59. Bölüm

BÖLÜM 56

Sitare Yazar
yzrsitare

Yüzünü bir gün görmesem beni gam öldürür. Eğer görürsem, zevk ve mutluluk, gördüğüm an öldürür.

Zâtî

 

Rüzgar soğuk cama vurup uğuldadı. Uğursuz bir haberin gelişini anlatmak ister gibi tiz bir şekilde esiyordu. Yatağımın ucuna oturmuş öylece karşımda duran tabloya bakıyordum. Sadece bir tablo değil karanlık bir geçmiş... Asef ile benim hikayem başlarken Pusat'ın dahil olduğu acımasız geçmişin anısı...

 

Buraya nasıl geldi ya da neden geldi? Bunun cevabı bende değildi. Çünkü ben uğursuz geçmişin geride kaldığına inanıyordum. Ama dün geceden sonra bunun bir yanılgı olduğunu anladım.

 

Kapımın usulca açıldığını fark ettim ama karşımdaki manzaraya bakmaktan vazgeçemiyordum. Sessiz adımlar sonrası önümde diz çöken adama baktım. Endişeli gözleri tüm bedenimi tararken "Güzelim," dedi kısık sesle. Elini kaldırıp yanağımı usulca okşadı.

 

Asef, Nehir ile kavga etmiş olmamdan endişeli gibiydi. Çok hızlı geldiği hızlı nefes alışverişinden belliydi. "Ne oldu?" Sessizliğim onu çıldırtıyordu. "Yavrum susma anlat, iyi misin?"

 

Kısa süre koyu renk gözlerine bakıp bakışlarım arkasında kalan duvara kaydı. Asef bir süre bana baksa da ne olduğunu anlamak için başını çevirmişti. Kaskatı kesildiği anlarda benim de gözlerimde tuttuğum yaşlar sonunda akmıştı.

 

Bir hışımla ayağa kalkıp tabloya yaklaştı. "Bunun burada ne işi var amına koyayım!" Öfkeli sesiyle gözlerimi yumdum. "Ulan!" Asef'e baktığımda ne yapacağını bilemez halde yumruğu havadaydı. O yumruk tabloya inmiyordu çünkü benim yüzüme bakıyordu. Resimde dahi olsa bana asla vurmak gibi bir şey yapamayacağı için bedeni titriyordu. Buna son vererek kemerinden çekip aldığı bıçağı aniden tabloya savurdu. Resimde bana benzeyen kadına uzanan elleri kesmişti. Tabloyu sert şekilde indirip ters çevirdi.

 

"Eliza," tek dizini kırıp önümde çöktü. Eli yanağımı kavradı. "Bu resmi aylar önce pek kullanmadığım bir odaya koymuştum. Phoneix'te karanlıkta duruyordu. Buraya nasıl geldiğini,"

 

"Asef," dedim sözünü keserek. Kendini suçlamasını istemiyordum.

 

"Söyle canım," dedi kısık sesiyle. Öfkesini bastırmak için çok fazla çabalıyordu.

 

"Pusat'ın yaptığı bu resmi yok ettiğini düşünüyordum." dedim. Aklımda olan hep buydu. Çoktan Asef'in resmi yaktığını bile düşünmüştüm.

 

"Senin yüzün varken bunu nasıl yaparım?" İki yanağımı kavradı. Yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı. "Yapmak istedim ama elim varmadı. Ben de kimsenin görmeyeceği bir yere koymuştum."

 

Asef'in de aklında dönen soru işaretleri vardı. Gözlerinden geçen karanlık bunu anlatıyordu.

 

"Peki Pusat," demiştim ki sözümü kesip dudaklarıma kısa bir öpücük kondurdu. "Öldüğünü kendim teyit ettim. Bu konuda endişe etmene gerek yok."

 

Sıcak dudakları anlık başımı döndürse de zihnimde bir sürü şey vardı. "Kim peki? Dün Nehir'e gelen belgeler, bu tablo... Yeni birisi mi Asef?"

 

Asef yanağımı bir kez daha okşayıp yanımdaki boşluğa oturdu. Bir dizini kendine çekip diğerini öne doğru uzatmıştı. Dalgın bakışları ters şekilde duran tablonun üzerindeydi. Ona doğru yaklaşıp ağırlığımı üzerine verdim. Anında kolunu belime sardı ve bedenimi iyice kendine yapıştırdı. Cevap bekleyerek yüzüne baktım. Sert ifadesi bana baktığında yumuşamıştı.

 

"Belki de hep vardı. Ya sırasını bekledi ya da," dedikten sonra hiç istemesem de devam etmekte kararsız kaldı. "Boşver güzelim. Hallederim bunu da. Sen kafana takma bana güven olur mu?" Cevap vermedim ama başımı olumlu anlamda salladım. Belki yine gelen bir karanlık vardı ama düşünmek istemiyorum. Zihnimde geriye atmak istiyorum. "Nehir ile konuştun mu?"

 

Derin bir nefes aldım. "Hayır, geldiğimde uyuyordu. Çok korksam da uyanmasını bekliyorum."

 

"Kendini kötü hissedeceksen konuşmayı erteleyebilirsin." dedi.

 

"Hayır, konuşmazsam daha kötü olacağım. Ne düşündüğünü öğrenmem lazım." Asef'in elini tutup dik şekilde oturdum. "Deniz nasıl?"

 

"Bok gibi." Asef'in cevabı gayet açıklayıcıydı. "Geceden beri içiyor, şuurunu kaybedecek kadar sarhoş. Özgür ve Cihan yanında göz kulak oluyor."

 

"İşler bu yere gelmeden önce konuşmalıydık. Bizden öğrenmeliydi. Offf!"

 

"Yavrum lütfen kendini üzmeyi bırakır mısın? Tamam Nehir'in kötü olması normal ama sen zaten bir sürü kötü şey yaşadın ve suçun yoktu. Sana kızması mantıklı değil." Asef sadece beni düşünüyordu. Ama Nehir benim için çok özel bir yerde, işlerin bu duruma gelmesini istemiyordum. "Bana bak," derken çenemi yavaşça kavradı. Gözlerimiz birbirine değdiğinde bana çok yaklaşmıştı. "Yüzündeki hüzünden nefret ediyorum. Ve sen kendini üzerken elimden bir sik gelmiyor. Yapma bunu meleğim."

 

Usulca dudaklarıma dokundu. Öpmeden öylece beklerken dudaklarımda soluklanıyor gibiydi. "Asef," dedim kısık sesle. Bana öyle iyi geliyordu ki, anında moralimi yükselmişti.

 

"Söyle bebeğim,"

 

Kısık sesle konuşurken hala dudaklarımız birbirine çarpıyordu. "Annem derdi ki, soğuk zeminde çok oturma kıçın donar." Gülerek geri çekildim. Cidden odanın zemini halı olmadığı için soğuktu. Sonbahar ilk eski evimde hissediliyordu galiba.

 

Asef gülerken aniden beni kucağına çekti. "Peki kıçın için şu an ki yer nasıl?"

 

Gülmemi bastırıp kucağına iyice yerleştim. Asef'in kast ettiği yer asla masum değildi. Ama beni neşelendirmek için yaptığını biliyorum. "Az önceki zemin soğuktu ama burası," derken bacaklarımı iyice açıp Asef'in tam hassas yerine yerleştim. Çenesi anında kasılmıştı. "Fazla sert olabilir." dedim.

 

"Daha sertlik nedir görmedin yavrum." Dudaklarımdan sertçe öpüp saçlarımı geriye doğru eliyle taradı.

 

Uzanıp ben de art arda öptüm dudaklarından. "Bugün çok yoruldum, bir sertlikle daha baş edemem." dedim.

 

Asef gülümseyerek bana bakarken aniden aklına ne geldiyse bakışları sertleşti. "Bugün restoranda konuştuğun adam kimdi?"

 

Birkaç saniye donuk şekilde yüzüne baktım. Ne olduğunu hatırlamaya çalışırken aklıma gelen şeyle sinirlendim. "Adamlarına beni takip ettirmeni kabul ederim Asef ama hakkımda sana bu şekilde rapor vermelerini asla." Kucağından kalkmaya çalıştım ama Asef beni daha sert tutup kendine resmen yapıştırdı. "Öküzlük yapma Asef!"

 

"Yavrum yanlış anladın," Nedense hiç yanlış anladığımı düşünmüyordum. Yüzüm nasıl görünüyorsa Asef'in yüzü bembeyaz oldu. "Sonuçta etrafındaki herkesi tanıyorum, uzun sohbet edeceğin kim merak ettim."

 

"Sen ona merak ettim değil de karşı cinsle konuşamazsın desene. Ayılığım tuttu desene."

 

"Eliza ben gayet kibar konuşurken aynısını senden de bekliyorum." Belimi okşarken sakinleşmemi bekliyordu. Ben zaten gergindim, patlayacak yer arıyordum. Bana dediği şeyle o kaşınmıştı.

 

"Olmuyorum kibar falan, ne yapacaksın?" dediğimde dudağının kenarı usulca yukarı kıvrıldı. Asef'in yüzündeki ifade pek tekin değildi. Sanırım biraz tırsmış olabilirim.

 

"Bebeğim," Dudaklarını kulağıma getirdi. Ucunu hafif şekilde ısırıp emdiğinde tüm vücudum anında titremişti. Kahretsin! Bu adamın üzerimdeki bu etkisi kontrolümde değildi. "Kibar olmadığın zamanlar, hele ki yataktayken en sevdiğim halin." Geri çekilip yüzüme baktı. Ardından ekşiyen ifadesiyle başını sağa doğru eğdi. "Ama bazı şeylerin cevabını merak ederken cazgırlık yapman değil."

 

"Ben cazgır değilim." diye çemkirdim.

 

Yüzü buruştu. "Tamam değilsin."

 

"Değilim zaten Asef!"

 

"Tamam değilsin, dedim ben de." Resmen çocuk avutur gibi konuşması çok sinir bozucuydu. "Kimdi o adam?"

 

"Ay gerçekten kafayı yiyeceğim Asef! Kim olacak? Seyhan Bey restoranın sahibi. Konuşmam gayet normal değil mi?" Sinirle patladım. Asef'in yüzü düşünceli bir hal alırken beni tutan elleri gevşemişti.

 

"Seyhan Kurter o adam mı?"

 

"Evet," dedim. Hala neyi sorguluyordu hiç anlamıyorum.

 

"Anladım, başka birisi zannediyordum. Daha yaşlı," derken kendi kendine konuşuyordu. Bense zaten bu saçma muhabbeti yapmak istemediğim için umursamadım. Kucağından kalkmaya çalıştığımda aniden belimden kavradı. "Nereye hayırdır?" Tek kaşını kaldırdığında ben de aynı şekilde yaptım. Alt dudağını dişlerken, ifadem hoşuna gitmişti.

 

"Esas sen hayırdır?" dedim.

 

"Bak şöyle tatlı tatlı hareketler yapıp beni delirtme." Uzanıp sertçe yanağımı öptü. Hırsını alamayınca ısırması ile canım yanmıştı. Sertçe omzuna vurdum.

 

"Asef! Köpek gibi ısırdın yine." Sözüme sinirlenmek yerine güldü. Yeniden dudaklarıma uzanmıştı ki duyduğumuz sesle öyle kaldı.

 

"Aman yarabbi!" Kapıya doğru dönünce gözünü iki eliyle kapatmış Tolga'yı gördüm. Ama sadece tek gözü kapalıydı, diğeri üzerimizdeydi. "Hayatımda çok özel yeri olan siz iki kıymetli insanın, fingirdeşmesini ay pardon değerli sohbetini bölmek istemezdim ama Nehir uyandı."

 

Hemen ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Asef ağır şekilde kalkıp toparlanırken bakışları Tolga'nın üzerindeydi.

 

"Yalnız konuşmak istiyorum." dedim. Odadan çıkarken Asef, Tolga'yı ensesinden tuttu.

 

"Tolga seninle kıymetli bir sohbet etmek isterim. Zatı muhterem şahsınız müsaitse..."

 

"Asef Bey abi," Tolga kısık sesle yalvarırken dönüp bakmadım.

 

İkisini tek bırakıp Nehir'in kapısının önünde durdum. Yıllarca ikimiz arasında her şey öyle kolaydı ki... İlk kez bu kadar zor ve ağır geliyordu.

 

Derin bir nefes alıp kapıyı birkaç kez tıklattım. Cevap vermeyeceğini biliyordum. Zaten beklemeden odaya girip kapıyı kapattım. Tüm dağınıklığın içinde dağılmış yatağının üzerinde öylece oturuyordu. Bakışları boş şekilde karşı duvara sabitlenmişti.

 

"Nehir," derken usulca yanına oturdum. Sesimi ben bile zor duymuştum. Ama Nehir anında yutkununca beni fark ettiğini anladım. "Nasılsın kardeşim?"

 

Benden duyduğu hitaptan sonra bakışları üzerime döndü. Gözleri doluydu ve kızarıktı. Kim bilir ne kadar ağlamıştı? Elini tuttum. "Bana kızacaksan baştan söyleyeyim bir yere gitmem. O yüzden kovmayı falan düşünme." Konuşurken gülümsemeye çalışsam da gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. "Ayrıca kovamazsın da, burası benim de evim değil mi?"

 

Umutla gözlerine baktım. Sol gözünden akmaya başlayan yaşları diğer gözü takip etti. "Değil mi? Cevap versene, burası senin de evin de."

 

"Eliza," diye kısık sesle adımı söyledi. Başımı sallayıp konuşmasını bekledim. Sesi çatlamıştı, tüm gece bağırmaktan olmalıydı. "Eğer dün gece gelseydin,"

 

"Seni yalnız bırakmak istedim. Beni görüp daha fazla acı çekmeni ve geçmişi hatırlamanı istemedim." dedim.

 

Nehir başını olumsuz anlamda sallarken elimi sertçe tuttu. "Eğer dün gece gelseydin senin saçını başını yolardım."

 

"Ne," derken şaşkınca yüzüne baktım. Ağlamam durmuştu.

 

"Bunca yıllık arkadaşlığımızın hiçbir değeri yok muydu? Neden bu kadar ağır bir yükü tek başına taşıdın?" Nehir aniden bana sıkıca sarılınca derin bir nefes alıp ben de sarıldım. "Kader bize madem bu acıyı yaşatacaktı, o zaman birlikte yaşamalıydık. Benden bir şeyler saklamandan nefret ediyorum!"

 

"Ben bunu atlatamadım ki Nehir, kim ailesi hakkında böyle bir gerçeği sindirir? Babamın sadece abin değil onlarca insanın ölümüne neden olmasını nasıl kabul ederim? Annemin bile..."

 

Birbirimizden ayrıldığımızda ikimizin de gözleri ıslaktı. "Özür dilerim Nehir, abin için çok özür dilerim..."

 

Bana bakan gözleri büyük bir kederle doldu. Her ne hatırladıysa bundan sonda beni gördükçe aynı şeyi yaşayacaktı.

 

"Özür dileme, sadece sana kızgınım. Benimle daha önce konuşmalıydın." dedi. Küskün şekilde yüzünü çevirdi.

 

"Bunu çok istedim hatta Deniz de..." dediğimde sertçe baktı.

 

"Onun adını duymak istemiyorum Eliza."

 

"Nehir yapma,"

 

"Eliza lütfen, senin durumun ve onunki çok farklı. O bunu çok önceden biliyordu. Aylar önce abimden bahsettim ona. Evimin arka bahçesinde, salıncakta otururken uzun uzun anlattım. Abimin yanında, onu uyuşturucuya alıştıran kişinin kendisi olduğunu anladı. Ve aylardır gözüme baka baka bunu saklayıp benimle birlikte oldu. Korkunç bir şey..."

 

Tekrar gözyaşları akmaya başladığında omzunu sardım. "Tamam canım sakin ol. Sana bu konu hakkında tek kelime etmeyeceğim, kader bu acıyı da ikinize yaşatacak. Umarım sonunda ikiniz de sağ çıkarsınız." Çocuk gibi bana iyice sarıldı. Saçlarını severken her saniye biraz daha rahatlıyordu.

 

"Bana ilk kez bu kadar uzun sarılıyorsun." dedi. "Artık insanlarla temas etmek canını eskisi gibi yakmıyor."

 

"Evet," dedim. "Sebebini acı şekilde öğrendiğimden beri bazı şeyleri aştım." Aklıma dolan korkunç görüntüler nefesimi kesmişti.

 

"Bunu bana anlatmadın Eliza, yaşadığın şeyleri neden kendi yüreğine hapsedip acısını yalnız yaşıyorsun?" Kollarımın arasından çıkıp yüzüme beklentiyle baktı.

 

"Nehir, ben güzel şeyler konuşmak istiyorum. Acıları konuşmak yeniden onların içinde kaybolmak istemiyorum."

 

"Mümkün olacak mı?" diye sordu.

 

"Olması için çabalamaktan vazgeçmeyelim." dedim. Burukça gülümseyip başını salladı.

 

"Bana pankek yapar mısın?" diye çocuk gibi sorduğunda gülümsedim. Moralimiz bozukken itinayla yapardım. "Malzeme var mı?" diye sordum.

 

"Bilmiyorum yoksa da Tolga gidip alsın." dedi. Ayağa kalkarken elini tutup onu da çekip yataktan kaldırdım.

 

"Hadi bakalım, çılgın pankek gecesi yapıyoruz." dedim.

 

"Bira," dediğinde beklentiyle onaylamamı bekliyordu. Başımı sallayınca gülümsedi.

 

Kapıyı açınca üzerimize doğru abanan iki adamla şoka girdim. Asef son anda kendini tutmuş Tolga'yı da çekmişti. "Siz kapı mı dinliyorsunuz?" diye şaşkın şekilde sordum.

 

"Ne münasebet," Asef asla böyle bir şey yapması mümkün değilmiş gibi bakıyordu. Ama tam tersi gibiydi. "Sadece iyi misiniz diye sormaya geliyordum. Habeş maymunu ile kapıda karşılaştık."

 

Tolga'nın elinde telefon vardı ve sanrım bizi dinlemeye çalışan sadece ikisi değildi. "Ne oluyor Tolga? Mesele neymiş?"

 

Alya'nın sesiyle bu defa Tolga'ya aynı şaşkınlıkla baktım. "Mavişim merak edilecek bir şey yok, zamanında Nehir'in manitasını bu zilli Eliza çalmış ondan dolayı kavga ettiler. Ah!" Tolga ensesine gayet sert bir tokadı Asef'ten yiyince korkarak odanın içine kaçtı. "Abi yine Tolga'ya vurdun değil mi? Şunu yapmaktan vazgeç! İnsan eniştesine böyle davranmaz!"

 

"Sabır Allah'ım sabır!" Asef'in öfkelenmesini şu anlık umursamadım. Nehir ile mutfağa giderken arkamızdan geliyordu.

 

İlk iş dolabı açtım, malzemelere bakarken her şeyin olduğunu görüp gülümsedim. Bu esnada Nehir ile Asef masaya oturmuştu. Tabi Nehir kötü bakışlarla sevgilime bakarken Asef bir şeyler söylemeye çekiniyordu. Bu onun için hayret edilesi bir şeydi ama Nehir'in abisi konusunda dikkatli olması gerektiğinin farkındaydı.

 

Ben sütle yumurtayı çırparken sessizliği Nehir bozdu.

 

"Hiç sevmiyorum seni, hatta bir kaşık suda boğmak istiyorum."

 

Anlık bir donma yaşadım. İkisine hayretle baktım.

 

"Ben de sana bayılmıyorum.'' dedi Asef. Tam da ondan bekleyeceğim bir cevaptı. Önüme dönüp işime devam ederken ikisi tartışmaya devam etti. Aralarına girmek gibi bir niyetim yoktu.

 

"Her şeyi bildiğin halde o arkadaşının arkasını kolladın. Yıllarca vicdanın rahat mıydı?" Nehir'in sorusu ile elimdeki kapla öylece durup Asef'e baktım. Çenesi kasılırken kendini tutuyordu.

 

"Bak Nehir," derken masanın üzerine doğru eğildi. Asef'in kısılan gözlerinde geçmişten gelen anılar var gibiydi. "Senin yaşadığın hiçbir şey hakkında tek kelime etmeye hakkım yok. Ama geçmişte yaşanan şeyler bildiklerinden ibaret değil. Deniz," Asef, Nehir'in aksine arkadaşının adını gayet net söyledi. "Henüz çok küçük yaşlarda hayatında bok gibi şeyler yaşadı. Kendince hayatta kalmak için yanlış bir yol seçti, bu esnada abinle karşılaşmaları onun suçu değil. Belki başka suçu var ama abinin ölümü onun suçu değil."

 

Gözlerimden akan yaşı silip önüme döndüm. Evet, suçlu benim babamdı. Asef son söylediği şeyin anlamını fark ettiğinde derin bir nefes alıp hafif şekilde masaya vurdu. "Sikeyim!"

 

"Küfür etme Asef," dedim uyarıcı şekilde.

 

"Tamam yavrum." Beni hemen onaylayınca yaklaşıp saçlarından öptüm. Hem sakinleşmesi için hem de kendime gelmem için... Ve bu ikimize de iyi gelmişti.

 

"Onun suçunun ne olduğunu seninle tartışmak gibi bir niyetim yok." Nehir sandalyenin üzerine doğru bacaklarını çekip oturdu. Kollarını da etrafına sardı. Elimdeki hamur hazır olunca tavayı alıp ocağın üzerine koydum. Isınmasını beklerken kalçamı tezgaha koyup ikisini izlemeye devam ettim. "Ayrıca senin başlı başına suçların var.''

 

"Neymiş suçlarım?" Asef ilgisiz şekilde geriye yaslandı.

 

"Eliza'yı aldın yanına." dediğinde üzgünce ona baktım. Nehir de birkaç saniye bana bakıp yeniden Asef'e döndü. "Burası onun evi, aylardır tek başına kaldı. Gelir gelmez de evine götürdün, odasına asla dokunmadım. Çünkü yeniden gelir kalır diye."

 

Asef'in güvenlik için beni yanında istemesi bir yana onunla yaşamak hayatımın tam olması gibi. Ama arkadaşımın bu durumunda, beni beklediğini bilerek yanından gidemezdim. Asef bunu gözlerimde gördüğü an yüzü gerildi. Ona daha fazla bakmamak için arkamı dönüp pankek yapmaya devam ettim.

 

"Hayatımdaki kadının benimle yaşaması gayet normal Nehir. Üstelik hayatımızda bir sürü tehlike varken,"

 

"Evli bile değilsiniz." Nehir pat diye Asef'in üzerinde son kozlarını oynarken omzumun üzerinden baktım. Asef donuk bakışları ile Nehir'e bakıyordu. Sözlerine kızmamış ama yüzüne vurulan şeyle afallamıştı. Aniden bana baktığında göz göze geldik. Bu defa kaşlarını çattığı bendim.

 

"Bana neden sinirli bakıyorsun?" diye sordum. "Evlenme teklifi etmişsin de sanki kabul etmemişim gibi..." dediğimde yanağımı ısırdım. Aslında tam olarak söylemek istediğim bu değildi. Ama çoktan Asef için yeni bir kilit açılmış gibiydi. Bakışları parlarken oflayarak önüme döndüm. Asef için yeni planlar yapma vaktiydi. Onu çok iyi tanıyorum. Her konuda dünyanın gözü en kara insanı olmasına rağmen konu ben olunca hep bir işaret beklerdi. Ve bunu almıştı. Ben de onunla evlenme meraklısı gibi niye öyle dedim sanki?

 

"Sonunda Mavişim, iyi olduğunuza ikna oldu." Tolga mutfağa girip Nehir'in yanına oturdu. Eğilip saçlarından öpmüştü. Onun için ne kadar endişe ettiği belliydi. Bana döndüğünde genişçe sırıttı.

 

"Rönesans tablosu gibisin kız zilli, Nehir beceriksizi yüzünden şu mutfak resmen küflenmişti. Ne yapıyorsun Pekin ördeği mi?"

 

Nehir benden önce Tolga'nın omzuna vurmuştu ama biraz güçsüz kalmıştı. "Pankek," dedim. "Ev küflenmişse senin içinde yaşadığından dolayı olabilir mi?"

 

"Gerçekten kırıldım, " Tolga birkaç saniye Asef'e baktı. Asef ise hala bir şeyler düşünüyordu. Dediğim şeyi kesin kafasına fena taktı. "Asef Bey abime neden inme inmiş gibi? Ne yaptınız kız? Bakın kayınçoma yapacağınız her şeyin bedelini ben ödetirim." Asef aniden Tolga'ya baktı. "Yok esas şimdi inme indi adama." Korkuyla yerinden kalkıp kapıya yürüdü. Haklıydı çünkü Asef onun üzerine her an atlayabilirdi.

 

"Tolga gidip bira al." dedim. Yine de ona kıyamamıştım. Tolga beklemeden koşarak çıktı. Hazır olan pankekleri tabağa koyup masaya bıraktım. Bal, ceviz ve birkaç şey daha hazırlarken arkamda beliren sert göğse yaslandım. Asef bana yardım etmek adına cevizleri alıp kırmaya başladı.

 

Nehir'e baktığımda boş boş önündeki pankekle bakışıyordu. Asef'e döndüğümde yüzü hemen yanımdaydı. "Gerçekten burada mı kalacaksın?" diye kısık sesle sordu. Resmen sesi çocuk gibi üzgündü.

 

Başımla Nehir'i işaret ettim. "Kötü durumda Asef, birkaç gün yanında olmak iyi gelecektir. Yalnız kalmasın." dediğimde gözleri büyüdü.

 

"Birkaç gün sensiz ne yaparım?" Sitemine karşılık gülümsedim.

 

"Çocuk değilsin Asef."

 

"Nehir de değil ama," dedi. Bana iyice yaklaşıp kokusuyla aklımı dağıtmayı başarmıştı. "Uykusuna dalsın sonra hemen gideriz, olmadı birkaç gün her gece uyutursun sonra seni götürürüm."

 

"Yalnız ikinizi duyuyorum." Nehir'in bıkkın sesi aramıza girince Asef burnundan sert bir soluk verdi.

 

"Duyarsan duy." İki cevizi elinde aynı anda kırınca şaşkın şekilde baktım. Ama göz kırpıp elindeki cevizi işaret etti. Anlamamıştım. Tam olarak bana ne anlatmak istemişti? Anlamadığımı fark edince çarpık şekilde gülümsedi. Sapıkça bir şeyler ima ettiği gayet açıktı.

 

Onu umursamadan elimdekileri masaya bırakıp oturdum. Nehir için çikolata alıp pankeke sürdüm. Üzerine ceviz de koyup önüne doğru bıraktım. Tebessüm edip iyice önüne çekti.

 

Asef elindekileri masaya bırakıp telefonuna bakarken onun için de tahini alıp pankeke sürdüm. Çünkü tatlı şeyleri sevmezdi. Aynı şekilde üzerine ceviz koyup tabağı önüne koydum. Önce tabağa sonra bana baktı. Uzanıp yanağımdan kısa ama sert şekilde aniden öptü. "Sağ ol yavrum." Yüzümün kızardığına emindim.

 

Kendim için de ballı cevizli yaptım. O sırada Tolga da gelmişti. Fazlasıyla bira, cips ve çerezler almıştı. Hepsini masaya dizip felekten bir gece geçirmeye başladık. Gerçi hemen sarhoş olduğum için içmek konusunda tereddüt ediyordum. Asef de bunu bildiği için önüme sadece bir bira koymuştu. Kendisi şimdiden üçüncüyü açmış içiyordu. Nehir ve Tolga çoktan hafif dumanlı halde birbirlerine sarılmış bir şeyler konuşup gülüyorlardı. Sadece iki saat geçmişti ama ne ara bu hale gelmişlerdi anlamamıştım. Asef'e baktığımda beni izliyordu. Pek de bu ortamda olmak istemiyor gibi bakıyordu. Daha çok benimle yalnız olmak istiyor gibiydi. Ama arkadaşlarımın yanında olmak istediğimi bildiği için sesini çıkarmıyordu. Elini tutup üzerini okşadım. Sözsüz bir teşekkür gibiydi.

 

"Esas sen şunu hatırlıyor musun?" Tolga'nın sesiyle tekrar ikisine döndüm. "Ben birinci sınıftayken, bana aşık bir çocuk vardı."

 

"Aaa adı Umut muydu?" Nehir sanki çok büyük bir olaymış gibi bağırdı.

 

"Evet, dedim bak oğlum ben senin gibi değilim. Kızlar ilgi alanım." Tolga'nın ağzından kelimeler kesik çıkıyordu. Salak! Hemen sarhoş olmuştu. "O da bana ne dedi?"

 

"Ne dedi?"

 

"Dedi, benim de ilgi alanım değildi ama seni görünce ilgi alanım değişti." Tolga ve Nehir aynı anda kahkaha atınca Asef ile birbirimize baktık.

 

"Eliza, yalvarırım şuradan defolup gidelim. Bak tansiyonum çıkıyor." Bana doğru eğilip kısık sesle konuşurken sus işareti yaptım. Resmen deli oluyordu.

 

"Bak bak! Aklıma ne geldi?" Bu defa Nehir heyecanla atıldı. O anda kapı sertçe çalınca sözü yarım kalmıştı. Saat gece yarısına geliyordu ve bu saatte kimse bize gelmezdi. Aniden sertçe yine çaldı, hatta birisi kapıya tekme atınca Asef elini belindeki silaha götürüp ayağa kalktı.

 

"Yerinizden kımıldamayın."

 

Tabi hemen arkasından kalkıp mutfağın kapısı önünde durdum.

 

"Nehir!"

 

Deniz'in sesiyle donup kalmıştım. Arkamı dönüp bakınca Nehir'in de kaskatı kesildiğini gördüm. Tolga elini tutuyordu. Asef kapıyı açınca üç tane iri adam içeri doğru düştü. Evet resmen düştüler. En altta Deniz, üzerine doğru Özgür ve ikisinin üstüne Cihan.

 

Karşı kapının ucu açıktı ve Muazzez bu manzarayı izliyordu. Asef bunu fark etmişti, hızlı şekilde kapıyı kapatıp yerde yatan adamlara baktı. "Lan puşt herifler ne yapıyorsunuz?"

 

"Nehir," Deniz yine baygın şekilde seslendi.

 

"Size diyorum lan!" Asef yeniden bağırdı.

 

"Cihan üzerimden kalk artık! Irzımın içinden geçtin." Özgür kalkmaya çalışırken Cihan kendini kenara atıp sırtını duvara dayadı. Derin derin nefes alıp verdi. "Deniz Bey'i taşırken ırzına geçilenin sen olduğunu hiç sanmıyorum amına koyayım. Irz mırz kalmadı!"

 

Sanırım en zor zamanları Cihan yaşamıştı. Ama hiçbir şey şu anki durumu net açıklamıyordu. Nehir'e bakınca başını yere eğmiş öylece durduğunu gördüm. Tolga elini tutuyordu.

 

"Ben size demedim mi lan? Ne bok yiyorsunuz?" Asef, ayağa kalkmaya çalışan Deniz'in ensesini tutup pek kibar olmayan bir hareketle yardımda bulundu. Bu esnada diğerlerine fırça atmayı ihmal etmemişti.

 

"Asef Bey, yaşadığımız şeyleri anlatmaya şu an takatim yok. Buraya gelmekten başka çaremiz kalmadı." Özgür gözlüğünü eline alıp çatlamış camına üzgün şekilde baktı. Yazık, kim bilir neler yaşadı? Bu çocuğun başına da hep en fena şeyler geliyordu.

 

Asef bu defa öfkeyle Cihan'a baktı. Cihan hızlı şekilde ayağa kalkıp tek elini kaldırıp saçlarını düzeltti. O da fazlasıyla dağılmıştı. "Asef Bey, emrinizi sorgusuz sualsiz yerine getirmek görevim ama bu defa değil. Eğer buraya biraz daha geç gelseydik ülke gündemine oturmuş olurduk. Deniz Bey kendi babasını kaçırıp ülkede siyasi karışıklık çıkarmaya, canlı yayına çıkıp kendini yakmaya, babannenize ulaşıp yaşlılar derneğinden sahip çıkılma gibi şeylere kalkışınca mecbur kaldık."

 

Asef birkaç saniye boş şekilde baktı. Hâlâ ensesini tuttuğu Deniz, ondan kurtulup Nehir'e bakmaya çalışıyordu. "Babaannemin derneği mi var?" diye sordu. Ben de merak etmiştim.

 

"Evet, kendisi ve Edirne'nin ileri gelen zenginlerinden bir adam ile başkanı. Derneğin amacı, yaşlılığın sadece bir dış görünüş yanılsamasından ibaret olduğu ve hepsinin olgun çıtırlar olduğunu kanıtlamak." Cihan hızlı şekilde konuşurken gülüşümü tutamadım. Asef çatık kaşları ile bakınca başımı çevirdim. "Üstelik diğer başkan adamla flört ediyor olabilir."

 

"Lan!'' Asef'in öfkesi yine tavan yapmıştı. Ortam sakinleşince ilk iş babaannesini aramak olacaktı.

 

"Nehir!" Deniz yeniden bağırınca Asef onu bıraktı. Kenara çekilip olduğum yere gelmesine izin verdim. Bu sayede Nehir'i net şekilde gördü. Ama Asef her ihtimale karşı kolunu tutuyordu.

 

Nehir, Tolga'nın kolunun altına girip başını çevirdi. Bu hareketi Deniz'in yüzünün acıyla kasılmasına neden olmuştu.

 

"Neden?" Deniz'in sesi sarhoş olduğu için boğuktu. Ama acısı çok netti. "Geçmişin içinde ben de acı çekmiş yara almışken, sadece acı çeken senmişsin gibi davranıyorsun?" Nehir'in gözlerinden yaşlar akmaya başlarken başını çevirmedi. "Neden arkanı dönüp giderken bir an olsun yanımda kalmayı düşünmüyorsun? Neden bana canavarmışım gibi davranıyorsun? Annem de değilsin oysaki..." Ağzından çıkan son cümle hepimizi yerle bir etmeye yetmişti. "İlk kez hayatıma birini almak istedim..."

 

"Sus artık!" Nehir öfkeyle bağırıp ayağa kalkınca irkilerek yanına ilerledim. Ama öfkeli bakışları sadece Deniz'in üzerindeydi. "Yaşadığım en büyük acıların izlerini, yüzüne baktıkça görürken yanında mı kalabilirim? Sen de mi acı çekiyorsun? O zaman git seni görmeyeceğim yerde çek acılarını!"

 

Nehir'in kolunu okşarken sakinleşmesini umut ediyordum. Çünkü ikisinin arasındaki konuşma hiç iyi yere gitmiyordu. Deniz'in yüzü acıyla kasıldı.

 

"Toprak'ı ben öldürmedim..." dedi Deniz çaresizce. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında Asef üzgün şekilde bana bakıyordu. Deniz'i bırakamadığı için yanıma gelememesi canını yakıyordu.

 

"Sus!" Nehir yeniden bağırdı. Ama Deniz, Asef'in izin verdiği kadar biraz daha yaklaştı.

 

"Ben de küçüktüm Nehir, çok kötüydüm. Aylarca tedavi gördüm... Ne olur biraz olsun anla..." Deniz'in konuşmaya nefesi yetmiyor gibiydi. Görünmeyen bir el boğazını sıkıyordu sanki.

 

"Lütfen git..." dedi Nehir. Bu defa sesi çaresiz çıkıyordu. Deniz'i görmek şu an ona iyi gelmiyordu. Asef'e baktım, onu götürmesi şu an ikisi için iyi olacaktı. Anlatmaya çalıştığım şeyi anladığında başını salladı. Deniz'in kolunu daha sert kavradı.

 

"Hadi kardeşim gidelim." Asef'in şu an bakışları Deniz için ne kadar üzgün olduğunu öyle bir gösteriyordu ki... Gözlerinin dolmuş olduğunu görmek beni de harap etti.

 

"Nehir şimdi gitmeme izin verirsen, bir daha sana gelmem." Deniz'in sözleriyle hepimiz durduk. Gözlerindeki bakış çok ciddiydi. Bu cümleyi öylesine söylememişti. "İlk kez çaresizce geldim kapına, kovarsan sana yemin ederim gelmem..."

 

"Sana bende açılacak kapı yok artık." Nehir'in sözleri son nokta olmuştu. Deniz'in sol gözünden bir damla yaş akarken birkaç saniye Nehir'e baktı. Geriye doğru birkaç adım attı.

 

"Lisedeki coğrafya öğretmenim doğru söylemiş. Bazı nehirler denize ulaşmazmış, onların suyu acı olurmuş..."

 

Arkasını dönüp Asef ile giderken biz öylece kalmıştık. Tabi Nehir aniden hıçkırarak ağlamaya başlayınca onunla ilgilenmeye başladık. Tolga ile birlikte odasına götürmek için fazlasıyla uğraşmak zorunda kalmıştık. Sarhoşluğun verdiği gevşemenin de etkisiyle uzun süre ağlamıştı. En sonunda şiddetli ağlamaktan yorgun düşüp uyuyakaldı. Üzerine yorganı örtüp Tolga'ya baktım. O da ağlamıştı, kızaran gözlerini benden kaçırıp odadan çıktı.

 

Sessizce kendi odama gidip kapımı kapattım. Şu an herkes kendi halinde kalmalıydı. Aklıma gelen şeyle gözlerim hemen duvarın alt kısmına kaydı ama tablo yoktu. Asef götürmüş olmalıydı.

 

Yorgun adımlarla ilerleyip aylar sonra yatağıma uzandım. Omurgamdan itibaren yayılan sızıyla inleyip cenin pozisyonu aldım. Ne kadar yorgun olduğumun farkına yeni varıyordum. Fazlasıyla ağladığım için gözlerim yanıyordu. Kapalı tuttuğum için zihnimin bulanması uzun sürmedi. Gerçek ve hayal arasındayken üzerinde yattığım yatak kayboldu.

 

Ellerimin altında soğuk zemini hissedince etrafıma bakmaya çalıştım. Rüzgar çok sert esiyordu. Ayağa kalkıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım ama ışığın gözlerimi alması yüzünden kolay olmuyordu. Yavaş yavaş alıştığım zaman bir dağın zirvesinde olduğumu fark ettim. Hatta her yanı bembeyaz bir dağ... Ayaklarımın çıplak olması korkuya kapılmama neden oldu ama nedense hissettiğim kar soğuk değildi. Fazlasıyla sıcaktı.

 

Çaresiz şekilde ilerlerken Asef'i gördüm. Bana arkası dönük şekilde, tüm heybeti ile ayakta duruyordu. Mutlulukla ona ilerlerken zorlanmak çok canımı yaktı. Seslenmeyi denedim ama başaramadım. Boğazımdan tek kelime çıkmamıştı. Üstelik ona yaklaşırken, uçuruma yakın olduğunu görmek kalbimin deli gibi çarpmasına neden oldu. Daha hızlı ilerlemeye çalıştım.

 

Ama aniden yüzünü görmediğim birisi aramıza girdi. Baştan ayağa siyahlarla örülü birisi... Asef'in yanına hızlı şekilde ilerlerken benim adımlarım olduğu yere çakılmıştı.

 

Asef'in başını çevirdiğini gördüm. Karşısındaki kişiye bakarken dudakları kımıldadı ama ne söylediğini duymadım. Ve o an korkuyla çığlık atmama neden olacak bir şey oldu. Siyahlara bürülü kişi elindeki hançeri Asef'in kalbine sapladı.

 

"Asef!"

 

Boğazım acırken sert bir kol belimi kavradı.

 

"Bebeğim." Saçlarımın üstünde nefesini hissettim. "Sakin ol, yanındayım zaten"

 

"Asef," dedim tekrar. Az önceki manzaranın rüya olduğunu idrak ederken karanlıkta yüzünü görmeye çalıştım. Yattığım yatakta hemen yanımda uzanmış kollarını bana sarmıştı. "Ne oldu?"

 

"Bir şey olmadı güzelim." Saçlarımı geriye doğru eliyle taradı. "Deniz'i evine bırakıp seni almaya geldim. Ama uyuyakalmışsın, kıyamadım. Ben de yanına uzandım." Yanağımı öpüp yüzümdeki teri eliyle sildi. "Kabus mu gördün?"

 

Kabustan daha kötüydü. Öyle korkunç bir andı ki... Asef'in kalbine giren hançer ... Üstelik gözlerim aralanmadan önce uçurumdan düştüğünü görmüştüm. Aniden boynuna sarılıp tüm gücümle sıktım. Yanımda kanlı canlı olduğunu hissetmeye ihtiyacım vardı.

 

"Korkutma beni Eliza, ne oldu?" Sesindeki endişeye karşı o da bana sıkıca sarıldı. "Kurban olduğum..."

 

Kokusunu içime çektikçe daha da rahatladım. Geri çekilip ıslak gözlerle baktığımda anında yanağımı ıslatan yaşları sildi. "İyi misin şimdi?"

 

"İyiyim, sadece çok kötü bir rüya gördüm. Gerçek gibiydi, sen..." dedim ama devam edemedi.

 

"Evet, ben..."

 

"Asef, sana bir şey olursa dayanamam." dedikten sonra yeniden boynuna sarıldım. Kolları anında belimi sarmıştı.

 

"Canımın içi, yanındayım. Korkma artık. Kabus sonuçta, bir sürü şey yaşadın. Zihnin huzursuz, garip rüyalar görmen normal." Telkin edici sözleriyle biraz daha kendime geldim. Anlık yaşadığım farkındalık ile kendime geldim.

 

"Saat kaç? Nehir'e bakmam lazımdı." Yerimden kalkmaya çalıştım ama beni hemen tuttu.

 

"Merak etme, Nehir uyuyor. Saat beşe geliyor, hadi sen de uyu." dedi.

 

"Uyumuşum zaten, sen ne zaman geldin?" diye sordum.

 

"Üç gibi geldim, Tolga kapıyı açtı. Aslında seni almaya gelmiştim ama uyuduğunu görünce kıyamadım." Eli yanağımı okşarken kollarında uykuya dalabilirdim.

 

"Yanımda mı uyudun?"

 

"Kokunu alınca anında rahatlayıp uyumuşum ama belim fena yavrum. Bu yatak ikimiz için çok küçük." Huysuzca yüzünü buruşturdu. Rahatına fazlasıyla düşkün bir adamdı ve son zamanlarda benim için bundan taviz veriyordu.

 

"Nehir'e bakayım daha sonra gidelim." dediğimde gözleri parlamıştı. Sanırım onunla malikaneye gitmeyeceğimi düşünüyordu. Tüm eşyalarım orada, işe gitmeden önce kendime çeki düzen vermem lazım. Alya'nın da olanlardan sonra endişeli olduğunu biliyorum, konuşmam gerekiyordu. Yataktan kalkarken Asef de doğrulup ayakkabısını giymeye başladı.

 

Nehir'in odasına girdiğimde uyuduğunu gördüm. Yüzü düne göre daha huzurluydu. Deniz ile konuşması nasıl hissettiriyordu bilmiyorum ama bir süre içine kapanacaktır.

 

Odasından çıkıp yavaşça kapısını kapattım. Tolga hemen karşıma çıkınca haline bakıp resmen acıdım. Gözlerinin altı çökmüştü. "Nehir uyuyor, sen de uyu." dedim.

 

"Uyurum, sabah olunca ailesinin yanına bırakacağım." dedikten sonra genişçe esnedi.

 

"Durumunu anlayıp ne olduğunu sorarlarsa peki?" Nehir'in babası polis olduğu için geçmiş davayı açmak isteyebilirdi. Olayın gizli kalması daha hayırlıydı.

 

"Yeterince öfke krizi geçirdi. Sadece durgun olur, birkaç gün onlarla olmak iyi gelir. Ben konuşurum."

 

"Tamam, görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Kapıda beni bekleyen Asef'in elini tutup evden çıktım. Yüzüme vuran serinlik ile uykum tamamen açılmıştı. Arabaya binip camın ucunu açtım. Asef bir şey söylemeden motoru çalıştırıp, eski ve dar sokaktan çıktı.

 

Bir süre ikimiz arasında sessizlik oldu. Ama bunu bozan Asef'ti. "Daha iyisin değil mi?"

 

"İyiyim merak etme, endişe edecek bir şey yok." dedim. Ama bir saniye kadar şüpheyle yüzüme baktı. "Ne gördün rüyanda da bu kadar korktun?" diye sordu.

 

Ona rüyamı anlatmak istemiyordum. Annem küçükken, kötü rüyaları anlatmamamı söylerdi. Dile gelince gerçekleşmesi de kolay olurmuş.

 

"Rüyalarım hakkında konuşmak istemiyorum." dedim. Gülümsememe bakıp o da aynı karşılığı verdi.

 

"Ama o rüyayı seninle paylaşmışım sanırım." dedi imayla. "Ben seninle paylaştığım rüyaları anlatsam araba alev alır." Alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı.

 

"Asef," dedim gülerek. "Yine konuyu kendi lehine çevirmeyi başardın."

 

"Sen hep benim lehimdesin, rüyamdasın, yanımdasın..."

 

"Sonuçta her anımdasın." dedim. Uzanıp sert pazusunu sardım. Elini direksiyondan çekmemişti ama hoşuma gitmişti.

 

"Rüyayı anlatmıyorsun yani," dedi. Cevap vermedim. Bu onun için gereken cevaptı. Sıkıntılı bir nefes vermesi hoşuna gitmediğini gösteriyordu. Ama yine de rüyamı dillendirmek istemedim.

 

Malikanenin arazisine girdiğimizde çok zaman geçmemişti. Trafiğin olmadığı saatler olmasından dolayı boş yolda çabuk gelmiştik.

 

"Uyumak istiyor musun?" Asef arabayı yavaşlattı.

 

"Hayır, uykum çoktan açıldı. Duş alıp, üzerimi değişmek istiyorum. İşe gitmeden önce de Alya ile konuşmayı düşünüyorum."

 

"Peki, o zaman önce biraz zamanını bana verir misin?" diye sorduğunda arabayı durdurdu. Evin arka tarafındaki geniş arazinin önünde durmuştu. Ağaçların en fazla ve sık olduğu kısımdı.

 

"Veririm, neden ki?"

 

Tek kaşını kaldırdı. "Hemen de kabul ettin. Nazlanmak yok mu?" Yüzüme yaklaştığında sıcak nefesi yüzüme vurdu.

 

"Sapıklık yapma." dedim. Omzuna vurdum ama daha çok cilveli bir hareket gibi olmuştu. Hey Allah'ım ya! Aklımı dağıttı iki dakikada.

 

"Gel hadi," derken geniş gülümsemesi ile arabadan indi. Beklemeden ardından indiğimde serin ama güzel bir esinti ile karşılaştım. Asef elimi tutup beni ağaçların içine ilerletirken ilerideki bir adamına ufak bir işaret vermişti. Sanırım sese gelen adam kim olduğumuza bakmıştı.

 

"Nereye gidiyoruz Asef?" Gün henüz doğmamıştı, etrafımı net seçemiyordum. Tabi şimdiye kadar malikaneye ait arazinin tamamını görmediğim için etrafı tanımamam çok normaldi.

 

"Sabırsız kedim,"

 

"Bana kedi demekten hiç sıkılmıyor musun?" Gerçekten de kedinin her şekline girmiştim sayesinde. "Ya da neden bana ısrarla kedi diyorsun onu da anlamış değilim. Ben niye kedi oluyorum ki hem? Dişi aslan, dişi kurt olsam daha güzel olurdu."

 

Serzenişime büyük bir kahkaha ile karşılık verdi. Hayretle baktım. "Çok mu komik Asef?"

 

"Tatlısın, bazen o kadar tatlı oluyorsun ki seni tek lokmada yutmak istiyorum." Dudaklarımdan sertçe öpüp aklımı dağıttıktan sonra yeniden güldü. "Sana neden kedi dediğim de bana kalsın. Şimdi tatlı kedim," derken durduk. Ben kafamı sallayıp kendime gelmeye çalışırken etrafıma baktım. Ağaçların çevrelediği düz, çimlerle kaplı bir alandı. Karşıdaki tanıdık gelen yapıya baktım. Aklıma aylar önce Deniz ile buraları gezdiğimiz geldi. Alya için bir şeyler yapacağını söyleyip, beni Asef ile bu kulübe gibi yerde kilitli bırakmıştı. Sonrası pek iyi değildi.

 

"Burada ne yapacağız Asef?" diye sordum.

 

Asef ise aldığı kararı sorgular gibi yüzünü buruşturdu. "Kendimi ikna etmiştim ama şimdi, sikeyim!"

 

"Keşke bana da bir açıklama yapsan," dedim. Kollarımı birbirine dolayıp beklemeye başladım.

 

"Benden bir şey istemiştin, sana kendini korumayı öğretmemi."

 

Gözlerim anında büyüdü. "Gerçekten bunu yapacak mısın?" diye heyecanla sordum. "Şu Karete Kid filminde olduğu gibi, beni eğitmeye mi karar verdin. Cilala parlat, cilala parlat!"

 

Yaptığım hareketlere birkaç saniye boş gözlerle baktı. Sanırım anlamaya çalışıyordu. "Eliza lütfen saçmalama bebeğim, kafanda da garip şeyler kurma." Yanıma gelip eliyle boynumu okşadı. "Bunu yapma amacım reflekslerini geliştirip, daha hızlı hareket etmen için hantallığını gidermek."

 

"Asef ben hantal değilim. Reflekslerim de gayet iyi." dediğimde aniden ayağı ile anlamadığım şekilde dizimi kırıp geriye düşmeme neden oldu. Ağzımdan küçük bir çığlık koparken eliyle belimi kavramıştı. Zemine kapaklanmadan beni tutmuş öylece suratıma bakıyordu. "Evet, reflekslerin çok iyi."

 

"Dalga mı geçiyorsun?" Kalkmaya çalışırken yardımcı oldu. Ama elini belimden çekmemişti.

 

"Hayır güzelim, sadece odaklanmanı arttırmamız lazım. Bunun için vücudunu eğiterek başlamamız lazım." İki eliyle her yanıma dokunmaya başladı. Kollarıma, bacaklarıma, karnıma...

 

"Neden beni elliyorsun?"

 

Derin şekilde güldü. "Vücudunun kas oranını anlamaya çalışıyorum. Gerçi sevişirken farkındaydım, kas miktarın yeterli değil." Minik ayva göbeğimi okşarken sıkkın şekilde nefesimi verdim.

 

"Ben kilolu değilim."

 

"Değilsin zaten ama kas dokun zayıf yavrum. Şekerli beslenme şeklini protein ağırlıklı olarak değiştireceksin. Şef olarak ne yemen gerektiğini biliyorsundur. Spor programına göre ayarlaman lazım."

 

"Anladım, hala beni elliyorsun Asef." Bir eli kalçamı okşarken diğeri göğsümün üzerindeydi. "Şu an pek kaslarımı kontrol ettiğini sanmıyorum."

 

Boğazını temizledi. Pişkin pişkin sırıtırken kalçamı sertçe sıktı. "Hayır, bu benim içindi."

 

Eline vurduğumda gülerek geri çekildi. "Yani senden eğitim alınca," derken elimi yumruk yapıp sağa sola savurdum. "Senin üzerinden bir iki hareket dener miyim?"

 

Kollarını açıp göğsünü gerdi. "İstersen şimdi dene," dediğinde meydan okuyarak bakıyordu. Fırsatı bulmuşken hemen harekete geçtim. Tüm gücümle karnına vurdum. Ama bir şey olmadı. Sert bir duvara vurmuşum gibi öylece mal gibi kaldım. Üstelik elim acımıştı. Evet, bileğimin duruşu yüzünden ters şekilde vurmuştum. Yüzüm buruşturken, Asef elimi tutup okşadı sonra da öptü.

 

"Güzelim, çok acıdı mı?"

 

"Asef, karnında beton mu var senin? Az önce nereye vurdum ben?"

 

Derin şekilde gülümsedi. "Sanırım bunu yapmamanı söylemeliydim."

 

"Evet, biraz geç kaldın. Yememiş içmemiş, nasıl bir karın yapmışsın öyle?" Elimle az önce vurduğum yere dokundum. Hatta baya baya yokladım. Asef gülümseyerek beni izliyordu. Birkaç saniye sonra elimi tuttu.

 

"Anatomik incelemen bitti mi bebeğim?"

 

"Şimdilik bitti aslında incelemek istediğim başka yerler de var ama," dedim kısık sesle. Başını sallayıp alt dudağını ısırdı. Ona az önce yaptığı gibi karşılık vermem hoşuna gitmişti.

 

"Yaramaz kedi seni," derken kolunu omzuma sarıp, eve doğru yürümeye başladı. "Bundan sonra uyumadan önce iki saat kadar antrenman yapacağız. Kaçmak yok, itiraz yok. Söz dinleyeceksin." Sesindeki otoriter tını çok etkileyiciydi.

 

Alayla güldüm. "Ne kaçacağım? Görürsün, çerez gibi yerim ben antrenmanı."

 

"Göreceğiz..."

 

Asef kendinden emin, ben başıma geleceklerden habersiz gün doğarken eve doğru yürüdük.

 

****

 

Gözlerindeki ağırlığa inat başını yastıktan kaldırdı Lavinya. Günlerdir sarhoş gibi hissediyor, her anında uyumak istiyordu. Bunun sebebinin ne olduğunu anlayacak kadar zekiydi. Cihan'ın ona gizlice sakinleştirici verdiğini biliyordu. Ama bir şey demeden kabul etmesi artık akıtacak göz yaşı kalmadığı içindi.

 

Pusat'ın ölümüne inanmak istememişti, beş yıl önce onun yaptığı gibi sahte bir ölüm olsun istemişti. Ama kalbini dinlediği ikizi ona derin bir sessizlikle karşılık vermişti. Elleriyle gömüp, mezarına çiçek dikmişti. Pusat'ın ölümüne üzülen sadece kendisiydi, bunun farkındaydı. Acısını birisiyle paylaşamamak çok zordu. Cihan ise sadece destek oluyor ama acısını paylaşmıyordu.

 

Sağına dönünce Cihan'ın çıplak, geniş sırtıyla karşılaştı. Geldiğini ve yanına uzandığını fark etmemişti. Zaten onun hızına yetişmesi mümkün de değildi. Özellikle Lavinya'dan son zamanlarda kaçması onu çok üzüyordu. Pusat'ı öldüren kişiyi bulmasını istiyordu ama sevdiği adam ondan sadece unutmasını istiyordu.

 

İçindeki kırgınlıklarla uzanıp omzunu öptü Lavinya. Kokusu birçok ilaçtan daha çok sakinleştiriyordu kadını. Cihan çok yorgun olmalıydı, tepki vermemişti.

 

Yataktan çıkıp sabahlığını üzerine geçirdi Lavinya. Günlerdir tek lokmayı zor yutuyordu. Kendine sıcak bir şeyler yapmak istedi. Cihan'ın ikisi için aldığı ve bir gökdelenin en üst katındaki evlerinde henüz mutlu bir günleri olmamıştı.

 

Amerikan mutfağa girip, doğmak üzere olan güneşin bulutlar üzerindeki yansımasını izledi. Günler sonra ilk kez tepki verip gülümsemişti. "Cihan,'' diye mırıldandı. Evi alırken Lavinya'nın bu evi ne kadar seveceğini biliyordu. Çünkü hayalindeki gibiydi, bulutların üzerinde olmak istiyordu her zaman. Ve şu an tam olarak öyleydi...

 

Mutfağa girdiğinde, ikisi için kahvaltı hazırlama fikri o an için hoşuna gitti. Cihan'ın kucağına oturup onunla sohbet ederek güzel bir güne başlamak istedi.

 

Etrafına dalgın şekilde bakıp, eşyaların yerini anlamaya çalıştı. Onun depresyon sürecinde eve temizliğe ve yemek yapmaya gelen kadın her şeyin yerini kafasına göre değişiyordu. Lavinya kendini iyi hissedince evin her yerine kendi dokunuşlarını bırakmaya karar verdi.

 

Tüm bu düşünceleri arasında tezgâhın önündeki masada gördüğü şeyle durdu. Birkaç uzun saniye görüntünün gerçekliğini sorguladı. Elini uzatıp dokunduğunda, hayal gördüğünü ummak istiyordu. Ama müzik kutusu gerçekti. Yirmi yıl önce Pusat'ın ona verdiği müzik kutusu elindeydi.

 

"Bu nereden geldi?" Başını çevirip etrafına baktı. Ama evde her şey aynıydı. Cihan dışında bu eve birisinin girmesi imkansızdı. Ama elindeki müzik kutusu çok önceden kaybolmuştu ama Lavinya, Pusat'ın elinde olduğunu düşünmüştü. Anıları saklamayı severdi ikizi...

 

Dizleri titreyince ada sandalyeye oturup müzik kutusunu incelemeye başladı. Ama çoktan bozulmuştu, sesi çıkmıyordu. Tıpkı hayatlarının eskiye dönmeyeceği gibi...

 

Dolu gözleriyle bir süre kutuyu izledi. Üzerindeki resmi okşadı, Pusat yapmıştı. Derin nefesleri arasında sakinleşmesi gerekiyordu. Cihan'a bunu göstermesi ve ne olduğunu anlamak istiyordu. Ama kutunun altındaki boşluktan düşen küçük rulo haline getirilmiş kağıtla duraksadı.

 

Müzik kutusunun buraya tesadüfen gelmediğini o an anlamıştı. Açması gerekiyordu. İçinden bir ses iyi bir şey olmadığını söylüyordu. Ama bu sese kulaklarını tıkayıp, güzel bir el yazısı ile yazılmış kağıdı okumaya başladı.

 

"Kıymetli Lavinya,

 

Yas sürenin artık bittiğini düşünüyorum. O yüzden kardeşinin senin için sakladığı hediyeyi gönderiyorum. Ondan sana bir mesaj gibi düşün. Katilini bulmanı istiyor Pusat... Ve bu kişinin kim olduğunu sana söylemeye can atıyorum. Uzun zaman önce tanışmıştık seninle, yeniden bir araya gelmekten mutluluk duyarım..."

 

                                MAHES

 

******

 

Sevgiyle kalın canlarım. Yeni bölümde görüşmek üzere...

 

 

Bölüm : 05.12.2025 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...