Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@zamansizim84

"Sen benimle evlenmeye ne dersin?"

 

Bir cesaretle sorduğum sorudan sonra uzunca süren sessizliğini,

 

"Sen evliliği oyun mu sanıyorsun?" diye bozdu. Sesi oldukça normaldi, çıkış arayışında olduğumu anlıyor alttan alıyordu.

 

"Evliliği oyun sanmıyorum ama mecburum. Bu işten kurtulmak için güvenilir bir oyun arkadaşına ihtiyacım var. Elimdeki en iyi adayda sensin, tabii tek aday olduğunu da atlamamak lazım." dedim biraz şakaya vurup nabzını yoklamaktı niyetim.

 

Yine uzunca sustu, normalde sinir olacağım tavrı o kadar izlenesi geliyordu ki, o düşündü ben onu seyrettim, sonunda dudakları aralandı,

 

"Sen o serveti ele geçirince bu evlilik senin hayatında basit bir oyun, hatta amaca giden yolda basamak olacak peki benim için anlamını düşünüyor musun?" diye tüm şakaya vurma çabamı temelinden sarsan ciddilikte ki sorusu ile bu kez sessiz kaldım, o devam etti,

 

"Ben elini tuttuğum insanla, Allah nasip ederse, bir ömür yürürüm Zümra, ona temiz bir sayfa gibi saklım gizlim olmadan gitmek isterim. Bu evliliği o kağıdın hangi köşesine yazarsam yazayım yerini bulmaz, şık durmaz..." dediğinde diyecek sözüm yoktu. Hayatına alacağı insan hep hayatındaymış gibi yaşamak, böylesine ince düşünen erkekler var mıydı?

 

Onun için önemli olacağını düşündüğüm için,

 

"Vural'dan intikam almak istemez misin?" diye sordum.

 

Dudakları hafifçe kıvrıldı, ne yapmak istediğimi kolayca anlayabileceğini biliyordum ama şansımı denemek zorundaydım,

 

"Hasbünallahü Ve Ni'mel Vekil..." dedi ve devam etti. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir."

 

İnanarak söyledi, beni başından savmak için değil...

 

"Beni de senin karşına Allah çıkardı, kader de, karma de, gün gelir hesap döner de ama bunun tesadüften öte olduğunu inkar edemeyiz." dedim belki saçmalayarak.

 

"Tesadüf diye birşey yoktur." dedi kesin bir dille.

 

Doğru yoldasın Zümra devam et kızım...

 

"Bak kendin de söyledin, çok şey istemiyorum bir senelik evcilik oyunu. İlerdeki eşine bizzat ben anlatayım durumu. Zaten sana inanmıyorsa o evliliğin anlamı olur mu?" Diye birazda manipüle ettim olayı...

 

"Aynı evde yaşamamız için dini nikah gerekir..." dedi bu kez yine yüzüme bakmadan. Hayır bu kafayla kimi bulup evlenecekti ki başı yerden kalkmıyor...

 

Belki de biri var aklında...

 

İç sesimin son fısıltısı hiç hoşuma gitmezken,

 

"Benim için sorun değil..." dedim düşünmeden.

 

"Senin için önemsiz olabilir ama Allah'ın huzurunda eş olmak evcilik oynamaya benzemez." dediğin de bu kez sessiz kaldım. Haklıydı, ikimizin değer yargıları ve öncelikleri farklıydı.

 

Hava yavaş yavaş aydınlanırken bankta yan yana oturduk. İkimizde söyleyeceklerimizi söylemiştik, şimdi edecek tek lafımız yoktu.

 

Çalan telefonum sessizliği bölerken arayanın Selim olduğunu görünce açıp kulağıma götürdüm.

 

"Zümra!" dediğinde,

 

"Efendim Selim." dedim sanki normal bir saate, çok normal bir sohbet için aramış gibi.

 

"Duyduklarım doğru mu? Yani Vural ile Reşit bey konuşurken kulak misafiri oldum bazı şeylere... Akıl alır gibi değildi." diyerek arama sebebini belli etti.

 

"Duydukların doğru Selim, ama ben onların istediklerini yapamayacağım." dediğim de Yavuz'un kulağının bende olduğunun farkındaydım.

 

"Zümra, lütfen bir kez oturup konuşalım. Bu işten evlenmeden kurtulman imkansız, bana bir şans veremez misin? Para kısmının umrumda olmadığını çok iyi biliyorsun." dedi neredeyse yalvaran ses tonuyla.

 

"Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum Selim, senin duygularının karşılıklığı bende yok. Sana umut vermek, canını yakmak istemiyorum." dedim açık açık.

 

"Lütfen..."dedi bir kez daha.

 

"Selim-" dediğimde sözümü kesti.

 

"Bu süreçte destek olmama izin veremez misin?" diye sordu.

 

"Düşüneceğim..." dediğimde,

 

"Allah'a emanet ol." dedi.

 

"Sende..." deyip kapattım telefonu.

 

Bakışları hâlâ karşı da olan Yavuz,

 

"Sanırım artık tek aday değilim." dedi.

 

Güldüm bu sözüyle, bana kısaca bakıp yine önüne döndü.

 

"Komik olan ne?" dedi düz bir sesle.

 

"Bana duyguları olan biriyle bu yola çıkmam, bu ona umut vermekten başka birşey olmaz. Kimseye gönül oyunu yapıp günahına girmek istemem Beyzade."

 

"Belki bir şansı hak ediyordur." diye mırıldandı.

 

İyiden iyiye aydınlanan gökyüzüne kaldırdım başımı. Yeni gün yeni umutlar. Elimde kalan ikiyüz lira ile kaç gün idare edebilirdim. Peki nereye kadar Yavuz'a ısrar edebilirdim.

 

Ayağa kalkıp elimi uzattım,

 

"Herşey için teşekkür ederim." dediğimde uzattığım elim havada asılı kaldı. Başını hafifçe eğerek teşekkürümü kabul ettiğinde, elimi bozularak indirdim.

 

Buruk gülümsemem eşliğinde ayrıldım yanından. Bana elini bile uzatmayan adamdan evlilik oyunu beklemek tam bana göre bir hayaldi.

 

Buse'yi arayıp beni almasını rica ettim. Okula gitmem gerekiyordu ama üstüm başım dökülüyordu. Ben makyajsız sokağa çıkmazken şu halim içler acısıydı.

 

Birkaç dakika sonra Buse de en az benim kadar paspal hâliyle attığım konuma geldi. Arabaya bindiğimde ikimizde birbirimizin haline baka kalmıştık.

 

"Şu halimize inanamıyorum Zümra!" diyerek direksiyona vurdu elini.

 

"sen mi, ben mi?" dedim dertli dertli kolumu cama dayayıp elimi başıma destek vererek.

 

"Geceyi karakolda mı geçirdin?"

 

Başımı geriye atıp cıkladım,

 

"Gecenin bir kısmını Beyzade'nin evinde geçirdim, gerisini karakolda."

 

Gözlerini yoldan ayırıp bi anlık bana baktı.

 

"Beyzade kim be? "deyip sustu önce sonra "Yok artık, lisede ki Beyzade mi?" diye cırladı.

 

"Buse sakin tepkiler ver nolursun?Başım kazan gibi uykusuzluktan." dedim şakaklarımı ovarken.

 

"Canım, güzel arkadaşım, sevgili dostum. Sakin tepkiler verilecek zamanda mıyız? Son oniki saatte olanları bir düşün istersen, görümcem oluyordum az daha. Sonra sen kaçtın, biz geride kalanlar cehennem gibi bir gece geçirdik. Senin baban ayrı benim babam ayrı delirdi. Vural efendi seni bulduğuna eve getireceğine dair telefon açtı, ortalık biraz duruldu derken... şok şok şok Zümra, Vural'ı tacizden şikayet etmiş, beyefendi karakolda avukat bekliyor... Benim halim senden farklı mı sanıyorsun sıfır uykuyla karşındayım." dedi ard ardına sıraladığı cümleler onun da delirmenin sınırında olduğunu gösteriyordu.

 

"Offf... Buse ben ne yapacağım?" Dedim umutsuzca.

 

Bana bakıp önüne döndü,

 

"Kartlarımı aldılar, elime verdikleri parayla ancak karnımızı doyururuz. Çaktırmadan biraz kıyafet attım bagaja bir kaç gün idare eder seni. Sana yardım edeceğimi bildikleri için sıkı takipteyim. Elim kolum bağlı anlayacağın." diyerek kırmızı ışıkta durduğumuz da iki elini yanlara açtı.

 

"Şuan beni okula götürecek olman bile nimet biliyor musun? Gerisini karnımızı doyuralım sakin kafayla konuşuruz." dediğimde beni onaylayıp sahilde bir kafenin önünde durdu.

 

O kahvaltı siparişi verirken ben makyajımı temizleyip, üzerimi değiştirdim. Buse'nin çantaya attıklarıyla solgun yüzümü renklendirip çıktım lavabodan.

 

Kahvaltı geldiğinde atıştırmaya başladım.

 

"Şu Beyzade olayını anlat araya kaynadı, adı Yavuz muydu onun?" Dedi pankekini ağzına tıkarken.

 

Gece olanları baştan sona anlattığım da bu kadar tesadüfün bir araya gelmesine o da şaşkındı.

 

"Karakolda Vural'ın üstüne mi yürüdü?" diye sordu keyifle.

 

"Beyzade denmesine gıcık oluyor ve Vural bunu bilerek üstüne gitti." dediğim de gözleri kısıldı.

 

"Zümra hâlâ öyle havalı mı? Okulda peşinden koşmayan yoktu. Yürüyen karizmaydı çocuk." dediğinde,

 

"Fazlası var eksiği yok, olgunlaşmak ayrı hava katmış ama yüzüme bile bakmadı." dedim suratımı düşürerek.

 

"Almış evine götürmüş nasıl yüzüne bakmadı?" diye kendine göre mantıklı bir soru sordu.

 

"Dilruba'dan biliyorsun mutaassıp bir aile onlar. Beni eve bırakırken kendinin evde olmayacağını önden söyledi zaten. Ben de Dilruba'yı görene kadar onun Beyzade olduğunu anlamadım, aradan beş yıl geçmiş olaylardan kafam duman. Gidecek yerim yok diye yardımcı oldu altında mana aramamak lazım." dedim bundan sonra ne yapacağımı düşününce için daralıyordu.

 

"Hadi ya... Ben de ne senaryolar yazmıştım sen lavabodayken." deyip dudak büktü.

 

"Ne yapacaksın Zümra, paran yok, işin yok, okul bitmedi." dedi Buse de görmeye alışık olmadığım bir ciddiyetle.

 

"Yavuz'a evlenme teklif ettim ama kabul etmedi." dediğim de içtiği çayı masaya püskürttü. Söylenerek peçete verirken,

 

"Kızım az sakin ol ya mahvettin masayı."

 

"Başlatma masaya Zümra sen delirdin mi? O adamla sen olur musunuz hiç, Dilruba'yı görmüyorsun bizlik mi o hayat?"

 

Buse böyle sorunca dün gece o evde hissettiğim huzuru hatırladım. Her evin kendine has konusu vardır ya, Yavuz'un evi hatta bindiğim arabası dahi huzur kokuyordu.

 

"Kızım ben de bir yıllık evcilik teklif ettim, beni al baş tacın yap demedim. Kabul etmedi, evleneceği kadına tertemiz bir sayfa ile gitmek istiyormuş." diye özetledim.

 

"Yuh... Bu adam kimseye dokunmamış mı? Yani kaç yaşında yakışıklı, sağlıklı bir erkek. Bunlardan varmıymış hâlâ yaa. Gerçi Selim de onun kafasından..." deyince sabah ki konuşmaları söyleyip söylemekte kararsız kaldım.

 

Buse çapkın takılsa da dilindeydi çoğu zaman, Selim yüzüne bakmayınca iyice badem gözlü olmuştu onun için.

 

Kahvaltıdan sonra okula geçtik. Dilruba'ya tekrardan teşekkür ettim o da evlerinin kapısının bana hep açık olduğunu, Pamuk teyzenin beni çok sevdiğini söyledi. Bizim sohbetimizi şaşkınlıkla izleyen sınıf ahalisine ikimizde aldırmadık.

 

Kendi arkadaş grubumun yanına gittiğimde, Selin ve Hande açıklama bekler gibi yüzüme baktılar. Aldırış etmeden boş olan sandalyeye attım bedenimi, uykusuzluk canıma okuyordu.

 

Selin,

 

"Zümra hayırdır, bu ne samimiyet canım. Ramazan ayı da değil ki hacılar hocalar yükselişe geçsin." dediğinde Hande kahkaha attı. Aslında espirisi kendi içinde tutarlı ve komikti, normalde benimde kahkahalarla gülmem olasıydı. Fakat içimden gelmedi.

 

"Liseden arkadaşım Dilruba biliyorsunuz." dedim geçiştirerek.

 

"Sen de bi haller var ama kokusu çıkar bakalım." dedi Hande.

 

Hocanın gelişi ile devam edemediklerinde işime gelmişti. Hatta bir araya arkaya geçip hayatımda ilk defa derste uyumuştum.

 

Buse'nin omuzundan dürtüklemesi ile gözlerimi açtığımda sınıf neredeyse boşalmıştı. Selin ve Hande de ortada yoktu. Gerçekten süper dosttular yani...

 

Okulun kapısına çıktığımızda Dilruba'yı bekleyen Yavuz ve hemen önünde park etmiş Selim ile karşılaşmak süpriz olmuştu. Yavuz küçük bir baş selamı verip gözünü tekrar kardeşinin çıkmasını beklediği kapıya çevirdi. Selim bana doğru gelirken,

 

"Zümra, Selim bize doğru mu geliyor ben hayal mi görüyorum." diye sordu Buse.

 

"Selim bize doğru geliyor arkasında ki taksideki de Yavuz." dedim dişlerimin arasından.

 

O sırada mesafeyi kapatan Selim elini uzattı,

 

"Merhaba Zümra."

 

Uzattığı elini sabah ki havada kalan elimi hatırlayarak sıktım. Bu iki adam aynı gibi görünse de detaylarda farkı göreceğimi hissediyordum.

 

Buse'yi görmezden gelişi dikkatinden kaçmazken,

 

"Seni buraya hangi rüzgar attı?" diye sordum direk olarak.

 

Eli ensesine gitti,

 

"Sabah telefonda çok anlatamadım derdimi, birde yüz yüze şansımı denemek istedim." dediğinde Buse hayal kırıklığı ile baktı. Peşi sıra,

 

"Yarın görüşürüz Zümra." deyip elinde eşyalarımın olduğu çantayı yanıma bırakarak, kendisini görmezden gelen adama aynıyla cevap verip ayrıldı yanımızdan. Onun peşinden bu durumu nasıl toparlayacağımı düşünerek bakarken,

 

"Yemekte konuşalım mı?" diyen sese döndüm mecburen.

 

"Selim-" Dediğim de yine devam etmeme izin vermeden,

 

"Arkadaş olarak, daha fazlası değil." demesiyle kararsız kaldım. Belki başka bir çözüm yolu bulmama yardım edebilirdi.

 

Sessizliğimi onay sayıp arabasının kapısını açtığında gözlerim Yavuz'a döndü, onun gözleri ise okul kapısında kardeşini bekliyordu, umrunda bile değildim.

 

Arabaya binmemle rahat bir nefes aldığını fark ettiğim Selim, kapımı kapatıp çantamı arka koltuğa bıraktı, kendi yerine geçti.

 

Araba hareket edip sahil yoluna indiğinde boğazı izlemek terapi gibiydi. Böylesine güzel bir şehiri el birliği ile keşmekeş hale getirmiştik ama hâlâ büyüsünü koruyan İstanbul'a aşık olmamak elde değildi.

 

Lüks restoranın önünde durduğumuz da vale kapımı açıp saygıyla selamladı, bu karşılamayı hak ediş sebebim burada yemek yiyecek kadar param olduğunu düşünmeleriydi. Yarın iş başvurusu için gelsem, muhtemelen kapısınsan içeri almazlardı.

 

Selim arabayı valeye verip seri adımlarla yanıma geldi. Eli belime dokunup yön verecekken hızlı bir adımla bu girişimini boşa düşürdüm.

 

Yaptığım şeye bozulsa da belli etmedi, gülümseyerek beni içeri yönlendirdi,

 

Boğaz manzası tekrar önümüze serildiğinde sandalyemi çekerek oturmamı bekledi, başka zaman olsa etkileneceğim hareketlerini sürekli Yavuz ile kıyaslıyordum. Bunu yaptığım için kendime kızdım. Gidecek yerim ve param yokken yüzüme bakmayan adamı düşünmemeliydim.

 

İç sesim, en zor anında sana kapısını açtı Zümra haksızlık ediyorsun diyerek ağzımın payını verdi.

 

"Balık yemek ister misin?" Diyen adamla daldığım muhasebeden çıktım.

 

"Olabilir..." dedim umursamazca.

 

Garson ile Selim arasındaki diyalog ilgimi çekmezken tekrar manzaraya döndüm. Şu yaşadığım çaresizliğe inanamıyordum. Annem aramaya bile tenezzül etmemişti. Abim çekip gittiğinde olanlar tekrar ediyordu, hiçbirşey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlardı. Fakat bu kez hesap edemedikleri bir nokta var ki, benim evliliğim ilk yılımı bitirdiğim de o servetin yönetimi bana geçecek, babam şirkette basit bir çalışan konumuna düşecek. Bana son yirmi dört saatte yaşattıkları için bile olsa, o mirası elde etmenin yolunu bulmalıyım.

 

Başımı çevirdiğimde beni izleyen Selim ile çakıştı gözlerim, ensesini kaşıyarak kaçırdı gözlerini.

 

Siparişlerimiz geldiğinde balığımı tırtıklamaya başladım. Dalgınlıkla balık söylemiştim ama kılçık ayıklamayı hiç beceremediğim için dışarda yemeyi pek tercih etmezdim. Sümbül Sultan olsa elleriyle ayıklar yedirirdi. Kafamın ne halde olduğunu tekrar fark ettim.

 

"Zümra..." diyerek seslenmesi ile balıkla olan bakışmama son verdim. Gözlerimin dolduğunu da o anda fark ettim. "İstersen başka bir şey söyleyelim sana."

 

Elimdeki çatalı bırakıp geriye yaslandım,

 

"Tavuklu salata söyler misin?" dediğimde anlayışla gülümseyip garsona seslendi.

 

"İyi misin?" diye sordu.

 

"Değilim Selim iki gündür yaşadıklarıma inanamıyorum. Param yok, kalacak yerim yok ve bunlar ailemin umrunda değil. Şaka gibi..."

 

O da geriye yaslanıp suyundan içti,

 

"Pes edeceğini biliyorlar, bu şartlar altında devam etmen mümkün değil." dedi gözlerimin en derinine bakarak. Sanki aradığı fırsat ayağına gelmişçesine durumumdan memnun olduğunu fark ettim.

 

"Pes etmeyeceğim!" dedim tüm kararlılığımla.

 

"Ne yapabilirsin ki Zümra, işin yok, okulun bitmedi. Üstelik mirasa ulaşabilmek için eni sonu evlenmek zorundasın." dedi çıkmaz sokağımı tekrar fark ettirmeye çalışarak.

 

"Tavsiyen nedir?" dedim duyacağım şeyi tahmin etsem bile.

 

"Evlen benimle!"

 

Işıldayan gözlerle söylediği cümleyi bekliyordum zaten. Gün doğmuştu kendisine.

 

"Biz seninle yapamayız Selim, ailen beni istemez. Ben sizin yaşamınıza uyum sağlayamam."

 

"Sorun ailemse onlara uyum sağlamak zorunda değilsin, sen benimle bu yola çıkar mısın ona karar ver?" Dedi heyecanını saklamaya çalışarak.

 

Yıllardır tanıdığım ama hiç alıcı gözle bakmadığım bir adamdı Selim, Buse'nin ona olan ilgisi de buna etkendi tabi ki. Yakışıklı bir adamdı fakat ona karşı içimde yaprak kımıldamıyordu.

 

"Bizden olmaz Selim, sana karşı hep dürüst oldum. İlgini fark etsemde karşılık vermedim. Ümitlenme diye uzak durdum hatta." dediğim de yüzü düşse de toparlamaya çalıştı.

 

"Vuralla mı evleneceksin?" dedi diğer adayı hatırlamam işine gelecekmiş gibi tavrıyla.

 

"Hayır."

 

"Bu camiada benden başka hiç kimse babanla ters düşmeyi göze almaz Zümra." dedi son kozunu oynayarak.

 

"Vasiyette camiadan olması ile ilgili şart yok." dedim burnumu havaya dikerek, bu halim hoşuna gitmiş olacak ki hayranlık dolu bir gülümseme yayıldı yüzüne.

 

"Yoldan geçen biriyle evlenecek değilsin Zümra, baban hayatı zindan eder size." dedi sonuna doğru fazlasıyla ciddileşerek.

 

"Sen yoldan geçen biri olsan benimle evlenmezdin yani?"

 

Tek kaşımı kaldırarak sorduğum soru onun kaşlarını çatmasına sebep oldu.

 

"Biraz gerçekçi olmak da fayda var, param ve gücüm olmadan seni nasıl korurum Zümra. Ailenin gücünü biliyorsun." dediğin de dudak büktüm.

 

Biraz bozulsa da sessiz kaldı.

 

"Benimle evcilik oynamaya ne dersin? Madem beni sadece sen koruyabilirsin..."

 

Teklifim onu şaşırtmadı ama sevmedi bu durumu, alını sıvazladı sıkıntı ile.

 

"Öyle istiyorsan, o da olur Zümra."

 

Asılan yüzü, bu yemekten beklentisinin daha fazlası olduğunu haykırıyordu.

 

"Evli gibi davranmamız gereken zamanlar olacak, sen dini hassasiyetleri olan birisin, senin için sorun olmaz mı?"

 

Sıkıntıyla elini boynuna attı,

 

"Dini nikah kıymak lazım, aynı evde yaşayacağız madem."

 

Çok basit bir şeyden bahseder gibiydi, Yavuz'un olaya bakışında ki ciddiyet Selim de yoktu. Evliliğin oyunu mu olur? Demedi. Ben sana ilgi duyarken aynı evde nasıl oyun oynayalım? demedi.

 

"İlerde gerçek bir evlilik yaparken sorun olmasın senin için?" diyerek zarf attım.

 

"Kimsenin öncesi, kimseyi ilgilendirmez." dedi hayat arkadaşı edineceği insan için herhangi birinden bahseder gibiydi.

 

Beynimin içinde benden izinsiz kurulan Yavuz~Selim skor tabelasında Yavuz sürekli puan kazanıyordu.

 

Sanki adam benimle evlenmek istemişte ikisini kıyaslıyorum...

 

Acı gerçek ne biliyor musunuz? Onun eşi kim olacaksa çok şanslı, daha hayatında değilken bile bu kadar değer görüyor...

 

Aramızda ki sessizlik uzayıp gitti, yemeklerimizi yedik kahveler söylendiğinde,

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Diye sordu.

 

"Bence ikimizinde düşünmeye ihtiyacı var. Yarın tekrar görüşür karara varırız." dedim sanki bin tane seçeneğim varmış gibi.

 

"Gece nerede kalacaksın?" diye sordu.

 

Otele gidebilirdim, babam peşimi bırakmış sürünüp dönmemi bekliyor. Gel gör ki düzgün bir otelde kalacak kadar param yok. Ama Selim bunu bilmese de olur.

 

"Arkadaşımda kalacağım." dedim.

 

Başıyla onayladı beni.

 

"Kalkalım o zaman." dediğin de telefonumu alıp kalktım masadan çantam bile yoktu malum.

 

Restorandan çıktık, valeye işaret ettiğinde koşturan gencin gidişi ile Selim'in arabasını beklerken önümüzde bir taksi durdu. Yavuz'un taksisine çok benziyordu. İstemsiz daha dikkatli baktım. Çok fazla benziyordu. Benzemekten öte oydu, çünkü içinden Yavuz indi. Arkasına gelip duran aracı ile Selim'in eli yönlendirmek için yine belime gitti, rahatsız olduğumu belli etmiş olmama rağmen devam etmesi hoş değildi.

 

Yavuz'un gözleri ikimiz arasında dolandı, fark ettiği şey hoşuna gitmemiş olacak ki, arabasının önünden dolanıp arka kapıyı açınca, benim için gelmiş olduğunu anladım. Selim'in kaşları çatıldı,

 

"Hadi Zümra!" dedi bu kez hareket etmem için. Sesi sert ve otoriter çıkmıştı.

 

Noluyoruz? dememek için zor tuttum kendimi.

 

Yerimden zerre kımıldamadan,

 

" Arabandan çantamı verir misin?" dememle gözleri Yavuz, ben ve taksisi arasında bir kaç tur mekik dokudu.

 

"Ben bırakırım seni." dedi şansını zorlayarak.

 

Beyzade ayağıma gelmiş Selim hiç kusura bakma yani...

 

"Gerek yok zaten Yavuz Bey, arkadaşımın abisi." diyerek Selim'in çantamı getirmesini bekledim.

 

Bu durum hiç hoşuna gitmedi ama ses çıkaracak konumda da değildi.

 

El mecbur getirdiği küçük spor çantayı alıp, taksiye bindim. Yavuz kapımı kapattığında ellerini beline yerleştirip kendisine ters bakışlar atan Selim'i süzdü kısa bir süre. İkisininde postürü o kadar düzgündü ki bu meydan okumanın galibini belirleyemedim.

 

Selim lüks jipine yönelirken, Yavuz onun arabaya binmesini izledi. Nasıl olsa biz hareket etmeden gidemeyeceği için yavaş adımlarla şoför mahaline yerleşti. Aynadan arkada ki arabaya dik bir bakış atıp tek eliyle çevirdiği direksiyon hareketiyle yola karıştık.

 

Bana dönmeden tüm dikkati yolda olarak,

 

"Sizi nereye bırakayım Zümra hanım?" diye sordu. Sabah sen diyordu ama yine size geçmiştik anlaşılan...

 

Ne diyeyim şimdi? Sizin eve yiğidim, görümcemle ananem merak etmişlerdir sevgili gelinlerini... Diyemedim tabii,

 

"Kampüse bırakırsanız sevinirim Yavuz bey." dediğimde başını salladı sadece.

 

Odun Beyzade, bu saatte kampüste ne işin var der insan...

Dese ne diyeceksin Zümra, kütüphane de sabahlıyacağım kalacak yerim yok diyecek halin yok ya... Sahil yolunu izleyerek ne yapacağımı nasıl bir yol izleyeceğimi düşünürken ismimi söylemesi ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım.

 

Eee... Burası okul değil ki!

 

"Dilruba seni bekliyor, evi biliyorsun." dedi önünde durduğumuz apartmanı işaret ederek.

 

"Ama..." dediğimde,

 

"Seni kampüse bırakacağımı düşünmedin inşallah, ne yapacaktın? Kütüphanede mi sabahlayacaktın?" diye sordu.

 

Yüzüne nasıl baktıysam başını iki yana sallayıp gülümsedi ama o kadar anlıktı ki doyasıya izleyemedim.

 

Ben kilitlenip kaldığım için kapıyı işaret etti,

 

"Eve çıkarsan bende çalışmaya gidebilirim, geçindirmem gereken insanlar var." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Ben de o insanlara dahil olsam ne olurdu?

 

Kendime gelip teşekkür ederek indim arabadan, apartmana girince gelen lastik sesinden gittiğini anlamıştım.

 

Yüzümde aptal sırıtışımla asansöre bindim. O restoranda olduğumu nerden bildi? Aynada gözlerimi kısıp şüphe ile baktım sanki cevabı bulabilecekmişim gibi. Dudak büktüğüm sırada son kata gelen asansör durdu. İnip dün geldiğim dairenin ziline dokundum.

 

Bir evin zili bile huzurlu çalabilir mi?

 

İçimde bu evde bulduğum huzuru sorgularken tüm güler yüzü ile Dilruba kapıyı açtı.

 

"Hoşgeldin Zümra." Dedi kapıyı ardına kadar açarak.

 

"Hoş buldum canım ama size rahatsızlık veriyorum iki akşamdır." dedim ayakkabılarımı çıkarıp içeri adımlarken.

 

Elimdeki çantayı alıp kendi odasına bıraktı,

    

"Deli misin? Dünden beri aklımız sende kaldı Pamuğumla, okulda konuşmak istemezsin diye konuyu açmak istemedim. Çıkışa da arkadaşın gelince..." Deyip ellerini iki yana açtı.

 

"Gelmesini bende beklemiyordum." dedim yol göstermesi ile koltuğa otururken, sıkıntılı bir nefes aldım "yardımcı olmak istiyormuş..."dediğimde kaşları havalandı.

 

"Nasıl yardımcı olacakmış?" diye sordu kırlenti kucağına alıp bağdaş kurarak karşıma yerleşirken.

 

"Onunla evlenmemi istiyor."Dedim sanki kırk yıllık kankammış gibi rahat açılıyor oluşumu sonra sorgulayacaktım.

 

Kaşları havalandı,

 

"Sen ne düşünüyorsun?" diye sordu benim rahat anlatışımdan güç bularak.

 

Yengen olmayı... demek vardı ama olmadı,

 

"Dilruba inan kafam çok karışık, sokakta kaldım ama ailemin umrunda değil. işim yok, param yok, kimse ailemi karşısına alıp bana yardımcı olmak istemez. Selim'in teklifini kabul etmek istemiyorum, bana karşı ilgisi var, bu ona umut vermek olur. Dahası bir yıl sürecek bir evliliği kabul ediyor olsa da hayatımdan çıkıp gideceğine çok inanasım gelmiyor." dedim.

 

"Sana karşı ilgisi varsa durumu kullanmak istiyor da olabilir." dedi her aklı selim insanın diyeceği gibi.

"Bir adayım daha var aslında..." deyince Dilruba'nın kaşları merakla havalandı.

"Kim? Tanır mıyım?" diye sordu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım önce, gözlerimi kaçırdım meraklı gözlerinden,

"Abin..."

 

 

Evet kitabımızın üçüncü bölümü oldu bile...

Yavuz neden restorana gelip Zümra'yı aldı?

Dilruba ve Pamuk anne bu evlilik fikrine sıcak bakarlar mı?

Zümra, şimdiden Beyzade'ye yanık sonu ne olur?

Fikirlerinizi çok önemsiyorum, yorumlarınız ile beni mutlu ederseniz çok sevinirim.🥰

⭐⭐⭐Dokunmayı unutmayın😉

Loading...
0%