55. Bölüm

BÖLÜM 52

Sitare Yazar
yzrsitare

Bir masalın sayfalarına hapset bizi... Sonunda kötüler ceza alsın iyiler kazansın... Ben bu dünyanın gerçeğine katlanamıyorum....

 

****

 

Asef Arjen

 

Annem ben küçükken masal okumak için odama geldiğinde ona izin vermezdim. Benim güçlü bir çocuk olduğumu ve böyle hikayelere inanmayacağımı söylerdim. Annem ise "Asef, masallar güçsüzler için değil aksine güçlüler için... Güven duymayı öğretir masallar... Eğer güçlü birisi güven duymayı öğrenmezse her zaman yalnız kalır..." demişti.

 

"Biliyor musun Eliza, ben güvenle başlayan bir cümleyi hiç tamamlayamadım.

 

Ama sana...

Sana bir kez olsun içim titremeden sırtımı döndüm.

 

Geceyi üstümden çıkarır gibi sana inandım.

 

Ama sen...

Sen sustun.

Sakladın benden.

 

Annemin günlüğünü…

Annemin lanetli hatıralarını, benden korumaya mı çalıştın?

 

Beni koruyacak kadar temizsin... ama beni anlayacak kadar karanlık değilsin, be Eliza."

 

Otelin bana ait özel odasında kendi kendime mırıldandığım kelimeler karanlık camdaki yansımama çarpıp yine bana döndü. Bana acıyla bakan kadınımı odada bırakıp çıktığımda ona nasıl bir acı verdiğimi biliyorum. Ama bu defa canı daha fazla yanan benim... Hem de çok fazla...

 

Üzerime yağan lanetler sonunda yerini bulmuş gibi...

 

Önümde duran günlüğe uzun süre baktım. Kadehteki içkiyi bilmem kaçıncı kez yine kafama diktim. En sonunda cesaretimi topladım. Defteri elime aldığımda parmaklarım titremedi.

 

Ben titremem...

 

Ama içimden bir şey... Paramparça oldu...

 

Biliyor musun, çöküş bazen bir mermi gibi olmaz.

 

Bazen sadece bir defter kadar sessizdir.

 

Kapak yıpranmış, kenarları dağılmıştı.

Ama hâlâ annemin kokusu var üstünde ya da ben öyle sanıyorum.

 

Hâlâ o eski geçmişte, lambanın altında, annemin beni uyutmaya çalışırken ki sessizliğini taşıyor bu sayfalar.

 

Eliza bunu okudu…

Ve sustu...

 

Demek öğrendi her şeyi. Demek annemin gerçeğini... Benim bilmediğim geçmişi…

 

Ve bana tek kelime etmedi.

 

Sustum ben de şimdi.

Çünkü boğazımda büyüyen şey öfke değil sadece.

 

Hayal kırıklığı.

 

Hem senden Eliza…

 

Hem ondan… annemden.

 

Sen sustun Eliza... Susmak için belki milyonlarca nedenin vardı. Ama konuşmak için tek neden bulamadın mı?

Ben de sustum ama artık bu defter konuşacak. Belki annem benimle konuşup her şeyi biraz olsun daha anlaşılır kılar...

 

20 Kasım 1990 – Şef olarak işe başladım. Çok mutluyum… Bir gün kendi lokantamı açacağım…

 

“Mutluymuşsun demek.”

 

Sesim çıkmadı ama içimden geçen cümle bu oldu.

 

Mutluymuşsun...

 

Benim hatırladığım kadın gece yarıları ağlayan, sabahları gözleri şiş bir hayaletti. Benim hatırladığım kadın her gün biraz daha yok olandı..

 

Demek hayallerin varmış.

Demek gülermişsin.

Ben hiç duymadım o sesi. Ya da duyduğum sahte bir melodiden ibaretti...

 

---

 

31 Aralık 1990 – Melih Arjen… Etkileyici bir adamdı ama daha fazlası değil…

 

Melih…

 

İlk kez adı geçtiğinde kalbim, içimde bir yer göğsüme yumruk gibi oturdu.

 

Babam...

 

Benim için sadece ‘o adam’.

Annem için...

Başlangıçta bile 'soğuk bir yabancı.'

 

Ve sen...

Sen onu seçmedin.

O seni aldı.

Zorla.

 

Onunla karşılaştığın günün her saniyesini sikeyim!..

---

 

28 Ocak 1991 – Eğer sevgili olmazsam otelin tepesinden atlarım dedi… Kalbim onu reddediyor…

 

İşte burada...

İşte burada boğazım yandı.

Nefesim sıkıştı.

Gözlerim satıra takılı kaldı.

O kadın...

Benim annem…

Bir korkunun, bir tehditin kurbanıydı.

 

Seninle ilgili ne biliyordum ben baba? Bir şeytan olduğun dışında...

 

Zengin, güçlü, kontrol sahibi…

Ve şimdi?

 

Zorlayan, tehdit eden, sevgisiyle değil baskısıyla gelen bir pislikmişsin.

Kendini öldürmekle tehdit edip, onun hayatını çalmışsın. Bunlar o zamanda şaka gibi görünse bile senin gibi bir piçin gayet yapacağı bir şey... Keşke kendini atıp geberseydin lanet herif!

 

Senin adını taşımak... lanetmiş.

 

---

 

22 Eylül 1991 – Kabul ettim! Melih ile evleniyorum. Aline kurtulacak ama Melih’i sevmiyorum. Bana dokunmasını istemiyorum.

 

Burada…

İçim parçalandı.

Ne çocuk ağlaması gibi ne de bir adamın öfkesiyle...

Sadece boşluk.

Sonsuz bir boşluk.

 

Ben...

Ben zorla doğmuşum. Doğmasaydım bu siktiğimin dünyasına...

 

Annem istememiş beni.

Ama sevmiş.

Yine de sevmiş.

 

Ben o sevgiyle ayakta kalmışım meğer.

Ama Melih...

Sen bir kadının rızasını hiçe sayıp, onun hayatını hapsetmişsin.

 

Ve ben senin oğlunum.

Bunu hangi suyla temizleyeceğim lan ben?

 

---

 

25 Kasım 1992 – Asef… Beş günlük oğlum… Sana Aren dedim. Çölümdeki parlak kum tanem… Ama çatık kaşların ve öfkeli bakışların yüzünden dolayı baban sana Asef dedi.

 

O an...

Sanki biri kalbime iğne batırdı. Ama öyle böyle bir iğne değil... Zehirli bir hançer...

 

Ben...

Ben annemin “parlak kum tanesi”ymişim.

 

Ama o lanet adam, bana “Asef” adını koymuş. Hayattaki ilk nefeslerimi alırken lanetlemiş hayatımı..

 

Öfkeyle...

 

Hükmederek...

 

Beni ben olmadan, daha beş günlükken şekillendirmiş.

 

Ben hiç Aren olamadım...

 

---

20 Kasım 1993

 

Çok zaman geçti, Melih sonunda Aline'yi bugün kaçırdı. Gizli bir yerde, çok kötüydü. Asef'in doğum günü, bir yaşına girdi.

 

Onsuz yirminci gecem...

 

Geceleri benim için farklı saymayı öğrettin anne. Ve merak etme bu gece sevdiğim kadınla geçirmeden uyumam...

 

10 Şubat 1994

 

Aline hamileymiş, ikiz hem de... Asef, Aline'nin karnına dokunup gülümsedi ilk kez. Altan Akdağ her yerde Aline'yi arıyor. Çok korkuyorum, Melih'in öğrenmemesi için her şeyi yapıyor.

 

Aline.

Lavinya.

Pusat.

 

Demek...

Demek biz, bizden saklanan bir ailenin parçalarıymışız.

 

Anneme göre ben bir abiydim.

Ama onların nerede olduğunu bilmiyordum bile.

 

Benim ellerim kardeşlerime dokunmadı.

Ama kanları... sonunda ellerime bulaştı.

 

---

 

15 Ağustos 2005 – Hayatım çok korkunç… İkinci kez tecavüz sonucu hamile kaldım…

 

Bu satıra geldiğimde…

Dünya sustu.

 

Zaman, duvarlar, ışık…

Hepsi yok oldu.

 

Gözlerimi deftere dikip saatlerce bakmışım gibi.

Çünkü burada artık bir oğul değilim.

Sadece...

Hiçbir şey yapamayan bir adamım.

 

Annem…

Bir kadının en sessiz çığlığını yazmış.

 

Ve ben…

O çığlıkta boğuluyorum.

 

Senin celladın olmayı öyle çok isterdim ki Melih Arjen...

 

---

 

23 Şubat 2006 – Kızım… Gökyüzüm Alya’m…

 

Alya.

 

Bana düşen... Onu korumak.

 

Ama bu defteri okuduktan sonra anladım. Ben sadece bir koruyucu değilim. Benim taşıdığım soy, bir felaketin gölgesi. Kendi soyumu sikeyim!

 

Babamın suçu omuzumda. Ve bu yükü hiç bir şey kaldıramaz... Onun gibi olmamak için yaşadım her an. Eğer babam gibi olursam ölmeyi hak etmekle kalmayıp dünyadan adım silinmeli...

 

15 Kasım 2012

 

Asef kaçırıldı! Ölüyorum... Bunu yapan ise Melih... Benim onu sevmemem bir canavara dönmesine neden oldu. Özür dilerim Asef! Seni böyle bir dünyaya getirdiğim için...

 

Bu ne demekti? Bunu da mı yaptın Melih Arjen?.. Beni kafese sen mi attırdın? Belki de ruhumun bedenimi terk ettiği an tam şu andı. Keşke o gün kafeste ölseydim... Çünkü her gün yeniden ölmek çok zor amına koyayım! Ben seçmedim lan bu hayatı! Ben neden bu kadar kana, acıya, ateşe sahip olmak zorundayım? Ben neden cehennemde doğmak zorundaydım? Bir melek oğlunun şeytan olduğunu görmeye nasıl dayandı?

 

Devam ettim hepsini okudum. Defalarca... Gözlerime biriken yaşları silip yeniden devam ettim. Annemin çaresizliğinde dünyanın en çaresizi oldum. Aline'nin yardımına koşmak isteyen güçsüz bir çocuk oldum. Pusat ve Lavinya yetimhaneye gitmeden onları kurtarmak isteyen bir abi oldum...

 

Ama kendim olamadım. Asef Arjen bu satırlar arasında kaybolup gitti...

 

Bilmediğim ve bildiğim her şeyle yeniden yüzleştim. Tüm bunların içinde haksız olan tek kişi vardı. Pusat... Yaşadığı hiçbir şey sevdiklerime verdiği zararın bahanesi olamazdı. Babasından ona kötü ve hastalıklı bir beyin kalmıştı. Ruh hastası, psikopat bir orospu çocuğuydu. Kendi el yazısıyla günlüğe yazdıkları ölüm fermanı olacak. Annemin kalbini çalmanın bedelini ödeyecek. Yakında Kral'ın elinden cehennemine kavuşacak.

 

Saatten haberim yoktu, bitirdiğim şişeyi kenara atıp arkama yaslandım. Gözlerimden yaşlar akmasa da bu gece çok ağlamıştım. Bitkin halde hissediyorum... Çok karmaşık ve dağılmış...

 

Her şeyin içinde Eliza'nın benden bunu neden sakladığını düşünüp durdum. Aylar önce benden giderken çok öfkeliydi. Beni cezalandırmak için gidişini yetersiz gördüğü için mi bunu da aldı benden? Söylemek istedi belki söyleyemedi. Ya da başka bir şey... Ona kırılsam da kızamıyorum ki... Her şeyi yakıp yıkacak ben yine ona yeniliyorum... Eliza... Benim meleğim...

 

"Asef Bey,"

 

Aniden duyduğum sesle gözümü açıp şaşkın şekilde baktım. "Lan Cihan, sen burada ne arıyorsun?"

 

"Sarhoş musunuz?"

 

"Neden bunu sordun? Ne yapacaksın bu bilgiyle?" Başım dönüyordu ve sesim dalgalı gibiydi.

 

"Siz kolay kolay sarhoş olmazsınız, ne kadar içtiniz?" Önümde dikilen bu şerefsizin hesap soran tavrını sevmemiştim.

 

"Lan sanane! Siktir git başımdan!"

 

"Ne zaman sizi yalnız bıraksam dağılıyorsunuz, artık bu konuda içim hiç rahat değil." Cihan'ın sözlerine büyük Bir kahkaha atmıştım.

 

Dağılmak... Tam olarak buydu, ben dağılmıştım... Parçalarım ise bambaşka yerlerdeydi.

 

"Cihan elimi bırakma, güvende değilim." Yeniden histerik bir kahkaha attım.

 

"Gerçekten bok gibi haldesiniz." Önümdeki cam sehpanın önünde dizini kırıp benimle aynı hizaya geldi.

 

"Düzgün konuş patronunla, ebeni sikerim." Kafamı arkaya atıp gözlerimi kapattım. Kimsenin saygısızlığı ile uğraşacak kafam yoktu.

 

"Sizin ebeniz sikilmiş haberiniz yok." Kısık sesle söylediğini duydum ama cevap vermedim. Haklıydı. Önümdeki günlüğü aldığını sayfa sesinden anladım. "Ya da haberiniz var..."

 

Bir başkası olsa günlüğü okumasını bırak dokunmasına izin vermezdim. Ama Cihan başkası değildi. Belki de bu dünyada içimi duyabilen tek kişiydi.

 

"Babam böyle bir adamı korumamalıydı." dedi Cihan. "Keşke seni küçükken bulsaydım Lavinya..." Cihan da görmüştü bazı gerçekleri. O da kim bilir neyin acısını yaşıyordu?

 

"Lavinya'nın kalbini söküp alacağım. Annemin kalbini çok özel bir yerde saklayacağım." Başımı kaldırıp Cihan’a baktım. Birden fazla Cihan vardı. "Hanginiz gerçeksiniz amına koyayım?"

 

"Birazdan ağzınıza yumruk yerseniz gerçek kim görürsünüz. Ayrıca annenizin hayatını geri alamazsınız ama atan kalp onun. Yeniden onu öldürmek istemezsiniz." Cihan günlüğü kapatıp ayağa kalktı.

 

"Çok sikik bir adam oldun sen. Siktir git." Zorlukla ayağa kalktım. Ama Cihan kolumu tutup destek olmuştu. Sertçe itip bir adım attım. Başım felaket dönüyordu. "Ben niye böyleyim lan?"

 

"En ağır içkileri içmişsiniz ve haddinden fazla. Adamlar odanıza kadar size eşlik etsin. Günlüğü yanımda götürüyorum, Pusat'ın uzun süre bunu kendinde tutmasının bir nedeni olmalı. Detaylı şekilde inceleyip herhangi bir şifre ya da gizli bir mesaj var mı çözmem lazım." Ona baktığımda başını kaldırdı. "Benden başka kimse görmeyecek merak etmeyin, özel kasanızda olacak daima. Kendinize geldiğiniz zaman detaylı konuşalım. Buraya gelme sebebim sizden acil imza almak içindi. Ama sabah olunca konuşuruz."

 

"Bunun Pusat’ta olduğunu nereden anladın?" diye sordum. Karşımda hâlâ birden fazla Cihan vardı.

 

"Halinize göre kıvrak zekanız hâlâ yerinde. Gözünüzden bir şey kaçmıyor." Cihan'ı bazen anlamak zordu.

 

"Ben şu an kıvırmıyorum puşt herif!" diye bağırdım.

 

"Asef Bey, sonda yazan mesajdan dolayı bunu tahmin ettim. Bir gün elinize geçtiğinde acı çekmenizi istemiş belli ki."

 

"Mantıklı," dedim. "Ama bir süredir de cadının tekindeymiş. Sen olsan ne yapardın Cihan? Sevdiğin kadın senden geçmişini saklasa ne yapardın?"

 

"Asef Bey, sevdiğim kadın benim geleceğimi çaldı sakladı benden. Ama şimdi yine kollarımda ve geleceğimin içinde. Güvenin bana, bizim gibi erkekler daha azı kadınla yetinmezdi."

 

Daha azı olamazdı Eliza...

 

Başımı sallayıp odadan çıkmak üzere ilerledim. Beynim benden bağımsız hareket etse de Cihan’a güvenmem gerektiğini biliyordu.

 

Anne bak güvenmeyi biliyorum... Belki de sen öğrettin bana... Sonunda hançer olsa da güvenmeyi biliyorum anne... Masallardaki gibi değil, cehennem ateşine güvenmeyi öğrendim...

 

***

 

Bedenim kıvrılmış, bir fetüs gibi…

Sanki dünyaya yeniden geleceğim ama bu kez… umutla değil, acıyla.

 

Karnımda sancı var. Gerçek mi bilmiyorum artık. Belki de ruhumun içeride bir yerinde çöreklenen yalnızlık büyüyor. Her kıvrandığımda bir yerim daha eksiliyor. Kalbim sanki bir avuç cam parçası… Atmıyor, sadece batıyor.

 

Gözlerim tavana kilitli. Ama görmüyorum. Karanlık o kadar yoğun ki, içime sızmış gibi. Göz kapaklarımı değil, içimi karartmış.

 

Asef...

 

Adını içimden söylemek bile yakıyor.

Dudaklarım kıpırdamıyor, dilim varmıyor. Ama zihnim, inadına onun adını fısıldıyor her nefeste.

 

Neden geldin hayatıma?

Ben zaten paramparçaydım.

Ama sen... sen beni daha başka bir yerden kırdın.

İçimde bir yer vardı, kimsenin ulaşamadığı. En güvenli, en derin. Oraya geldin.

Ve şimdi... orası da sessiz. Soğuk.

Terkedilmiş gibi.

 

Bu şekilde düşündü mü acaba? Hayatına girdiğim günden beri onu başka bir adam olmaya zorladığım için sitemi var mıdır? Onun en kırılgan en zayıf yerini kanattım. Annesine ait günlüğü ona aylar önce vermeliydim. Acımın içinde yanlış karar verdim. Bir gün ona dönmek için bahanem olsun ya da ona olan kırgınlığıma kefaret olsun diye belki... Her türlü yanlış karardı. Hele ki bana olan bakışlarını gördükten sonra...

 

Annesinin acıları, Alya'nın yaşadıkları...

Senin geçmişin...

O karanlık...

Hepsi üzerime yığıldı.

 

Yatakta iyice büzüştüm. Ağrım çok fazlaydı. Bacaklarımı kendime çekip derin bir nefes aldım. Ama aldığım nefes canımı daha çok acıttı.

 

Acıyor.

Her yerim acıyor ama en çok...

Asef’in gelmeyeceğini bile bile beklemek.

Çünkü gidişinin öyle bir ateşi vardı ki... Sönmeden yanıma asla gelmezdi. Ve bu gece hangi buz onun ateşini söndürebilirdi?

 

Gece ilerlerken olduğum yerde gözlerim kapanmıştı. Göz yaşlarım hem yanağımda hem de yastıkta kurumuştu. Uyku ve uyanıklık arasında giderken bir ses duydum.

 

Kapının kolu hafifçe kıpırdadı.

Nefesim uykuluyken bile kesildi. Kalbim boğazıma dayandı...

 

Yavaşça açtı, sanki birkaç adım attı.

İçeri sarhoş bir koku sızdı önce. Hiç şaşırmadım, kimseye sığınamadı değil mi yine? Alkol ilk başvurduğu oldu.

 

Olduğum yerde kıpırdamadan öylece yatmaya devam ettim. Bedenime felç inmiş gibiydi. Ağzımı açmaya da cesaret edemedim. Bir sürü şey söylemem lazımdı ama tek kelime alamadım dilime.

 

O da konuşmadı. Ne yapıyor onu bile anlamadım. Belki bir şey almaya gelmiştir, gider yeniden. Çünkü beni görmesi zor olmalı. Bana baktıkça, bu dünyada en değerli varlığından kalan anıları saklayan bir kadın görüyordur.

 

Ama daha sonra ürkek ayak sesleri duydum. Ardından yatağın kenarına oturmasını hissettim. Ve sonra nefesimi kesen bir şey yaptı. Arkama uzanıp usulca belime sarıldı. Ben nefes almaya bile cesaret edemiyordum. Eli usulca karnımı okşamaya başladığında tamamen kendime gelmiştim. Göz yaşlarım yine benden izinsiz akmaya başladı. Ama hâlâ konuşmaya cesaret edemiyordum.

 

“Ben de yalnızım Eliza,” dedi kısık sesle. Ve bu cümlenin altında tonlarca anlam vardı.

 

İkimizin de yalnız olduğunu yüzümüze vuruyordu. Birbirimizden başka gidecek kimsemiz yoktu ve yine tek sığınaktık birbirimize. Cümlesi kırgınlığını gizliyordu.

 

"Canın çok yanıyor mu?" diye kısık sesle sordu. Nefesinin sıcağını ensemde hissettikçe yeniden hayata dönüyordum. Eli usulca karnımı okşamaya devam ediyordu. "Ne zaman regl olsan karnın çok ağrıyor, küçük bir bebek gibi büzüşüyorsun."

 

"Hayır, acımıyor." diye yalan söyledim. Ağladığım için sesim titriyordu.

 

"Yalancı," dedi baygın bir sesle. Çok sarhoştu. "Acını saklama benden..."

 

"Sen de saklama," Karnımın üzerindeki elinin üzerine elimi koydum. Buz gibiydi, beni ısıtması boşunaydı. "Benim yüzümden acı çekiyorsun."

 

"Hayır... Hayır meleğim... Senin yüzünden değil, geçmiş yüzünden..."

 

"O geçmişi senden sakladım. Kafandaki soru işaretleri gidebilirdi ama ben günlüğü senden gizleyerek buna engel oldum." Göz yaşım dursa da kalbim hâlâ ağlıyordu.

 

"Bana vermeyecek miydin?" diye kısık sesle sordu.

 

"Verecektim ama hep erteledim. Yanlış yaptım, o günlük sana aitti. Senden geçmişini çalmış gibiyim."

 

Başını boynuma gömdü. Aldığı derin nefeste tüm kederi yüklüydü. "O zaman ben de senden tüm geleceğini çalayım ödeşelim. Bundan sonra geleceğin her anında benim ol..."

 

Bu bir anlaşma değildi.

Bu bir dua gibiydi.

Birlikte kaybolma duası…

Birbirimizin yarasına sarılma duası…

Ve ben, o an şunu düşündüm:

Asef’in geçmişi ne kadar karanlıksa, bana vereceği gelecek o kadar aydınlık olacaktı. Çünkü karanlıklarını bana teslim ediyordu.

 

Sadece bir cümle fısıldadım:

 

“Tamam… Seninim...”

 

Sesim titredi.

 

Ama ruhum haykırıyordu.

Ve sonra gözlerimi kapattım.

Ona yaslandım.

Sanki göğsünün içinde yer açılmıştı bana.

Oraya girdim. Ve gece ikimizin acısını birbirine karıştırarak, usulca aktı.

 

***

 

Göz kapaklarıma vuran aydınlık gözlerimi açmam için uğraşıyordu. Ama ben kaçacak yer arıyordum. Dağınık zihnimi toplamaya çalıştım. O an dün gece yaşananlar aklıma gelince ilk yaptığım ensemde onun sıcaklığını aramak oldu. Ama ıssız bir soğukluk ile karşı karşıya kalmıştım. Başımı çevirip yatağın diğer ucuna baktığımda Asef’in olmadığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldım.

 

Gitmişti...

 

Dün gece bana sığınma sebebi sarhoş oluşuydu sanırım. Bana hala kırgın olduğunu bu yalnız sabah çok net anlatıyordu.

 

Ne olursa olsun Asef ile konuşup sorunu çözmeye kararlıydım. Hızlı bir duş alıp üzerimi giydim. Erken saatler olmasına rağmen otelde hareketlilik başlamıştı. Odadan çıkıp alt kattaki restoran kısmına ilerledim. Gözlerim sürekli Asef'i arıyordu. Belki de beni burada bırakıp gitmiştir. Telefonumu elime aldım, en iyisi aramaktı. Bu şekilde koca otelde onu nerede bulacaktım?

 

"Eliza Hanım,"

 

Arkamı dönüp Cihan ile karşılaşınca hem şaşırdım hem de onu gördüğüme sevindim.

 

"Cihan, ne zaman geldin? Tek misin?" Lavinya'nın da gelip gelmediğini merak ettim. Onu en son gördüğümde pek iyi değildi.

 

"Gece geldik, Lavinya odada uyuyor. Asef Bey'in imzası lazımdı biraz da Lavinya'yı ortamdan uzaklaştırmak istedim." Cihan’a sondaki düşünceli sesi gayet açıktı. Lavinya da zor zamanlar geçiriyordu.

 

Fark ettiğim şeyle de içim biraz olsun ferahladı. Asef gitmemişti hâlâ oteldeydi.

 

"Asef nerede?" diye sordum.

 

Başıyla restoranın terasını gösterdi. "Sabah erken buluştuk, işlerle ilgilendi, şimdi bazı ayarlamalar yapıyor."

 

"Tamamdır Cihan teşekkürler." Arkamı dönüp bir adım atmıştım ki Cihan'ın sesiyle durdum.

 

"Eliza Hanım, yaşananların yükünü üzerinize almaya çalışmayın. Hiçbir şey için kendini suçlamayın. Her sır bir gün açığa çıkar, sizin elinizden gecikmiş gerçekler belki bilerek bu zamanı beklemiştir."

 

Kendimi ne kadar zorlasam da gülüşüm buruktu. Başımı sallayıp Asef'in yanına ilerledim. İç kısmı geçip terasa çıktım. Asef'in oturduğu masaya garsonlar bir şeyler taşıyıp duruyordu. Sanırım kahvaltı hazırlığıydı. Asef bu esnada elindeki tablete bakıyordu. Masanın önüne gelince durdum, beni fark etmiş olmalı ki hemen başını kaldırdı. Birkaç saniye ne yapacağımı bilemez şekilde öylece durdum. Ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum.

 

"Bebeğim," Asef'in yüzündeki geniş gülümseme ve hitap şekli ile kalbimi oracıkta bırakabilirdim. Aldığım derin nefesi verip gülümsedim. "Niye duruyorsun orada, yanıma gel."

 

Hafif tökezledikten sonra şaşkınlığımı gizlemeden Asef'in yanına ilerledim. Sandalyeye oturduğumda kendine uzak saymış olmalı ki sandalyeyi alttan tutup kendine çekti. "Yanıma gel derken yakınıma gel demiş olmuyor muyum yavrum?"

 

"Yakın mı olayım?" Şaşkınlığım hâlâ sürüyordu.

 

"Uzak mı olacaksın?" Bu defa şaşıran oydu.

 

"Beni görmek istemezsin diye düşündüm." dedim.

 

"Neden, öldüm mü? Gerçi ölsem de sürekli mezarımı ziyaret et, yoksa diğer taraftan gelir sana musallat olurum." Asef gülse de ben korkuyla gözlerimi büyüttüm.

 

"Allah korusun saçmalama. Şeyden dolayı dedim, annenin günlüğünü aylarca senden sakladım. Tamam verecektim ama,"

 

"Eliza," Asef'in sözümü kesmesi ile anında sustum. Bana doğru eğilip gözlerimin ardını görmek istercesine derin şekilde baktı. "Annemle tanışmak nasıldı?"

 

Ses tonundaki merak bunu gerçekten bilmek istediğini anlatıyordu. Ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu.

 

"Onun çok güçlü ve fedakar bir kadın olduğunu düşünüyorum. Çok güçlü..." dedim. Asef'in yutkunuşunu görmek acı vericiydi. İkimiz de o günlüğü okumuştuk ve Aylin Hanım'ın fedakarlığın sonuçlarının ne kadar acı olduğunu biliyorduk. "Böylesi bir hayata rağmen dimdik durması ve çocukları için çabalaması takdir edilesi..."

 

"Onunla yüz yüze tanışma fırsatın olsa ne söylemek isterdin? diye sordu bu defa. Masanın üzerindeki elimi yavaşça tutup kendine doğru çekti.

 

Düşünmeden aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

 

“Ben de onun gibi olabilecek kadar güçlü müyüm, diye sorardım.” dedim, gözlerimi Asef’inkilerden kaçırmadan. “Oğluna kalbimi verdim. Ama bazen bu yükün altından kalkamayacak kadar küçük hissediyorum kendimi. Onun kadar direnebilir miyim bilmiyorum...”

 

Asef’in başı hafifçe öne düştü. Gözlerini masaya indirdiğinde, parmaklarının elimdeki sıkılığı bir an gevşedi ama sonra yeniden kavradı. “Ben seni zayıf biri olarak hiç görmedim,” dedi. “Ama bazen güçlü insanlar bile kendini yetersiz hisseder, çünkü kalbi olanların korkusu da olur Eliza...”

 

Terasta hafif bir rüzgâr esti. Masaya bırakılan kahve fincanı takırdadı. Asef usulca doğruldu, gözlerinde alışıldık karanlık yoktu. Sanki o duvar, annesinin günlüğüyle birlikte çatlamıştı.

 

“Ben sana öfke duymadım,” dedi Asef, “Sadece... susmanın beni geçmişime götürmesine izin verdim. O sessizlik, yıllar önce annemin sustuğu geceleri hatırlattı. Ama seni onunla kıyasladığım için değil… Belki de ilk kez korktuğum için...”

 

Bu sözleri duyunca, içimdeki yük bir nebze hafifledi. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü, ama bu acıdan değil, Asef'in ilk defa kendini bu kadar açmasındandı.

 

“Ben de susmakla hata ettim,” dedim kısık bir sesle. “Ama senden bir şey saklamadım, sadece seni korumaya çalıştım. Belki yanlış şekilde. Ya da kendi içimde bazı şeylerin kararını yanlış verdim."

 

Asef hafifçe başını salladı. Gözleri gökyüzüne doğru kaydı. “Korunmaya alışık değilim. Ama senin kollarının bir sığınak olduğunu öğrendim Eliza. Artık kaçmamayı öğrenmem gerek. Hele ki senden asla kaçmayacağımı bilmen gerek meleğim.” Bana biraz daha yaklaşınca gözleri dudaklarıma kaydı.

 

Tam o an terasın girişinde koca cüssesi ile Cihan belirdi.

 

“Asef Bey,"”

 

Asef sinirle başını kaldırdı, sövecek gibi oldu ama sonra tekrar bana baktı. “3 günlük bir deniz turu... Tekneyle. Ne düşünüyorsun yavrum?”

 

Cevap vermem için gözlerime bakan Asef, her zamankinden daha kırılgandı. Ve ilk kez... seçim tamamen bana aitti. Cevabım tabii ki belliydi.

 

***

 

Önümüzde tüm ihtişamı ile duran beyaz lüks büyük tekneye baktım. Önce gözleri doyuran o görüntüsü harika bir tatil vadediyordu.

 

"Vay anam babam, ne kadar zaman geçse de şu lükse bir türlü alışamıyorum." Tolga omuzumdan iterek öne doğru geldi. "Acaba ruhum fakir olduğu için mi?"

 

"Şaşırdım, senin anında kendini buraya ait hissedip görgüsüzlük yapman gerekiyordu." diyen Nehir'di.

 

Marinada durmuş üç arkadaş tekneye bakıyorduk. Asef teknede çalışacak kişilerle konuşuyordu. Deniz ve Cihan birkaç görüşme yapıyordu. Alya az önce teknedeki odasına yerleşmişti ama doktoru ile özel egzersiz saatindeydi. Biz de eşyalarımızı çalışanlara vermiş bekliyorduk.

 

"Ben her zaman görgülüydüm, sadece halktan yana bir prensim," Tolga olmayan saçlarını savurup tekneye doğru ilerledi. Nehir ile onun arkasından bakıp umutsuz şekilde baş sallamak dışında bir şey yapmamıştık.

 

"Geldim ne oldu yani?" Arkamdan gelen sesle irkildim aniden. Dönüp baktığımda Lavinya'nın öfkeli şekilde tekneye baktığını gördüm. "Asef deccali istedi diye üç gün denizin ortasında kalmak zorunda mıyız?"

 

"Aslında kıyılara da uğrayıp gezeceğimiz bir tatil olacak." dedim. Olaylardan sonra Lavinya'yı ilk görüşümdü. Onu daha dramatik bekliyordum. Bu kadar öfkeli olmasına şaşırmıştım. "Sana da iyi gelir."

 

Bu defa sert bakışları beni buldu. "O sevgilini denize atmak iyi gelir bana.''

 

"Bunu yapabilirsin," dedim. "Ama Asef iyi yüzücü pek etkilenmeyebilir."

 

"O zaman köpek balıklarına yem ederim." dedi bu defa.

 

"Sanırım Cihan onu kurtarmak için köpek balığının canına okuyabilir." diyen Nehir'di. Benim kadar diğerleri de Cihan’ın, Asef'e olan sadakat ve düşkünlüğünü biliyordu. Lavinya birkaç saniye bunu düşündü ve doğru olduğuna kanaat getirmiş olacak kaşlarını çatıp tekneye ilerledi. Cihan onu görmüştü, o da beklemeden arkasından yürüdü. "İlginç bir gezi olacak." Nehir, güneş gözlüğünü takip Deniz'in yanına yürüdü.

 

Ben de gidenlerin arkasından bakarken gezimizin ilginç olacağını düşünüyordum. Koca denizin ortasında kimseye bir şey olmadan bu tatili nasıl geçireceğiz acaba?

 

"Yavrum," Asef yanıma gelmişti ve ardından garip bakışlarla izledigim tekneye baktı. "Bir sorun mu var? Hoşuna gitmeyen bir şey mi var?"

 

"Hayır, her şey harika. Sadece ekip arkadaşları arasındaki sinerji biraz garip diye düşünüyordum. Sağ salim biten bir tatil olsun." Asef'in elini tutup tekneye doğru yürümeye başladım.

 

"Merak etme bebeğim, sıkıntı çıkaranı denize atarım."

 

"Ben de tam olarak bundan korkuyorum."

 

İkimiz de tekneye binince üç günlük eğlenceli ve yüzleşmesi bol olan bir tatil başlamış oldu. Ama henüz ben dahil kimsenin olacaklardan haberi yoktu.

 

***

 

Bende var, en sarışınlar bende var

En kalitelisi de bende var

What? Ah

En güzel kızlar bende var

En sarışınlar bende var

En kalitelisi de bende var

Bende var, bende var

Geldiler amca, ner'deler?

 

Elime aldığım terliği Tolga'nın kafasına attığımda hedefime tam olarak ulaşmıştım.

 

"Ne yapıyorsun zilli!?" Yüksek müzik sesinden dolayı bağırmıştı. Aynı karşılığı şimdi benden görecekti.

 

"O iğrenç şarkıyı kapat! Yoksa birazdan sende başka şeyler olacak, kafa travması gibi."

 

Tekne, Akdeniz'e açılmıştı. Hepimiz özel kamaralara yerleşmiş gerekli hazırlıkları yapmıştık. Asef'in özel mutfak ekibi yemekleri hazırlarken biz de mayolarımızı giyip güvertedeki lüks alanlara geçip güneşlenmeye başlamıştık. Lavinya öfkeli halinden pek bir şey kaybetmemişti ama içinde olduğu huzura kendini bırakmıştı. Alya ile özel olarak konuşmuştu, daha sonra o da güneşlenmek için yanımıza gelmişti. Nehir bana kaş göz edip onunla konuşmamız gerektiğini ima etse de bunun yeri şimdi değildi. Zaten Asef ile Cihan yine iş ile ilgili görüşme yapmak için teknenin diğer tarafına gitmişti. Deniz de birkaç saat uyumak için kamaraya geçmişti. Enerji toplamadan bizimle uğruşamazmış beyefendi. Biz kızlar da soğuk limonata içip kafamızı dinlerken Tolga içine etmişti. Eline aldığı ses sistemi ile iğrenç şarkılar açıp bizi deli ediyordu.

 

"Hiç de iğrenç değil,'' dedi Tolga. Alya'nın yanına yaklaşıp gururla kendini gösterdi. "En güzeli, en sarışını bende değil mi?"

 

"Ya Tolga, gerçekten en güzel ben miyim?" Alya'nın kendinden geçmesi iki saniye falandı. Hâlâ Tolga’ya nasıl aşık oldu bu kız şaşıyorum.

 

Tolga, göz kırpıp sahte bir manken edasıyla kendini sergiledi. “Sensin aşkım, senin güzelliğin Adriyatik’i bile kıskandırır,” dedi, ama bir yandan da küçük hoparlörünü tekrar açmaya çalışıyordu. O esnada müziğin bası yeniden güvertede titremeye başladı.

 

“Tolga! Yemin ederim o hoparlörü denize atacağım,” dedim öfkeyle. Gözlüklerimi çıkarıp doğruldum. Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi, ama içinde yaşadığı tehlikeyi anladığı belliydi.

 

Nehir hemen destek çıktı. “Hatta sen uğraşma Eliza, ben atarım. Kollarını güneşe kurban etmeyelim.”

 

Tolga elini havaya kaldırıp teslim olur gibi yaptı. “Tamam, tamam! Kapattım işte. Ay sinirli kadınlar konseyi gibisiniz. Şurda biraz ortamı ısıtayım dedim. Ama yine de kibarlıkla isteyin bir şeyi."

 

O an Lavinya gözlüğünü aşağı indirip ona doğru baktı. Karamel saçları rüzgârda hafifçe dağılmıştı, dudaklarının kenarındaki küçücük kıvrım hem küçümseyen hem hafif eğlenen bir anlam taşıyordu. “Bence gayet kibar şekilde istediler. Mesela ben olsam o hoparlörü bir yerine sokarım, derdim. Modu yükseltmek istiyorsan huzur getir Tolgacım, gürültü değil. Belki biraz kokteyl de olabilir.”

 

“Emredersiniz sert kadın.” diyerek teknenin bar kısmına doğru yürüdü Tolga. Lavinya'dan gerçekten korkuyordu. Arkasından bakarken, uzun bir aradan sonra hepimiz bir nebze gülümsedik. Gerilimin yerini yavaş yavaş neşeli bir tatil havası almaya başlamıştı.

 

Alya gözlerini kapamış, güneşin altında uzanmıştı. Yanaklarında hafif bir pembe, dudaklarında huzur vardı. Lavinya kitabını açmış, bacaklarını çaprazlayıp güneşe karşı konumlanmıştı. Nehir renkli bir dergiyi çeviriyor, her sayfada kendince yorumlar yapıyordu. Bense elimdeki soğuk limonataya sarılmış, rüzgârın tuzlu kokusunu içime çekiyordum. Asef gözükmüyordu ama onun varlığını hissediyordum; sanki gözlerim kapalıyken bile göğsümde bir sıcaklık, bir güven bırakıyordu.

 

O sırada mutfak tarafında bir hareketlenme oldu. Şık beyaz şef ceketiyle genç bir adam, yanında birkaç yardımcısıyla sahneye çıkar gibi güverteye geldi. Güneş gözlüğünü çıkarıp hepimize teatral bir selam verdi.

 

“Hepiniz hoş geldiniz,” dedi yumuşak ama tok bir sesle. “Ben şef Marco. Bugün hayatınızın en lezzetli yolculuğuna çıkmaya hazır olun.” Yabancı şefi tanıyordum, Türkçesi biraz zayıftı ama anlaşılır konuşuyordu. Hayranlıkla bakmaya başladım.

 

Tolga hemen lafa girdi, elini kaldırarak. “Peki biz erkekleri de dahil ediyor musunuz bu lezzet şölenine yoksa sadece kız kıza mı?”

 

Şef hafif eğildi. “Şüphesiz, özellikle sizin için, beyefendi. Karides ve espri soslu özel bir menü hazırladık.”

 

Kahkahalar yükseldi. Alya gözlerini yarı açıp “Benimki çilekli olsun,” diye fısıldadı. Lavinya ise kitaptan başını kaldırmadan, “Benimkine acı eklemeyin. Yeterince yanıyor içim,” dedi ama sesi yumuşamıştı.

 

Birkaç dakika sonra mutfak ekibi, mini sunum şovları eşliğinde tabakları servis etmeye başladı. Lavanta ve taze limon kokuları havaya karıştı. Her tabak, bir tablo gibi görünüyordu. Deniz kabukları içinde sunulan mezeler, deniz mahsulleriyle dolu taze salatalar, minik şişelerde gelen zeytinyağları… Güneş batarken masamız bir sanat eserine dönmüştü.

 

Üzerimize tül şalları geçirip masaya geçerken beklenen beyler de teşrif etmeye başlamıştı. Asef önü açık beyaz gömleği içinde yaklaşırken derin bir nefes aldım. Bunu fark ettiği anda çarpık gülüşünü huzuruma sunmuştu. Deniz kocaman esneyerek geliyordu, altında şort ve üstünde bol salaş bir keten gömlek vardı. Cihan ise her zamanki gömlek pantolon ikilisini bırakıp kot ve tişört giymişti. Yanımıza gelip hepsi direkt ait olduğu kadının yanına geçti. Asef dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup yanıma oturdu.

 

"Seni yalnız bıraktığım için beni affet bebeğim, işleri halletmem gerekiyordu." dedi.

 

"Sorun yok canım, eğlenceli şekilde dinleniyorduk." dedikten sonra önümdeki lezzetlere döndüm. Şu an herkesin önceliği masadaki yemeklerdi.

 

Arka planda hafif caz ezgileri çalmaya başladı. Şampanyalar patlatıldı. Şef, her tabakta farklı bir dokunuşla bizi şaşırtıyordu. Herkes birbirine yorumlar yapıyor, gülüyor, küçük esprilerle geceyi hafifletiyordu.

 

O an içimden, “İşte bu,” dedim. “Hayat, bu küçük anlarda saklı.”

 

Ama aynı anda içimin bir köşesinde tanıdık bir gerginlik vardı. Rüyadan önceki o tuhaf sessizlik gibi. Sanki deniz fazla durgundu. Sanki Asef fazla sessizdi. Sanki gece fazla güzeldi.

 

Dakikalar ilerledi. Yemekler midemizi bayram yerine çevirdikten sonra elimizde kadehler teknede hafif dalgaların etkisiyle salınıyorduk.

 

"Şu an kendimi yenilenmiş hissediyorum." Deniz geriye doğru başını atıp derin bir nefes aldı. Ardından Nehir'e bakıp göz kırptı. "Ama güzel bir masajla bu yenilenme tamamlanacaktır."

 

Nehir, kadehini hafifçe sallayıp ona göz devirerek cevap verdi. "Masaj için önce hak etmen lazım, tembel prens. Tüm gün uyuduğun için masaja ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum."

 

Tolga hemen ortaya atladı. "Ben profesyonel masaj yaparım! Alya'yı şimdiden seans için yazıyorum."

 

Alya gözlerini kırpıştırıp gülümsedi, “Ben de gönüllü kurbanım zaten.”

 

Tedirgin şekilde Asef'e baktığımda onun da itinayla Tolga’ya baktığını gördüm. Ama sözleri Alya içindi. "Abicim, senin gönüllü kurban olmana gerek yok. Tolga kendisi de gönüllü gibi duruyor."

 

"Masaj için mi?" Alya'nın saf sorusuna güldüm. Tolga yutkunurken öne doğru eğildi.

 

"Asef Bey abi, kast ettiğim gönüllü olma işi zannedilenin aksine bambaşka bir şeydi. Ben Alya Hanım'ın, içsel gelişim yolculuğunda ona rehberlik etmeyi düşünüyordum. Masaj dediğim şey ise tene değil ruha yönelikti."

 

"Tolga," Asef yapmacık şekilde gülümsedi. "Ben sana bir yönelirim ondan sonra tüm yönlerini şaşırırsın."

 

"Saygılar Asef Bey abi." Tolga'nın daha fazla konuşmaya cesareti yoktu. Alya ile kendi aralarında fısıldamaya başladılar.

 

"Tatil bitince," Lavinya'nın tereddütlü sesini duyunca bakışlar ona dönmüştü. Sanırım söylemek istediği şeyi tahmin edebiliyorum. Ama Asef ona bakmadan önündeki karanlık denizin manzarasına odaklanmıştı. "Ertelediğin şeyi mi yapacaksın?"

 

"Bunu sonra konuşalım." Cihan'ın sesi temkinliydi. Sanki aralarında daha önce bunun konusu geçmişti ama Lavinya ikna olmamış gibiydi.

 

"Evet, şu an teknedeyiz ve harika bir tatilin ortasındayız." Deniz de konuyu dağıtmak ister gibiydi. Ama Lavinya'nın titreyen çenesine bakınca buna pek izin vermeyecek gibiydi. Asef hala ona bakmıyordu.

 

"Harika mı?'' Lavinya hayretle sordu. Asef'in bakışları sonunda ona dönmüştü ama kararmış şekilde.

 

"Alya, senin artık dinlenmen lazım." Asef'in sözlerinin altında fazlasıyla anlam vardı. Öyle ki Alya duyduğu sese itiraz etmemesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü herkesin tüyleri kısa bir anlığına diken diken olmuştu.

 

"Hadi Mavişim gidelim." Tolga da her şeyin farkında olarak ayağa kalktı. Tabi her zamanki gibi temkinliydi. "Sana odana kadar eşlik edeyim, kısa bir süre üniversitedeki güvenilmez akbabalar hakkında bilgi verip ben de odama geçerim."

 

Asef ise bu defa Tolga ile ilgilenmiyordu. İkisi gittikten sonra aniden çenesinin kasıldığını hissettim. Cihan öne doğru eğildi. Ben de Asef'in koluna dokundum ama onun aniden yumruğunu masaya vurması ile hepimiz yerimizden sıçramıştık.

 

"Oha," Deniz geriye çekilip Nehir’in de geriye gitmesini işaret etti.

 

"Asef," dedim kısık sesle. Ama o yanan gözleri ile Lavinya'ya bakıyordu. Aynı şekilde de Lavinya ona.

 

Gece ateş almak üzereydi...

 

"Harika tabi ki!" diye gürledi Asef. "Değil mi? Bak gece huzurlu, yıldızlar tepemizde, sevdiğin adam yanında... Annemin kalbi sende! Harika değil mi?!"

 

Asef'in suskunluğunun bir paravan olduğunu düşünmem gerekirdi. İçinde biriken şeyler açığa çıkmıştı ve bunun en büyük sebebi annesine ait günlüktü.

 

"O benim suçum değil!" Lavinya da öfkeyle bağırdı. Cihan'ın bir eli masanın üzerinde yumruk olmuştu. "Yoğun bakımda gözlerimi açtığımda kimin kalbiyle uyandığımı bilmiyordum!"

 

"Ama sonra öğrendin, sustun ve minnet duyman gereken kadının kızına zarar vermeye çalıştın! Suçsuz değilsin Lavinya!" Asef'in eli öfkeden titriyordu. "Şu an yaşamana izin veriyorsam annemin kalbi sayesinde..."

 

Lavinya ayağa kalkıp masadaki kadehi yere attı. Onun da öfkeden gözü dönmüş gibiydi. "Al o zaman annenin kalbini! Al senin olsun! Sadece Pusat’a bir şey yapma, onu bana ver!"

 

"Pusat gibi bir adamı sevmemelisin Lavinya." Asef göz ucuyla bana bakmıştı. Anıların üzerime düşüp acı vermesini istemiyordu.

 

"Her şeyi bilmiyorsun Asef, yaşadığımız şeyleri bilmiyorsun. Babanın yaptıklarını bilmiyorsun." Lavinya artık bağırmayordu sesi çaresizdi.

 

"Biliyorum! Biliyorum!" Asef öfkeyle ayağa kalkınca sandalyesi devrildi. "Lanet olsun ki biliyorum! Ama onun yaptığı şeylerin bedelini masum insanların ödemesi gerekmiyordu! Sevdiğim kadın, kardeşim, annem... Benim doğmamış çocuğumun suçu yoktu!"

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kalbim acıyla kasılıyordu. Birisi yardım etmek ister gibi elimi tutup sıktı. Nehir'di.

 

"Onun yaptıkları doğru demiyorum ama bu hale gelmesi onun suçu degil. O yetimhanede beni korumak için korkunç şeyler yaşadı. Aklını kaybetmesine neden olacak şeyler..." Lavinya'nın sesi titriyordu. "İzin ver ona yardım edeyim..."

 

"O yardım edilecek birisi değil, çok kısa bir süre sonra hak ettiği sonu yaşayacak." Asef'in sözleri son bulmuştu elimi tutup ayağa kalkmama yardım etti. Arkamızı döndüğümüz anda Lavinya bağırdı.

 

"Asef!"

 

Diğerlerinin korkulu sesiyle başımı çevirip arkama baktım. Lavinya elindeki silahı Asef’e doğrultmuştu. Korkuyla kalakaldım. O silah hep onunla mıydı? Ama Cihan'ın ifadesini görünce anladım. Lavinya onun silahını almıştı.

 

"İntikamını aldın, daha fazlasına gerek yok. Yenildi Pusat, onu öldüremezsin!" Lavinya bağırdı. Asef beni arkasına çekerken yüzünde en ufak bir endişe yoktu. Deniz, Nehir’in elini tutmuş onu uzaklaştırıyordu. "Kafayı sıyırdı sonunda."

 

Cihan elini kaldırıp Lavinya'nın silah tutan elinin üzerine koydu. "Lavinya," sesi kısıktı ama çok sertti. "Konuşmak istedin izin verdim ama bu kadarına değil."

 

Lavinya'nın bakışları bu defa Cihan’a döndü. "Bir kez olsun benim yanımda olamaz mısın? Bir kez olsun!" Sitemi sevdiği adamaydı.

 

Cihan elini silahın üzerinden çekmedi. "Yanındayım, o yüzden saçma bir şey yapmanı istemiyorum."

 

"Anlamıyorsun, kimse anlamıyor! O benim ikizim! Kardeşim! Ölümüne dayanamam!"

 

Silah artık Asef'e dönük değildi. Bunu Cihan mı yaptı görmesem de namlunun ucunda o vardı. Ve eliyle hala silahı tutuyordu. Lavinya ağlarken başını sallıyordu. Ve aniden tetiğe bastı. Nefesimizi tuttuğumuz anlarda Lavinya kendine gelmişti. Cihan'ı vurmuştu.

 

"Cihan!" diye bağırıp elindeki silahı attı. Tabi bizim fark ettiğimiz şeyi henüz fark etmiş değil gibiydi. "Ben seni vurdum! İstemeden oldu Cihan! Ben kendimde değildim!"

 

"Evet beni vurdun, ödeştik." Cihan hafif tebessüm ederken aniden Lavinya'yı çekip sarıldı.

 

Silah ateş almamıştı, sanırım boştu. Ama Lavinya bunu bir süre idrak edemese de sonunda anlayıp kafasını kaldırdı.

 

"Ben çok geri zekalıyım!" Başını yeniden Cihan'ın boynuna gömdü. "Allah aşkına beni denize at Cihan. Ölmek istiyorum."

 

"Hadi gidip biraz uyuyalım." Cihan Lavinya'yı kucağına alıp hızlı şekilde yanımızdan ayrıldı. Öylece bakakaldım.

 

"Gerçekten hayret edilesi ve ne yapacağı ön görülemeyen bir kadın." Deniz elini çenesine koymuş dikkatli şekilde gidenlerin arkasından bakıyordu. "Bir sürü ruh halini aynı anda yaşadı."

 

Benimse bakışlarım Asef'e döndü. "Silahın boş olduğunu biliyor muydun?"

 

"Evet," dedi Asef. Konuşmak istemiyor gibiydi.

 

"Nasıl anladın?" diye soran Nehir'di. O da merak etmişti.

 

Asef gözlerini hafifçe kıstı, bakışlarını denizin sonsuz karanlığına çevirdi.

 

"Boş bir silahtan gelen tehdit... Sesi eksik olur," dedi alçak bir sesle. "Gerçek tehlike fısıldar. Lavinya'nın silahı tutuş şeklinden, elinin titremesinden, Cihan'ın ona yaklaşırken paniklememesinden anladım."

 

Deniz şaşkınlıkla başını salladı. "Ben olsam tekneden atlamıştım bile."

 

"Kendini atmana asla engel olmam." Asef elimi tutup yürümeye başladı. Ona ayak uydurmak dışında bir şey yapmadım. Ama Deniz'in sitemli sesi arkamızdan geliyordu.

 

"Kaba hayvan! Git sen atla! Gece gece namlunun ucuna gelen ebem sanki!"

 

"Deniz sus, çok yoruldum gidip dinlenelim." Nehir’in Deniz’i sürüklediğini tahmin edebiliyorum.

 

"Bana masaj yap."

 

"Eben yapsın."

 

Lüks teknenin alt katındaki özel kamaramıza gelince Asef elimi bırakıp açık kapıya ilerledi. Odanın içinde küçük bir özel teras vardı ve denizin kokusu buram buram bu açık kısımdan odaya dolmuştu. Asef ağır adımlarla terasa çıktı. Gecenin serin rüzgârı saçlarını hafifçe savurdu. Ben de peşinden yürüyüp kapının eşiğinde durdum. Sırtı dönüktü ama omuzlarındaki ağırlık neredeyse elle tutulur gibiydi. Sanki tüm dünya yük olmuş da sırtına binmişti.

 

"Biraz yalnız kalmak ister misin?" diye sordum, sesim fısıltıdan hallice.

 

Yanıt vermedi ama başını sağa sola sallayarak "hayır" der gibi yaptı. Terasa çıktım, yanına yaklaşıp hiçbir şey demeden sadece yanında durdum. Elini cebine atıp bir sigara çıkardı, yakmadan parmaklarının arasında çevirmeye başladı.

 

"Bazen..." dedi aniden. Sesi çatallıydı. "Bazen gerçekten nefes alamayacak gibi hissediyorum."

 

"Çünkü çok fazla şey taşıyorsun."

 

Gözleri bana döndü. Baktığında kırgınlık, öfke ve en çok da yorgunluk vardı. "Taşımasaydım... Kim taşıyacaktı?"

 

Cevap veremedim. Çünkü haklıydı.

 

"Annemin kalbini Lavinya’ya verdiklerinde, sadece bir organı değil... hatırasını da verdiler. Ve Lavinya… bunu göremeyecek kadar kördü."

 

"Belki de… acısını başka türlü yönetemedi." dedim, gözlerim denize kayarken.

 

Asef sessizce başını salladı. Sonra elini bana uzattı. Elimi tuttu ve beni kendine çekti. Göğsüne yaslandığımda kalp atışları kulaklarımda yankılanıyordu. Sertti, hızlıydı… ama oradaydı.

 

"Beni hâlâ bırakmadığın için teşekkür ederim," dedi fısıltıyla.

 

"Çünkü seni bırakmak... kendimi de bırakmak olurdu," dedim. Bu kelimeler dudaklarımdan dökülürken gerçekliğinden hiç şüphe etmedim.

 

Asef kollarını biraz daha sıktı. Ardından başını hafifçe eğip alnımı öptü. "Kısa bir zaman sonra can yakacak şeyler yapacağım. Geçmişi silip geleceği kanatacağım. Sanırım kötü şeyler yapacağım meleğim..."

 

Gözlerim doldu ama ağlamadım. Çünkü biliyordum… bu onun savaşıydı. Ve ben sadece arkasında durabilirdim.

 

"Yanındayım," dedim, "Ne olursa olsun."

 

Asef bir şey demedi ama başını salladı. O gece, deniz gibi dalgalı, rüzgâr gibi sertti. Ve biz… o fırtınanın tam ortasındaydık.

 

Gecenin karanlığı suyun üzerine bir tül gibi serilmişti, ay ışığı ise sanki sadece onun için parlıyordu. Asef ardından bana döndü. Gözlerinde tanıdık bir ateş vardı. Sessizce gömleğinin düğmelerini çözdü, güçlü gövdesi her düğmeyle birlikte biraz daha açığa çıktı. Sırtını kaplayan dövmeler, ay ışığında kıpır kıpır bir masal gibi görünüyordu.

 

“Beni yakabilen tek şey sensin Eliza. Ve ben... yanmak istiyorum.”

 

Bu sözlerden sonra birden, terasın kenarına koşup suya atladı. Suyun çarpma sesi yankılandı gecede. Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra yüzeye çıkıp saçlarını geriye attı. Islak teni, gözlerindeki tutku... bu bir çağrıydı.

 

“Yavrum,” dedi derinden gelen bir sesle. “Korkma. Su karanlık olsa da içinde ben varım.”

 

Yutkunarak ona baktım. Gecenin serinliğinde tir tir titreyen vücuduma rağmen, onun sıcak bakışları içimi ısıtmıştı. Ayakkabılarımı çıkardım, elbisemin ince kumaşını usulca sıyırıp yere bıraktım. Suda dalgalanan gövdesine doğru birkaç adım attım. Ardından kendimi karanlık sulara bıraktım.

 

Tenim suya değdiğinde hafif bir ürperme hissettim ama o an Asef’in kolları belime dolandı. Nefesini boynumda hissettim. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Anında beni yakalamıştı.

 

“Su çok güzelmiş,” dedim. Saçlarımı geriye atmaya çalıştım ama Asef bana yardım etmişti. Ardından beni göğsüne doğru çekti. “ Güzel olan sensin... Sen varken güzellik var oluyor... Senin yanında güç dediğin şey zayıflığa dönüşüyor. Ellerim titriyor Eliza. Senin tenine dokunurken bile…”

 

Parmak uçları sırtımı çiziyordu. Dudakları omzuma değdi. Islak saçlarım suya yapışmıştı, bedenim onunkinin etrafında kıvrılırken kendimi hiç bu kadar ait hissetmemiştim.

 

“Bırak,” dedim nefes nefese, “bu gece hiçbir şeyi bastırma.”

 

Öyle de yaptı. Dudakları dudaklarımı bulduğunda, suyun içindeki tüm ağırlık sanki uçup gitmişti. Öpücükleri sabırsız, ama her biri geçmişin acılarını telafi eder gibiydi. Beni sudan çıkarırken bir an bile gözlerini benden ayırmadı. Islak vücudum kucağında, teknenin içine girdiğimizde yavaşça yere bıraktı beni.

 

Bedenimiz çarşaflara değip ıslatmadan önce dudakları karnıma, göğsüme, boynuma, her bir hassas noktama uzun uzun dokundu. Tüm geçmişin yükü, suyla birlikte tenimizden akmıştı sanki.

 

“Benimle yan,” diye fısıldadı.

 

Yatağa uzandığımızda artık kelime kalmamıştı. Yalnızca dokunuşlar konuşuyordu. Asef’in elleri tüm vücudumu tanıyormuş gibi dolaştı üzerimde. Giydiğim bikini maalesef Asef'in elinde yırtılarak yeri boylamıştı. Onun bu tavrına karşılık ben de onu boxerini yırtmak istiyordum ama benden önce Asef çoktan ondan kurtulmuştu. Kendini sertçe bana bastırdığında ağzımdan büyük bir inleme kaçtı.

 

"Diğerleri duyacak." dedim nefes nefese. Çünkü Asef'in elleri bacaklarımın arasını kavramış hoyratça okşuyordu.

 

"O zaman sen de sesine hakim ol yavrum." Asef bunun üzerine dudaklarıma kapanıp çığlıklarımı kendi içine hapsetmeye başladı. Tam zamanında bunu yapmıştı çünkü içimi doldururken attığım çığlık kesinlikle hapsedilmeliydi.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde her şeyin sınırı silinmişti. Ne sen vardın ne ben... Sadece ‘biz’ vardı. Tenlerimiz birbirine karışırken, içimizde biriken her duygu, her yarım kalan cümle, her korku... bu gece tamamlanıyordu.

 

Bazen birbirimizin adını fısıldadık, bazen nefesimizi tuttuk. Ama hiçbir an, hiçbir temas... yabancı değildi.

 

Gecenin sonunda başım onun göğsüne yaslanmıştı. Kalbi, tenime konuşuyordu. Asef parmaklarıyla saçlarımı okşarken mırıldandı. “Seninle ilk defa, kendimi affetmeyi istiyorum.”

 

Gözlerimi kapattım. Büyük bir milattı onun için. Kendini affetmeyi başarırsa çok daha güçlü olacaktı. Ve şimdiki güçlü Asef Arjen'e kıyasla o adam daha farklı olacaktı...

 

****

 

Ertesi gün neşeli bir başlangıç olmuştu. Sabah herkes kamarasından çıkıp enfes kahvaltı için teknenin üstüne koşmuştu. Tabii bizi şaşırtan şey gece Cihan ve Lavinya'nın ayrı bir tekne ile ayrılmış olmasıydı. Asef yorum yapmamıştı. Belki de böylesi daha iyi olmuştu. Bu sayede herkesin sakinleşmesi için zaman kazanmış oluyorduk.

 

Kahvaltı sonrası koylara uğramak için hızlandık. Harika yerlere gitmiştik. Tecrübe ettiğim yeni deneyimlere bayılmıştım. Doğa harikası her yerin resmini çekmiştik. Ve bunu yaparken herkesi aynı kareye almayı unutmamıştık. Her şeyin tadı sevdiğimiz kişilerle daha güzeldi.

 

Deniz ve Tolga birkaç defa Asef tarafından vurulma tehlikesi atlatmış olsa da keyfimiz yerindeydi. Alya, Nehir ve ben alabildiğimiz kadar hediyelik almıştık. Ve bunları peşimizden söylenerek gelen erkeklere taşıtınca her şey daha zevkli olmuştu.

 

Tekne tatiline geceye doğru son vermiştik. Başta her ne kadar eğlenceli olsa da sürekli sallanıp durmak bir yerden sonra tercihimiz olmamıştı. Erkeklerin sıkıntısı yoktu ama biz kadınlar bu konuda biraz sorun çıkarmıştık. Otele girdiğimizde saat gece iki civarıydı. Bitkin şekilde odalara girip hemen uyumuştuk.

 

Güneş gözlerime vururken sinirli şekilde homurdandım. Harika bir serinlik vardı ama aynı zamanda rahatsız eden ışıklar da... Olduğum yerden başka yöne dönmek istedim ama buna engel olan bir şey tarafından sarılmıştım. Ne olduğunu çok iyi biliyorum. Misk ve kaşmir kokusuna sarınmıştım. Ve elimin altındaki kadife pürüzsüz tenle kaplı sert göğüs Asef’e aitti.

 

"Hmmm," mırıldanırken biraz daha sokuldum beni saran kollara.

 

"Yaramaz kedim uyanmış." Asef'in yeni uyandığı kalın sesinden belliydi. Ama bana yaramaz derken esas yaramazlık yapan oydu. Çünkü eli kalçamı okşayıp duruyordu.

 

“Uyanmak istemiyorum,” dedim gözlerimi kapatıp, yanağımı onun göğsüne yaslarken. “Beni biraz daha böyle tut.”

 

Asef’in gülüşü göğsünde yankılandı. “Bütün gün burada kalmamı istersen kalırım. Ama o tatlı suratın uykulu halini daha fazla görmek istiyorsam kahvaltı sonrası seni tekrar yormam lazım.”

 

Gözlerimi araladım, bakışlarımda hafif bir tehdit saklıydı. “Bu tehdit mi?”

 

“Yok,” dedi göz kırparak, “bu ödül.” Sonra boynuma eğilip uykuyla karışık bir öpücük kondurdu. Yumuşak, yavaş ama uyarıcıydı. İçimdeki tembel huzur yerini kıpırtılı bir heyecana bırakıyordu.

 

“Ben bir duş alayım,” dedim gülümseyerek yataktan kalkarken. Ama o, bileğimden yakalayıp beni tekrar yatağa çekti.

 

“Duşta yalnız kalırsan kırılırım.” Asef’in bazen üç yaşında çocuk gibi bakması beni tatlı komasına sokabilirdi.

 

“Yalnız kalmazsam da banyo kırılır,” dedim kahkahamı tutamayarak.

 

“Olabilir,” dedi umursamazca. “Ama senin o gülüşün… duvar yıkılsa bile değer. Hadi gel duvarı yıkalım bebeğim."

 

O an göz göze geldik. Kahkaha birden yerini yumuşak bir sessizliğe bıraktı. Asef’in bakışları değişmişti. Daha derin, daha netti. Elini yüzüme uzattı, saçlarımı kulak arkasına itti.

 

“Eliza, meleğim…” dedi fısıltıyla. “Hayatımın tamamı sensin. Bunu bil, olur mu?”

 

Kalbim bir an duracak gibi oldu. Cevap veremedim, ama gözlerimle söyledim her şeyi. O da anlamıştı, çünkü bir daha konuşmadık. Sadece gülümsedi, sonra beni tekrar yatağa yatırdı. Bu kez acele etmeden, sadece sarılarak, uykuya yeniden daldık. Güneş perdelerin arasından süzülmeye devam ederken, içeride zaman duruyordu.

 

Öğleden sonra güneş daha da dikleşmiş, otelin balkonuna vuran ışık camlarda dans eder olmuştu. Ekip çılgın şekilde havuz partisi verirken Asef ile ben odamızda bol keyif yapmıştık. Odaya özel gelen kahvaltımı yerken Asef’in tablete bakan ciddi yüzünü izledim. O kahvaltısını çoktan yapmış sigara içerken birkaç işe bakıyordu. Ama nedense son birkaç dakikadır fazla suskundu. Telefonu çaldığında, yüzünün bir anda ciddileşmesinden anlamıştım sıradan bir şey olmadığına. Konuşma kısa sürmüştü ama sesi kesildiğinde odadaki hava da değişmişti.

 

“Acilen İstanbul’a dönmem gerekiyor,” dedi gözlerini kaçırmadan.

 

"Ne oldu?" diye sordum. Endişe duymaktan kendimi alamadım.

 

“Kumarhane tarafında bir sorun çıkmış. Emin değilim ama orada olmam şart.” Yüzünü ovalayıp derin şekilde nefes verdi. "Sikeyim, biraz olsun tamamen ortadan kaybolamıyorum. Fırsatı asla kaçırmıyorlar."

 

Kalbim bir anlığına sıkıştı. O tatlı tatil sabahı bir anda gölgelenmişti. Yutkundum. “Ne zaman gidiyorsun?” Rahat olmaya çalıştım. "Hemen hazırlanayım ben de."

 

“Bir saat içinde yola çıkacağım.” Ayağa kalkıp bir an durdu, bana döndü. “Sen burada kalabilirsin, tatilini bitirmek zorunda değilsin yavrum. Diğerleri ile sonra dönersin."

 

Kafamı iki yana salladım. “Hayır, ben de döneceğim. Zaten artık dönme vakti geldi. Sen yokken tatilin tadı olmaz."

 

Bir süre gözlerime baktı ardından beni kendine çekip saçlarıma uzun bir öpücük kondurdu. "Sen yokken hayatın tadı yok, tatil neymiş?"

 

Gülümsedim. "Hadi o zaman diğerlerine haber verip dönelim."

 

Eğlencenin dozunu fazlasıyla sınırlarda yaşayan arkadaşlarımız dönüş haberi ile sarsılmıştı. Asef onların devam edip tatili bozmamasını söyleyince neşeleri yeniden yerine gelmişti. Ama benim de gidecek olmam Nehir ve Alya'nın da dönmek istemesine neden olmuştu. Sonuç olarak hep birlikte tatili erken bitirme kararı almıştık. Hazırlanıp yola çıkmamız çok kısa sürmüştü.

 

İstanbul'a döndüğümüzde Asef yanımızdan ayrılıp gitmişti. Deniz’in de hastaneye dönmesi gerekiyordu. Alya ve doktoru egzersiz için odaya giderken Tolga da işe girdiği mimarlık şirketine gitti. Nehir de eve gidip dinlenmek istiyordu. Onun da bir gün sonra işi vardı.

 

Ve ben... Madem yeniden başlıyorum. Kollarımı sıvayıp işe koyulma zamanım geldi.

 

Asef'in odasına çıktım gerçi artık ikimizin odası olmuştu. Her yerde bana ait eşyalar vardı. Masanın üzerindeki defterimi açtım. CV taslağımı daha önce birkaç kez denemiştim ama hiç tamamlayamamıştım. Bu kez içimde başka bir şey vardı. Bir kararlılık. Artık sadece bir kurban ya da bir figür değil, kendi hayatının iplerini eline almak isteyen bir kadındım.

 

Saatlerce uğraştım. Özgeçmişimi özenle hazırladım. Eğitimler, deneyimler, gönüllülükler… Ve ardından kısa, etkileyici bir ön yazı. Asef’in bana “Seninle ilk defa kendimi affetmek istiyorum,” dediği gece aklıma geldi. Kendime de aynı sözü vermeliydim. İçimde kendime olan kırgınlıklarımı kendim affetmeliyim.

 

O gece başvuruları yaptım. En çok istediğim üç yere... Biri lüks bir otelin restoranıydı. Asef'in rakiplerinden birisi değildi neyseki. Popüler, mutfağı zengin uluslararası bir oteldi. Diğeri bir gastronomi akademisi, sonuncusuysa şehir merkezinde küçük ama şık bir İtalyan restoranıydı. Yeni açılmıştı ve Şef Lorenzo'nun daha önce bana önerdiği bir yerdi. Sahibi yaklaşık beş ay önce değişmişti ve kendilerini yenilemeye çalışan bir zincirin restoranıydı.

 

Birkaç gün geçti. Bu esnada herkes iş yoğunluğuna başlamıştı. Tolga ve Nehir yoğun mesai ile çalışırken Alya ile ikimiz biraz yalnız takılmıştık. Asef bu günlerde gece gündüz bir sorunla uğraşıyordu. Onu gördüğüm kısıtlı zamanlarda kafamı takmamamı ve ciddi bir şey olmadığını söylemişti. Ama ben pek emin değildim. Cihan ile sürekli bir işin peşinde gibiydiler. Pusat konusunda kimse bir şey söylemiyordu, Lavinya da bu süre zarfında malikaneye gelmemişti. Biraz olsun normal insanlar gibi rutin bir hayat düzeni kurmak istiyorduk.

 

Bu sabah Alya ile kahvaltı yaparken telefonum çaldı. Yabancı bir numaraydı. "Alo," dedim.

 

“Eliza Hanım ile mi görüşüyorum?" Kadının sesini tanımıyordum.

 

"Evet, kiminle görüşüyorum?"

 

"Sizi Re Del Gusto'dan arıyorum. Başvurunuzla ilgilendik. Sizi ön görüşme için davet etmek istiyoruz.” En son başvurduğum İtalyan restoranıydı.

 

İçimden bir çığlık yükseldi. Kabul edilmiştim. Hayal ettiğim yerlerden birine… Belki de hayatımın yeni dönüm noktası orası olacaktı. Sakin şekilde cevap verdim.

 

"Peki, bugün öğle saati uygun mu?"

 

"Evet uygun Eliza Hanım. Bekliyoruz."

 

"Görüşmek üzere."

 

Telefonu kapatınca aklıma ilk Asef geldi. Arayıp söylemeli miydim? Yoksa önce bu süreci tek başıma mı yaşamalıydım?

 

"Hadi hemen hazırlan ve git. Bu senin hayatın." Alya'nın cesaret veren sözleri sonrası gülümsedim. İlk olarak kendi işimi tek başıma halledeceğim.

 

"Şimdilik kimseye haber vermeyelim Alya, bu sadece ön görüşme." dedim. Asef'e henüz haber vermeyeceğim.

 

"Sen merak etme.'' Alya'ya güveneceğimi biliyorum.

 

Ardından hazırlanmak için odaya çıktım.

 

Kıyafet seçiminde sade ama etkileyici bir şey tercih ettim. Ne fazla iddialı ne de sönük… Aynadaki yansımama baktığımda içimdeki kararlılıkla göz göze geldim. Eliza... Artık başka biriydin. Savaşlardan çıkmış ama hâlâ ayakta duran, gücünü kendi elleriyle kurmaya çalışan bir kadındın.

 

Re Del Gusto’ya vardığımda ilk dikkatimi çeken şey girişteki ağır ahşap kapı ve içerideki modern şıklık oldu. Yerler tertemiz, loş ama ferah bir atmosfer hakimdi. Karşılama alanındaki görevli kadın kibarca ismimi teyit etti ve beni üst kata yönlendirdi.

 

"Eliza Hanım, lütfen buyrun. Restoran sahibi sizinle birebir görüşecek."

 

Birebir mi? Bir an kalbim daha hızlı atmaya başladı. Merdivenleri çıkarken içimde garip bir his vardı. Aslında bu gayet normaldi. Ama gerilmekten alamadım kendimi.

 

Kapıyı çaldı. İçeriden bir ses geldi.

 

“Girin.”

 

Kapıyı açan kadın önden girip bir şeyler söyledi. Daha sonra bana döndüğünde eliyle kibar şekilde içeriye yönlendirdi. Sakin olmaya çalışıp dik adımlarla odaya girdim. Kadın ardından kapıyı kapatmıştı. Oda, restoranın modern çizgisine zıt şekilde eski zamanlara aitmiş gibi ağır ve lüks döşenmişti. Deri koltuklar, koyu renkli ahşap masa ve duvarda asılı bir tablo… Detaylara göz gezdirirken masanın arkasındaki adam başını kaldırdı.

 

O an göz göze geldik. Kalbim, olması gerekenden bir ya da iki ritim daha hızlı attı. Bu yüz… Daha önce bir yerde görmüştüm ama nerede olduğunu çıkaramıyordum. Gözlerinde tanıdık ama huzursuz eden bir şey vardı.

 

“Hoş geldiniz Eliza Hanım.” Sesindeki ton kibar ama ölçülüydü. Gülümsediğinde dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı ama gözleri asla gülmüyordu.

 

“Ben restoranın sahibi Seyhan Kurter. Sizinle bizzat tanışmak istedim.”

 

İçimde bir ürperti dolaştı. Nedensizce ellerimi birbirine kenetlerken gözlerimi ondan ayıramadım. Etrafımı saran güçlü bir atmosfer vardı. Tıpkı Asef'in odasına ilk kez girip de onunla göz göze geldiğimdeki gibi... Korkutan bir güç bakışlara yerleşmişti.

 

"Memnun oldum," dedim, zorlama bir tebessümle.

 

 

Bölüm : 10.05.2025 19:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...