Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@zamansizim84

"Beyzade?..."


Dilimden dökülen kelime ile Dilruba kıkırdarken,


"Lakabın seni bırakmıyor abi." dedi gülüşünün arasından. Gülerken bile naifti, daha doğrusu hiç bir davranışında ölçüyü kaçırdığını görmemiştim. Biz kahkahalarla amfiyi çınlatırken o bizim delice güldüğümüz şeylere sadece tebessüm ederdi.


"Liseden mi tanışıyorsunuz?" diyerek tekrar sorusunun derdine düştü.


"Lisede aynı sınıftaydık." deyip bakışlarını kaçırdı Dilruba "O olaya kadar yani... Şimdi de aynı sınıftayız, ordan tanışıyoruz Zümra ile."


Kapı ağzında durduğumuzu fark eden Dilruba yana çekilerek eliyle içeriyi işaret etti. O sırada başında bembeyaz işlemeli baş örtüsü ile yaşlı bir kadın belirdi karşımızda,


"Yavuz hayır olsun oğlum bu saatte?" Gözleri bana dönünce garip bir tedirginlik sardı içimi. Üzerimde ki kıyafet ile gece vakti bu kapıda olmak nasıl açıklanırdı?


"Zümra hanım bu gece misafirimiz pamuğum, sana emanet. Benim işe dönmem lazım. O isterse size anlatır..." deyip bana döndü.


"Arkadaş olduğunuza göre yabancılık çekmezsiniz." dediğinde küçük bir tebessümle onayladım.


"Merak etme abi, hayırlı işler olsun. Allah'a emanet ol." deyip yanağından öptü abisini Dilruba.


Yavuz'da kolunu kardeşine sarıp şakağından öptü,


"Sağol Allah'ın en güzel emaneti." diyerek. Abimi özledim... Gözlerimin dolmasına mani olmak için yanak içlerimi ısırdım.


Aynısını yaşlı kadınada yaptıktan sonra kapıya yöneldi,


"Güle güle oğlum tekerine taş değmesin."


Onun gitmesinin ardından direk olarak salona açılan kapının önünde birbirinize baktık,


"Gel yavrum buyur otur şöyle." diyerek geniş köşe koltuğu işaret etti Yavuz'un pamuğum dediği yaşlı kadın.


Gülümseyip içeri adım attım ama ayağımdaki ayakkabıları unutmuştum. Zeminde topuklu ayakkabının çıkardığı sesle duraksayıp mahcupca Dilruba'ya baktım. Biz evde ayakkabı ile geziyorduk ama burda öyle olmayacağını bilecek kadar aklım vardı çok şükür.


"Çıkar istersen daha rahat edersin." dedi tatlı bir tebessüm ile. Beni utandırmamak için kurduğu cümlenin inceliğine hayran olarak bileklerimdeki tokalarını açarak ayakkabıları çıkardım.


Koltuklara geçtiğimizde,


" Hoş geldin kızım." diyen kadın kapılarına gece yarısı gelmemişim gibi sevecenlikle konuşuyordu.


"Hoş buldum, kusura bakmayın rahatsızlık verdim bu saatte..." dedim yaşlılığına rağmen ışıldayan cildine hayran olarak.


"Niye rahatsızlık verecekmişsin? Allah'ın misafiri ne zaman gelse başımız üstündedir." dedi kucağımda birleştirdiğim ellerimin üzerine elini koyarak. "Dilruba'm güzel kızım, arkadaşın üşümüş üzerine kalın birşeyler ver istersen hasta olmasın okul zamanı."


Arkadaşım hemen ayaklanırken,


"Zümra'cım odamda sana uygun birşeyler bulalım." dedi.


Peşinden giderek iki baza, bir gardrop ve çalışma masasının bulunduğu odaya geldik.


Dolabı açıp bana bir esofman takımı uzattığında ona minnetle bakıyordum. Yavuz bu gece karşıma çıkmasa bu huzur kokan eve getirmese ne yapardım hiç bilmiyorum. Gerçi yarın sabah aynı bilinmeze uyanacağım ama...


"Sen giyin canım ben annaneme bir bakayım." deyip çıktı odadan.


Elbisenin fermuarını güçlükle açıp çıkardım, iç çamaşırına ihtiyacım vardı ama Dilruba ile o samimiyette değildik. El mecbur benim için bıraktığı eşofman takımının üstünü elime aldığımda takımın arasına bırakılmış etiketi üzerinde olan iç çamaşırı ile üst dudağımı ısırdım. Beni utandırmadan ihtiyacımı düşünmesi içimi ısıtmıştı. Giyinip salona çıktığımda, ortada ki büyük tekerlekli sehpanın üzerinde kahvaltılıklar ve çaydanlık vardı.


"Gel canım nenemin uykusu kaçmış da çayla birşeyler atıştıralım dedik."


Odada bu kadar uzun zaman geçirmemiştim, ben gelmeden hazırladıkları çok belliydi. Ben olsam aç mısın diye sorardım ama şimdi anlıyorum ki insan gece saati geldiği yabancı bir evde asla bu soruya doğru cevap veremez.


Yanlarına oturdum ince belli bardaklara doldurulmuş dumanı üstünde çaydan yudumlayıp içimi ısıttım.


Onlar kendi aralarında kısa kısa konuşsa da ben dahil olmadım kafam fazlasıyla doluydu.


"Nine hatırlıyor musun? Özgül yengem bu saatte sofra kurulunca zıbaryatlık mı yiyorsunuz derdi?"


Duyduğum tabirle kıkırdayıp,


"ilk defa duyuyorum." dedim.


"Daha ne lafları var bir bilsen?" dedi o da gülerken.


"Eee kaldır sofrayı da yatalım kızım, Zümra kızımında uykusu gelmiştir.


Tepsiyi toparlamak için hareketlenen Dilruba'nın bileğini tuttum,


"Neler olup bittiğini sormayacak mısın?" dedim.


"Zümra, dertleşmek istersen dinlerim, ama merakıma yenilip senin özelini kurcalamak bana düşmez arkadaşım." dedi omzumdaki eli aşağı yukarı hareket edip bana destek oldu.


Ne diyeceğimi bilemedim o an, tepsiyi alıp mutfağa doğru bir kaç adım atmıştı ki dilimin bağını çözebildim,


"Babam beni zorla nişanlamak istedi." dediğimde kısılmış gözlerle geriye döndü.


"Ne?" derken yüzündeki hayret durumun vahimliğini tekrar yüzüme çarptı.


Anneannesi sessizliğini korurken Dilruba elindeki tepsiyi tekrar sehpaya bırakıp elimi tuttu.


"Nasıl olur Zümra, evlilik bu zorla olacak şey mi?" dedi haklı bir isyanla.


"Hemde kiminle biliyor musun?" dediğim sırada kapı kırılmak ister gibi çalınmaya başladı.


"Açın kapıyı polis!" diye bağıran adamın sesi beynimi işlevsizleştirdi.


Kapıya polisin dayanmasının tek sebebi olabilirdi. O da BEN!


Dilruba baş örtüsünü düzeltip kapıya yöneldiğinde, anneannesi,


"Açma kızım, önce Yavuz'u ara. Zümra sen içerki odaya geç yavrum." dedi sakinliğini koruyarak.


Kapı hâlâ yumruklanırken, Dilruba'nın abisiyle konuştuğunu fark edebildim odaya girmeden.


Oda da volta atarken, arkadaşım önüme geçip elimi tuttu,


"Sakin ol! Sen reşitsin yanında kimliğin var mı?" diye sordu.


"Ehliyetim yanımda!" dedim onun sakinliğine inat telaş içinde.


"Burdan götürseler bile karakoldan serbest bırakmak zorundalar." dediğinde,


açmazsanız kıracağız diyen polisle daha fazla direnmeyip açılan kapının sesiyle birbirimize baktık.


"Hayırdır evladım gece gece? Ne dayandınız kapımıza?"


Anneanne sanki polis değil de şeker toplamaya çıkmış çocuklara kızar gibi kapıdakileri azarlarken, bunu beklemiyor olacaklar ki kısa bir sessizlik oldu.


"Zümra Yörükoğlu burda mı teyze?"


"Yörükoğlu mu bilmem ben ama Zümra kızım burda." deyince el mecbur çıktım odadan, tabii benimle beraber Dilruba da.


Kapıya geldiğimde polisleri bekliyordum ama onların arkasından sinirli gözlerle bana bakan Vural bu gece görmek isteyeceğim son insan bile değildi.


"Vural!" dedi Dilruba ama sesi fısıltıdan ibaretti. Onun için karşısında ki adamın nasıl bir travma sebebi olduğunu çok iyi biliyordum. Okul değiştirmek zorunda kalacak boyutta hasar bırakmıştı Dilruba'nın güzel kalbinde.


"Zümra Yörükoğlu siz misiniz?" diyen polise döndüm arkadaşımı daldığı kuyuda bırakarak.


"Benim."


"Alıkoyulduğunuza dair ihbar var, bizimle karakola gelmek durumundasınız." dedi ezbere olduğu belli cümlerle.


"Ben buraya kendi isteğimle geldim memur bey lütfen daha fazla rahatsızlık vermeden arkanızdaki şahsı da alıp gidin buradan." dedim son gücümle burnumu havaya dikerek.


"Karakola gelip ifade vermek zorundasınız hanımefendi." dediğinde telefonumu alıp kapıya yönelmiştim ki kolsuz uzun bir şişme yelek geçirdi sırtıma Dilruba. Dolu dolu gözler ile ona baktım,


"Sakın direnmekten vazgeçme!" diye fısıldadı.


Gözlerimi kapatarak onayladım onu.


Apartmandan çıkıp polis aracının yanına geldiğimizde,


"Zümra hanımı ben getiririm." diyen Vural ve itiraz dahi etmeyen polisler ile öküzün önde gideni tarafından çekiştirilip lüks jipin içine resmen tıkıldım.


Önümüzdeki mavi kırmızı ışıkları yanan aracı takip ederken bir an önce karakola varmayı diliyordum.


"Ahhh Zümra ahh bu gece nasıl bir rezilliğe imza attın! Bizi nasıl bir duruma düşürdün."


"Rezil mi? Seninle nişanlanmaktan daha rezil olamaz emin ol!" dedim tüm öfkemle,


"Dik o burnunu havaya bakalım faydası olacak mı? Şu alemde bi sana gücüm yetmedi, her çiçekten bal alsam da hep senin tadını merak ettim. Eee seni de karım olarak tatmak varmış, çok yakında yatağımı şenlendireceksin." dedi midemi bulandıran gülüşünü görmemek için başımı dışarı çevirdim.


"Seni öldürürüm Vural, koynuna gireceğime öldürürüm seni!"


Karakolun önüne geldiğimiz için duran arabadan onunla aynı havayı solumamak için kapıyı çarpıp çıktım.


Polislerin eşlik etmesi ile baş komiserin odasına yönlendiğimiz sırada Yavuz'un sesini duydum.


"Memur bey, hanımefendi bizim misafirimiz, nasıl evimin kapısına dayanıp buraya getirirsiniz.


Üstelik kimlik kontrolü yapıp iyi geceler dilemeniz gerekirken." diye çıkıştı.


Onun gelişi öyle güç verdi ki bana, sanki ardımda sıra dağlar varmış gibi... Bu duygu hoşuma gitmezken, düşünmeyi sonraya öteledim.


"Bize işimizi mi öğretiyorsunuz beyefendi siz kimsiniz?" diyen polis memuruna,


"Kapısına dayanıp rahatsız ettiğiniz evin sahibiyim. İşinizi öğretmiyorum, haklarımızı bildiğimizi size fark ettirmeye çalışıyorum." dedi geri vites yapmadan.


Polis memuru sakallarını kaşıyarak Varol'a baktığı sırada Yavuz'un gözleri de onu takip edip hedefe ulaştı. Koyu kahve gözleri daha da koyuldu bir anda.


Varol kolumu kavrayıp,


"Nişanlımı misafir etmişsiniz teşekkür ederim ama aramızda ki sorunları çözdük. Bize mutluluk dileyip evinize dönebilirsiniz şöför beyzade." dedi dalga geçtiği her hecesinden belli olan bir lakayitlik ile.


  

Yavuz, Vural'ın üstüne yürüdüğü sırada polisler araya girerek engel oldular. İkisinin arasında ki gerilimin elektriği İstanbul'a haftalarca yeterdi. Araya girmem gerekiyordu benim yüzümden başı belaya girerse kendimi hiç bir zaman affetmezdim.


Vural'ı hedefime alarak konuşmaya başladım,


"Ben kimsenin nişanlısı değilim, bu şahıs beni rahatsız ediyor arabada gelirken sözlü tacizine maruz kaldım. Şikayetçiyim!" dememle ortam buz kesti.


"Saçmalama Zümra ne tacizinden bahsediyorsun." diyen Vural anlık paniklerken,


  

"Siz Zümra hanımı karakola bu adamın arabasında mı getirdiniz?" diye soran Yavuzla bu kez polisler birbirine baktı. İki arada kaldıkları belliyken ısrarımı sürdürdüm.


İfade mi verip şikayetçi olduğumda, Vural avukatını aramış ifade vermek için onu bekliyordu. Bu kadar da korkaktı işte...


Kimlik tespitimi ehliyetim yanımda olduğu için yapabilirken, karakolda kalmamız için bir neden bulamamışlardı.


Komiserin odasından çıktığımda koridorda ki sandalyelerde beni bekleyen Yavuz ile göz göze geldik.


Derin bir nefes alıp verdim, önünden geçip dışarı çıktığımda üzerindeki kıyafetler için Dilruba'ya bir kez daha minnet duymuştum.


İlerleyip yandaki parkta bir banka oturdum.


Yavuz kendinden emin adımlarıyla oturduğum banka yaklaştığında durdu. Dik omuzları, uzun boyu ve yapılı bedeni ile ilgi çekecek bir fiziği olduğunu inkar edemezdim. Aramıza bir kişi daha sığacak kadar boşluk bırakıp yanıma oturduğunda dirseklerini dizlerine dayayıp biraz öne eğildi. Ben bakışlarımı çekinmeden onun üzerinde tutsam da o sadece parmaklarını birbirine geçirdiği ellerine odaklıydı.


"Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi sakin bir tonda. Aramızda ki resmiyetin sizden sene geçmesi bir nebze gerginliğimi azatırken, anlamaz bakışlarım onu bulduğunda kısa süre için gözleri bana döndü, cevapsız bıraktığım sorusuna odaklandım,


"Onunla evlenmeyeceğim..." dedim burnumu havaya dikerek.


"Akıllılık edersin." dedi daha çok kendi kendine konuşur gibi.


"Başına bela olmam merak etme, hem okuyup hem çalışabilirim." dediğimde iç sesim üst perdeden benimle dalga geçmeye başlamıştı çoktan.


Ne iş yapacaktım ki daha üniversiteyi bitirmemiştim, bölümü burslu kazanmış olsam da zaten o parayı iki ayda kıyafete harcayan bir alışverişkoliktim. Elimden hiç bir iş gelmezdi. Bu zamana kadar da çalışmaya ihtiyacım olacağını düşünmemiştim. Ah Sümbül Sultan ah, ne işler açmıştı başıma...


"Okuyup çalışmak senin sandığın kadar kolay değil maalesef. Üstelik iş bulmaman yada bulduğun işten çıkarılman için ellerinden geleni yapacaklarını sende biliyorsun." dedi gözleri yine beni bulmadan.


Okuldayken de böyleydi, kızlar peşine pervane olur, o ise hiç birini görmüyormuş gibi yoluna bakardı. Nasıl tanımamıştım ki onu, Yavuz Yaman lise döneminde okulun en popüler kızlarını dahi peşinden koşturup yüz vermediğinden, erişemeyen kızların kendisine Beyzade lakabını taktığı yakışıklı.


Bizden iki yaş büyük olmasına rağmen popülaritesi bizim sınıfa bile ulaşıyordu.


"Denemek zorundayım, Varol pisliğinin haremine dahil olmaya niyetim yok." dedim midem bulanarak.


Derin bir nefes çekip bıraktı,


"Diyelim ki iş buldun, bir ay çalışmadan para vermezler, üstelik cebinde beş kuruşun yok, kalacak yerin yok. Dahası bu mirasın yükü senin omzunda oldukça asla rahat bırakmayacaklardır." derken kısa bir an göz göze geldik.


"Farkındayım ama peşimde ki miras avcılarından kurtulmak için daha iyi bir çözümüm yok." dedim omuz silkerek.


"Reddi miras yap, hem paradan hem avcılardan kurutulmuş olursun." dedi.


Reddet dediği mirasın büyüklüğünden haberi var mıydı? Sanki para çok önemsiz bir metaymış gibi ciddi ciddi söylediği sözle duraksadım. Para önemliydi ama sorun sadece bu değildi,


"Anlamıyorsun babannemin ailesinden bu yana gelen koca bir servetten bahsediyoruz, tarihi bir yalıdan, paha biçilemeyen antikalardan, asırlık zeytinliklerden Sümbül Sultan bunları kıymetini bilmeyecek kişilerden korumak için bana bıraktı. Benim doğru insanı bulmadan evlenmeyeceğimi biliyordu. Mesele para değil... Sen de annannene çok değer veriyorsun beni anlamaya çalış." dediğim de başını salladı sadece.


"O zaman sana kolay gelsin demekten başka yapabileceğim birşey kalmadı." deyip ayaklandı. Ne yani gece yarısı beni bu bankta bırakıp gidecek miydi?


"Bana biraz borç veremez misin?" dedim içime kaçmış sesimle.


Cebindeki bütün parasını çıkarıp iki parmağının arasında görmem için kaydırdı, bir birinden ayrılan iki banknottun toplamı 300 liraydı.


  

"Bu paranın hepsini sana versem de güvenle tek gece kalabileceğin bir otel bulamazsın. Ben kazancı günlük olan bir taksiciyim Zümra holding varisi değil. Seni evime götüremem bana mahremsin, aynı evde yaşamamız mümkün değil." dedi açık açık.


Mahremsin ne demekti be! Mahremiyet nedir az çok duymuştum tabii de aynı evde ben onu yiyecek değildim sonuçta. Ama beni evine almaya da mecbur değildi. Hele de bu gece olanlardan sonra.


Suskunluğumla sağ elini başına atıp yüzük ve baş parmağı ile şakaklarına baskı yaptı,


"Zümra yine kapıya dayanabilirler, üç kadın sizi o evde de bırakıp gidemem..." dedi sıkıntıyla.


"Haklısın." dedim suçlu çocuklar gibi.


"Güvenebileceğin bir arkadaşın dahi yok mu?" diye sordu son çare.


"Kimse kapısına dayanılsın istemez hele de bizim çevreden insanlar bu riske hiç girmez" dedim dudaklarım titrerken ağlamamak için sıktım kendimi.


Burun kemerini sıkıp tekrar banka oturdu,


"Sığınma evine ne dersin?" diye sordu çözüm üreterek.


Niye beni bırakıp gitmiyordu, ona neydi başıma ne geleceğinden. Babamın bile şuan beni bu kadar dert ettiğini sanmıyorum. Oyununu bozdum ya, başıma gelen herşey müstahak bana. Şeytan diyor evlen kurtul hepsinden de... Aklıma gelen fikirle duraksadım, olur muydu?


  

"Sen benimle evlenmeye ne dersin?"


    


İkinci bölümü nasıl buldunuz?


Pamuk bir ninemiz var...


Hanım hanımcık bir Dilru


ba'mız...


Ailesine kartal gibi kol kanat germiş Yavuz'umuz...


Vural'ın yaptıkları yüzünden geçmişten gelen düşmanlık....


Umarım merakınızı celbetmeyi başarmışımdır 😉


⭐⭐⭐⭐⭐ Dokunmayı unutmayın arkadaşlar ✨😍❤️🥰


     


     


     


Loading...
0%