38. Bölüm

YILBAŞI ÖZEL

Sitare Yazar
yzrsitare

****Asef Arjen

"Zaman geçer Asef, geçer oğlum... Hiçbir acı o andaki gibi kalmaz..." Saçlarımı okşadı annem. "Bu kadar öfke zararlı, en çok sana zarar veriyor. Bak artık on beş yaşındasın, büyüdün... Ve bir kardeşin var, onun için güçlü olman lazım değil mi?"

Ellerimi yumruk yapmıştım. Babama bağırdığım için bana kızıyordu. "Ama sen Alya'nın yanına gitmek istedin diye o adam sana bağırdı. Benim kardeşim senin de kızın ve çok küçük... Neden onu yalnız bırakıyorsun?" dedim. Tüm gece Alya ağlamıştı ama annem, babam izin vermediği için yanına gidememişti. Ben de kucağıma alıp uyutmaya çalışmıştım. Hem üstüme kusmuş hem parmağımı ısırmıştı. Tam bir cadı şimdiden...

Annemin gözleri dolunca onu üzecek yanlış bir şey söylediğimi anladım. "Asef, güzel oğlum... Ben hiç Alya'yı yalnız bırakır mıyım? Sen vardın, o yüzden Alya'nın kapısı hep açık... Sen varsın..."

''Evet ben varım, sen merak etme... Günlüğünü okudum diye de mi kızdın bana?" diye sordum.

"Hayır olur mu hiç, neden kızayım?" dedi annem şefkatle.

"Bir şey sorabilir miyim?" dediğimde başını salladı. "En son sayfada bir şey yazıyordu. Bugün onsuz 180. gece... Huzurla uyudum... Neden geceleri saydın?"

Annemin yüzünde buruk bir gülümseme oldu. "Asef, canım oğlum... Eğer bir gün geceleri yanında olduğunda huzurla uyuduğun kişiyi bulursan onunla geçirdiğin geceleri say... Taa ki sonsuza kadar yanında kalıncaya dek... Ben de bu dünyaya gözlerimi kapattığım gün saymayı bırakacağım çünkü benim huzurlu gecelerim sadece yalnızken..."

Sustu annem daha fazla devam etmedi, hızlı şekilde saçıma bir öpücük kondurup ayağa kalktı. Yeni yıla giriyoruz bugün ya da kötü bir yıldan çıkıyoruz... Bilmiyorum ama sanki büyüdükçe her şey daha kötü oluyor...

Kar başladı dışarıda... Annemin mavi gözlerine bu sene de bahar gelmeden kış geldi... Aldığım sahte gülleri yapıştırmak için bahçeye inmeye karar verdim, Deniz de yardım eder belki. Cihan da kesin yardım eder, bana hep yardım ediyor zaten... Yarına kadar bahçede güller açsın istiyorum... Belki annem bu defa gülümser...

🔥🔥🔥

 

**31 Aralık 2022**

Sırtıma doğru akan her damla öfkemi azaltmak yerine katlanarak akmasına neden oluyordu. Yumruğumu banyonun mermerine vurup suyu kapattım. Siyah bir havluyu altıma sararken küçük bir havluyu da alıp saçlarımdaki suyu almaya çalıştım. Son günlerde normalden biraz daha uzamıştı. Dış görünüşümü asla ihmal etmeyi sevmediğim için şu an aynaya yansıyan görüntü pek hoşuma gitmedi.

"Kas kaybı mı yaşadım acaba?" Sağıma soluma dönüp anlamaya çalışırken odamın kapısının açılma sesini duydum. Kapıyı çalmadan girecek tek bir ayı var tanıdığım.

"Asef'im!"

Yanılmadım. Banyodan çıkıp yatak odama ilerledim.

"Kesin kas kaybettim Deniz, son günlerde kum torbası yerine hep adam dövdüm. Bak zararı oldu." Saçımdaki havluyu yatağın üzerine atıp dolabın önüne ilerdim. Deniz'in yatağımın üzerinde oturuyor oluşu ve havlunun yüzüne gelişi tamamen tesadüftü.

"Bakim Asef'im?" Deniz'in ne yapmak üzere olduğunu anladığım an kolumla ileri ittim. "Hayvan herif! Ne vuruyorsun? Acıyor!"

"Oradan mı anlanır lan kas kaybı?" diye sordum. Deniz yatağın karşısındaki tekli koltuğa malak gibi uzanıp telefonunu çıkardı.

"Valla senin o sert ve sıkı kalçan benim için tek referans."

"Deniz, yemin ediyorum sapıksın." Giyinme odasına ilerleyip siyah bir takım çıkardım.

"Allah Allah, neden sapık oluyorum? Ne kadar kalpsiz bir adamsın? Ne kadar zor senin kalbine ulaşmak biliyor musun? BİM kapısı gibisin, tam giriyorum tak! Bir kapı daha, harbiden o niye öyle ya?" Deniz salak salak konuşurken, dediği şeyleri anlamakta zorlanıyordum. Gerçi ben Deniz'i ne zaman anladım ki?..

"Ne anlatıyorsun Deniz?"

"Bir bok anlattığım yok, seni lanet olasıca zengin puşt! Nereden bileceksin halkın neler yaşadığını? Ben ise hep onların arasındayım, neyse... Eee, bu gece Pırıl ile mi program yaptın? Magazine görüntü verecek misin?"

Siyah pantolonun üzerine siyah gömleği giyip yatak odasına yeniden döndüm. Kol düğmesi ararken hediye gelen kutuyu elime aldım.

"Hayır, bu gece adam öldürerek yeni yıla gireceğim."

"Aaa, ne değişik bir aktivite? Unutma yakışıklım, yeni yıla nasıl girersen tüm sene öyle devam edermiş?" Deniz'in dünya yansa umurunda olmayacak hallerinin pek de gerçek olmadığının gayet farkındaydım.

"Ee sen geçen sene kızlarla havuz partisi yaparak girdin ama tüm sene boks maçında benden dayak yedin. Demek ki nasıl girdiğinin değil nasıl çıktığının önemi var. Yani Deniz, biz yeni bir yıla girmiyoruz biz zor bir yıldan çıkıyoruz."

Deniz söylediklerimi anlamaya çalışırken Graff Diamonds'ın benim için özel ve tek olarak ürettiği saati taktım. Bunu sipariş veren ben değildim. Tamamen Rus mafyasının, onları rahat bırakmam için verdiği küçük bir rüşvetti. Bu gece gideceğim yer için pek uygun olmasa da benim gibi bir adam için gayet uygundu.

Bana özel ve tek olan şeylere zaafım vardı...

"Sen izin vermediğin için olabilir mi Asef? İki ay önce yirmi kasım, meşhur otuz ikinci yaş gününde, büyük bir havuzda otuz iki çıplak kız ile sana köpük partisi verdim. Girmeye tenezzül etmedin, üstelik beni de engelledin. Demek ki neymiş, insan olmadık dosta sahip olursan mahrum kalırsın çıplaklarla dolu bir havuzdan!"

Deniz saçmalamaya devam ederken giyinmeyi bitirmiştim. Siyah deri eldivenleri arabada takmak üzere silahın üzerine koydum.

"Deniz sen tam bir beyinsizsin! Lan ben kadınlara dokunamıyorum, sen bana dolu bir havuzda çıplak kızlar diyorsun?"

"Ama Asef'im, belki bunu aşarsın diye düşündüm. Yani her ülkeden aşırı güzel kızlardı." Deniz'in ağzının suyu akarak anlattığı şey zerre ilgisimi çekmiyordu. Bu durumunu aşmayı ben de isterdim. Daha önce fiziksel olarak çok beğendiğim bir mankenle birlikle olmayı istemiştim ama sonu hüsran ile sonuçlanmıştı. "Ayrıca yanında taş gibi sevgilin var, onunla da aşmış olabilirsin. Pırıl ile birlikte oldun mu?"

Deniz'in aşırı saçma sorusuna gözlerimi devirdim. "Sence Deniz..."

"Yanii, Pırıl'ın gergin haline bakacak olursak olmamışsınız."

"Deniz biz Pırıl ile bir anlaşma içindeyiz. Pırıl bunu gayet iyi biliyor. Sadece medyaya karşı poz vermek dışında bir şey yapmıyoruz." Telefonumu alıp, Cihan'ın gitmek için hazır olduğuna dair mesaja baktım.

"Çok şeyler yapmalısınız ama neyse... Bu arada Alya bugün de çok az yemek yedi. Aylin teyzenin tarif defterine göre yemek yaptı aşçı ama..." Deniz ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. İlgi alanım olan tek şey Alya olduğu için daha ciddiydi.

"Kim yaparsa yapsın Deniz, yemeğin tadı aynı olmaz. Çünkü yapan annem değil. Birkaç gündür ihmal ettim Alya'yı, uzun uzun sohbet etmedim. Cevap vermese de bakışları bile yetiyor."

Benim içimdeki en büyük yaram Alya'nın ta kendisiydi. Yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkum kardeşim... Hain bir kazanın kurbanı kardeşim... Annem ve babamın kazasında hayatta kalan tek kişi ama yaralı şekilde...

"Ben de sürekli yanındayım. Son günlerde ondan tepki almak için kendimi aşan şeyler yaptım. Köçek kıyafeti giyip dans ettim, korkutmak için hayalet kostümü ile odasına daldım. Gülsün diye gıdıkladım onda da senden dayak yedim." Deniz'in abartılı hareketleri her zaman olduğu gibi sinirimi bozuyordu.

"Onu hak ettin, neyse açtırma ağzımı. Bir de doktor olacaksın..." Havadaki sarılık karın habercisiydi. "Kar yağacak, odasının tüm pencerelerinin kapanmasını isteyecek. Salona inmek istemeyecek, yine onun için sıkıntılı bir süreç Deniz." Alya, kar yağdığı zamanlarda asla bunu görmek istemezdi. Çünkü kazanın olduğu gece yoğun kar yağışı vardı. "Yıllardır ne yaptıysam fayda etmedi, kazadan önceki o bıcır bıcır konuşan, gülen, eğlenen kız yıllardır nedenini bilmediğim bir sessizliğin içinde. Dünyanın en iyi doktorları baktı, bir sürü uzman... Ama hiçbiri sorunu anlamadı. Yakında on sekiz olacak, onun yaşındaki kızlar eğlenip yarını bile düşünmeden yaşıyorlar. Ama Alya... Bir arkadaşı olsa ne bileyim seveceği birisi... Belki ona kendini açardı."

"Yeni bir Çiçek vakası olmasın da Asef. Dikkatli ol."

Aklıma gelen şeyle elim çoktan yumruk olmuştu. Beş yıl önce uzman bir doktorun önerisi ile hayatımıza girmişti Çiçek. Başarılı bir pedagoji uzmanıydı. Güvenip evime almıştım, daha doğrusu bu güven en yakın adamım, arkadaşım, güvenlik sorumlum Cihan'dan dolayıydı. Çünkü aşık olmuştu, insanlarla bile kolay kolay iletişim kurmayan adamın aşık olması Çiçek'e güvenmemde etken olmuştu. Bir süre Alya'yla ilgilenmiş birkaç tepki bile almıştı, Alya o zaman yeni ameliyat geçirdiği için daha suskundu. Her şey güzel gidiyordu. Ama bir gün Alya'yı yerde yatarken, tepesinde elinde silahla duran Çiçek'i görene kadar... Ve Alya için bir insana güvendiğim son gündü... Sonrası fazlasıyla trajikti...

"Olmayacak merak etme, herhangi birisi değil aradığım... Bir uzmanın önerdiği alanında iyi birisi de değil... Sadece doğal birisi Deniz, Alya'nın kalbini ısıtacak birisi..."

"Yakışıklı erkek resimleri de gösterdim Alya'ya ama pek de ilgisini çekmedi. Galiba hiçbiri benim kadar seksi değildi." Deniz'in söylediği şeyle dönüp ters bir bakış attım. Sürekli saçma sapan şeyler yapmaya ara vermesi gerekiyordu.

"Ne bakıyorsun öyle oğlum? Sonuçta genç kız yani, hormonlarını harekete geçirmemiz lazım." Kendi savunması bile salakçaydı. Bu adam nasıl Oxford bitirdi asla aklım almıyor.

"Deniz sadece sakin ol tamam mı? Ben gelene kadar evden ayrılma, Alya yalnız kalmasın." dedim odadan çıkarken.

"Oğlum parti var lan! Geç kalma yoksa mahrum kalacağım kucak dansını, senin üzerinde yaparım!" Deniz'in söyledikleri ile yüzüm buruştu. İğrenç herif...

Alya'nın her zaman benim için açık olan kapısını görünce yavaş adımlarla içeri girdim. Saat erken olduğu için henüz uyumadığını tahmin ediyordum. Genelde 10'da uyurdu. Tahmin ettiğim gibi, yatağında sırt üstü yatarken kapalı gözlerini açıp bana hayat olan mavi gözleri ile baktı. Anneme benziyordu, iyi ki ona benzeyen oydu... Ben babama benzediğim için aynaya bakmasam da olurdu... Ama Alya'nın yüzüne bakmadan yaşayamazdım...

"Alya'm, nasılsın?" Herhangi bir cevap alamayacağımı biliyordum. Elimi uzatıp yumuşak sarı saçlarını yavaşça okşadım. "Bugün dünden daha güzelsin, eğer her gün böyle devam ederse benim kalbim bu güzelliğe dayanamayacak." Yüzünde değişen bir ifade olmamıştı. Ama göz bebeklerinin titrediğini görmüştüm. Bu dünyada benim ondan, onun da benden başka kimsesi yoktu. Ve bu bakışlar bana bakarken büyük bir güvenle bakıyordu. "Yeni yılın kutlu olsun, seni bu yıl da diğer yıllardan çok seviyorum... İyi ki varsın güzel Alya'm..." Alnına hafif bir öpücük kondurup odasından çıktım. Bu kadar zayıf olması hoşuma gitmiyordu, bir an önce bu yemek konusunu çözmem gerekiyordu.

Bahçeye çıktığımda sarı bulutlar daha da ağırlaşmıştı. Birkaç saniye göğe bakıp önümde duran siyah araca ilerledim. Kapının yanında tüm heybeti ile duran Cihan'ın karnına pek de yumuşak olmayacak bir yumruk geçirdim. Diğer adamlar şaşkınca bize bakarken Cihan hafif şekilde boğazını temizledi.

"Bu ne içindi efendim?"

"Yeni yıl hediyesi ayrıca Atıf'a yapacağım sürprizimi bozduğun için." dedim arabaya binerken.

Atıf denen şerefsiz beş ay önce Phoneix'in şubelerinden birine müdür olarak atadığım pezevenkti. Daha önce çalıştığı gece kulüplerinde bir yanlışı olmamıştı ya da diğer patronlardan saklamayı başarmıştı. Diğer şubelerin müşteri sayısına göre onun işlettiği yere daha çok gelen vardı ama gelir hepsinden azdı. Alt bodrumuna gizli bir yer kurmuş şerefsiz! Genç kızları isteği olsun olmasın zorla burada çalıştırmaya başlamış. Paramı çalsa affederdim ama bu yaptığının benim kitabımda affı yok! Bugün de kalitesiz bir orta seviye restoranda ölümünü bekliyor. Bu benim son yıllarda yaptığım bir eğlence. Ölümüne karar verdiğim adamları aç gitmesin diye ucuz bir yerde ağırlıyorum. Ama bunun sürprizini bozduğu için Cihan'a kızdım.

"Adam kaçamaz merak etmeyin, restoranın etrafı adamlarımız tarafından çevrildi." Cihan rahat şekilde konuşurken arabayı çalıştırdı.

"Ayrıca Cihan, başka gün mü yoktu da yeni yıl gecesi adam öldürüyorum ben? Hayır nasıl başlarsa öyle gider dedi puşt Deniz. Ya gerçekten de öyle olursa..." dedim.

Tableti alıp, otel ile ilgili en son onaylanan yeni stajer programına göz gezdirmeye başladım. Gençlere iş imkanı sunmayı severim, özellikle yeni mezunların yüksek enerjisini sevmişimdir. Lorenzo'nun, mutfağa gelecek stajyerler ile ilgili saçma yazısını okudum. Harika bir şef olmasaydı kırık Türkçeli ve aklı bir karış havadaki bu adamı beş yıldır yanımda tutmazdım. İstemesem de severim kendisini, hatta uzun zaman önce sevdiği kadını bile bulmaya çalışmıştım. Ama izine bile rastlamadım, sanki bir hayalete aşık olmuş gibi...

"Atıf'ı ebediyete yolladıktan sonra yeni yıla farklı şekilde girmek için hala imkan var efendim. Hızlı olursak Phoneix'deki partiye yetişebiliriz." Cihan konuşurken, trafik yoğun olduğu için dikkatli şekilde önüne bakıyordu.

"Yok, orada da olmak istemiyorum. Pırıl ve tayfasını çekemem şu an, belki otele geçerim. Rakı açarız seninle, yeni yıla kafam güzel girersem belki bu sene güzel olur. Belki dertlerim biraz olsun azalır..." Tableti kapatıp başımı arkaya yasladım.

Yorgundum... Bedenimden ziyade ruhum... Ocak ayından nefret ediyordum. En sevdiğimin gittiği ay... Annemi kaybettiğim ay...

"Hay ben bu trafiğin..." Cihan kendi kendine söverken ben gözlerimi açmadım. Açıp neye bakacaktım ki?

Caddedeki renkli ışıklar, çam ağaçları, süsler... Hiçbiri hayatımı renklendirmeye yetmiyordu. Üzerime tonlarca boya dökülse yine hayatım renklenmezdi. Çünkü hayatımda tek renk vardı, kan ile boyanmış derin karanlık...

Kısa bir süre sonra araba durunca gözlerimi açtım. Dar mahallelerin sokaklarının çıktığı cadde üzerindeki basit restorana baktım. Buharlı camların ardındaki kalabalığı görünce yüzüm ekşidi. Yeni yıla böyle bir ortamda gireceğime edebimle evde oturup, tombola oynayıp piyango kazanmanın hayalini kurardım. Neden bu pislik içinde yeni yıl kutlar insanlar hiç anlamıyordum...

"Efendim, geldik. İçeri tek mi gireceksiniz?" Cihan arkaya dönüp beni beklemeye başladı.

"Tek gireceğim, çok oturmayı düşünmüyorum zaten. Yarım saat olmadan çıkarım. Adamlar içeride mi?" Siyah deri eldiveni elime takıp boynumu çıtlattım.

"Atıf'ın masasının arkasındalar, müşteri gibi hareket ediyorlar." Cihan silahını alıp şarjörünü kontrol etti.

"Güzel, sen bekle burada. Ben de cenaze senfonisini çalıp geliyorum." Hızlı şekilde arabadan çıkıp, genzimi yakan kömür kokusunu soludum. Barut kokusunu severdim ama bu kömür kokusu ve hava kirliliği hiç hoşuma gitmiyordu. İstanbul ne kirli bir şehir... Ama bu kir sadece kömürden dolayı olsaydı keşke...

Üzerime kaban almamıştım ama bunu umursamadan restorandan içeri ilerledim. Kapıyı açtığımda ince bir zil sesi duyuldu ama bunu umursamadan hedefime doğru ilerledim. Bazı gözlerin üzerime döndüğünü hissediyordum ama alışık olduğum bu durum karşısında kayıtsız kaldım.

Etrafıma hiç bakmadan sert bakışlarım ile beni bekleyen adamın olduğu masaya oturup ayak ayak üstüne atıp geriye yaslandım. Ne çirkin adamdı bu Atıf? Ya da pis zihninden dolayı gözüme öyle görünüyordu? Oturduğumu gören adam şiddetle terlemeye başladı. Sebebini çok iyi biliyordu. Çünkü lüks binaya değil de böylesi orta seviye bir yere çağrılmışsa pek de iyi bir şey beklemiyordu onu. Benim dünyamda bilinen bir şeydi, eğer gözden çıkarılmışlarsa ve başlarına pek de iyi bir şey gelmeyecekse başlangıcı bu şekilde olurdu. Oyunumun kuralları beni eğlendirse de diğerlerini pek eğlendirmiyordu sanırım.

"Geçen gün gece kulübünün gelirleri ile ilgili dosya geldi önüme," Hiç beklemeden konuşmaya başladım. "Geliri diğer kulüplere göre daha azdı, ama sana bir sır vereyim mi?" Adama doğru eğilip gözlerimi kıstım. "Diğer kulüplere gelenlerden daha çok insan gelip çıkmış senin işlettiğin kulübe," Yeniden ardıma yaslandım. Adam terlemeye devam ederken nasıl cevap vereceğini düşünüyordu. Bana olan bakışları odağını kaybedip duruyordu. Elleri masanın üzerinde ne yapacağını bilmez halde dolanıyordu. Yakalandığını biliyordu...

"Hoş geldiniz, ne alırsanız?" Kulağıma bir ses doldu. Derin bir melodi... Ama dönüp bakmadım.

Ses ile Atıf ardına yaslanıp derin bir nefes aldı. Hatta bir an bakışları ile kızı süzdü. Şerefsiz sapık... Senin gözlerini oyacağım bu gece...

"Şefin en güzel yaptığı yemek olsun," Sesim galiba biraz sert çıkmıştı ama karşımdaki pislik adama bakıp da sakin kalmak mümkün değildi. Kıza yine dönüp bakmadım. Yanımızdan ayrılırken adım sesleri kulağıma ulaşmıştı. Bir de çilek kokusu almış gibiydim, hiç sevmem...

"Az önceki sorunun cevabını söyleyeyim mi, Atıf ? Az önceki pislik bakışın," Sesimi duyunca yeniden o karanlık gerçeğe döndü. Az kalmıştı, sayılı zamanlarını yaşadığını çok iyi biliyordu. Bu boku yerken bunu fark etmemiş miydi? "Öğrenemem mi zannettin? Gece kulübünün altında zor durumda olan kızları pislik düşüncelerine alet etmeni öğrenemem mi zannettin? Giren çıkan insanların gece kulübüne değil, senin gizli işlettiğin fuhuş yerine geldiğini öğrenemem mi zannettin?" Korkuyla olduğu yerde daha da büzüştü şeref puşt. Artık terlemeyi bırakmış morarmaya başlamıştı.

"E-efendim gerçekten benim ilgim yok," Titreyerek konuşması beni zerre etkilemiyordu. Tüm yanlışları itinayla yapan insanların benden daha sonra af dilemesi fazla ironikti. Onları bu saçma düşünceye iten neydi hiç anlamıyordum.

"Atıf bir sus da yemek yiyelim," dedim. Yüzümde alayla karışık bir gülüş vardı. Genelde pek gülmeyen biriydim ve gülüşüm ise tehlikeli olurdu. Yaklaşık on dakika karşımdaki adamı izledim. Korkuyla gözlerini kaçırıp duruyordu. Buradan kaçmanın yollarını aradığını biliyordum. Zaten, Cihan tarafından zorla buraya getirilmeden önce kaçmak için hazırlık yaptığını öğrenmiştim. Sanki benden kaçabilirmiş gibi...

"Buyrun efendim, siparişiniz," Kızın sesi sonrası beyaz bir çift el önüme yemeği bıraktı. Ünlü bir şefin yemeğinin kötü bir taklitine benziyordu.

"Şefin en güzel yemeği bu mu?" diye sordum.

Başımı çevirip gölgesi masanın beyaz örtüsüne düşen kıza baktım...

İlk dikkatimi çeken iri gözleri ve rengiydi... Nasıl bir renkti bu? Hiçbir yeşil tanımına uymadı aklımda ama daha sonra tanıdım... Annemin elleri ile yaptığı bahçede açan çimlerin rengi... Çimen yeşili ama annemin ellerinin dokunduğu çimlerin yeşili...

Dik şekilde oturmaya devam edip ifademi bozmadım. Onun da gözleri benim üzerimdeydi, ellerimdeki siyah deri eldivene normalden uzun bakmıştı. Birçok kişinin yaptığı gibi...

Kısa dalgalı saçları kulaklarının hemen altında omuzlarına dökülüyordu ve küçük yüzü yaşının pek de büyük olmadığını belli ediyordu. Ya da emin olamadım, daha büyük olabilirdi. Vücudu zayıf olsa da hatları dikkat çekiciydi. Sadeydi, gösterişten uzak... Yüzünde makyaj bile yoktu ama mükemmel bir yüzü vardı. Küçük kalp şeklinde dudakları ve küçük burnu...

Siktir!

Ne diye bu kadar dikkat ettim şimdi?

"Evet efendim, tadına bakarsanız lezzetli olduğunu düşüneceğinize eminim," derken melodik sesi kulağıma ulaştıkça garip hissetmiştim. Ama tatlıydı...

"Peki lezzetli olduğunu düşünmezsem?" diye sordum. Niyetim onunla daha çok konuşmaktı. Bunu şu an neden yapıyorum emin değildim ama içimden geldiği gibi hareket ettim. "Damak tadım her yemeği lezzetli bulmuyor," Annemden sonra bu durum daha da beni zorlamaya başlamıştı.

"Burada en çok tercih edilen yemek bu, ama isterseniz farklı bir şey de getirebilirim," Kızın tedirgin şekilde konuşması beni rahatsız etmişti. Sanki sürekli böyle sorulara cevap veriyor ve korkuyor gibi... İleriden yaklaşan adam yüzünden olabilirdi ama bunu umursamadım.

"Ne mesela?" diye merak ve alayla sordum. Kız ne diyeceğini bilemez halde kalmıştı, daha da tatlı göründü.

"Bir sorun mu var?" Kulağıma dolan çirkin ses sonrası kız aceleyle geri çekildi, gözlerimi üzerinden alamadım.

"Hayır yok, küçük hanım ile yemek hakkında sohbet ediyorduk, siz bölmeseydiniz," Sert sesime bir an şaşırdım. Adam şaşkın şekilde başını sallayıp uzaklaşmaya başlayınca kız da onunla yürümeye başladı. "Affedersiniz küçük hanım,"

Bugün ne bu hallerim benim?..

Sesimi duyan kız duraksayıp çimen yeşili gözlerini bana çevirdi.

"İsminizi öğrenebilir miyim?" Bunu neden merak ettim bilmiyorum ama öğrenmem gerekmiş gibiydi. Sanki ona sormadan öğrenemezmişim gibi... Sanki Asef Arjen'in buna gücü yetmezmiş gibi... Ama sesini duysam yeniden...

"Eliza," dedikten sonra cevap beklemeden yürüdü. Gülümsedim.

"Eliza," diye sessizce tekrar ettim. Eliza... Nereden duymuştum bu ismi? Cennetin kapısında bekleyen melek... Bunu nereden biliyordum?..

"E-efendim," bir an karşımda unuttuğum adamı duyunca sinirle başımı çevirip çirkin suratına baktım. Şu güzel anda bu adamla oturmak ne saçmalıktı!

"Şu yemeği yemek istiyorum, sen de bu sırada cenazene hazırlan," dedikten sonra yemekten yemeye başladım. Hoşuma gitmişti ama daha önce düşündüğüm gibi sadece kötü bir taklitti...

Diğer masadaki adamlarım da başımla verdiğim komut sonrası önlerindeki yemekten yemeye başladılar. Ayrı bir garsonun getirdiği beyaz şaraptan küçük bir yudum alıp tekrar içine tükürmemek için kendimi zor tuttum. Bundan sonra öldüreceğim adamları kendi mekanımda ağırlayacaktım. Sonra da tavana asar daha çok eğlenirdim. Ama burası...

Çekilir işkence değil...

Atıf'ın titreyen ellerindeki çatal, tabağın kenarına değdikçe asabım bozuluyordu. Zaten çiğnedikçe yemeğin tadını da hiç sevmedim, öylece bırakıp geriye yaslandım. Burada daha fazla durmanın bir anlamı yoktu, öne doğru hareketlenince diğer masadaki adamlarım da hareketlendi. İlerideki masalardan birinden bir şeyin kırılma sesi gelmişti. Ardından yüksek sesle çocuğun birisi ağlamaya başlayınca yüzüm buruştu. Bayağı feryat figan ediyordu çocuk, yaralandı mı diye bakarken görüş açıma Eliza girdi.

Çok zarif bir kızdı...

Direkt, ağlayan beş yaşlarındaki kız çocuğunun yanına gitti. Çocuğun etrafını kontrol ederken çok sakindi. Diğer müşterilerin rahatsız bakışlarını umursamadan sadece kız çocuğuna odaklanmıştı. Ve bunu işinden dolayı değil samimi şekilde yapıyordu. Çocuk için endişe ettiği belliydi.

"Şey efendim acaba," Atıf kısık sesle konuşurken sinirle dönüp baktım. Bu adam hala niye konuşuyor?

"Atıf bir sus ya, zaten şu ağlama sesi başımı şişirdi. Sırf seni öldürmek için böyle bir yerde oturmak bile ne kadar zor, bir de konuşup durma," Ben bunu söylediğimde çocuğun sesi gitmişti. Başımı çevirip baktım...

Çocuk bu defa yüksek sesle gülüyordu. Çünkü karşısında onu eğlendiren ve dikkatini üzerine çeken birisi vardı. Eliza eline aldığı kağıt mendili birkaç parçaya ayırıp avucunda yuvarlak hale getirip sağlam şekilde açtı. Çocuk şaşkınca buna bakıp gülmüştü. Tabii Eliza'nın garson önlüğünün kolundan hızlı şekilde aldığı yeni mendili görmemişti. Diğer müşterilerin de gördüğünü düşünmüyordum çünkü hayretle bakıyorlardı. Dikkat çeken bir kızdı, değişik bir enerjisi vardı. Karşısındakini çabuk etkisi altına alıyordu.

Elindeki parayı çocuğun kulağının arkasından çıkarması ile çocuk alkış çalarak izlediği gösteriyi sevdiğini belli ediyordu. Eliza buna karşı yüzüyle de komiklik yapmıştı.

Hipnotize eder gibi...

Aniden aklıma bir görüntü düştü... Alya'nın tekerlekli sandalyesi önünde Eliza... Alya her ne kadar on yedi yaşında olsa da yarım kalan bir çocukluğu vardı.

Sever miydi bunları?

Ona ilginç şeyler yapan bir arkadaşı olsa onunla güler miydi?

Cennetin kapısında bekleyen bir melek, onun için kapıyı çalsa açar mıydı?

Alkış sesleri ile daldığım yerden çıkıp, herkese eğilerek selam veren kıza baktım.

"Mutlu seneler," dedikten sonra mutfağa doğru ilerledi. Yüzünde geniş bir tebessüm vardı.

"Mutlu seneler, böyle bir yerde oturmak çok da kötü değilmiş," dedim. Dudağımın kenarı hafif yukarı kıvrılırken konuşmuştum sanırım. Ardından aniden kalkıp elimdeki mendili masaya bıraktım. İlerideki adamlarım çoktan hesabı ödemişti. "Hadi Atıf seni öldürelim, bak sayende biraz eğlendim bu gece," ardından yürüyüp restorandan çıktım. Adamlar arkadan Atıf'ı sürükleyerek getirirlerdi nasılsa...

"Yarım saat içinde çıkacağınızı söylemiştiniz, bir saat oldu efendim." Cihan elindeki sigarayı yere atıp yanıma geldi. Bu esnada da arkada Atıf'ın yalvaran sesi geliyordu. Adamlar onu çoktan başka bir arabaya atmıştı.

"Bu gece ne kadar çok efendim, hitabını duydum herkesten? Ama aklımda birisi kaldı ilginç." Aklımdaki düşünceleri sesli dile getirmek karşımdaki adamın kaşlarının çatılmasına neden oldu.

"Anlamadım," dedi Cihan. Normalde zeki biridir ama bugün pek iyi değil anlaşılan.

"Hadi Cihan, boşver şimdi. Gidelim, ellerim kaşınıyor." Arabaya ilerlerken başımı sola çevirip restorana bir kez daha baktım.

Keşke Eliza bu basit yerde çalışarak değil de yaşıtı arkadaşları ile eğlenerek girseydi yeni yıla... Ona daha çok yakışırdı...

******

"Kaç kızı zorla çalıştırdın Atıf?" Önümde diz çökmüş adama bakarken tiksiniyordum. Böyle adamlardan hep tiksinirdim.

Cihan'a ait fabrikanın arka kısmındaydık. Atıf yediği dayaktan dolayı biraz dağılmıştı ama henüz ben onu tam istediğim şekilde dağıtamamıştım.

"Cevap ver! Beni yorma... Kaç kız?!" Sesim yankı yaparken Atıf korkuyla öne doğru biraz daha eğildi.

"Y-yedi k-kız..." Şimdi korkmasının bir anlamı yoktu, o korku bunları yapmadan önce lazımdı ona...

"Yedi kız... Yedi kızı zorla fuhuşa zorladın... Gerisinin önemi yok Atıf, cehennemdeki zebanilere benden selam söyle, yukarıda onları aratmamaya çalışıyorum..."

Yedi el ateş ettim. İki bacağına, iki koluna, karnına, kalbine, alnına...

"Paçalarım kan oldu Cihan." Arkamı dönüp çıkarken halime bakıp öfkelendim. "Bu halde gidemem ki..."

"Nereye gideceksiniz efendim? Konağa dönmüyor musunuz?" Ben arabaya ilerlerken Cihan çoktan yanıma gelmişti.

"Yeni yıla başka bir yerde girmeye karar verdim." Şimdi karar vermiştim.

Neden?

"Az önceki restorana gidelim, sanırım bir şey unuttum." dedim. Ne unuttuğumu bilmiyordum.

Ama bir kez daha o çimen yeşili gözleri görsem ne olacaktı ki?

Arabaya bindiğimde Cihan da sorgulamadan binip gazı kökledi. Kendimi kaybettim sanırım...

Deliriyorum...

Yüzümü ellerim arasına alıp ovaladım. Çok düşünmemeliydim yoksa sonu iyi olmazdı. Telefonum titreyince çıkarıp elime aldım. Deniz mesaj atmıştı. Bir resim ve altında yazı vardı. Deniz'in üzerinde çizgili pijama, yanında Özgür vardı. Özgür'ün de üzerinde Mickey mouse desenli pijama vardı. Birkaç koruma da yanlarındaydı, ellerinde tombala fişleri vardı.

"Sayende yeni yıla gördüğün şu adamlar ile tombala oynayarak giriyorum Asef'im... O kucak dansını sana yapmazsam ben de Deniz değilim! Lan Özgür ile yeni yıla giriyorum Asef! Allah senin belanı versin!"

Dudağımın kenarı yukarı kıvrılırken telefonu kapatıp cebime koydum. Deniz'in de düzelme zamanı gelmişti. Bundan sonra belki insan olurdu, beni de biraz olsun salardı belki.

"Geldik efendim, içeri girecek misiniz?" Cihan seslenince başımı çevirip camları ışıklarla parlayan restorana baktım. Neyi görmek istiyordum?

Onu görmek...

Ama dikkatle baktığımda yeni yıla girmeye çok az zaman kalmışken herkesin eğlenceye daldığını gördüm. Görünürde ise başka garsonlar vardı, insanlara içki yetiştirmekle meşguldü hepsi.

Ama o yoktu...

Arabadan indiğimde restorana girmek yerine arabaya yaslanıp bir sigara yaktım. Belki de gitmişti, belki mesaisi bitmişti... Benim de gitmem gerekiyordu, burada hala durmamın bir mantığı yoktu. Sigaramdan derin bir nefes daha alıp izmariti yere attım. Ayağımla ezerken kulağıma bir çığlık sesi geldi. Emin olmak için dikkat kesildim.

"Bir kadın mı çığlık attı?" Cihan da duymuştu. Dikkat kesilmiş, etrafa bakıyordu.

Eğlencenin dozunu abartan insanlar olduğunu düşündüm ama yeniden aynı sesi duydum. Sonra da kanımı donduran o cümleyi...

"Dokunma!"

Dokunma Bana...

Annem, ben küçükken neden böyle bağırırdı? Neden babam onu dinlemezdi? Dokunma diyorsa dokunmaması gerekiyordu. Dokunmamalıydı... Ben hiçbir kadına dokunmamalıydım... Daha yedi yaşındaydım...

"Efendim." Cihan'ın sert sesi ile kendime gelip hızlı şekilde restoranın arkasındaki dar karanlık yola girdim. Şimdi çığlık sesi daha yakından geliyordu. Çok acı bir sesti. Sonra cılız sokak lambasının aydınlattığı pis yerde onu gördüm. Yere çökmüş ellerini başına kapatmış acı ile ağlıyordu. Nefesimi tuttum, adım atarken ellerim çoktan yumruk olmuştu. İleride durup bekleyen sarhoşlar vardı, bir şeyi bekliyor gibiydiler... Yüzlerinde iğrenç bir ifadeyle... Ona doğru eğilmiş sarhoş şerefsizi görünce hiç düşünmeden ensesinden kavrayıp çektim. Kız tekrar bağırdı ve o Eliza'nın ta kendisiydi.

"Dokunma!"

Bu kadar delirmemin sebebi neydi bilmiyordum. Beni böyle adamlar hep delirtirdi ama ben o kızı yeniden görmek için gelmiştim.

Bu halde bulmak için değil...

Hiç düşünmeden adamın, Eliza'ya uzanan kolunu çevirip bileğinden kırdım.

"Sana dokunma dedi," dedim. Bugün sesim bana bile çok korkutucu geliyordu. Bu defa diğer kolunu dirseğinden çevirip kırdım. Kırılan kemiğin sesi sokakta gayet net duyuldu ve adamın acı çığlığı... Ama Eliza'nın acı çığlığının yanında önemi yoktu...

Göz ucuyla hala elleri başında kıpırdanan kıza baktım. Neden bu kadar şoka girip kriz geçiriyordu. Onun yanına gitmek istedim. Ama adamın sikik sesi kulağıma doldu.

"Abi acı bana, Allah'ını seversen!"

Eliza'ya bakmama engel olmasına sinir olup bu defa bacağına sert bir darbe indirdim. Sanırım bunu bileğimden çıkardığım bıçak ile yapmıştım.

"Yani şimdi neden Allah'ı karıştırıyorsun aramızdaki meseleye?" Sesim alaylıydı. Bir çatırtı sesi daha geldi ve adam tekrar çığlık attı. Sanırım diğer kolunu da kırmıştım. "Ayrıca sana bir şey diyeyim mi orospu çocuğu? Ben zaten Allah'ın öfkesinin senin üzerine gelmiş haliyim," ardından acı bir çığlık daha geldi ve sessizlik...

"Götürün bunu," derken Cihan'a baktım. Garip şekilde beni izlediğini biliyordum., neden böyle tepki verdiğimi merak ediyordu ama sorgulamadı. Başını sallayıp diğer adamlara baş işareti verdi. Yerdeki şerefsizi sürüyüp götürdüler.

İnsanların artan eğlencesinin coşkusu kulağıma doluyordu.

Dönüp ona baktım. Hala elleri kulağının iki yanında sessizce ağlarken mırıldanıyordu. Ardından dudakları durdu. Ama hala korktuğuna emindim. Benim varlığımı hissediyordu ve bundan dolayı gözlerini daha sıkı yumuyordu.

Adım atıp, yanına ilerledim... Adım seslerimi duyuyordu daha sıkı kapattı gözlerini...

Durdum... Tam önünde...

"Ağlıyor musun küçük kız?"

Sesimi duyduğu andan itibaren nefes almayı bıraktı. Yanaklarından hala yaşlar akıyordu. Dikkatli şekilde gözlerini araladı. Yüzüme değil ayaklarıma bakmıştı. Keşke ayakkabılarımın üzerindeki kanı temizleseydim. Gerçi pantolonun paçaları da fenaydı... Daha sonra gözleri yavaşça yukarı tırmandı. Siyah deri eldiven olan elime baktı.

Ve en son... Çimen yeşili gözleri ve ıslak kirpikleri gözlerimi buldu. Hala titriyordu.

"Dokunma," tek diyebildiği şey bu olmuştu.

Onu korkutmak istemeden, ellerimi önümde kaldırıp bir dizimi kırarak onunla aynı boyda olmak için eğildim. Bu hareketim bile ürkmesine neden olmuştu.

Sen ne yaşadın da böyle korktun küçüğüm?..

"Dokunmuyorum," dedim.

"Kimse dokunmasın bana," hala ağlıyordu.

Neden bu kadar öfkeli hissediyorum?..

"Kimse dokunmayacak sana," dedim.

Bana inanması gerekiyordu.

"Az önce dokundu o adam," dedi titreyen sesi ile... Sesindeki iğrenme içimi acıtmıştı.

"Artık birisine dokunacak eli yok merak etme," dedim. Artık gerçekten yoktu çünkü o kırdığım yeri yeniden kıracaktım.

"Elini mi kopardın?" Şaşkın yüzüne gülmek istedim. Kafası dağılıyordu.

"Sayılır," dedim sakin şekilde. "Ayağa kalkmak ister misin? Hava soğuk hasta olacaksın,"

Kendine gelmeye başlamıştı, bakışları artık donuk değildi. Ama bana hala temkinli şekilde bakıyordu.

"Kimsiniz?" diye kısık sesle sordu. Gözlerine şimdi de şüphe yerleşmişti. Galiba beni hatırlamıyordu.

"Sana zarar vermeyecek biri," dedim.

Ama bana cevap vermedi, gözleri kan olan paçalarıma kaymıştı. Yeni bir korku dalgası geçti gözlerinden.

"Korkma, üzerimdeki bu kanlar pek temiz değil. Yani senin benden korkman için bir sebep yok." Kelimeleri üzerine basarak tane tane söylemiştim. Yüzü hala şüpheliydi ama daha rahat nefes alarak ayağa kalkmaya başladı. Elini tutmak istedim ama bunun benim için de imkansız olduğunu bildiğim için ona dokunmadan ayağa kalkıp bir adım geri gittim.

"Kim olduğunuzu söylemediniz," Hafif sendeledi ama duvara elini koydu hemen. Sesi çekinceliydi.

"Az önce yemeği beğeneceğimi söylemiştin," dedim. Eliza başını sallayınca beni hatırladığını anladım. "Ama yemeği pek beğenmedim," derken dudağımı büzdüm. Eliza hafif şekilde gülümsedi.

Ruh hali değişmişti.

Asef hala burada ne yapıyorsun?

"Başka yemekler deneyebilirsiniz," diye cevap verdi. Sesi çok tatlıydı...

"Sen mi yapacaksın?" diye sordum.

Sanki herkesin elinden yemek yiyebiliyorsun Asef!

"Hayır, ben garsonum burada, şef yapacak," diye yanıtladı Eliza. Bu onu üzüyor muydu?

"Öyle mi? Sen yemek yapmayı bilmiyor musun?" diye sordum.

"Biliyorum, hatta gastronomi son sınıf öğrencisiyim ama burada yemek yapmaya yetkim yok," diye utanarak konuştu Eliza. Yanakları kızardı. Ama içindeki o tutku kendini hemen ele vermişti.

"Yemek yapabilecek bir mutfak olursa ben beğenene kadar yemek yapar mısın?"

Asef iyice kafayı yedin sen! Dön artık git arkanı!

"Şey," dedi Eliza. Gözleri parmakları ile oynadığı eline kayıp duruyordu.

"Evet," dedim.

Neden bu kadar sabırsızsın sen Asef?!

"Mutlu seneler," dedi Eliza. Çığlıklar kulağıma doldu. Yeni yıla girmiştik. Fişekler patlarken Eliza'nın gözlerine baktım. O da bana baktı.

"Mutlu seneler Eliza," dedim.

Yeni yıla onunla girdim...

"İsminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu Eliza. Gülümsedim.

Beni mi merak etti?

"Elizaaaa!"

Bağıran bir çocuğun sesi ile Eliza ona döndü. Salağa benzeyen çocuğa bakıp kaşlarımı çattım. Daha fazla abartmamak için tekrar kıza baktım.

"Bana cevap verdiğinde ben de sana cevap veririm," dedikten sonra ilerde beni bekleyen adamlarıma doğru yürümeye başladı. "Buraya yeniden neden döndüm?"

Hayatımın en garip yılbaşısı...

Sokağın köşesindeki arabaya bindim. Başımı sola çevirdiğimde Eliza'nın, az önce gelen oğlanla ana caddeye yürüdüğünü gördüm. Oğlan onun başındaki bereyi almaya çalışınca koluna vurdu. Yetmedi kalçasına tekme attı.

Sevgilisi galiba... Yazık oğlana...

 

❄️☃️❄️☃️❄️☃️

 

Bölüm : 27.12.2024 10:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...