@zamansizim84
|
Barlas'tan, 4 yıl önce, Askerliğin güzel tarafı herşeyin kurallı ve düzen dahilinde olmasıydı illa ki. Fakat bu sabah erken kalkmak bana işkence olmuştu. Bütün gece Benan'ı ve Umut'un söylediklerini düşünsem de bir sonuca varamadığım gibi, uykusuz kalmış sabah iştiması bile kendime getirmeye yetmemişti. Timin dinlenme salonuna geçtiğimde Çetin'in sesi geliyordu, "Oğlum bak bu defa doğru söylüyorum, fena tutuldum. Bir dakika aklımdan çıkmıyor. Gecem gündüzüm kalmadı." Çetin ve bitmek bilmeyen aşk maceraları. Bu adam küçücük şehirde bu kadar çok aşık olmayı nasıl başarıyordu bilmiyorum. Gerçi en uzun ilişkisi on günde bitiyordu ama hâlâ çapkın olduğunu kabul etmiyordu. " Yine kime aşık oldun Çetin? Şehir de kız kalmadı aşık olmadığın." diye sordum sohbete dahil olarak. Beni görünce şaşırmış olacak ki lafı değiştirmeye çalıştı, "Yok Barlas hocam şakalaşıyorduk." Onun hali Arif'i güldürürken, "Ne oldu sesin içine kaçtı Barlas'ı görünce, Umut'un kulağına gider diye korkuyorsun değil mi?" dedi dalgasını geçerek. Kaşlarım havalandığında konuyu anlayamamış olmama karşın Çetin'i alışık olmadığım panik hali beni güldürmüştü. Arif bana döndü yüzünü, " Bu kez sert kayaya çarptı Çetin, Umut teğmenin kız kardeşine aşık olmuş paşam." dedi başıyla Çetin'i işaret etti. "Oğlum nerde görmüşte aşık olmuş, Umut'un ailesi İzmir de değil mi?" dediğimde, "O iş öyle değil kardeşim, kızı tıp okusun diye zorlamışlar, o da iki yıl dayanmış bakmış olacak gibi değil kaçtı geldi Umut'un yanına. Bu safım da aşık oldum diye tutturdu. Oğlum o kız sana bakar mı?" diye çıkıştı bu kez. Duyduğum sözleri beynim de tekrar etsem de parçaları yerine oturmakta zorlanıyordum. Umut'un dün ki konuşmaları geldi aklıma, 'İnat için bıraktı okulu çok yetenekli' demişti. Benan, Umut'un kız kardeşiydi. Ailesinden kaçıp abisinin yolundan giden kardeşi. İçimde geceden beri kol gezen sıkıntılar yerini ferahlığa bırakacakken Çetin'i sesini duydum, "Niye bakmıyormuş kız bana? Boy desen var, yakışıklılık desen var, kadın ruhundan da anlarım daha ne olsun." derken işn garibi fazlaca da ciddiydi. "Aklın yok kardeşim aklın. Duymayacak mı senin namını? Hangi akıllı kız senin sözüne inanır? Bırakıp geldiği okulum puanını biliyor musun sen? Kitap gibi okur seni iki dakikada." diye çıkılan Arif her zaman açık sözlüydü, lafı evirip çevirmez ne diyecekse açıkça söylerdi. Çetin de bunu bildiğinden ona ses edemiyordu. "Eski defterleri kapattım abi ben, bi şans versin yeter ki bak nasıl adam oluyorum." diyerek kuyruğu dik tutmaya çalışacak kadar da yüzsüzdü yine de. Sinirlerim tekrar gerildiğinde burdan uzaklaşmak en iyisiydi. Umut zaten ağzının payını verirdi. Arif de onun sözlerine karşı külahıma anlat diyerek inanmadığını belli etmişti. Tam kapıdan çıkacakken tim komutanımız üsteğmen Yiğit Alp içeri girdi. Hepimiz hazırola geçerken, "Rahat!" deyip devam etti, "Sedat yaralı olduğu için Albay hepimize bu günlük izin verdi. Ceyda da yemek hazırlamış bizi bekliyorlar. Hem geçmiş olsun deriz, hem de hepimiz yorulduk, gerildik biraz kafamız dağılır." dedi. Hepimiz onaylayınca yola çıktık, Sedatla Ceyda'nın kaldığı apartman da kalanların tamamı askerdi. Umut'un ve timin bekarlarının evleri de aynı yerdeydi. Zili çaldığımızda kapıyı Benan açtı, üzerinde eşofman ve salaş bir tişört vardı. Saçları tepesinde öylesine toplanmış, bir kaç inaçtı tutam yüzüne dökülüyordu. Gülümsedi, "Hoş geldiniz" deyip içeri davet ederken ellerini kurulayarak gelen Ceyda'ya döndü, "Ben üzerimi değiştirip geleyim canım" diyerek ayağının ucuna giydiği ayakkabıları sürükleyerek karşı daireye geçti. Sona kalmış olmanın rahatlığıyla onu izlerken, başımı çevirdiğim gibi Çetin ile göz göze geldik, Kaşının birini kaldırmış ne oluyor bakışı atarken, ona tepki vermeden içeri geçtim. Hazırlanmış büyük masayı görünce annemin kurduğu sofralar aklıma geldi. Evden uzak olmak kötüydü hele de benim gibi yemek konusunda beceriksizsen. Askeriye de yemek çıkmasa aç kalırdım. Sedat bizi görünce askıda ki koluna bakmadan ayaklanmaya çalıştı. Yiğit Alp ve Umut ondan rütbeliydi. "Otur oğlum askeriye mi burası?" diyen adamlar koltuklara yerleştirken, Ceyda tüm güler yüzü ile karşıladı bizi, "Herşey hazır Benan gelsin sofraya geçeriz." deyince, "Nereye gitti benim cadı?" diye sordu Umut. "Üstünü değişip gelicek." dedi Ceyda. "Eee yardımı dokundu mu bari, yumurta bile kıramaz o?" diyen Umut'a kaşlarını çattı Ceyda, "Arkadaşımla uğraşma Umut, öğreten olsa öğrenirmiş çok yetenekli bir kız. Bu şekilde davranma diye hastanede de uyarmıştım seni." diye çıkıştı görünen o ki Benan ile samimiyeti ilerletmişlerdi. "Tamam yenge kızma, bizim iletişim şeklimiz öyle didişmeden duramayız. Bak kaç yaş büyüğüyüm abi bile demez hanım efendi." dedi Umut şaka yaptığını iddia ederek. Çalan kapı ile Ceyda ayağa kalktı, "Ben bilmem bi tane arkadaşım var şurda üzdürmem kimseye..." diye söylenerek kapıyı açmaya gitti. Çetin yerinde kıpırdanıp duruşunu düzeltirken gözü kapıdaydı. Üzerinde dizlerine gelen petrol mavisi triko bir elbise, at kuyruğu toplanmış saçları ile Benan karşımdaydı. Kalbimin ritmini bozan gülümsemesi miydi? Yoksa sadece varlığı da buna yeter miydi? Bu kızda bambaşka bir şey vardı, şimdiye kadar kimse de bulamadığım bir şey. Masaya yerleştiğimiz de servisler yapıldı. Çorba tenceresini mutfağa götüren Benan, masada kalan tek boş sandalyeye benim tam karşıma oturduğunda yanında Çetin'in oturuyor olması tesadüf değildi. Yanında ki adamın, kız tavlamanın kitabını yazdığını biliyor muydu acaba? Keyifli bir sohbetle yemekler yendi. Hepimizin böyle ortamları özlediği tartışılmaz bir gerçekti. Masada geçen süre boyunca Çetin hiç bir fırsatı kaçırmadan Benanla ilgilenirken, sabrımın hiç bu kadar zorlandığını hatırlamıyordum. Sofranın toplanmaya başlanacağı sırada, "Yemeklere elinin değmesi ayrı bir lezzet vermiş, uzun zamandır bu kadar güzel yemekler yememiştim." diyerek Benan'a döndü. Kaşları havalanan Benan tüm bedenini Çetin'e döndüğünde herkesin gözü onların üzerindeydi. "Birincisi, yemekleri Ceyda yaptı, ben sadece yardım ettim ve bu söylediğin ev sahibine saygısızlık." diye çıkıştı. Çetin araya girmeye çalışsa da müsade etmedi, "İkincisi bu halin ne? Geldin geleli bi ilgilenmeler, iltifatlar sen bana mı yürüyorsun?" dediğinde ise asi yeşil gözlerini Çetin'e dikmiş cevap bekliyordu. Arif'in "Oooo" demesiyle sert bakışları bu kez onun üzerindeydi. Umut gülmemek için dudaklarını bastırıp yüzünü tek eliyle kapattı. Benim de kahkaha atasım vardı da yeri değildi. Hayatım da bu kadar keyiflendiğimi hatırlamıyorum. Bu kız sandığımdan da çetin cevizdi. Dik tavrı, karşısındakine göre ayarladığı tutumu. Aklımı başımdan alsın geri vermesin istiyordum. Bizim oğlan girdiği şoktan çıkmış olacak ki cesur bir atağa kalkıştı, "Evet sana yürüyorum, olamaz mı?" dedi karşısında ki kadının açık oynuyor oluşuna uyum sağlayarak. Benan'ın kaşları havalandı, kısa bir şaşkınlık yaşasa da hızlı toparladı, "Olabilirdi tabii neden olmasın" diyen Benan bu kez beni dumur ederken devam etti. "Sen gelmeden namın gelmeseydi olurdu belki. Ben senin üç gün takılıp sıkıldığın kızlara benzemem ayağını denk al." deyip tabağını alarak masadan kalktı. Çetin olduğu yerde sinirden şişen damarları ile bi süre kalakaldı. "Bana müsade, Ceyda eline sağlık." diyerek masadan kalkıp evden kaçarcasına dışarı çıktı. Herkesin birbirine bakıp ne yapacağına karar veremediği masayı yine Benan'ın sesi kendine getirdi. "Evetttt. Yemeğini bitiren tabağını mutfağa getirebilir. Ceyda çok yoruldu bugün." diye sanki hiç birşey olmamış gibi devam ettiğinde Arif yerinden kalkıp alkışlayarak, "Seni ayakta alkışlıyorum Benan, bizimkinin boyunun ölçüsünü alacak biri çıktı nihayet." Yiğit Alp, "Ben bu atağı Umut'tan bekliyordum aslında" deyince, Umut, "Ben her zaman yanın da olamam ki Yiğit, hem o kendi işini kendi yapmayı sever. Ben ne desem, adamı masadan kaçırtamazdım." dedi sırıtarak. Sedat, "Onun böyle bi silkelenmeye ihtiyacı vardı, her çiçekten bal almaya alıştı faydasız." diye onları destekledi. Tek fikir beyan etmeyen ben kalsam da bu konu da konuşmak, isteyeceğim son şeydi. Şuan tek yapmak istediğim Benan'ı alnından öpmekti ki o da imkansız olduğuna göre tabağımı alarak mutfağa bırakıp döndüm. Yiğit komutana gelen telefon ile bakışları hepimizin üzerinde dolaştı. "Emredersiniz komutanım, yarım saat sonra hazır oluruz." Hepimiz ne olduğunu anlamıştık, görev her zaman kutsaldı, vakti saati olmazdı. Sedat yerinde doğrulurken, "Bende geleyim komutanım." dedi tüm samimiyetiyle söylediğini hepimiz biliyorduk. Yiğit Alp onun omzuna vurdu, "Sen iyileşmene bak, daha çok operasyona gideceğiz seninle. Arif, Çetin'i ara birliğe geçsin hemen" "Emredersiniz komutanım." "Benan sözlerinin acısını teröristlerden çıkarır artık." deyip bana döndü. "Barlas, Sedat'ın yerine sen geliyorsun. Uzun bir görev olabilir hazırlığınızı ona göre yapın." "Emredersiniz komutanım." dedim bende, belki de ilk uzun görevim olacaktı. Annemleri arayıp durumu bildirdim. Kaçamak bakışlarım Benan'ı bulsa da göz göze gelemedim. Belki de bu görevden dönmek bile nasip olmayacaktı, bir kere kokusunu duymadan, gözüm gözüne değmeden, benim içim de ne yaşadığımdan haberi bile olmadan, başlamadan bitecek bir hikayeydi benim ki. Umut ikili koltuğa oturmuş kolununu Benan'a dolamış az önce olanların kritiğini yapıyor bir yandan da Benan'ı kızdırıyordu. O ara elleri saçını bağladığı tokaya gitti. Tokayı saçlarından kurtarıp yandaki sehpaya bıraktı. Saçlarının içine parmaklarını geçirip dağıtırken kavga eden iki küçük çocuk gibiydiler. "Benan canım, börekleri saklama kabına koyalım da yolda yerler." Ceyda'nın seslenmesi ile o da abisinin saçlarını dağıtıp mutfağa gitti. Savurduğu saçlarının kokusu sanki içimi bilir gibi burnuma dolduğunda gözüm kenara bıraktığı tokata takıldı. Bulduğum fırsatla alıp cebime koydum. Kendimi hırsız gibi hissetsem de ondan olan bir şeye deli gibi ihtiyaç duyuyordum. Daha düne kadar aşığım diyenlere gülüp geçerdim, aşk değil de emek verilen bir sevginin varlığına inandım hep. Halbuki aşk diye birşey varmış, hemde tek bakışı insanın nefesini kesecek karar kuvvetli bir duyguymuş. Günümüz, Terasta oturmuş elimde ki tokaya bakıyordum. Dört yıl her günüm bir ümide tutunarak geçmişti. En olmayacak dediğim günün sabahında Benan karşımda belirmiş, rüyalarımın gerçek olacağına inanmamı sağlamıştı. Vazgeçme Barlas dedim, görecek seni. Anlayacak, verdiğin kıymeti, duyduğun hasreti hissedecek. İlk kez dün akşam beraber film izlerken olacağına gerçekten inandım. Kendimi kandırmıyordum, hayal yada rüya değildi. Yanım da oturmuş elinde mısır kasesi, yüzünde tatlı bir tebessümle ekrana bakarken, ona bakmaktan alamadığım gözlerimiz kesişti. Çekmedim bakışlarımı, ne gördü gözlerim de bilmiyorum ama gözü omzuma kaydı bir ara. Söylesem derdimi, dermanım olur muydu? Göğsüme yatsa saçlarını sevsem kokusunu içime çeksem. Cesaretim var mıydı? Şu yalan dünyada Allah'tan başka hiç birşeyden korkmayan ben, deli gibi korkuyordum onunla olma ihtimalimi de kaybetmekten. Ben o ihtimal ile yaşamaya öyle alışmıştım ki, nişanlandığını duyduğum gün tüm gayemi kaybetmiştim. Benan hiç bana ümit olmamıştı. Sadece ben o uzağımdayken kendimi avutmayı iyi biliyordum fakat yanımdayken uzak olmak düşündüğümden çok daha zordu. 'Seni arkadaşımdan farklı görmüyorum' derse hayatta başka neye tutunurum bilmiyordum. Bundandı sessizliğim. Sabah onun da benim gibi siyah beyaz giyindiğini görünce gönlümüz bir dedim. Olacak bizden, hem de çok güzel olacak. Araba da bana aldığı kahve termosunu uzattığında onun beni düşünerek yaptığı ilk şeye aşkla baktım. Ona komik geldi belki de bu kadar mutlu oluşum. Yıllarını küçük bir toka ile geçirmiş olan Barlas için ne kadar büyük bir adım olduğunu o bilmiyordu tabii. Bütün dallarım yeşerdi sanki, bahar da çiçek açan elma ağaçları gibi çiçek açtı umutlarım. Fakat dallarıma soğuk aldıran yine Benan oldu. Benim onun için arkadaştan öte olmadığımı şakayla da olsa vurdu yüzüme. Bunu ilk kez yapmıyordu aslında, o hep bana arkadaşı gibi davranıyordu, onun için iyi bir dosttan öte değildim. O aynıydı da, ben değildim, ilk kez bu kadar yakınken, ümit etmekten fazlasına ulaştığımı sanırken fena dağıldım. Belki nişanı duyduğum da bile bu kadar dağılmamıştım. En azından o zaman uzaktaydı, onu o adamla görmek zorunda değildim. Peki ya şimdi yarın öbür gün gözlerimin önünde yeni bir ilişkiye yelken açtığı zaman... Yanım da beliren gölge ile başımı kaldırdım. Annem gelip yanımda ki sandalyeye oturduğun da elimdeki tokayı avuç içime sakladım. Her zaman ki şevkati dolu sesiyle, "Barlas ne oldu annem? Sabah neşeyle çıktın bu kapıdan. Kim kırdı kolunu kanadını?" diye sordu. Gerçekten kolu kanadı kırık hissediyordum, annem nasıl benim halimi benden iyi tanıyıp, çözüyordu? Onunla dertleşmeye çok ihtiyacım vardı, içime sığmayan yükleri artık paylaşmak istiyordum, "Yoruldum, annem çok yoruldum." dedim sadece. "Yorgunluk geçer." dedi yumuşacık bir sesle. "Geçmesin anne, tekrar tekrar ümitlenip yorulmak istemiyorum." diyebildim. Gözleri dolu dolu baktı bana, "Her kalktığımda daha sert düşüyorum. Yaralarımı saran yok, derdimi soran yok. Yoruldum ama vazgeçmeye yüreğim yetmiyor." diyerek açtım içimi ilk defa, "Varlığın fark edilmiyorsa ne yapmak lazım?" dedi annem. Anlamaz gözlerle baktım ona, elimi eline alıp avucumda ki tokayı açığa çıkardı. "O bu tokanın yokluğunu unutmuştur değil mi? Şimdi karşısına senin ellerin de çıksa sadece bir toka mı olur onun için. Yokluğunu fark etmediği tokanın varlığı bambaşka bir anlam taşımaz mı?" diye sordu. Ne demek istediğini anlamadım. Karşısına çıkıp bak tokasını sakladığım kız sendin mi demeliydim. Benim ne hissettiğim onun umrunda değildi ki. Belki takıntılı bir aşk olarak görecek bunca yıllık sevdamı. "Bunu da ona verirsem elimde hiç birşey kalmaz. Bu toka benim sevdamın tek yoldaşı." dedim avucumu sıkıca kapatarak.
Annem başını iki yana salladı. "O, senin varlığını ve seni biliyor artık, sadece onda ki yerini fark etmesi lazım. Bunun için yokluğuna ihtiyacı var annem. Onun içini keşfetmesine fırsat ver. Yanın da ama uzak ol. O sana gelsin." dedi kolumu okşayarak. "Gelir mi ki?" dedim çocuksu bir merakla. "Gelmezse de boşa beklemekten daha az acıtır canını." dedi gülümseyerek. "Anne yanlış bir yolda mıyım?" dedim açık açık. "Yanlış yoldasın desem vazgeçecek misin?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.
Vazgeçer miyim? Düşünmeye bile gerek duymadan başımı iki yana salladım. "O zaman en doğru yoldasın?" dedi elini elimin üstünden çekip kalbimin üstüne koydu, "Senin kalbinin misafirini ben başım üstünde ağırlarım oğlum." dediğimde iyi ki Nermin Sultan benim annem dedim. Ben ve kardeşlerim çok şanslıydık. Gerçi dört evladına ek iki ciğer paresi daha vardı, şimdilerde uzak düşsekte... İçerden gelen seslerle başımı çevirdim. Dağhan, Sevinç ve Bedirhan'ı görmeyi beklemiyordum. "Hoş geldiniz" diyerek ayaklandı annem. Zaten kendi çağırmadıysa ben de Barlas değilim. Dağhan ile kardeşi benim yanıma terasa çıkarken Sevinç hal hatır sorup annemle aşağı indi. "Barlas hayırdır keyfin yok gibi." diye ağız aramaya başladı eski dostum. "Dağhan oynama bana Nermin Sultan çağırdı değil mi?" dedim oyununu bozarak. Bedirhan, "Vallahi bildi yaaaa." diye itiraf ettiğinde Dağhan onun haline gözlerini devirdi. "Bakma sen buna, aklı cafede ki kızda kaldı da ondan boş boş konuşuyor." diyerek Bedirhan'ın ensesine vurdu. "İyiyim Dağhan, programınızı bozmasaydınız keşke." dedim hiç boş muhabbet yapacak havamda değildim. "İyi değilsin ama anlatmayacağını bilecek kadar tanıyorum seni. Beraber takılırız yemekten sonra çıkalım kafam dağılır biraz." dedi yanındaki sandalyeye bedenini bırakırken. "Kızları da çağıralım mı?" diyen genç adamın aklı gerçekten cafede kalmıştı belli ki. "Hangi kızlardan bahsediyorsun Bedirhan?" diye sordum ısrarı ilgimi çekti. "Sizin okula yeni gelen öğretmen hanıma taktı kafayı." dediğinde yanlış duymak istedim. Kafe deki kız Benan mıydı? "Barlas abi, görür görmez çarpıldım." diyerek konuşan adamın sesi uğultu gibiydi. Barlas sessizce rabbine yöneldi... Allah'ım sen beni neyle sınıyorsun yarabbi?... Kitabı beğendiniz mi arkadaşlar? Barlas? Benan?
|
0% |