@zamansizim84
|
Hesna'dan
Bekir'in apar topar çıkmasının ardından, Canan özür üzerine özür dilemişti. Onunda yaşadıklarını düşününce psikolojisi çok sağlam sayılmazdı.
Şimdi içinde olduğumuz aracın şöför koltuğunda ki Miran abi ise çok samimi bir insan, bu kadar sorunu yaşamasına rağmen hâlâ sağ duyulu olmaya çalışıyor, yanımda oturan Ülkü hanım daha kapalı kutu, eşiyle sorunları varmış moral olsun diye Canan çiftliğe gelmesi için ısrar edince kıramamış.
Gözlerim yolu seyreden ama baktığı yeri görmediği çok belli olan kadını buldu... Ülkü'yü...
Burda ki de düzene tepkili belli, Derya hanıma da ayrı bir gıcık ama sebebini anlayamadım. Tanısa fikri değişir sanki... İşin aslı Derya hanımın başını çektiği bir trenin lokomotifi olmaktan asla rahatsız olmam.
Beni konağa bıraktıklarında ortalarda kimse yoktu, Gülhan anne de bir ahbabında olunca sessiz bir avlu beni karşıladı. Odama gitmek için tembel adımlarla merdivenlere yöneldim. Son basamaklara geldiğim sırada konağın boş olmasından istifade rahat hareket eden Zelal'in, sesi odasından taşıyordu.
"Ahh Şilan ah... Boran bir bulunsun hemen harekete geçmemiz lazım. O kızın ayağı yer tutmadan, Boran kendini toparlamadan aklımızda ki planı uygulamalıyız." dediğinde şaşırmadım aslında seviyorum dediği adamın günlerdir kayıp olması canını yakmıyordu, daha çok karısının yanında olmaması kısmıyla ilgiliydi.
Karşıyı dinledi bir zaman,
"Havva hala, Selma'yı işlemeye devam etsin, Devran'ın düzeni bozulsun." deyip derin bir nefes aldı.
İyi de bunun amacı neydi ki?
Ben düşüne durayım o planını açık etti,
"Karısının gerçek yüzünü görsün bir an önce, sonrası çorap söküğü gibi gelir. Dağılmış bir Boran, gözü dışarı kayacak kadar kalbi kırılmış Devran ve herkesin hayran olduğu Derya hanım. Çok sürmez Devran gördüğü güçlü kadına kapılıp o sümsük Selma'ya harcadığı yıllara acır." deyip kıkırdadı.
Akıl alır gibi değildi, bugün daha detaylı öğrenmiştim Hanoğlularının yaşadıklarını, Devran ve Boran ağa amca çocuklarıymış ama kardeş gibi büyümüşler. Devran çapkın bir adam olsa da Selma'dan sonra hovardalıktan elini eteğini çekmiş, Boran Ağa'nın dağıldığı dönemde tüm iş yükünü üstüne alıp kardeşim dediği adama destek olmuş. Şimdi bu takıntılı hasta kadının tuzağına düşerler mi?
Düşmezler inşallah...
Yine bir sessizlik oldu, peşi sıra Zelal'in kahkahası duyuldu,
"Şeytanım tabii kızım yeni mi anladın? Boran ya benim olur yada yanlız kalmaya mahkum Şilan. Kimseyle paylaşmam önüme çıkana neler yapacağımı da en iyi sen bilirsin." dediğinde ürperdiğimi hissettim. Seven sevdiğinin mutluluğunu istemez miydi?
Duyduklarıma anlam yüklemeye çalışırken,
"Cihan abim, Şilan diyor başka birşey demiyor, aklını nasıl başından aldıysan artık." dedi ismini ilk defa bu konuşmada duyduğum kıza. Cihan ağadan bir kadın ismi duyacağıma da hiç ihtimal vermezdim zaten.
Merdivenlerin bitiminde öylece kalmıştım, yakalanmadan odama geçsem iyi olacaktı.
O telefonu vedalaşıp kapattı sırada telefonum çalınca yüzümü buluşturdum yakalanacaktım. Bekir'in aradığını görünce açtım hemen,
"Güzelim geçtin mi konağa?" diye sordu,
"Geldim hayatım, açık hava yormuş beni. Odamıza geçip dinleneceğim biraz." dedim gözüm Zelal'in kapısında.
"Bizde sınırı geçiyoruz şimdi, inşallah akşama kalmadan buluruz Boran'ı. Hesna, görsen Devran nasıl perişan. Böyle abin olsun sırtın yere gelmez." dedi imrenerek.
Burukça gülümsedim nasıl derdim bacın adamların kardeşliğine tuzak kuruyor diye, herşeyden habersiz hali canımı yaktı.
"Bulursunuz inşallah." dediğimde vedalaşıp kapattık telefonu.
Odasından çıkan Zelal ile göz göze geldik. Konuştuklarımı duymuştu ve benim aksime dinlediğini belli etmekten asla çekinmiyordu,
"Bulsunlar Boran ağayı da hepimiz feraha erelim." deyip saçını savurarak merdivenleri inip kayboldu.
Allah sonumuzu hayır etsin inşallah, bu kadın aklını Boran ağayla bozmuş...
Odama geçip üzerinde ki elbiseden kurtuldum. Rahat kıyafetler giyip yatak başlığına sırtımı yaslağımda elime hevesle okuduğum kitabımı aldım, yine kitabın içinde kaybolmuştum ki telefonumun sesiyle gerçek dünyaya döndüm.
Arayan numarayı tanımasam da dudak bükerek açıp kulağıma götürdüm,
"Hesna..." dediğinde yengemi sesinden tanımam zor olmadı.
"Yenge?" dedim emin olmak için,
"Benim, nasılsın?"Dedi çekinerek.
Nasıldım...
Umrunda mıydı?
Sanmıyorum...
Bir derdi vardı kesin...
Gerçeği söyleyelim de içi rahat söylesin derdini,
"Çok iyiyim yenge keyfim de huzurum da yerinde." dedim nispet eder gibi.
Derin bir nefes aldı,
"Sevindim senin için ama biz iyi değiliz bil istedim." dediğinde derdini anlamıştım.
"Bunu amcam kendi eliyle etti, bir gün yanımda durmadı." dediğimde
"Biliyorum ama Hesna hiç mi hatrımız yok?" diye sordu.
" Neyin hatırı yenge senin kocan bir gün başımı okşamadı. İnsanların karşısında kızımdan ayırmadım deyince söylediği yalana herkes inanır sandı. Gel gör ki onun bana yaptıklarına kör olmayan Bekir ağayı hafife aldı." dedim yılların birikmişliği ile.
"Hesna, kızım..." dedi ama devamı gelmedi, diyecek sözü yoktu çünkü.
Güldüm ama keyiften çok yoksun bir gülüştü,
"Beni Bekir Ağanın üç gün hevesini alıp kapınıza atacağı gönül eğlencesi sandı ama ben konak hanımı oldum yenge, onun için bana kızım deme. Kızın olsaydım okurturdun, yanına yakıştırıp düğün meclisine götürürdün. Benim yüreğim de iki insan karşısına çıkınca rezil olmak korkusuyla kuş gibi çırpınmazdı." dedim akmak için zorlayan göz yaşlarımı tutmaya çalışırken.
"Ne desen haklısın, ettiğimizi çekiyoruz." diyerek kabullendi.
Telefonu kapattığımızda yanağıma süzülen damlalara engel olamadım, keşke böyle olmasaydı...
Bu yaptığımla onlardan farkım kalmış mıydı?
Düşünceler içinde kaybolup uyuyakalmış olduğumu, Bekir'in yorgun bedeni yanıma uzandığın da anladım. Gözlerim aralandığında sırt üstü uzanmış tavanı seyrediyordu,
"Bekir..." dedim fark edilmek için.
Şefkatli bakışları ile bana döndü,
"Uyu güzelim, uykunu açma." dedi saçlarımı okşayarak.
Bende elimi yanağımın altına alıp ona döndüm tamamen,
"Buldunuz mu?" dedim gözlerinde yorgunluğu ve hüznü görerek.
Burukça gülümsedi,
"Bulduk." deyip derin bir nefes alırken kolunu yastığın altından geçirerek başına destek yaptı. "Boran dağ gibi adamdır Hesna, şu hayatta gözüm kapalı güvenebileceğim nadir adamlardandır. Onu yine dibe vurmuş görmek içimi acıttı." dedi tüm samimiyetiyle...
"Çok mu kötü?" dedim istemsiz.
"Kötü... Biraz daha geç kalsaydık kötüden de ötesi olacakmış, bulduğumuz da ateşi kırka yakındı. Havale geçirmesin diye sınıra kadar ne kadar uğraştık, hızımız kaçı vurdu hiç bilmiyorum." Dedi sıkıntıyla.
"Şimdi nasıl?" diye sordum.
"Yoğun bakımda, şiddetli zatürre dediler. Ciğerleri iflasın eşiğinde, direnç düşmüş." Deyip sıkıntılı bir nefes verdi.
"Nerdeymiş ki zatürre olacak kadar." dedim sesli düşünür gibi.
"Dağ başı bir çoban kulübesinde, orayı da nerden bulduysa? "
O da sesli düşünüyordu, kafasında oturmayan çok şey olduğunun farkındaydım.
"Derya hanım?" dedim az çok halini tahmin ediliyor olsam da.
"O olmasa bulamazdık, sınır dışında dinleme yapılması çok zor iştir. Nasıl yaptıysa eli oralara kadar uzanmış. Anlık bir sinyal yakalamışlar. Yoksa Allah korusun ölüsünden bile zor haberdar olurduk." dedi tavana dönerek.
"Çok üzülmüştür." derken kendimi onun yerine koydum da nefesim kesildi. Onun yine elinden gelen şeyler vardı, bir nebze olsun içini ferahlatacak. Elim kolum bağlı oturken deli çıkardım.
"Hastane girişinde gördü Boran'ı, nasıl yıkıldı görmen lazım Hesna. Çok değer veriyor, çok seviyor belli. Kardeşi yanında destek olmasa yığılıp kalacaktı."
Benim kardeşim de yoktu, kolumdan tutacak, yanımda olacak...
Yaptığım çok yanlıştı belki ama, kimsesizliğim ister istemez aklıma geliyordu.
"Kardeşi Bayram Ağanın kızıyla evliymiş öyle mi?" Diye sordum nerden duyduğumu hatırlamayarak. Başıyla onayladı,
"Berdelle evlenmemişler değil mi? Öyle olsa bu kadar sever miydi?" dedim fikir yürüterek.
Hafifçe büküldü dudakları,
"Berdel değildir, Bayram amca çok karşıdır öyle şeye ama bence severdi Hesna. Bu ikisi birbirini nerede olsa bulur severdi. Benim seni bulup seveceğim gibi..." deyip bana döndü.
Gözlerimin içi ışıldamıştır eminim, sözleri öyle hoşuma gitti.
"Sakın ortalardan falan kaybolma, benim ne seni bulacak gücüm, ne de yıkılmayayım diye tutacak kardeşim var. Benim herşeyim sensin Bekir, beni sensizlikle sınamasın rabbim." dedim tüm içtenliğimle.
Kolunu başımın altından geçirip sinesine çekti beni. Özlediğim kokusu dört bir yanımı sardığında,
"Amin güzelim, beni de sensizlikle sınamasın." Diyerek duama ortak oldu.
Sabaha kadar huzurla uyudum...
Kahvaltı masasında toplandığımızda Hüseyin Ağa,
"Boran nasıl Bekir? Nerde nasıl buldunuz?" diye sordu.
Cihan ve Zelal'in de kulak kesildiklerini fark ettim.
"Dağ başında bir çoban kulübesinde bulduk baba, durumu iyi değildi. Şimdi yoğun bakımda diye biliyorum... İnşallah toparlar kendini." dedi bana anlattığı bir çok detayı vermeden.
Zelal dalga geçer tonda,
"Eee gözü aydın Derya hanımın kavuşmuş Boran ağaya." dedi.
Bekir'in tahammülsüz bakışları kız kardeşine döndü,
"Boran da eşine kavuştu şükür Zelal... Adam hasta, aklı yerinde değil hâlâ Derya diye sayıklıyordu. Çok seviyorlar birbirlerini çok..." dediğinde Zelal'in elindeki çatalı tutuşu sertleşti ama tepki vermedi.
"Allah ayırmasın." diyen Gülhan anneye öyle bir baktı ki ürktüm.
Beyleri uğurlayınca ikimize kahve yapıp Gülhan annenin odasına çıktım,
"Gelebilir miyim?" dediğimde tebessüm ile karşıladı.
"Gel tabii güzel kızım." Deyince elimdeki kahvelerle yanına ilerledim. Karşılıklı oturduk,
"İyi misin Hesna? Songül dün çiftlikten keyifsiz döndüğünü söyledi." Dedi ilk yudumunu almadan önce,
"İyiyim anne, Bekir alel acele gidince tedirgin oldum." Diyerek geçiştirdim.
"Gittiği iyi olmuş kızım, bu Zelal'in takıntısı olmasa su sızmazdı oğlanların arasından ama Boran çekti kendini haklı olarak." dedi durumdan memnuniyetsizliğini dile getirerek.
Laf açılmışken fırsat bu fırsat deyip,
"Anne Zelal'in bi planı var içine Cihan abinin de adı geçiyor ama detayını bilmiyorum." deyince elindeki fincanı bıraktı hemen,
"Ne planı Hesna?" dedi telaşla.
Dudak büktüm,
"Birşeyler duydum ama anlayamadım hepsini, yanlız Boran ağa ile Devran ağayı birbirine düşürmek istiyor hemde Derya hanım üzerinden." dedim utanarak.
Gülhan anne önce anlamadı, ben gözlerimi kaçırınca,
"Tövbe estafurullah... Bu kızın aklı nasıl böyle çalışıyor bilmiyorum." Diyerek eshef etti.
"Şilan diye birinin adı geçti, bir de Havva Selma'yı işlesin falan dedi ama ben kimseyi tanımadığım için bir şey anlamadım." dedim.
"Havva, Bayram Ağa'nın bacısı yılanın da önde gidenidir, kızı Şilan'da onun yolunda demek..." deyip derin bir nefes aldı,
"Anne, Zelal Cihan Abi bu kızı seviyor gibi konuştu. Sen duydun mu ondan böyle bir şey?" diye sordum.
"Yok kızım duymadım, duymayayım da inşallah. Allah yazdıysa bozsun." deyip kulağını çekerek tahtaya vurdu.
"Bekir'e anlatayım mı bunları, bilemedim?" dedim akıl almak isteyerek.
"Anlat tabii kızım, karı koca arasında bunlar saklanmaz. Yarın öbür gün birşey olur, biliyordun da niye söylemedin demez mi?" dedi elimi okşayarak.
Gülhan anne gerçekten anne sevgisini veriyordu, ama bunun yanında öğüt alınacak akıllı bir kadın oluşunu ayrı seviyordum.
"Birşey daha sorsam anne? Ben içinden çıkamadım tek başıma..." deyip dün yengemle konuştullarımızı anlattım.
İçimi kurt gibi kemirmişti dünden bu yana,
"Hesna bak şimdi beni iyi dinle, şu konakta benden başka arkanı düşünmeden dönebileceğin kimse var mı? Kocanın başına bir hal gelse" Deyip duraksadı " 'Allah korusun' " Deyip devam etti " Ben de bugün varım yarın yokum, her ne yaşanmış olursa olsun yengen akıllı bir kadın. Zor zamanın da yanında olmanın onun için kârlı olacağını bilecek kadar akıllı..."
Anlıyor muyum diye gözlerime baktı,
"Bir söz vardır, 'dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın' derler. Ne olursa olsun onlar senin ailen. Öyle olmadıklarını, bunu sana hissettirmediklerini biliyorum ama kimsenin bunu bilmesine gerek yok. Sırrın güzeli sadece senin bildiğindir." diye ekledi.
"Anladım anne." dedim buruk bir tebessüm ile "iyi ki varsın." dediğimde kollarını açtı arasına girdim, sanki kırk yıllık bir hasretle.
Ayrılınca yanında ki çekmeceden bir zarf alıp içine yüklüce bir miktar para koydu. Bana uzattığın da,
"Sen bugün yengene gidip bir kahvelerini iç. Ben Bekir ile konuşup amcana karşı daha anlayışlı olmasını söylerim. Görünen o ki derslerini almışlar." Deyip göz kırptı.
Zelal nasıl böyle bir anneye rağmen bu kadar zalimdi, kardeş gibi büyümüş iki insanı birbirine düşürmek için düşünmeden adım üzerine adım atıyordu.
Gülhan anneye teşekkür edip odasından ayrıldım, merdivenleri tırmanıp odama çıkarken Cihan abi elinde siyah bir gömlek ile üst bedenini trabzandan sarkıtmış avluya bakıyordu. Gömleğin haline bakılırsa ütülenmesi için birini arıyor olmalıydı. Hiç birini bulamazdı, tam bu saatte yemek için yoğun bir hazırlık olurdu.
"Abi..." Dedim çekinerek varlığımı fark edişiyle uzaklaştı trabzandan, tek kaşı havalandı 'ne var?' der gibi.
Alışıktım bu haline Zelal dışında kimseyle sohbet eden biri değildi.
"Şey..." diye geveledim istemsiz gerilerek "Kızlar yemek hazırlığında olur bu saatte, kimseyi bulamazsın. Ben ütüleyeyim işin acilse." dedim ama o kadar heybetli, o kadar dik bir adamdı ki çekinmeden konuşamıyordum.
Koyu kahve gözleri babasına benziyordu. Dik bakışları da,
"Gerek yok kızlardan birini çağır yeter." dediğinde ise yüzüm düştü, bu adam Zelal'e olduğu gibi banada abi olsun çok isterdim.
"Olur abi..." dediğimde sesimde ki kırılmayı saklayamamıştım. Merdivenlere doğru iki adım atmıştım ki,
"Yanlış anlama yenge, sana iş buyurduk diye abimin tepesi yine atmasın diye kızları çağır dedim."
Sesinde ki sertlik çok az kırılmıştı, dediğinde kendince haklıydı belki ama yardım etmeyi ben teklif etmiştim,
"Sen iş buyurmadın abi, ben yardımcı olmak istedim. Hem ben evde olup biteni Bekir'e rapor vermiyorum. O gün sofrayı dağıtacak kadar kızacağını bilsem asla konuşmazdım." dediğimde ifadesini hafif bir şaşkınlık bürüdü.
"Zelal kötülük olsun diye konuşmuyor, yapısı öyle... Her söylediğine alınma ki kardeşlerin arası açılmasın." dedi kız kardeşinin gerçek yüzünden bi haber.
Asla gerçek yüzünü görmeyecek kadar kardeşine düşkün oluşuna burukça gülümsedim,
"Olur Cihan abi, veriyor musun gömleğini?" deyince bu kadar ılımlı olmama daha çok şaşırsa da belli etmemeye çalışıyordu.
Gömleği uzatınca aldım, ütü odasına yöneldim.
Siyah gömleği ütünün derecesine dikkat ederek özenle ütüledim, ütüyü fişden çekip yakasından tuttuğum gömlek ile Cihan abinin odasına doğru adımladım, kapının açık olduğunu fark etsem de tıklatmak için elimi havalandırmaya kalmadan Zelal'in sesi duyuldu,
"Abi..." dedi bir şey isteyecek gibi mırıl mırıl bir sesle Cihan abiden ses gelmezken devam etti "Şilan'ı arada arasan, iki tatlı söz söylesen kız çok aşık sana." dediğinde o kıza söylediği yalanlar geçti zihnimden 'abim Şilan diyor başka bir şey demiyor'
"Zelal hatrın için birşeyleri kabul ettim zorlama istersen? Ben mi dedim bana aşık olsun diye. Sen arada olmasan onun boş sohbetini hiç çekmem, o da bunu biliyor benim adıma yalanlar söyleme." dedi otoriter bir şekilde.
"Offf abi ya hiç anlamıyorsun kadın ruhundan, azıcık nazını çeksen ne olur?" diye söylendi Zelal.
"İnsan sevdiğinin nazını çeker kardeşim, o Devran benim hayatımı çaldı, Boran'da sadece seyretti. Bunun bedelini ödeyecekler. Dahası yok kimse benden kocalık beklemesin..." dediğinde aklım çorbaya dönmüştü.
"Abi, Zelfi evli kaç kere haber yollattım, hayatından memnun belli ki Boran'ın karısının ölümünde parmağı var. Yoksa cenaze arasında evlenip kaçar gibi gider miydi? Devran ağa'dan kaç lira aldı kim bilir? Eee... Devran da ağa olmak için engel tanımadı ama bak yine herkes Boran ve karısını konuşuyor." dediğinde Cihan abinin birşeyi duvara fırlattı sanırım duyduğum kırılma sesiyle yerimde sıçradım.
"Yeter Zelal sus duymak istemiyorum." diye yükseldi.
Fırsat bu fırsat deyip oluşan sessizliği işaret parmağımın tersiyle kapıya üç kez vurarak böldüm, Cihan abi kapıyı ardına kadar açtığında Zelal'i göremeyeceğim kadar geniş bir alan kaplıyordu.
Gömleğini uzatıp konuşulanları duymamış gibi gülümsedim,
"Sağol yenge zahmet ettin." dediğinde, yaklaşımı biraz evvelki sinirini güzel saklıyordu. Dışardan öfke kontrolü olmayan biri gibi duruyordu ama bu hali beni şaşırtmıştı.
"Rica ederim Cihan abi." deyip elimdeki gömleği aldığında ordan uzaklaştım.
Bu kız abisinden ne istiyordu, Boran ve Devran ağa onun anlattığı gibi insanlar değildi, tabii ben de ancak Bekir'in anlattığı kararıyla fikir sahibiydim ama şimdiye kadar beni yanıltmamıştı.
Zelal açık açık abisini kandırıyor olabilir miydi? Şilan denen kız da Bayram Ağa'nın yeğeniydi. Zelal'e birlik olup onlara tuzak kurmazdı herhalde.
Cihan abiye aşık ise olabilir?
Ayyy böyle bir elti düşman başına...
Bunları Bekir'e anlatmalıydım ama ne diyecektim, kapı dinledim mi?
Off...
Amcamlara gitmek için Bekir ile telefonda konuşup durumu anlattım, kararı bana bırakması içimi rahatlattı,
"Onlar senin akraban Hesna, nasıl bir ilişki yürütmek istediğine sen karar vermelisin. Ben sadece seni üzdüklerinde olacakları bilsinler istedim." demişti.
Bekir ile evliyken hem biz oluyorduk, hem de bana saygısıyla kendimi değerli hissettiriyordu. Bu denge çok kıymetli olsa gerek.
Bindiğim lüks araba eski evin olduğu mahalleye girince etraftaki meraklı gözler üzerimize döndü. Bekir'in güvendiği adamlarından biri ile gelmiştim,
"Ben kapıdayım yenge, abim bir tatsızlık olursa diye sıkı sıkı tembihledi. Bir seslenmen yeter." Dediğinde burada kolumu kaynar su ile haşlandıkları gün geldi aklıma, tüylerim diken diken olurken güvende olmaya sevilip sayılmaya ne çabuk alıştığımı düşündüm. Teşekkür edip indim arabadan.
Eski avlu kapısının tokmağını vurdum iki kez,
İçerden söylenerek gelen Fatma'nın sesini duydum,
"Kim bilir hangi alacaklı bu saatte?" diyerek açtığı kapıda benimle karşılaşmak beklediği son şey bile değildi. Ben de alacaklıların kapıya kadar geliyor oluşuna takılmıştım.
Biz birbirimize bakakaldığımızda arkadan yengemin sesi duyuldu,
"Fatma kimmiş gelen?"
İkimizi de transtan bu ses çıkardı,
"Hesna hanım gelmiş anne." diyerek içeriye seslendiğinde üzerinde ki gündelik elbisesi ve bakımsız hali iyice ortaya çıktı. Fatma ki evde assolist gibi dolaşır ha bire bana iş buyurur, üstüne de yaptığım hiç birşeyden memnun olamazdı.
Yengemse akıllı bir kadındı, ilk amacı beni başından savmak olduğu için her işi bana öğretmiş aklınca ideal gelin haline getirmişti. İyi bir evlilik yapıp tekrar onların başına bela olmamam için gelin gittiğim kapıyı memnun etmem gerekirdi değil mi?
Gel gör ki devran dönmüş, benim içinden çıkmak için gece yarılarına kadar uğraştığım tüm işler Fatma'nın başına kalmıştı.
Benim onu süzdüğüm gibi Fatma da beni süzerken özenle hazırlandığım için kendimi tebrik ettim. Üzerimde yeşil gözlerimi ortaya çıkaran sade bir elbise ve ona uyumlu hafif bir makyaj vardı. Çantam ve ayakkabılarım da abartıdan uzak ama uyumluyken sade bir bileklik ve yüzüklerimden başka takı takmamıştım. Görgüsüz gibi ne bulduysa üst üste takan insanlardan oldum olası haz etmezdim. Allah'tan Gülhan anne de sade ve şık giyinen biriydi, gösteriş meraklısı olmaması büyük avantajdı benim için.
Yengem elini kurulayarak kapıya geldiğinde beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.
"Hesna..." dedi sadece alt metinde niye geldin? Demek istediği belli olsada lafa dökmedi.
Elimdeki tatlı kutusunu biraz havalandırdım aramızda, "Bir kahve içmeye geldim müsaitseniz" dediğimde yengem de kendini toparlamıştı,
"Tabii müsaitiz gel buyur." deyip kapı önünde bana ters ters bakmakta olan Fatma'yı çekeleyip geçmem için yer açtı.
Avluda ki sedirlere oturduğumuz da aklımda Bekir'in rüyası dolanıyordu, beni annesinin dizlerinde uyurken gördüğü sedirlerde oturuyordum şuan. Kader gerçekten şaşırtıcı ve ümidi kesmeyecek kadar adildi.
Fatma'yı kahve yapmaya yollayan yengem her zaman ki gibi gerçekçiydi,
"Dün pek sert konuştun Hesna, ben senden ümidi kesmiştim. Bugün hangi rüzgar attı seni buraya." dediğinde ben de en az onun kadar açık konuşmaya karar verdim,
"Ben yıllardır yanlızım yenge, evinizde olmam bana ailem var gibi hissettirmedi hiç bir zaman. Sizinde böyle bir gayeniz yoktu zaten..." dediğimde söylediklerimin doğruluğu karşısında yerinde huzursuzca kıpırdandı.
"Geçmişi deşmek için gelmedim yanlış anlama ama kol kırılsın yen içinde kalsın. Ben biliyorum kimsesiz olduğumu ama başkaları da bilmesin, kimse beni burdan vurmasın." dediğimde anlamaz gözlerle bana bakıyordu,
"Bekir'i amcamın işlerinin önünden çekeceğim." deyip çantamda ki zarfı çıkarıp minderin üzerine bıraktım, "Bunlarda şimdilik sizi toparlar, ele güne karşı dimdik ayakta olun. Olmaz inşallah ama bir kere daha size ihtiyacım olursa arkamda dağ gibi durun." deyince elini elimin üzerine bıraktı,
"Üzüyorlar mı seni? Dün yalan mı söyledin? "diye sordu.
Öylesine sormadığını gözlerindeki samimiyeti gördüm,
"Bekir ile çok mutluyum yenge, Gülhan anne de çok iyi birisi ama Zelal ve koca bir aşiret tökezlediğim an enseme biner. Çocuk değilim kimsesiz birini hanım ağa olarak istemeyecekleri aşikâr." dedim açık açık.
Dudaklarını birbirine bastırdı, beni baştan ayağa süzdü tekrar,
"El kapısı bir günde büyütür insanı derler bilir misin? Seni de büyütmüşler." deyip elini çekti elimin üzerinden. "Amcan aptal bir adamdır Hesna, kimsem yok diye ona mecbur oldum zamanında. Benim başımda ki dayımın karısı yok sayardı beni, ne iş öğretirdi ne akıl verirdi. Kapıya ilk gelene de beni verdi kurtuldu. Çok ezildim sonradan, çocuk yaşta çocuk sahibi oldum üstüne bir ev ahalisinin işi gücü yemeği... Canımdan bezdim o yaşımda, yalan yok sen buraya geldiğin de hiç istemedim. Kendi yağımızda ancak kavruluyorduk o zamanlar, sonrasında işler düzeldi biraz daha feraha çıktık ama ben seni hiç istemedim. Sen de kendimi gördüm unutmaya çalıştıkça yüzüme vurdu yıllardır çektiğim herşey."
Gözünden akan tek damlayı sildi,
"Ama ben gibi olma ezilme diye de her bildiğimi sana öğrettim, şimdi de Fatma geçiyor aynı tedrisattan. Sana nasıl kıza kıza öğrettiysem ona da öyle öğretiyorum. Vel hâsılı kelam Bekir Ağa akıllı bir adam ne benim dayıma, ne senin amcana benzemiyor. Canı sağ oldukça seni kimseye muhtaç etmez, olaki bize iş düştü merak etme amcan durmasada ben arkanda dururum." dedi güven vererek.
Fatma elinde kahveler ile geldiğinde konuyu kapatıp tatlımızın eşliğinde kahvelerimizi içtik.
"Boran ağayı sınırdan Bekir Ağa getirmiş diyorlar doğru mu Hesna?" diyen Fatma için dedikodu olsun da gerisi boştu.
"Öyle oldu." dedim detay vermeden.
Onun açtığı yolu yengem devam ettirdi,
"Çok mu hastaymış Boran Ağa?" diye sordu.
"Sınırdan getirdiklerin de çok kötüymüş ama toparlar inşallah." dedim.
"Nazar oldu onlar, bir anda tüm Mardin'in gözü üzerlerine çevrildi. Güzel, akıllı, okumuş kadın... Boran zaten kendini kapatmasaydı şimdiye Mardin'in ağası o olmuştu. Bakma sen Devran da akıllıdır ama Boran günlük düşünmez, bir işe kalkışıyorsa önünü, ardını ince ince düşünür. Yazık olmaz inşallah." Dediğinde herkesin bu konuya bu kadar odaklı olması garibime gitmişti.
Onlarla vedalış ayrıldım eski mahallemden, dünden beri içime çöreklenen huzursuzluk azalmıştı. Öyle yada böyle ekmekleri yemiş, sularını içmiştim. Gülhan annenin anlattıkları da nefsimi yenip bu kapıyı çalmam için destek olmuştu.
Cihan'dan,
Konaktan çıktığımda sinirim geçmemişti, Zelal sürekli üzerime gelip Şilan denen kıza yakınlık göstermem için psikolojik baskı yapıyordu. Oysa Şilan adı gibi biliyordu onu sevmediğimi, kimseye gönül oyunu yapacak değildim. Benim derdim ağa olmak için Mardin'i ateşe verecek kadar şerefsiz olan Devran ve ölüp giden karısının katili yanı başındayken inatla görmeyip kendini bitiren Boran'dı.
Aslında biz kardeş gibi büyütülmüş dört erkektik, ailelerimizin dostluğu eskiye dayanıyordu. Babamın annemi yüzsüzce kuma olarak istemesi aralarını açsa da bağlarını koparmamıştı. O ailede saygı duyduğum iki kişi vardı, biri doğrusu kimseye göre değişmeyen Bayram amca, diğeri kocasının yasını asaletini hiç bozmadan tutan Türkan hanım... Hayret ediyordum öyle asil bir kadının Devran gibi hainin annesi olmasına.
Arabanın camını açıp yaktığım sigaranın dumanını dışarı üflediğim de önünden geçtiğim lisenin bahçesine takıldı gözüm... Zelfi'nin beline kadar uzanan dalga dalga saçlarının rüzgarda dağılışı, omzundaki okul çantasını sıkı sıkı tutan zarif uzun parmakları, açık kumral kağıt gibi pürüzsüz teni gelip kuruldu zihnime...
O beni bilmezdi ama ben onun saçlarının kokusunu bilirdim, içinden şarkı söyleyerek yürüdüğü okul yolunu, sınavı istediği gibi geçmeyince asılan yüzünü, kırk da yılda bir köşedeki pastaneden aldığı pamuk şekeri çantasına saklayışını, kendine dönen beğeni dolu bakışlara asla pirim veremediğini bildiğim gibi...
Okul çıkışlarında Hanoğlu konağına kadar onu takip etmek hayatımın bir rutini olmuştu. Yakıştıramıyordum kendime küçüktü daha tek derdi okumaktı ama gel gör ki yıllarca kimseye kaymamış gönlüm bu kıza pervane olmuştu. Yine birgün okul yolunu peşinden aşındırıyordum kendimce kimseye sezdirmeden, onun her zaman hızlı hızlı geçtiği tenha sokağa geldiğiniz sırada aramızda ayak sesimi duymayacağı kadar bir mesafe vardı. Birden irkilerek durduğunu fark edince adımlarımı hızlandırdım, korkusuna sebep dört ayaklı bir it beklerken karşımda iki ayaklı bir it bulmuştum.Mardin'in zenginlerinden birinin oğlu Sadi.
Zelfi yanından geçip gidecekken kolunu tuttu, ne dediğini duyacak kadar yaklaşmamıştım daha araya girip, girmemekte de emin olamadım. Beni fark ederse böyle hergün onun peşinde dolaşamazdım. Zelfi ise kolunu sertçe çekip kurtardı teklifsizce tenine değen parmaklardan,
"Bu dediklerini sen demedin ben de duymadım, çekil git şimdi kendi yoluna." deyip hâlâ pis pis sırıtan oğlanı arkasında bırakıp iki adım attığında,
"Ne dedik güzelim, Hanoğlu konağında hizmetçilik edeceğine, benimle evlen bizim konağa hanım ol dedik." diye az evvel duymayı kaçırdığım teklifini arsızca yeniledi Sadi.
Zelfi durmaz dedim ama beni şaşırttı, saçlarını savurarak arkasını döndüğünde öfkeli gözleri beni bulmadı tüm derdi arkasında konuşan adamdı, işaret parmağını tehditkar şekilde havalandırdı,
"Siz kendi kız kardeşlerinizi okula yollamazken, kapısında ki hizmetçiyi bile okutan Bayram Ağa'nın konağının hizmetçisi olmak, sizin konakta hanım olmaktan kat kat üstündür benim için." deyip bir adım gerileyip devam etti,
"Senin evlen benimle diyerek, gönül eğleyeceğin kızlardan değilim ben Sadi efendi, başka kapıya..." deyip yine saçlarını savurarak yoluna gitti.
İlk defa o gün konağa girene kadar takip etmedim onu, daha önemli işlerim vardı, Sadi itine her kuşun etinin yenmeyeceğini detaylıca anlatmak gibi... Tabii ki anlayacağı dilden.
Çenemin o gün ki gibi sinirle kasıldığını fark ettiğimde sigaradan derin bir nefes çektim ciğerlerime...
Askere gittiğin de olacakları bilsem asla gitmezdim. Geçen zaman sadece altı aydı, bir yılın yarısı kadar. Bir bebeğin bile doğması için dokuz aya ihtiyaç varken, benim hayatımı altı ayda çaldılar. Geldiğimde Boran karısı Elif öldüğü için meczup gibi gezerken, Devran evlenmiş dahası karısı bebek bekliyordu. Ortada çözülememiş bir cinayet varken kim hayatına bu kadar hızlı devam edebilirdi ki... Kardeşim dediği adamın yasına da mı saygısı yoktu?
Zelfi ise bunca olayın içinde evlenerek Hanoğlu konağından kuş olup uçmuştu. Babası olacak adamdan başkası nerde olduğunu bilmiyordu, cinayete yardım ettiği için Devran tarafından saklandığını Şilan'dan zor da olsa öğrenmiştik.
Zelfi akıllı bir kız olsada Devran daha kurnaz bir adamdı. Kim bilir nasıl kandırdı benim asi kızımı, belki kardeşiyle tehdit etti... Kesin öyle yoksa Zelfi kimseye papuç bırakmazdı.
Benim adım da Cihan Karacahan ise o Hanoğlu konağında kimse de huzur bırakmayacağım... O yalandan kardeşlik bağlarını bir daha düzelmeyecek şekilde koparmazsam namerdim...
Eveeeeet arkadaşlar Cihan Ağa'nın neden düşmanlık ettiğini de öğrendik.
Zelal içten içe kuyu kazıyor bakalım içine düşürmek istediklerini düşürebilecek mi? Yoksa kendini kuyunun dibinde mi bulacak?
Hesna'nın ailesine yaklaşmasını doğru buluyor musunuz?
Bir daha ki bölüm Aladağ konağına bir uğrayalım Mirza kayıplardaydı bir bulup çıkaralım.
⭐⭐⭐⭐ Dokunmayın unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️ 😍 😻
|
0% |