
Seninle olduğum her anda sen olmayı öğrendim... Sensizlik demek benden geriye hiçbir şey kalmaması demek...
Sitare
***
Umut denilen şey neydi? Nefes alarak sabah gözlerini açmak mı? Ya da yalnız olduğunu sana unutturan bir sabah mı? Güneş doğarken ilk kez bu kadar umutsuzdum.
Gece polisler Asef'i gözlerimin önünde götürdüğü andan beri kendimde değil gibiydim. Alya'nın sakinleşmesi için uğraşmıştım, Ayşe babaanne haberi aldığı an yola çıkmış gelmek üzereydi. Deniz ve Cihan geceden beri ortada yoktu ve haber de vermiyorlardı. Diğer herkesle korumaların kuş uçurtmadığı koca evde nefes almaya çalışıyordum ama çok zordu.
Sabaha karşı diğerleri uyusa da ben uyuyamamıştım. Asef'in yatak odasına girerken elimdeki kahveden bir yudum daha aldım. Ayık kalmam gerekiyordu. Olur da uyuyup en ufak bir gelişmeyi kaçırırım diye çok korkuyorum.
Aylar olmuştu bu odaya girmeyeli. Ama her şey bıraktığım gibiydi. Asef'in kokusu tüm odaya yayılmıştı ve biraz olsun huzur bulmama neden olmuştu. Öndeki çalışma alanını geçip yatağının olduğu odaya girdim. Eskiden İtalya'ya gittiği zamanda ona kameradan yakalandığım anı hatırlayınca gülümsedim. İlk tanıştığımız zamanlar benimle uğraşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
Kahvemi komodinin üzerine bırakıp düzenli odaya dikkatle baktım. Elbise odasının girişinde yerde birkaç havlu vardı. Oraya ilerleyip yerden aldım, belli ki Ürgüp'e hızlı bir geliş yapmıştı. Ve ondan sonra odasına kimse girmemişti. Asef'in kokusu olan havluyu alıp dolaba koydum. Kapağı kapatmadan önce köşedeki gömlekler dikkatimi çekti. Kendi elbisesiydi ama diğerlerinden ayrı duruyordu.
Dikkatli şekilde baktığımda yüzüme çarpan gerçekle afalladım. Benim giydiğim gömleklerdi, silik de olsa hâlâ kokum vardı. Benden sonra yıkanmasına izin vermemişti. Ben onun yokluğunda kokusu yanımda olmadığı için acı çekerken o benden bir parça saklamıştı demek. Gömleğin tekini alıp yatak odasına geçtim. Asef'in siyahlarla örtülü yatağına oturup öylece boşluğa bakmaya başladım.
Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyorum ama kendimi çok çaresiz hissediyordum. Asef'in yanına gitmeliydim fakat gidince yapacak bir şeyim de yoktu. Kendi kendime düşünceler içinde boğuşup durdum. Sonunda da uykuya dalmıştım ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama telefon sesi ile aniden yerimden fırladım. Arayan kişi Deniz'di.
"Alo," derken sesim kısıktı. "Deniz her şey yolunda mı?"
"Eliza, siz iyi misiniz?"
"Biz iyiyiz Deniz, Asef nasıl? Neler oldu?" Sabırsız şekilde konuşurken ayağa kalkıp odanın içinde yürümeye başladım.
"Pek bir gelişme yok, avukat ordusu burada ama kanıtlar fazlasıyla sıkıntılı. Kafes dövüşü ayarlayan Ethem'i satın almışlar. Asef'in kimliğini açıklayıp itirafçı olmuş. Üstelik gece kulübünün altındaki sistem de tehlikeli olmak üzere. Bir yol bulmaya çalışıyoruz, ben seni duruma göre yine arayacağım."
Deniz, kumarhaneyi kast ediyordu. İçimde büyüyen sıkıntıyla nefes almak zor geliyordu. "Deniz, Asef'i görmek istiyorum. Nasıl olduğunu bilmem gerek." dedim ağlamaklı sesimle. "Bir yolu varsa söyle lütfen."
"Eliza, şu an pek mümkün değil. Kritik bir zamandayız, biraz sabret lütfen."
Telefon aniden kapanınca öylece bakakaldım. O kadar ciddi miydi durum? Asef gerçekten de masum insanları öldürmüş olabilir mi?
"Hayır yapmaz, Asef öyle bir şey yapmaz." dedim kendi kendime. Ona güveniyorum, ne kadar tehlikeli tarafı olsa da masum bir cana kıymaz asla. İçine düştüğüm buhrandan kapının açılması ile çıktım. Ayşe Hanım aylar sonra karşımdaydı. O her zamanki dik duruşu ve sert siması ile yanıma gelince ağlamam daha da şiddetli bir hal aldı.
"Güzel kızım benim," derken saçlarımı okşamaya başladı. "Ağlama sakın, çok özlemişim seni. Hep gelmek istedim yanına ama o mendeburun oğlu Asef izin vermedi."
Geri çekilip sert şekilde burnumu çektim. Onun bu konuşmasını özlemiştim. Tebessüm etmeye çalıştım.
"Hoş geldin Ayşe Sultan, dert etme sen. Kaç kez aradın zaten beni, hep yanımdaydın." Ara ara beni kontrol edip iyi olup olmadığımı sormuştu.
"Her zaman bir arada olmamız daha iyi olurdu güzel kızım. Asef'in kanatları her yere uzanamadı. Ah benim zavallı oğlum, bırakmıyorlar peşini. Şimdi, bütün akbabalar üşüşmek için fırsat kolluyor. Cihan gelmedi mi?"
"Hayır, kimseden ses yok. Beklemek zor geliyor, biz de gitsek olmaz mı?" diye sordum. Ayşe Sultan güçlü ve adamları olan biriydi, belki o daha rahat girerdi avukatların yanına.
Birkaç saniye dediğimi düşündü ama kaşları çatılmıştı. "Olmaz kızım, Asef gelmemizi isteseydi zaten bir yolunu bulurdu. Şimdilik burada birlikte kalmamız daha güvenli. Hadi gel diğerlerinin yanına gidelim, size bir kahvaltı hazırlatayım. Kendinize gelin, neler yapacağımıza bakalım."
Ayşe babaanne haklıydı, Asef bu kadar sessizse bir sebebi olmalıydı. Ama kimin ne sebebi olursa olsun benim de onu görmek için sebeplerim vardı. Çok özlemiştim... Seni her saniye daha çok özlüyorum Asef....
Kahvaltı hazırlanırken salonda oturuyordum. Ayşe Hanım, geldiğinde Alya uyuduğu için onun yanına sonra gitmişti. Şimdi onun odasındaydılar, Tolga da yanlarından ayrılmıyordu. Nehir geç uyuduğu için henüz uyanmamıştı. Doruk’un aldığı ilaçlar da geceden beri onu sersem etmişti. En kısa zamanda kendine gelmesi için dua ediyorum.
"Ne yapıyorsun tek başına?" Lavinya'nın sesiyle salona giren kadına baktım. Varlığına bir türlü alışamamıştım. Zaten kendisi de hem var hem yok gibiydi. Bazen herkesi kendi etrafında topluyor bazen de kimse onu görmüyordu.
"Pek bir şey yaptığım söylenemez." dedim. Koltuğa iyice büzüşmüş haldeydim. Lavinya karşımdaki koltuğa oturup ayak ayak üstüne attı.
"Peki ne yapmak istersin?" Rahat tavrı karşısında deli olabilirim.
"Senin Allah'ın cezası ikizinin ağzını burnunu kırmak istiyorum!" diye yükseldiğimde bunu bekliyormuş gibi güldü. "Komik mi?"
"Değil, sinirden gülüyorum. Ben de şu an senin istediğin şeyi istiyorum. Pusat'ın ağzına bir tane çaksam rahatlayacağım."
"Bence Pusat'ın yaptıkları ağzına bir tane çakmayla geçecek şeyler değil. Onun neler yaptığını biliyor musun?" Sesimdeki suçlayıcı ifade sadece Pusat’a değil Lavinya'ya da yönelikti. Ona bir türlü güvenemiyorum.
Lavinya derin bir nefes alıp verdi. "Biliyorum, başta ona engel olmadığım için ben de suçluyum. Ama bir gerçek var ki ona engel olmam mümkün değildi. Sadece yaptıklarının sınırı geçmemesi için uğraşmaya çalıştım. Ama yaptığım sadece boş bir çabaymıs, babamızı öldürdüğünü gördüğüm anda onun gerçek yüzüyle karşılaştım." Lavinya'nın yüzünde sahtelik yoktu. Gerçek düşüncelerini söylediği net şekilde anlaşılıyordu. "Eliza, onunla aramdaki bağ yıllarca ikimizi birbirine bağlı tuttu. Ama şu an tek istediğim bu bağın kopup, Pusat'ın hem kendini hem beni özgür bırakması. Yoksa daha çok acı çekeceğiz."
"Şu an onun yanında değilsin ama. Aylardır kopmadı mı bağ?" diye sordum. Aralarında ikiz olmalarına bağlı telepatik bağ falan mı vardı?
Lavinya buruk şekilde gülümsedi. "Pusat o bağın kopmasına asla müsaade etmez. Sadece bekler, aylardır bekliyordu ama harekete geçti. Beni almaya gelecek."
"Ne demek o? Nasıl olacakmış?" Olduğum yerde dikleştim. Pusat ile ilgili her şey delirmeme neden oluyordu.
"Asef boşuna tutuklanmadı. Belki bundan kurtulur ama biraz zaman alacaktır. Pusat ise dikkat dağıtıp beni almaya gelecek. Asef ve Cihan yokken bunu yapması daha kolay. O yüzden seninle bir şeyler düşünmek zorundayız. Ne de olsa Asef Arjen'in kadını basit birisi değildir diye düşünüyorum." Lavinya hızlı şekilde konuşurken ben şaşkınca onu dinliyordum. Söylediği her şey benim fark etmediğim şeylerdi.
"Ne yapacağız?" diye sordum. "Bizim Pusat ile savaşacak gücümüz var mı?" İçimde büyük bir öfke olsa da korkuyordum. "Üstelik Alya var, şu an onun de güvenliği tehlikede."
Lavinya beni onaylarcasına başını salladı. "O konuda haklısın, Alya için ekstra dikkatli olmak zorundayız. Plan yapmamız lazım."
"İlk önce Cihan’a ulaşmayı denesek." diyerek fikrimi söyledim. "Asef'in kendinden daha çok güvendiği kişi o."
"O yüzden olmaz zaten. Cihan şu an Asef'in kurtulması dışında bir şey düşünmez." Lavinya anında itiraz etmişti.
"Deniz fikir verir belki. Onu arayayım."
"Hayır Eliza, bu işi sadece kendi adamım ile halletmem lazım." Lavinya telefonunu çıkarıp birisini aradı. "Alo, Sedat neredesin?'' Birkaç dakika karşıdaki kişiyi dinledi. Kaşlarını çatması pek de iyi şeyler duymadığını gösteriyordu. "Bu gece olacağına emin misin? Seni de şaşırtma ihtimali var ama sadece sen geleceksen olur." Bir süre daha karşıdaki kişiyi dinleyip telefonu kapattı.
"Neler oluyor?" Sabırsız şekilde sordum.
"Tahmin ettiğim her şey çıktı. Pusat bu gece beni almaları için adam gönderecek." Lavinya'nın bunu sakin söylemesine şaşırdım.
"Normal bir şey mi bu şimdi?" diye sordum.
"Dedim zaten sana, Asef'in tutuklanmasının nedeni şu an için benim buradan alınmam. Ama bu sizin de tehlikede olmanız demek. Alya ve senin güvenliğinden emin olacağımız bir plan yapmamız lazım."
"Peki az önce konuştuğun kişi güvenilir mi? Ne yapacaklarını söyledi mi?" Benim için şu an kimse güvenilir değildi.
"Güvenilir ama Pusat'ın herkesi şaşırtmak için ters köşe yapma ihtimali yüksek. O yüzden biz de ona göre davranmalıyız. Sizin buradan gizlice çıkmanız gerekiyor." Lavinya ayağa kalkınca ben de kalktım. Vücudumdaki adrenalin artıyordu.
"Asef ile konuşmadan bir şey yapmak istemiyorum. Tek ben olsam sorun değil ama Alya var. Bu çok riskli."
Lavinya'nın beni onaylamaz ifadesi canımı sıkıyordu. "Asef ile konuşman her şeyi daha da tehlikeli hale getirir. Etrafta Pusat'ın adamları var, kimsenin plandan haberi olmamalı. Sedat’ın söylediğine göre gece olmadan harekete geçecekler. Asef'in suçsuzluğunu kanıtlaması uzun sürer. O yüzden bizim gizlice ve gayet doğal şekilde ayrılmamız lazım."
"O nasıl olacak? Hem doğal hem gizli..."
Lavinya tek kaşını kaldırıp gülümsedi. "Kaçıyor gibi görünmeden kaçmak tatlım. Çünkü şu an evdeki korumalardan birisi Pusat'ın adamı."
Korkuyla gözlerim büyüdü. "Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Az önce Sedat söyledi. O da yeni öğrenmiş, daha doğrusu adam yeni sızmış. Sen Ürgüp’teyken o da yeni koruma olarak işe girmiş."
İçimdeki korku yerini öfkeye bıraktı. Şu an aklımda sadece Alya'nın güvende olması vardı. Ve Pusat'ın cezasını bulması için her şeyi yapabilir gibiydim.
"Ne yapıyoruz şimdi?" diye sorduğumda Lavinya gülümsedi. Çünkü ifadem değişmişti. Az önceki halime kıyasla daha cesurdum.
***
"Sonra ben de dedim ki, seni o dananın götüne sokarım. Sonra bir daha çiftliğe gelmeye cesaret edemedi." Ayşe babaannenin sözlerine gülümsedim. Kahvaltıya oturduğumuz andan itibaren biraz olsun kafamızı dağıtmak için her şeyi yapmıştı. Kimsede iştah yoktu ama beklemek dışında yapacak hiçbir şey elimizden gelmiyordu. Şimdilik...
"Ayşe Sultan, bu bakış açın ve yöntemlerin bana birisini hatırlatıyor. Kendisi de bu konularda çok başarılı." Tolga ağzına büyük bir lokma koyup imayla bana baktı. Asef’i kast ettiğini fazlasıyla açıktı. Ama benden önce cevabı Ayşe babaanne yapıştırdı.
"Asef ile beni karıştırma. Seni de münasip bir yere sokmadığına göre benden insaflı. Alya'ya dua et."
Tolga asılan suratı ile Alya'ya baktı. "Mavişim bana haksızlık ediyorlar."
"Üzülme Tolga, abim seni seviyor. Sadece biraz abilik dürtüsü var o kadar." Alya'nın aklı da benim gibi Asef'teydi ama her zaman olduğu gibi olgun durmaya çalışıyordu.
"O adamın birisini sevebileceğini pek sanmıyorum. Sanki sadece öfkeden ibaret gibi dolanıyor, her an patlayacak gibi. Karım ile de beni çok rahatsız ediyor." Doruk'un masum serzenişine sadece gülümseyerek karşılık verdim. Bugün sanki daha durgundu. Bazı değişmeler yaşıyor gibiydi.
"Doruk, seni de dananın götüne sokup çıkarsak aklın başına gelir." Ayşe babaanne her zamanki gibi acımasızdı. Gerçi bunu şaka yollu söylemişti ama.
"Aklım başımda benim Ayşe nine." dedi Doruk. Aklı birazdan gerçekten gidebilirdi.
"Bana nine dediğine göre aklın bayağı götünde senin. Nerem nine benim?! Nine senin ebendir!"
Ortam daha da gerilecekken Lavinya aniden elindeki bardağı masaya bıraktı. "Evet herkes sakin olabilir mi kimseyi bir şeyin götüne sokmuyoruz ya da yaş sendromuna girmiyoruz, girmesi gereken birisi varsa o da Asaf deccali. Orta yaşlı olan kendisi, o da burada olmadığına göre herkese bir fikrim var. Ortam çok gergin, bence bir yerlere gidip herkesin sakinleşmesi gerekiyor."
Lavinya'nın sözlerini dinledikten sonra yavaş yavaş harekete geçeceğimizi fark ettim, bakışlar ona dönmüştü. Böyle bir ortamda neden böyle bir şey söylediğini merak ediyorlardı.
"Bence de, aslında bir yerlere gidebiliriz hep beraber." dedim.
"Bana bak zilli sen yine Asef Bey abiden mi kaçmaya çalışıyorsu" Tolga'nın salak çıkışına dönüp baktım.
"Salak salak konuşma Tolga, fark ettiysen hep beraber dedim."
"O zaman sen bizi de kaçırmaya çalışıyorsun!"
Elimdeki bardağı sıkarken delirmek üzereydim, şu an yapmamız gereken bir şey varken saçma sapan konuşan Tolga' delirmeme sebep olabilirdi. Ama imdadıma Ayşe babaanne yetişti.
"Haklısınız elimiz kolumuz böyle oturacağımıza kalkın Edirne'ye gidelim."
Aklıma bu gelmemişti ama bir yandan da bir yer adı şu an için ihtiyacımız olan bir şeydi. Lavinya ile göz göze geldik. Aradığımız fırsat buydu.
"Ama abim gittiğimizi duyarsa çok üzülür o şu an ne ile uğraşıyor? Sizce bu doğru olur mu?" Alya'nın sesi hüzünlüydü.
Ah be güzelim seni korumak için bunları yaptığımı bir bilsen...
"Merak etme canım ben Deniz'i arayıp bir şekilde onay vermesini sağlayacağım. Abin de bundan memnun olabilir." dedim.
"Deniz'e bugün hiç ulaşamadım." dedi Nehir. "Telefonu ya meşguldü ya da kapalıydı. Sizce bir sorun var mıdır?"
Bunu ben de bilmiyordum Deniz'e ulaşamamasının nedeni ne olabilirdi ki? Hiçbir şeyden haberimin olmaması çok fazla sinirlerimi bozuyordu ama bildiğimiz bir şey varsa o da bugün malikaneden çıkıp uzaklaşmamız gerekiyordu. En azından belli bir süre.
"Asef için endişe etmeyelim, o eli kolu bağlı kalacak birisi değil. Biz yola çıkalım, göreceksiniz arkadan o da gelecek." Ayşe babaanne bundan eminmiş gibi konuştu. Hatta bana imalı şekilde bakınca bir şeyler anlatıyor gibiydi.
"O zaman Edirne'ye gidiyoruz, kalkıp hazırlık yapalım. Belki oranın havası Cihan'a iyi gelir de bana olan inadı kırılır." Lavinya ayağa kalkıp bekledi. Ben de aynı şekilde beklemeden kalktım. Ama yüzümdeki endişe fazlasıyla belliydi. Lavinya bunu anlayınca gözlerini yumup açtı, güven vermek istiyordu.
"Sürekli bir yerlere gitmekten yoruldum." Tabi ki şikayet eden Doruk’tu. Onun bu hali beni fazlasıyla üzüyordu ama yapacak bir şey yoktu. "Hepiniz gidin ben karımla baş başa kalmak istiyorum." Şu an üzgün halim kendini öfkeye bıraktı. Gerçekten de kafasına bir şey atacağım artık.
"Doruk, evladım hadi gel sana çiftlikteki danaların bu mevsimde nasıl tepiştiklerini göstereyim." Ayşe babaanne benden önce davranıp Doruk’un kolunu tuttu. Ne kadar şikayet etse de Ayşe babaanne onu dinlememişti.
"Aslında danakların çiftleşme ritüelini izleyebiliriz." Tolga'nın sözleri üzerine Alya kafasına bir tane geçirdi.
"Daha önce de aslanların çiftleşmesini izledik ama sen daha beni öpmeyi bile beceremedin."
"Mavişim amacımız o mu? Ben sadece doğaya meraklıyım, ayrıca Asef Bey abinin kurt merasimine eşlik etmek istemiyorum." Tartışarak salondan çıktılar.
Herkes salondan çıkarken Lavinya ile ben kalmıştım.
"Ben şimdi hazırlık yapayım, sen de gerekli şeyleri hazırla. Tamam mı canım?" Sesimizi birilerinin duyacağını düşündüğü için açık konuşmadı. Ama kast ettiği şeyi anlamıştım. Başımı sallayarak onayladım. Lavinya da çıkınca tek kalmıştım. Tereddüt hissettiğim anda duyduğum sesle kalbim tekledi.
"Eliza Hanım," Özgür burada ne arıyordu?
"Özgür, Asef iyi mi? Bir şey mi oldu? Sen neden onu kurtarmak için yanında değilsin?"
"Endişe etmeyin Eliza Hanım, önemli bir görev için buradayım. Asef Bey sizinle konuşmak istiyor."
"Ne? Nasıl?" Şaşkınlık ve sevinç içinde kalakaldım. Ben Deniz’e ulaşmaya çalışacakken, direkt Asef ile konuşabilecek miyim?
"Özel bir sistem sayesinde. Bu kulaklığı takın, önce rahatsız edici bir ses gelecek ama sonra geçecek." Özgür'ün uzattığı siyah kulaklığı aldım. Biraz farklıydı, alt kısımdaki metal uzantı üzerinde minik bir ışık vardı. Beklemeden kulağıma taktım. Aynı anda yüksek sesli bir cızırtı rahatsız etse de hemen geçmişti.
"Meleğim..."
Aynı saniye kulağıma dolan sesle adımlarım geriye gitti. Elim kalbimin üzerindeyken salonun cam duvarı önüne yürüdüm.
"Asef sen misin?"
"Kim olmasını isterdin yavrum?"
"Gerçekten sensin, nasılsın? Neler oluyor? Hiçbir şey bilmiyorum, çok korkuyorum." Sesimin titremesine engel olamıyordum. Güçlü olmaya çalışsam da Asef'in sesini duyunca tüm gardım düşmüştü.
"Sakin ol güzelim, boşver bunları şimdi düşünme. Sadece sesini duymama izin ver."
Asef’in kendinden emin korkusuz sesini duymak biraz olsun içimi rahatlatmıştı.
"Nasıl düşünmem Asef? Bu kadar tehlikeli bir ortamın içinde sen yoksun."
"Ne tehlikesi? Bilmediğim bir şey mi var? Cihan sürekli tetikte, herhangi bir sorun olsa bilirim."
Şu an çok dikkatli olmam gerekiyordu. Yanlış bir şey söylemem planı mahvederdi. Asef'in şüphelenmemesi gerekiyordu.
"Kast ettiğimi sen de biliyorsun. Ürgüp’te yaşadığımız saldırıyı hatırla, sence her zaman tehlike yok mu?"
"Evet var, bir savaşın içinde olduğumuz doğru. Ama korkma tüm güvenlik önlemleri alındı, siz sadece gelmemi bekleyin."
Şimdi tam zamanıydı. Biraz cilveli ses tonu kullanmak kesinlikle işe yarayacaktır. Yani umarım, tek güvencem Asef’in yüksek libidosu. "Asef," derken en cilveli sesimi kullanmış oldum. Karşıdan gelen öksürme sesi bunda başarılı olduğumun işaretiydi.
"Yavrum, emret."
"Ben diyorum ki, seni İstanbul'da değil de Edirne'de bekleyelim." Hala cilveli sesimi korumaya çalışıyorum. Bunu yapmak gerçekten de benim için zormuş.
"O nereden çıktı? Babaannem yeni gelmedi mi zaten? Ne işiniz var Edirne'de?"
Asef ufaktan şüphelenmeye başlamıştı. Aklını dağıtacak ve ona çok mantıklı gelecek bir şey bulmam gerek. Birkaç saniye kendime düşünme fırsatı verdim ve bulduğum şey fazla saçmaydı.
"Ayşe Sultan'ın çiftliğindeki danaların çiftleşme mevsimiymiş. Ama babaannen olmadan yapamıyorlarmış. Üstelik komşu çiftlikteki diğer danalar Ayşe babaannenin ineklerine göz koymuş. Senin için buraya gelse de babaannen çok huzursuz. En iyisi hepimiz korumalar eşliğinde Edirne'ye gidelim, sen de serbest kalınca hemen gelirsin." Nefes bile almadan konuşup Asef'i bekledim. Hayatımın en saçma konuşmasıydı. Kesinlikle hem de..
"Çiftleşme mevsimi mi?" Asef'in o kadar kelime arasından sadece bunu seçmesi karşısında şok geçirebilirdim.
"Sadece buna mı takıldın?" diye hayretle sordum.
"Hayvanların bile çiftleşmek için belli zamanları var. Ya biz! Olur da ömür boyu hapis yatarsam sevişmeye hiç zamanımız olmayacak, göze alıyor musun?"
Bu adamın bitmeyen libidosu karşısında gerçekten şaşırıyorum.
"Neden ömür boyu hapis yatıyorsun Asef? Eğer öyleyse bilelim, mapus yolu gözleyemem. Gençliğimi heba edemem." Kafasını başka yöne çekmek için aklıma gelenleri şeyleri söylemiş bulundum. Ama sanırım yanlış bir noktadan giriş yapmıştım.
"Ne demek heba edemem!? Ya ne yapacaksın? Söyle de bilelim Eliza Hanım! Attırma kafamı benim! Toplanın hemen Edirne'ye gidin, en kısa zamanda yanınıza gelip bu sözlerinin hesabını sana soracağım."
"Kızma hemen, şaka yapmıştım. Neşelen diye," derken istediğimi aldığım için rahatlamıştım.
"Çok güzel neşelendim, daha çok neşemi siktin. Ayrıca o Doruk’un yanına yaklaşmasına izin verme! Yoksa onu babaannemin çiftliğindeki dananın götüne sokarım!"
Tolga haklıydı, Asef gerçekten de babaannesine çok benziyordu. "Tamam canım, merak etme. Seni bekleyeceğim."
Derin bir nefes alma sesi geldi. Ardından ise özlemini çektiğim o ses ulaştı kulaklarıma.
"Canın mıyım gerçekten?.."
"Taa içisin..."
Ve son sözüm bu oldu. Kulağıma dolan cızırtı ile ses kesilmişti. Arkamı dönünce yaklaşan Özgür'ü gördüm.
"Belli bir zaman ayarı vardı. O dolunca kendini direkt kapatan bir sistem." Özgür açıklama yaparken kulaklığı çıkarıp uzattım.
"Teşekkür ederim Özgür, bu kadar konuşmak da yetti." Söylediğim doğruydu. Asef'in sesini duymak çok iyi gelmişti. Sanki görünmez bir güç yüklenmişti.
"Evden çıkışınızda takip edilebilir arabalara bineceksiniz. Orman yolundaki ayrımda aynı renk ve model araçlar sizi bekliyor olacak. Siz gizli bir yerde beklerken o araçlar yola çıkacak. Bu sayede takip edilme riskiniz olmayacak."
Özgür'ü dinlerken şaşırmıştım. "Kim planladı bunu, gidişimize bile yeni karar verdik."
"Şimdi planladım, gidişiniz en güvenli şekilde olmalı. Ben şimdi kafes video görüntülerini emniyete teslim etmeye gidiyorum. Siz de dikkatli olun."
"Bir dakika Özgür," derken Özgür'ün önüne geçtim. "Eğer o görüntüleri teslim edersen Asef suçlu olmaz mı? Neden bunu yapıyorsun?"
"Hayır Eliza Hanım, aksine suçsuz olduğunu kanıtlayacak." Özgür bunu söylerken gergindi. Bilmediğim şeyler vardı ve bu çok huzursuz hissettiriyordu. "Şimdi gitmem lazım, siz de acele edin."
Salonda tek kalmıştım. Bir şeyler yapmak ilk kez çok zor geliyordu. İçimde büyük bir sıkıntı vardı.
**
Çantamı almadan önce bir kez daha son bir saattir yaptığım gibi odanın içinde yürümeye başladım. Araçlar hazırdı ve herkes benim inmemi bekliyordu. Lavinya ile az önce yine konuşmuştuk. Özgür'ün dediği gibi araç değişimi yapıp devam edecektik. Araçları ise Tolga ve Lavinya kullanacaktı. Bu yüzden içimizdeki ajan her türlü dışarıda kalacaktı. Önden gelecek olanlar Ayşe babaannenin korumalarıydı. Diğerleri öncelikli olarak malikanede kalacaktı.
Artık inmem gerekiyordu ama yapmam gereken bir şey varmış gibiydi. Bunu düşünürken karşı duvarda gördüğüm şeyle duraksadım. Uzun zaman önce bana yol gösteren pusulayı hatırlayınca yüzümde buruk bir tebessüm oldu. O gün de yalnızdım, tek başıma koşmak zorunda kaldığım bir savaşın ortasında kalmıştım. Bugün de yalnızım, Asef olmadan Alya'yı korumak için kaçmak zorundayım. Kolyeyi boynuma takıp sırt çantamı aldım. Hazırdım ve bugün kazanan ben olacaktım.
Bahçeye indiğimde diğerleri de hazırdı. Ama ufak bir tartışmaya tutuşmuş gibiydiler. Doruk herkesten uzakta biraz dalgın şekilde izliyordu önündeki manzarayı.
"Alya neden seninle geliyor sert kadın? Mavişim olmadan tüm yolların bana ne kadar acı vereceğini ve sonsuz bir kedere düşeceğimi bilmiyor musun?" Tolga, Alya'nın kolunu mengene gibi tutmuş bırakmaya pek niyeti yok gibiydi.
"Bak tatlı çocuk, seninle gelmeme sebebi tam olarak bu yüzden. Alya yanında olunca dikkatin daha çok dağılıyor, o yüzden senin yanında değil benim ve Eliza'nın yanında gidecek. Uzatma yoksa o kısa boyunu uzatırım senin." Lavinya umursamadan Alya'nın çantasını gideceğimiz araca attı. Alya ise bir Tolga’ya bir Lavinya'ya bakıyordu.
"Benim boyum kısa değil, bir yetmiş sekiz tamam mı?" Tolga'nın öfkesi yön değiştirmişti. Şimdi buna fena takardı.
"Yani şimdi uzun mu oluyorsun sen? Cihan'ın boyu bir doksan sekiz, peki o ne oluyor?" Lavinya düşünceli şekilde çenesini tutup Tolga’yı baştan ayağa süzdü. Bu da onu daha çok öfkelendirmişti.
"Koca bir aygır oluyor! O boyda adam mı olur? Erkek dediğin bir seksen beşi geçmez, bunlar hep şov! Ayıp ya! Türkiye'nin erkek boy ortalaması bir yetmiş beş üstelik, ben her türlü standartın üstündeyim." Tolga'nın isyanını bıkkın şekilde izliyorduk.
"Tolga, saçmalamayı bırakıp arabaya geçsen olur mu?" Nehir, elindeki telefona bakarken arabaya geçti. Aklı hala Deniz'deydi sanırım. Benim aklımın Asef'te olduğu gibi...
"Tolga," Alya cilveli şekilde Tolga’ya sırnaşınca bizim oğlan çoktan erimişti. "Sen kısa değilsin, çok hoşsun. Siyah dalgalı saçların, siyah zeytin gibi gözlerin, çelimsiz vücudun ve tatlı hallerin... Harika birisin benim için..."
"Çelimsiz vücudum mu?" Tolga bu kısmı pek anlamamıştı sanırım. Ama Alya anlamasına izin vermedi.
"Çok hoş bir vücut biçimi, doğal olarak sahipsin ve asla abimler gibi kendini spora adayıp ayı gibi bir vücut yapmana gerek yok. Hadi artık gidelim." Alya'nın sözlerine eş yüz ifadesi fazla emir vericiydi. Bunu da Tolga'nın anlaması için mavi gözlerini büyükçe açmıştı.
Tolga sersemlemiş halde sırıtıp öndeki araca doğru yürümeye başladığında Alya'nın hedefine ulaştığını anladım. Yıllardır tanıdığım arkadaşım başka bir adama dönmüştü.
"Beya, bu oğlan ne kadar da temiz. Alya kızım, tam hayalimdeki damat. Aferin sana." Ayşe babaanne memnun olmuş şekilde arabaya yürürken Alya da kıkırdıyordu.
"Sen çok fenasın," diyerek Alya'ya takıldım. Omuzlarını indirip kaldırarak daha çok gülmüştü.
"Ben seninle geliyorum." Hemen ardımda hissettiğim Doruk'la yönüm ona döndü. Bakışları sertti ve yüzü huzursuzdu. "Tek kelime etme."
"İyi misin? Sabah ilacını aldın değil mi? Rahat edersin diye Tolga ile gel diyecektim." Alya için endişe ederken Doruk için de kaygı duymak istemiyordum. Onu her şeyden uzak tutmak hafızası için daha faydalıydı.
"İyiyim, herhangi bir sorun yok. Seninle geliyorum." Sert bakışlarını takip edince Lavinya'ya baktığını gördüm. Onu bu kadar huzursuz eden neydi anlamıyordum. Ama bir şey demeden onunla arabaya ilerledim. Ben öne geçerken o da Alya'nın yanına oturmuştu.
Nihayet arabalara bindiğimizde arkamızda sadece Ayşe babaannenin korumaları vardı. Planladığımız gibi Asef'in korumaları daha sonra gelecekti. Bu sayede biraz zaman kazanmış olacaktık. Özgür’ün verdiği koordinatlarda araç değişimi yapıp farklı bir yoldan devam edecektik.
Çok hızlı değildik, gün batımında araç değişimi yapacağımız yere gelmiştik. İlerde duran araçlar, arabaların aynısıydı. Asef’in korumaları bizden on dakika sonra yola çıkmış söylediğimiz mesafede geliyorlardı. Değişim için çok vaktimiz yoktu. Ayşe babaannenin korumaları etrafımızı sarıp bizi gizledi.
"Önce Tolgalar araç değişimi yapsın. Aynı anda inmeyelim, onlar yola çıktığı anda hızlı şekilde biz de araç değişip yola devam ederiz." Lavinya'nın teklifi pek mantıklı gelmemişti. Aynı anda hareket etmemiz daha iyiydi.
"Beraber hareket edelim. Zaman kaybı olmasın." dedim.
"Esas o şekilde zaman kaybı olacak. Tolga şimdi Alya'nın yanına gelmek onu görmek için diretecek. Asef'in korumaları bize ulaşmadan yeniden yolda olmamız gerek. Eski araçlar da buradan uzaklaşacak." Lavinya'nın sözleri doğru gelmişti. Tolga’ya güven olmazdı.
"Tamam haklısın, Nehir'e mesaj atıyorum şimdi." derken hızlı şekilde mesaj yazıp attım. Biz kenara geçip durduğumuzda Tolga da durdu. Ama Lavinya'nın sözleri doğru çıkmıştı. Tolga'nın ilk yaptığı olduğumuz araca atılmak oldu. Tabii bu girişimi Nehir'in kafasına ve Ayşe babaannenin de bastonu ile kalçasına vurmasıyla engellenmişti. "Gerçekten inanılmaz bir çocuk."
"Tolga! Lütfen biraz daha dayan, az kaldı kavuşacağız!" Alya dramatik şekilde cama yapışıp bağırdı. Gerçekten de ikisini anlamak çok zordu.
"Bu yüzden istemedim işte." Lavinya ben dedim der gibi bakıp ikisini gösterdi.
"Haklısın, dramatik film çekiyorlar sanki." Tolga'nın nihayet araca binmesiyle hareket etmişlerdi. Onlar yola çıkınca ben de elimi kapının koluna attım. "Hadi biz de acele edelim. Alya bekle canım, senin koluna girip yardım edeyim."
"Eliza," Alya'nın korkuyla kısılan sesini duyunca kapıyı açmayıp arkama baktım. Gerçek olması mümkün olmayan bir görüntü vardı.
Doruk elindeki silahı Alya'nın başına tutmuştu. Alya korkuyla olduğu yerde donup kalmıştı.
"Ne yapıyorsun Doruk?" Öfkeyle öne atılmak istedim ama Lavinya kolumu sertçe tutmuştu. Bu defa ona baktım. Onun da elinde silah vardı ve bana doğru tutuyordu. "Ne- neler oluyor? Delirdiniz mi?!" Bağırıp Lavinya'nın tutuşundan kolumu kurtarmaya çalıştım. Ama çok sert tutuyordu.
"Sessiz ol, artık yapacak bir şey yok. Alya'nın iyi olmasını istiyorsan dediklerimi yapmak zorundasın." Lavinya'nın soğuk yüzüne bakarken büyük bir gerçekle yüzleştim.
"Sendin, içerideki hain sendin. Aylardır herkesi kandırdın." Sözlerim Lavinya'nın ifadesini değiştirmemişti. Buz gibi bir yüzle bana bakıyordu.
Ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Ama en çok da Alya için endişe ediyordum. Büyük bir öfkeyle Doruk'a baktım. "Çek o silahı! Kafayı mı yedin? Hafızan yanlış mı geldi? Kim olduğunu da mı unuttun?"
"Hafızam hiçbir zaman gitmedi, hep benimleydi." Doruk'un sözleri ile beynimden vuruldum. Şimdiye kadar yalan mı söylüyordu? Neden?
Benim için ölüme atlayan adam neden bunu yapıyordu? Lavinya'nın mı planıydı?
"Eliza," Alya korkuyla giden araçlara bakıyordu. Tolga gittikten sonra içinde olmamız gereken araç bizsiz gitmişti. Ve korumalar bunu görmeden ilerlemiş, gözden kaybolmuştu. Onlar da mı Lavinya'nın adamlarıydı? Şimdi bizim arkada olduğumuzu düşünüp endişe etmiyorlardı. Elime telefonumu alacakken Lavinya uzanıp aldı ve dışarı attı. Aynı şeyi Doruk da Alya'nın telefonuna yapmıştı.
"Seni gebertirim!" diye bağırıp Lavinya'nın üzerine atıldım. O an elindeki silah umurumda dahi olmamıştı. Ama arkadan gelen silah sesiyle olduğum yerde donup kaldım. Korkuyla başımı çevirip arkaya baktığımda Alya'nın başını elleri arasına almış titrediğini gördüm. Silahı sıkan Doruk'tu, camı delip geçen kurşun yerine bakıyordu. Belli ki o da şoktaydı, silahı yanlışlıkla ateşlemiş gibi davranıyordu.
Neler oluyor Allah aşkına!?
"Kimse hareket etmiyor! Bir şeyin de içine sıçmayın!" Lavinya öfkeyle bağırıp arabayı çalıştırdı. Hızlı şekilde orman yoluna giren araba çoktan gözden kaybolmak üzereydi.
"Acaba her şeyin içine sıçan kim!? Ama en çok kendi aklıma sıçayım! İçimde bir yerde sana güvenmiyordum zaten, neden inandım ki sana?!" Öfkeyle bağırırken Lavinya beni dinlemiyor gibiydi. Arkamı dönüp hala şokta olan Doruk’un kafasına vurdum. "Uyanınca demek beni karın sandın!? Demek hafızanı kaybettin!? Ne zamandan beri Pusat'ın adamısın sen de?!" Vuruşum onu kendine getirmişti. Gözlerini kocaman yapıp şaşkın şekilde bakışı garipti. "İkinizin de sonu olacağım! Bekleyin siz!"
"İki dakika sus!" Lavinya da benim gibi bağırıyordu.
"Kes sesini! Esas sen sus orospu!" Lavinya bu defa hayretle bakmıştı. Ama bunu fazlasıyla hak ediyordu.
"Sen bana orospu mu dedin?"
"Evet dedim! Hatta sürtük! Kaltak! Hain bir yılansın sen!"
"Bu dediklerini unutma sakın! Küçük civciv, çok korktum gerçekten." Lavinya'nın alaylı sözlerine çıldırabilirdim ama kendimi tuttum. Sakin olmam gerekiyordu. Alya'yı korumak zorundaydım. Arkamı dönüp ona baktım ama sakin şekilde önüne bakıyordu. Galiba hâlâ şoktaydı ve tepki veremiyordu.
"Korkma tamam mı? Hiçbir şey olmayacak, halledeceğim ben." dedim ama bunu nasıl yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Çünkü fazlasıyla korkuyordum. Alya sadece başını salladı. Yüzümü Doruk'a çevirince elindeki silahın yere doğru baktığını gördüm. Üzgün gözlerle bana bakıyordu. "Neden yaptın bunu? Ölümden döndün, aylarca komada kaldın sen. Şimdi neden böylesin?"
"Hâlâ beni bıraktığın yerdeyim."
Doruk’un sözlerine anlam veremedim. "Ne demek istedin?" diye sordum ama arabanın aniden durması ile önüme döndüm. Ormanın içinde ıssız bir yerdeydik. Gün çoktan kaybolmuştu ve tam olarak nerede olduğumuza dair hiçbir fikrim yoktu. Bakışlarım yanımdaki haine döndü. "Şimdi ne halt ediyorsun?"
"Sizi vereceğim kişi karşımızda."
Bakmaya korkuyordum ama başka çarem yokmuş gibiydi. Ne kadar kaçarsam kaçayım yine ona yakalanacakmışım gibi... Pusat tüm kabuslarımda olduğu gibi bana bakıyordu. Yutkundum ama dik duruşumu bozmadım. Yapmam gereken ve korumam gereken birisi vardı. Güçlü olmak zorundaydım.
"Alya'yı bırak, sadece ben." dedim dişlerimin arasından.
"Eliza, hayır. Bunu yapamazsın." Alya ağlıyordu. Dönüp ona baktım, yüzündeki endişe ve korku fazlasıyla açığa çıkmıştı. "Beni yalnız bırakma."
Yapamazdım. Asef'in canından parçayı korumak zorundayım. "Alya arabada kalacak." Kelimelerin üzerine bastırarak konuştum. Gözlerimle Alya'ya kesin talimat vermeye çalıştım. Arabada kalmalıydı. Bunu sağlarsam onu belki koruyabilirdim.
"Buna karar verecek kişi ben değilim. Kendisine sorarsın." Lavinya arabadan inince Doruk da indi.
"Sakın arabadan inme, dediğimi yap Alya. Lütfen dediğimi yap." Sert şekilde konuşurken Alya'nın ağlamasına dayanamıyordum ama başka çarem yoktu. Hızlı şekilde arabadan inip kapıyı kapattım. Aracın aniden kapılarının kilitlenmesini Lavinya yapmıştı. Göz göze geldiğimizde kaşlarını çatıp başka yöne bakmıştı.
"Güzel Eliza..."
Zihnimden silmek için her şeyi yaptığım ama başaramadığım o sesi duymak beni dağıtmaya yetmişti. Dizlerim titrerken dik durmaya çalışmak çok zordu. Zihnimde, bana yaşattığı her şey çok tazeydi. Ondan öyle çok nefret ediyordum ki...
"Yeniden seni görmek çok güzel, sen de öyle düşünüyorsun değil mi?" Yanıma yaklaşması ile bir adım geri attım. Üzerinde yoğun vanilya kokusu vardı ve midem anında alt üst olmuştu. Bilerek yapıyordu. "Galiba özlemedin?"
"Ne kadar iğrenç bir yaratık olduğunu mu duymaya çalışıyorsun?" Tiksinerek söylediğim şey onu güldürmüştü.
"Yaratık mı? Uzaylı gibi mi?" Lavinya'ya bakıp kahkaha attı.
Pislik herif!
"Duyuyor musun canım kardeşim? Yaratık dedi bana, kalbim çok kırıldı."
Lavinya'nın yüzü, Pusat’a bakarken fazlasıyla boştu. "Hadi Pusat, dediğini yapıp ikisini de sana getirdim. Daha fazla uzatma, Asef anlarsa kaçacak zamanın olmaz."
Hain orospu!
"Evet, ikiniz de çok yardımcı oldunuz. Özellikle Doruk, abin için böyle bir fedakarlık yapacağını biliyordum. Sen komadan uyanınca çok sevinmiştim. Üstelik beni vurduğun halde..."
Doruk’un tüm vücudu titriyordu. Sanki kendinde değil gibiydi. Korktuğu için mi böyleydi? "Bırakacak mısın onları?"
Kimden bahsediyordu?
"Tabi ki, sen bu kadar özveri göstermişken ben de aynısını yapacağım. Ama ilk olarak sadece işkenceyi durdururum. Cici aileni daha sonra serbest bırakırım."
Ailesini mi rehin almış? Pusat'ın asla sınırı olmuyordu, baştan ayağa kötülüğün ta kendisiydi. Doruk'u tehdit etmişti, çaresiz bırakmış olmalıydı.
"Bitecek mi artık?" Lavinya'nın öfkeli sesiyle ona baktım. O çaresiz değildi, kendi isteği ile ikizine yardım etmişti.
"Bitecek güzelim, merak etme. Bugün Asef’in en değerli iki varlığını tamamen alıyorum. Ama küçük kız neden arabada? Yürüyordu artık diye hatırlıyorum." Pusat, arabaya doğru gidecekken önüne geçip bağırdım.
"Ondan uzak dur! Ne hesabın varsa benimle gör! Alya'ya yaklaşmayı aklından geçirme!"
Bana öyle korkunç şeyler yaşatmıştı ki, Alya'nın öyle bir durumda kalması demek gerçek olamayacak bir şeydi. Olamazdı, olmamalıydı...
"Hesabımın büyük kısmı başkasıyla güzel Eliza. İkiniz de o yüzden bana lazımsınız. Ama tabi ki sana yaklaşmayı tercih ederim..." İğrenç elini kaldırıp yüzüme dokunmak istedi ama geri çekilerek buna izin vermedim.
"Bu defa izin vermem Pusat. Ne bana ne de Alya'ya dokunmana izin veririm!"
Düşünmeden boynumdaki kolyenin ucunu ağzıma alıp tüm gücümle üfledim. Nerede olduğumuzu bilmiyordum ama Asef'in kurtlarının bizi bulacağını biliyordum. Çıkan tiz ses karşısında herkes duraksadı. Ne olduğunu anlamadılar bile. Pusat kaşlarını çatmış bana bakarken nefesim bitmişti. Kolyenin metal ucu ağzımdan düşüp boynumda sallanmaya başladı.
"Az önce ne yaptın? Saçma bir müzikti haberin olsun." Pusat etrafına bakıp bir baş hareketi yaptı. Ağaçların ardından çıkan adamları görünce içimdeki korku büyüdü. Tüm adamlar silahlıydı, kurtlara zarar verirlerdi. Alya'yı korumak pahasına kurtların ölümüne neden olacağım.
"Ölmen için dua ettim." dedim. Adamlardan birisi Alya'ya doğru yaklaşıyordu. Engel olmam lazımdı ama elim kolum bağlı gibiydi.
"Değişik bir dua şekliydi, kabul olmayabilir." Pusat gülerken o ağzını kırmak istiyordum.
Ve tüm düşüncelerimi, aylar önce duyduğum o tanıdık ses böldü.
Kurtların öfkeli hırıltısı... Geldiler... Kral'ın Kurtları...
Herkes çevremizi saran üç büyük kurda korkulu şekilde bakarken, ben kendimi ferahlamış hissediyordum. Birazdan beni parçalayacak olsalar bile içimde büyük bir huzur vardı. Bu huzurum Pusat'ın kahkahasını duyana kadardı.
"Garip senfonin kurtları çağırmak içindi demek. Ama birazdan liderleri gibi ölecekler, oldu mu yaptığın şimdi?"
Ama ona bakmadım bile. Gözlerim kurtların üzerindeydi. En küçük olan Aramis kocaman olmuştu. Sanki Alfa'nın yerine yeni lider oydu. Burnunu yukarı dikmiş avına odaklanmıştı. Av kimdi emin değilim... Belki hepimiz belki hiçbirimiz...
"Ben artık sıkıldım, oyun oynayacak zamanım yok. Duanın da kabul olacağı yok güzel Eliza, o yüzden bitirin şunların işini."
Pusat'ın emriyle tüm adamları silahlarını kurtlara dogrultmuştu. Kulağıma dolan silah sesleri ile çığlığımı tutamadım. Korkuyla etrafıma baktığımda yere düşenlerin kurt değil adamlar olduğunu gördüm.
Neler oluyordu?
Aynı şaşkınlığı Pusat da yaşıyordu. "Ne oluyor?"
Tüm adamları yere serilmişti. Ve o an ormanın derinliklerinden çıkan adamları gördüm. Yüzlerinde siyah maske vardı. Etrafımızı sarmaya başladıkları an Pusat silahını kaldırıp bana doğru yürüdü. Ama onun olduğu yerde donup kalmasına neden olacak şey başına dayanan silahtı.
"Kim demiş kadınımın duası kabul olmayacak diye?.."
Asef baştan ayağa siyahtı. Gecenin karanlığında görünmez bir ateş gibiydi. Kalbimin ortasına düşen kocaman bir ateş...
Gözleri beni bulduğunda öyle bir tebessüm etti ki... Birçok şey anlatıyordu ama ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk.
Bu savaşı biz kazanacağız...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.46k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |