48. Bölüm

BÖLÜM 45

Sitare Yazar
yzrsitare

Kocaman sevgiler, oy ve yorumlarınızı bekliyorum...

***

 

"Beni yokluğunla savaştırma, kaybederim..."

 

Özdemir Asaf

 

***

 

Tüm bedeni sızlarken kendini zincire vurulmuş gibi hissediyordu. Zihnini toplamaya çalışırken gerçeklik ile yüzleşmesi çok sürmedi. Ve o anın şokuyla gözünü açtı.

 

"Siktir!"

 

Gerçekten zincire vurulmuştu. Cihan ayaklarından itibaren göğsüne sarılan, ayaklarını ve kollarını hareketsiz bırakan zincirlere baktı. Üstelik kalındı. Ayağa kalkmak istedi ama zincir alt tarafa sabitlenmişti.

 

"Sikeyim! Bu ne amına koyayım!"

 

Kuruyan boğazı yutkunurken acıyordu. Neden bu haldeydi? Ne olmuştu. Hatırlamaya çalıştı, aklına gelen şeylerle aniden hareketleri dondu. Gerçek değildi. Geberip gitmişse mümkündü, rüyalarına giren kadına kavuşmuştu. Yok hayatttaysa sikerdi böyle işi...

 

"Cihan..."

 

Kulağına dolan sesle yumdu gözlerini. Ölüydü, cehennemde zebaniler ona Çiçek'in sesiyle işkence etmeye hazırlanıyordu. Başka türlüsü mümkün değildi. Ama burnuna dolan bu tarçın ve kiraz çiçeğinin kokusu neyin nesiydi? Dayanamayıp yavaşça araladı gözlerini. Kehribar gözler ve karamel saçlar hemen dibindeydi. Alt dudağını gergin şekilde ısıran kadın kanlı canlı ona bakıyordu.

 

Hayalet de olabilirdi. Birisi ona ilaç vermiş ve halüsinasyon görmesine neden oluyor olabilirdi. Ama kalbi de böyle atmamalıydı?

 

Öfkelendi kalbine... Gözleri titredi... Tüm bedeni alev almaya başladı.

 

"Sikeyim!" Dudaklarından dökülen kelimelere şaşkın şekilde bakarak karşılık verdi Lavinya. Ama esas şaşıran Cihan oldu çünkü duyduğu sözlerle sevdiği kadının gerçek olduğunu gayet net anlamıştı.

 

"İlki kadar acıtacak mı? Hemen mi yapmak istiyorsun?"

 

Lavinya kirpiklerini hızlı şekilde kırparken yanakları kızarmaya başladı. Normal insanlara bir doz verilen ilacı, Cihan'a beş doz vermişti. Bir gün boyunca kendine gelmeyen adamın uyanmasını korkuyla beklerken bir yandan da heyecan doluydu. Yıllar sonra yanındaydı, içinde tarifi olmayan bir heyecan vardı. Ne yapacağını şaşırmış haldeydi, yoksa az önce sorduğu saçma soruyu sormazdı.

 

"Çiçek." Cihan karşısında duran kadının gerçek olduğuna emindi artık. Bu kızaran yanaklar ne hayal ne de cehennem olabilirdi. "Hayattasın, gerçekten sensin. Ölmemişsin..."

 

"Benim, hayattayım." Ürkek bakışlarla bakıyordu Lavinya. Her zaman kuşandığı cesareti şu an kuşanmakta zorluk yaşıyordu.

 

"Hayatın gibi ölümün de sahteydi." Cihan kendine gelip öfkesini kuşanmak için çok beklemedi. Kızgınlığı, kırgınlığını hatırlattı kendine. İhanet eden bir kadını sevmişti, ölerek ödemeliydi bedelini. Ama şimdi karşısındaydı, yaptığı şeyler yetmezmiş gibi dalga geçer gibi ona bakıyordu. Onun gibi bir adam için bile fazlaydı. "Madem yaptın böyle bir kötülük, kalsaydın olduğun cehennemde! Ne bok yiyorsun şimdi?"

 

"Önce sakin ol." Lavinya ellerini kaldırıp Cihan'ın hemen önündeki sandalyeye oturdu. Daha fazla heyecana dayanamayacaktı.

 

"Sakin mi olayım? Sence zincirle bağlıyken nasıl sakin olabilirim?" Cihan bedenini işaret edip başını öne doğru eğdi. "Nasıl becerdin sen bunu ayrıca?"

 

"Şimdi sen beni dün öyle aniden görünce inme inmiş gibi şoka girdin. Ben de o halinden faydalanıp boynuna ilaç enjekte ettim. Tabii normalin beş katı olunca hemen yığıldın. Ben de Sedat'ın yardımıyla seni buraya getirip zincirledim işte." Lavinya hızlı şekilde konuşurken Cihan onun sözlerine odaklanmakta zorluk çekiyordu. Sevdiği kadının yaşıyor oluşunun bünyesinde bıraktığı duyguyla baş etmeye çalışıyordu ama aniden kaşlarını çattı.

 

"Sedat kim?"

 

Birkaç saniye sessiz kaldılar. İkisinin de gözlerine manidar bir ifade yerleşmişti. Lavinya utangaç bir gülümseme sunup gözlerini süzdü.

 

"Beni mi kıskandın sen?" Lavinya için beş yıl sonra sevdiği adamla bir arada olmak hiç kolay değildi. Aklı onu resmen bırakmış, şuurunu kaybetmişti. "Neden sordun Sedat'ın kim olduğunu?"

 

Cihan inanamamış gibi bakıyordu. "Hayır, beni bu hale getiren kim o yüzden sordum. Kimin gelmişini geçmişini sikeceğim, bilmem lazım."

 

"Çok kabasın."

 

"Göstereceğim ben sana kabalığı. Çöz beni hemen!" Cihan'ın sabrı taşmıştı. Yüzleştiği gerçeği kabul etmişti ama acilen bu saçmalığın içinden kurtulması gerekiyordu.

 

"Çözmem!" Lavinya dudağını büzüp omzunu silkti.

 

"Neden?"

 

"Seni bu hale getirenlerden birisi de benim. Benim de gelmişimi geçmişimi si-"

 

"Çiçek!" Cihan'ın sabrı taşmıştı. Derin şekilde nefesler alırken burun delikleri büyümüştü. "Beni hemen çöz, sana zarar vermem. Sadece şu saçmalığa son ver."

 

"Adım Lavinya, Çiçek değil." dedi Lavinya. Mahcup gözlerinde hüzün vardı. Bir yanında ise isyan...

 

Cihan'ın açık kahve gözleri, bir zamanlar aşık olduğu kadının kehribar gözlerinde oyalandı. Bir zamanlarda mı kalmıştı kalbi gerçekten?

 

"Çiçeksin sen... Adının sahibi olan ölüm çiçeğisin. İsminin anlamı o değil mi zaten. Ölümü üzerinde taşıyan değil misin sen? Ölmedin mi gözlerimin önünde, kanlı bedenin cansız gibi nefessiz değil miydi?"

 

Lavinya kaşlarını çatarken, Cihan'a doğru biraz daha yaklaştı. "Nefessiz kaldığım doğru, birkaç dakika geç müdahale edilseydi zaten ölüydüm. Kanların gerçek olmaması daha önce hiç gerçekten kanımın akmadığını göstermez.''

 

"Sabrımı zorlama artık, çöz şu zincirleri. İhanet etmiş bir kadının sahte ölüm hikayesini dinlemek istemiyorum." Dişlerinin arasından konuşurken gözleri ateş saçıyordu. Damarları şişerken kendini zorlayıp, kurtulması imkânsız zincirleri oynattı. Lavinya korkuyla geri çekildiğinde, Cihan'ın şu an için zincirden kurtulma ihtimalini düşündü. Korkunç bir şey olurdu. Bunu yapamamasını dilerken, cesaretini topladı.

 

"Zincirlerini çözmeyeceğim, sen beni dinleyeceksin. Geç kaldım biliyorum ama nedenlerim vardı. Ben anlatacağım, sen de beni affedeceksin. Yaşayamıyorum Cihan... Yapamıyorum..."

 

Cihan tek kaşını kaldırırken Lavinya'nın isteğini yapmayacağını meydan okuyarak gösteriyordu. İkisi de çenesini kaldırarak birbirine baktı, meydan okuyan sadece gözleri değildi. Kalpleri birbirine meydan okurken şimdiden savaşlarının galibi yoktu. Hükmen mağlup, hayallerinde galiplerdi.

 

***

 

Asef Arjen

 

Geceyi ateşe vermem mümkün mü? Çünkü her yeri yakmak istiyorum. İçinde kendim de olmak şartıyla. Beş saat oldu, benden gitmek istediğini söyleyip arkasını döndüğü andan beri beş saat oldu. Hâlâ yolda, adamlarım gizlice takip edip her anını haber veriyor. Bir saat önce molada çorba içip ağladı. Siktir! Madem çorba içip ağlayacak kadar kötüsün niye böyle yaptın? Belki de ben umurunda değilim, çorba acıdır.

 

"Daha iyi misin?" Deniz'in omzuma dokunan eli ile daldığım yerden döndüm. "Adam ölmüş sanırım, öğk bu ne be?! İğrenç!" Ne söylediğini düşünürken oturduğum yerde ayaklarımın dibinde yatan kişiye baktım. Yüzü tanınmayacak haldeydi, tüm kemiklerini kırmış olabilirim. Ölmüştü. Eliza'yı kaçırıp, karnına vuran adamdı.

 

Okuldaki kamera kayıtlarını izlerken Eliza'nın nasıl oradan çıkarıldığını izlemiştim. Özgür'ün bana ulaştırdığı görüntülerde bu adam vardı. Pusat kucağında Eliza'yı taşıdıktan sonra arabaya alan bu adamdı. Bilerek ya da kazayla karnına sertçe çarpan kolunu görmüştüm. Ölmesi için gayet yeterli bir nedendi. Bebeğimizi tam olarak ne zaman kaybetmiştik bilmesem de herkes suçluydu.

 

Pusat... Seni bulduğumda ölüm sadece kurtuluş olacak. Ve ben o kurtuluşu sana asla vermeyeceğim.

 

"Götürün şunu."

 

Emrimi alan adamlar hızlı şekilde yerdeki adamı sürüyerek uzaklaştı. Bense olduğum yerde bir milim bile kımıldamıyordum. Daha doğrusu hareket edemiyorum. Bir yanım felç olmuş gibi...

 

"Onu bu hâle getirmene ne sebep olmuş olabilir?" Elime bir kadeh tutuşturup karşıma oturdu.

 

"Eliza'ya dokundu." Cevabım gayet netti.

 

"Evet, haklı bir sebebin varmış. Yine de insanlığından bu kadar çıkman başka bir şeyden olabilir mi?" Elindeki kadehten bir yudum alıp şüpheyle baktı. Beni iyi tanıyordu, yüzümdeki ifadeyi okuyabilirdi. Bir şeyler olduğunu kavraması uzun sürmedi.

 

"Gitti..."

 

"Kim gitti?.."

 

"Beni terk etti..." Ne kadar yaralayıcı kelimeler bunlar... Söylerken çektiğim acının yüzlerce kat fazlasını ruhumda yeniden çekiyorum.

 

"Umarım Cihan'dan bahsediyorsundur, aklıma gelen en iyi ihtimal bu. Değil mi?" Deniz'in yüzündeki şaşkınlık gerçeği kabul etmekte en az benim kadar zorlandığının kanıtı. Ben bu gerçeği asla kabul edemem ki...

 

"Eliza gitti... Dayanamadığını, benimle yapamadığını söyledi. Beni sevmek istemiyormuş, beni sevmeyi bırakırsa herkesin acısı geçecekmiş, beni unutacakmış." Sesimdeki kinaye Deniz'in gözünden kaçmadı. Gerçekten beni nasıl unutacak merak ediyorum. "Siktir! Gerçekten unutur mu Deniz? Ayrıldık mı lan biz? Bizim sevgimiz mi her şeyin sebebi?!" Aniden bağırmam ile Deniz irkilip, elindeki kadehi yanındaki sehpaya bıraktı.

 

"Bekle bekle. İki dakika sindireyim, Eliza gitti ve sen buna izin verdin. Hadi lan! Dalga mı geçiyorsun benimle? Sikseler izin vermezsin, doğru söyle ne oldu?" Sesi de yüzü kadar şaşkındı. Bir de benim halimi düşünsünler.

 

Yutkunurken gözlerimi kapattım. Neden izin verdim? Neden ayaklarına kapanmadım? Ben benim aklımı sikeyim!

 

"Kendi içinden kendine sövmeyi bırak."

 

"Nereden anladın kendime sövdüğümü?" diye sordum. Şaşkın şekilde bakmaktan alıkoyamadım kendimi.

 

"Asef'im ben senin beyin şifreni çok önceden çözdüm. Bakışından anlarım, neden izin verdin? Sen onu anlat." Deniz fazlasıyla ısrarcı ve mantıklı konuşuyordu. Ama ben mantığımı fazlasıyla sikip atmıştım.

 

"Onu ilk defa böyle gördüm Deniz." Çimen yeşili gözlerinin hüznü zihnime dolunca yutkunmak zorunda kaldım. "İlk defa böyle baktı gözlerime, onu bırakmamı ister gibi... İzin vermezdim, yedi cihan bir araya gelse gitmesine izin vermezdim. Ama onun gözleri bazen yedi cihandan daha buyurgan... Bana hükmediyor bir bakışıyla ve ilk defa gerçekten gitmek istiyordu. Bir de..." Sustum.

 

"Ne bir de?" Deniz bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama kaşlarını çattı.

 

"Deniz, ellerimi uzatan hep benim. Ne olur bir kere de o uzatsa... Belki çok kötü, biliyorum bu defa çok kötü ama benden gidince geçecek mi? Yaşadığı her şeyin ağır geldiğini biliyorum, beş aydır hayatı boyunca yaşaması imkânsız şeyler yaşadı. Ama bu kadar şeyi vazgeçme uğruna mı yaşadık? Ben de insanım, benim de duygularım var. Bak gururdan bahsetmiyorum, sikmişim gururu! Aşığım ulan! Kalbimi böyle parçalarken aklından ne geçiyordu? Ne yapacağım şimdi ben? Ben onun elini tutup kaybettiğimiz bebeğimizin yasını tutamadım daha, böyle olmamalıydı! Ayrı gayrı mı geçecek acımız?"

 

Kafamı koltuğun arkasına atıp gözlerimi kapattım. Yüreğimden daha fazla şey geçiriyordu ama dilime gelen sadece bunlardı. Birisi tarafından anlaşılmaya ihtiyacım var.

 

"En başından zoru seçtin zaten, onun seni sevmesi en zor olandı, senin için bu sevgi kolay olsa da şimdi zor biliyorum. Ama sence her şey göründüğü gibi mi? Gittiğini görüyorsun ama neden gittiğini tam olarak bilmiyorsun. Sence gördüğün kadar mı?" Deniz'in yüzüne birkaç saniye boş boş baktım.

 

"Kolay mı? Ne kolayı amına koyayım! Hayatım boyunca dokunabildiğim tek kadın o! Kolay mı buldum da kolay kaybedeyim?" Belimdeki silahı elime alıp ayağa kalktım. "Gidip alacağım onu! Gerekirse zorla getiririm! Kadınım lan o benim! Her şeyim!"

 

Deniz'in önüme geçmesi ile öfkeyle durdum. "Dur lan iki dakika!"

 

"Siktir git Deniz!"

 

"Ulan kızın gitme sebebini düşün diyorum, ayı gibi davranma! Otur şuraya." Kolumdan tutup resmen koltuğa doğru savurdu beni. Öylece bakakaldım. Aniden bu güç de nereden geldi buna? Ya da benim gücüm nereye gitti? "Mal mal bakma Asef, bu kadar şey yaşandı. Bu kız hangisinde gitti?"

 

"Elinden gelse çok defa giderdi, ben hep tuttum." dedim öfkeyle.

 

"İşte bu defa tutmadın, bir sebep seni de etkilemiş olabilir. Düşün iki dakika, bir şey var." Deniz'in aklında ne varsa ben bunu şu an düşünemiyorum.

 

"Ne var lan?" Beynim patlayacak gibi ağrıyordu. Elimden gelse avucumun içinde sıkıp parçalayabilirim. "Sikeceğim beynimi şimdi!"

 

"Asef, sen Eliza'nın yaşadığı şeylerin farkında mısın? O şerefsiz ile neler yaşadı kim bilir. Doruk'u unutma, Eliza için şu an hayat mücadelesi veriyor. Nelere şahit oldu sence?" Deniz'in yüzündeki düşünceli ifadeyi izlerken daha sakindim. "Sadece Eliza'nın bildiği şeyler olabilir. O kız seni bırakmaz Asef, Eliza her şeye rağmen seviyor seni. Pusat nerede Asef?"

 

"Hangi cehennemde bilmiyorum."

 

"Sence savaştan kaçtı mı? Hayır, şu an en savunmasız haldesin ve yeniden harekete geçecek."

 

Fark ettiğim şeyle nefesim hızlandı. "Siktir! Aradan çekildi, zaafım olmadığını göstermek için gitti. Bana karşı koz olmak istemedi."

 

"Doğru, senden uzak olsa da onu koruyacağını biliyor zaten. Seni Pusat ile karşı karşıya bıraktı.'' dedi Deniz.

 

"Ama yine de beni terk etti!" diye yükseldim. Ne olursa olsun hiçbir şey bu gerçeği değiştirmiyor. "Yanımda durduğunda da bir çözüm bulurduk."

 

"Demek ki seninle çözüm olmuyor, aşıksın oğlum! Mantıklı düşünmüyorsun, araya duyguların giriyor.''

 

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Telefonum titrediğinde hemen elime aldım. Adamlar haber vermişti, Nevşehir sınırlarına girmişti. Her şey yolundaydı, şimdilik sorun yoktu. Rahat bir nefes alıp arkama yaslandım.

 

"Ben o duygular sayesinde yaşamaya başladım Deniz. Duygularım aradan çıkarsa ben ben olmam."

 

Ayağa kalkıp yanıma geldi. "Bir süre kendin olmaktan çık, şu an depresyona girmek gibi bir lüksün yok. Sana saldırmaya hazırlanıyorlar, önce sen saldır. Eliza güvende olacak."

 

"Bensiz olacak."

 

"Güvende olacak Asef, senin yanında da güvende olmasını istiyorsan çevreni güvenli hale getirmen lazım. Özgür'ün söylediği şeyin farkında mısın?"

 

Deniz bir noktada haklıydı. Üzerime saldırmaya hazırlananlar kaynamaya başlamıştı. Sabah gördüğüm haberler başlangıçtı. Dubai'deki otelde çıkan yangında suçlu olarak beni işaret ediyorlardı. Vergi yüzünden kendi otelimi yakıp insanların canına kast ettiğimi konuşuyorlar. Dün gece ise birkaç kendini bilmez gece kulübüne saldırıda bulunup, Cihan'ın yokluğundan emin olmak istemişti. Sanki diğer adamlarım saksı... Sikeyim! Cihan neredesin?

 

"Önce Alya'nın uyanıp iyi olduğundan emin olmam lazım, daha sonra Asef Arjen'in karşısında olmanın ne kadar büyük bir yanlış olduğunu gösterelim. Nehir ve Tolga, Eliza'nın gittiğini biliyor mu?"

 

Kendime ne söylesem boş. Onun adını telaffuz ettiğim anda tıkanıyorum. Onsuz nasıl olacak amına koyayım!

 

"Sanmıyorum, Nehir'in haberi olsa akşam Tolga ile birlikte plan yapmaz. Alya için odasına süsleme yapmak istiyordu. Eliza'dan fikir alacaktı. Onlar da öğrenince şoka girecek."

 

Deniz'in sözleri üzerine biraz daha parçalandım. Bana acımıyor anlıyorum ama Alya'yı da mı düşünmedi? Kardeşimin tüm hayatını değiştiren kişi olurken, böyle bir zamanda onu yalnız bırakması çok acımasız değil mi?

 

Eliza ben bunu nasıl sindiririm? Bu kadar acımasız oluşuna nasıl dayanırım?.. Sana aşık, sana meftun kalbimi nasıl onarırım?..

 

***

 

Elleri titrerken yaptığı kahveyi eline alıp baktı Lavinya. İki tane yapmış olmasının saçmalığı karşısında kendine göz devirmeden edememişti. "Adam zincirle bağlı nasıl kahve içecek?" Adadaki gizli evinin mutfağındaydı. Cihan baygınken adamlarına rağmen çok zor şekilde onu buraya getirmişti. Pusat'ın haberi olmadan hareket etmesi zor olmuştu ama onun adamları da en az ikizinin adamları kadar yetenekliydi. Sedat'ın ise Pusat'ın adamı görünüp esas sadık olduğu kişi Lavinya olması işini fazlasıyla kolay hale getiriyordu.

 

Ne kadar güçlü durmaya çalışsa da çekingen adımları ile yürüyüp Cihan'ın yanına ilerledi. Adamın tüm vücudunun uyuşmuş hâlde olduğunu biliyordu, işkenceye alışık bir adam olsa da hareketsiz oluşunun onu çok zorladığının farkındaydı. Karşısına oturduğunda gözleri kapalı olan Cihan başını ona çevirdi. Birkaç saniye boş boş Lavinya'nın elindeki kahveye bakıp ardından büyük bir nefes verdi.

 

"Ben kahveyi sade içemem. Sigara, bitter çikolata ve içi ceviz dolgulu kuru hurma da olsun."

 

Lavinya kehribar gözlerini büyütüp öylece baktı. "Gerçekten mi? Ama ben sigara içmen dışında diğerlerini yediğini görmedim. Ama hemen hallederim."

 

"Çiçek!"

 

Lavinya ayağa kalkmıştı ama Cihan'ın öfkeli sesiyle durdu.

 

"Adım Lavinya! Çiçek demeyi kes Cihan!"

 

"Önce sen şu zincirleri kes! Delirmek üzereyim." Cihan haklıydı, delirmenin eşiğine gelmişti. Bir zamanlar deli olduğu kadın karşısında kanlı canlı duruyordu. Tüm aklını allak bullak etmişti. Ama bir yandan da onun tarafında alıkonulmuş haldeydi ve Asef'in başında bela olduğuna emindi. En son yangın meselesi ile ilgilenirken yaklaşan belanın kokusunu almıştı.

 

"Kesmiyorum! Önce beni dinleyeceksin!" Lavinya'nın yüksek çıkan sesiyle Cihan yüzünü buruşturdu.

 

"Bağırma!"

 

"Sen de bağırıyorsun!" diye çemkirerek karşılık verdi Lavinya. "İsmimi bile doğru söylemiyorsun!"

 

"Her şey çok doğru zaten, tek yanlışımız senin ismin. Kızım bak ortalık karışık, Asef Bey'in yanında olmam lazım şu an." Cihan'ın tehdit dolu sesine gözlerini devirdi Lavinya.

 

"Asef Bey mi? Şaka mı yapıyorsun? Şu an zincirle bağlısın ve hâlâ o adamı mı düşünüyorsun?" Hayretle gözlerini açıp elini ağzına götürdü. "Doğru söyle Cihan, hayattaki tek aşkın Asef değil mi?"

 

"Evet, nereden anladın?" Cihan da gayet alaylı şekilde baktı. Tabii gözlerinin derinliğinde yanan bir öfke vardı.

 

"Yalancısın, seninki sadece takıntılı bir bağlanma. Beş yıl önce de aynıydın, şimdi de aynısın. Asef dışında bir hayatın yok gibi davranıyorsun, kendi başına da hayatta kalabilir çok sevgili Asef'in..."

 

Cihan birkaç saniye sakince baktı Lavinya'ya. Onun aksine kadının bakışları pek sakin değildi. "Sen de hâlâ beş yıl önceki gibisin. Bencilin tekisin, kafan bazı şeylere ısrarla basmıyor. O adamın benim için ne ifade ettiğini bilmiyorsun. Kaç kez hayatımı kurtardı haberin yok. Üstelik onu koruması gereken benken yaptı bunları. Benim hayatım hiçbir zaman normal olmadı, babam dahi Melih Arjen'i korurken öldü. Biz hayatımızı birisine adamayı öğrendik, başka hayat bilmiyoruz."

 

"Biliyordun Cihan, benimle yaşadın. Çok kısa bir zamandı ama sen başka bir hayatın da olduğunu öğrendin. Yalan mı?" Lavinya umutla bakıyordu. Yaşadıkları aşkın gerçekliğini kabul etsin istiyordu. Onun son beş yılında uykularını kaçıran acının onda da olmasını istiyordu.

 

"Yalan değil." Cihan'ın inkâr yerine kabul ettiği şeyle Lavinya içini sıcacık yapan bir nefes aldı. "Sorun da bu zaten. Bende yalan olmayan şeyin senin nezdinde kocaman bir yalan oluşu..."

 

Umutla aldığı nefesi hayal kırıklığı ile verdi Lavinya. "Yalan mı? Benim için mi yalan? Hayatımdaki tek gerçek sensin, seni sevmek başıma gelen en güzel en gerçek şey..."

 

"O yüzden mi yaptın her şeyi? Sen ajan olarak sızdın hayatıma, söylediğin hiçbir şeyin bende bir karşılığı yok. Ne sevgin ne de gerçeğin umurumda değil." Cihan netti, sözleri de fazlasıyla keskindi. "Öldün! Ölü kal!"

 

"Ben küçükken hiç masal dinlemedim." Lavinya kalbini parçalayan kelimeleri yutup konuşmaya çalıştı. Gözlerini, Cihan'dan uzağa, farklı bir noktaya dikmişti. İçindekini az çok döken Cihan'ın sessizce onu dinlediğini biliyordu. Devam etti.

 

"Annem hastaydı, sessiz bir kadındı. Arada söylediği İspanyol ninnisi dışında şarkı da söylemezdi. Ne kahramanlık ne de aşk masallarından haberim oldu. Büyük ve lüks bir evin içinde tutsak gibiydim. Sadece ben değil, annem ve ikizim Pusat da..."

 

Cihan bu noktada sertçe çattı kaşlarını. İçinden okkalı bir küfür de savurmuştu. Pusat ile ilgisini düşündüğü kadının, onun ikizi olması tam anlamıyla şoktu. Ama yine de sessiz kaldı. Bir yanı dinlemek istiyordu. Ona ne kadar kızgın da olsa şu an bir mucizeydi. Hayattaydı...

 

"Babam Altan Akdağ, anneme hep şiddet uygulamış. Henüz biz doğmadan ona hayatının cehennemini yaşatmış. Aslında bizim kötü hikayemiz burada başlıyor. Melih Arjen başlatıyor... Annemi güya babamdan kurtarmak istemiş ama aynı zamanda büyük bir mahkumiyete sürüklemiş. Kaldığımız koca saray gibi evin bahçesine bile çıkamazdık. Annem izin vermezdi. Yıllarca pencereden izledim durdum, gerçi annem ona bile kızardı. Altı yaşıma kadar ev hapsinde bebekleri ile gün geçiren bir kız çocuğuydum. Pusat da benimle pek oynamazdı, annemin etrafında olurdu hep. Sadece geceleri... Gece olduğu zaman annem ikimizi de kollarına alıp öyle uyurdu. Ama bir gün uyuyup uyanmadı. Ne kadar seslensek de ağlasak da annem uyanmadı. Hastaymış, yavaş yavaş ölüyormuş ve ben anlamamışım."

 

Lavinya gözlerinden akan yaşları silip derin bir nefes aldı. Cihan'ın kolları sertçe yeniden oynamıştı, engel olamadığı bir dürtüyle elini uzatıp Lavinya'nın göz yaşını silmek istemişti. Ama yaptığı ve düşündüğü şeyi fark edip durması uzun sürmemişti.

 

"Sonra daha önce de birkaç kez gördüğüm Melih Arjen geldi. Cenaze işleri ile ilgilendi, Pusat ile beni arabasına alıp yıllardır hapis olduğumuz saraydan çıkardı." Şimdiye kadar sesi sakindi Lavinya'nın. Ama şimdi büyük bir öfkeyle çıkıyordu kelimeleri. "Öyle bir yere hapsetti ki! Hayatımızı çaldı! Bizi kimsesiz bıraktı! Kaç gece Pusat'a sarılıp ağladım bilmiyorum, kaçmak istedik ama her defasında dayak yiyip olduğumuz yere mahkum edildik. Kaldığımız yetimhanede çok kötü insanlar vardı, küçük iki kardeştik. Kimsesiz muamelesi gördük ama bizim bir babamız vardı. Bizi ondan saklayan ise Melih Arjen'di. Yıllar geçti, kimsesiz damgası yiyip hayatta kalmaya çalıştık. Sonra bir şeyler değişti. Yurda yeni gelen müdür, çocukları ağlatmaya başladı. Özellikle geceleri..."

 

"Sus devam etme!" Cihan, Lavinya'nın sözünü keserken öyle hiddetliydi ki... Duyacağı şeyleri sindiremeyeceğini biliyordu. Ama Lavinya susmadı.

 

"Bir gece beni de çağırdı, uzun uzun tüm bedenimi süzdü. Ergenliğe bile henüz girmemiştim, vücudum zayıf ve çelimsizdi. Önce şefkatle konuşmaya başladı, sonra bedenime dokunmaya..." Lavinya'nın gözlerinden yaşlar akarken Cihan gözlerini kapatmıştı. Yutkunurken duyduğu duyduğu şeylerle baş etmeye çalışıyordu. "Dokunuşları sert bir hâl almaya başlayınca kaçmak istedim. Bağırıp yardım isterken pis elleri ile ağzımı kapattı. Çırpınırken canım çok yanıyordu ama esas acı kalbimdeydi. Uzun sürmedi, gözlerim kararıp nefesim kesilince işkence bitmişti. Gözlerimi hastanede açtım, kalp hastası olduğumu o gün öğrendim. Kalbim beni o gün tecavüzden kurtardı ama Pusat'ı değil. Benim için kendini feda etti, o adama beni almasın diye kendisi gitti. Başına gelenleri bana anlatmadı ama her gece vücudu yara içinde ağlayarak uyudu. İki yıla yakın. Ona sarılmaya korkuyordum, sanki kırılacak gibi..."

 

Lavinya bu noktada sustu. Devam etmeye gücü yoktu. Yıllarca Pusat'ın her şeyine göz yumması bu yüzdendi. Karanlık hayatında onu kurtarmak için kendini feda eden ikizi içindi.

 

"Ercüment," dedi kısık sesle Cihan. Lavinya sadece başını sallamıştı. "Onu araştırırken bunları kısmen öğrenmiştim. Ama sen, sana dair hiçbir şey yoktu."

 

"Pusat beni her yerden gizledi, adımı, kimliğimi her şeyimi... On sekiz yaşımıza geldiğimizde Altan Akdağ bizi buldu. Muhtemelen, Melih Arjen'in oyununu çözdü. Daha sonra ise başımıza gelen her şeyi öğrendik. Bizden hayatımızı çalan adamdan intikam istedik. Benden çok Pusat istedi, bense içimdeki acının dinmesini istedim. Pusat'ın her isteğini kabul ettim ama Alya'nın kılına zarar vermedim Cihan. Ona kimyon veren başka bir adamdı, onu ortadan kaldırıp bilerek elimde silahla bekledim. Asef'in beni görüp öldüreceğini biliyordum, bu sayede oyun bitecekti. Artık Asef, Alya'nın yanına kimsenin yaklaşmasına izin vermezdi. Güvende olacaktı..."

 

"Seni vurmamı istedin..." dedi kırgın sesiyle Cihan.

 

"Senden nefret etmek istedim..." dedi ağlayarak Lavinya.

 

"Ölmene göz yumdum..."

 

"Kendi ellerinle yapamadın..."

 

İkisi de sustu. Birkaç saniye hasret kaldıkları gözlerini izlediler. Sessizliği bozan Cihan oldu.

 

"Neden geri döndün? Neden ölü olarak kalmadın?"

 

Lavinya, Cihan'ın gözlerine yıllar sonra yeniden esir olmuştu. "Seni unutamadım, ne yaparsam yapayım geçmedi içimdeki ateş. Ve beni hain olarak hatırlamanı istemedim."

 

"Hâlâ hain değil misin?" Cihan'ın sorusuna anlamaz şekilde baktı Lavinya. "İkizine hainlik yapıyorsun, muhtemelen adamlarına beni öldürtmek istedi ama sen engel oldun. Birisi için yine hainsin."

 

Lavinya bunun farkındalığı ile derin bir nefes alıp karamel saçlarını geriye attı. Cihan'ın onu derin bakışlar ile izlediğini görmüyordu. "Öyle ama Pusat dozunu kaçırdı. Onun derdi Asef ileydi ama masum insanlara zarar verdi. Özellikle Eliza ile uğraşması benim kabul edeceğim bir şey değil, ona bunu yapmamasını söyledim. Sedat'la konuştum, kızı kaçırıp bebeğinin düşmesine neden olmuş. Üstelik kardeşi yerine koyduğu Doruk'u bile vurdurmuş. Durması gerek artık."

 

"Siktir! Tüm bunlar ne zaman oldu?" Cihan duyduğu şeylerin öfkesi ile sesinin tonuna hakim olamadı.

 

"Dün gece oldu, Eliza hâlâ kendine gelmedi. Doruk yoğun bakımda, Asef her yerde seni arıyor ama bulamaz. Ben izin vermem." Lavinya'nın sözlerine hayretle baktı Cihan. Kayıtsızlığı karşısında ufak bir şoka girmişti.

 

"Kızım sen manyak mısın? Hemen çöz şu siktiğimin zincirlerini! Bu kadar şey olmuşken uğraştırma beni!"

 

Cihan'ın öfkesine aynı şekilde karşılık verdi Lavinya. "Çözmem! Hiçbir yere gidemezsin!"

 

"Çiçek!"

 

"Adım Lavinya! Unut artık şu Asef'i! Benim karşında olan! Bir kez de sadece beni düşün Cihan!" Lavinya öfkeyle bağırırken sesi titremişti. Dolan gözlerini saklama gereği duymadan tüm benliğiyle Cihan'a bakıyordu. Onunla karşı karşıya gelmenin zor olacağını biliyordu ama bu kadarını tahmin etmemişti.

 

"Ulan!" Cihan gözlerini kapatıp sert bir nefes aldı. Lavinya'ya baktığında ateş saçan bakışları korkutucuydu. "Ölüydün benim için. Hayalinle kafayı yiyecek gibi oldum, allak bullak ettin beni. Beynimin bir yanı beş yıldır zaten seni düşünüyor sadece ama bana şu an yaşattığın şey ağır. Kabul etmem için rahat bırak beni."

 

"Affedecek misin beni?" Titreyen dudaklarını büzüp Cihan'a yaklaştı Lavinya. Tüm öfkesi anlık dağılır gibi olsa da kendini tuttu Cihan.

 

"Benden çok zor bir şey istiyorsun."

 

"Senden beni affetmeni istiyorum."

 

Tarçın ve kiraz çiçeğinin kokusunu soludu Cihan. "Seni affettiğimde çözecek misin beni?"

 

"Hayır." Lavinya gayet netti.

 

"Peki ne zaman çözmeyi düşünüyorsun?" Cihan fazlasıyla şaşkındı.

 

Lavinya birkaç saniye düşündü. Yüzünde manidar bir ifade vardı. "Benimle burada üç kalmayı kabul edersen."

 

Cihan şüpheci şekilde gözlerini kıstı. "Ne yapacağız üç gün?"

 

"Balayı..." Lavinya'nın sözlerine boş boş baktı Cihan. Tam anlamıyla boş bir bakıştı çünkü Lavinya'nın sözleri fazla uçuktu.

 

"Bu beş yılda kafayı yedin değil mi? Delirdin en temizinden..." dedi Cihan. Bu kesindi artık.

 

"Senin aşkın beni delirtti." dedi inatla Lavinya. Sözleri için sonra utanacaktı, şu an Cihan'ı şaşırtıp ikna etmesi gerekiyordu.

 

"Çöz beni!"

 

"Çözmem! Benimle kalmayı kabul ettiğini söyle!" Karşılıklı, yüzleri arasında çok az bir mesafe varken bağırmaları komikti.

 

"Seninle kalırsam kırarım tüm kemiklerini!" Cihan'ın tehditi Lavinya'nın pek de umurunda değildi.

 

"Ben de senin kafanı kırarım!" Lavinya'nın tehditi ise Cihan'ı güldürmekten başka bir şeye yaramamıştı. Ama sonra yüzü ciddi bir hâl aldı.

 

"Beni şu an cidden çözmen lazım." Cihan'ın ciddi sesiyle Lavinya biraz daha öne eğildi.

 

"Bir şey mi oldu?" Bu esnada gözleri ile adamın bedenini tarıyordu. Yarası var mı diye kontrol ederken duyduğu şeyle hızlı şekilde başını kaldırdı.

 

"Fena sıkıştım, acil tuvalete gitmem lazım."

 

"Çok mu acil?" diye sordu Lavinya. İlk kez birini kaçırıyordu, sürecin nasıl işlediğine dair pek fikri yoktu.

 

"Her an salabilirim. Bence beni öyle görmek istemezsin." Cihan tek kaşını kaldırıp Lavinya'ya baktığında kadının yüzündeki bocalamayı görmüştü.

 

"Şey, acaba şişe getirsem içine mi yapsan..."

 

"Ellerimi çözmen lazım ya da fermuarımı açıp, kendi elinle tutup, çıkarman ve-"

 

"Tamam sus!" Lavinya hayalinde bile düşündüğü şey sonrası kıpkırmızı olmuştu. Cihan gülüşünü saklarken boğazını temizledi.

 

"Hadi hızlı ol!"

 

"Tamam şöyle yapalım, ayağını çözeyim bir de tek elini tamam mı?" Lavinya korkusundan, Cihan'ı tamamen çözmeye cesaret edemiyordu. Kendini güvende hissetmesi lazımdı.

 

"Benden bu kadar korkarken bir de balayı yapalım diyorsun. Kesinlikle kafayı sıyırmışsın sen."

 

"Off! Kafa mı bıraktın bende!" Lavinya sinirli şekilde çemkirerek cebindeki küçük anahtarı çıkardı. Elleri titrerken önce ayağını çözdü Cihan'ın. Adam yerinden bir milim bile kımıldamamıştı. Daha sonra sol elinin kelepçesini ana zincirden çözdü.

 

Ve her şey saniyelik oldu. Lavinya'nın sırtı, Cihan'ın göğsü ile buluşurken, bacakları çoktan adamın bacağı arasına sıkışmıştı.

 

"Aaaa! Ne oldu ya?!"

 

"Çok mu zekisin sen?" Cihan'ın alay eden sesine korku iniltisi ile karşılık verdi Lavinya.

 

"Beni kandırdın?" Başını eğip göğsü üzerindeki iki ele baktı. "Çüş! Ben senin sol elini çözdüm, sağ elin nasıl çıktı?"

 

"Ben onu çoktan kurtarmıştım, solu da sen çözdün sağ ol. Şimdi seni bağlayalım bakalım nasıl oluyormuş?" Cihan üzerindeki tüm zinciri yere atarken Lavinya'yı kucağına aldı. Kızın çığlığı pek umurunda olmamıştı.

 

"Cihan yapma! Beni bağlama sakın! Ayrıca gidemezsin! Cidden gidemezsin, adamlarım adanın etrafında ve tek bir tekne hareket etmiyor. Türkiye'ye de yüzemezsin!" Lavinya hızlı hızlı konuşurken Cihan duraksayıp, kafasını pencereye uzattı.

 

"Ne adası? Neredeyiz biz?"

 

"Balayı yapmak istediğim bir yer vardı. Unuttun mu?" Lavinya ellerini Cihan'ın boynuna sarıp adama daha fazla sırnaştı. Beş yıl önceki gibi adamın kollarında küçücük kalmıştı.

 

Cihan birkaç saniye boş boş baktı ama zihni silinmiş gibiydi. "Ülke sınırları dışında olduğumuzu söyleme!"

 

"Hı hı tam olarak öyleyiz."

 

"Neredeyiz?"

 

"Yunan adaları, Taşoz'dayız." Lavinya'nın sözleri sonrası kendini yerde bulması ani olmuştu. "Yaa! Öküz müsün?" Kalçasını okşarken bağırdı.

 

"Sikeyim ama!"

 

"Bu defa yap ama!"

 

Lavinya yerde, Cihan tepesinde birkaç saniye bakıştılar. Cihan daha önce fark etmediği gerçekle yüzleşiyordu. Tam anlamıyla çatlak bir kadına aşık olmuştu. Başka ülkeye nasıl ne şekilde onu kaçırmış olması tam bir delilikti. Şu durumda Asef'e ulaşması zor olabilirdi. Ama bir yandan da zor olsun diye düşündü. Ona bal kahve gözlerle bakan kadınla burada saklı kalmak, bu kaosun içinde bir süre dinlenmek mümkün müydü? Ya da daha iyi bir plan yapması için biraz zamana ihtiyacı olabilirdi.

 

"Hâlâ senin esirin miyim ben?" diye sordu Cihan. Elini Lavinya'ya uzatıp tutmasını bekledi.

 

Lavinya, Cihan'ın elini tutup ayağa kalktı. Ondan fazlasıyla uzun adama bakıp tebessüm etti. "Ben de esir gibiyim sanki."

 

"Bir yere de kaçamam sanki. Sonuçta koca deniz yüzerek geçilmez." Cihan, tuttuğu eli bırakmazken ona yaklaşan kadını yavaşça bekledi.

 

"Kaslı ve iri bedenin çabuk batabilir, bu çok tehlikeli." Lavinya boştaki elini Cihan'ın kaslı göğsüne koydu.

 

"Birisinin beni kurtarması gerekli." Cihan, diğer elini Lavinya'nın kalçasının üzerine getirip kendine çekti. Aralarındaki elektrik bir ülkeyi aydınlatabilirdi.

 

"Bence de gelip seni almaları gerekiyor. Gerçi Asef pek de başarılı değil gibi..." Lavinya özlediği dokunuşlar ile erirken kollarını saran ipin farkında değil gibiydi.

 

"Merak etme, o gelmese de ben ona gitmesinin yolunu bulurum hem de elimde güzel bir hediye ile."

 

"Ne?!" Lavinya aniden kollarını saran ipi fark edip çırpınmaya başladı. Ama Cihan ile baş etmesi mümkün değildi. Saniyeler içinde kolları ve bacakları sarılmış ve kendini koltukta bulmuştu. "Pislik! Öküz! Bunu bana nasıl yaparsın? Ayrıca o ipi nereden buldun?"

 

"Yaptıklarına say Çiçek Hanım." Cihan gayet rahat şekilde geri çekilip etrafına bakındı. "Yerdeydi, muhtemelen beni zincirden önce iple bağlamayı düşündün?"

 

"Hayır! Fantezi yaparım diye düşündüm, ayrıca adımı doğru söyle! Cihan şimdiden canım acıyor, hadi çöz beni." Lavinya dudaklarını titretip gözlerini doldurdu.

 

"Timsah gözyaşları dökmeye başlama sakın, yemem."

 

"Çok kötüsün? Peki şimdi ne bok yiyeksin?" Lavinya sertçe konuşurken ona doğru eğilen adamla duraksadı.

 

"Önce tuvalete gideceğim bu konuda ciddiydim, sonrasına bakacağım." Cihan arkasını dönüp evin içinde ilerlerken Lavinya hayretle bakıyordu.

 

"Adam az önce zincirle bağlıyken ben nasıl bu hâle geldim? Ne kadar salağım! Cihan! Çöz beni! Fantezi olsun diyorsan hiç hoş değil! Otuz yaşında kadınım, ayıp yaptığın! CİHAN!"

 

***

 

"Ağrın var mı güzelim?" Alya'nın arkasındaki yastığı düzeltip başını dik tutmasını sağladım. İkinci uyanmasını daha acılı olmuştu. Yaklaşık iki saat önce gözlerini açmıştı. Her şeyi geriye atıp onun yanındaydım.

 

"Sızın var mı Mavişim?"

 

Tabii tek değildim! Alya'nın diğer yanında duran ve saatlerdir başından ayrılmayan Habeş maymununa baktım. Alya'ya karşı bu kadar samimi olmasa şimdiye dek kafasını milyon kere kırmış olurdum. Tabii içimdeki abi kıskançlığına engel olamadığım için arada hırpalamış olabilirim.

 

Tolga'nın yüzüne attığım bakış pek hayırlı olmasa gerek boğazını temizleyip yüzünü ciddi bir hâle getirdi. "Sızı sızarsa içimize, içip sızmış olmaktan daha ağır bir yük olur bize."

 

Boş boş baktım. Hatta birkaç küfür savurmak istedim ama Alya kıkırdayınca ona döndüm. Gözlerinden kalpler çıkıyordu resmen. Tabii ki Tolga'ya bakarken. Bunu da yuttum.

 

"Evet prenses! Nasıl hissediyorsun?" Abartılı ve coşkulu sesiyle odaya dalan Deniz'e baktım. Ayşe Sultan da yanındaydı. İkisi nereye gitti pek fikrim olmasa da hakkımda konuştuklarını tahmin edebiliyorum.

 

Eliza'nın gittiğini hepsi öğrenmişti. Hem de bana acı verecek şekilde. Yaşadığı şeylerden sonra dayanamayan Eliza beni terk edip gitmişti. Harika bir dedikodu malzemesi olmuştuk. Nehir haberi aldığından itibaren yanımızdan gitmişti, yüzündeki şok ifadesi ile Eliza'ya ulaşmaya çalışmıştı. Hatta konuştuklarını da biliyorum, yakın adamım onunla ilgili her şeyi rapor ediyordu.

 

Alya'nın haberi henüz yoktu, önceliğim onun iyi olması. Ama o da yakında öğrenecektir.

 

"İyiyim, uyandığımda bu kadar iyi hissedeceğimi bilmiyordum."

 

"Aslında en kolay kısmı şimdi cimcime, sonrasında biraz acı hissedebilirsin. Buna hazır olman gerekiyor." Deniz, test sonuçlarını eline alıp incelerken herhangi bir sorun olmadığını yüz ifadesinden okudum.

 

"Biliyorum ama zor olsa da bunu başaracağım. Sayenizde, en çok da abim, Tolga ve Eliza için." Alya'nın gülümsemesi solduğunda etrafına baktı. Ne geleceğini tahmin ediyorum. "Eliza nerede? Onu daha önce uyandığımda görmüştüm. Evde mi?"

 

Onun bu sorusuna nasıl cevap veririm diye düşünürken Deniz'in dramatik yüzüyle donup kaldım.

 

"Ah! Sana bunu nasıl anlatsak Alya! Hiçbir kelime acımıza ifade olamaz!" Ben ona şokla bakarken eliyle beni gösterdi. "Bu ayı, öküz, mal ve seksi vücudun sahibi abin büyük salaklık etti. Ve sonunda hak ettiğini buldu. Eliza tarafından terk edilip göt gibi ortada bırakıldı."

 

Başımı sağa sola sertçe çevirip çıtlattım. Birazdan Deniz'in kafasını da aynen böyle çevirip nefesini keseceğim.

 

"Ama sakın üzülme, sakın dert ve kedere boğulma! Bu kısa bir ayrılık, ikisi de ayrılığın derin kederinin zehrini tadıp buna yakın zamanda son verecektir. O yüzden sen bunları kafana takma sakın, şimdi tek düşündüğün ayağa kalkmak. Tamam mı güzelim?"

 

Üzerime dönen ayıplayan ve kınayan bakışlara hayretle karşılık verdim. "Terk edilen benim, bana biraz acısanız ölür müsünüz?"

 

"Sen sus hayvan herif!" Deniz'in öfkeli sesiyle olduğum yerde dondum. Ne yapmaya çalıştığını görüyorum, Alya'nın üzülmemesi için olayı farklı yere çekiyor. Ama sabrım da bir yere kadar. "Gencecik bir kız Eliza, hayalleri var. Kendi hayatı ve özgür kararları var. Bırak bir süre kendi başına başarsın bunları, mafya mısın oğlum sen? Maço ve medeniyetsiz olduğunu zaten biliyoruz ama artık biraz insan ol!''

 

"Abim Eliza'yı çok seviyor." Deniz'in yüksek sesinden sonra sakin bir rüzgarı andıran sesiyle konuştu Alya'm. "İkisi de zor şeyler yaşadı, Eliza'nın yerinde olsam ben de uzaklaşmak isteyebilirdim. Yanlış anlama Tolga, senden bahsetmiyorum. Sen abim gibi olsaydın demek istedim, yani abiciğim yanlış anlama sana kötüsün demek istemedim. Sadece Eliza yorulmuş olabilir demek istedim, biraz dinlenmek iyi gelebilir." Alya kelimeleri hızlı şekilde toplamak istese de haklı olduğu bir nokta vardı.

 

Eliza benim yanımda çok yorulmuştu. Oysa birbirimizde dinlendiğimiz iki liman olmalıydık...

 

"Onu arayıp konuşacağım ve istediği zaman onun olsun. Yürüyerek gideceğim yanına."

 

"Ah Mavişim! Ne kadar da güzel düşündün. Hepimiz Eliza'ya gideriz." Tolga ile Alya'nın abartılı sarılmasını görmemek için dışarı çıktım. Bugün için daha fazla sinirlenmek istemiyorum.

 

"Asef," Babaannemin sesiyle duvara yaslanıp durdum. "Diğerlerinin ne düşünüp hissedeceğini boş ver oğlum. Sen nasılsın?"

 

Elinde bastonu ile güçlü şekilde duran kadına baktım. Yıllardır yaşadığı her şey onu biraz daha güçlü yapmıştı. Gözlerime baktığında hissettiğim duygularımı görüyordu. Acı çektiğimi biliyordu. "Gerçeği mi söyleyeyim?"

 

"Gerçek cevabın, bok gibi olduğun."

 

Bu kadın gerçekten de fazla açık sözlü.

 

"Öyleyim, o kadar çok şey yaşadım ki... Tek istediğim onun omuzunda dinlenmekti. O da buna izin vermedi. Kaldım öyle mal gibi."

 

Kalçama yediğim bastonla ağzım açık kalakaldım. "Ulan doğurmayıp sıçtığım adamın oğlu! Malsın tabii, önce Eliza'nın gitmesine izin verdiğin için sonra da oturup zırladığın için."

 

"Babaanne ben şu an zırlıyor muyum? Ayrıca ne diye vuruyorsun? Etrafta adamlarım var." Sağa sola bakıp yüzünü bana çevirmeyen korumalara baktım. Pezevenkler kesin gizlice gülüyor.

 

"Sana da adamlarına da başlarım Asef. İntikamını aldın mı?" Bakışları aniden sertleşti. "Giden kadınının, kaybettiğin bebeğinin, suçsuz komada yatan genç oğlanın intikamını aldın mı?"

 

Sertçe yutkunurken çenem anlık seğirdi. "Alacağım, hepsinin intikamını alacağım."

 

"İyi git şimdi başlattığın savaşı bitir, oturup sızlanmak yerine kim olduğunu göster. Sonra sana söz, Eliza'yı almaya beraber gideceğiz. İkinizin düğününü yapmadan ölmem Asef, sen de bunu o kalın kafana sok!"

 

"Ne ateşli kadın ama!" Deniz'in kapıda bize baktığını görünce gülüp umutsuzca başımı salladım. O da bu esnada babaannemin sopasına maruz kalmıştı. Yanlarından uzaklaşırken içimde yeni bir ateş yanmıştı.

 

Bir yerden başlamak gerekti, öfkeli yanımı dinlemeye karar verip merdivene yöneldim. Telefonumun sesi ile adımlarım anında durmuştu. Eliza ile ilgili haber olabilirdi ama arayan numara yabancıydı.

 

"Asef Bey," Cihan'ın sesini duyunca omuzlarımdan öyle bir yük kalktı ki...

 

"Cihan, sen misin lan?!"

 

"Benim Asef Bey, siz beni bulamayınca ben sizi buldum."

 

"Ulan pezevenk! Özgür ile deli gibi her yerde seni arıyoruz! Şerefsiz puşt!"

 

Sevineceğim yerde anında sinirimi hoplatmıştı. İyi ki bir kaçırıldı havasını sikeyim!

 

"Biliyorum Asef Bey, ufak bir şaka yaptım."

 

"Senin ben şakanı sikeyim! Ulan hortlak eski sevgilin tarafından kaçırıldın, başına ne bok geldi bilmiyorum, başıma gelmeyen bok kalmadı! Şaka yapmanın sırası mı?"

 

"Değil doğru, ufak bir gaflet benimki. Her şeyi yoluna koymak için yanınızdayım. Bana birkaç gün izin verin, sağlam deliller ve elimde büyük bir kozla geleceğim." Cihan kendinden bu kadar emin konuşuyorsa sağlam bir şey bulmuştur. Ayrıca hayatta ve güvende oluşu her şeyden önemli.

 

"Birkaç günü neden istiyorsun? Yalnızım oğlum! Gelsene hemen!"

 

Karşıdan gelen kısık gülme sesiyle sinirim yine hopladı.

 

"Gelme lan! Pezevenk puşt! Kal olduğun yerde!"

 

"Sağlam kanıtlar bulmak için zamana ihtiyacım var. Özgür ile konuştum, hepsiyle iletişimdeyim. Yokluğumda gece kulübüne yapılan saldırının hediyesini yollattım. Dubai'deki yangını çıkaran kişileri buldum, hepsini halledeceğim. Siz içerideki adamlarla ilgilenin, diğerlerinin icabına ben bakarım."

 

Bu şerefsizi boşuna sevmiyorum. Yanımda değilken bile var olmayı başarıyor.

 

"Helal, peki hortlak kadın nerede? Onu elime geçirirsem gerçekten işini bitiririm, biliyorsun değil mi?"

 

Birkaç saniye sessizlik ve derin bir nefes kulağıma doldu. Ulan!

 

"O konuda belki farklı düşünebilirsiniz. Bunu yüz yüze konuşalım. Elinize büyük bir koz getirdiğim gün."

 

"Ulan Cihan! Ulan Cihan! Sakın geç kalma yoksa sikerim belanı!" Telefonu suratına kapatıp merdivenden hızlı şekilde indim. Ufak bir hesap soracak bir kişi daha var. Pırıl bu defa ne karıştırdı, güzelce öğrenmem lazım.

 

Ne biçim hayatım var benim lan?! Adam gibi oturup ayrılık acısı bile çekemiyorum. Ne ayrılığı! Biz ayrılmadık! Eliza ile ben ayrılmadık! Ufak bir özlem bizimki ama bitiririm ben o özlemi... Ulan Eliza! Köpek ettin beni köpek! Kızgınım ama sana bu defa gerçekten güzelim... Ve kırgın...

 

***

 

Cihan elindeki telefonu koltuğa atıp bir gündür horul horul uyuyan Lavinya'ya baktı. Karşısındaki koltuğa oturup gülmesini tutmaya çalıştı. Lavinya, Cihan'ın baygın olduğu bir gün ve öncesinde de uyumadığı için çok yorgundu ve ayakta zor duruyordu. Cihan onu bağladıktan sonra yanına geldiğinde derin bir uykuya daldığını görmüştü. İpleri çözmüştü, üzerine örttüğü yorganın altında yaklaşık bir gündür hâlâ derin uykusuna devam ediyordu. Cihan, eskiden de onun uykusunun ağır olduğunu biliyordu hele ki iki günlük uykusuzluğunun sonucunda uzun süre uyuyacağının farkındaydı. Ama elleri kolları bağlı bu kadar da rahat olacağını tahmin etmemişti.

 

Cihan da bu sürede de Asef'in başından geçen her şeyi öğrenmişti. Telefonu Lavinya tarafından kırıldığı için kadının telefonuna el koymuştu. Kuvvetli hafızası sayesinde herkesin numarasını ezbere biliyordu. Bu yüzden işleri halletmesi zor olmamıştı. Asef'i en son araması içindeki korkudandı. Hemen gel derse diye... Saçma şekilde birkaç gün kaçmak istemişti. Çünkü karşısında uyuyan kadının hâlâ gerçek olduğuna emin olamıyordu. Yaşadığı şeylerin, başına gelenlerin, Pusat'ın ikizi oluşu... Hepsi Cihan için çok fazlaydı.

 

Gözleri bir noktaya takıldı. Bu izi eskiden de görmüş ve Lavinya'dan cevap alamamıştı. Kalbinin onu tacizden kurtardığını söylemişti, kalp hastasıyım demişti. Kalbinin üzerindeki iz ise Cihan'ın aklına bir şey düşürmüştü.

 

"Nakil mi oldu?.." Kısık sesle konuşurken kendini Lavinya'nın hemen önünde diz çökmüş hâlde buldu. Kadının gömleğinin açık kısmından izin ucu görünüyordu. Cihan özlediği kokunun etkisi altına girerken elini usulca izin üzerine getirdi. Üç ay içinde deli gibi aşık olduğu kadını aslında hiç tanımadığını o an fark ediyordu. Geçmişini, yaşadığı acıları, mecbur kaldığı şeyleri...

 

Cihan doğduğu andan itibaren sert bir dünyaya açmıştı gözlerini. Koruma olan babası tarafından küçük yaştan itibaren eğitilmişti. Küçük yaşta kaybettiği annesinin acısını bile yaşamadan bir makineye dönmüştü. Ömür boyu Asef'e sadık bir makine... Bir kalbinin olduğunu anladığı an ise Çiçek olarak tanıdığı Lavinya ile geçirdiği zamandı...

 

İzin üzerini dalgınlıkla okşarken gözlerini açan kadının farkında olmadı. Ama iş işten geçmişti. Lavinya'nın aradığı fırsat fazlasıyla ayağına gelmişti. Uyku halindeymiş gibi davranıp elini Cihan'ın boynuna atması ile adamı üzerine doğru çekmişti. Anlık afallayan Cihan geri çekilmeye fırsat bulamadan ikinci kolun boynuna sarılmasıyla öylece kaldı.

 

"Ne yapıyorsun sen?!"

 

"Sarılıyorum." Lavinya'nın gayet rahat verdiği cevaba gözlerini devirerek karşılık verdi Cihan.

 

"Neden?"

 

"Sen de az önce beni elliyordun ama." Lavinya daha çok sıktı, Cihan'ın boynunu. Bacaklarını ise adamın beline sarması Cihan'ı tam anlamıyla şoka uğratmıştı.

 

"Ben seni ellemiyordum! Çek elini ruh hastası!" Geri çekilmeye çalışması boşunaydı. Lavinya mengene gibi sarılmıştı.

 

"Elin göğsümün üzerindeydi, okşuyordun işte. İtiraf et! Beş yıl boyunca deli olmuşsun hasretimden, yalnızlık canına tak etmiştir." Lavinya tüm gücüyle Cihan'a sarılmaya çalışırken duyduğu kelimelerle tüm gücünü o an kaybetti.

 

"Yalnız olduğumu nereden çıkardın?"

 

Lavinya'nın elleri gevşeyince Cihan kendini geri çekip ayağa kalktı. Koltuğun üzerinde yatarak ona bakan Lavinya hiç kımıldamamıştı.

 

"Benden başkası ile birlikte olmadın. Olamazsın Cihan, uzaktan seni izledim hep... Olmadı değil mi?" Yalvarır gibiydi sesi. Gerçek olursa ölecek gibiydi...

 

Yüzünü sıvazlayıp kaşlarını çattı Cihan. Kelimeleri çok acımasızdı. "İhanet edip gözlerimin önünde ölen bir kadını mı bekleyecektim? Çok kadın oldu, yatağımı ısıtın çok kadın oldu..."

 

Bu noktada öfkeyle ayağa kalktı Lavinya. Elini sertçe Cihan'ın göğsüne vururken küçük bir öfke nöbetine tutulmuştu. "Yalan söyleme! Dokunamazsın sen! Benden başkasına dokunmazsın! Ben nasıl dokunmadıysam sen de yapmazsın! Yapmadım de Cihan, lütfen yapmadım de..."

 

Lavinya'nın ellerini sertçe tuttu Cihan. "Kendine gel, gözümün önünde ölmek yerine her şeyi en başından anlatsaydın, şu an bu sikik şeyleri yaşamıyor olurduk. Hepimizin hayatı sikilmiş, senin derdin yattığım kadınlar mı?"

 

Lavinya gözünden akan yaşlara engel olamadı. Hakkı yoktu belki ama kırgın ve sitemkâr hissetmekten alıkoyamadı kendini. "Bu boktan hayatın içinde güzel olan tek şeydin benim için. Derdim bu tamam mı? Gerçi neden umurumda oluyor ki? Bana sevdiğini bile söylemeyen, bilmem hangi mal serçenin göz yaşı kadar beni sevdiğini söyleyen pislik bir adamı sevdim. Bok suratlı! Bırak elimi! Siktir git!"

 

"Ben elini bıraktım Çiçek, sen beni tutuyorsun şu an." Cihan sakin şekilde ellerini kaldırıp onu tutan kadına baktı. Evet, tam olarak onu tutan Lavinya'ydı. Ama bozuntuya vermedi.

 

"Adım Lavinya!" Arkasını dönüp giderken ufak bir tökezleme yaşamıştı ama havalı şekilde saçlarını savurup merdivenden çıkmaya başladı. Arkasına bakmak istese de bunu yapmadı. Çünkü Cihan'ın peşinden gelip gelmediğini merak ediyordu. Tabii ki gelen yoktu. Buruk şekilde arkasından bakan Cihan sitem doluydu.

 

"Tabii ki hiçbir kadına dokunmadım..." dedi sessizce ama bunu Lavinya'nın duymasına gerek yoktu. Ona çektirdiği acıyı unutmuş değildi. "Sen kendini ne zannediyorsun Lavinya, altı üstü her şeyimsin..."

 

***

 

Sertçe açtığım kapıdan girdiğim anda karşıma çıkan adama tiksinti ile baktım. Elim öyle bir kaşınıyor ki... Şuna bir çaksam nasıl rahatlarım amına koyayım!

 

"Asef,"

 

"Siktir git! Gözümün önünden!" Eray Turkuaz önüme geçtiğinde omzundan sertçe ittirdim. "Benden habersiz hisselerini o piçe satarken aklına gelmedim mi? Korkmadın mı lan benden?! Yediğin bokun bir gün suratına geleceğini pek hesap edemedin sanırım."

 

"Baba, Asef lütfen yapmayın." Pırıl'ın güçsüz sesiyle nefesimi verip sakinleşmeye çalıştım.

 

"Dışarı çık!"

 

"Kızımı seninle yalnız bırakmam! Yıllardır onu oyaladın, herkese sevgilin gibi gösterdin sonra da yüzüstü bırakıp başkasına gittin. Sana mı itimat edeceğim?"

 

Tansiyonum fena tırmanıyor! Galiba kendimi tutamayacağım. Eray'ın yakasını sertçe tutup kendime çektim.

 

Tek kaşımı kaldırırken, adamın cesaretine şaşırdım. Kesin buna birisi fazla gaz vermiş.

 

"Bana bak şerefsizin önde gideni! Senin yediğin haltları yıllarca örtbas ederken de böyle mi düşündün? Kızına zarar verecek bir şey yapmış mıyım acaba? Ama sen, sen yıllarca onu kullanarak benim gücümden faydalanıp zengin olmadın mı? Pırıl uyuşturucu kullanırken farkında bile değildin. Şimdi bana mağdur edebiyatı yapma, sikerim belanı! Çık dışarı!"

 

Benden yaşça büyük bir insana karşı ilk kez böyle davranmıyorum. Ama daha sakin olurdum şimdi ise sikmişim sakinliği. Eliza gitmişken hiçbir şeyin önemi yok.

 

"Bana böyle davranamazsın." Sesi daha sakindi. Korktuğunu gözlerinden görüyorum ama kızı için hâlâ cesur olmaya çalışıyordu.

 

"Doğru, direkt kafana sıkmam lazım." Sözlerim sonrası açılan kapıdan giren adamlarım yeterince net bir cevaptı.

 

"Baba bize izin ver lütfen..." Pırıl'ın sesi ile Eray'ın yakasını bırakıp geri çekildim. Adamın tereddüt ettiğini görüyordum ama başka çaresi olmadığını biliyordu. Pes edip kapıya yöneldi.

 

"Hemen kapının önündeyim. Bir şey olursa seslen." Çıkmadan önce söylediği şeye güldüm. Hâlâ boş erkeklik peşinde.

 

Yatağın önüne gelip kollarımı birbirine doladım. "İyi misin?"

 

Gözlerinden akan yaşları silip başını salladı. "İyiyim, yanıma geldiğin için sağ ol. Asef,"

 

"Pırıl, buraya muhabbete gelmedim. Sorduğum sorulara cevap vereceksin." Benden başka şeyler beklediği açıktı. Yüzünde oluşan hayal kırıklığına bakılırsa farklı düşüncelere kapılmış. Pes edip başını salladığında bazı şeyleri kabul etmiş gibiydi.

 

"Ne işin vardı senin Pusat ile?"

 

"Çok kötü olduğum bir anda karşıma çıktı, acı çekiyordum ve..."

 

"Aldı mı acını bari? Yıllarca benim emeğimle ayakta kalan şirkete ortak olduğunda geçmiş olabilir." Öfkeme hakim olmaya çalışıyordum ama çok zor.

 

"Ben sana kızmıştım, mantıklı düşünemedim. Yanlış yaptığımı daha sonra anladım ama çok geçti. Onun gerçek yüzünü gördüğümde kaçacak yerim olmadı, başıma gelen kaza sadece bir uyarıydı. Asef, hâlâ çok korkuyorum. Bana zarar verecek." Pırıl'ın yalan söylemediğini gözlerinden anlıyorum ama hâlâ bir şeyleri saklıyor.

 

"Görüştüğü başka kişiler oldu mu? Babasının serveti ona yetmeyecektir, daha fazlasını istediğine eminim."

 

"İstiyordu, dernekteki herkesle görüşüp yanına çekmeye çalışacak. Seni bitirmek için elinden geleni yapacaktır. Her şeyden önce de duygusal olarak..." Pırıl'ın sesi sona doğru kısılınca öne doğru eğildim.

 

"Devam et Pırıl, bildiğin ne varsa söyle."

 

Bakışlarında korku vardı ama bir yandan da söylemek istiyordu. Birkaç saniyelik duraksama sonrası konuşmaya başladı. "Başıma gelen kaza onun işi. Birisiyle konuşurken onu duydum, annenle ilgili..."

 

"Anlat Pırıl, sabrım taşmak üzere." Öfkeliydim, dişlerimin arasından konuşurken elim yumruk olmuştu. Daha neyi öğrenip şok olacağım hiç bilmiyorum.

 

"Birisi için annenin kalbini çaldığını söyledi, annen kazada ölmemiş Asef. Kalbi daha sonra hastanede alınmış..."

 

Öylece kaldım... Ne bir tepki verdim ne de tek kelime ettim. Ama o an bir şey istedim. Ölüp gitsem diye düşündüm. Tüm hasretlerim, tüm acılarım son bulur diye... Bulmazdı, ölüp gitsem de hiçbir acım son bulmazdı... Cehennemin en dibinde cayır cayır yanarken bile kalbim yaşadığı acıları unutmazdı... Arkamı dönüp odadan çıkarken Pırıl bir şeyler söylüyordu ama duymadım. Duyamadım, daha fazlasına dermanım da sabrım da kalmadı.

 

***

 

Son iki saattir sadece işlerle ilgileniyordu Cihan. Birçok şeyi halletmişti. Eliza'nın gidişine çok üzülmüş, Alya'nın ameliyatının başarılı geçmesine de çok sevinmişti. Asef'in yanında olması gerekiyordu. Aklındaki planı kısmen tamamlamıştı. Geriye tek bir şey kalıyordu. İki saattir sesi çıkmayan çatlak kadını ikna etmek. Ama Cihan'ın daha zorba yöntemleri vardı ve daha fazla beklemesine gerek yoktu. Oldukları yerden gizlice Türkiye'ye dönmek zaten zor olacaktı.

 

Merdivenden çıkarken gayet netti ta ki çalmadan açtığı kapının ardındaki kadını görene kadar. Lavinya, altında siyah iç çamaşırı ve üstünde sütyeni ile öylece ona bakıyordu. Onu hatırladığı gibiydi. Bembeyaz teni ve seksi duruşu...

 

İkisi de bir süre birbirine baktı. Sessizliği ise Lavinya bozmuştu. "Uzaktan bakmak yerine neden yakına gelmiyorsun. Aa pardon ölü birinin bedeni sana çekici gelmez, yatağını ısıtan kadınlar gayet canlıydı."

 

Bu noktada gayet kendine gelmişti Cihan. Başını sağa çevirip derin bir nefes aldı. "Giy üzerini, konuşacağız."

 

"Giymiyorum, böyle konuş." Lavinya ise gayet inattı. Hatta birkaç adım atıp Cihan'a doğru yaklaştı. Adamın gerilen bedenini görüyordu.

 

"Sabrımı zorlama Çiçek, üzerine bir şey giy dedim."

 

"Ölü bir kadına karşı rahatsız hissetmene gerek yok değil mi?" Lavinya, adamın dibine girmeyi başarmıştı. Sonrası pek iyi görünmüyordu ama...

 

Cihan aniden başını çevirip, hızlı şekilde Lavinya'yı kendisi ile duvar arasına sıkıştırdı. "Sen rahatsız hissetmiyorsun belli ki... Rahatsızlığın yatağımı ısıtan kadınlara mı?"

 

Lavinya'nın başı dikti. Tüm bedenini saran adama korkusuzca bakıyordu. "Kaç kadın ısıttı yatağını Cihan? Benim yaktığım ateşin üzerine çıkan oldu mu?"

 

"Bir köz kalmıştı geriye, harlaması zor olmadı." Cihan konuşurken başını eğdi. Dudakları neredeyse birbirine değecekti.

 

"Keşke ben de yangınımı başka erkeklerle söndürseydim..."

 

"Sikerim!"

 

Lavinya'nın sözlerine verdiği tepki ile afallayan Cihan geri çekilirken kadın gülümsedi.

 

"Ne oldu? Güzel güzel sohbet ediyorduk, neye sinirlendin?"

 

"Sinirlenmedim! Giy şu siktiğimin elbisesini!" Cihan yüzünü ovalarken sakinleşmek için çok fazla efor sarfediyordu.

 

"Bana sinirli gibi geldin ama neyse... Bu arada yedek telefonum sen de mi? Gizliydi o nereden buldun?" Lavinya gayet rahat ve sakin şekilde giyinirken Cihan sinirden kuduruyordu.

 

"Çantanda buldum."

 

"Peki artık alabilir miyim? Sedat ile başka yerden iletişim kuramıyorum da..." Lavinya saçlarını giydiği gömlekten çıkarırken Cihan ile göz göze geldi. Tam anlamıyla ölüm saçan gözlerle bakıyordu adam. "Ne bakıyorsun öyle mal gibi. Telefonumu ver, Sedat ile konuşmam gerek." Lavinya elini uzatıp bekledi.

 

"Onunla nasıl bir ilişkin var senin?" Cihan şüpheci şekilde bakıp elini cebine koydu. Telefonu vermek gibi bir niyeti yoktu.

 

"Pusat'ın adamı gibi görünüyor ama aslında benim için çalışıyor."

 

"Nasıl güveniyorsun o kadar?" Cihan'ın sorusuna gülmemek için kendini tuttu Lavinya.

 

"Çünkü bana aşık..."

 

"Ne?! Ne demek bana aşık?" Adamın resmen gözleri büyümüştü. Lavinya yanlış bir noktadan girdiğini o an anladı.

 

"Sana değil bana aşık." Kendini gösterirken gayet rahattı.

 

"Sana aşık birisini mi kullanıyorsun? Ve bunu utanmadan da söylüyorsun? Kim lan o lavuk?!"

 

"Artık sakin olur musun? Birbirimizi sırayla kaçırdık, bağladık. Saçma sapan davranıp durmak yerine artık insan gibi konuşabilir miyiz Cihan?"

 

Cihan, Lavinya'nın kolunu tutarken artık daha soğukkanlı bakıyordu. Gözlerine her zamanki o kalkanı indirmişti. "Ben henüz seni kaçırmadım. Şu an itibariyle bunu yapıyorum."

 

Lavinya kolunu çekmeye çalışsa da Cihan'ın gücü karşısında pek şansı yoktu. "Ne demek bu Cihan?"

 

"Şu demek Çiçek, ben Pusat'a karşı kozu buldum. Sen elimizde olduğun sürece o adam Eliza'ya yaklaşamaz. Asef Bey, her şeyi halledene kadar sen bizim kalkanımız olacaksın."

 

Lavinya'nın çenesi titrerken gözleri doldu. "Saçmalama, kimseyle işim yok benim. Ben sadece sana geldim, savaş için değil. Ayrıca yapma, Pusat delirir. Beni güvende biliyor."

 

"Beni de ölü biliyor değil mi? Senin dahiyane planın sayesinde... Ama burada planı ben yaparım, sen uyarsın. Bu saatten sonra esirimsin, yanımdan bir saniye ayrılamazsın." Cihan'ın sözleri sonrası yaptığı şeyle Lavinya kollarına düştü. Kadının ağzından bezi alıp yere attı. Kucağına aldığı kadınla odadan çıkarken sadece onun yüzünü seyrediyordu. Ve onu ne kadar özlediğini düşünüp, taşlanmış kalbinin bu kadar hızlı atışına şaşıyordu...

 

***

 

"Kral! Kral! Kral!"

 

Kafese çarpan sesler kulağıma doluyordu ama benim bedenim sadece öfkeyle doluydu. Kan akıtmak istiyorum. Karşımda tek gözü kan toplamış adama baktım. Boyu bana yakındı, bedeni yapılıydı. Gözlerini kazanma arzusu bürümüştü. Ondan boşanmak isteyen karısını öldüren şerefsiz adamın tekiydi. Arkasında kim varsa hapisten çıkmıştı, paraya ihtiyacı vardı. Kral'ı öldürme hayali ile doluydu.

 

Bilmediği bir şey vardı. Kral bu defa fena bir katliam istiyor. Ve bu katliamı sadece tek kişi üzerinde yapacağı için sonu çok kötü olacak.

 

"Kral! Kral! Kral!"

 

Üzerime saldıran şerefsizi tek elimle boynundan yakalayıp kafesin tellerine doğru savurdum. Omurgasının kırıldığını duydum.

 

"Annen kazada ölmemiş Asef..."

 

Adam pes etmeyip ayağımı yakalamaya çalışırken çenesine attığım tekme ile ağzından birkaç tane diş dışarı fırladı.

 

"Kalbi daha sonra hastanede çalınmış..."

 

Yumruğumu hızlı şekilde adamın yüzüne geçirirken aklımdan akan kelimelere engel olamıyorum. Bir gün geçmişti. Bir gün boyunca sayısız araştırma yapmıştım ama bulamamıştım. Şerefsiz Orbay'ı öldürmemiş olsam belki bir şeyler bulabilirdim. Ama hiçbir şey bulamadım. Annemin kalbinin kim tarafından alınıp kime verildiğini bilmiyorum. Kafayı yemek üzereyim!

 

Boynunu sıkıp yüzünü dağıttığım adamın nefes almayı bıraktığını biliyorum. Kulağıma dolan çığlık sesleri sanki çok uzakmış gibi... Kurala aykırı olduğu hâlde durmuyordum. Kimse de kafese girmeye cesaret edemiyordu. Birisi beni durdurmalı yoksa ölmüş bir bedene daha çok kötü şeyler yapmak üzereyim.

 

Omzumu tutan elin sertliği karşısında duraksadım. Tek bir kişi bana benim kadar sert karşılık verebilirdi. Başımı çevirdiğimde tüm heybetiyle Cihan'ı görmek bedenimi ani bir boşluğa itti. Ölü adamın bedeni elimden kayıp yere düşerken ayağa kalktım. İnsanlar susmuştu, nefeslerini tutup yeni bir kavgayı bekliyordu. Ama bu olmadı, onları hayrete düşüren şey bambaşkaydı. Üzerimdeki kanı umursamadan sıkıca sarıldım Cihan'ın boynuna. Kral'ı maskesi hâlâ yüzümdeydi.

 

"Neredesin lan sen evveliyatını siktiğim!"

 

"Beni özlediğinizi bu kadar belli etmeyin."

 

"Ne özleyeceğim seni lan it!"

 

Geri çekilip yüzüne baktım. Herhangi bir yara yoktu. Buna sevindim. "Ne haldeyim görmüyor musun? Daha kaça bölünmem lazım Cihan? Savaşa gireceğim ama gitti, orada tekken bunu nasıl yaparım?"

 

Aklımdaki yine oydu. Hep o...

 

"Onu koruyacak silah bende, siz ortalığı sikin. Tahtların yanma zamanı."

 

Zamanı geldi... Ben yakıp yıkmadan sana gelmem meleğim... Sana geldiğim gün, mutlaka ikimizi de yakacak bir ateş benimle olur...

 

***

 

Rivayete göre geçmişte Kapadokya bölgesinde yaşayan devler, kızdıkları zaman insanlara alev dalgaları gönderir, böylece insanların yaşadıkları alanları yerle bir ederlermiş. Bu yüzden insanlar da onları kızdırmamaya çalışır ve alev dalgalarından korunmak için sık sık birlikte dua ederlermiş.

 

Bir gün periler ülkesinin padişahı buradan geçerken durumu fark etmiş ve yaşananlara çok üzülmüş. Perilerini yardıma çağıran padişah, onlardan bu durumu çözmelerini istemiş. Ardından devler ateş dalgası gönderdikçe binlerce peri de buraya kar ve buz atmış. Bu yolla devlerin güçlerini zayıflatıp yer altına kaçmalarını sağlamışlar.

 

Sadece bir dev gitmeyi reddetmiş, çünkü ona kar ve buz atan periyi görmeye devam etmek istiyormuş. Alevlerden oluşan dev, aşık olduğu perinin attığı buz ve karlar sonucunda yok olmaya yaklaşmış. Artık dayanacak gücü kalmamış. En sonunda peri dayanamayıp deve seslenmiş.

 

"Artık sona geldin, bir buz daha atarsam yok olacaksın. Neden gitmiyorsun?"

 

Dev gülümsemiş.

 

"Eğer gidersem aklımda senle ömür boyu yanacağım, o yüzden şimdi yok et beni... Ateşim buzda sönerse o zaman aşkıma kavuşurum... Sana kavuşmamın tek yolu sende yok olmak..."

 

"Bu hikâyenin sonu böyle miydi?" diye sordum. Sarı sıcak rüzgarın uçurduğu saçlarımı geriye attım. Çok uzamışlardı.

 

Yaşlı kadın gülümsedi. Uzanıp, şefkatini esirgemeden elimi tuttu. Bana olan sabrı yine had safhadaydı, her gün buraya gelip onu rahatsız eden ben değilmişim gibi baktı.

 

"Hayır, bu hikâyenin sonu senin içinde yüzdüğün yangının hikâyesi... Sende yok olan bir adamın hikâyesi..."

 

***

 

 

Bölüm : 28.02.2025 19:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...