Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@zamansizim84

Hiç aklımda yokken siz istediniz ben yazdım, kendi yazdığım karakterlere hayran olan bir tek ben değilim inşallah. Yine şahane bir erkek karakterimiz ve saf salak olmayan ama masum bir kızımız var... Buyrun bakalım...


Elimdeki baklava hamurunu bezelere ayırırken, hiç bir iş yapmayıp başımda mütettiş gibi dikilen amca kızım Fatma elindeki kahvenin son yudumunu içip fincanın ağzını tabağı ile kapattı.


"Neyse halim çıksın falım..." deyip bir tur döndürdüğü fincanı ters çevirip mutfaktaki masaya bıraktı.


Annesi Halide yengem keyifle sandalyesine yaslandı,


"Senin falında ne çıkacak Fatma'm Bekir Ağa çıkmıştır." deyip kolunda ki bilezikleri geriye çekti şıngırdatarak "Sen oldum olası kısmetliydin zati. Sonunda ağa konağına gelin olacaksın, daha sırtın yere gelmez." dedi.


Fatma duydukları ile iyice çoşarken,


"Ay anne Zelal'in aklına uyduk çıktık bir yola ama Bekir Ağa'ya sözü geçer mi?" dedi şüpheye düşerek.


"Ona sözü geçmez de, babasına nazı geçer Zelal'in. Bekir de babasını çiğneyemedi demek ki yarın hayırlı bir iş için ziyaret edeceğiz diye haber yollamışlar. Sen oğlanı avucuna almaya bak, Cihan deli görünür ama saftır. Bekir daha tehlikeli, sessiz insandan korkarım." diye kızına akıl verdi kendince.


"Sen merak etme anacım, işveydi cilveydi benden sorulur." deyip kıkırdadı.


Yengem yerinde doğrulup aldığım bezeleri saydı.


"Bana bak Hesna o baklava güzel olmazsa yandın, kömürlükte yatarsın farelerle." dedi çocukluktan beri ettiği tehtid hâlâ beni ürpertirken,


"Öğrettiğin gibi yapıyorum yenge merak etme." diyebildim.


Yengem becerikli kadındı, çoğu işi ondan öğrenmiştim. Gerçi ben öğrendikçe o elini eteğini çeker olmuştu işler bana kalmıştı ama şikayetçi de değildim. Okutacaklarından ümidi kesince işler bana meşgale olmuştu.


"Anne..." dedi Fatma e'sini uzatarak, "Dün Boran Ağa karısı ile Reyhani oynarken Zelal'i gördün mü? Hırsından tırnakları avucunu deldi." deyip müstakbel görüncesinin dedikodusunu açtı ortaya.


"Zelal'den korkuyorum ben Fatma, sen de yakın dur amma sırrını verme. O evde sevilmen Zelal'den geçer unutma. O sevmediğini sığmaz eder, Bekir bile duramaz önünde." deyip açmaya başladığım hamura baktı, "Nişastaya boğma sert olur sonra." diye bana uyarısını yapıp sözüne kaldığı yerden devam etti. "Zelal derdine yansın Boran'ın karısı nereye Zelal nereye... Bak görürsün hırsından kendini yer de elinden birşey gelmez."


Ana kız sohbetleri koyuydu, ben evden çıkmayınca anca onlardan dinlediğim kadar biliyordum olanı biteni. Fatma üniversitesiyi bitirmişti ama çalışmak için değil okudum demek için. Onun tabiriyle etiket önemliydi.


Sonunda aradığını da buldu, Bekir ağayı uzun zamandır dilinden düşürmüyordu. Zelal ile sırf bunun için ahbap oldu. İstediğini de aldı yarın istemesi olacak.


Bitirdiğim baklavanın yağını verip fırına attım. Belimi esnetip köşedeki sandalyeye oturdum. Tek kalmıştım mutfakta, onlar ana kız yarın ne giyeceklerinin peşine düştüler.


Benim de anacığım ölmeseydi diye geçti içimden, isyan değil de hayaller peşimi bırakmıyordu. On yaşıma kadar el bebek gül bebek büyüyüp sonra hizmetçi muamelesi görmek nefsime ağır geliyordu. Babam hep kızımı okuyacağım derdi, öğretmen olacak benim Gül goncam diye saçlarımı severdi. Onlardan başka da sevenim olmadı zaten ne beni, ne de saçlarımı...


Fırında ki tepsiyi çevirdim her yanı eşit pişsin diye. Fatma yapmış olacak Bekir Ağa için, güzel olması şart. Güldüm aklıma gelenlere, eline oklava versen baston sanar bizim kız ama reklamı kuvvetli.


Aklım eski de gezerken şuruplayıp kilere kaldırdım tatlıyı.


Odama geçip yatağıma kıvrıldım, yorgun bedenim uykuya teslim olmak üzereyken kapım teklifsiz açıldı. Fatma elinde kendi eskilerinden bir elbiseyi yatağı bırakıp çıkarken,


"Yarın giyersin, kendine çeki düzen verde bizi rezil etme." deyip kapıyı kapatacak sıra muzur bir surat ifadesi ile geri döndü "Belki Cihan Ağa da senin nasibindir ha amca kızı."


Kulaklarıma kadar kızardım,


"İstemem Fatma Allah sizi mesut etsin, ben böyle iyiyim." dedim başımdan savmak için.


Kocaman blr kahkahası avluyu doldurdu,


"Ayyy istesen olacak iş sanki koskoca Karacahanlar sana mı kaldı kızım? " deyip dalgasını geçerek uzaklaştı.


Kalkıp onun kapatma gereği duymadığı kapımı kapattım. Ağlamamak için direndim ama çok zordu. Bu muameleye alışmam çok zordu. Alıştığım şeyler bile canımı o kadar yakıyordu ki sınırı her aştıklatında biraz daha eksiliyordum. Hesna'yı ufak ufak yok ediyorlardı.


Sabah yorgun şiş gözlerle uyandım, hızlıca elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Kahvaltıyı hazırlamak benim görevimdi diğer bir çok iş gibi.


İsteme olacağı için Fatma'nın büyüğü Esma ablam da gelmişti, küçük kızını kucağına almış karnını doyururken halimi hatrımı sormayı ihmal etmedi. Zaten o nasıl bu aileden çıktı anlamış değilim.


"Eee güzelim Fatma'yı da evlendiriyor olduğumuza göre sıra kime geliyor acaba?" diye sorduğunda kucağında ki Yaren hanım,


"Bana anne ben evlenicem!" deyince ikimizde güldük.


" Sen küçüksün prenses, önce Hesna teyzen evlenecek."dedi kızının hokka burnuna fiske vururken.


"Tamam o zaman amcamla evlensin, başkasıyla evlenmesin. Hem amcamla evlenirse ne güzel bizimle yaşar." dedi bilmiş bilmiş.


"Aslında hiç fena fikir değil..." diyen Esma abla yine aynı konuyu açmadan,


"Ben salonu süpüreyim abla anca biter işler." deyip kaçtım. Nereye kadar kaçardım orası bilinmez.


Ev işleri ile uğraşa uğraşa akşamı ettik. Fatma ortada prenses gibi dolaşırken odama geçip dün bana verdiği elbiseyi giydim. Beyaz yarım kol uzun elbise üstüme oturdu. Belindeki lekeye gözüm takılınca altın rengi kalın bir kemer uydurup taktım. Yeter de artardı bile, zaten mutfaktan çıkacak değildim olaki birinin gözüne ilişirsem besleme gibi görünmemem gerekiyordu. Bunu çok uzun zaman önce öğrenmiştim.


Ben mutfağa geri dönmüştüm ki misafirler geldi. Kapıdan önce Hüseyin Karacahan girdi, heybetli bir adamdı doğrusu. Peşi sıra hanımı, kızı ve oğulları avluya girerken ben Fatma'nın heyecanını izleyip gülüyordum.


Kapıdan en son elinde çiçekle giren adam en az babası kadar heybetliydi fakat onun gibi kibirli yürümüyordu. Avluya göz gezdirdi önce, peşi sıra kendini heyecan içinde bekleyen kıza çiçeği uzattı. Fatma işve cilve moduna geçecekti ki seri adımlarla içeri yürüyen adamla olduğu yerde kalakaldı.


Onun bu haline kıkırdarken buldum kendimi, ne demişti yengem Bekir ağayı avucuna al. Görünen o ki işi oldukça zordu. Üzerinde hafif dekolteli elbisesi, yapılı saçı, özenli makyajı ile adamın dikkatini iki saniye üzerinde tutamamıştı.


Salonda koyu bir sohbet almış giderken, ikram tabaklarını hazırlandım. Sarmalar, dolmalar çeşit çeşit kurabiyeler ve tabii ki baklava. Tabakları Fatma ve Esma abla dağıtırken ben Yaren ile ilgilendim, içeri girmek istemiyorumdum. Kimse de yokluğundan rahatsız değildi zaten.


İkramlar beğenilmiş olacak ki çaylar peşi sıra tazelendi. Bu döngü birkaç kez tekrar etti. Çay faslı bitince kahveye geçilecek olduğu için fincanları ve kahveyi hazırladım. Benim adım Hesna ise bu kahve işi de bana kalırdı.


Bardaklara suları doldururken Fatma içeri girdi,


"Baklavanın kalanı nerede? Bekir çok severmiş birkaç dilim koy bir tabağa hadi." dedi. Elimdeki işi bırakıp kilere geçtim tepsiyi alıp geri dönüyordum ki Yaren'in "Bende baklava istiyorum" deyip tepsiye asılması ile tepe taklak olan tatlı halıya saçıldı.


Mutfak da ben, Yaren ve Fatma vardı ama kimse yokmuş gibi bir sessizlik oldu. Yaren teyzesinin yüz ifadesinden korkmuş olacak eteğime tutunup kendini saklamaya çalıştı.


Fatma üzerime doğru iki adım attığında dibime kadar gelmişti. Kısık tutmaya çalıştığı sesiyle,


"Bilerek yaptın değil mi? Rezil olayım diye yaptın?" diye dişlerinin arasından yılan gibi tısladı.


"Ben birşey yapmadım, sen de gördün Yaren çekince tutamadım döküldü." dedim içime kaçmış sesimle. Öyle kötü bakıyordu ki Yaren olduğu yerde yok olmak ister gibi saklanıyordu. Onun aksine beni saklayan da saklayacak olan da yoktu.


Öyle de oldu, ardına saklanacak kimsem olmayınca Fatma saçlarıma yapışıp beni hırpalamakta bir mahsur görmedi. Bir eli ile kolumu sıkarken diğeri ile saçlarımı çekiştiriryordu.


Ettiği hakaretler de cabası, içeri eli boş olduğu için gidemedikçe siniri artıyor bana şiddet olarak geri dönüyordu. Elinde kalan tutam tutam saçlarımın acısı, eteğime sarılmış ağlayan çocuğun göz yaşlarına karışıyordu.


Kapıdan Esma ablanın,


"Fatma...!" diyerek uyaran sesi duyulunca da bırakmadı beni. "Yaren buraya gel annem deyip mutfağa girdiğinde kardeşinin kulağına ne dediyse saçımda ki ellerini ateşten kaçırır gibi çekti. Sertçe yutkunup arkasını döndüğünde, kapıda bizi izleyen Bekir ağayla göz göze geldi.


Esma abla kızının elini tutup kendine çekti. Peşi sıra da,


"Hesna gel elini yüzünü yıkayalım ablacım deyip, kapının önünde bir dağ gibi dikilen adamın yanından beni geçirip odama soktu.


Yaren korkudan ağlarken, ben neden ağladığımı bile bilmeyecek kadar dağılmıştım.


"Kuzum..." deyip saçlarımı okşadı. "Ne oldu da dellendi bu cadı Fatma?" diye sordu.


"Ben tatlıyı düşürdüm teyzem de Hesna teyzeme kızdı. Onun suçu yoktu ki niye ona kızdı anne? " dedi Yaren içini çekerek.


Esma ablanın diyecek sözü tükenmişti, ne denirdi böyle bir durumda...


"Siz ikiniz burda kalın, bir bakıp geleyim ne olup bitiyor. Ben de azıcık insandan anlıyorsam Bekir daha Fatma'nın adını anmaz. Bu işte burdan dönerse vay senin haline Hesna'm ben bile kurtaramam seni cadı bacımın elinden." dedi dertli dertli.


Omuz silktim yapacak başka da birşeyim yoktu. Başımın üstünden öpüp çıktı.


Ne olup bitti bilmiyorum ama camdan Esma ablanın söylenerek kahve yaptığını görebiliyordum. Canımın acısını bir kenara bırakıp Bekir Ağa caymasın diye dua eder olmuştum. Onun vazgeçişinin de faturası banaydı nasıl oluyorsa...


Fatma ile Esma kahveler ile çıktılar mutfaktan, Bekir Ağa birşey belli etmedi demek ki ailesine, ucuz mu kurtuldum bu sefer...


Yatağın üstüne oturup saçlarımı taradım, elinde kalan tutamları beni izleyen Yaren'e belli etmeden yanına koydum. Sıkı toplayınca acıdığı için gevşek bir örgü yapıp açık kahve saçlarımı elinden geldiğince düzene soktum.


Aradan kahveler içilecek kadar zaman geçti, gergin bekleyiş beni esir aldı. Kapı tekrar açıldığında kocaman olmuş gözleri ile Esma abla yüzüme bakıyordu.


"Ne oldu?" diye sordum korkuyla. Son dakika birşey çıkmıştı işte... Al başına belayı... "İstemediler mi Fatma'yı?" diye sordum.


Esma abla kapıyı kapattıp yatağa doğru yürüdü yanıma oturduğunda,


"İstemesine istediler de Fatma'yı değil seni istediler!" dedi karşısında ki kapıya boş boş bakarak.


"Ne..." dedim boş bulunup ama gerisi gelmedi. Ne demek beni istediler? Adam yüzümü bile görmedi nasıl beni isterler. "Şaka? " dedim olmadığını bile bile...


Kapıdan içeri bir hışım giren yengem ile şaka olmadığına emin oldum.


"Kalk bakalım gelin hanım!" dedi sinirinden alaya vuruyordu "Koskoca Karacahanlar'a gelin gidiyorsun şu haline bak!" dedi üstümü başımı düzeltmeye çalışarak.


Ben hâlâ boş gözlerle onlara bakıyordum,


"Kalksana senin keyfini mi bekleyecek millet! "diye çıkıştı.


Bileğinden tutup kaldırdığında direnmedim, peşi sıra sürüklenip sabah silip süpürdüğüm salona geldim.


   

İçeri girince bütün bakışlar bana döndü, bir tek Fatma'nın yokluğunu fark ettim. Amcam yanını işaret ederek,


"Gel kızım." deyip yakında ki boşluğu işaret etti. Sessizce gösterdiği yere oturdum.


"Hüseyin ağa, Fatma neyse benim için Hesna da odur ikisinin de bir dediğini iki etmedim. İkisi de gözümün nuru. Madem sizde kızımızı baş tacı edeceksiniz, benden yana hayırlı olsun demek düşer." dediğinde dudağım istemsiz ve alaylıca kıvrıldı.


Onlar değil miydi yediğim bir kap yemeğin hesabını yapan, Fatma'nın eskileri ile büyüten. Bir de utanmadan ayrım yapmadık diyordu.


Herkes bir anda ayaklanınca mecbur ayak uydurdum. Resmen tiyatro sahnesi gibi dışardan izliyordum, olaylar öyle anlamadığım bir hızda gelişti ki kendimi Bekir Ağanın yanında parmağımda yüzük ile buldum.


Hüseyin ağa birşeyler söyledi, duydum ama dinlemedim. Kafamın içi çok daha gürültülüydü çünkü. Makas aramızda bağ olan kurdaleyi iki parçaya ayırdığında Bekir ile göz göze geldik. Beni yavaşça kendine çevirirken, elleri başımın iki yanından tutarak dudaklarını alnıma bastırdı, sanki hissetmiş gibi saçımın acıyan yerlerini belli belirsiz okşadı parmakları...


Onlar gitti biz kaldık, Hesna ve karşı cephe...


Fatma odasından bir hışım çıkıp adımı haykırarak saçıma yapışacaktı ki yengem elini hava da yakaladı. Kollarımı kendime siper etmiş şekilde olduğum yerde kaldım,


"Bekir Ağa gitmeden kapıya adam bıraktı, Hesna'nın saçının teline zarar gelirse Fatma'dan bilirim, hesabı da sana keserim dedi. Bu yaşımda ağa oğlundan azar yedim senin yüzünden." deyip kızının kolunu geriye doğru savurdu.


"Anne bilerek yaptı, gözü vardı demek Bekir'de, nerede görüp ayarttıysa ors..." diyordu ki yengem lafı ağzına tıktı.


"Nerde görüp ayartacak evden çıktı mı bu kız, kendi beceriksizliğini başkasına yükleme. Zaten gönülsüz geldiği belliydi, senin rezil halini de görünce çizdi üstünü." dedi hiç acımadan.


"Anne bilerek döktü tatlıyı, rezil olayım diye." dedi sinirini alamamanın hırsıyla tir tir titriyordu.


"Ne olduysa oldu geçti gitti artık, aklını başına topla bu iş duyulursa kapını çalan olmaz. Git odana gözüm görmesin bir çuval inciri berbat ettin." deyip Esma ablaya döndü "Hesna'yı odasına götür. " demesiyle kolumda Esma ablanın şefkatli parmaklarını hissettim.


Korkudan titrediğimi de ancak o zaman fark edebildim. Aramıza ki fark buydu işte Fatma hırsından titrerdi, bense korkumdan.


Yatağımın üzerine oturup belimdeki kemeri çözdüm. Gelişi güzel bıraktım kenara, olanların hızına yetişemiyordu aciz aklım.


"Esma abla ne oldu baştan anlat hele?" dedim.


Yatağın üstünde ayaklarını toplayıp bağdaş kurdu, bende sırtımı duvara verdim,


"Mutfağa gittim seni bırakıp, Fatma açıklama yapacak olmuş ama Bekir hiç birşey demeden arkasını mutfağın kapısından dönüp gitmiş. Zırıl zırıl ağlıyordu bizim cadı ne yapacağını bilmez bir halde." dedi kardeşine pek de üzülmüş görünmüyordu.


"Sonra?" dedim merakla.


"Sonra salona gidip ortama baktım olan bitenden haberleri olmuş mu diye. Herkesin keyfi yerinde gülüşüp sohbet ediyorlardı. Bekir'in yüzü asıktı ama geldiğinden beri aynı olduğundan bir hinlik düşündüğünü bilemedim. Annem kahveleri yapın diye işaret edince kahveleri yaptık Fatma'yla." dedi elimi tutup sıktı samimiyetle "Allah senin isteme kahveni Fatma'ya dağıttırdı ya Hesna."


Güldüm dediğine ama acıklı bir gülüştü, o da kafam dağılsın diye konuşuyordu zaten. Yine de kız kardeşinin yanına gitmektense yanında olduğu için minnettardım.


"Neyse işte... Bu Bekir Ağa kahvesinden bir yudum içti, babası tam lafa girecek eğilip kulağına ne dediyse Hüseyin Karacahan'ın rengi kaçtı. Kaşlarını çattıp oğluna döndü, dediğin olmaz gibicesine... Zelal cadısı Fatma'ya kaş göz ediyor birden ne olduğunu anlayamadı tabii. Babası Bekir'e ne dediyse Bekir Ağa kalkıp gidecek oldu, Hüseyin ağa kolundan tutup oturttu yerine. Fesuphanallah çekti..." deyip koluma vurdu "kız film gibi oldu haa..." dedi gülerek ama sonra tuttu kendini Fatma'nın şerrinden korktu sanırım.


"Hüseyin ağa lafa girdi, Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Hesna'yı oğlumuz Bekir'e istiyorum demesin mi? Hepimiz kalakaldık. Fatma'nın rengi bembeyaz oldu, Zelal ile Cihan'ın kaşları çatıldı. Annem, babam şaşkın birbirine baktı, en son babam Halide Hesna'yı çağır dediğinde kendine gelebildim. Annem Fatma'yı kolundan tutup salondan çıkardı. Mutfağa sürükledi, olanı biteni anlattık Fatma'yı zor zaptettik senin kapına gelmek için haylayıp duruyordu. En son annem odasına kilitledi senin yanına geldik. Gerisini biliyorsun." dedi.


Akan göz yaşıma mani olamadım,


"Şimdi ne olacak abla, yüzünü bile doğru düzgün görmediğim adamın karısı mı olacağım? Bir tatlı uğruna başıma açılan işe bak." dedim içimi çekerek.


"Gülüm sanki evden çıktığın mı var ki sevdaya düşüp evlenesin. Bak bu adamı Mardin de herkes bilir dürüstlüğüne, efendiliğine cümle alem hayran. Zelal araya girmese Fatma için bu kapıyı çalar mıydı sanıyorsun? Rabbim neylerse güzel eyler, seninde yolunu böyle çizdi belli ki." deyip saçlarımı okşadı, bu gece herkesin saçımla bir zoru vardı.


"Korkuyorum..." dedim titreyen sesimle.


Ellerimi avuçları arasına aldı,


"Korkma Allah'a sığın..." dedi sonra kıkırdadı "Bizim senle elti olma ili de yattı yaaa!" deyip omzuna vurdu.


"Off... Abla yaaa..." dedim bu halde bile güldürdü beni.


"Hadi yatta uyu bakalım yarın ola hayr ola." deyip beni yatırıp üzerimi örttü.


Kaldım düşüncelerimle başbaşa, aklıma alnımı öpüşü, saçlarımı okşayışı gelince buruk bir tebessüm belirdi dudağımın kıyısında. Yanında küçüçük kalmıştım. Kapıya benim için adam bırakmıştı. Bu evde beni ne çok incittiklerini nasıl bir bakışta görmüştü de yengemin bile gözünü korkutmuştu. Bundan sonra güvende olurdum belki, arkamda duran olursa ezilmezdim. Umut doldu içime peşi sıra bir ferahlık kapattım gözlerimi uykunun kollarına sığındım.


Sabah her zamanki gibi erkenden kalkıp kahvaltıyı hazır ettim çay bardaklarını tezgaha dizip deliği elime aldım birer parmak dem dolduruyordum her birine, yanında Fatma'nın varlığını hissedince birden irkildim,


"Korkma amca kızı yardıma geldim." Deyip kaynayan çaydanlığı aldı benim peşin sıra çayların sularını doldurmaya başladı. Son bardağı dolduruyordum ki bileğinin üzerinden geçen kaynar su ile demliği tezgaha nasıl bıraktığımı bilemedim.


"YANDIM...!!" diye feryat ettiğim sıra da mutfağa yengem girdi. Fatma'yı yanımdan savurup yanan bileğimi suya tuttu.


"Kazara oldu anneciğim, aynı dün dökülen baklava gibi..." deyip saçlarını savurarak çıktı mutfaktan.


Yengem hiç konuşmadan krem sürüp sardı bileğimi işi bitince,


"Bu aramızda kalacak Hesna, Karacahan'ın kulağına gitmeyecek. Bir daha yanına yakınına koyma Fatma'yı, ben her zaman yetişemem. Telinle duvağınla çık git şu kapıdan, başımı belaya koma." deyip çayları tepsiye dizdi. Birşey olmamış gibi sofrayı kurdu. Odama geçtim ama kolum cayır cayır yanıyordu, gözümden peş peşe akan yaşlara mani olamıyordum.


Saatlerce odamda ağladım enson güçsüz düşen bedenin uykuya yenilmiş olacak ki gözümü açtığımda hava alacalanmıştı. Esma ablamda evine dönünce öldüm mü kaldı mı? Merak eden olmamıştı.


Kahvaltı bile etmediğim için mutfağa gittim. Ekmeğin arasına peynir koyup açlığımı bastıracak kadar yedim. Sahasına ne gücüm vardı, ne de içim alırdı.


Gerisin geri odama dönüyordum ama yengeme yakalandım,


"Kolun nasıl oldu?" diye sordu benden çok başına bela olmamamı düşündüğü her halinden belliydi.


"Sabaha göre daha iyi." dedim.


"Yarın alışverişe gidilecekmiş, kaynanan aradı sabah hazır ol. Yatağına elbise bıraktım onu giyersin." deyip yoluna devam etti.


Odama geçince yatağın üzerinde mavi uzun kollu diz hizasında bir elbise karşıladı beni. Bu Fatma'nın çok heves edip aldığı elbiselerinden biriydi. Öyle ki çöpe atar yine bana vermez, yengem ne yapmaya çalışıyor anlamıyordum. Belki Fatma'ya yaptığının bedelini ödetiyor, belki Karacahanlara karşı kuyruğu dik tutmaya çalışıyor... Büyük ihtimalle ikisi birden.


Sabahı acıyan kolumla zar zor ettim. Sabah banyo yapıp saçlarımı kolumun ağrısı müsade ettiği ölçüde kuruttum. Elbiseyi giydiğim de koluma tekrar krem sürüp sardım.


Ağzıma iki lokma birşeyler atıp, ağrı kesici içtim. Saat on olduğunda yengem ve ben hazır olmuş Karacahan'ları bekliyorduk. Saçlarımda ki tokanın çekilmesi ile yengeme döndüm,


"Bak Hesna karşındaki adam yaşça senden büyük, görmüş geçirmiş İstanbul'larda okul okumuş. Bir hırs uğruna istedi seni, üzül diye demiyorum bil diye diyorum sen onun dengi değilsin. Konuştuğu dilden anlamazsın, sohbet etsen aklın aklına ermez. Bir de böyle kendini kapatır yanına yakışmazsan seni üç güne kapı önüne koyarlar. Yüzün gülsün işveli ol, süslen ki kadın olarak bari değerin olsun." dedi akıl mı verdi yerin dibine mi sokup çıkardı bilemedim.


Uzun açık kumral saçlarım yüzüme, boynuma döküldü. Dışımı parlatsan ne olacaktı ki içim cahil kaldı sayenizde diyemedim. Hakkaten ben o adamın yanına yakışır mıydım? Beynime yeni yükler yüklenirken kapının önüne kendi gibi heybetli arabası gelip durdu.


Bizim kapıya bıraktığı adamı hızla koşup kapısını açtı. Onunla biraz konuşup bakışlarını bana çevirdi. Kahve gözleri, yeşil gözlerime değdi. Bakışlarımı kaçırdım istemeden, ne yapacağımı bilemedim elim ayağıma dolandı. İnsan içine çıkmaya çıkmaya yabani olmuştum sanırım.


Yanımıza gelip selam verdi, arabanın arka kapısını açınca annesi Gülhan hanım ile göz göze geldik. Biz arkaya bineriz diye düşünmüştüm, kadın şaşkınlığımı anlamış olacak gülümsedi,


"Günaydın güzel kızım, sen nişanlının yanına geç bakalım bizim yengenle konuşacaklarımız var." dedi.


"Günaydın efendim." dedim ne diyeceğimi bilemedim hanım ağam mı demek gerekirdi acaba. Yengem geçip oturunca Bekir Ağa bana ön kapıyı açtı. Tam binecekken,


"Bana günaydın yok mu?" diye sordu. Kulaklarıma kadar kızardığıma eminim. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda hafif bir tebessüm vardı dudaklarında,


"Günaydın ağam." deyip hızlıca arabaya bindim. Halim komiğine gitmiş olacak kirli sakalını karıştırırken sakladığı gülüşünü fark etmiştim.


Hareket ettiğimizde Gülhan hanımın seslenmesi ile arkaya döndüm,


"Nasılsın Hesna kızım? "


"iyiyim çok şükür, siz nasılsınız?" dedim.


"Bende iyiyim çok şükür, böyle güzel, hanım gelin kızı olurda insan hiç kötü olur mu?" dedi o da beni utandırarak.


"Sağolun siz güzel bakıyorsunuz." dedim yavaşça önüme döndüm. Bu sırada çok da uzak olmayan çarşıya varmıştık, arkamızdan geken korumalardan biri arabayı alıp uzaklaşırken dördümüz büyük bir mağazaya girdik. Yengem ve Gülhan hanım iki yandan bana elbise seçerken seyirci gibi onları izliyordum. Farkında olmadığım Bekir'in de beni izlediğiydi.


"Elbiseleri sen giyeceksin, neden onların seçmesine müsade ediyorsun?" Dediğinde arkamdaki varlığının farkına vardım.


"Fark etmez benim için, onlarda en güzellerini seçer zaten." deyince belimde elini hissettim.


"Benim için fark eder, sen giyeceksen sen beğeneceksin." deyip askıdan yeşil iri çiçekli uzun bir elbise çıkardı, başıyla elbiseyi işaret etti "Nasıl?" diye sordu.


Önündeki yırtmacı olmasa güzel elbiseydi aslında, bu yırtmaçla elbiseyi giymeme izin verecek miydi? Eteğini yana çekip yırtmacı fark etmesini sağladım.


"Bu kadar iddialı olmasa güzel elbiseymiş." dedim.


"Hımmm" Dedi benim gibi eteği sağa sola çekerek "yine de alalım, rengi gözlerine çok yakışır." dedi.


"Ben giymem o kadar açık." dedim gözlerimi dikkatli bakışlarından kaçırarak,


"Buna sevindim, o zaman sadece ben varken giyersin." deyip başka elbise çıkardı, bu biraz evvelkiden göre daha kısa ama dekoltesi olmayan mürdüm rengi uçuş uçuş bir elbiseydi,


"Bu nasıl?" diye sordu, ama ben gözlerimi elbiseden anlamıyordum. Bir genç kız olarak ilk defa fikrim soruluyor, bir kıyafet başkasının eskisi olmadan bana ait oluyordu. Gözlerimin dolacağını anlayınca dudağımı ısırıp geçiştirmeye çalıştım,


"Çok güzel..." dediğimde omzunun üzerinde elini hissettim halimi anlamış gibi hafifçe okşadı,


"Çok şanslısınız Hesna hanım, ben alışverişi seven nadir adamlardan biriyim. Ama siz de ben alışveriş yaparken yardım edeceksiniz." dedi şakacı bir tavırla.


İlk gerginliğim üzerimden çekilmiş yanında olmak garip şekilde iyi hissettirir olmuştu. Gülümseyerek onayladım isteğini.


"Bunları dene o zaman." deyince kolundaki sargı aklıma düştü.


"Evde denerim, hem onlarda bir çok şey almış. Gerekirse sonra değişiriz olmaz mı?" diye sordum.


Gözleri bedenimde dolandı ama bakışları rahatsızlık verici değildi. Daha çok hasar tespiti yapar gibi bir tavrı vardı. Nasıl istersen deyip alınanları kasadan geçirip arabaya yolladı. Yengem ve Gülhan hanım iyi anlaşmış olacaklar ki önden sohbet ederek yürümeye başladılar tabii bizde peşleri sıra. Etrafta selam verenler meraklı gözlerle bize bakanlar çoktu. Yan yana yürürken elimi tutup koluna bıraktı, bileğim koluna değince canım yandı ama dişimi sıkıp belli etmedim.


Sessizce yürürken başımı ondan yana çevirdim, biraz evvel mağaza da benimle sohbet eden adamdan eser yoktu. Kaşları neredeyse çatık, bakışları sert duruşu korku salıcıydı. Gel gör ki ben garip bir şekilde yanında güvende hissediyordum.


Çok uzun olmayan yürüyüşümüz kuyumcu da son buldu. Gülhan hanım sanki bu günü beklemiş gibi bilezikler, zincirler, takı setleri alırken ben yine sadece izliyordum. Yengem ise garip bir şekilde keyiften dört köşeydi. Tezgahın önünde onları izlerken yanımdan geçmek için bekleyen çırağı fark etmemiş olacağım ki Bekir bileğimden tutup beni yavaşça kendine doğru çekti. Fakat tutuşu tam yanığın olduğu yerdeydi. Dişlerimi sıkıp, gözlerimi kapatsamda ağzımdan kaçan iniltiye mani olamadım. Hepsinin bakışları bana dönerken, yengemin gözlerinde saf korkuyu gördüm. Bekir'den çok korkuyordu...


Bileğimden çekti elini ama parmaklarımdan tutup göz hizasına getirdiği kolumdan elbiseyi yavaşça sıyırdı. Sargıyı görünce bakışı yengeme kaydı, gözleri onun üzerindeydi ama sorusu banaydı,


"Koluna ne oldu Hesna?" dönüp yengeme bakmak istedim ama müsaade etmedi "Koluna ne oldu?" diye yeniledi sorusunu.


"Sabah kolum tavaya değdi, önemli bir şey değil." dedim sesimi güçlü çıkarmaya çalışarak.


"Öyle mi oldu Halide hanım?" diye sordu tek kaşı havada. Şuan yengemin neden korktuğunu anlamıştım. Bakışları gerçekten ürkütücüydü.


"Öyle oldu Bekir Bey oğlum." dedi beni onaylayarak.


Beyler bize müsade edin dediğinde dükkanda kimse kalmadı.


Bekir dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kapattı, iki derin nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı tahminimce, kolumu tekrar nazikçe tutup,


" Müsadenle" deyip ben daha cevap vermeden sargıyı açtı.


Kolumu çöpe çevre saran yanığı bir tavaya değme sonucu olmayacağı çok açıktı. Gözlerini gözlerime diktiğinde karşısında yalancı durumuna düştüğün için, yer yarılsa da içine girsem diye düşünüyordum.


"Anne siz devam edin, şoför sizi eve bıraksın, biz bu yanığı bir doktora gösterelim" dedi ama delici bakışlarını üzerimde hissediyordum.


Yengem,


"Bekir Bey oğlum, amcası kızar seninle yollarsam." dedi ama devamını getiremedi.


"Oğlum değil Halide hanım, Bekir Ağa diyeceksiniz bundan sonra. Size Hesna'nın saçının teline zarar gelmeyecek demiştim. Peki bu kolunun hali ne? Dahası birde benden saklamaya çalıştınız." Yengemde ses çıkmazken devam etti. " Amca beye selamımı söylersiniz, yeğenini kızından ayrı tutmadığına göre doktora götürmeme de ses etmez." deyip beni kuyumcudan çıkardı.


Şoförün getirdiği arabaya binmem için kapımı açtı. Kendi sürücü koltuğuna geçti, hastaneye kadar ne ondan, ne de benden ses çıkmadı. Sinirli olduğu tavırlarından dahası arabanın hızından anlaşılıyordu.


Hastaneye geldiğimizde arabayı durdurup bana döndü,


"Niye yalan söyledin?" dedi tüm sinirini usta bir şekilde bastırıp.


Kızsaydı, hesap sorsaydı da böyle sakince cevap vermemi beklemeseydi.


Dudaklarımı kemirirken bir yandan da tırnak kenarlarımı soyuyordum, cevap vermeyince derin bir nefes daha aldı. Büyük eli kucağında eziyet ettiğim parmaklarımın üzerine kapandı,


"Yapma canın acıyacak." dediğinde içim sıcacık oldu. "Hesna bana bakar mısın?" dediğinde yavaşça kaldırdım başımı, "Bana bir daha yalan söylemeyeceksin, senden yana aklımda şüphe olursa biz diye birşey olmaz sen ve ben oluruz. Biz olmayacaksak evlenmenin anlamı kalır mı?" diye sordu.


Başımı iki yana salladım, biz olmayacaksak evlenmenin anlamı olmazdı. Benken ıssızdı insan, bizken değil.


"Kolunu Fatma mı yaktı?" dediğinde başımı salladım. "Sesini duyabilir miyim güzelim?" deyince şokla bakışlarım gözlerine tırmandı. Nasıl baktıysam güldü halime,


"Nasıl yaktı?" dedi konuya dönüp,


"Çayın suyu ile..." dedim doğruyu söyleyerek.


"Seni orda bırakmamalıydım." diye söylendi sessizce ama duydum. "Peki şimdi yarana baktıralım deyip indi arabadan acil serviste yaraya baktılar sarılması yanlış olduğu için iki krem verip pansumanı nasıl yapmam gerektiğini anlattı doktor.


Tekrar arabaya bindiğimizde,


"Ne yemek istersin?" diye sordu, eve gitmem gerektiğini biliyor ama umursamıyordu.


"Eve dönsem daha iyi olur." dedim içime kaçmış sesimle.


"Peki sizde yiyelim o zaman." deyip arabayı çalıştırdı. Boş boş yüzüne baktığımı bana döndüğünde fark ettim.


"Ne o bana yemek vermezler mi? Ben sizin evin damadı değil miyim?" dedi şakacı bir tavırla.


"Bizim ev..." diye fısıltıyla tekrar ettim. O ev hiç bir zaman benim evim olmadı ki.


Benim sessizliğimle o da sustu öylece bitirdik yolu.


Amcamların müstakil evinin kapısına geldik, büyük ahşap kapıdaki tokmağı vurdum iki kez.


"Oooo... Hanım efendi lutfetti sonunda." diye söylenerek gelen Fatma kapıyı açtığı an yaş kesildi.


Gözleri ikimiz arasında gidip gelirken, açıkta kalan yarayı da fark etti.


"B-buyrun." dedi kekelediğini ilk defa duyduğum için gülmek istesem de tuttum kendimi.


Cevap vermedim, vermedik acaba bu cevapsızlık ikimizi biz yapar mı?


Yengem mutfaktan çıktı,


"Hoş geldiniz Ağam." dedi gerildiği herhalinden belli olurken.


"Hoş bulduk Halide hanım. Rahatsızlık vermedim inşallah?" dedi kinayelice.


"Estafurullah ağam, sofra kuruyorduk bizde yemeğe buyur." dedi salonu doğru yol açarak.


Neredeyse hazır olan sofraya oturduk, yemekler yendi amcamla sohbet ettiler işten güçten. Kolumu ilk defa görmesine rağmen sesi çıkmayan amcamın herşeyden haberdar olduğu belliydi ama iyi oynuyordu.


Sofra toplanacak sıra elime tabakları alıp kalktım, Fatma yemek boyunca gözleri ile boğmuştu beni bir an önce bu ortamdan çıkmak istiyordum. Fakat bileğime dolanan parmaklar izin vermedi bu kaçışıma,


"Bileğin yara senin, iyileşene kadar hiç bir işe elini sürmeyeceksin." dedi otoriter sesi ortama buz kestirirken yengem hemen elindekileri aldı,


"Sen otur Hesna biz hallederiz." Dedi el mecbur.


Sofra toplandı ben seyrettim, bu evde her zaman tersi olurdu halbuki, sofrada sürekli eksik gedik bulunur, onu getir Hesna bunu götür Hesna ile kırk kere otururup kalktığım sofradan çoğu zaman aç kalkardım. Sofrayı toplar çayı dağıtır köşede duran bir hizmetkâr gibi geceyi tamamlardım çoğu zaman.


Daldığım düşüncelerden açılan kapı ile sıyrıldım. Elinde çay tepsisi ile Fatma girdi içeri.


Bir kaç adımda Bekir'in önünde durup elindeki tepsiyi uzattı. Amcam karşıda oturduğu için ikisini de göremiyordu şuan.


Bekir'in bakışları beni buldu önce sonra kıpkırmızı olmuş soyulan derimi, onun bakışları ile Fatma'nın da gözü koluma değdi. Yutkunuşunu fark ettim, Bekir çayının içindeki kaşığı çıkarıp Fatma'nın tepsiyi sıkı sıkı tutan sağ bileğinin ince derisine dokundurdu. "Sakın!" diye tısladı dişlerinin arasından "Sakın sesin çıkmasın!" Çay kaşığını yavaşça tepslte bırakıp çayı benim önüme bıraktı. Kendi çayı için uzandı bu kez tepsiye onun kaşığınıda sol bileğine aynı şekilde bastırınca Fatma'nın gözünden acıyla bir damla süzüldü.


"Aklında bulunsun 'kısasta hayat vardır' "deyip hiç birşey yapmamış gibi çayını aldı.


Yengemle amcamın çayını veren Fatma kaçar gibi çıktı salondan, onun canının acıması benim canımın acısını azaltmış mıydı? Hayır. Ama birinin benim için hesap sormuş olması çok yeniydi. Ne hissedeceğimi bilememiştim. Duyduğum cümle beni daldığım diyardan hızla çekip çıkardı.


" Yakup Ağa, düğün bu hafta sonu olacak hazırlığınızı ona göre yapın." diye Bekir ile evdeki herkes kadar bende şaşkındım.


⭐⭐⭐⭐⭐ Yıldızı parlatalım lütfen ❤️🫶🏻😍


   

    


    


    


   

Loading...
0%