
Bana hissettirdiklerini seviyorum,
Sanki her şey mümkünmüş gibi,
Sanki, yaşamaya değermiş gibi..."
Cahit Zarifoğlu
**Eliza Soykan**
Her yer öyle karanlıktı ki... Zifiri bir kaybolmuşluğun içindeydim... Kalbim nefes almayı bırakmıştı, verdiği kararın altında ezilmiş can çekişiyordu.
Aptal olma Eliza, dedim kendime. Bu kararı kalbin değil o lanet beynin verdi. Yoksa kalbin Asef'e ihanet etmeyi asla kabul etmezdi.
İhanet...
Hayır ona ihanet etmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. Sadece öyle çok korktum ki, o an düşünmedim bile... Elim hala soğuk camın üzerinde öylece dururken, aklımda sadece sevdiğim insanların güvende olması vardı. O ses beni öyle çok korkutuyordu ki... Zihnimden günlerce çıkmayan o ses yine beni mahvetmişti.
"Aferin Eliza, bekle..."
Kulağıma dolan ses sonrası arabaya doğru öfkeyle yaklaşan sevdiğim adamı duydum. Ve aniden diğerlerinin telaşlı sesleri de kulağıma doldu. Sadece bana özel olan o sinyal gitmişti, beni bir fırtınanın ortasına bırakıp...
"Eliza!" İçinde olduğum arabanın kapısı açıldı. "Eliza, sevgilim... Nehir, Tolga hızlı şekilde arabadan inip diğer arabaya geçin." Asef, cevap vermemizi beklemeden hareket edip elimi tuttu. Aynı anda saatine bakıp Deniz'e döndü. "Deniz şimdi!"
Biz arabadan inip şaşkın şekilde bakarken Deniz arabaya doğru koştu. "Allah senin belanı versin! En tehlikeli işleri hep bana yaptır zaten! Alfa'yı ben alırım, mayınlara da ben koşarım! Seni Allah'ın cezası! Lanet pislik!"
"Ne oluyor Asef?" Beni diğer araca sürükleyen adama baktım. Gözleri vahşice kısılmış, katliama hazır şekilde bakıyordu.
"Bana tuzak kuranın gelmişini geçmişini sikiyorum!"
Hiçbirimiz ona cevap veremeden Cihan'ın açtığı kapıdan girdik. Şaşkın şekilde bakıp ne diyeceğimizi düşünürken gökte duyulan seslerle donup kaldık. Birkaç helikopter aniden ateşe başlamış, çevremizdeki çemberi parçalamaya başlamıştı. Ama en fenası bu değildi, Deniz altı bomba dolu olan aracı hızla mayınlı yola sürüyordu.
"Asef!" diyebildim sadece, büyük bir şoktaydım.
"Endişelenme bebeğim, kulaklarını kapat ve bana beş dakika ver." Kısa bir süre dudaklarımı öpüp geri çekildi. Bedenimin her uzvu büyük bir şok içindeyken hiçbir tepkide bulunamıyordum. Aklım, bedenim her zerrem donmuş tepki veremiyor gibiydi.
"Deniz neden mayınlara doğru sürüyor arabayı?!" Nehir şokla bağırınca hepimiz hızla giden araca baktık. Şu an resmen aklımızı kaybetmiş gibiydik. Deniz arabayı aniden öyle bir hızlandırdı ki korku dolu nidalar dudaklarımızdan firâr ermişti.
Sadece saliseler içinde... Saliseler içinde oldu ne olduysa... Deniz arabadan öyle hızlı atladı ki bu gerçek miydi emin olamadım. Mayınlı yola giren siyah araç havaya uçarken içinde olduğumuz araba sallanmıştı ve korkuyla yeniden çığlık atmıştık. Nehir ve ben hayatımızın en korkunç gecesi içindeydik. Ya da en korkunç bu gece miydi ben henüz bilmiyordum...
Bir savaşın ortasında kalmıştık, eğilip birbirimize sarılırken sadece seslerin susması için dua ediyorduk. Asef, arabanın arkasından ateş ederken Cihan da hemen yanındaydı. Deniz'in nerede ya da ne hâlde olduğunu bilmiyordum. Asef, aracın altındaki bombadan haberdar mıydı? Anlamış mıydı? O yüzden mi bizi o araçtan indirip mayınlı yola sürdürdü? Tuzağa tuzakla karşılık vermek tam Asef'in yapacağı bir şeydi, bunu anlayıp karşılık vermişse asla şaşırmazdım.
Etrafımızı saran kalabalıktan gelen ateş sesleri artık azalmıştı. Asef'in sert sesini duyunca kafamı kaldırıp dışarı bakmaya çalıştım.
"Cihan! Özgür'ü oradan çıkar!"
Kulaklığa odaklanıp Özgür'ü duymak istedim ama bağlantı çoktan kopmuştu. Kendi aramızdaki iletişim de artık devam etmiyordu.
"Neler oluyor? Bitti mi?" Nehir korkuyla telefonundan birisini arıyordu. Annesi olduğunu tahmin ettim. "Alo, anne! İyi misiniz?"
Az önce neler olmuştu? Kabus gibi dakikalar içinde kıvranırken tüm bedenim kaskatı kesilmişti. Aniden öyle bir ateşin ortasında kalmıştım ki tarif edemediğim bir korku ve hislerin içerisinde boğulmuştum. Bu kadar şey fazlaydı bana, o kadar fazlaydı ki kalbim patlayacak gibiydi. İlk defa ne yapmam gerektiğini şaşırıp, acıdan kolayca kurtulma yolunu seçmiştim. O adamın isteğini nasıl kabul ettim? Ne olacak bundan sonra? Geri dönemem bu yoldan, düşündükçe veremediğim her cevap şimdi bir ateş olup büyüdü içimde. Kısa zamanda buradan çıktığımız anda Asef'e her şeyi anlatmam gerekiyordu. Ondan bunu saklayamazdım, mecbur bırakıldığım bu şeyin arkasına sığınıp ona ihanet edemezdim. Bu onun için çok acı benim için ise geri dönülmez korkunç bir yol olurdu. Ama lider durmazsa...
Yine bu gece yaptığı gibi sevdiklerimi tehdit etmeye devam ederse... Zihnim darmaduman korkunç sorulara gömüldü. Gözlerimi kapattım, şu an düşünmemem lazım. Düşünmemelisin Eliza, yoksa cevapları çok acı verici olacak.
Karanlığın içindeki tüm sesler kesilmişti ama Asef, çevremizde temkinli adamlarla dolanıp elindeki silahtan parmağını bir an olsun çekmeden bekliyordu. Uzaktan yaklaşan Deniz'i gördüğümde derin bir nefes alıp rahatladım. Demek ki mayınların üzerine arabayı sürmesi planlarından biriydi. Planları bu kadar çılgın olmak zorunda mıydı?
"Hey! Hâlâ tek parçayım!" Deniz abartılı şekilde kollarını kaldırıp Asef'in omzuna vurdu. Bu esnada, etrafın sessizliğinden emin olunca kapıyı açmıştık.
"Hızlı giden bir arabadan ilk kez atlamıyorsun Deniz. Kaç ralli maçında yaşadın bunu?" Asef sakin şekilde konuşurken elindeki telefona gelen bildirimlere bakıyordu. İyi haberler olduğu yüzünün her saniye gevşemesinden belliydi. Lider sözünü tutup, yaptığı tehditi geri çekmişti...
Benden aldığı söz karşılığı... İhanet sözü karşılığı...
"Evet, bu fazlasıyla iyiydi." Deniz daha sonra rengi beyaza dönmüş üç kişiye yani bize bakıp kaşlarını çattı. "Siz iyi misiniz? Nehir, geçti güzellik, elimi tutup derin nefes al." Arabanın içine girip Nehir'i kendine çekti. Zaten korkunun içinde dağılmış Nehir, hiç düşünmeden ona sarılıp gözlerini yumdu.
"Eve gitmem lazım, saldırı olmuş."
Asef, bize doğru eğilip kolunu omzuma sardı. "Nehir, ailen iyi merak etme. Adamlarım evine gitti, şimdilik sıkıntı yok."
"Yine de gitmek istiyorum, onları görmem lazım. Kim ne istedi onlardan?" Nehir şu an kimseyi dinleyecek durumda değildi. En fenası bunun sebebini duyması benden nefret etmesi olabilirdi. Çünkü bu gecenin yaşanmasının nedeni benmişim gibi hissetmekten bir saniye vazgeçemiyordum.
"Tamam, ben seni götürürüm. Birazdan gideriz." dedi sakince Deniz. Nehir'in saçlarını okşayıp, nefesinin düzene girmesini bekliyordu.
"Ben de hastaneye gitmeliyim. Annem ve Zülâl'in yanında olmalıyım. Çok korkmuşlardır." Tolga, korkudan büyümüş gözleri ile Asef'e bakınca ben de başımı çevirdim.
"Ne olmuş Asef?" diye sordum.
''Hastanedeki adamım etkisiz hâle getirilmiş. Odaya giren adam, Zülal'in ağzını kapatıp, Nermin Hanım'a silah doğrultmuş. Tabii bunlar kısa sürede yaşanan şeyler, hem güvenlik hem de diğer adamlarım hızlı şekilde müdahale etti. Nermin Hanım korktuğu için sakinleştirici verildi, Zülâl yanından ayrılmıyor. Yoksa onu konağa getirmek istedim." Asef'i dinlerken tam anlamıyla allak bullak olmuştum. Bu kadar kısa sürede böyle korkunç şeyleri nasıl yaptı? "Birazdan Cihan ile gideceksin." Asef, sert şekilde konuşurken Tolga itiraz etmemişti ama parmaklarını sertçe ovalarken pek de sakin değildi.
"Ayşe Sultan nasıl Asef?" Deniz merakla sorduğunda bir farkındalık ile yeniden korkulu bir nefes aldım. Ona bile zarar vermekten kaçınmamıştı o lider bozuntusu.
Asef yorgun şekilde gülümseyip telefonundaki mesajı açıp okumaya başladı. "Lan doğurmayıp sıçtığım adamın oğlu! Hangi cehennemde ne bok yiyorsun bilmiyorum ama bir daha senin düşmanın kapıma gelirse seni Edirne'den Urfa'ya bastonla kovalarım. Adamları paket edip sana gönderiyorum, inşallah herkes iyidir... Eliza kızımı üzme ebeni bellerim, Alya'ya da onu sevdiğimi söyle. Tolga oğlan hakkında son bir gündür konuşamadık arasın beni..."
Asef, başını kaldırıp bana baktığında ben de ona yorgun şekilde gülümsedim. Ayşe babaanneyi ihmâl etmiştim. Onu aramasam bile onun beni düşünmesi kalbimde bir noktaya ılık bir şey akıtmıştı. Yıllarca yalnız olduktan sonra aniden başkaları tarafından önemsemek fazlasıyla özel hissettiriyordu. Ama onların zarar görmesine neden olacak olma düşüncesi kâbustu...
"Benim hakkımda mı konuşuyorlar?" Tolga ağzını kapatıp kendince utanırken hiçbirimiz ona bir şey demedik. Asef bile bazen onun üzerine gitmemeyi tercih ediyordu. Ya da bu gece fazlasıyla gergin olduğu için farkında olmayabilirdi.
"Evet, bulaşmaları gereken son insan Ayşe Sultan. Bunu da öğrenmiş oldular." dedi gülerek Deniz. Eli hâlâ Nehir'in saçlarındaydı. Buradan bakınca ikisi çok güzel görünüyordu, bir an önce aralarında ne sorun varsa çözmeleri gerekiyordu.
Asef, elini omzuma daha sıkı sarıp saçlarımın üstüne dudaklarını bastırdı. Gerginliğimin farkındaydı ama bunun sebebini yaşadığımız geceye yoruyor gibiydi. Diğer türlüsünü bilseydi...
Zihnimde bile onunla konuşmaya neden korkuyordum?..
"Alya iyi mi Asef?" diye sordum. Kaşları çatık hâlde gözlerime bakan adamın yüzünde soru işareti vardı. Titreyen sesimin nedenini anlamak ister gibi bakıyordu. Öyle korktum ki zihnimi duyacak diye...
"İyi merak etme, konağa yaklaşamadılar bile. O kadar kolay değil. Endişelenme artık, geçti canım." Boştaki elini kaldırıp yanağımı okşadı. Ben başımı sallarken gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmiyordu.
Keşke geçti diyebilseydim ama her şey yeni başlıyor gibiydi...
"Asef Bey!" Ortama dolan korkulu sesle arkamıza dönüp aynı anda baktık. Cihan tek eliyle Özgür'ü ensesinden tutmuş, ayakta zor duran adamı resmen bir kedi gibi getiriyordu. Onu sağlam şekilde görünce derin bir nefes aldım. Tabii üstündeki transparan gömleği biraz parçalanmıştı. "Başardım!" Elini kalçasına götürüp derin bir nefes alınca gülmemi bastırdım. Resmen sinirlerim bozulmuştu.
Asef de dudağının kenarını hafif şekilde yukarı doğru kıvırdı. Önüne gelip, üzgün şekilde ona bakan Özgür'ün omzunu sıkarken samimiydi. "Evet, başardın. Sayende çok önemli bir şey öğrendik." Asef, ardından Cihan'a döndü. Rahat şekilde sigarasını içerken etraftaki adamlara bakıyordu. "İçeride kim vardı Cihan? Kimi yakaladın?"
Bu sorunun cevabı benim için de önemliydi, benimle konuşan kişi burada mıydı? Ya da onunla bağlantılı birisi var mıydı?
"Özgür'e saldıran iri bir yarma vardı. Şu an hayal ettiğinin aksine çarmıha kendisini astım. Sanırım artık aramızda değil. Sonay denen adam da an itibariyle hakkın rahmetine kavuştu. Ama birisi daha vardı, sanırım onu kaçırdık."
Asef, birkaç saniye düşünceli şekilde etrafa baktı. Etrafı tarayan helikopterler gidince ve silah sesleri durunca derin bir sessizlik olmuştu. "Arka tarafta gizli bir çıkış olmalı. Yoksa evden çıktığı an hedef olurdu." Cihan başını sallayarak karşılık verdi. "Bu gece bizim geleceğimizi bilmiyordu ama fark edince planı değiştirdi. O yüzden peşimdeki adam sayısı azdı, hepsini buraya getirip gelmemi bekledi."
Asef bu çıkarımı yaptığında kafama oturmayan bir şey vardı. Eğer sonradan fark edildiysek benim kulaklığıma nasıl bu kadar kolay bağlandı? Aklıma gelen tek şey içeride bir hain olması, Özgür'ün kurduğu bu sistemi bilen birisi... Biz bir operasyona girince onlar da sonradan dâhil olmuş oldu.
"Lan! Madem helikopterler gelecekti, bana neden bu korkuyu yaşattın? Arabayı neden bana sürdürdün?" Deniz'in haklı isyanı ile düşüncelerimin içinden sıyrıldım.
"Çünkü arabanın altında bomba vardı." Asef'in söylediği şeyle şok içinde ona döndüm. Biliyor muydu?
"Ne?!" Nehir büyüyen gözleri ile öne doğru eğildi. "Bomba olan bir aracın içinde miydik biz?"
"Artık değilsiniz." dedi sakince Asef. Ama ben hâlâ anlamaya çalışıyordum. Ben bundan ölesiye korkarken Asef zaten bunun farkında mıydı?
"Asef Bey abi, yanlış anlama ama..." Bu defa şok geçirme sırası Tolga'ya geçmişti. Baştan beri sakin görünse de onun da fazlasıyla korktuğuna emindim. "Tahmini ebemizin bellenmesine ne kadar kalmıştı?"
Sözü devralan Cihan oldu. O da en az Asef kadar rahattı. "Klasik bomba düzeneğinden farklıydı. Muhtemelen kısa zamanda, yani biz bara girdiğimizde takılmış. Uzaktan harekete geçirilmesi için daha donanımlı olmalıydı, biz de direkt imha ettik. Yoksa silah yardımı ile patlatılabilirdi."
Başımı sağa sola çevirip sakinleşmeye çalıştım. Asef'in dikkatli bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ama dönüp ona bakmadım. Şu kısa zamanda yaşadığım şeyleri sindirmek için çabalamam gerekiyordu. "Bombayı ne zaman fark ettiniz?" diye sordum. Gözlerim Asef'e dönmüştü şimdi.
"Helikopterler gelmeden hemen önce, bunu size belli etmek istemedim. Zaten çok korkmuştun hatta birkaç dakika nefes sesini bile duyamadım Eliza." Asef kıstığı gözleriyle bana bakıp yanağımı okşadı. Duyamazdın çünkü sizinle değildim...
"İyiyim, merak etme." diyerek biraz olsun sakinleşmesini bekledim. Ama bana baktıkça endişesinin arttığının farkındaydım.
"Keşke o bombayı benim götüme takıp patlatsalardı da bunları yaşamasaydım." Özgür'ün acılı sesi ile anlık bakışlarımız ona döndü. "O iri yarmanın üzerimde kullanmak istediği şeyleri hayatım boyunca görmedim."
"Ne vardı mesela Özgür?" Deniz merakla sorunca gözlerimi devirmeden duramadım. Bunu ancak o merak ederdi. "Ne? Sonuçta kültürlenmek amacıyla sordum. Siz merak etmediniz mi?"
"Niye edelim Deniz?" Asef'in bıkkın yüzüne bakınca buradan bir an önce gitmek istediğini anladım. Ben de gitmek istiyordum.
"Sonuçta hayatımıza heyecan katmak isteriz, olamaz mı? Lazım olur yani, belki bir yerde kullanırız." Deniz beklenti içinde hepimize baktı ama destek görmeyeceği çok açıktı.
"Ben eve gidiyorum." Nehir çantasını koluna takıp araçtan indi.
"Yalnız olmaz, birlikte gidiyoruz." dedi ciddi şekilde Deniz. Ama Nehir'in sözleri ile yüzü renk değiştirmişti.
"Senin daha önemli işlerin var, gidip o merak ettiğin aletleri dene." Nehir bir şey söylememize izin vermeden ilerledi. Hemen ardından da Deniz...
"Ben merak ettiğim için değil, sadece ortamı yumuşatmak amacıyla şey ettim." Deniz, Nehir'in ardından koşup ona yetişmeye çalıştı. "Araba şurada, hadi gel inat etme." Nehir'in kolunu tutup yeni gelen arabalardan birine ilerledi.
"Nehir haber ver!" diye bağırınca bana sadece elini sallamıştı. Deniz'in yüzüne bakmadan arabaya binip sertçe kapısını kapattı.
"Benim de hastaneye gitmem lazım. Alya iyi, değil mi?" Tolga tepesinde bağladığı saçlarını açarken Asef'e bakıyordu.
"İyi merak etme, Cihan seninle gitsin."
"Gidelim, sen de yürü Özgür. Bu geceyi unutman için beynine kezzap dökelim." Cihan rahat şekilde sigarasını dudaklarına götürürken, Tolga ve Özgür peşine takıldı. Tolga'nın yüzüne bakıp sözsüz şekilde iletişim kurduk. Annesinin ve ablasının iyi olduğunu bana söylemesini istiyordum. Başını sallayarak beni anladığını gösterdi.
Nihayet onlar da gidince etrafımızdaki çember halinde olan adamları saymazsak yalnızdık. Asef, sigarasını yere atıp ayağıyla ezdi. Zaten yakınımda değilmiş gibi aramızda mesafe bırakmayarak bedenime yasladı kendini. Misk ve kaşmir kokusu buram buram, burnuma dolarken gözlerimi ona çevirdim. Az önce bomba ile patlayan araçtan çıktığımdan beri, üzerimde olan şüpheci bakışı yerini koruyordu.
"Senin bu korkmuş ifadeni görmektense kör olmayı yeğlerim meleğim..." Derinden gelen sesi ve bakışlarındaki o samimiyet bunu gerçekten istediğini gayet net ifade ediyordu. "Geçti artık ne olur bana işkence etme artık..."
Elimi aramızdan ayırıp yanağına getirdim. Kirli sakalını okşarken gözleri hafif şekilde kısılmıştı. "İyiyim, zor bir geceydi kabul ediyorum. Ama herkes iyi ve ben de iyiyim. Endişelenme, gidelim mi? Alya seni bekliyor."
Birkaç saniye gözlerime bakıp sessizliğini korudu. Belki diline gelen sayısız kelime vardı ama sustu. Başını sallayıp elimi tuttu. Yanında olduğumuz araca yürüyüp benim için ön kapıyı açtı. Ben araca binip kapıyı kapattığımda hızlı şekilde şoför koltuğuna geçti. Etrafta hâlâ adamları vardı, belli ki onların temizliği henüz bitmemişti. Yüzümü Asef'e çevirip, dikkatli şekilde yola bakan adamı izledim. Zihninde binlerce soru olduğuna emindim.
"Küpe yakışmış." dedim gülümseyerek. Onu tüm sorunlardan uzaklaştırmaya çalışmak istiyordum. "Fazla havalıydın bugün."
Kısa bir süre bana bakıp yeniden yola döndü. Yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu. "Asef Arjen, her zaman havalıdır bebeğim."
"Havanı yesinler senin, ayrıca o Deniz'i hâlâ dövmek istiyorum. Bir de masaya gelip sana grup teklif eden o adamı," Aklıma gelen şeyle öfkeyle solurken gözlerimi kapattım. "Resmen gözlerimin önünde seni götürüyordu!"
"Höst yavrum! Öyle götürme falan ayıp oluyor."
"Sen bana höst mü dedin Asef?" Şaşkın şekilde kendimi gösterirken Asef'in gülmesini bastırmaya çalışması daha çok sinirimi bozuyordu. "Bir de gülüyor musun utanmadan?"
Elini uzatıp, ben şaşkın şekilde bakarken o yanağımdan makas aldı. "Konu sen olunca aşırı utanmaz olabiliyorum."
"Hep utanmazsın sen," dedim. Onunla zıt gitmemden büyük zevk alıyordu.
"Hep aklımda olduğun için olabilir mi?" Bir kaşını kaldırıp imalı bakışına sadece güldüm. Buna karşı gelemezdim çünkü o da her an benim aklımdaydı. Yanımdayken bile zihnim onunla meşgul oluyordu. Ama şimdi zihnimi kara bir bulut örtüsü gibi altına alan başka bir şey vardı.
"Asef," Sesimin ciddi çıkması anında kaşlarını çatıp bana bakmasına neden oldu.
"Söyle güzelim."
"Bu gece elimize ne geçti? Yani sen istediğin şeyi almış mı oldun yoksa tuzak içinde kalan biz mi olduk?" Ben kaldım, bir ateşin içinde kalan ben oldum...
Asef'in yüzünde okuyamadığım bir ifade vardı. Bazı zamanlar yüzüne inen sır perdesi yeniden inmiş gibiydi. Düşüncelerine ulaşamayacağım kadar uzaktı.
"Elime çok önemli şeyler geçti. Ve bunu elime veren kişi bunun farkında... En başında planın farkında değildi, bunu sonradan fark etti. Ve emir verdiği adam çoktan harekete geçtiği için buna engel olamadı." Asef net şekilde konuşuyordu ama ben kesinlikle bir şey anlamamıştım. Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki, gülümseyip yeniden konuşmaya başladı. "Bu gece biz Pusat'ın peşindeydik. Onun zaafını istiyordum, her şey normal ilerledi. Özgür'ün, Sonay tarafından eve götürülmesine kadar sorun yoktu. Pusat sadece izleyeceği için başka yerdeydi, yani adamına ne yapması gerektiğinin emrini çoktan vermişti. Herhangi iletişim kuracakları bir ağ olmaması, daha sonra okların ona dönmemesi için gerekliydi."
"Peki saldırı neyin nesiydi?" diye sordum.
"Altan Akdağ'ın adamları sürekli peşimde olduğu için tuzak kurmaları beni şaşırtmadı. Tek sıkıntı senin yanımda olman, buna katlanmak çok zordu." Elini kaldırıp tersiyle yanağımı okşadı. Bu düşüncesinin ona ne kadar acı verdiğini görüyordum. "Haliyle Pusat'ın adamı harekete zaten geçmişti, bizim de gittiğimiz yönü fark edince tüm tuzak o eve yöneldi. Yani Pusat'ın en başta kesinlikle böyle bir planı yoktu. Hızlı şekilde Altan Akdağ'a uydu sadece..."
"Yani Özgür gerçekten de tehlikedeydi." diye hayretle söylendim. "Adam emri önceden almıştı, o an herkesin hazır olduğunu söylemesi tamamen Özgür'ün korkması içindi."
"Aynen sevgilim, eğer o adam Pusat ile iletişimde olsaydı anında Özgür'ün kafasına sıkardı."
"Ama Sonay çatışma seslerini duyunca neden bilmezden geldi?" diye sordum.
"O muhtemelen Pusat ile iletişime geçmiştir. Gözden çıkarılmış olma ihtimali yüksek, ne de olsa sadece bir piyondu." Elini deri ceketine götürüp sigarasını çıkardı. Ağzına aldığı sigarayı yakarken bir gözü kısılmıştı. Ucunu biraz açtığı camdan serin hava dolunca ona biraz daha yaklaştım.
"Peki madem helikopterlerin vardı da biz neden orada üç buçuk attık?" diye öfkeyle sordum. İçli gülüşü sinirimi yatıştırırken inci dişlerine bakmak hoşuma gidiyordu.
"O da benim minik sırrımdı, ayrıca hepinize sakin olmanızı ve korkmamanızı söyledim. Beni duymadın mı? Çok sessizdin zaten," Bana dönen bakışlarında soru işareti vardı. Ona bunu nasıl söylerdim? Söylersem her şey yoluna girer miydi? Liderin her şeyden haberi vardı, daha önce Pusat'ın konuşmasını Asef'e söylediğimi de biliyordu. Yine bilir miydi?
"Korkmuştum, belki de şoka girmişimdir. Bilmiyorum..." dedim kısık sesle. Elimin tersini dudaklarına götürüp uzun şekilde öptüğünde gözlerimi bir an olsun yüzünden çekmedim.
"Biliyorum bebeğim, ne yaşadığını ve ne hissettiğinin farkındayım. Geçti ama artık rahatla." Bunu söylerken isteği bu yöndeydi, üzerimdeki gerginliğin fazlasıyla farkındaydı.
"Peki Pusat, ondan tam olarak ne öğrendin?" Konuyu değiştirmek adına aklımdaki şeyi sordum. Konağa ait araziye girmiştik bu esnada.
"Öğrenmemi istemediği bir şeyi öğrendim... Bu gece Özgür'e yapılacak şeyleri izlerken küçükken ona yaşatılan şeylerin acısını çıkaracaktı. Diğer kurbanlara yaptığı gibi..." Asef, sakin şekilde konuşurken ben şokla bakıyordum.
"Nasıl yani?! Pusat'ın başına mı geldi bunlar? Nasıl anladın?"
"O adamın geçmişi ile ilgili yok ettiği ne varsa onu psikopata çevirdi. Küçükken büyüdüğü yetimhanedeki müdür ile temizlikçi bir adam yıllar sonra gizemli şekilde ortadan kaybolup vahşi şekilde öldürülmüş. Pusat ise saplantısına boyun eğip, bugün o kan isteğini vahşetle doyuruyor. Bizim planımızı ise son anda fark etti ama iş işten geçti. Şimdi onu acımasız şekilde zaafından vurduğumda yüzünün alacağı ifadeyi çerçeve yapıp duvarıma asacağım." Asef'in artan öfkesini, direksiyonu sıkan parmaklarından anlıyordum.
"Resimlere de yansıttığı bir saplantısı var." Düşünceli şekilde konuşmaya başladığımda araba büyük malikanenin önünde durmuştu. Ama ikimiz de yerimizden kımıldamadık. "Yetimhanede çocukken yaşadığı şeylerden sonra başladı. Altan Akdağ onu sana karşı kullanmak için yanına aldı... Benden yardım istemesi ve Altan Akdağ'ın elinde onun için değerli birini tutması... Sana karşı beslediği düşmanlığın sebebi bunlar olamaz... Yetimhaneye neden girdi? Ailesi kim? Bence bu soruların cevabı bize Pusat ile ilgili daha çok bilgi verir." Sustuğum zaman birkaç saniye karşılık almadım. Asef, düşünceli ve hayran şekilde bana bakıyordu.
"Zekana hayran olduğumu söylemiş miydim yavrum?"
"Olsun, yine ve hep söyleyebilirsin." dedim şımararak. Aniden ensemden yakalayıp beni kendine çektiğinde, o kavurucu dudaklarının ateşini kendi dudaklarımın üzerinde buldum. Sert ama bir o kadar da şefkatli bir öpücüktü. Geri çekildiğinde bakışlarında hayranlık vardı.
"Senin o güzel aklındaki her soru benim de aklımı kurcalıyor. Ama az kaldı, birkaç hamle sonrası o benim avucuma düşecek, ben de gizli saklı ne varsa ortaya döküp üzerine basıp geçeceğim." Elimi avuçlarının içine alıp sevgiyle okşadı. "Ama sen geride duracaksın, daha fazla olayların içinde olmanı istemiyorum. Ama yardımın gereken bir şey olduğunda sana söz veriyorum yanımda olacaksın, tamam mı benim güzel meleğim?"
Cevap vermeden sadece başımı salladım. Ben de bunu istiyordum. Olayların ortasında olup, Asef'e karşı koz olarak kullanılmak istemiyordum. Yapmak istemediğim şeylere sürüklenmekten korkuyordum. Ama kalbimin çok derininde bir yer sessizce fısıldıyor gibiydi... Görünmez bir karanlığın içine sürüklenmekten çok korkuyordum.
Arabadan inince hızlı şekilde eve girdik. Asef, Alya'nın odasına giderken ben de hemen yanındaydım. Arkadan gelen koruma Asef'e bir şeyler söylüyordu ama dikkatimi vermediğim için onları duymadım. Hâlâ bu gece yaşadığım şeylerin gerçekliğini sorgulayan yanım ikna olmaya çalışıyordu. Cebimdeki telefonun titreşimini hissedince çıkarıp baktım. Grup sohbetinden mesaj geliyordu.
Deniz, Asef'in Köleleri grubuna Nehir'i ekledi
Deniz, Asef'in Köleleri grubuna 0553..... kişisini ekledi
"Bu kim?" diye sorup telefonu Asef'e çevirdim.
"Özgür," dedi Asef. Adamı arkasını dönüp uzaklaşmıştı. Özgür'ün numarası kaydederken, Asef hızlı şekilde mesajlara bakıp bıkkın şekilde başını salladı.
Asef'in Köleleri
Deniz: Her şey yolunda, Nehir'in ailesi iyi. Babası şimdi eve saldıranları araştırıyor. Ama sorun yok;)
Tolga: Annemle ablam da iyi sorun yok. Buradaki adamlar her şeyi halletmiş.
Nehir: Bu grubun adı neden bu kadar saçma? Ne alaka köle?.. Niye Asef'in kölesi oluyoruz?
Özgür: Ben hiç iyi değilim, psikolojim çok bozuk:( Mememi elleyen adamın yüzünden bundan sonraki hayatım çok zor geçecek...
Tolga: Memeni mi elledi o adam? Yazık olmuş sana Özgür, keşke çelik yelek giyseydin!
Cihan: Adam da hiç anlamazdı planı a.k.
Deniz: Grupta kadın var sövme lan Cihan! Çelik yelek giyseydi o zaman da götünü ellerdi;)
Tolga: İlla elleyecek bir yerini bulurdu o pe....nk! Bu arada Mavişim! NASILSIN! İYİ MİSİN!
Nehir: Büyük harf kullanınca daha mı çok merak etmiş oluyorsun?
Tolga: Sen sus zilli! Büyük popo kullanan sensin ama!
Nehir: Seni gebertirim Tolga!
Deniz: Bence güzel yani,
Nehir: Ne güzel?
Deniz: Bahçedeki çiçekler, ayrıca karşı karşıyayız Nehir. Buradan yazmak yerine yüzüme sor.
Nehir: Yüzüne bakınca aklıma barda dediğin şey aklıma geliyor! Grupçu musun sen?
Deniz : Ne grubu?
Tolga: ..... siyasi grubu akskdffhdjksksskdh
Cihan: Grup üyeleri de .....
Deniz: Şu an hakkımda asılsız şeyler dönüyor, def oluyorum!
Nehir: Bence de def ol! Evimin bahçesinden çıkıp git!
Yüzümde gülümseme ile Asef'in arkasından Alya'nın odasına girdim. Hâlâ uyanık olan Alya abisinin boynuna sıkıca sarılmıştı.
"Herkes iyi değil mi abiciğim? Doğru söyle, o mesajlar neyin nesiydi?"
"İyi Alya'm, merak etme. Herkes sadece durumu ile ilgili bilgi verdi. Birkaç aksilik oldu ama şimdi her şey yolunda." Asef, geri çekilip Alya'nın sarı saçlarını okşarken ben de yatağın kenarına oturdum.
"Sadece bol eğlence kaçırdın, onun dışında sıkıntı yok." dedim. Asef ya ne demezsin der gibi bakıp hafif şekilde başını salladı. "Gruptaki mesajlara da takılma, Tolga'ya cevap versen yeterli."
"Evet, arayacağım şimdi onu, bir ara korumalar evin etrafında hareketlendi burada da. Herkesin kasasının sağlam olmasına sevindim." Alya'nın söylediği şeyle Asef de ben de birkaç saniye şaşkın şekilde bakakaldık.
"Kasamızın sağlam olması mı?" Asef soruyu fazla garip şekilde sormuştu. Haline gülmemek için kendimi zor tuttum.
''Şey abiciğim,"
"Ne abiciğim?"
"Kafanız sağlam demek istedim." Alya mavi gözlerini çevreleyen kirpiklerini hızlı şekilde kırparken masum görünmeye çalışıyordu. Ama Asef pek yiyecek gibi değildi.
"Alya'm, güzelim, biricik kardeşim... Bazen senin şu demek istediklerinin hiç masum olmadığını hissediyorum. Ben on sekiz yıllık kardeşimi hiç tanımamışım gibi düşünüyorum. Bana tansiyonumu yükseltecek şeyler düşündürtme." Asef'in her zamanki tansiyon bahanesi ortaya çıkınca uzanıp elini tuttum.
"Hadi sevgilim, Alya gayet iyi ve çok geç oldu. Artık dinlensin, hadi gel." Ayağa kalkıp iri adamımı çekmeye çalıştım ama bana yardım etmese yerinden bile kımıldatamazdım. Bana uyup ayağa kalktığında gözleri hâlâ Alya'nın üzerindeydi.
"Uyu hemen, kimseyle telefonda konuşmak yok, bu kimsenin kim olduğunu söylememe gerek olmadığını düşünüyorum." Kapıdan çıkarken Asef hâlâ, Alya'ya sert bakışları ile göz dağı veriyordu ama Alya'nın bunu pek umursadığını zannetmiyordum.
Nihayet odadan çıkıp Asef üst merdivene ben alt merdivene yönelirken ikimiz de durduk. "Gitmeyi düşünmüyorsun herhalde," dedi hâlâ kaşları çatık sevgilim.
Bu gece yaşadığım şeylerden sonra asla eve gidemezdim. Aklımı rahatsız edip batan bıçaklardan kurtulmam gerekiyordu. Zaten Nehir ve Tolga'nın da eve geleceğini zannetmiyordum. Gülümsemeye çalışarak Asef'in elinin üstünü okşadım."Hayır, sadece mutfağa inip su alacaktım. Sana yemek hazırlamamı ister misin?"
Kalacağımı duyduğu andan itibaren yüzünde oluşan rahatlamaya aşık olabilirdim. "Şarabın yanına birkaç atıştırmalık fena olmaz." diyip dudaklarıma derin ve yumuşak bir öpücük kondurdu. "Seni yatak odamızda bekliyorum." Asef, elimi bıraktığı anda hissettiğim soğukluk zihnime dolan sesle ısındı. Yatak odamız...
Onun hayatında var olurken biz olmak tarifsiz bir huzurdu. Onunla sonsuza kadar biz olarak kalmak istiyorum. Sorunların, acıların olmadığı bir biz olmak... İhanetin olmadığı bir biz olmak... Bunu başarmak zorundayım, kendimi bu karanlıktan kurtarıp ona sığınmalıyım...
Dilimin lâl olma değil haykırma zamanı ama ruhumu hapsetmiş prangalar orada duruyor. Cesaretimi toplayıp bu gece olanları Asef'e anlatmam lazım. Ona ihanet etmemi istediklerini, etrafımı sardıklarını söylemek zorundayım. Asef çözecektir, o üstesinden gelir. Geleceğini çok iyi biliyorum.
Hızlı şekilde hazırladığım atıştırmalıkları tepsiye koydum. Büyük bir bardak suyu kafama dikip sakinleşmek için sessizce ona kadar saydım. Pek işe yaradığı söylenemezdi ama... Sadece Asef ile konuşmamı ertelemeye yarıyordu. Çünkü kendime bile itiraf edemediğim bir yer korkuyordu.
Yavaş adımlarla merdivenden çıkıp Asef'in yatak odasına girdim. Ama sarı loş ışığın olduğu oda boştu. Açık banyo kapısını görünce adımlarımı çevirdim. "Asef,"
"Buradayım bebeğim, yanıma gel." Elimde hâlâ tepsiyi tutarken Asef'in sesinin geldiği banyoya girdim. Onu görüp yutkunduğum anda bunu kaçırmamış, çapkın şekilde göz kırpmıştı. Üzerinde siyah bornozu vardı ama ön tarafı hafif şekilde bağlanmış çıplak göğsü açıktaydı. Arkasındaki geniş küvetten sıcak buhar yükselirken çevresindeki mumlar titreyerek yanıyordu. Lavanta kokusu ortama dolmuştu.
"Ne bunlar? Şarap içecektik hani," dedim. Asef yanıma gelip kalbimin daha da hızlı atmasına neden oldu. Bu adam dizlerimi titretmekten asla vazgeçmeyecek.
"İçeceğiz yavrum, burada ama..." Elimdeki tepsiyi alıp küvetin yanında duran ve üzerinde şarap olan küçük masasının üzerine koydu. Yeniden yanıma gelmesi sadece bir saniye sürmüştü. "Bu gece fazla gerginsin Eliza, çok korktun. Bunu belli etmesen de benden gizleyemezsin. Titreyen göz bebeklerini görüyorum, seni sakinleştirmek istiyorum."
Eli at kuyruğu olan saçıma gitti. Canımı acıtmamaya dikkat ederek saçımı çözdü. Onun için de zor bir geceydi, tehlike altında olan herkesi düşündüğünde yüzündeki o ifadeyi net şekilde görmüştüm. Sadece benim değil onun da biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. Belki de bu gecelik, içimi parçalayan konuşmayı erteleyebilirdim. Hiçbir şey düşünmeden sadece onu hissedebilirdim. Bunu hak ediyorduk, buna çok ihtiyacımız vardı.
Alnıma, kokumu soluyarak derin bir öpücük kondurdu. "Yüzündeki şu garip metallerden kurtul hemen." Geri çekilip yüzüne baktım, o çoktan kulağındaki küpeyi çıkarmıştı. Oysa çok yakışmıştı. Arkamı dönüp aynanın önüne ilerledim. Yüzümdeki mıknatıslı piercengleri çıkarırken hemen arkamdaydı. Yüzündeki ifadeden bunlardan hiç hoşlanmadığını fazlasıyla belli ediyordu. İhtiyacım olan her şeyin olduğu dolabı açıp makyaj temizleme suyu ile pamuk aldım. Yüzümdeki makyajı silerken sırtıma değen elleri ile ürpermeme engel olamadım. Bana her dokunduğunda tüm bedenimi saran o çekici ürperme aradığım bir şey olmuştu artık... Giydiğim siyah deri cropun fermuarını indirmeden önce omzuma sıcak ve ıslak bir öpücük bıraktı. Bedenime yayılan sıcaklık karşısında nefes alış verişim hızlanmıştı.
"Gerginliğimi nasıl almayı düşünüyorsun?" diye sordum. Yüzümdeki makyaj gitmişti. Asef, üzerimdeki cropu çıkarıp yere attı. Şimdi siyah sütyen vardı üzerimde. Eli bu defa altımdaki deri pantolonun yandaki fermuarına gitti.
(+18 Uyarı!)
"Masaj yapmayı düşünüyorum." derken dizlerinin üzerinde yere çöküp pantolonu tamamen sıyırdı. Ellerimi mermer lavaboya koyup aynaya baktım, yüzümü görene kadar alt dudağımı dişlediğimin farkında bile değildim. Kalçama sıcak nefesi vururken hâlâ yerde dizlerinin üzerindeydi. Başımı çevirip omzumun üzerinden baktım. Siyah iç çamaşırımın örttüğü kalçama bakıyordu. Ama kararmış gözleriyle...
"Asef," dedim kısık sesle ama o çoktan dudaklarını kalçama yaslamıştı. İç çamaşırından açıkta kalan yere dilini sürünce göğsüm hızla inip kalkmaya başladı. "Hani masaj yapacaktın?"
"Yapacağım bebeğim, hayatının en güzel masajını yapacağım." Ardından ağzını daha büyük açtığını hissettim. Derimi vakumlar gibi içine çekip, küçük bir çığlık atmama neden olacak bir şey yaptı.
"Yine köpek gibi ısırmaya başladın!" Gülme sesi gelirken ısırdığı yeri yalayıp öptü.
"Bu tatlıdan mahrum kalamazdım." Ayağa kalkıp kalçama hafif bir şaplak attı. "Ve sert oluşumun hoşuna gittiğini biliyorum." Bunda haklıydı, inkâr edemezdim. "Ve şimdi ben parçalamadan üzerindekileri çıkarıp kucağıma gel." Küvete doğru ilerleyip üzerindeki siyah bornozu yere attı. Gözlerim, esmer sert ve sıkı kalçasına kayınca yine alt dudağımı dişlerken buldum kendimi. Bunu biliyor gibi omzunun üzerinden bana döndü, yüzünde fazlasıyla çapkın bir gülüş vardı. "Sen de bana şaplak atmak ister misin? Yoksa arkamdan çok önümdeki için mi o ısırdığın dudak?"
Birkaç saniye dediği şeyi anlamadan aval aval yüzüne baktım. Sonra aklıma gelen şeyle hin şekilde gülümsedim. "Kalçana vurabilir miyim?"
Dilini alt dudağında gezdirirken gözleri kısılmıştı. "Hayır tabii ki.."
"Ama sen benimkine vuruyorsun." dedim kollarımı birbirine dolayıp. Sırtı hâlâ bana dönük, kalçası gözlerimin önündeydi. Görmek istediğim başka yerleri de vardı. Birkaç adım atıp arkasına yaklaştım. "Haksızlık, ben de vurmak istiyorum."
"Dene ve ne olacağını gör." Kısık sesle dudaklarından dökülen kelimeler vücuduma elektrik dalgası yaymış gibiydi. Meydan okuyan bir gülüşle elimi kaldırıp hafifçe kalçasına dokundum. Anında titreyen bedeni tatmin olmamı sağlamıştı. Okşamaya başladığımda nefes sesi yükselmişti.
"Hoşuna mı gitti?" diye sordum. Elim hâlâ uslu durmuyordu.
"Bana dokunmak senin hoşuna gitmiş gibi..." dedi ve tamamen bana döndü. Elim havada kalırken önümde beliren şeyle yutkundum. Sabahtan beri adamı kışkırtırsam olacağı buydu. Havadaki elimi alıp beklemediğim bir şey yaptı. Şimdi avuçlarımın altında ateş gibi sıcak, sert ve kalp gibi atan bir canavar vardı. Anında onu okşamaktan kendimi alamadım. "Ama buraya dokunman benim çok hoşuma gider..." Başını eğip kısık sesle konuşurken kulak mememi dişlerinin arasına alıp çekiştirdi. "Hatta dokunurken sert davranmaktan çekinme yine hoşuna gider." Elime baskı uygulayıp onu daha sert kavramamı sağladı. "İşte böyle seksi kedim, avuçlarınla ez beni... Hızlı ve sert..." Ateş tüm bedenimi ele geçirdiğinde avucumun içine zor sığan sertliğini çekmeye başladım. Asef'in boştaki eli sırtımı buldu ve sütyenin kopçasını açıp yere attı. Şimdi önünde sadece iç çamaşırı ile kalmıştım. Eli bu defa önüme yol aldı. Sol göğüs ucumu parmakları arasına alıp ezdiğinde dudaklarımdan kaçan iniltiyi tutamadım. Onu çeken elim durmuştu, bedenimi ele geçiren tutkuya karşı koyamıyordum. "Benim küçük kızımın meme uçları nasıl da sertleşip şişmiş... Parmak uçlarımda alev alıyorlar."
Daha fazlasını isteyen bedenimi ona yasladığımda sert aleti göbeğim ile onun karnı arasına sıkışmıştı. "Asef," dedim zor çıkan sesimle.
"Söyle güzelim, benden istediğini söyle." Eli iç çamaşırımın iplerini buldu, yavaşça kalçamdan sıyırırken boynumu öpüyordu. Her dil darbesi beni deli ediyordu.
"Seni istiyorum...'' dedim nefes nefese. Onu hissetmek, ateşinde yanmak istiyordum. Bana hissettirdiklerini yeniden bedenimde istiyordum. Acımasız bir ateş olup tüm bedenimi kavururken, onda yanmak istiyordum. İstemekten asla vazgeçemeyeceğim bir açlıktı bu... Böyle bir açlığı onunla tadıp öğrenmiş ve bağımlısı olmuştum.
"Emrin olur, tüm benliğimi ayakların altına sermeye hazırım." Sözlerini bitirince beni kucağına alıp küvete yürüdü. Güya masaj ve şarap planımız vardı ama öncelik değişmişti.
Küvete oturup beni de bacaklarının arasına çekti. Sırtım göğsüne yaslı şekilde derin bir nefes aldım. Sıcak su harlanan bedenimi daha da kavuruyordu. Ve ben her defasında bu yangının içinde kül olana dek yanmak istiyordum. Asef, kalçamdan tutup beni biraz daha yukarı çekti. Sert aleti kalçalarımın arasına girerken boğazından gelen hırıltılı inleme ile kıkırdadım. Onu böyle tahrik etmek fazlasıyla hoşuma gidiyordu. "Aç bacaklarını." Dediğini yapıp, bacaklarımı küvetin iki yanına yasladım. Şimdi suyun altında kalan bedenlerimiz birbirine dolanmış tutkulu bir dansa başlamıştı. Ama en kavurucu olanı henüz bu değildi. Asef, iç bacağımı okşayarak elini yukarı doğru çıkarmaya başladı. Başımı elmacık kemiğine yaslayıp gözlerimi yumdum.
"Nasıl da şişmiş, yanıyor elimin altında..." Kısık sesle konuşurken kadınlığımı okşamaya başladı. İki dudağı ayırıp parmağını sertçe gezdirmeye devam etti. Kalbim deli gibi çarparken dudaklarımdan nefesli iniltiler dökülüyordu. Sonra beni delirtecek o noktaya dokundu. Tepeciğime baskı yapınca minik çığlığımı tutamadım.
"Asef!"
"Nasıl da deli oluyorsun, nasıl da özlemişsin beni. Benim arsız kızım, için de bana deli oluyor mu? İstiyor mu beni? Sertçe girip parçalamamı istiyor mu?" Parmağı vajinamın başında daire çizmeye başladı. Suyun için de bile parmaklarına benden akan sıvılar bulaşıyordu. Nefesimi tutmuştum. "Sesli söyle." Onun arzulu kısık sesi tüm bedenimi titretmeye yetiyordu.
"İstiyorum," dedim zor bulduğum sesimle. Ama bu onu tatmin etmemişti. Parmağı kışkırtırtıcı şekilde beni okşamaya devam ederken sert aleti kalçamın arasında gidip geliyordu. Bana sürtünürken hafif iniltileri deli ediyordu.
"Ne istiyorsun açık açık söyle." Emir veren sesine karşı koyamadım.
"İçime girmeni, beni kendinle doldurmanı istiyorum." Sözlerim bu defa onu tatmin etmişti. Bir parmağını sertçe içime sokunca gözlerim karardı. Başımı sertçe boyun girintisine koyup derin şekilde inledim. Parmağı içimde gidip gelirken diğer elinin iki parmağı göğüs uçlarımı sıkmaya başlamıştı. Delirmek üzereydim. Ama hâlâ yetmiyordu. Kendimi parmağına itip duruyordum. Bir yandan da kalçamın arasındaki aletini okşamaya çalışıyordum. Aldığı nefeslerden bunun hoşuna gittiği çok açıktı.
"Deli ediyorsun beni, aklımı yitirmek üzereyim." Sözlerine cevap veremedim çünkü o an ikinci parmağı da içime girmişti. "Parmaklarımı kıracak kadar sarıyorsun, bu kadar mı seviyorsun içinde olmamı?" İki parmağı sertçe içime girip çıkarken sadece inliyordum. Onun bu tatlı işkencesine boyun eğerken tüm bedenim titremeye başladı. Asef bunu fark edince mümkünmüş gibi daha da hızlandı. Beni o ışıkların patladığı doruğa ulaştırıp sertçe aşağı yuvarladı. Parmakları hâlâ içimde ritmik şekilde hareket ederken ulaştığım orgazm ile gözlerimin önünde ışıklar parlıyordu. "Aferin benim kızıma, işte böyle..." Asef kulak mememi emerken, bir eli sertçe göğüslerimi eziyordu. Tam anlamıyla darmaduman olmuştum. Bacaklarımı suyun içine alıp Asef'in elini çektim. İçimden çıkan parmaklar ile garip ve soğuk bir boşluk hissetmiştim. Kucağında dönüp yüz yüze gelecek şekilde kucağına oturdum. "Sana doyamıyorum." dediğinde cevap olarak dudaklarına kapandım. Benim sert öpüşüme aynı sertlikle karşılık verdi. Kendimi ona sürterken zor durumda olduğunun farkındaydım. Elimi sert aletine götürüp kalçamı kaldırdım. Asef, ne yaptığımı anlayınca dudaklarımı daha vahşi şekilde öpmeye başladı. Dilinin sıcaklığı ağzımın her noktasındaydı. Onu sertçe içime aldığımda ikimizin de dudaklarından yüksek bir ah dökülmüştü.
Ellerimi küvetin iki yanına koyup destek alarak hareket etmeye başladım. Aşağı yukarı, sağa sola hareket ettikçe Asef dişlerini sıkıyordu. Çenesi kasılmış şekilde iki elini belimin çevresine koyup istediği hızı ayarlamaya çalıştı.
"Siktir! Ahh siktir!"
Kucağında onun hızında hareket etmeye çalışsam da yorulmuştum ve bu ona yetmiyordu. Aniden beni geriye yaslayıp sırtımı küvetin başıyla buluşturdu. Bacaklarımı boynuna sarıp üzerime eğildi. Şimdi kendisinin istediği hızda içime girip çıkıyordu. Ve o kadar hızlı ve sertti ki her darbesinde attığım çığlıklar kulağımı acıtıyordu. Umarım bu banyo ses geçirmezdir yoksa kimsenin yüzüne bakamazdım bundan sonra.
Küvetin suları banyonun zeminini ıslatırken, mumlar çoktan sönmüştü ve Asef'in içime her girdiğinde çıkan sesler de banyoya doluyordu. Her şey fazla erotikti. Çok fazla çıldırtıcıydı, çok fazla baştan çıkarıcı...
Şehvetli şekilde dudaklarımı öpüp sömürürken öyle çok hızlandı ki başım dönmeye başladı. Kasıklarımda biriken volkan ikinci kez patlarken çığlığım Asef'in ağzının içinde kayboldu. Belimi tutan elleri yaptığı baskıyı arttırırken hızı yavaşladı ama içime girişi fazla sertti. Sınırdaydı ve sonunda içimi sıcak sıvısı ile doldururken erkeksi iniltisi de banyoyu doldurdu. Başını boyun girintime getirip derin derin nefesler aldı. Ben ne kadar mahvolmuşsam o da aynıydı. İçimden çıkmadan birkaç kere daha gidip geldi, iyice rahatladığında beni de beraberinde çekip, küvete sırtını verdi.
(+18 son)
Saçlarımı geriye tararken mayışmış şekilde iyice sevdiğim adama sokuldum. Az önce acımasız olan elleri şimdi öyle nazik ve şefkatliydi ki... Her iki benliğini de fazlasıyla seviyordum. Sınırsız tutkusu ve sevgisi, bana her şeyi doruklarda yaşatıyordu. Aslında gerçek anlamda yaşadığımı onunla hissediyordum, bunu bana hissettiren oydu. Dikkatli şekilde birkaç dakika saçlarıma şampuan sürüp masaj yapar gibi saçlarımı yıkadı. Ardından tüm bedenimi nazik şekilde duş jeli ile ovaladı. En sonunda başımı göğsüne yaslarken, her işi o yapmasına rağmen yorgun olan bendim.
"Bebeğim," Uzattığı şarap kadehini alıp biraz dikleştim. Şarap kadehini dudaklarına götürmeden önce kadehime vurdu. "Varlığına..."
Tebessüm ettim, bakışlarının karasına baktım birkaç saniye. "Varlığına...." diye tekrar edip şaraptan bir yudum aldım. "Masaj iyi geldi." dediğimde küçük bir kahkaha attı.
"Demiştim, harika bir masaj yapacağım diye." İmalı bakışları çok şey anlatıyordu. Boştaki elini uzatıp, yanımızda duran masadan fıstık aldı. Onun için araladığım dudaklarımdan içeri giren fıstığı yerken güldüm.
"Bağımlısı olabilirim bu masajın."
"Değil misin zaten? Şahsen ben bayağı bağımlısı oldum. Aldığım nefes kadar..." Suyun altında kalan bedenimi süzüp göz kırptı. Az önce tüm onları ben yaşamamışım gibi utanıp yüzümü çevirince, elini yanağıma getirdi. "Bakma şöyle, yoksa çıkamayız bu küvetten. Buruş buruş olana kadar sen anladın..."
Gülmemi bastırmaya çalıştım, haklıydı. Asef'in azalmak bilmeyen bir enerjisi vardı. Ben yorulduğum için kendini tuttuğunun farkındaydım. "Şu anda da buruş buruşuz, bak." Elimi aramıza kaldırıp gösterdim. Cidden de derim buruşmuştu.
Asef'in yüzündeki gülümseme soldu. "Hakikaten, su da ılıdı ve sen üşüdün. Hadi gel," Ayağa kalkmaya çalışırken beni de elimden tuttu. Aslında üşümüyordum, banyonun içi çok sıcaktı ama yine de ona ayak uydurdum. Asılı bornozu alıp dikkatli şekilde giydirdi. Benimle bebekmişim gibi ilgilenmesi çok tatlıydı ve yanaklarını sıkma isteğime zor hakim oluyordum. Sonra düşündüm, neden kendime hakim oluyordum ki? Saçlarıma havlu sararken uzanıp kirli sakalı olan yanağını parmaklarımın arasında sıkıştırdım. Gözleri şaşkın şekilde açılırken aval aval yüzüme baktı.
"Ya sen çok tatlısın!" dedim coşkuyla. Cidden de öyleydi. Hele şu an ki bakışı...
Attığı büyük kahkaha sonrası, bu defa onun eli yanağımı buldu. "Sen daha tatlısın." Yanağımı sıkınca acıyan canımla eline vurup geri çekilmeye çalıştım.
"Yanağımı kopar istersen Asef!"
"Yapabilsem koparır dudağıma dikerim o yanağını." Az önce hayvan gibi sıktığı yanağımı bu defa uzun uzun öptü. Acısı bu yüzden biraz dinmişti.
"Yamyam mısın? Yanağımı koparmak gibi hayaller kurman beni ufak bir korkuttu." dedim banyodan çıkmak için arkamı döndüğümde. Küvetin tıpasını açtığını duydum. Her şeyi benim yerime yapması çok güzeldi.
Yatak odasının içindeki giyinme odasına yöneldim. Arkamdan geldiğini görmesem de biliyordum. "Yamyam değilim ama seni yeme fikri çok hoşuma gidiyor." Ben kendime lila rengi pijamalarımı çıkarırken o siyah bir boxer aldı.
"Aynı şey değil mi?" diye sordum. Gözlerimi devirip, açılmamış tam benim bedenimde iç çamaşırı takımını aldım. Ben daha bornozumu çıkarmamıştım ama Asef altına boxeri giymiş havluyla saçını kuruluyordu.
"Aynı şey değil, bu çok fazla. Sana doyamamak nasıl bir işkence biliyor musun?" İçimi sıcacık yapan sözlerinden sonra alnımı öpüp kokumu soludu. "Hadi üzerini giyip gel, saçlarını kurutalım."
Asef, giyinme odasından çıktıktan sonra arkasından bir süre baktım. İçimde biriken korkuları bir süre de olsa bana unutturmuştu. Ama oradaydı ben ne kadar kabul etmesem de beni izliyordu. Bir an önce Asef ile konuşmam gerekiyordu artık ertelemem doğru değildi. O an sevdiğim insanlar için o adamın isteğini kabul ettiğimi söylemek zorundaydım. O an düşünmeden hareket ettiğimi ve asla ona ihanet etmeyeceğimi anlatmalıydım. Hızlı şekilde üzerimi giymeye başladığımda Asef'in yanıma geldiğini gördüm. Elbise dolabını açıp siyah bir gömlek ve pantolon çıkardı.
"Sevgilim, sen yat ben geliyorum. Cihan ile konuşmam gereken önemli bir konu var." Üzerini giyip fazlasıyla pahalı duran bir saat taktı.
"Her şey yolunda mı?" İçimde ansızın büyüyen korkuya engel olamadım.
Asef, saçlarımın üstünü öptü. "Merak etme, sadece bu geceyi öylece kapatamam. Hemen dönerim, saçlarını kurutmadan uyuma. Seni seviyorum..." Arkasını dönüp uzaklaştığında dudaklarından dökülen son kelimelerin melodisi kalbimi delip geçmişti. Hissettiğim şeyin başka açıklaması yoktu. Ondan bu kelimeleri böyle tereddütsüz şekilde duymak tüm korkularımı yok ediyordu. Beni asla bırakmayacağını hissettiriyordu. Asef beni bırakmazdı, bırakmamalı... Çünkü ben onu asla bırakamam, hayatımın bundan sonraki her anı sadece onunla şekilleniyor. Tek bir onsuzluğa dahi tahammül edemem. Başımızdaki belayı def etmek için hemen Asef'le konuşmak zorundayım. Yoksa ikimizin bağlarının zarar görmesinden korkuyorum.
Asef'in sözünü dinleyip saçlarımı kuruttum. Yorgun bedenimi yatağa resmen sürükledim. Ayaklarıma taş bağlamışlar gibi hissediyordum, kendimi yatağa atıp gözlerimi kapattım. Asef'in misk ve kaşmir kokusu anında tüm bedenimi sarmıştı. Huzur içinde onun kokusunu içime çekip uyumak üzereyken telefonumun titreşimi kalbimdeki tüm huzuru bozdu. Acı bir haberin siren sesi gibiydi. Yatağın yanındaki komodinin üzerindeki telefonumu alıp, sırtımı yatak başlığına dayadım. Gördüğüm isim beni çok da şaşırmamıştı, şaşırtan şey mesajın içeriğiydi.
Pusat
Kabul etmişsin Eliza, nasıl oldu bilmiyorum ama senin yanıma geleceğinden emin. Lider yarın gece yarısında seni beklememi söyledi. Kesin geleceğini aynı zamanda... Umarım iyisindir, zarar görmeni istemem. Bir çıkar yolum olsaydı seni kurtarmak için elimden geleni yapardım...
Ayağımla üzerimdeki örtüyü öfkeyle ittim. Şu an saçımı başımı yolup çığlık atmak istiyordum. "Kimsin lan! Kimsin de bana boyun eğdireceksin?!" Yüzüme bastırdığım yastığa doğru boğuk şekilde bağırıp çığlık attım. Resmen bedenimi ele geçiren bir öfke krizi yaşıyordum. Şerefsiz adi herifin birisi tehditle onun sözünü dinlememi bekliyordu.
"O daha çok bekler! Göt herif! Allah onun belasını versin! Ne zarar göreceğim ne de çıkar bir yola ihtiyacım var! Bir bok yapamaz kimse!"
Telefonu kıracak şekilde yazdığım mesaj sonrası biraz rahatlamış şekilde kendimi yatağa attım. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım ama kanımda aniden yüklenen adrenalin yüzünden kalbim hâlâ çok hızlı atıyordu. Kendime itiraf edemediğim bir gerçeklik zihnime usulca sızmaya çalışıyordu. Bu defa da daha önce olduğu gibi blöf yapmadığını biliyordum. Kendine lider diyen kişi kimse, gerçi kişi demek ayıp olur çünkü kişiliksiz birisi... Onun bir planı var ve hiçbirimiz bunu göremiyoruz. Her birimiz ile farklı şekilde oynuyor ve biz dağılmış yapboz parçaları gibiyiz. Bir bütün olmadan oyunun tamamını asla göremeyeceğiz.
Uzun süre sorular ve korkularla yatakta kıvranıp durdum. Uykuya dalmak imkansız hâle geldiğinde Alya'nın yanına gitmeyi düşündüm ama gecenin geç saatlerinde onu rahatsız etmek istemedim. Asef gelmedikçe sinirim daha çok bozulmuştu ama sonunda ağırlaşan göz kapaklarım ile pes ettim. Sevdiğim misk ve kaşmirin en yoğun olduğu tarafa kendimi teslim edip nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama hâlâ uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeyken yatağın çöktüğünü hissettim. Tepki vermeden olduğum yere iyice yerleşip kafamı yastığa gömdüm. Erkeksi bir gülme kulağıma dolunca Asef'in sesini hemen tanımıştım ama uykunun karanlığına çekilmekten kendimi alıkoyamadım.
"Ben buradayım ama sen hâlâ kokumu yastıkta mı arıyorsun?"
Kulağıma dolan kısık ses sonrası yavaşça yattığım yerden beni kavrayan sıcak kolları hissettim. Yanağım sert ve pürüzsüz tene değince onun çıplak göğsünü hemen hissettim. Şimdi kaşmir tüm kusursuzluğu ile hemen tenimin altındaydı. O kokuyu kaybetmekten korkar gibi içime çektim. Sanki rüyamda kaşmir ağaçları ile çevrili bir ormanda gibiydim. Çevremde hep kaşmir ağacı vardı. Dalları hareket etmeye başlayınca şaşkınca onlara baktım. O dallar aniden bana yaklaşmaya başladı. Ben hâlâ şaşkın şekilde bakarken birisi gözlerimin üzerine diğeri alnıma bir başkası da dudaklarıma dokundu. Resmen kaşmir ağaçları tarafından öpülmüştüm. Hatta bununla yetinmeyen bir kaşmir ağacı konuşmaya başladı.
"Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi meleğim? Ve bu sevgimin bana neler yaptıracağından haberin var mı? Nasıl ele geçirdin tüm benliğimi?... Nasıl çıkardın beni yoldan?.. Ayrıca sana çıkmayan yolları da sikerim!.."
Kaşmir ağacı susup bu defa sol yanağıma dokundu. Hayatımda bu kadar sapık bir ağaç görmemiştim. Daha farklı yerlerime de dokunur diye kaçmaya çalıştım ama aniden dalları beni sıkıca sarmıştı. "Sapık ağaç!" diye bağırdım ama rüyada olduğum için istediğim çığlığı atamamıştım.
"Ne ağacı yavrum?" Kaşmir ağacı tekrar konuşunca şaşkın şekilde baktım. Sapık olduğuna değil ağaç olduğuna şaşırıyordu bir de! Hemen bir testere bulup kökünü keseceğim senin! "Hadi uyuyalım... On iki..." Öfkemden pek de etkilenmeyen ağaç bana daha fazla sarıldı. Bunalmayı beklesem de kaşmir kokusu beni mayıştırıp güzel bir karanlığa çekmişti...
***
Sabah yorgun şekilde gözlerimi Asef'in kollarında açmıştım. Henüz konuşmaya fırsat kalmadan gelen telefon ile hızlı şekilde kalkıp hazırlanmıştı. Asef'i ilk kez bu kadar gergin görüyordum. Beni yatakta tek bırakacak kadar ne önemli işi var çok merak etmiştim? Bilmediğim bir şeyler dönüyordu. Ama işin tuhaf yanı Asef'in bana karşı hareketleriydi. Dün geceden beri onunla konuşmak için cesaretimi toplayıp hazır olduğum an o kelimeleri ağzıma tıkacak bir şeyler yapmıştı. Benimle her zaman her şeyi konuşan adam, bu kadar önemli bir konuda konuşmaktan kaçınıyor gibiydi. Ama kaçmasına izin vermek gibi bir niyetim yoktu. Bugün staj için otele gittiğimde onun yanına gideceğim. Bugün tüm gün sürecek bir toplantısı olduğunu biliyordum. Daha sonra onunla konuşmak için kaçmamız gerekmeyecekti.
Sabah Alya'nın yanında biraz oturup onunla konuşmuştuk. Yaklaşan ameliyatı için çok gergindi. Ama en çok da sonrası için... Ayağa kalkmak koşarak Asef'e sarılmak, Tolga ile el ele yürümek istiyordu. Tolga'nın annesini ve ablasını görmek için kendi başına yürümek istiyordu. Sürecin kolay olmadığını bilse de dayanıp başarmak istiyordu. Aynı şeyleri ben de isterken ona sıkıca sarılıp moral vermeye çalışmıştım. Gün geçtikçe aramızda güçlenen bir bağ vardı. Alya ile ilk karşılaştığımız andan itibaren özel ve görünmez bir bağ bizi sarmıştı. Ben elimi kalbime götürüp onun için kilidini açtığım an Alya benim kalbime girmişti. Onun mutlu olmasını her şeyden daha çok istiyordum.
Eve gitmem gerektiği için Asef'in güvenilir adamlarından birisi beni eve bırakıp gitmişti. Çünkü ne Cihan ne de Deniz görünürde yoktu. Aldığım duştan sonra üzerime, bahar aylarına yakışır rahat bir elbise giydim. Dizlerimin hemen altında biten yeşil elbisenin kolları kısaydı. Ani bir soğukluğa karşı ince beyaz bir hırka giyip saçlarımı dağınık şekilde topladım. Son zamanlarda uzamıştı ve nedense kestirmek istemiyordum. Sebebi, Asef'in saçlarımı sevme şekli olabilirdi.
Çantamı da alıp evden çıktım. Nehir, ailesinin yanındaydı. Dün gece evlerine yapılan saldırı onu çok korkutmuştu ve annesini yalnız bırakmak istemiyordu. Aynı şey Tolga için de geçerliydi, sanırım gece üzerini değişmek için gelip yeniden annesinin yanına gitmişti çünkü salonun ortasında pantolonu atılıydı. Ve onların yaşadığı korkunun sebebi bendim. O lanet gece bana ihaneti kabul ettirmek için düzenlenmişti. Ama asla sevdiğim adama bunu yapmayacağım. Her şeye dayanırım ama Asef'in sevgisizliğine asla...
Kapıdan çıktığımda karşımda gördüğüm kişi ile duraksadım. Son günlerde Doruk ile karşılaşmamıştım. Aksiyon dolu günlerden dolayı onu aramak aklıma gelmediği için kendime kızdım. O çok yalnızdı, bizden başka arkadaşı bile yokken onu umursamamıştık. Ama onun yüzünde hiç sorun olmadığını gösteren bir gülümseme vardı.
"Sonunda seni tek parça gördüğüm için çok mutlu oldum." derken bana doğru yaklaştı. Omzunda duran gitarı ve diğer elindeki çantası ile yorgun duruyordu. Kumral saçları dağılmıştı, her zaman olduğu gibi bilekleri takılarla doluydu.
"Ben de tek parça olduğum için mutluyum." dediğimde gülümsedi.
"Haberim olmadan savaşa falan mı katıldın?" diye sorduğunda yüzünde alaydan uzak bir ifade vardı. Sanki gerçekten yaşadığım şeyleri hissetmiş gibi huzursuz bakıyordu. Yalan söylemeden içinde bulunduğum şeyi dolaylı olarak ifade ettim.
"Hayatın kendisi bir savaş değil mi?"
Yüzünde oluşan geniş gülümseme samimiydi. Bazen Doruk'un bakışları korktuğum bir şeyi yakalamama sebep oluyordu. O benim için kardeş gibiydi. Tıpkı Tolga gibi... Ama bazen onun gözleri bana çok farklı bakıyordu ve bundan ölesiye kaçmak istiyordum. Onun gibi naif bir çocuğun ona acı veren bir duygu içinde kıvranmasını istemiyordum. Çünkü her şeyi içine atan birisi olduğundan dolayı bunu da görünmez bir yerde yaşayacaktı. Umarım hissettiğim gibi değildir. Umarım onun için bir kız kardeş gibiydimdir...
"Evet, hayatın kendisi bir savaş... Yoksa neden dünyaya gözlerimizi açtığımız an ağlamaya başlayalım? Yaşayacağımız acıları çok küçükken hissediyoruz." Durgunlaşan bakışları dikkatle gözlerimi izliyordu.
"Ve bir kez geliyoruz, ikinci bir şansımız bile yok." dedim dudaklarımı büzüp. Ağır havayı dağıtmak istedim. "Hayır, ben bu hayatı sevmedim başka bir hayat deneyeyim de diyemiyoruz."
Gözleri bir saniye kadar dudaklarıma kayıp hemen gözlerime çıktı. "Evet, başka bir hayat isterdim."
"İkinci bir hayatın olsa kim olarak dünyaya gelmek isterdin?" diye sorduğumda derin bir iç çekip gülümsedi. Bir an onu üzmüş olabileceğimi düşünüp kendime kızdım. Bu hayatta gerçek ailesini bile bilmeyen bir çocuğa bu kadar saçma bir soru sorulur mu? Ne kadar salaksın Eliza!
Ama onun cevabı asla ama asla beklediğim bir şey değildi. "Abin olarak doğmak isterdim." Duyduğum şeyle birkaç saniye aval aval baktım.
"Neden?" diye sorduğumda gerçekten aklım çalışmayı durdurmuş gibiydi. Yoksa yüzündeki imalı gülümseme bana bir şeyler anlatmalıydı. Ama ben şu an bir şey anlamıyordum.
"Hep bir kız kardeşim olsun isterdim, ayrıca diğer hayatımda yine karşıma çıkma ihtimaline ve yaşamaktan çekindiğim şeylere karşı abin olarak doğmak en iyisi olurdu." Uzun birkaç saniye boyunca gözlerime bakıp cevap bekledi.
"Neyi yaşamaktan çekiniyorsun Doruk?" Sorum ile birkaç adım geriye gitti. Sanki bir an salağa atılan bir bakış atmış gibi hissettim ama o hemen gülerek elini kaldırdı.
"Yalnız olmaktan çekiniyorum, beni ıssız bir sokakta kediler içinde bulan ve soy ismini veren yetimhane temizlikçisi yerine babamın soy ismini almak istiyorum. Sevgiyi çok gören yetimhane çalışanları yerine bir annenin şefkatini istiyorum." Birkaç adım daha geriye gitti. Kalbimde bir yer çok kötü sızlıyordu. "Sevdiğim kadın tarafından sevilmek nasıl bir duygu yaşamak istiyorum..."
Sustu... Kalbimi paramparça eden kelimeleri söyleyip sustu... Son cümlesine eşlik eden bakışları her şeyi gayet net anlamamı sağladı. O imkansız ve yasak olmasına rağmen beni kalbine almıştı. Bu olmamalıydı! Bu beni kahrederdi! Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Öne doğru bir adım attım.
"Doruk,"
Elini kaldırıp beni susturdu. "Eliza, bir şey söylemene gerek yok. Benimle toprağa gitmesi gereken bir sırdı bu ama nefes aldıkça taşıması imkansız hâle geldi. Attığım her adımda yere düşen hayal kırıklıklarım ayaklarıma kesmeye başladı. Dayanamadım... Ve lütfen bana bakışın ve düşüncen değişmesin. Bu beni yaralar Eliza... Senden tek beklentim hiçbir şey olmamış gibi davran, bana şu an baktığın gibi acıyarak bakma. Hiçbir erkek bu bakışı hak etmiyor..." Hızlı şekilde arkasını dönüp evinin kapısının önüne gitti. Tepki veremeden donmuş ayaklarım ile öylece duruyordum. Başımdan aşağı dökülen kaynar sular şimdiden canımı çok yakmıştı. Doruk kapıyı açıp bekledi. Yüzünü bana çevirmeden ve onu dinlediğimin farkında olarak konuşmaya başladı. "Ve lütfen odanın ışıklarını kapatma..."
Daha sonra eve girip kapıyı kapattı... Yüzündeki son ifadeyi görmedim ama görmemin bana iyi gelmeyeceğini iyi biliyordum. Bu şimdiye kadar dayandığım her şeyden daha farklıydı, onun kadar iyi ve masum bir insanın böylesi içine attığı şeylerle yüzleşmek benim için çok zordu. Ve en zoru çaresizlikti, hiçbir şey yapamamak... Çünkü kalbim başka bir adama aitken ona istediği hiçbir şeyi veremeyecekken bu acı vericiydi... Ama en çok acıyı çeken kişinin o olduğuna emindim. Bir kez daha istemediğim acı bir gerçekle yüzleşip ne yapacağımı düşündüm. Ama şimdilik elimden hiçbir şey gelmezdi ve onunla daha sonra sakin bir kafayla konuşmalıydım. Ve bu durum Asef'in hoşuna asla gitmeyecekti. Sanırım bunu bilmemesi herkesin yararına olurdu.
**
Otelden içeri girdiğimde kendimi biraz daha toplamış, sakinleşmeyi başarmıştım. En azından kendimi işe verecek kadar normaldim. Otelin mutfağına girerken geç kalmış olmanın mahcubiyeti ile, mutfak sorumlusu şefe baktım. Ama bu onun için asla sorun değil gibi gülmesi ile bir kez daha sinirlendim. Buradaki herkes Asef Arjen'in sevgilisi olduğumu biliyordu ve maalesef bana karşı eskisi gibi olamıyorlardı. Bundan hoşlanmıyordum, şimdiye kadar kendi işimi tek başıma hallederken Asef'in gölgesini hissetmek garip geliyordu. Onun açısından bakınca hakkı olduğunu düşünebilirdim ama benim açımdan da onun bakması gerekiyordu.
Üzerime yönelen bazı bakışlar kesinlikle rahatsız ediciydi. Bunlardan en bariz olanı Müge'ye aitti. Onu anlamakta güçlük çekiyorum. Başarılı ve tuttuğunu koparan bir kız ve ailesinin desteğini alıp istediği gibi çalışıyor. Ama bana baktığında sadece benim olduğum yerden rahatsız olup sanki kendi yeri çok kötü gibi davranması akıl alır gibi değildi. Ama dik duruşumu bozmadan ilerleyip giyinme odasına girdim. Çünkü benim duruşum önce de dikti şimdi de... İnsanların anlamadığı buydu, beni daha önce fark etmeyenler Asef Arjen ile adım anıldığında beni görmeye başladılar. Şu anki dik duruşumu buna bağlayanlar, eski halimden haberdar bile değiller.
Mutfak önlüğümü giyip heyecanla Şef Lorenzo'yu görmeye çalıştım. Finallerindem dolayı bana bir hafta izin vermişti. Kafamdaki tüm sesleri susturmak için onunla yemek yapmak en iyi şeydi. Bize ait bölüme ilerlediğimde birkaç yardımcı şefe selam verdim. Hâlâ Şef Lorenzo görünürde yoktu. Köşedeki bahçeye bakan alana ilerleyince masanın arkasında oturmuş dalgın şekilde elindeki bardağı izleyen şefi gördüm. Sanki dünyanın en ilginç şeyini izliyor gibi sadece bardağa bakıyordu ama bardak ise desensiz düz bir camdan ibaretti.
"Geleceğinizi mi görmeye çalışıyorsunuz?" Yanındaki sandalyeye oturup yüzüne doğru eğildim. "Fincan falı öneririm." dedim gülümseyerek. Ama Şef Lorenzo dalgın bakışlarını bana çıkarıp derin bir iç çekti. Gözlerinin altı resmen kararmıştı. Kan çanağına dönen gözleri uykusuz olduğunu resmen haykırıyordu. Her zaman havalı şekilde tepesinde topladığı saçları fazla dağınıktı. Sakalları bile her zamankinden bakımsızdı. Ona şaşkın şekilde bakarken aklıma bir sürü kötü senaryo gelmişti. "Berbat görünüyorsunuz!"
"Türklerin harika bir moral verme şekli var." Yeniden bardağa bakmaya başladı. "Her şeyleri farklı, sevdikleri insanların üzerine araba sürerek sevdiklerini gösteriyorlar."
Gülmemi tutamadım. Hatta bugün en samimi olduğum andı. "Sonuçta tüpü kontrol etmek için ateş kullanan bir milletiz." dedim gülmemin arasından. Şaşkın şekilde başını kaldırıp bana baktığında daha çok güldüm. "Bakmayın öyle, çok ciddiyim." Bu defa o da dayanamayıp güldü. "Neyiniz var şefim? Gözlerim sizi hep harika görmeye alışık, bu kadar dağılmış görmek beni korkuttu."
Yorgun gözleri aniden dolunca ne yapacağımı şaşırdım. Şef Lorenzo'yu böyle görmek asla alışkın olmadığım bir şeydi. "Dağıldım, hem de toplanmayacak şekilde..."
"Şefim,"
"Onu gördüm Eliza..." Aniden sözlerimi kesip söylediği şeyi anlamaya çalıştım.
"Kimi?" Vereceği cevabı beklerken zaman durmuş gibiydi.
"Lavinya..." dediğinde şokla ona baktım. Bir dua gibi dudaklarından dökülen isim ile huzurlu bir gülüş yayıldı yüzüne... "Onu gördüm, yıllar sonra okyanus mavisi gözlerini gördüm... Gece kadar siyah saçlarını gördüm..."
"Bu harika! Onu bulmuşsunuz, peki neden bu haldesiniz?" Benim coşkulu neşeme karşılık Şef Lorenzo ölüm kederi içinde bana baktı. "Ne oldu? Onunla karşılaşmanız iyi geçmedi mi?"
Buruk şekilde gülümseyip elindeki bardağa bakmaya başladı. "İki gün önce otelden çıkıp arkadaşlarla bir şeyler içmeye gittik. İçimde tüm gün taşıdığım bir huzursuzluk vardı. Garip bir şeydi..." Şef Lorenzo kırık Türkçesi ile sakin şekilde konuşurken sessizce onu dinlemeye başladım. "Gün içinde arada ellerim titremişti, bazen de sakarlık yapmıştım. Seni kınadığımı düşündüm ve başıma bu yüzden geldi diye düşündüm."
"Sakar olduğumu mu düşünüyorsunuz şefim?" Bariz şekilde bozulmuştum.
"Hayır,"
"Az önce dediniz ama... Beni kınadığınız için başınıza sakarlık geldiğini ima ettiniz."
"İma etmedim, öyle düşünüyorum." Rahat şekilde cevap vermesi sinirimi bozmuştu.
"Şefim! Evet mi hayır mı? Kafanız pek iyi değil sanırım." Sabrımı taşırdı artık.
"Kafam tabii ki iyi değil... Neyse içmek için gittiğimiz yerde onu gördüm." Yeniden durgun şekilde konuşmaya başladığında sinirimi bastırıp dinlemeye devam ettim. "Yanımızdaki masadan gelen seslere döndüm. Kalabalık bir grup içindeydi. Hepsinden ayrılan güzelliği ile ışıldıyordu. Şok olmuş şekilde ona bakarken mavi gözleri beni buldu. Beş yıl önce ne kadar güzelse şimdi de öyleydi... Beni görünce gözlerine inanamamış gibi baktı. Saniyeler geçti, ikimiz de donmuş gibiydik. Sonra ona seslendim. Lavinya dedim. Cevap vermedi, ayağa kalktığımda hızlıca o da kalktı. Sonra aniden çantasını alıp çıkışa ilerledi. Herkes şaşkın şekilde ikimize bakarken ben de peşinden koştum. Adını seslendim ama bana dönüp bakmadı. Mekandan çıktığında onu yetişemeden taksiye binip uzaklaştı. Beni öylece bıraktı, ikinci kez beni öylece bırakıp gitti."
Dolu gözlerim ile şefi dinlerken susması ile derin bir nefes aldım. Yıllarca aradığı kadını bulduğunda kaybetmek onu mahvetmişti. Bu halini şimdi daha iyi anlamıştım.
"Çok üzgünüm, bu şekilde karşılaşmanız kötü olmuş. Ama onu bulabilirsiniz, arkadaşlarına sordunuz mu?" dedim umutla. Ne de olsa artık onunla ilgili bir şeyler bulmuştu.
"Sordum," dedi. Bu defa yüzünde üzgün bir ifade değil öfke vardı. "Onlara Lavinya'nın nerede yaşadığını sordum. Ve bil bakalım ne öğrendim?"
"Ne öğrendiniz?''
"Adının Lavinya olmadığını..." Şef Lorenzo'nun söylediği kelimeleri anlamak için birkaç saniye boş şekilde baktım.
"Nasıl?"
"Adının Seher olduğunu söyledi birisi. Lavinya kim bilmiyoruz dediler." Şef Lorenzo yüzünü ovalayıp derin bir nefes aldı. Bense kaşlarımı çatmış, ortadaki garip durumu anlamaya çalışıyordum. "Yıllarca sevip aradığım kadın bana aniden yabancı oldu. Adını bile bilmediğim bir yabancı..."
"Ortada bir yanlış anlaşılma olmalı, nerede yaşadığını ya da çalıştığını falan öğrendiniz mi? Onunla konuşmanız lazım." dedim. Bunca sene beklediği kadını bu şekilde kaybedemezdi. Bir şekilde onunla konuşması gerekiyordu.
"Anladığım kadarıyla diğerleri ile pek yakın değilmiş. Adının Seher olduğunu ve bir mekanın adını söylediler. Ben de hemen oraya gittim." Aklına ne geldiyse yüzü buruşmuştu.
"Ee, orada ne oldu?" Galiba bu olanlar heyecanımı fazlasıyla arttırmıştı. Resmen bir sonraki olayı merak ediyordum.
"Gittiğim mekan pek iyi bir yer değildi, pavyon gibiydi. Gibi değil, bildiğin pavyondu." Şef Lorenzo'nun söylediği şeyle gözlerim büyüdü. Neler oluyordu? "İçeri girdim ama o yoktu. Hatta birilerine onu sordum, orada olmadığını haftada üç gün sahneye çıktığını söylediler. Onun dışında hakkında bir şey bilmiyordu kimse, öylece kaldım. O günden beri kafayı yemiş şekilde düşünüp duruyorum."
Söylediği her şey kafayı yedirtecek cinsteydi. Yıllar önce İtalya'da tanıyıp aşık olduğu bir üniversite öğrencisi, aniden karşısına çıkıyordu ve bir yabancıya dönüşüyordu. Üstelik ismi farklıydı ve alakasız bir şekilde pavyonda çalışıyordu. Şef lorenzo'nun bu kadar dağılmış halde olmasını daha iyi anladım, çözülmesi gereken büyük bir sır vardı. Ve ona yardım etmek için şimdiden içimde büyük bir kıvılcım yanmıştı. Tabii başımdaki kendi dertlerim yetmezmiş gibi kendime sürekli dert güncellemesi yapmam pek mantıklı değildi ama onun bu haline kayıtsız kalamayacağımı biliyordum.
"Şefim, üzülmeyin bir yolunu buluruz. Onun kim olduğunu öğreniriz, merak etmeyin. Hangi günler sahneye çıktığını öğrendiniz mi? Belki gideriz, bir şekilde ona ulaşmaya çalışırız. Ne dersiniz?" Benim umutlu sesim ona da umut olmuştu aniden.
"Bulur muyuz Eliza? Onu yeniden kaybetmek istemiyorum, bana yardım eder misin?" Sabahtan beri anlamsız şekilde elinde tuttuğu bardağı masaya bırakıp elime uzandı. Ani tutuşu beni huzursuz etse de bunu belli etmedim. İnsanların dokunuşunu hâlâ aşamıyordum. Bunun tek ve en özel istisnası Asef'ti.
"Buluruz tabii, size yardım etmekten çok mutlu olurum. Sadece ben değil, Asef de size yardım eder. Böylece onu kolay şekilde buluruz." Sözlerim onu yeniden kendine getirmişti. Aniden elimi bırakıp sarılması ile öylece kaldım. Bu pek tercih ettiğim bir yakınlık değildi.
"Artık daha iyi hissediyorum, çok teşekkür ederim Eliza. Bir elin nesi var iki parmağın sesi var demişler." Şef Lorenzo beni bırakıp geri çekildi.
''İki parmağın değil iki elin sesi var şefim." dedim. Kafası karışmış şekilde bana baktı.
"Ama iki parmak da ses çıkarıyor. Sizlerin çifte tellisi öyle oynanıyor." Parmakları ile ritm tutunca gülmeme engel olamadım. Şef Lorenzo sayesinde dağılan aklım ile biraz kendime gelmiştim. Telefonumun mesaj sesi ile çantamı açtım. Gördüğüm isim ile gülüşüm genişlemişti.
Asef
O Lorenzo denen puşt, sana sarıldığı için bedenini kırk parçaya ayıracağımı bilmiyor olamaz!
Şu an pek düşünecek durumda değil. Başına gelen şeyi öğrenmen gerek, ona yardım etmeliyiz. Ayrıca kameradan sapık gibi beni izlemeyi bırak.
Asef
Ben iyilik meleği değilim, ayrıca sapığı olduğum kadını izlediğim için pişman değilim...
Sapık olduğunu kabul ediyorsun yani...
Asef
Senin sapığın olduğumu kabul ediyorum... Sıkıcı bir toplantı ortasında seni izlemekten daha iyi bir şey bulamadım...
Toplantı ne zaman bitiyor? Seninle konuşmak istiyorum.
Asef
Bugün işlerim biraz uzun güzelim. Gece yarısını bulur, sonra konuşalım.
Tamam, sana kolay gelsin. Ben de işime dönüyorum.
Yazdığım son mesaja görüldü atıp cevap vermemesi sinirimi bozmuştu. Gece yarısına kadar iş mi olur ya? Ben onunla konuşmak istiyorum ama bey efendi iş diyor. Neyse, sakin olup kendimi işe vermeliyim. Hiçbir şey olmamış gibi davranmam en doğrusu...
Günün kalanında yoğun şekilde çalışmaya devam ettim. Şef Lorenzo yorgun ve uykusuz olduğu için yerine başka bir şefi görevlendirip dinlenmeye gitmişti. Ben de yapmam gereken soslar ile saatleri devirmiştim. Saat akşam dokuz olduğunda tüm işim bitmişti. Asef hâlâ yoğun şekilde toplantılarına devam ederken ben de üzerimi değişmek için giyinme odasına yöneldim. Birçok çalışan çoktan çıkmıştı. Müge ile denk gelmemek için onun da çıkmasını beklediğim için ben diğerlerinden daha uzun kalmıştım. Çünkü kimsenin gıcık sözlerini çekmek istemiyordum. Yeterince kafamı meşgul eden şey vardı. Aklıma Pusat'ın gece attığı mesaj gelince kaşlarımı çattım. Hâlâ içimdeki huzursuzluk geçmemişti.
Giyinme odasına girdiğimde kimsenin olmadığını gördüm. Hızlı şekilde üzerimdeki önlüğü çıkarıp dolabımı açtım. Daha önce burada olmayan mavi bir dosyayı görünce elim havada öylece durdum. Etrafıma tekrar baktım ama kimse yoktu. Bunu buraya kim bırakmıştı?
Ne olduğunu anlamak için dosyayı elime aldım. Kapağını açtığımda gördüğüm isim ile nefesimi tutup bulduğum ilk koltuğa kendimi bıraktım.
Birol Soykan 31 Aralık 2015
Cinayet Davası
Yılbaşı gecesiydi. Radyoda yeni çıkan bir şarkı çalıyordu ve ben eşlik ediyordum. Ürgüp'teki peri bacaları renkler ile süslenmişti. Çok mutluydum. Annem ve babam önde, tatlı bir sohbetin içindeydi. Ve ben aklıma gelen şeyle anneme ismimin anlamını sorup cennetin kapısında bekleyen meleklerin buraya gelip gelmediğini sormuştum. Cennetin kapısında kalıp cennete hiç girememekten korkmuştum. Allah'ın öfkesinden korkmuştum. Ama o an yaşanan kaza tüm korkularımı silip bana cehennemi o anda yaşatmıştı. Bu dünyadaki her şeyim olan iki kişiyi o gece kaybetmiştim.
Ellerim titrerken dosyayı açıp baktım. Gazete haberleri vardı, ve bazı bilgilerin olduğu sayfalar... Dolan gözlerimden akan yaşların izin verdiği kadar yazanları okumaya çalıştım.
Birol Soykan, içinde bulunduğu uyuşturucu şebekesindeki ortağını öldürüp kaçarken ona kurulan bir suikast sonucu 31 Aralık 2015'te öldü. Birçok kişinin ölümüne sebep olan Birol Soykan, eşi Meral Soykan'ın ölüp kızı Eliza Soykan'ın da yaralı kurtulduğu kazada hayatını kaybetti. Davanın üzeri kapatılırken, hiçbir şeyden haberi olmayan Eliza Soykan, istihbarat tarafından uzun süre gözetim altında korundu.
Hıçkırıklarım arasında okumaya çalıştığım kelimelerin her biri kalbimi delip paramparça etmişti. Benim babam kendi halinde tüccar olan biriydi. O iyi kalpli ve sevgi dolu bir adamdı. Beni ve annemi çok seviyordu. Bize bunu yapmış olamazdı... Olmamalıydı... Bunların hepsi yalandı, birisi bana çirkin bir şaka yapıyor olmalıydı... Babamın resmine baktım, ela gözlerindeki sevgiyi hatırladım. Bana şefkatle bakan gözlerinde yalan yoktu.
Peki bunlar neyin nesiydi?
Telefonum çalmaya başladığında transtan çıkmış gibi kendime geldim. Sert şekilde gözlerimi silip arayan numaraya baktım. Gizliydi, o arıyordu... Ellerim titrerken telefonu açıp kulağıma dayadım. Konuşmaya gücüm yoktu, zaten beni beklemeden o mekanik ses konuşmaya başlamıştı.
"Güzel Eliza, sana böyle tatsız bir haberle gelmek istemezdim ama gerçekleri bilmeye hakkın olduğunu düşündüm. Bir de seni ikna etmek için galiba farklı bir şeyler lazımdı. Şimdi ise tam zamanı... Babanın üzeri kapatılan dosyası elimde, herkes tarafından iyi bir adam olarak bilinen babanın gerçekte kim olduğunu senin için saklıyorum. Binlerce insanın ölümüne sebep olan uyuşturucu tüccarı Birol Soykan, aldığın kararla yeniden adlandırılacak. Karar ver güzel Eliza, gece yarısına kadar vaktin var... Ya baban iyi bir adam olarak kalsın ya da gerçekler ortaya çıksın, senin yüzüne baktıkları zaman bile iğrensin insanlar... Şimdi kabul ettiğin anlaşmanın zamanı geldi..."
Telefon kapandığında daha fazla elimde tutamadım. Yere düştüğünde kırılan ekran camının sesi ise umurumda bile olmamıştı. Gözlerim hâlâ babamın resminin üzerindeydi. Annemin ölümüne mi sebep olmuştu? Annem onun yüzünden mi ölmüştü?
Yalan değil mi? Yalandı... Beni kandırmak için yapıyordu... Yalan söylüyordu...
Dakikalar ya da saatler geçti... Bilmiyorum... Dosyada yazan her kelimeyi ezberlercesine defalarca okudum... Defalarca inkâr ettim... Defalarca hıçkırarak ağladım...
Dosyayı elime alıp kimse görmesin diye temizlik odasına girip kendimi gizlemek istercesine duvar kenarına çökmüş öylece kalmıştım. Ne yapacağımı bilmez hâlde öylece bekleyip en sonunda titreyen dizlerime rağmen ayağa kalkıp yürüdüm. Gece yarısı olmuş muydu farkında değildim. Çünkü değil zamanı fark etmek aklımı kaybetmiş gibiydim. Kendim ise zaten çoktan kaybolmuştum.
Attığım her adımda kalbim biraz daha yandı. Çünkü aldığım kararın beni götürdüğü yer geri dönülmezdi. Geri dönülmez bu yolda başıma gelecek her şeyi kabul etmiştim. Başıma gelecek her şeyde canımın daha çok yanacağını biliyordum...
Ben Eliza Soykan, bu gece tercih ettiğim yol kendime olan tüm saygımı yerle bir etmişti. Geceleri uyuyamayacağım kabusları kendime yoldaş etmiştim. Artık eskisi gibi olmayacak bir hayata acımadan kendimi atmıştım. Her şeyi göze almıştım, ben verdiğim sözden dönmezdim. Bu söz benim sonum olsa da...
Ellerim titrerken iki kere vurduğum kapı saniyesinde açıldı. Gözlerimden boşanan yaşlar ile yere baktım. Başımı kaldırmaya utanıyordum. Çenemi tutan el yavaşça başımı kaldırdı. İnat edip gözlerimi kapatsam da onun varlığını yok etmiyordu. Çenem titrerken ona baktım. Gördüğüm şefkatli gülümseme çok şey anlatıyordu. Beni aniden kendine çekip sıkıca sarıldı.
"Sana daha önce de söylemiştim. Aslanın eşi de aslan olur... Benim kadınım kimseden korkmaz demiştim..."
Asef'in kollarında şiddetlenen ağlamam onun göğsüne sığındığım an azalmıştı. Ben bu gece babam yerine onu seçmiştim. Çünkü ben Asef'e güveniyordum, ona ihanet ederek her şeyi mahvedemezdim. Ama o her şeyi toplayabilirdi.
"Asef," dedim kısık sesle...
"Konuşma güzelim, şimdi ağla... Ben de daha sonra, akıttığın her damlanda onları boğayım..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.46k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |