin. Az kalsın başımı yakıyordun lan, pezevengin oğlu!"
"Babam öyledir ama ben değil." Asef umursamasaz şekilde omzunu kaldırıp indirdi. "O zaman bugün de işim olduğu için yanına geldiğimi tahmin ediyorsundur."
Murat Gökmen, alıngan şekilde bakıp nefesini verdi. "Zaten ne zaman şu yaşlı adamı sadece görmek için geldin ki?.."
"Bana haksızlık etme, bir yıl önce silahlı saldırıya uğradığında seni görmek için gelmedim mi?" diye sordu Asef. Önündeki beyaz şaraba uzandı.
"Evet geldin, sonra da o silahlı saldırının sana yapılacakken yanlışlıkla bana yapıldığı ortaya çıktı. Ne kadar da iyi kalplisin?.." Murat Gökmen inanamamış gibi bakıyordu. Asef ise rahatça yeniden omzunu silkti.
"Pırlanta gibi kalbi vardır Asef'imin." Deniz konuşurken ağzı doluydu.
"Pırlanta gibi maşallah! Dünyanın dört tarafında aranan bir pırlanta. Bu kadar düşman sana fazla Asef." Murat Gökmen'in yüzü artık ciddiydi. "Şu an gerçekten etrafın kuşatılmış durumda, farkındasın değil mi?"
Asef'in yüzündeki umursamaz ifade yerini gerçek ifadesine bıraktı. Öfkeli ve yakan bir ateş gibiydi... "Benim düşmanlarım kafes içinde ve bana itaatsizlik edemez. Ama sen de farkındasın adamın birisi geldi ve onlara özgürlük vaad ediyor. Karşılığında beni parçalamaları için onları kışkırtıyor. Sanırım bugün sen de o adamla tanıştın. Ne istedi senden? Beni bitirmeni mi?"
Murat Gökmen gözlerini kısarak karşısındaki adama baktı. O artık yıllar önce tanıdığı çocuk değildi. Annesinin olması istediği adamdan uzaktı. Tehlikeli ve acımasızdı. "Seni bitirmeye benim gücüm yetmez Asef. Ya da başka birinin... Ama onlarca güçlü adam bunu başarabilir. Onlara ait çok değerli tehditleri elinde tutuyorsun, onları almak için her türlü yola başvuracaklar. Çünkü kaybedecek bir şeyleri yok ama senin var. Senin sevdiğin insanlar var, senden önce onlar tehlikede." Murat Gökmen susunca Asef tehlikeli şekilde gülümsedi.
"Birilerini de onlarcasını da sikerim! Beni sevdiklerimle kim tehdit ederse acımam, doğduğu güne pişman ederim. Bir daha Altan Akdağ senin yanına geldiğinde önce ona bunu söyle! Ben kibarca söylemiştim ama demek ki anlamıyor." Asef elini masaya vurunca birkaç bardak düşmüştü.
"Sakin ol." Murat Gökmen'in sesi sertti. "Sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Ailenin kaza yaptığı gece, silinen kamera kayıtlarını istihbarattan bulan ben değil miyim?" Asef başını sallayarak onayladı. Cihan bunu söylemişti. "Annen benim için kıymetli birisi Asef." Murat Gökmen, Asef'in gözlerindeki acı ifadeyi görse de devam etti. "Sen de Alya da ondan bana emanet gibisiniz. Ama sen beni bile koruyacak seviyedesin artık. Yaşlı bir adam olarak sana küçük bir tavsiye veriyorum. Çok yaşlandım zaten, artık emekli olup torun sevmek istiyorum." Son cümlede Deniz'e bakmıştı ama Deniz umursamaz şekilde yemeğini yemeye devam ediyordu. Ya da duymazdan geliyordu. Çocuk yapmak ve Deniz... İmkansız bir düşünce için kafasını yormuyordu ama kalbinin çok derin bir yerinde bir sızı olmuştu.
"Ne istedi o adam senden?" Asef'in sesi ile herkes ona döndü. "Hal hatır sormaya gelmedi herhalde." Gergin şekilde yeni bir sigara yakıp derin Bir nefes çekti içine.
"Ülkeye sokmak istediği adamlar var gibi. Siyasilerden yardım sağlamamı istiyor." dedi Murat Gökmen.
"Şerefsiz! Esas o benden kurtulmak için yardım bulsun." Asef tükürür gibi konuşmuştu.
"Derdi güçlenmek, arkasına birilerini almak istiyor çünkü çok pis bir işe hazırlandığı belli. Yıllardır saklandığı yerde de bunun için hazırlanmış belli." Murat Gökmen sıkkın şekilde nefes aldı. "Melih'e hep söyledim. Bu adama asla güvenme, dedim. Kafasından ne geçiyordu da Altan ile iş kurdu hiç anlamıyorum." Murat Gökmen daha çok kendi kendine düşünüyor gibiydi. "Aylin'le de konuşmuştum ama o konuyu hep kapattı. Ama aralarında gizli bir mesele olduğuna eminim. Yoksa sana karşı kurulan ittifak sadece elindeki belgeler olamaz." Murat Gökmen gözlerini Asef'e dikti. O da düşünceli şekilde ona bakıyordu.
"Söyledi zaten, babamdan alacağı henüz bitmemiş. Benim anlamadığım babama farklı niyetle yaklaşan o değil miydi? Nasıl babama düşman oldu?" diye sordu Asef.
"Baban herhangi birisi değildi Asef. Avken, avcı olduğu zamanlar fazlaydı. Sen de ona çekmişsin zaten." Murat Gökmen işaret parmağını Asef'e doğrulttu. "Ama annenin aşkı gözlerini kör etti, öfkesi gittikçe artarken kötü bir adama döndü. Altan Akdağ ile aralarında ne olduysa bugünün suçlusu o gündür. Bunu öğrenmek sana düşüyor, ondan sonra her şey daha kolay olur."
"Bunu yapacağım, artık av zamanı..." Asef, bakışlarını kıstı. "Emekli olmak istediğine emin misin?"
"Evet, eminim." dedi şüpheli şekilde Murat Gökmen.
"İyi, şirketini bana sat. Oturduğun masadaki siyasileri benim masama oturt." Asef kadehini dudaklarına götürüp hafif şekilde gülümsedi.
"Ooo, burada bir düştüm sana Asef." dedi Deniz. Cihan ona gözlerini devirmişti.
Murat Gökmen'in de dudakları yukarı kıvrılmıştı. "Birincisi benim şirketimi alacak paran var mı? İkincisi sen siyasileri sevmezsin."
Asef öne doğru eğilip, ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Birincisi, ne kadar param olduğuna aklın hayalin şaşar. İkincisi, siyasileri hala sevmiyorum. Sadece oyunu kuralına göre oynuyorum."
Masada Bir dakika kadar süren bir sessizlik olmuştu. Ardından Murat Gökmen büyük bir kahkaha attı. Asef dışında diğerlerinin şaşkın bakışları adama dönmüştü. "Asef, dediğin gibi olsun. Biraz daha güçlen, biraz daha acımasız ol. Çünkü buna ihtiyacın olacak, ben de elimden geleni yapacağım."
"Güzel, elinden geleni yap. Çünkü sana karşı da elimde büyük bir koz olduğunu unutma. Arkamı kolla, sana güvenmemi sağla." Asef kelimelerini sıralarken sandalyeyi itip ayağa kalktı. Deniz soru işareti ile ona bakarken Murat Gökmen, anladım der gibi başını salladı. "Ben Asef Arjen, tüm düşmanlarımı bitirmek için o kanlı savaşa gireceğim. Yanımda olan kurtulur, karşımda olan o kan gölünün bir parçası olur."
Murat Gökmen gururlu bakışlarını Asef'in üzerinde gezdirirken gülümsedi. "Oğlum, doğru adamla kardeş olmuş. Keşke gençken ben yanlış kişi ile arkadaş olmasaydım."
"O da senin ayıbın olsun, bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?" diye sordu Asef. Deniz ve Cihan da ayağa kalktı. Murat Gökmen bir süre Deniz'e bakıp, Asef'e döndü.
"Ben her şeyi bilmiyorum Asef, keşke annen burada olsaydı... O benden çok şey biliyor eminim... Her şeyin kilit noktası oydu, sana gerçekten yardımcı olacak tek kişi o olurdu." Murat Gökmen, Asef'in annesi hakkında konuşurken eski bir dosttan konuşan ve onu özleyen bir adamdı. Kaybettiği dostlarını bir daha göremeyeceğinin üzüntüsü içindeydi.
"Olurdu, belki olmanın bir yolunu bulur... "dedi kısık sesle Asef. "İyi akşamlar Murat amca, pazarlık için Cihan seninle yeniden bir araya gelir."
"Hani paran çoktu? Pazarlık mı yapacaksın?" diye gülerek sordu Murat Gökmen.
"Param çok diye, eski kurt bir adamın beni kazıklamasına göz yumacak değilim. Malum senin de geçmişini iyi biliyorum, konuşturma şimdi beni. Hadi eyvallah..." derken arkasını dönüp ilerledi Asef. Murat Gökmen sadece gülmüş bir karşılık vermemişti.
Deniz ve Cihan da Asef'in ardından ilerlerken, Deniz babasının sesi ile durdu.
"Bu gece burada kalsana oğlum, kendi evinde."
Deniz, babası ile aynı olan ela gözlerini kısarak baktı. "Kendi evim olduğunu pek düşünmüyorum, yıllardır yabancıyım baba."
"Yabancıyım dediğin evdeki kişiye baba diyorsun, sen benim oğlumsun. Yabancı değilsin." dedi Murat Gökmen. Deniz'in, gözlerindeki bu mesafeyi sevmiyordu. Yıllardır ona ulaşmaya çalışsa da Deniz buna izin vermiyordu. Annesini uzaklaştırdığı için ondan nefret ettiğini bilse de bunu aşmak için elinden bir şey gelmiyordu. "Bir gün yalnız başıma kalp krizi geçirip gideceğim ve kimsenin haberi olmayacak. Öldüğümde bari mezarıma gel, yalnız bırakma orada da..."
Deniz sıkkın şekilde nefes alıp Murat Gökmen'e yaklaştı. Asef ve Cihan salondan ayrılmıştı. "Merak etme yalnız olmazsın, seninle menfaati olanlar peşini bırakmaz. Bana ihtiyacın yok, olsaydı on yaşımda, on beş yaşımda, yirmi yaşımda zaten yanımda olurdun. Annem ile hayatı bana cehennem ederken, yanımda olurdun. Uyuşturucu kullanıp ölmek istediğimde yanımda olurdun... O yüzden boşver baba..." Deniz arkasını dönüp yürüdü. Birkaç adım almışken duyduğu sesle durdu.
"Hatalarımı telafi etmeme izin vermez misin?"
"Telafi mi?" Deniz arkasını dönmedi. "Ben otuz yaşındayım sen de altmış... Otuz yılı mı telafi edeceksin? Bunun bu dünyada telafisi yok." Babasının acı çeken yüzüne bakmadan yürümeye başladı. "Bu arada tahlil sonuçlarına baktım, şekerin biraz yüksek. Ona dikkat et onun dışında iyisin, kırdığın kalplere göre hala güçlü bir kalbin var."
Deniz salondan çıktığında Murat Gökmen derin bir nefes alıp boş masaya baktı. Yalnız olduğu salonda gezdi gözleri. Oğlunun asi hallerini seviyordu, o da günün birinde babasına karşı asi olmak isterdi. Belki o zaman ailesinin istediği sevmediği bir kadınla evlenmek yerine sevdiği kadınla evlenir, oğluna bu hayatı sunmazdı. Asef'in bildiği ve ona karşı kullandığı şeyi Deniz'in öğrenmemesi için sessiz kalmaya devam etti. Hepsi onun suçuydu...
***
Asef siyah aracın içine oturduğunda sertçe boynunu çıtlatıp, telefonunu eline aldı. Sabah hastanede olanlardan sonra Eliza ve Nehir tripli şekilde eve gidip yüzlerine bakmamıştı. Ve hala Eliza'dan ses çıkmıyordu. Asef öfkeyle mesaj kısmına girdi. Güzel Meleğim isminin üzerine gelip konuşma sayfasını açtı.
"Gidelim mi efendim?" diye sordu Cihan.
"Bekle, Deniz gelir birazdan. O zaman gideriz."
Konuşurken hızlı şekilde parmakları harflerin üzerinde gezinmeye başladı.
"Ne yapıyorsun bebeğim?"
"Hiç, Ukrayna-Rusya savaşına bakıyorum!"
Asef, boş gözlerle ekrana bakıp yeniden yazmaya başladı.
"Ne, neden? Şu an beni düşünmen gerekmez mi? Çünkü ben aldığım her nefeste seni düşünüyorum..."
"Asef, biliyor musun? Rus kadınları savaştan çok kötü etkilenmiş. Bayağı mağdurlar yani, kucak açabilirsin... Nataşalar seni bekliyor!"
Asef öfkeyle gülerken, Deniz arabaya binmişti. "Deniz, seni geberteceğim! Yemin ederim Eliza'ya söylediğin şeyin bedelini ödeyeceksin!"
Deniz bıkkınca gözlerini devirip camdan dışarı baktı. Cihan arabayı çalıştırdı bu arada. "Sanki sen de Nehir'e söylemedin, oğlum kız yüzüme bakmadan gitti. Aramalarıma da dönmüyor."
"Beter ol! İlk defa sevgilimiz oluyor onda da sıçtık her şeyin içine!" Asef yeniden mesaj yazmaya başladı.
"Güzelim, canımın taa içi... Değil Rus kadınları dünyadaki tüm kadınlar bir araya gelse, ben yine sadece seni görürüm. Sen beni tanımıyor musun?"
"Emin değilim! İnsan bu beşer şaşar! Mesela dünyanın tüm erkekleri benim karşıma gelse ufak bir düşünürüm! Hele içlerinde İtalyan erkekleri varsa..."
"Lan! Ne demek İtalyan erkeği! Cihan hemen Eliza'nın evine sür! Ufak bir düşünürmüş! Çabuk lan!"
Asef deli gibi bağırırken Cihan ve Deniz anlamaz şekilde ona bakmıştı. Ama ikisi de çoktan onu sorgulamayı bırakmıştı.
***
"Utanmadan ne yaptığımı soruyor! Sen önce dön kendine bak!" Eliza önündeki hamura şekil verirken öfkeyle söyleniyordu. "Rus kadınlarından etkilenirmiş! Utanmaz! Dokunmasa da gözleri ile yemiştir hepsini, belki de dokundu!" Kalp şeklindeki hamura bakıp bozdu. "Al sana kırık kalp!"
"Kızın ayarları bozuldu, yemin ederim şu an içinden başka bir şey çıktı." Tolga başındaki yazma ile elindeki kurabiyeye garip bir şekil vermeye çalışıyordu. "Kızın zayıf noktası Rus kadınlarıymış meğer. Ama üzülme zilli, Asef Bey abi eğer alacak olsa onlardan birini alırdı. Senden önce yani, sana kalmazdı." Eliza'nın yüzüne attığı hamur ile sustu.
"Eliza haklı, baksana bize masum görünüp gerçek yüzlerini saklıyorlar. Çıplak kadınlarla dolu havuz partisi yapmış!" Nehir tepesinde topladığı saçları ile önündeki hamurdan küçük parçalar koparıyordu. Tabii koparmaktan ziyade parçalıyor gibiydi.
"Ama Deniz abinin organizasyonu harika değil mi? Çıplak parti," Tolga devam edemedi çünkü yüzüne bu defa Nehir hamur atmıştı.
"Bana bakın zilliler! Hamuru bana atacağınıza kurabiyeleri yapmaya devam edin! Sanki ben yaptım her şeyi! Gidin hesabını onlara sorun!" Tolga bağırıp elindeki saçma şekilli kurabiyeyi tepsiye koydu. Onun yaptığı diğerlerine göre hep saçma şekillerde oluyordu.
Eliza ve Nehir kabul etmeseler de Tolga'nın haklı olduğunu düşünürek, kendi kendilerine sövmeye devam edip yeniden işlerine döndüler. Yarınki kermes için Eliza kurabiye yapıyordu. Sınıftaki herkes bir şey yapıyordu, o da sevdiği limonlu kurabiyelerden yapmaya karar vermişti. Ayrıca öfkesini hamur üzerinde atma isteği de başka bir nedendi. Yarım saat kadar açtıkları şarkı eşliğinde sadece hamura şekil vermekle uğraştılar. Eliza tepsilere dizilen kurabiyeleri pişirmek için fırının önündeyken Nehir ve Tolga hamura şekil vermeye devam ediyordu. Taa ki kapı sertçe çalınana kadar...
"Çüş! O kim? Kirayı mı ödemediniz kız?" diye sordu Tolga. Parmağıyla ön dişlerini de kaldırmayı ihmal etmemişti. Eliza kapıya ilerlerken ardındaki kişinin kim olduğunu tahmin ediyordu.
Kapı tekrar sert şekilde çalındı. "Yavaş!" diyerek kapıyı açtı Eliza. Tahmin ettiği gibi öfkeden rengi kırmızıya dönmüş, siyah saçları dağılmış Asef, ateş saçan gözleriyle ona bakıyordu. "Kır istersen."
"Kırılan kalbimin yanında kırdığım kapının önemi yok bence, seni acımasız kedi..." dedi sert sesiyle Asef. Ciddi manada dağılmış duruyordu, Eliza sadece şaka yapmışken adamın bu hali karşısında şok oldu.
"Asef," dedi ama adam onu dinlemeden kapıdan içeri girip arkasını döndü. Asef içeri girince Eliza onun arkasındaki Cihan ve Deniz'i gördü. Ayrıca karşı komşuları Muazzez Hanım kapının ucunu açmış hayran şekilde Cihan'a bakıyordu.
"Savaş var dedi, kalbime hançer saplandı dedi... Koştuk geldik, madem geldik içeri geçelim." Deniz gülerek Asef'in arkasından içeri daldı.
Eliza birkaç saniye öylece bakakaldı, tepki vermeyi unutmuş gibiydi.
"Merhaba, sizi daha önce de görmüştüm. Bizim çocukların arkadaşı mısınız?" Muazzez Hanım'ın sesi ile Cihan arkasını dönüp ifadesiz şekilde ona baktı. Ama kadın onun aksine baştan ayağa adamı süzüyordu.
"Evet," dedi Cihan yeniden Eliza'ya döndü. Eliza o an tehlikenin farkına varıp Cihan'a kaş göz işareti vererek içeri girmesini anlatmaya çalıştı.
"Evet, Muazzez ablacığım. Sen eşinden boşandığın için kafa tatiline gitmeyecek miydin?" Eliza yapmacık şekilde gülümserken Cihan'ın geçmesi için kenara kaydı. Muazzez Hanım kapıyı tamamen açıp, leopar desenli geceliği ile yeni boyattığı civciv sarısı saçlarını savurdu. Cihan hızlı şekilde içeri geçerken arkasındaki kadının bakışlarının altındaydı.
"Evet Eliza'cığım ama tek başıma canım sıkıldı. Bir ömür başımın etini yese de alışmışım varlığına, ömür törpüsü eski kocamın... Ama yine de böylesi daha rahat, mis gibi kokular geliyor, ne yaptın?" Muazzez Hanım evin içini görmeye çalışırken boynunu kırmak üzereydi. "Tolga'cığımın da sesi çıkmıyor, gün yapacaktık. Zaman belirlemedik ama..."
"Ben söylerim ona, kurabiye yapıyorum sana da veririm. Ama yanmak üzereler, bakmam lazım. Görüşürüz," Eliza, merakla bakan kadını umursamadan kapıyı yüzüne kapattı. Derin bir nefes alıp yüzleşme için içeri ilerledi ama seslerin tamamı mutfaktan geliyordu.
"Sen yorulma Nehir, ben senin yerine yaparım." Deniz'in sesi kibarlıktan çatlıyordu.
"Zahmet etme Deniz, senin daha önemli işlerin vardır. Çıplak havuz partisi gibi..."
Eliza mutfağa girdiğinde, küçük mutfakta adım atacak yer olmadığını gördü. Asef onun kalktığı sandalyeye oturmuş öfkeli şekilde önündeki hamura parmak darbeleri atıp duruyordu. Deniz, Nehir ile Tolga'nın arasına sıkışmış Nehir'in ona bakması için köpek bakışları atıyordu. Cihan da cam kenarında ayakta durmuş sokağı izliyordu.
"Bu saatte bu ziyaretinizi neye borçluyuz?" diye sordu Eliza. Onlara bakmadan fırının önüne gidip kurabiyeleri kontrol etmeye başladı.
"Rahatsız mı ettik Eliza Hanım? Tabii siz İtalyan erkekleri olsun isterdiniz mutfağınızda." Asef ağzının içinden konuşurken Eliza onu duymakta zorlanmıştı.
"Eliza, her zaman Biscolata erkeklerine hayrandı zaten, keşke mutfağımızda olsa derdi." Tolga'nın gülerek söylediği şey sonrası Asef öyle bir bakmıştı ki mutfakta buz gibi bir rüzgar esti. "Yani öyle derken, öyle değil... Değil, değil mi Eliza?"
"Sus Tolga!" dedi Eliza sinirle. "İki şaka yaptık hemen abart Asef! Sen Rus kadınlarını beğeniyorsun ama." Eliza eline eldiven geçirip fırının kapağını açtı.
"Şaka mı? Öyle şaka mı olur? Resmen dünyanın tüm erkekleri karşında olsa bir düşünürmüşsün! Nasıl şaka bu? Ben hiç gülmedim!" Asef sinirle sesini yükseltirken hamura işkence yapmaya devam ediyordu.
"Üzerime o kadar adam gelirse bir durur düşünürüm! Ne istiyorlar diye!" Eliza da sesini yükseltince diğerlerinin film izler gibi ikisini izleme dakikaları başlamıştı. "Ayrıca o hamuru parmaklayıp durma! Isırırım!"
Asef hızlı şekilde başını Eliza'ya çevirip birkaç saniye bekledi. Ardından hızlı şekilde parmakları ile hamura vurmaya devam etti. Eliza'nın gözlerini devirmesini umursamamıştı. "Senin o üzerine gelen adamların gelmişini, geçmişini, yedi ceddini-"
"Ah!" Eliza'nın elindeki sıcak tepsi elini yakınca minik bir çığlık attı.
"Eliza!" Asef herkesten önce kızın yanına uçmuştu. "Bebeğim, iyi misin? Bakayım eline, ver." Korkusundan çenesini kasılmıştı.
"Asef," dedi Eliza. Dudaklarını büzmüştü. Dikkatle eline bakan Asef yüzünü ona çevirdi. "Çok acıdı..."
"Çok mu acıdı?" Asef elindeki eli öyle hassas tutuyordu ki her an kırılacak bir şeymiş gibi davranıyordu. Dikkatle eğilip Eliza'nın parmak içlerini üfledi. Hafif kızarmıştı. "Hastahaneye gidelim hemen, kaçıncı derece bir yanık bu?"
"Açılın ben doktorum!" Deniz'in ayağa kalkıp bağırması ile diğerleri gülmeye başlamıştı. "Bunu hep yapmak istemişimdir, dur bakayım." Deniz, Asef'in aşırı telaşlı haline gözlerini devirdi. Eliza'nın parmaklarına bakıp birkaç saniye dikkatle inceledi. "Hmm, biraz buz tutalım. Ciddi bir şey değil."
"Ne?! Ne demek ciddi bir şey değil? Az önce nasıl acıyla bağırdı, duymadın mı? Hemen hastaneye gidiyoruz." Asef, Deniz'i geriye iterken Eliza gülmeye başladı. "Niye gülüyorsun? Canın çok mu yanıyor?" Eliza daha fazla gülmeye başladı.
"Yemin ederim adam an itibariyle beynini kullanmayı unuttu." Deniz, Nehir'in uzattığı buzu alıp Eliza'nın eline koydu. Eliza gülmesini bastırmaya çalışıyordu.
"Neden?" diye sordu Asef. Hala farkında değildi.
"Eliza, sanki biraz abarttı. Yani bilerek yaptı Asef Bey abi, seni kekledi." dedi gülerek Tolga. Pişen kurabiyelerden ağzına attı bir tane.
Eliza hâlâ gülerken elindeki buzla masaya geçti. Kaşları çatık şekilde duran Asef de hareketlenip yanına oturdu. "İyiyim merak etme, kurabiyeler düşecek diye de korktum. Elim de çok yanmadı. Ya sen benim için o kadar endişe mi ettin? Seni yerim..." Eliza diğer eliyle Asef'in çenesini okşarken adam hala sert şekilde bakıyordu.
"Emin misin? Ciddi bir şey yok değil mi?" diye sordu Asef.
"Yok, gerçekten iyiyim. Ama benim yerime hamura sen şekil vereceksin." dedi Eliza.
Asef dikkatle Eliza'nın kızarmış parmağına baktı, buzu koyup tekrar baktı. En sonunda ikna olmuştu. "Veririz, ayrıca sen dünyadaki tüm erkekleri daha doğrusu İtalyan erkeklerini düşünürken ben burada endişeden ölecektim." Asef tripli şekilde hamuru önüne alıp parçalar koparmaya başladı.
"Şaka yaptım işte, gerçekten... Öyle şey olur mu? Bakar mıyım başka erkeğe? Benim aşkım dünyadaki tüm erkeklere bedel, harika bir adam..." dedi Eliza. Bir çocuğu ikna eder gibi konuşuyordu.
"Benim Rus kadınlarından," Asef devam etmedi çünkü Eliza öyle bir bakmıştı ki, sertçe yutkundu. "Öyle bir şey yok tabii ki... Ayrıca sen ne cadısın ya! Aynı şakayı ben yapsam şimdiye ölmüştüm."
Asef'in ani yükselmesi ile Eliza elindeki buzu adamın omzuna vurdu. "Defiledeki kadınlara baktığını söylediğini unutmadım Asef! O mesaj hala duruyor, beni kışkırtma!"
Asef aklına gelen şeyle sustu. Eliza haklıydı, kadınlara bakacağını söyleyen bizzat oydu. O yüzden haksız konuma düşmemek için cevap vermeden hamura şekil vermeye başladı.
"Adamı iki dakikada mum etti." dedi Deniz gülerek. Ama Nehir'in bakışı ile o da susup önündeki hamurdan parçalar koparmaya başladı. "Mum olmak lazım tabii aşk karşısında... Eriyip kül olmak aynı zamanda, yok olmak lazım aşk uğruna..."
Deniz'in sözlerine herkes şaşkınlık ile baktı. "Adamın içinden Mevlana çıktı." dedi Tolga. "Ama şu an resmen delikanlılık yerle bir oldu. Şahsen ben bu günleri göreceğime kör olsaydım!" Telefonu çalınca kirli ellerini umursamadan eline alıp salona koştu. "Mavişim!"
"Bir gün bu çocuğu çok fena döveceğim ama ne zaman..." Asef elindeki hamura şekil vermeye çalışırken çok dikkatli şekilde bakıyordu. İstediği şekli verince gururla gülümseyip Eliza'ya gösterdi. "Bebeğim, güzel olmuş mu?"
Eliza, Asef'in elindeki şekle bakınca gülmeye başladı. Eli daha iyi olduğu için buzu masaya koydu. "Asef, ne şekli bu?"
"Melek, görmüyor musun?" Asef elindeki şekli havaya kaldırıp herkese gösterdi. Deniz büyük bir kahkaha atarken Nehir gözlerini kaçırdı. "Ne?! Neye gülüyorsunuz lan?!"
"Asef, bu biraz şey gibi..." dedi Eliza. Yüzü kızarmıştı.
"Bebeğim işte bu bedeni," Asef elindeki şekli anlatmaya başlayınca herkes daha çok güldü. "Şunlar kanatları,"
"Belki yönünü değiştirseniz şeyinize benzemeyi bırakır Asef Bey," dedi çekinerek Cihan. Asef'in arkasından öne doğru eğilmişti.
"Lan! Niye benim şeyim?!" dedi bağırarak Asef.
"Çünkü heybetli ve görkemli Asef'im." dedi gülerek Deniz. Tabii ardından da yüzüne hamuru atan Asef ile afalladı.
"Sen Asef'in şeyini nereden gördün?!" Eliza öfkeyle bağırırken masanın üzerinden Deniz'e doğru atlamaya çalıştı. Ama Asef belinden yakalamıştı.
"Dur! Dur! Valla ben kimseye şeyimi göstermedim." dedi Asef.
"Gizlice mi izledin?" diye sordu Eliza. Deniz şakayı abarttığı için kendine sövüyordu. Nehir eline aldığı hamuru ona atmak için bekliyordu. Hem de ölümcül bakışlar eşliğinde...
"Kızım ne izlemesi ya! Adamın boyuna posuna bakan şeyi küçük der mi?" diye isyan etti Deniz.
"Artık benim şeyimin muhabbetini kesin! Lan iyi ki melek yapalım dedik." Asef isyan ederek arkasına yaslandı." Nehir dayanamayıp elindeki hamuru Deniz'e atmıştı.
"Atmayın artık şu hamuru! Saçma sapan konuşmayı kesin! Herkes madem burada düzgün şekilde yapalım. Cihan sen de fırının başına geç, beş kilo kurabiye bitecek bu gece." Eliza'nın verdiği ültimatom ile herkes ciddiyetle işine devam etti. Asef suçum yok bakışları atarken Eliza onu onaylayarak başını sallamıştı. "Ama sinir oldum, senin şeyini yalnız ben konuşurum." Eliza'nın kısık sesini sadece Asef duymuştu.
"Tabii ki bebeğim, benim şeyim sadece ikimizi ilgilendirir. Bakma sen bu terbiyesizlere." Asef de aynı kısık sesle karşılık verince Eliza gülümsedi. "Aferin ama şeyimi böyle sahiplen her zaman."
"Tamam, sen de bokunu çıkarma." dedi Eliza. Yeniden işine döndüğünde hala gülüyordu. Aynı şekilde Asef de...
Tolga, Alya ile konuşmayı bahane edip gelmek istemese de Asef'in tehditi ile yeniden masaya gelmişti. Deniz, kendini Nehir'e affettirmek için havuzda kendini boğacağını yeminle anlatırken ağzına tıkılan hamurla susmuştu. Cihan birkaç defa kurabiyeleri yakma tehlikesi geçirince Eliza'dan azar yemişti. Asef de, Eliza'yı öfkelendirdiği için Cihan'ın kafasına pişmiş kurabiye atmıştı ama Cihan havada yakalamıştı. Asef, Eliza'yı etkilemek için kalp şeklinde kurabiye yapmaya çalışırken rezil olmuş en sonunda pes etmişti. Gizlice Eliza'ya alttan dokunup bolca koluna tokat yemişti.
Yedi kişi... Altısı bu masada diğeri tekerlekli sandalyede... Birbirinden farklı... Ama aşk, kardeşlik, güven onları bir araya getirmişti. Geçmişleri acı dolu olan bu yedi kişi geleceklerini birlikte güzelleştirmek için birlikteydi...
Ve bir kişi daha vardı... Sekizinci kişi... Doruk yanan ışığı izlerken dolu gözlerini başka yere çeviremiyordu. Orada hayalleri vardı, orada gülüşler vardı, orada sımsıkı bir bağ vardı... Ama o asla bu resmin içinde değildi, olmak istese de olamıyordu. Çünkü onun isteği başkaydı, imkansızı hayal ederken onların arasına asla giremezdi...
***
Beyaz brandalar masaların üzerine çekilmişti. Okulun büyük bahçesi şenlikler için hazır hale getirilmeye devam ediyordu. Havanın güneşli olmasına en çok sevinen Eliza'ydı. Çünkü yemek için kurulan masalar güzel havada olmak isteyenler için çok cazip olacaktı. Büyük bir bağış için fazlasıyla satış yapmaları lazımdı. Bölümdeki diğer arkadaşları da çeşit çeşit yemekler yapmıştı.
Eliza ile birlikte tatlı ve tuzluları dizen bir kişi daha vardı. Bir ara Eliza'nın büyük ve garip şekilli limon kurabiyelerine gülmüştü ama tadı çok güzel olduğu için susmuştu.
"Biraz daha öne çekelim masayı Eliza." dedi Dilay adındaki kız.
"Olur, öyle yapalım." Eliza birkaç kutuyu daha açarken okulun girişindeki Doruk'u gördü. Ona doğru geliyordu ama çok dalgındı. Birkaç gündür ortada görünmediği için Eliza zaten onu merak ediyordu. Şimdi de dağılmış halini görünce daha da endişelendi.
"Dilay ben geliyorum birazdan." diyen Eliza, Doruk'un arkasından ilerledi. "Doruk!" Bağırsa da Doruk onu fark etmemişti. Koridorun başında bir grup gençle konuşurken aniden yükselen sesler ile zaten Eliza'nın sesi arada kaynadı.
Eliza ilk defa Doruk'u bu kadar öfkeli görüyordu. Sesini bu kadar yükseltmesine ilk kez tanık olduğu için hayretle baktı Eliza. Biraz daha yaklaşmıştı ki Doruk'un önündeki çocuğa kafa atması ile adımları donup kaldı. Koridorda aniden herkes etrafa kaçışmıştı. Kavgayı aralamaya çalışanların gücü Doruk'a yetmiyordu. Karşısında burnu kanayan çocuğa öldürecek gibi bakıyordu. Eliza onlara yaklaşırken Doruk'un ağzından dökülen kelimeleri duydu. "Bir daha Efe'nin adını ağzına alma. İbne dediğin o çocukla birlikte olup onunla nasıl dalga geçtiğini çok iyi biliyorum." Çocuğun omzuna sertçe vurup herkesi şokta bırakarak yanlarından geçip yürüdü. Eliza da hemen arkasından koşmuştu.
"Doruk!" diye seslendi Eliza. Ama Doruk arkasını dönmedi. Sinirden elleri titriyordu. Sertçe açtığı kapıdan girip aynı şekilde kapattı. "Doruk!" Eliza da hemen arkasından girmişti.
"Eliza," Doruk şaşkın şekilde arkasını döndü. "Ne yapıyorsun burada?"
"Beni boşver, esas sen nasılsın? Neler oldu az önce? İyi misin?" Eliza, Doruk'un yüzüne baktı ama herhangi bir yara yoktu. Ama attığı kafadan dolayı alnı kızarmıştı.
"İyiyim, bir şeyim yok." Doruk, ilk defa birisinin kendisi için endişe edişine şahit oluyordu. Tebessüm etti. "Sadece iki yüzlü ve kendi çıkarları için acımadan başkasını harcayanlara dayanamıyorum."
"Meseleyi bilmiyorum ama seni ilk defa böyle gördüm. Bu kadar öfkeli... Galiba alışkın değilim." Eliza konuşurken yandaki kabinden çıkan bir oğlanın garip bakışına maruz kaldı.
"Ben de erkekler tuvaletine, peşimden bir kızın girmesine alışkın değilim. Çıkalım istersen..." Doruk, Eliza'yı dışarı çekerken Eliza şaşkın şekilde girdiği yerin erkekler tuvaleti olduğu ile yüzleşti. Utançtan rengi kırmızıya dönerken Doruk'un peşinden yürüdü. Hala ona gülen oğlanı da görmezden gelmeye çalıştı.
"Girdiğin yerin neresi olduğunu fark edemeyecek kadar mı benim için endişe ettin?" Doruk yanında yürüyen kıza bakıp gülümsedi.
''Açıkçası seni ilk kez böyle gördüm ve cidden endişe ettim. Hem birkaç gündür de ortada yoksun, cidden iyi misin?" İkisi okuldan çıkmış kermes alanına ilerliyordu.
"Dürüst olmak gerekirse zor birkaç gün geçirdim ama şimdi daha iyiyim. Kafa atmak iyi geldi bir de seni görmek..." Eliza'nın masasını olduğu yere geldiklerinde Eliza, Doruk'a dönüp dikkatle baktı.
"Alnın kızarmış, kafa atmanın iyi geldiğine emin misin?" Eliza gülerek elini uzatıp hafif şekilde kızarıklığa dokundu. Doruk hafif şekilde yüzünü buruşturdu. "İyi gelmemiş belli."
"Şu an daha iyiyim," Doruk devam edecekken karşısındaki görüntü ile yutkunarak sustu. Eliza bunu fark ettiğinde onun kimi gördüğünü de anlamıştı. Arkasını döndüğünde baştan ayağa siyah takımı ve siyah gözlüğü ile bir eli cebinde öylece duran Asef ile karşılaştı.
"Sevgilim, gelsene buraya. Neden orada duruyorsun?" Eliza elini uzatıp bekledi.
"Birine kafa atmam gereken bir şey var mı diye bekliyordum." Asef, Eliza'nın yanına geldiğinde elini tutup yanağından öptü.
"Öyle bir durum olmadığını ikimiz de biliyoruz. Ayrıca nedir bu kafa atma modası falan mı?" Eliza kolunu Asef'in beline sararken başını kaldırıp gülümsedi. Asef gözündeki gözlüğü çıkarıp sevdiği kadının çimen yeşili gözlerine özlemle baktı. Oysa sadece bir gece görmemişti.
"Biz erkeklerin kelimeleri bitince kafaları konuşur." dedi Asef. Göz ucuyla da Doruk'u izliyordu. Ama Doruk ona bakmadan diğer masalardaki yiyeceklere bakıyordu. Daha fazla oyalanmadan da konser alanına doğru ilerledi. Eliza ona başıyla selam verip gülümseyince o da aynı karşılığı verdi. Ama öyle çok acı çekiyordu ki...
"Maço musun Asef?"
"Hayır, Eliza'nın kölesiyim..." Kızın yanağına bir öpücük daha kondurdu.
"Kalbimi titrettin," dedi cilveli şekilde Eliza.
"Sadece orayı mı?" diye çapkın şekilde sordu Asef.
"Sapık! Seni arsız!" Eliza, adamın koluna birkaç defa vururken Asef gülerek, tüy gibi dokunuşlarla dalga geçiyordu.
"Tamam tamam, sustum. Şimdi bu limonlu kurabiyeleri mi satıyoruz?" Asef önündeki saçma şekilli kurabiyelere bakıp burun kıvırdı.
"Harika limonlu kurabiyeler onlar, bak şu gelenlere sat şimdi. Tanesi yirmi lira." Eliza, gülerek onlara yaklaşan Deniz, Nehir ve Tolga'yı gösterdi. Onların arkasında da ifadesiz şekilde Cihan geliyordu. Her zamanki gibi bir eli cebindeydi.
"Yuh! Bir kurabiye yirmi lira mı? Yavrum adam mı kazıklıyoruz?" Asef, paketli bir kurabiyeyi eline alıp elmasa bakar gibi baktı.
"Bir kere onun maliyeti on lira, ayrıca çok değerli birinin elinden çıktı." Eliza, Asef'in belini dürtüp göz kırptı.
"Bak şimdi oldu, Asef Arjen'in yaptığı kurabiyeler daha da değerli." Asef gururla gülümseyip onlara yaklaşanlara el işareti verdi. Bu esnada çevredeki birçok kişinin dikkati de onların olduğu masaya dönmüştü. Asef gibi bir adamın olduğu stand haliyle dikkat çekiyordu.
"Asef'im, satıcılık sana çok yakıştı. Eğer bir gün işsiz kalırsan pazarda limon satabilirsin." Deniz gülerek bir kurabiyeye uzanmıştı ama Asef eline vurunca öyle kaldı. "Ne vuruyorsun lan?!"
"Parasını ver, elli lira." dedi Asef rahat şekilde.
"Yuh! Bir kurabiye elli lira mı?!"
"Asef Arjen yaptı sonuçta." dedi rahatça Asef.
"Lan hepimiz yaptık, niye sen üstüne alınıyorsun?" Deniz sinirlense de cüzdanından iki yüz lira çıkarıp uzattı. "Ver o zaman dört tane."
"Hayır bir tane, üstü bahşiş. Çünkü dünyalar güzeli, benim canımın taa içi bu kurabiyeler için çok yoruldu." Asef parayı alıp sadece bir kurabiye uzattı. Eliza ona gülerken satış tekniğine hayran kalmıştı. Daha doğrusu yakın arkadaşını dolandırma tekniğine...
"Asef sayesinde bugün bol satış olacak belli." dedi Nehir. Eliza'nın yanına arka tarafa gelmişti. Okulun kızlarının gözleri onların olduğu tarafa döndükçe sinirleniyordu. Çünkü herkes hayran şekilde yanlarındaki adamlara bakıyordu. "Ya da diğerleri sayesinde..." diye ağzının içinden konuştu.
"Cihan sen de al!" Asef'in verdiği emir ile Cihan başını sallayıp parayı çıkardı. İki yüzlük atıp tek kurabiye almıştı. "Aferin, bak nasıl da kaptı hemen. Lan Habeş maymunu sen de bağırıp satış yap. Bugün bu kurabiyeler bitecek." Asef'in hallerine hayran şekilde bakan Eliza bir kez daha ona aşık olmuş gibi hissediyordu. Onun için önemli olan bu işi küçümsemeden yardım etmesi çok değerliydi.
"Tabii Asef Bey abi, gelin sevgili öğrenciler! Hayatınızda asla yiyemeyeceğiniz o büyülü limon kurabiyesinin tadına bakın!" Tolga sesini yükseltip insanlar seslenirken bazıları gülmüş bazıları onlara doğru gelmeye başlamıştı. "Yediğiniz anda hayatınız değişecek!"
"Sen şu erkekler tuvaletini basan kız değil misin?" Masanın önünde duydukları ses ile Eliza kızarırken hıçkırdı. Oğlan ukala şekilde sırıtırken yakasını tutan bir elle duraksadı.
"Basar, benim sevgilim istediği yeri basar. Mesela şimdi ben iki metre seni yere sereceğim sevgilim de senin üzerine basacak." Asef'in tehdit dolu sesi ve gülüşü ile çocuk korkuyla yutkundu. "Kurabiye al, tanesi üç yüz lira ama mutlaka al." Çocuk korkuyla başını sallayıp cebinden titreyerek parayı çıkarıp uzattı. Asef ona en küçük kurabiyeyi verip yakasını bırakmıştı. Çocuk arkasına bile bakmadan koşarken Eliza, Asef'e yaklaştı.
"Şey, Doruk birisi ile kavga edince ben peşinden gitmiştim. Oranın erkekler tuvaleti olduğunu anlamadım." Eliza kısık sesle açıklama yaparken Asef sakince onu dinliyordu. Elini kaldırıp kızın yanağına okşadı.
"Bu kadar iyi kalpli olman, bazen beni çok zorluyor." dedi. Bıkkınca nefesini verdiğinde başka bir şey söylemeden Eliza'nın yanağına bir öpücük kondurdu. Doruk'u düşünürken gözlerini kıstı. Artık sabrı kalmıyordu, Eliza'ya karşı mesafeli dursa da kızın ona karşı merhamet duygusunu geri itmemesi Asef'in öfkesini çok harlıyordu.
Yarım saat boyunca bol satış yaptılar, Eliza'nın yaptığı hariç diğer kurabiyelerin komik şekli daha çok ilgi çekiyordu. Tolga şekiller hakkında saçma sapan hikayeler uydururken gülmelerine engel olamadılar. Şimdi ise Asef, yorulduğunu iddia edip sandalyeye oturmuş, işini de Cihan'a yıkmıştı. Arada sırada Eliza'ya kucağına gelmesi için ısrar etse de kız tabii ki kabul etmemişti. O da üzgün şekilde tabletini açıp işler ile ilgilenmeye başlamıştı.
Masanın üzerine düşen bir gölge ile Eliza başını kaldırıp gülümsedi. Ama gülüşü yüzünde dondu. Anılar aklına dolunca hafif şekilde yutkundu. Yeşil gözleri ve kumral saçları ile ona bakıp gülümseyen adam öne doğru eğildi. Masanın etrafında ani bir sessizlik olmuştu. Ama Nehir ve Tolga'nın gözleri büyümüştü.
"Limon kurabiyesi, sevdiğimi unutmamışsın..." dedi kumral çocuk. Kadifemsi sesinde derinlik vardı. Salaş gömleğinin kollarını yukarı sıvadı. "Daha önce yaptığın gibi harika mı?"
Eliza anlık Asef'e döndü ama o direkt karşısındaki adama bakıyordu. Hatta her an saldırmak üzereydi. Yavaşça sandalyesinden kalktı. Gözleri bir an olsun adamın üzerinden ayrılmıyordu. Ve onun hala Eliza'ya bakıyor oluşu delirmesine neden oluyordu.
"Sen kimsin?" diye sordu Asef. Ama öyle bir soruydu ki sadece diğerleri bunun altındaki imayı anlamıştı. Ölümden önceki son bilet...
Çocuk yeşil gözlerini Eliza'dan ayırıp Asef'e çevirdi. Tebessümü büyüdü. "Eliza'nın eski sevgiliyim..."
Nefes sesleri kesildi... Kuşlar uçtu... Güneş yerini bulutlara bırakırken, korkutucu bir şimşek çaktı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.46k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |