Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@zamansizim84

5 yıl öncesi

 

Canan'dan,

 

Köyden geldiğim günün üzerinden geçen iki haftalık zamanda Miran Ağa beni dersaneye yazdırmış, bütün ihtiyaçlarımı alıp evin dolabını tıka basa doldurup bana teslim etmişti.

 

Aramızda olan nikah hiç yokmuş gibi hayatlarımıza devam ediyorduk.

Dershanenin kapısından çıktığım gibi Miran Ağayı görünce duraksadım. Yanımdaki arkadaşım da ben durunca durdu,

 

"Ağam..." dedim elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim. Benden şüphe mi etmişti ki habersiz karşıma çıkmıştı.

 

"Canan sakin, korkulacak birşey yok!" dedi etrafta bize dönen gözleri imâ eden bir bakış atarak. "Konuşmamız gereken bir mevzu var, arabaya geçelim." deyip ilerdeki aracı göstererek yanımdan ayrıldı.

 

Ne açıklama yapacağımı bilemediğim için,

 

"Yarın anlatırım Narin." dediğim arkadaşımın soru dolu gözlerine " Söz anlatacağım." deyip arabaya yürüdüm.

 

Yanında ki koltukta yerimi aldığımda arabayı çalıştırıp kalabalıktan uzaklaştı. Sakin bir yere park edip önce camı açtı sonra sigarasını yaktı.

 

"Amcaoğlun gelmiş seni arıyormuş." dedi geliş sebebini anlatarak.

 

Başımdan aşağıya buz dolu bir kova devrildi sanki, korkuyla titredim.

 

"Ağam beni ona mı vereceksin?" dediğimde dakikalardır bana dönmeyen bakışları gözlerimi buldu,

 

"Seni niye getirdiğimi biliyorsun Canan, bi şerefsizin kuma kadını olma diye çıktık biz bu yola. Adam olsa gözü sevdasından başkasına bakmazdı, öyle bir itde seni alıp götüremez." dedi ilk defa gözlerini çekmeden tamamladı sözünü.

 

Onun yanında garip bir şekilde güvende hissediyordum ve bu düşündükçe beni rahatsız ediyordu.

 

Araba hareket etmediği için sigaranın dumanı arabanın içinde biraz daha yayıldı. Küçük bir öksürük yoklasa da kontrollü nefes alarak savuşturmaya çalıştım.

 

"Niyeti ne bilmiyorum ama karşına çıkarsa şaşırma diye geldim. Ceketinin cebinden bir telefon çıkarıp uzattı. "Telefonun olmayınca buraya gelmem gerekti. Bu senin, numaramı kaydettim. Olur karşına çıkar, kapıya gelir ararsın tedbirimizi alırız."

 

"Ben onu kullanmayı bilmi..." Sözümü tamamlayamadan korktuğum başıma geldi. Şiddetli öksürük krizi beni pençesine alırken, nefessiz kaldım. Okkalı bir küfür ettiğini duydum, peşi sıra ne ara arabadan inip benden tarafa dolandığını anlamadan kapım açıldı.

 

Belimden destek olup çıkardı beni sigara kokan ortamdan, açtığı su şişesinden içmemi sağladığında biraz nefesim açıldı. Çantamdan astım ilacımı çıkarıp iki kez ard arda sıktım. Çektiğim derin nefesler ile yavaş yavaş normale dönerken,

 

"Daha iyi misin?" dediğinde hâlâ belimden destek olduğu için fazlaca yakın olduğumuzu fark ettim. Sağ yanım bedeniyle bir bütün olmuştu. Bal rengine çalan kahve gözlerinde korku vardı.

 

"İyiyim ağam..." Dedim nefesimi toplayabildiğim kadar.

 

"Astımın var?" Dediğinde başımı salladım. "Sigara dokunuyor madem niye söylemiyorsun?" dediğinde bakışlarımı kaçırdım.

 

"Neyi söylüyorsun ki zaten, ağzın var dilin yok!" diye sessizce söylendi ama duydum.

 

Ağzım da dilim de vardı, olmayan onlar değildi ki... Halimi soranım, nazımı çekenim yoktu benim. Eskiler ne demiş doyamayacağın yerde açlığını belli etme.

 

Bende öyle yapmıştım, dinleyenim olmadıkça susmuş. Nazımı çekenim olmayınca her yükün altından kendim çıkmıştım. En çok da derslerim bana yoldaş olmuştu, insanlar başarılı olunca seviyorlardı çünkü... O zaman ilgiyi üstüme çekmem, bir iki güzel söz, övgü duymam mümkün oluyordu.

 

"Hastaneye götüreyim mi?" Diye sordu daha iyi olduğumu görmesine rağmen.

 

"Yok ağam, gerek yok iyiyim ben." deyip uzaklaşmaya çalıştım. Yakınlığımızı yeni fark etmiş gibi o da hemen kendini geri çekti.

 

Arabanın kapılarını açıp havalanmasını sağlarken, beni az ilerde bir banka oturmuştu.

 

Telefon nasıl kullanacağımı anlattı, zor değildi ve oldukça ilgimi çekmişti. Okuldayken bilgisayara da meraklıydım, hatta öğretmenim ordan yürümemi söylemişti ama imkanlar el vermeyince o sevdayı kalbimize gömmüştük.

 

"Çabuk çözdün, iki güne kurdu olursun." dediğinde ilk defa aramızda normal konusu olan bir sohbet başladı.

 

Okuldayken bilgisayara merak sardığımı, öğretmenlerimin beni yatkın bulduğunu, tayini çıkan öğretmenimiz gitmemiş olsa kodlama konusunda da ilerleyeceğimi ama yarım kaldığını...

  

Sonra birden dank etti, ben ne anlatıyordum. Adam işini gücünü bırakıp telefon vermek için gelmiş, oturmuş benim dandik okul maceralarımı dinliyordu.

 

"Ağam ben daldım gittim, çok konuştum kusura bakma." Dedim kabuğuma çekilerek.

 

Güldü halime, eli sigara paketine gitti ama çabukça vazgeçti, kısa bir sessizlik oldu aramızda,

 

"Şimdi gitmem lazım ama bu bilgisayar mevzusunu detaylı konuşalım Canan." dediğinde beni geçiştirdiğini düşündüm.

 

Havalandırdığı arabanın camlarını kapatıp yola çıktık, beni eve bırakıp gitti.

 

Geçen iki günde iletişim kurmadık, Narin'e ise geleceğimizde ki rolünü bilmeden nikah dahil herşeyi anlatmıştım.

 

Yine dersaneden çıkıp akşam için aldığım ekmek ile çabucak benimsediğim evime gidiyordum. Asansörden inip eve adımımı attım fakat kapıyı kapatmaya fırsat kalmadan bir bel ağzımı kapattı, belime dolanan kol ile içeri itildim.

 

Dehşetle başımı çevirdiğimde

amcamınoğlu Enver'i görmeyi beklemiyordum. Yurttan çıkarıldığımı duyunca dedemi arayıp beni çocuğu olmayan karısının üstüne kuma istemişti. Dedem baştan bu teklife karşı dursa da köyde beni koruyamayacağını anlayınca kabul etmiş fakat bu seferde ben kirli kızı istemem deyip yüz çevirmişti beyefendi.

 

Elini saçıma dolayıp geriye çektiğinde acıyla inledim, evde gözlerini gezdirip,

 

"Kiminle düşüp kalkıyorsun da ev dayadı döşedi sana, namusumuzu iki paralık mı ettin?" Diyerek saçıma daha kuvvetli asıldı.

 

"Abi bırakta anlatayım düşündüğün gibi değil." dedim can havliyle.

 

"S*ktirme abini, topla çantanı gidiyoruz. Ele or*spuluk edeceğine bana çocuk doğurursun." deyip ileri ittiğinde yere düştüm.

 

Laf anlamayacağını görünce eşya almak bahanesiyle odama gidip Miran'ı aramaya karar verdim.

 

"Tamam, ne diyorsan yapacağım." Dedim acıyan saç diplerim ile beraber gözlerimde doldu.

 

Yeterince korkuttuğuna emin olmuş olacak ki,

 

"Çabuk ol, o şerefsize denk gelmeden çıkalım yoksa deşerim ikinizi de." dedi tükürür gibi.

 

Dediklerinin olmamasına dua ederek odaya geçtim. Banyoya girip sessizce Miran'ı aradım ama açmadı. Mesaj yazarken kapının çaldığını duydum.

 

Kapımı kimse çalmazdı benim, hemen odadan koridora çıktım. Elinde bıçak sırıtan Enver,

 

"Nasipliymiş bak kendi ayağıyla geldi." deyip kapıyı açmaya yeltendi.

 

"Yapma sandığın gibi değil, bana kimse el sürmedi. Okuyayım diye getirdi o beni." desemde sözlerim bir kulağından girip diğerinden çıktı.

 

"Bu dediğine inanacak bir enayi bulursan ona anlat bu masalları, kim kime okusun diye ev açar bu devirde. Yedin bir b*k madem arkasında dur." deyip beni iteledi.

 

Açılmayan kapı tekrar çaldığında peşi sıra Miran'ın sesini duydum.

 

"Canan benim Miran korkma aç kapıyı." Dediğinde omuzlarım düştü, yenilgiyle gözlerimi kapattım.

 

Ne olduysa ondan sonra oldu Enver kapıya doğru hucüm edince kendimi önüne attım, bunu beklemiyor olduğundan kapıya doğru savunduğu bıçak karnıma saplandı.

 

Benim elim karnıma giderken Enver sağlam bir küfür savurdu. Kapının anahtar ile açıldığını duysamda kımıldayamıyordum bir sıcaklık karnımdan aşağı yayılırken,

 

"LAN! NOLUYOR LAN BURDA!" diye haykıran Miran'ın sesini duydum, Enver'in gölgesi üstümden çekildi, ikinin arasında bir arbede olduğu son hatırladığım şey oldu. Bilincim kapandığında her yer siyaha gömüldü.

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Başımda dıt, dıt, dıt... devam eden sesi ayırt etmeye başladığımda ölmediğimi anladım, belki ölsem benim için daha acısız bir kurtuluş olacaktı. Zihnimde kalan son kare Miran ile Enver'in arbedesi olunca, kendi canım çıktı aklımdan. Miran'a birşey olduysa ya da başı benim yüzümden belaya girdiyse?

 

Birbirine kenetlenmiş kirpiklerimi ayırmak kolay olmasada gözlerimi açmayı başardım, etrafımda bulunanlardan normal bir hastane odasında olmadığımı anladım, yoğun bakım olabilirdi. Makine seslerinden başka ses yoktu.

 

Nabzım hızlanmış olacak ki makinadan uyarı sesi yükseldi ve beraberinde bir hemşireyi baş ucumda buldum.

 

"Canan hanım, sakin olun bir ameliyat geçirdiniz. Şuan iyisiniz merak etmeyin." dediğinde elim karnıma gitti. "Korkulacak birşey yok, birazdan sizi normal odaya alacağız." demesiyle yorgunca kapandı gözlerim.

 

Tekrar açtığımda normal bir hastane odasındaydım, kendimi daha iyi hissettiğimi farkettim. Başımı sağa çevirince, sandalye de başını geriye atmış uyuyan bir Miran Ağa bulmayı beklemiyordum. Gözlerim hızla bedenini taradı çok şükür yarası var gibi görünmüyordu. İçimden derin bir oh çeksemde dışımdan sessiz kaldım, yüzü yorgun görünüyordu. İlk defa çekinmeden yüzüne bakabildiğim için yeni farkedebildim uzun kirpiklerini, biçimli kaşlarını, hafif kemerli burnunun yüzüne nasıl yakıştığını, her zaman gördüğümden daha uzun olan sakallarını izledim.

 

Sonra bende uykuma yenik düştüm yada düşünmemek için uyumayı seçtim. O Miran Aladağ kızım, yalancı bir nikaha kapılıp gidemezsin Türk filmi çekmiyoruz. Kim bilir etrafında kimler kimler vardır, senin gibi ergen, muhtaç bir kimsesize mi kaldı?

 

Fakat o bu kabullenişte bana hiç yardımcı olmadı, ertesi gün el bebek gül bebek hastaneden çıkardı. Arabadan eve kucağında taşırken, ona kapılmamak için verdiğim savaşı bilse bir daha yüzüme bakmazdı. İyilik yap, maraz bul benim göbek adım olsa gerek.

 

Yukarı çıktığımızda beni odama bırakıp, rahat ettiğime emin olunca odadan çıktı. Az sonra elinde bir evrak çantası ile içeri girdiğinde boş boş yüzüne baktım. Boş bakışlarımdan sebep elindeki çantayı biraz havaya kaldırdı,

 

"Şu bilgisayar işini artık ciddi ciddi konuşabiliriz." Dediğin de aydınlandım. Bana laptop mu almıştı? Ama böyle yaparsa ben nasıl ona kanat çırpan kalbime sahip çıkacaktım.

 

Dolan gözlerimi saklamak için başımı eğdim,

 

"Zahmet etmişsin ağam, benimki bir heves o kadar puan almam çok zor." dedim.

 

"Zorsa çalışacaksın küçük hanım." diyen sesi duyunca başımı kaldırıp kapıya baktım. İlk geldiğim gün gördüğüm adamdı, adı Bekir'di sanırım.

 

"Oğlum niye selamsız sabahsız dalıyorsun zaten korkmaya yer arıyor." diye çıkıştı Miran.

 

"Ben nerden bileyim oğlum sen aramadın mı? Gel çorba yap diye... Haberi var sandım." Elindeki tepsiyi getirip kucağıma bıraktı. "Hadi yine iyisin küçük hanım, konakta yaptırdım çorbanı, kemik suyuna yapılınca şifa olurmuş."

 

"Sağolun ağam." Dedim içime kaçmış sesimle.

 

"Hayda burda da ağa muhabbeti, en azından bu evde normal insan gibi hissediyorduk, bu kaleyi de mi kaybettik?" Diye söylendi. "Bekir abi desen olur mu? "

 

"Sağol abi..." Dediğim de, bu kez memnun olmuş bir ifadeyle,

 

"Çorbanı iç bakalım, Bilgisayara ne kadar hakimsin bir görelim." dedi.

 

Başımla onaylayıp çorbayı içmeye başladım, günler sonra boğazımdan doğru düzgün geçen ilk lokmaydı.

 

"Sen ne yiyip, içiyorsun? Dolaptaki herşey öylece duruyor." diyerek korktuğum sorgulama geldi.

 

Yurtta yemekler hazır önünüze geliyordu, güzel~çirkin demeden yemeyi kabullenmiştim. Köyde hem erzak yoktu, hemde öğretecek kimse...

 

Korkunun ecele faydası var mıydı? Sanmıyorum...

 

"Ben yemek yapmayı bilmiyorum ağam." Dedim ama artık yer yarılsada içine girseydim yaa ben...

 

Odada ki derin sessizliği,

 

"Eeee hayat müşterek Miran Ağam yemekleri de sen yapıverirsin ne olacak." diyerek işi dalgaya vuran Bekir abi bozdu.

 

Çorbamda olan bakışlarım alttan alta Miran Ağayı bulduğun da Bekir abiye sen ne saçmalıyorsun der gibi bakıyordu.

 

İçim burkuldu...

 

İştahım kaçsa da çorbayı bitirdim...

 

Sonrasında Bekir abi ile Miran'ın aldığı bilgisayarı açıp kurulum aşamasından başlayarak her ayrıntısı üzerine konuştuk.

 

Garip bir şekilde Miran'dan çekinsem de Bekir abi'ye kendimi daha yakın hissetmiştim. Gerçekten abimmiş gibi...

 

"Bunlar donanım özellikleri Canan, asıl iş yazılım da. Eğer ordan yürüyeyim dersen ayrıca kurs falan bakmak lazım. Çabuk öğreniyorsun bence yaparsın." deyip yüreklendirdi.

 

"Merakım hep vardı ama imkan olmayınca bu kadar oldu. Sen yazılımı da yapabileceğimi düşünüyorsan, çok çalışıp sizi mahcup etmem." dedim.

 

Bekir abi beni başıyla onayladı,

 

"Aslında tam Devranlık mevzular bunlar. Bir de onunla mı görüştürsek?" dediğinde Miran Ağa sinirlendi.

 

"Devran'ın işi sadece bilgisayar yazılımı olsa iyi Bekir, her türlü herkese yazar o... Karıştırma kardeşim."

 

"Yok be Miran, bak bu son kızla ciddi evlenecek diyorlar." dedi ana konudan daha da uzaklaşarak.

 

"Boran olsa tamam Bekir, gözüm kapalı güvenirim ama kusura bakma Devran'ın o imajı silmesi çok zor." dediğinde kimlerden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu sadece tenis maçı izler gibi ikisini izliyordum.

 

"Hakkaten oğlum, Boran'dan bir Elif'in adını duyduk. Adam okul biter bitmez aldı sevdiğini, evlendi geçti köşeye." dedi takdir ederek.

 

"Bir elin beş parmağı bir değil işte... Ama Bayram ağaya da Boran gibi evlat yakışır." dediğinde meraklı gözlerle onları dinlediğimi gördü. "Neyse önce Canan iyileşsin, sonrasına bakarız kardeşim." Diyerek konuyu kapattı.

 

"İyi öyleyse ben gidiyorum, birşeye ihtiyaç olursa ararsın." diyen Bekir abi benimle vedalaşıp kapıya yöneldi.

 

Miran Ağa da onun peşinden kapıya yürüdüğünde bilgisayar da açık olan yazılım ile ilgili videoyu kapatıp kenara bıraktım. Oturmak iyi gelmemişti, yerimde toparlandığım sırada, benim videonun sesinden dolayı durmayacağımı düşünmüş olacaklar ki konuşmaları duydum,

 

"Bana maval okuma Miran, Devran'ın adı geçince yüzünün şekli değişti, sen bu kızı kıskanıyorsun."

 

Bekir abinin sözleri ile kalbimin atışı depara kalktı, sorudan çok cevap için heyecanlıydım. Olabilir miydi?

 

"Bekir saçmalama abi, kızın kafasını karıştırmasın diye söyledim. Yakışıklı, genç adam kızın aklı kayar, okusun diye bunca emek ettik boşa mı gitsin?" dedi tek düze bir sesle.

 

Omuzlarım düştü yavaşça, ne bekliyordum ki, benim gibi köylü kızı Kezban'ı beğenmesini mi? Bir de yaralanıp başına kaldım. Akrabam olan şerefsiz nerdeydi acaba? Başımdan bela eksik olmuyordu, beni niye beğenip kıskansındı.

 

Odama geçtim küçük adımlarla, Miran mutfaktaydı, içimden ismine ağa eklemediğimi fark etsem de umursamadım. Nikahta keramet vardır dedikleri doğruydu herhalde. Adam sadece bana sahip çıkmıştı ama ben git gide ona çekiliyordum.

  

Odama geçip zorda olsa yatağa yerleştim, içime anlamsızca çöken hüzün ile gözlerimi kapattım.

 

Evi saran yemek kokusu ile uyandığımda, yutkunmama engel olamadım. Hastanede serumların etkisiyle çok birşey yiyememiştim, şimdi bünyem o açığı kapatmak ister gibiydi.

 

Sızlayan dikişlerime dikkat ederek mutfağa adımladığım da bekledim son şey YouTube dan videosunu izlediği yemeği yapmaya çalışan bir Miran Ağaydı. Videoyu geri sarıp tekrar izlediği kısımda katılan baharatları tekrar etti,

 

"Kimyon, kırmızı biber..." derken kapıya doğru döndüğünde beni fark etti, "Günaydın uykucu." dedi keyifli sesiyle.

 

"Günaydın Ağam" Dedim şaşkınlığımı saklayamadan.

 

"mantar sote yaptım ama sever misin?" Diyerek yemeği karıştırıp kapağını kapattı.

 

"Yemek seçmem ben." diyebildim.

 

"Ne güzel, ben çok seçerim. Sevmediğim yemeği hayatta ağzıma sürmem." dedi. Tabaklara yoğurt koyarken.

 

"Yurtta yaşarken öyle bir lüksün olamıyor malesef, yemediğin de aç kalman kimsenin umrunda olmayınca herşeyi yer buluyorsun kendini." dedim gülümsemeye çalışarak.

 

Elindeki kaşık duraksadı, hiç bu tarafından düşünmemişti sanırım,

 

"O zaman az sevdiğin yemeklerden mi? Çok sevdiğin yemeklerden mi?" Diye sordu toparlamaya çalışarak,

 

"Sen benim için bu kadar uğraşmışsın, artık en sevdiğim yemek oldu." dedim gerçeği söyleyerek. Bundan sonra her mantar sote gördüğümde aklıma Miran Ağa düşecekti.

 

İkimizde yüzümüzde taze gülümsemeyle baktık birbirimize...

 

 

 

 

 

Yedi ay öncesi Canan'dan

 

  

   

Bir otel odasında oturduğum berjerde hayatımı dünden bu güne sorguluyordum, kapıda yüzüme bakan Miran'ın gözlerin de gördüğüm tükenmişlik beni buraya kadar getiren gücü de tüketip alıp götürmüştü.

 

Narin yalan söylüyordu, biliyordum ama artık benim için ispat edilmiş bir gerçekti. Ben göğsündeki dövmeyi yeni yaptırmıştım, Miran görse aynını yapacağı için kavuştuğumuz geceye bir sürpriz olarak saklıyordum. Ben göğsünde adım yazılı deyince Narin'in yüzüne gölge düşse de inkar etmeyerek bana gerçeği vermişti. Benim sevdiğim adam Narin'e dokunmayı bırak daha yanında gömleğini bile çıkarmamıştı. Göğsünde olmayan dövmeyi bile bilmiyordu Narin hanım. Miran'ın hastanede çocuğu olup olmayacağını öğrenmeleri için verdiği sperm numunesinden doktor ile anşalarak aşılama yaptırdığı düşünülünce şeytana papucunu ters giydiren bu kadın artık hak ettiği hayata mahkum olacaktı.

 

Odanın içindeki kesif sigara kokusu Miran'ın kokusuna yıllardır karışmayan sigara kokusu gibi değildi. Sanki ekmek aş yerine sigara tüketmiş de odadaki perdeye dahi sinmiş gibiydi. Miran ise odadan beter durumdaydı, odanın camlarını açıp bana oturmam için yer gösterdikten sonra banyoya girmiş, belki de kaçmıştı.

 

Üzerinde temiz kıyafetleri nemli saçları ile gelip yanıma oturduğunda kollarını dizlerine koyarak başını elleri arasına aldı,

 

"Niye geldin?" dedi artık herşey için çok geçmiş gibi hissettim.

 

"Seni özledim." Diye gerçeği söyledim.

 

Küçük bir gülme sesi geldi kulağıma ama mutluluktan zerre payını almamıştı,

 

"İnanmadığın bir adamı özlesen ne olur?" diye içindekini sürdü ortaya.

 

Onun bana inanmadığını düşündüm de, bir anlığına kanım dondu, ben ne yaşatmıştım sevdiğim adama.

 

Yerimden kalkıp dizlerinin dibine oturdum. Görüş açısına girdiğimde dikleşip aramızda ki mesafenin azalmasını engellemeye çalıştı.

 

Sağ elini ellerimin içine aldığım da, nihayet kırgın gözleri beni buldu. İşte bu bakış beni ona esir ediyordu, kıyamayan, doyamayan, yoğun bir sevgi gözlerindeki kırgınlığı kenara itip kendini belli etti.

 

"Sana inanmıyorum dedim mi?" diye sordum.

 

"Sükut ikrardan değil mi?" Diyerek bu kez gözlerimin en derinine daldı.

 

Başımı iki yana salladım,

 

"Sadece bu durumu kaldırıp kaldıramayacağımı ölçüp biçecek zamana ihtiyacım vardı." dedim avucumdaki elini iki elimle sevip sararken.

 

"Canan yemin ederim, dokunmadım güze-" Derken sözünü kestim.

 

"Biliyorum, hatta şeytanın aklıma sokacağı her fitneden uzak kalacak kadar eminim dokunmadığına." dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Narin geldi." dedim bekletmeden "Senin konakta olduğunu, çok mutlu olacağınızı falan zırvaladı. Onu izlerken ne düşündüm biliyor musun?" Dediğimde boşta olan eli yanağımı kavradı, gözlerim kapandı huzurla "Ben sensiz ölürüm Miran... Yalan olduğunu bildiğim halde dinlemeye dayanamadım. Masum bir bebeğin hakkı için bile olsa senden vazgeçemem. O gün gitmen için sessiz kaldım, göz görmeyince gönül katlanır, dayanırım sandım." Başımı yine iki yana salladım. "Yapamam Miran, kuma desinler... Yüzsüz desinler, arsız desinler... Evli adamı ayartmış desinler... Umrunda bile değil, benim gururum onurun sensin. Biz biliyoruz gerçeği ya gerisi önemsiz..." Dediğimde tuttuğum eliyle beni kavrayıp dizlerine oturttu.

 

Dudaklarımız kavuşmanın dansına başladığında ikimizde susuz kalmış çöl bedevisi gibi içtik birbirimizi... Ellerim nemli saçlarını kavradı, benim olduğunu tasdik eder gibi her teline dokunmaya çalıştım. Daha sıkı sarıp kalbine sokmak ister gibi kavradı bedenimi...

 

Alınlarımız nefeslenmek için birleştiğinde üzerinde ki tişörtün eteklerini kavrayıp sıyırdım bedeninden,

 

"Canan..." diye inledi içine düştüğü ikilemde.

 

"Bugün hasret bitecek Miran, bana ait olan benim olacak. Narin'i en mutlu olduğu gün yıkıp geçmezsem banada Canan demesinler." Dediğimde gözlerinin içine dalarak ettiğim sözlere anlam yüklemeye çalışıyordu ama fırsat vermedim.

 

Kendi üzerimdeki gömleği de sıyırıp attım. Gözleri bedenime düştüğünde kalbimin üstüne iğneyle kazıttığım ismini gördü, parmakları havalanıp o noktada gezindiğin de yutkunuşunu seyrettim. Adem elmasının kavisine dudaklarımı bastırdım.

 

"Teninden alacaklıyım Miran, yılların borcunu ödesen mi artık?"

 

    

 

  

   

Eskiden, yeniden uzunca bir bölüm ile geldim...

 

Ülkü Mardin'de kısılıp kalınca objektifliğini ve sağ duysunu kaybedecek mi bir daha ki bölümde okuyup görelim.

 

⭐⭐⭐ Dokunmayı unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️ 😍 😻

    

Loading...
0%