Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@zamansizim84

Aradan geçen iki günün ardından bu sabah okula gitmek için heyecanla kalktım yataktan. İlk hafta seminer haftasıydı, dersler ikinci hafta başlayacaktı. Gece de rahat uyuyamamıştım ilk günü bu kadar stres yapacağımı hiç düşünmezdim.


Hafif bi kahvaltı yapıp ne giyeceğime karar vermek adına dolabın kapağını araladım. Ortamı bilmediğim için çok kararsız kalmıştım. Çok şık yada abartılı olmak istemiyordum ama özensizde görünmemeliydim. Uzun uzun düşünülen karar verip bozulan bir çok kombinden sonra sade ama şık olmaya karar verdim. Diz hizasında biten lacivert eteğimin üzerine omuz dekoltesi olan zarif bir bluz giydim. Saat ayakkabı çanta derken. Saçlarımı da at kuyruğu toplayınca hafif bir makyajla hazırdım.


Erken kalkmama rağmen geç kalmak üzeriydim. Mesafe az olsa da bu kıyafetle yol gözümde büyüyordu. Asansörden hızlı adımlarla ilerleyip dış kapıya ulaştım. Taksi mi çağırsam diye düşünürken arabasına yaslanmış elinde ki telefonla ilgilenen Barlas'ı gördüğümde kaşlarım havalandı. Topuklunun sesiyle başını kaldırdığında göz göze geldik.


"Günaydın Benan" dedi telefonu cebine koyarak.


"Günaydın hocam da, sen beni mi bekledin?" dedim şaşkınlıkla.


Saçmala Benan aferin, hatta bravo.


Gülümsediğinde toparlamam gerektiğini fark ettim.


"ilk gün diye erkenden kalktım ama ne giyeceğime karar vermem tahmininden uzun sürdü." diye açıklama yaptım.


Sözlerimle ister istemez bakışı kıyafetlerime kaydı.


"Bence sonuç başarılı" derken binmem için arabanın kapısını açtı.


Derince nefes alıp ona doğru yürüdüm,


"Abartılı olmamışım değil mi?" diyerek teyit etmeye çalışırken,


"Fazla heyecanlısın ve bunu fark ederlerse seninle uğraşırlar. Biraz rahatlamaya çalış." dedi tecrübesini kullanarak.


Otoriter sesi ile beni uyardığında, gerçekten heyecanımı bastırmam gerektiğinin farkına vardım. İlk görev yerim olduğunu zaten öğreneceklerdi ama acemiliğimi belli etmemeliydim. Biraz sakinleşince mantık devreye girdi, ben geç kalmıştım ve Barlas kapıda bekliyordu. Kim bilir ne kadar bekledi. Geleceğini bilsem acele ederdim. Ben kendi fikirlerime dalmışken,


"Kahvaltı yaptın mı? İlerde pastane var bişeyler alalım istersen." diye sordu.


"Yaptım ama sert bir kahveye hayır demem." dedim.


"Tamam." Dedi son heceyi uzatarak "ilerden alırız."


Arabasına her bindiğimde dikkatimi çeken şey tertemiz olmasıydı. Suv tarzı olması aile havası veriyordu. Şimdiye kadar kullandığım araçlar kadar lüks bir araç değildi belki ama memur maaşı üzerinden düşünülünce kıymetli olduğu kesin. Arabasına titiz olduğu ise çok belliydi. Koyu lacivert hatta siyaha çalan rengi, bej deri koltukları filmli camları ile özenildiği hissini veriyordu. Arabayı durdurup indi.


Onun inişi ile sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. Bu kez ciğerlerimi dolduran kokusu mest etti. Başka zamanda alıyordum kokusunu ama hiç bir zaman arabada ki kadar yoğun olmuyordu. Parfüm markasını tahmin ediyordum da, onda bambaşka bir kokuya dönüşüyordu sanki.


Offf Benan sanane adamın kokusundan, kafam dağılsın derken dağıttın iyice.


Elinde iki kahve ile arabaya döndüğünde benimkini uzattı. Kendisi için olana yer ararken,


"Ben tutayım" diyerek elimi uzattım.


Dikkatlice şekilde bardağı bana verdi,


"Elin yanmasın dikkat et" dedi sonra aklına yeni geldi belli ki bana doğru eğilip önümdeki torpidoyu açtı. Yakınlığı ile kokusu burnuma doldu. Gözlerimin kapanmak isteğini reddederek direndim.


"Burda bardak yeri var oraya bırak elin yanmasın. Zaten iki dakikaya okuldayız." dedi çekilirken.


Kahveleri dediği yere koydum. Kendimin olanı içmeye başladım.


"Bu kağıt bardakları hiç sevmiyorum" diyerek söylendiğimde,


"Bende sevmiyorum, kahvenin tadını bozuyor. Bide kapak koyuyorlar kokusunu da alamıyor insan. Kokusunu almadan kahve içilir mi?" diye beni onayladı.


Benden daha kahveci çıkması hatta aynı şeylere takılması hoşuma gitmişti. Ben de onu onayladım,


"Çok haklısınız müdürüm."


Müdürüm demem komik gelmiş olacak ki dudağının kenarı kıvrıldı.


"Daha iyisin değil mi? " dedi arabayı okulun bahçesine park ederken.


"İyiyim, sen olmasan kesin geç kalır heyecandan iyice panik yapardım. Teşekkür ederim." dedim.


"Ne demek her zaman..." dedi.


Barlas'ın kahvesini de alıp arabadan indiğim sırada onun olduğu tarafa başka bir araç park etti. Bayan arabası olduğunu minikliği ve açık kırmızıya çalan rengiyle ilan eden arabadan iki kadın indi.


Şöför koltuğundan esmer tenine rağmen sarı saçları dikkat çeken otuzlu yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadın inerken, yanından beyaz tenine çok yakışmış kızıl saçları ile akranım olduğunu tahmin ettiğim bir afet indi. Yazlık elbisesinin göğüs dekoltesini ilk iş günü için fazla iddialı bulsam da herkesin zevki kendi seçimiydi sonuçta.


Kızıl güzel tüm işvesini sesine katarak,


"Günaydın Barlas hocam, tatil yaramış iyi gördüm sizi." derken beni hâlâ fark etmemiş olması, sanırım gözlerini alamadığı adamdan kaynaklanıyordu.


"Günaydın Pelin Hanım, bütün yaz okuldaydım ben, tatili sizler yaptınız." Dedi mesafeli tavrıyla.


Sarı saçlı olan gözü ben de olmasına rağmen "Günaydın Barlas Bey, nasılsıniz?" diye sordu.


Kadının dikkatli bakışlarından dolayı Pelin ve Barlas da bana doğru yönelerek bir kaç adım attılar. Elimdeki kahvelerde gözleri takılan hanımlar ardından bir birine baktığında Barlas'a kahvesini uzattım. Artık elimi yakıyordu.


"Sağol Benan. Gel seni arkadaşlarla tanıştırayım. İngilizce öğretmenimiz Defne hanım, Resim öğretmenimiz Pelin hanım." dedi biraz evvel ki resmiyetten eser yoktu benimle konuşurken.


Kahveyi sol elime alarak hanımlara elimi uzattım.


"Merhaba, bende yeni matematik öğretmeni Benan." dedim.


Pek memnun olmadıkları her hallerinden belli olan ikili, tam tersini dillendirerek elimi sıkıp yalancı birer tebessüm sundular.


Bunlardan biri kesin Barlas'a yürüyordu da korkum bu kişinin kızıl afet olması.


Niye korkuyorsun ki Benan sanane isteyen istediğine yürüsün. Bu iç sesim niye kendi kendine konuşuyor. Yada niye sürekli beni tersliyor onu da anlamadım ya neyse.


Pelin hanım yine gayet işveli,

"Toplantı kaçta başlıyor hocam, sabah kahvesi içecek kadar vaktimiz var mı?" diye sordu.


"Yarım saat sonra başlıycak Pelin hanım." cevabını aldı.


"Türk kahvesi yapacağım ister misiniz?" dediğinde elimde ki kağıt bardağı gözüne sokasım geldi, neyse ki Barlas'ın cevabı içimi soğuttu.


"Size afiyet olsun" deyip elindeki bardağı göstererek "iki kahveyi bir arada tercih etmiyorum."


Kızılın yüzü de saçına uyum sağlarken, arkadaşı ile yukarı çıkan merdivenlere yöneldiler.


"Birazdan sene başı kurul toplantısı yapılacak herkesle tanışmış olursun." diyerek baba dönsede benim gözüm Pelin'in kısa elbisesinin şaka gibi olan yırtmacına takılmıştı. Tövbe estağfurullah ben bakıyorum, bu adam bakmıyor. Bu Barlas'ı alan rahat eder benden söylemesi.


Benan sen Barlas'a mı yürüyorsun?

Tövbee estağfurullah...


"Ben öğretmenler odasına çıkayım o zaman. Kahve için teşekkür ederim." dedim sklım daha çok karışmadan.


"Afiyet olsun." deyip gülümsedi.


Gülmeyeydi iyiydi.


Bir üst kata çıkıp öğretmenler odası olarak kullanılan ama rehber öğretmenin hatta müdür yardımcısının da ortak kullandığı odaya geldim. Defne hanım elektrikli cezvede kahve yaparken, Pelin de ona doğru dönmüş konuşuyordu.


"Defne, kıza ismiyle hitap edi..." dediğinde Defne'nin büyüttüğü gözlerine uyum sağlayarak havalanan kaşları ile Pelin cümlesini yarı da kesip arkasına döndü. Beni görmesi ile gerilen yüz hatlarını saklamak için gülümsedi. Bende gerilen sinirlerimi gizleyerek gülümsedim.


Masadan bir sandalyeyi geriye çekerek onlardan uzak olan uca oturdum. Zaten çok büyük olmayan odada cam tarafında iki çalışma masası vardı. Biri Barlas'ın diğeri Rehber öğretmen olan kişiye ait. Öğretmenler için konulmuş büyük dikdörtgen masa girişe yakınken. Sağ tarafta küçük bir mutfak ve buz dolabı yan yanaydı. Dolaplar, fotokopi makinesi, bilgisayar derken göz yorucu olduğu kesindi.


Ben ortamı incelerken, çıtı pıtı bir bayan gelip Rehber öğretmen için olan masaya oturdu. Soğuk bir "Günaydın" dese de ortamın gerildiği belliydi. Ben sessizce gözlemime devam ederken beni fark etmiş olacak ki gözlerimiz kesişti.


"Merhaba hoşgeldiniz. Ben Merve Rehber öğretmenim." dedi cıvıldayarak.


Bir anda değişen tavrı ve samimiyeti karşısında şaşırsam da belli etmedim.


"Merhaba ben de Benan, Matematik öğretmeniyim." dedim gülümseyerek.


"Öyle mi? Hoş geldiniz hocam. Nerden tayin oldunuz? " diye sordu.


"İlk görev yerim hocam. Yeni mezun oldum." dedim korkunun ecele faydası yoktu. Birazdan toplantıda hepsi duyacaktı nasıl olsa.


"Aaaa hayırlı olsun. İlk atama için şanslısınız. Ben 5 yıl doğuda görev yaptım." derken gerçekten benim adıma sevinmiş görünüyordu.


Kulağıma çakma sarışın Defne'nin mırıltısı çalındı 'kim bilir kimin torpillisi' kan beynime sıçrasa da ses etmedim her lafın bir cevabı vardı ama yerini beklersen daha şık oluyordu.


"Sağolun hocam, neresi olsa görev yapacaktım. Kısmet burayaymış." dedim.


"Puanınız iyiydi demek ki? Okulumuz bakımsız olsada Kayseri merkeze atanmak zor iş." dediğinde Merve öyle güzel pas verdi ki doksana çakmasam bu çakma sarışına ayıp olurdu.


"Kendi grubum da ilk sırada olacak kadar iyiydi Merve hocam." dedim biraz da havam olsundu.


"Derece yapmış bir matematik öğretmenimiz oldu desenize, öğretmen kalitemiz giderek artıyor darısı diğer derslere" diyerek kahve içen ikili ye kısa bir bakış attı. O sırada yaşının 35~40 arası olduğunu tahmin ettiğim uzun boylu bir kadın telefonla konuşarak öğretmen odasına girdi. Merve'ye el sallarken bir yandan da telefonda ki eşi olduğunu tahmin ettiğim kişiye laf anlatıyordu. İstemeden herkesi inceliyordum bugün, saçlarında ki ombreler Merve ile aynı tondu ve ikisine de yakışmıştı. Bu çakma sarışın da imrenip yaptırdı kesin bu saçları zevksiz kadın. Hepimiz telefon konuşmasına şahitlik ederken o da sıkılmış olacak ki.


"Ayyyy yeter! Üçüncü çocukda pipirikli oldun. Ağlamadı bıraktım okula, öğretmenine sarıldı bana el salladı." diye çıkıştı.


Karşı taraf ne dediyse,


"Bağa bah gocacım, sinirlenince şivem kayıyo beni gızdırma gapat şu telefonu." deyip tahminimce yüzüne kapattı. Gülmek istesem de tuttum kendimi. Şiveli konuşması temizliğe gelen Sultan ablayı hatırlattı.


Kapanan telefonun ardından kollarını açarak Merve'ye adımladı,


"Kuzummm çok özledim."deyip sarıldı. O da aynı samimiyetle karşılık verdiğinde ortamın gerginliği dağılmış gibiydi.


"Ne dedi de sinirlendin Mert abiye?"


Merve'nin masasının önündeki sandalyeyi çekip oturdu. Çantasını da ortadaki sehpaya bıraktı,


"Mert abin oldu Dert abi. Ayyy 15 yıllık kocam vallahi tanıyamıyorum" derken az önce şiveli konuşan kadından eser yoktu. "Bu küçük cadıya aşırı düşkün. Bu yaştan sonra başıma kuma doğurmuşum. Hep bu pandemiden oldu bunlar." dediğinde dayanamadım sesli güldüm. Defne ve Pelin'i yok saydığı o kadar belliydi ki. Ben de arada kaynamıştım.


Merve tanıştırmak için bana yöneldi. Gülüşümle onunda bakışı bana dönmüştü zaten, kısa tanışma faslının ardından Zahide hanımın da Türkçe öğretmeni olduğunu aşırı güzel diksiyonu ile beni etkilediğini söyleyebilirim.


Gözlemime göre gruplaşma var ve benim grubum arabadan indiğim andan itibaren belli olmuştu.


Toplantı saati geldiğinde aşağı müdür beyin odasına indik. Barlas çeketini çıkarmış kollarını katladığı haki yeşil gömleği ile müdür beyin yanındaki yerini almıştı. Erkek öğretmenlerin yukarı hiç gelmemiş olması tuhaf gelse de aşağıda da onlarla da tanıştık. Müdür bey, kısa bi konuşma yapıp yazman seçimine geçti. Kimsenin gönüllü yapmadığı bir iş olduğunu biliyordum. Toplantı boyunca bütün konuşulanları tutanak haline getirmek zor işti.


Ben böyle düşüne durayım, Pelin'in gönüllü olup yerinden kalkarken, Barlas'ın yanında ki sandalyeye yerleşince köşeli olan jetonum düştü. Resmen o elbiseyle adamın dibinde bitti kız. Vallahi şu azmin yarısı bende olsa...


Saçmalama Benannnnn!


Toplantıya başlayalı bir saat kadar olmuştu ama sandığım kadar sıkıcı geçmiyordu. Özellikle Zahide hocanın dik ve şakacı tavrı, sözünü esirgememesi çok hoşuma gitti. Birde Pelin her yazdığını iki kere onaylatıp Barlas'a yapışmasa daha iyi olacaktı ya neyse. Yeni bir maddeye geçecek olan müdür beyin sözünü tıklanan kapı sesi böldü.


İçeriye elindeki kocaman Orkide aranjmanı ve çikolata kutusu ile giren kurye hepimizin dikkatini çekmiş bakışlar kapıya yönelmişti elindeki nota bakan adam,


"Benan Devagil?" dediğinde aynı bakışlar hızla bana döndü. Hepsini es geçerek müdür beye döndüm, sonuçta toplantının ortasında hiç uygun olmamıştı. Başıyla onayladığında yerimden kalkıp kuryenin yanına adımladım.


"Şuraya bi imza atar mısınız? Diyerek çikolata kutusunun üzerindeki kağıdı bana uzattı.


Gözüme çiçekte ki not zarfı ilişince hemen alıp okudum,


Güzeller güzeli nişanlım, bana olan aşkının mesleğine olan sevgini geçmesini hasretle bekleyeceğim.

Cenk Güngören


Okuduğum isimle bütün sinirlerim alev alırken sakin kalmaya çalışıyordum.


"Lütfen bunları geri götürüp, kabul etmediğimi de muhatabına iletin! Diyerek notu tekrar çiçeğe iliştirdim.


Elinde çiçekle şaşkınca bakan kuryenin böyle bir durumla çok sık karşılaşmadığını tahmin etsem de şokunu atlatıp çıkması için kapıyı açtım.


"Buyurun." dediğimde dışarı çıktı.


Defne kendini tutanamış olacak ki,


"Birilerinin çok zengin ve zevkli hayranları var demek ki. Darısı olmayanların başına" diyerek şuh bi kahkaha attı.


Bakışlarımdan gerildiğimi anlamış olacak ki müdür bey,


"15 dakika ara veriyorum arkadaşlar." dediğinde odadakilerden kimi çay almaya kimi sigara içmeye çıktı. Barlas da hiç bişey söylemeden çıktığında oturduğum yerde masaya kollarımı dayayıp başımı ellerim arasına aldım. Yeni bir başlangıç yapayım derken yine dibe çekiliyordum.


Barlas'tan,


5 yıl kadar önce,


Çarşı iznine çıkıp her zaman ki gibi soluğu şehir merkezindeki tek kitapçıda almıştım. Şafak timine katılmaya karar verdiğim için teskere bırakınca bordo bereli eğitimlerimi tamamlanam gerekiyordu. Şimdi bazı operasyonlara çıksam da özel olanlara gidemiyordum. Tim yine büyük işler peşindeydi ve ben gidememiştim. Onlar yokken hayat daha sıkıcı oluyordu. Benim daimi dostlarım kitaplardı ve beni hiç yanlız bırakmazlardı. Kitapçının raflarında dolaşan gözlerim yeni çıkanlar üzerinde gezerken, sevdiğim kitap kokusu ciğerlerimi dolduruyordu. Dükkanın sahibi abla kardeş kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Yaptıkları işi sevdiklerini düşünmüyordum, bir gün olsun ellerinde kitap görmemiştim. Sürmeli gözlerini kardeşine çeviren kadın,


"Senin ki geliyor" diye kardeşini uyardı.


Yirmili yaşların başında olduğunu tahmin ettiğim genç ayaklandı hemen.


İçeri giren genç kız, kadını muhatap alarak,


"Merhaba, istediğim test kitapları geldi mi?" diye sordu.


"Geldi gülüm geldi de, bunlar çok zor kitaplarmış neden istedin ki bunları." dedi bilmediği işe talip olan insanın hazin sonuydu söyledikleri.


Kızın cevabını merak ederek biraz yaklaştım,


"Zoru seviyorum demek ki!" dedi tersleyerek.


Yüzüme yayılan gülümsemeye mani olamadım. Onu görmek için kısa bi bakış attım at kuyruğu topladığı uzun gür saçlarını gördüm. Yüzü kadına dönük olsa da biçimli yüz hatları ve havaya diktiği burnu dikkat çekmeyecek gibi değildi. Yanında ki adamın gözlerini alamadan baktığının farkında olacak ki,


" Borcum ne kadar?" dedi bir an önce çıkmak için.


"Ayyy gülüm zoru sevecek ne var, bu güzellikle elini öpen alır seni. Kendini bu kadar yormaya değer mi?Az etrafına baksan taliplerini görürsün zaten. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmaz seni seven." dedi umutsuz bir çabayla.


Sorusunu duymazdan gelen kadına ters bi bakış atarak, çantasından cüzdanını çıkardı.


Cevap alamayan kadın biraz bozulsa da kitapların fiyatını söyledi,


"Bunlara para harcayacağına çeyiz al, sınavı kazanamayınca lazım olacak." diye de ekledi.


"Ordan bakınca ne gördün de bu yorumu yaptın sen?" diye tersleyip parayı kadına uzattı.


Kadında kızı iyice süzdükten sonra,


"İnsan ya güzel, olur ya akıllı ikisi bir arada olmaz zorlama." dediğinde bu kez gerçekten sinirlenmiş olacak ki sesini kontrol edemedi,


"Ben tıp okuyordum bıraktım canım, ama seni görünce pişman oldum biliyor musun? İnsanın seni görünce Beyin cerrahı olup o kafanı açası geliyor. Gerçi senin teorine göre içinin boş olması lazım yani boşa emek." deyip saçını savurarak çıktı dükkandan. Savurduğu saçlarının kokusu ortamı doldururken, kadın ne söylediğini bile anlamamış olacak ki sadece,


" Tıp mı okuyormuş o? "diye yanındaki kardeşine sordu.


" Sağol abla sayende kız yüzüme bile bakmaz artık." diyen genç olayların hızına ancak yetişmiş gibiydi.


" Sanki şimdiye kadar bakıyordu da." diyerek acısını kardeşinden çıkardı.


Elimdeki iki kitapla kasaya yaklaştığım da beni tamamen unuttuklarını anladım. Parayı ödeyip çıktım. Aklım zoru severim diyen kızda kalmıştı. Yüzünü bile tam görmemiştim oysa. Dışarı çıkınca etrafa bakınsam da onu göremedim. İçimdeki onu bulmak isteyen adam bana çok yabancıydı.


Ben annem ile babamın sevgisine imrenerek büyüdüm. Genç yaşta anne olmuş anneme ve babamın ona olan aşkına, şevkatine şahit oldum. Gözlerinin içi titreyerek birbirine bakan güzel bir çiftti onlar. Biraz büyüyüp aklım ermeye başlayınca babam beni karşısına aldı,


"Oğlum" dedi nadiren kullandığı otoriter ciddi ses tonu ile "Kadın bir toplumu var edendir. Doğuran, büyüten, yetiştiren, terbiye eden. Asla şehvani hislerinle hareket etmeyeceksin. Senin de bir annen, kız kardeşin var bunu asla unutma. Gönlün doğru kişiyi bulduğunda sevdiğinin elini tertemiz ellerinle tutacaksın."


Tek bi soru sordum o zaman ki çocuk aklımla,


" Doğru kişiyi bulduğumu nasıl anlayacağım?"


" Onu bulduğunda yüreğin farklı atacak, aklın ondan başkasını düşünmez olacak, tırnağına taş değse senin canın yanacak." demişti o zaman ne dediğini çok anlayamamıştım ama şuan kalbim farklı atıyordu, aklımda onda kalmıştı da bir daha nerde görecektim ki onu. Adını bile bilmediğim kızın dik duruşuna hayran olmuştum.


Nizamiyeye geldiğim de nöbetçi,


"Komutanım gazino da kan alımı yapılıyor. Herkes verecekmiş." diye bilgi verdi.


Rutin olarak yapılan işlem sağlık taraması açısından önemliydi. Gazino dedikleri de askerlerin televizyon izledikleri büyük salondu. Hakikaten en geniş en uygun yer orasıydı. Hemşire hanım doğum iznine ayrılmıştı. Muhtemelen Umut bütün askerlerle baş etmeye çalışıyordu. Adımlarım gazinoya doğru yöneldiğinde önümde olan iki asker konuşuyordu,


"Oğlum o nasıl güzelliktir, kanımı değil canımı alsa sesim çıkmaz." dedi utanmadan.


"Elide çok hafif ama yüzüme bile bakmadı." dedi öbürü.


"O Umut teğmen benim kolumu çürüttü resmen." dedi bir diğeri.


"Sende ağzı açık kızı izlerken yakalandın adama." deyip ensesine vuran adama,


"Ne yapalım oğlum senin kadar şanslı olamadık. " diyerek çıkıştı.


"O kokusunu alsan müptelası olursun, öyle güzel kokuyor." diyenle sohbetleri midemi bulandırmştı.


Ettikleri sohbet asker arasında normal olsa da benim hoşuma gitmemişti. Bu kadar abaza adamın arasına nasıl birini yolladılar da çocuklar aklını kaybetti ki.


Gazinoya girmemle ağzı bir karış açık erlerin hali ile başımı iki yana salladım, gözlerim kan alan genç kızı bulduğunda ben de şaşkındım. Kitapçıda ki kızdı, topladığı saçları omzuna dökülmüştü, yüzü ay gibi parlıyordu. Üzerinde önlük elinde enjertör asık tutmaya çalıştığı yüzü ile kan alıyordu. Hızlı adımlarla Umut'un yanına ilerledim. Beni görünce,


"Şunların ağzını kapattır. Yoksa katil olmam an meselesi." dedi.


"Emredersiniz komutanım" dedim sonuçta emir emirdir.

"Asker!" dediğim de oldukça yüksek çıkan sesimle bakışlar bana döndü.


"Yerdeki fayanstan başka yere bakanın askerliğini yakarım." diyerek gözlerini korkuttum,


"Emredersiniz komutanım!" diye karşılık geldi anında.


Askerliğin güzel yanı emir demiri kesiyordu. Başı yerden kalkmayan adamlar komik görünse de yapacak başka bir şey yoktu. Sıra azalmaya başladığında gözüm ona takıldı. Asla askerlerin yüzüne bakmıyor. İletişim kurmuyordu. Durumdan rahatsız olduğu çok belliydi de bu kızın burda ne işi vardı.


"Benan" diyen Umut'un sesiyle bakışlarım onu buldu. Benim yüzüme bakmadan başını Umut'a çevirdi.


"Sen git artık güzelim, ben gerisini hallederim. Çok yoruldun." dediğinde takıldığım tek yer Güzelim sözü olmuştu.


Yaptığı işi bırakıp Umut'a yaklaştı.


"Senin işin bitsin beraber gidelim." dedi nazlı nazlı. Kitapçıda ki halinden eser yoktu.


"Tamam canım, sen odam da bekle pizza ısmarlıyacağım sana." deyip göz kırptı. O an boğazıma bir yumru oturdu yutkunamadım. Kitapçıdan beri aklımı işgal eden kız Umut'un sevgilisiydi.


Bu gün ilk defa kalbimin ritmi değişmiş, aklım onun peşine takılmıştı. İçime çöken ağırlıkla kalakaldım. Aklına düşürdüğün gibi çıkar o kızı ordan Barlas.


Akşama kadar sinirle yaptığım hiç bir işe odaklanamadım. Akşam üzeri timin döndüğü haberi ile hastaneye geçtim, kısa süre sonra Umut'ta geldi. Sedat grubun sağlıkçısı olan arkadaştı. Omuzundan yaralandığı için timin hepsi buradaydı. Ciddi birşey değildi ama küçük bir operasyon ile kurşunu çıkarıp müdahale ettiler. Tim de tek evli olan Sedat'tı. Eşinin vurulduğunu duyunca panikle hastaneye gelen Ceyda'yı iyi olduğuna zor ikna etmiştik. Gözüyle görmeden bize inanamamıştı.


Timin geri kalanı yorgun oldukları için evlerine döndüğünde Ceyda, Umut bekleme salonundaydı. Sedat ilaçların etkisiyle uykuya dalsa da bırakıp gidememiştik. Elimde çaylarla bekleme salonuna girdiğimde onların sohbetine kulak misafiri oldum.


"Sonuçta alışık olduğu hayat bu değil Umut daha anlayışlı olmalısın." dedi Ceyda kimden bahsettiği konusunda bi fikrim yoktu.


"Ceyda biliyorum ama bazen sabrımı çok zorluyor. Kendini hâlâ İzmir'e sanıyor. Pizza yemeye gittik bugün başladı hemen, ince hamur olsun, biber olmasın, sakın mısır koymayın. Adamlar bakıyor bu ne diyor der gibi. Sonuçta hazır pizzayı fırına koyup veriyorlar. Orda hazırlanmıyor. Gel de bizimkine anlat." diye derdini anlattığında taşlar yerine oturdu.


Benan'dan bahsediyordu. Onunla pizza yiyeceklerdi. Umut'un konuşma şekli hiç hoşuma gitmezken onlar sohbetlerine devam ettiler.


"İnat uğruna bıraktı tıbbı, bugün ben bir kişiden kan alana kadar resmen üç kişiyi aradan çıkardı. Eli çok yatkın keşke devam etseydi." dedi çayından içerken.


"Benan'ı askeriyeye mi götürdün? O kadar erkeğin arasına?" dediğinde Ceyda duygularıma tercüman olmuştu.


"Hatice izne ayrıldı biliyorsun, o kadar adamın kanını alsam bu saatte daha işim bitmemiş olurdu. Evde yanlız kalmak da istemiyor çok ısrar edince kabul ettim mecbur." dediğinde Umut'un çenesine bir yumruk atmamak için kendimi zor tuttum. Aynı evde yaşayacak kadar ilerlemiş bir ilişki de konuşma şekli çok çirkindi.


"Ee nerde şimdi evde yanlız mı bıraktın? " diye sordu Ceyda.


" Yok sinemada romantik komedi izliyor hanımefendi. Deli etti beni Allah'tan Hastaneden aradılar da kaçtım ordan. Yoksa şimdi elimde mısır romantik komedi izliyordum." diyen Umut'u dinlerken canımın yandığını hissettim. Ya ben Umut'u hiç tanıyamamıştım, ya da her ilişki bir gün bu hale geliyordu.


"Aman izlesen ne olur acaba? Hepiniz aynısınız pis odunlar" diyen Ceyda ile fikrimin doğruluğuna inancım arttı. Demek ki onların ilişkisi de aynı moddaydı.


Umut'un acil gelen bir hastayı ameliyata alması gerekince arabasının anahtarını bana uzatıp sinema çıkışından onu almamı istedi. Ben kaçtıkça olayların içine düşüyordum. Sinema çıkışında bekledim, Benan'a mesaj attığı için burda olacağımı biliyordu.


Karşıdan geldiğini gördüm, arabayı fark edince adımlarını hızlandırdı. Elindeki telefonla uğraşarak kapıyı açıp arabaya bindi.


"İyi ki gelmedin film çok güzeldi. Sen olsan kaç sahne de gözümü kapattırdın çok romantik sahneler vardı. Tam sevgiliyle izlemelik yani..." dediğinde ne diyeceğimi bilemedim bakışları hâlâ telefonundaydı. Beni Umut sanmış olabilir miydi? İyi de o zaman niye sevgilisine böyle birşey desin ki.


Kafamda soru işaretleri ile evlerinin önüne gelip arabayı durdurduğumda,


" Şey ben Umut'un mesajını görmemişim de kusura bakmayın, şaka olsun diye konuşmuştum. " diyerek açıklama yaptı.


"Önemli değil Teğmenimin acil ameliyata girmesi gerektiği için sizi almaya beni yolladı. Ben asteğmen Barlas" diyerek kendimi tanıttım. Sanırım utandığı için yüzüme bakmıyordu. İnmek için kapıyı açtığında arabanın ışıkları devreye girdi. Koyu kumral saçlarını açmış dalga dalga omuzuna dökülüyordu. Başını çevirip,


"İyi akşamlar, teşekkür ederim." dedi. Kısacık bir an yemyeşil gözlerini gördüm. Aklım karma karışık olmuşken, gözlerinin yeşili içime işledi.


Loading...
0%