Yeni Üyelik
2.
Bölüm

KKA/1 🦋

@zamanbekcileri

Hareket halinde olan araba durduğunda yanımdaki koltuğa bıraktığım okul çantamı aldım. Arabanın kapısını açıp kendimi dışarı attım. Büyük olan kapıları eve girmem için aralandığında beklemeden önce evin bahçesine girdim. Kendimi çok yorgun hissediyordum.

Okulda son senem olduğundan bundan önceki yıllara nazaran daha sıkı çalışıyordum. Eve girmek için merdivenlerden ikişer ikişer adımlarla çıktım. Evin kapısını açmak adına çantama bakındım fakat anahtarı bulamayınca oflayarak başımı geriye yatırdım. Yine evin anahtarını almayı unutmuştum!

Evde kimsenin olmadığını bilmeme rağmen kapıyı tıklattım bir umut.

Lütfen evde biri olsun!

Kapı açınca içimde filizleyen umutta yok oldu. Kapıya sırtımı verecek şekilde döndüm ve hevesle çıktığım merdiveni içimi kaplayan hüzünle geri indim.

Alt tarafı kapı açılmadı Eliz. Neyin hüznünü yaşıyorsun sen?

Bahçe kapısının solunda, ayakta duran Mesut abinin yanına doğru adımladım. Mesut abinin yüzünde anlayışlı bir tebessüm belirince, utançla gülümsedim. E bu kaçıncı anahtarı unutuşumdu, adamın hemen anlaması normal.

"Anahtarın yok değil mi?" konuşurken elini cebine koyup yedek anahtarı çıkarmıştı. Başımı aşağı yukarı salladım.

"Evet ama anahtarı vermene gerek yok. Şirkete gitmek istiyorum." Mesut abi, Kıvanç abiyle konuşmak için bahçeden çıktı. Abim yeni projesiyle ilgilendiği için eve sık sık gelmiyordu. Onu en son iki gün önce akşam yemeğinde görmüştüm. Bir de geçen gece uykumun arasında saçımı okşayıp alnıma hafif bir öpücük kondurduğunu anımsıyorum. Sabah uyandığımda evde değildi. Gece gelmiş birkaç saat uyumuş, üzerini değiştirip tekrar şirkete gitmiş olmalıydı. Telefonda konuşuyor olsak da bu bana yetmiyordu.

 

Abim.

Yalın Aykıran.

Mimarlık şirketinin sahibi olan Yalın Aykıran.

 

Abimi haberlerde, internet sitelerinde "Aykıran şirketinin sahibi Mimar Yalın Aykıran yeni bir projeye daha imza attı." Başlıklar aynı bu şekilde oluyor. Bu başarısı beni mutlu etsede bir o kadar da üzüyor. Haber bültenlerinde kendi ismimin geçmesi beni huzursuz ediyor. Yalın Aykıran'ın biricik kız kardeşi Eliz Aykıran bla bla...

 

"Hadi gidelim küçük hanım." Bana doğru gelen Kıvanç abi aynı zamanda konuşmuştu. Yanımdan geçip arabanın şoför koltuğuna oturduğunda omzumdaki çantanın kolunu daha sıkı tutarak arabanın kapısını açtım. Arabanın yumuşak koltuğuna oturduğumda omzumdaki okul çantasını yanıma bıraktım. Kıvanç abinin bakışları dikiz aynasından benim gözlerime değerken "Okulun nasıldı?" diye sordu. Onunla aramızda mesafe yoktu. Arkadaş gibi sohbet eder, aklıma takılanları ona sorardım. Omuzlarımı bilmiyorum dercesine silkerek "İyi geçti." dedim.

 

Çantamın ön gözüne koyduğum telefonu almak için çantamı kucağıma aldım. Çantanın içinden telefonumu ve telefonun yanındaki kulaklığımı alıp çantayı yanıma bıraktım. Kulaklığı kulaklarıma taktım. Telefonun ekranını açıp şifreyi girdim. Instagrama girdiğimde binin üzerinde bildirim olduğunu gördüm. Gelen bildirimlerin çoğu dün akşam attığım fotoğraf üzerineydi.

Olumlu yorumların yanında olumsuz yorumlarda yazılmıştı. Yorumları okurken kendimi diken üzerindeymiş gibi hissediyordum, bu normal miydi?

Arada yazılan komik yorumlar gülümsememi ve kötü yorumları aklımdan uzaklaştırmamı sağlıyordu. Küçüklüğümden itibaren buz pateni ile ilgileniyordum. Buz pateni yapmayı çok seviyordum hatta günde yapmayı en sevdiğim en güzel şeydi.

Fotoğrafı okuldan arkadaşım olan Koray'a çektirmiştim. Kendisinin kendine ait bir kamerası vardı, fotoğrafçılık okumayı istiyordu. Koray da benimle buz patenine geliyordu. Aramızda sadece bir fark vardı Koray hobi olarak yapıyordu buz patenini, bense meslek haline getirmiştim. Çiftli ve tek başına olan yarışmalara da katılmıştım. Partnerim ile birçok yarışmaya katılmıştım.

Hepsinde birinci olamasamda derece yapmıştık, instagram hesabımı buz pateninden dolayı açık bir şekilde kullanıyordum.

 

Bana kalsa yalnızca on kişilik bir hesap yeterdi. Magazinden bu denli nefret edip, magazin haberlerinin ana konusu olmam da ayrı bir ironiydi! Biraz daha instagramda dolaşıp telefonu yanıma koltuğa bıraktım.

Susadığımı hissettiğimde çantamı kurcaladım lakin su şişemi bulamadım. Omuzlarım yenilmişlikle düştüğünde çantamı kurcalamayı kestim ama elimi çantamdan çekmedim. Bakışlarım ön koltukta araba süren Kıvanç abiye çevrildiğinde onunda dikiz aynasından bana baktığını fark ettim.

"Bir sorun mu var?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı sorun yok dercesine iki yana salladım. Başımı tekrar cama çevirdim. Camdan gelip geçen araçlara ve ağaçlara baktım. İnsanlara dışarıdan bakınca ne kadar da mutlu görünüyorlardı. Sanki hiçbir dertleri yokmuş gibi, oysa hepsinin kendine göre dertleri olduğuna o kadar eminim ki. En zengin insanın bile mutlaka bir derdi vardır. Dışarıdan ne kadar öyle gözükmesede...

Mesela ben. İnsanlar tarafından Aykıran ailesinin bir üyesi olmam sanki hiç derdimin olmayacağı anlamına geliyordu. Ama benim varlığım bile en büyük dertti. Kendi öz ailesi tarafından istenmeyen ve yetimhanenin yanında ki çöp kutusunun yanına bırakılan bir bebektim ben. Yetimhane müdürünün bulup yetimhanede ki çocukların yanına götürmesi ile ölümden dönmüştüm ben. İki yıl sonra beni bir adam evlat edinmişse o ailedeki abim beni sevmişse niye öz ailem beni sevmemişti. Ne yapmıştım onlara.

Çok mu huysuz bir bebektim, geceleri uykularından mı uyandırmıştım onları bu yüzden mi beni bırakmışlardı. Hadi adamı anlıyordum ama ya kadın; o beni dokuz ay karnında taşımamış mıydı? Doğururken hiç mi acı çekmemişti? Nasıl bu çektiği acıları yok saymıştı? Nasıl bu kadar çabuk vazgeçmişti benden? Tecavüz sonucu olan bir çocuk muydum ben? Bu yüzden mi sevmemişti beni?

Gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım. Dudaklarımı ıslatırken gözlerimi açtım. Hafifçe silkelenip gözlerimi camdan çektim.

"Kıvanç abi, sahilde dursak olur mu? " dedim dikiz aynasından Kıvanç abi ile göz teması kurarak. Kıvanç abi bir süre gözlerime bakıp başını olumlu anlamda salladı. "Hay hay prenses!" Bir süre sonra sahile gelmiştik. Sahil dediğime bakmayın kayalık bir kısımdı. Arabanın kapısını açıp kendimi dışarı bıraktım. Serin hava okul formamın açık bıraktığı kollarıma nüfuz ederken gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne çevirdim. Kıvanç abinin de arabadan indiğini gösteren kapı sesi geldiğinde gözlerimi açıp başımı ona çevirdim.

"Hadi bakalım nereye gidiyoruz?" dedi arabayı kilitlerken. "Abi aslında ben biraz tek kalsam iyi olur. Sende bana şu köşedeki marketten su alsan olur mu?" diyerek minnetle gözlerine baktım. "Ama abi-"

Sözünü yarıda kesip konuşmaya başladım. "Abi lütfen!" Kendi kendimi üzmüştüm. Bu konuları niye hatırlatıyordu beynim bana. Oysa ki ben bunları hafızamdan silmek ve bir daha hatırlamamak istiyordum.

"Tamam, hemen su alıp geleceğim. Sen de o zamana kadar beynindekileri sustur ve abinin seni ne kadar sevdiğini hatırla. Ve tabii ki benim sevgimi de!"

Bir bakışımdan ne düşündüğümü anlıyordu. Kıvanç abi benim ikinci abimdi. Benim hayat öykümü biliyordu tabii ki. Ona minnetle gülümsedim. O da bana gülümseme sundu ve arkasını dönüp benden uzaklaştı. "Teşekkürler!" diye fısıldadım ardından. Adımlarım kayalıklara doğru ilerledi benden bağımsız.

Bir kayanın üzerine oturduğumda beni ucu bucağı olmayan masmavi bir deniz karşıladı. En sevdiğim renklerdendi mavi. Maviye hasta olduğumu bile söyleyebilirdim. Az bela açmamıştım başıma maviden dolayı. Mavi olan her şey benim olmalı diye düşünürmüşüm küçükken. Yalın abim hep öyle söyler. Gözlerim hala denizin üzerinde dolaşırken bir bağırış doldu kulaklarıma. Sonra onu takip eden hıçkırık sesleri. Acı dolu bir bağırıştı bu. Dahası bir feryat?

Oturduğum kayadan ayağa kalkıp üzerimi çırptım. Yavaş ve düşmemeye çalışırak yürümeye başladım. Bağırışın geldiği yöne doğru yaklaştıkça bir kişinin acı çektiğine emin oldum. Bir adam duruyordu kayalıkların üzerinde. Böyle söyleyince de adam ölmüş gibi anlaşılıyordu. Yok yok ölmemişti Allah'a şükür. Ona biraz daha yaklaştım, aramızda on adımlık mesafe kala durdum. " Hey! İntahar etmeyi düşünmüyorsun değil mi?" Evet evet, böyle saçma bir cümle kurmuştum. Adam başını hızla sesin geldiği yöne yani bana çevirmişti.

"Ne işin var burada?"

Genç adam yüzünü bana çevirip yeşil gözlerini kehribar rengi gözlerime kenetledi. Bense onun yüzünü inceliyordum. Keskin yüz hatları, düz burnunun hemen altındaki hafif aralanmış dudakları ağladığından olsa gerek şişmiş ve hafif kızarmıştı. Yanağındaki hafif çukur gülümsememesine rağmen varlığını koruyordu. Ağlamaktan ıslanmış uzun kirpikleri yeşil gözlerini saklamak istercesine kapanıp açılıyordu. Boyu bir seksen üstü gibi duruyordu, bunu da kendi boyumdan çıkarmıştım. Ben bir altmış sekiz boyunda yaklaşık kırk sekiz kilo bir kızdım. Boyu benden uzundu. Yüzü geçmişe dönüp hafızamı zorlamama sebebiyet verdi. Bu adamı ilk defa gördüğüme emindim ama yüzü neden bana tanıdık geliyordu? Aramızda olan on adımlık mesafeyi de kapattım.

"Üzgünüm, babanın tapulu malı olduğunu bilmiyordum." dedim. Sesim durgun ve alaycıydı. Denize bakan gözleri bana döndü ama ben mavi suyu izleyen gözlerimi ona çevirmedim. Bir süre bakışları sakince yüzümü izledi.

"Genellikle buraya benden başkası gelmez." dedi. Başımı ağır bir hareketle soluma, yanımda duran adama çevirdim.

Bakışları denizeydi ama düşünceleri için aynı şeyi söylemek zordu.

"Derdin var belli ki, anlatmak ister misin?" Onunla senli benli konuşuyordum, bu yakınlık nereden geliyordu acaba bana?

"Seni ilgilendirmez!" Bakışlarımı denizden çekip ona baktım. Yüzü ciddileşmişti. Çene kasları belirginleşirken dişlerini sıktığını anladım.

"Tamam." diyerek ona arkamı döndüm ve geldiğim yere doğru birkaç adım attım. Derdini sormuştum bu kadar sert çıkışmasına gerek yoktu. İnsanlara iyilik yapmakta yaramıyordu.

"Öldü olarak bildiğim kardeşim..." soluklanmasını duydum birkaç saniye konuşmadan bekledi. "Yaşıyormuş!" Üzgün çıkan sesi ile adımlarım durmuş, omzumun üzerinden başımı ona çevirmiştim. Bir kayanın üzerine oturmuş başını önüne eğmişti.

…O iki yaşına girene kadar her şey gayet güzeldi. İki yaşına girdiği gün-“ dediğinde sözünü yarıda kesti. Ciğerlerine derince bir nefes çekip çenesini koluna koydu ve böylece anlatmaya devam etmeyeceğini anladım. Nedenini bilmiyordum ama sanki kalbimde bir yerin sızladığını hissettim. Kaç dakika olduğunu saymadım ama uzun bir süre ikimizde tek kelime etmeden sessizliğin sesini dinleyip durgun denizi izledik. Boğazını temizledi ve çenesini koyduğu koluna başını yasladı, yüzü bana dönüktü. “Neyse işte, o günden beri onu bir daha görmedim, göremedim. Bize öldüğü söylendi. Şu an ise hayatta olduğunu öğreniyorum.” Gözlerini kapattı, sıkıntı ile nefesini ciğerlerine doldurdu. Aynı şekilde nefesini verdi ve gözlerini açtı. Yeşil gözleri tekrar kehribarlarımla buluştuğunda gözlerimi kırpıştırdım bir iki defa. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Nasıl teselli edilirdi ki böyle bir durumda? “Üzgünüm ben-“ Tam cümlelerimi toparlayıp konuşmaya başladığım esnada sözümü kesti. “ Gözlerin çok güzel ve bana farklı hissettiriyorlar.” Hafifçe kaşlarımı çatarken başımı sağ omzuma doğru yatırmıştım. Aynı zamanda dudaklarımda buruk bir gülümseme vardı. “ Teşekkür ederim.” Ne hissettirdiğini merak etmiştim mesela ama yalnızca bir teşekkürle bırakmıştım. Elimle omzuna dokundum, dokunuşum olabildiğince hafifti. “ Umarım bundan sonra her şey istediğiniz gibi ve oldukça mutlu geçer.” Rüzgarın esmesi ile saçlarım yüzümü kapatırken elimi omzundan çekip kendi kollarıma sardım. Yanımda hareket hissedince önüme eğdiğim başımı kaldırmadan soluma çevirdim. Genç adam üzerinde ki kapüşonlu hırkayı çıkarıp bana uzattı. Üzerinde ki tişörtle kaldığında tişörtün açıkta bıraktığı kollarındaki kastan spor yaptığını anlamak zor değildi. Kafasıyla elindeki hırkayı işaret etti. Hiç itiraz etmeden aldım ve kollarımı geçirip üzerime giydim. Benim şu an itiraz etmem gerekmiyor muydu!? Niye bu kadar sakin bir kız olmuştum bu adamın yanında? “ Sen üşümüyor musun?” Kafasını iki sana sallayıp omuz silkti. Bu sanırım sorun yok demekti. Gözlerimi ondan çekip denize çevirdim. İsmi neydi bu adamın? Başımı ona çevirdiğimde hızla kelimeler döküldü dudaklarımdan. “İsmin neydi bu arada?”

Bana baktı uzun bir süre, daha sonra başını iki yana sallayıp boğazını temizledi. “Toprak.”

Kısa ve öz ismini söylemişti. Başımı çevirip tekrar denize döndüm. Ne kadar çok denizi izlemiştik bugün. “Onu çok sev olur mu Toprak abi? Benimde bir abim var ve onun beni sevdiğini , her daim arkamda olduğunu bilmek beni asla yıkılmaz hissettiriyor. Sen de ona sevgini hissettir ve onu asla tek bırakma.” Ona dönüp bakmadım, bu konuşmayıda neden yaptığımı bilmiyordum.

 

Cebimdeki telefon titrediğinde gerçek dünyaya döndüm. Cebimden telefonu çıkarıp baktığımda mesajın Kıvanç abiden olduğunu gördüm. Ben onu tamamen unutmuştum. Hemen ayağa kalkıp üzerimi çırptım. Toprak abinin bakışları bana dönerken ellerini kayanın üzerine koyup başını ve omuzlarını dikleştirmişti. Kaşları çatılırken "Bir sorun mu var?" dedi. Başımı iki yana salladım. "Benim gitmem gerek." dediğimde aynı zamanda işaret parmağımla omzumun üzerinden arkamı işaret ediyordum. Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. "Görüşürüz o zaman." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. Arkamı dönüp ilerliyordum ki kısık sesli söylediklerini duydum. "Umarım görüşürüz ufaklık, neden bilmiyorum ama bana iyi geldin."

Tam yürümeye devam edecektim ki vücudumun sıcaklığı bana şu an üzerimde olan onun ceketini hatırlattı. Geri dönüp ona baktım, hala bana bakıyordu. Kollarımı ceketin kollarından kurtardım ve ona uzattım. Yüzüme biraz daha bakıp o da oturduğu kayanın üzerinden ayağa kalktı. Elimdeki ceketi eline alıp sırtımdan geçirdi. Bana hırkayı giydirdikten sonra " Sende kalsın üşüme." dedi. Bende ona gülümseyip kabul ettiğimi belli ettim. Hava soğuktu valla hasta olmak istemezdim. "Hadi, gidelim."

Ona başımı sallayıp yürümeye başladım.

 

Onun varlığını ise hemen ardımda hissediyordum.

 

"Bana ismini söylemedin?" dedi. Cümlesi daha çok bir soru niteliği taşıyordu. "Eliz ben." dedim büyük bir adım atıp önümdeki büyük taşın üzerinden geçerken. Ellerimi hırkanın ceplerine koydum, hava bugün niye bu kadar soğuktu. Onun üznünü mü paylaşıyorlardı. "Emir veren prenses ha?" dedi ismimin anlamına deyinerek. Kıkırdadım. " Evet, emir de veririm. Hatta emir verdiğimde yapılmadığı zaman sinirlenip ortalığı yıkabilirim." Söylediklerim tamamen şakaydı, bunu o da anladı ama oyunumu devam ettirdi. "Vay, bak sen!" Ona gülümseyip önüme döndüm.

"Aynı zamanda güzel, zarif ve güçlü kadınları da temsil ediyor ismim. Bu anlamını biliyor muydun?" diye sordum safça. Bunu neden söylediğimi bende bilmiyordum ama bir anlığına onun ağzından güzel ve güçlü bir kız olduğumu duymak istemiştim. "İsminin bu anlamını bilmiyordum ama güzel bir kız olduğun doğru."

Yüzümü ona çevirmedim ama dudaklarımda cevaptan memnun olduğumu belli eden bir gülümseme vardı. Arabanın yanına kadar ben yürüdüm o da beni takip etti. Arabanın yanına geldiğimizde Kıvanç abinin arabanın yanında telefonla konuştuğunu gördüm. Beni görünce telefonu kapattı, ve tüm vücudunu bana çevirdi.

"Neredesin Eliz? Niye bakmıyorsun mesajlarıma?" Hiddetle sorduğu sorulara cevap verecekler bakışları hemen omzumun üzerinde bir yere kitlendi. Büyük ihtimalle Toprağı görmüştü. Toprak iki büyük adımda hemen yanımda ki yerini alırken başımı çevirip onun yeşil gözlerine baktım. "Sanırım artık ayrılık vakti. Derdimi dinlediğin ve tavsiye verdiğin için teşekkür ederim Eliz. Ve merak etme ona olan sevgimi her daim belli edeceğim, hatta belki de bazen bu sevgi ona çok bile gelecek. Onu ne olursa olsun, ne yapmış olursa olsun dinleyeceğim ve yanında olacağım. Umarım kader yolumuzu bir daha kesiştirir ufaklık." Omuzuma elini koyup okşadı. Bu beni rahatsız eden bir hareket olmaktan ziyade güven veren bir hareket olmuştu. Ona gülümsediğimde onun dilediğini bende içimden tekrar etmiştim. Elini omzundan çekip arkasını döndü ve bizim tam tersi yönümüze doğru yürümeye başladı. "Ne söyledi sana? Bir şey söyledi mi? Bir şey anlattı mı?" diyen Kıvanç abiye o gözden kaybolana kadar cevap vermedim. Onu göremeyeceğim kadar uzaklaştığında Kıvanç abiye döndüm. "Ne anlatabilir bana? Niye bu kadar endişeleniyorsun ki?" diye sordum arabanın kapısını açarken. " Hiç, hiç bir şey." diyerek o da sürücü koltuğuna oturdu.

 

Sağ koltuktaki şu şişesini bana uzatıp arabayı çalıştırdı. Kapağı dahi açılmamış su şişesine baktım ve şişenin üzerinde parmağımı gezdirdim. Toprak abi ile konuşmak bana su içmek gibi iyi gelmişti sanki. İlk kez gördüğüm bir kişinin beni bu derece etkilemesi şaşırtıcı ve garipti ama bir o kadarda rahatlatıcıydı. Şişenin kapağını açıp bir yudum su içtim. Dudaklarımı ıslatan su ferahlatmıştı beni.

Araba şirkete doğru seyir halindeyken ben camdan manzarayı izliyordum. Geçen arabaları, insanları, sokağı izliyor olsam dahi kafam yerinde değildi. Düşüncelerimde bir plak gibi takılı kalmıştım ama bir o kadar da düşünmüyordum çünkü yorgundum hem fiziken hem de ruhen. Yol boyunca gözlerim bana arada düşünceyle dikiz aynasından bakan Kıvanç abiyle kesişiyordu. Ne düşündüğünü merak ediyordum ben sahilden döndükten sonra bir değişikti sanki.

Kıvanç abi arabayı park ettiğinde araçtan inip yirmi katı geçkin şirketin önünde bekledim. Kıvanç abiye baktığımda arkamdan geldiğini gördüm.

“Ben eve döneceğim Yalın Bey’in arabasıyla eve dönecekmişsiniz. Görüşürüz ufaklık.” dedi ve eliyle saçlarımı karıştırdı. Saçlarımı yüzümden çekip kızgın olduğunu düşündüğüm bir yüz ifadesiyle Kıvanç abiye baktım. Bundan hiç etkilenmedi ve gülümseyerek elini salladı ardından park ettiği araca doğru ilerledi.

Büyük camlarla kaplı devasa şirkete göz attım ve içime bir nefes çekip krem renginde olan merdivenlerden çıktım. Şirketin içine girdiğimde uzun bir hol beni karşıladı, sol çaprazımda danışma masası bulunuyordu. Hol beyaz ve krem renkleriyle ferahtı, ledler ile aydınlatılmıştı.

Danışma masasında oturan Kiraz abla beni gördüğünde tıpkı adının rengi gibi kızarmış yanaklarıyla bana tebessüm etti, tebessümüne karşılık verdim ve masasına doğru adımladım.

“Eliz, Yalın Bey’i görmek için geldin değil mi?” Şirkete sıklıkla gelmezdim çünkü rahat edemezdim. Çok nadiren gelirdim ve gelmemin tek sebebi abim olurdu. Bu yüzden Kiraz abla şirkete gelişimin nedenini kolayca buluyordu. “Evet Kiraz, abimi görmek istedim ondan dolayı geldim. Ee burada işler nasıl gidiyor?”

Kiraz abla benden beş- altı yaş kadar büyük olmasına rağmen ona abla demezdim çünkü ona abla denmesinden nefret ederdi. Bazen onu gıcık etmek amacıyla abla diye seslenirdim.

“Biliyorsundur, işler bu aralar yoğun başımızı kaşıyacağımız vaktimiz bile yok. Hem proje hem de yaklaşan ihale ile herkes durmadan çalışıyor.” Abimin projesi olduğunu biliyordum lakin bir ihale olacağından bahsetmemişti muhtemelen aklında kalmamıştı, yoğun olduğundan benimle çok az vakit geçiyordu ve o az vakitte de iş konuşmak istemiyordu.

Abimin dediğine göre benim için ayırdığı zamanda sadece benimle ilgilenmeli, başka hiçbir şeyi düşünmemeliymiş. Beni daldığım düşüncelerden çıkaran Kiraz ablanın sesi oldu. “Neyse ben seni tutmayayım. Daha sonra görüşürüz, sen şimdi Yalın Bey’in yanına git.”

Gülümsedim ve o masasına doğru geçtiğinde bende uzun holun sonunda, sol köşede bulunan asansöre yürüdüm. Asansörün önüne geldim ve düğmeye basıp asansörün açılmasını bekledim. Asansör açıldığında içinde kimse yoktu. Asansöre binip, her geldiğimde bastığım on sekizinci katın düğmesine heyecanlı bir şekilde işaret parmağımla bastım.

Asansör hareketlendiğinde arkamda bulunan aynaya döndüm ve kendime baktım. Üzerimde bulunan okul formamı çekiştirip, rüzgardan ve Kıvanç abiden dolayı dağılmış olan saçlarımı düzelttim.

Son kez aynadaki görüntüme baktıktan sonra önüme döndüm ve asansörün kapılarının açılmasını bekledim. Asansör durdu ve kapıları açıldı hızla asansörden çıktım. Bu kat ilk kata göre zıt renklere sahipti. Zemin gri, camların bulunmadığı kısımlar ise siyah rengindeydi.

Koridor da hızlı adımlar atarak abimin odasının önünde durdum. Daha doğrusu durmak zorunda kaldım. Odadan yüksek sesler, abimin odada yalnız olmadığını gösteriyordu. Dinlemek istemediğim için kapıya sırtımı dönüp asistan masasına baktım. Sinem ablanın masasında olmadığının farkına şu an varıyordum. Kafam o kadar doluydu ki az önceye kadar Sinem ablayı fark etmemiştim.

Tam odanın önünden uzaklaşmak için bir adım atmıştım ki odadaki yükselen seslerin arasından bir cümle duymam, adımlarımın havada kalmasına sebep oldu.

Merakıma yenik düşerek yönümü tekrar kapıya çevirdim. Bu yaptığım yanlış bir şeydi biliyordum ama içimden bir ses onları dinlemem gerektiğini söylüyordu.
“Ne zaman ona gerçekleri söylemeyi düşünüyorsun? Bizden zaman istedin bizde sana müsade ettik ama bu iş fazla uzadı. Artık daha fazla babamı idare edemem. Ya sen yarına kadar söylemiş olursun ya da ben yarın karşısına geçer her şeyi anlatırım!”

Bunu söyleyen kişi abimin tartıştığı kişi olmalıydı. Sesini daha önce duymadığıma emindim. “Tamam ama bu konuşmayı yapmak sandığınız kadar kolay değil anlıyor musun? Onun psikolojisini de düşünmek zorundayım.” dedi abim dişlerinin arasından. Yabancı adamın “Acele etsen iyi olur!” demesiyle önünde durduğum kapının açılması bir oldu.

Ben kapıyı açan adamın yüzüne bakarken o da aynı titizlikle beni inceliyordu.

Loading...
0%