@zamansizim84
|
Merhaba arkadaşlar Yeni bölüm için çok beklettim biliyorum ama şartlarım bu kadar el veriyor maalesef... Bu bölümden sonra hepinizin istediği gibi Hesna'dan ve Karacahan konağından devam edeceğiz. Konunun Muhtemel Aşk kitabım ile kesiştiği yerlere yaklaştık. Bu bölüm de kaynayan bir kazan olan Aladağ konağından...
Miran'dan
Ayağım ritmik bir şekilde yere vururken, hastane kokusu dört bir yanıma dolanıp içinde olduğumuz gerçekliği yüzüme vuruyordu. Ben kapıdaydım, Canan içerde...
Yine ayrı düşmüştük...
Mirza salladığım bacağıma uzandığında elini dizime koyup,
"Abi sakin olmalıyız, telaşın kimseye faydası olmaz. Canan da korkmuştur bari sen soğuk kanlı ol." dediğinde haklılığı ile duraksadım. Kollarımı göğsümde birleştirip geriye yaslandım.
"Ülkü yanında değil mi?" diye sordum.
"Yanında, bak birazdan çıkıp korkulacak birşey olmadığını söyleyecek görürsün, kaç kere böyle acil aramalar ile yataktan fırlayıp yanlış alarmmış diyerek konağa geri döndü sende biliyorsun." Diyerek beni teselli etmeye çalıştı.
Yanlış alarm değildi, ters giden birşeyler vardı. Doğuma iki ay olmasına rağmen karnı Narin'in son halinden bile büyüktü. Özellikle bu ay üzerinde farklı bir ağırlık vardı. Ruh halide hiç normal değildi. Bazen çok neşeli hayat dolu, bazen dalıp gitmiş.
Ülkü'ye sormuştum gizlice 'Hamilelikte normal, kolay şeyler yaşamadınız. Atlatacaktır...' demişti.
Biraz sonra Mirza'nın dediği gibi Ülkü muayene odasından çıktı, fakat gözlerini itina ile benden kaçırıyordu, yanında ki kendinden yaşça büyük erkek doktorun arkasında kalmayı tercih etti. Şakaları hafifçe kırlaşmış uzun boylu, gözlüklü adam boğazını temizlemek için hafifçe öksürünce bakışlarım onu buldu,
"Canan hanımın muayenesini yaptık, Ülkü hanım şüphelendiği kitle için benden yardım istedi, onun için burdayım. Benim alanım onkoloji..." Dediğinde gözlerim yorgunca kapandı, içimden bir ip çekip bütün dengemi bozmuşlar gibi sendelediğim de kolumda Mirza'nın eli vardı.
"Açık konuşmakta her zaman fayda görürüm, Ülkü Hanım'ın rahminde neredeyse bebeği büyüklüğünde bir kitle var. Geçen ayki kontrollerde plesanta ile karışmış yada onun gölgesinde kalmış olacak ki uzman arkadaşım fark etmemiş. Ancak bebekten daha hızlı gelişen ve onun gelişimini de engelleyen bir yapı da olması beni kötü huylu olması konusunda şüphelendirdi." Dedi.
Nasıl olurdu böyle bir şey her ay düzenli kontrollerine gidiyorduk. Geçen ay doktoru bebeğin gelişimi biraz yavaşlamış, suyu azalmış. Su içmene dikkat et demişti. Onun dışında da ne muayenede ne tahlillerde sorun yoktu.
"Şuan nasıl, görebilir miyim?" dedim daha fazla negatiflik duymaya tahammülüm yoktu doğrusu.
"Şimdi daha iyi ağrı kesici verdik, görebilirsiniz." deyince Ülkü'nün yol göstermesi ile odaya doğru yürüdüm.
Canan yorgun düşmüş uyuyordu, yanına oturup usul usul saçlarını okşadım, varlığımı fark eder etmez aralandı kirpikleri. Halimi görünce kaşları çatıldı,
"Korkma Miran iyiyim, bugün biraz yordum kendimi onun için oldu. Dinlenince birşeyim kalmaz." dedi hasta haline rağmen beni teselli etmeye çalışıyordu. Eğilip alnına bastırdım dudaklarımı, göz göze gelmemek için uzun uzun soluklandım kokusunda.
Yanağıma uzanan eli ile mecbur uzaklaştım biraz,
"Bak sonra koca bebek deyince alınıyorsun Miran, iki çocuk babası adamsın dirayetli ol bakalım azıcık." diyerek takıldı.
"Yanına yatayım mı?" dedim söylediklerine kulak asmadan. Yana kaydı hemen,
"Gel..." derken o da artık ters giden birşeyler olduğunu anlamıştı ama sormadı. Bende soramamıştım doktora, bu dediklerinizin sonu nereye varır diye. Duymayınca olmayacak sanıyor insan... En azından bu gecelik gücüm yoktu.
Açtığı boşluğa yerleşip Canan'ı göğsüme çektim. Bir zaman sonra nefesi düzene girdi, ilaçların etkisi ile uyuya kaldı.
Benim ömürlük sevdam yanıbaşında benimle korkusuzca bir yastığa baş koyalı daha iki ay bile olmamıştı, Allah'ım bizi ayrılıkla sınama Yarabbim...
Gözümden akan yaşları Canan'a sezdirmeden sildim, yerine yenileri geldi. Daha bir kaç saat önce oğlumu kabullenmem için kendi elleriyle bana getiren kadınım kollarımdaydı, ama çok korkuyordum. Halbuki ne kadar heyecanlıydı, Asım ve kızımızın kardeşliğini yaşananlar etkilemesin, onlar birbirini çok sevsin diyerek hayaller kurmuştu. Hayatımızın hiç bir evresini Narin ve Asım'dan bağımsız hayal etmiyor oluşu beni güzel kalbine tekrar tekrar aşık ediyordu.
Ülkü arada yokladı bizi ama beni esas onun sessizliği korkutuyordu. Beni teselli etmeye çalışmamıştı ve ne zaman göz göze gelsek bakışlarını kaçırıyordu.
Mirza'yı kapıda görünce daha fazla kaçamayacağı anlayıp yavaşça Canan'ı yastığa bırakıp üzerini örttüm.
"Abi..." dedi ilk defa duyduğum ses tonuyla, "Ülkü İstanbul'daki hocalarına ulaştı, gel bir konuşalım."
Rahat ağlayamadığınız zaman boğazınıza bu bir yumru otururda gitmez ya, işte tam o yumrudan kurtulmak için hafifçe öksürdüm...
İşe yaramadı...
Yutkunmaya çalıştım...
İşe yaramadı.
Dönüp Canan'a bakmak istedim, nefesim kesilir gibi oldu.
Mirza'nın peşinden ilerledim mecbur, Ülkü'ye ait odaya geldiğimizde onu bilgisayarının başında bizi beklerken bulduk,
"Miran abi gel şöyle otur." deyip karşısında ki koltuklardan birini işaret etti.
Kurmalı bir robot gibi dediğini yapıp karşısına oturdum, sustum...
Sustuk...
Benden ses çıkmayacağını anlayan Ülkü,
"Miran abi, Canan'ın durumu çok karşılaştığımız bir sendrom değil. Özellikle bu işte uzman hocalarımla görüştüm, ne kadar erken müdahale edilirse o kadar iyi olduğunu söylüyorlar. Malesef bir fark etmekte oldukça geç kalmış durumdayız." diyerek içimdeki korkuya bidon bidon benzin döktü.
"Kurtulacak mı?" diye sordum daha fazla kaçamayarak.
Ülkü gözlerini kaçırdı yine,
"İstanbul'da tedavi olursa olasılık artar, bir an önce tedaviye başlanması lazım." deyince başımı salladım,
"Eyvallah..." dedim söyleyemediklerini anladığımı belli ederek.
"Abi birde..." deyip duraksadı, Mirza'ya baktı söyleyeyim mi? der gibi onun başını hafifçe eğmesiyle devam etti "Canan'ın doğum kayıtlarına ulaştım, annesini doğumda kaybetmiş. Aynı hastalık yüzünden..." dedi.
"Ne zaman götürebilirim?" diye sordum duydukları sonra düşünmeye karar vererek.
"Çıkış yapabilirsiniz, İstanbul'daki herşeyi ben ayarlarım sen sadece Canan'a uygun bir dille anlat durumu. İstersen bende yanında olurum." dediğinde kendimi biraz daha güçlü hissettim. En azından halimizden anlayıp, yol gösterenimiz vardı. Onlar olmasa kafamı toplayıp harekete geçmek imkansız gibi benim için...
"Sağol Ülkü herşey için..." deyip onlardan ayrılıp Canan'ımın yanına döndüm.
Kahve dalgalı saçları yastığa dağılmış, gür kirpikleri huzurla kapanmış herşeyden habersiz uyuyordu ömrüm. Kızımızın üzerine koydum elimi okşadım tüy gibi...
O annesiz, ben ömrümsüz kalmazdık değil mi?
Bırakmazdı bizi...
Yeni kavuşmuştuk...
Canan'ın uyanması ile çıkış işlemlerimizi yapıp konağa geçtik. Birer valiz hazırlayıp yola çıkmamız gerekiyordu. Sabahtan beri birşey yemediği aklıma gelince odamızdan çıkıp mutfağa inmeye karar verdim, sevdiği şeyler olursa yerdi belki de.
Muftaktağın kapısına geldiğimde annemin sesi ile olduğum yere çakıldım,
"Ne yapalım Aynur, işimiz yok Canan'a mı üzülelim. Daha kırkı çıkmamış bebeli kadının üstüne kuma gelirsen Allah da böyle yanına komaz işte."
Teyzemle konuşuyordu, üstelik benim sevdamı insanlara kötü kadın olarak anlatıyordu. Ellerim yumruk olduğunda devam etti,
"Ülkü der mi? Benimle muhatap olmuyor hanım efendi, Mirza tehlikeli yerde tümör varmış falan dedi ama yüzleri yeri süpürüyor belli ki ümitleri yok." deyip karşı tarafı dinledi bir zaman.
"Bunun anası da doğumda öldüydü biliyorsun? Bebe kurtulur mu bilmem bacım zaten kızmış olsa ne olur? Olmasa ne olur? Yine ne varsa Narin de var allem etti, kallem etti doğurdu oğlanı." dedi sanki televizyon da ki bir diziden bahsediyor gibi...
İçeri girmek dediklerinin hesabını sormak istiyordum ama ayaklarım yere çakılmışçasına hareketsizdi.
"He... Bacım Miran da üzülür eder yoluna bakar, erkek adam kaç gün yas tutar. Gömene kadar nere gömsem, mezarlıktan dönerken kimi alsam?" dedi alay ederek.
Son dediği çözdü ayaklarımın buzunu, mutfak kapısından girdiğim gibi elindeki telefonu alıp duvara fırlattım. Çığlığı konağı inlettiğinde, işaret parmağımı göğsüne bastırdım,
"Senin bundan sonra Miran diye oğlun yok, benim de senin gibi anam yok. Yıllarımızı çaldınız yetmedi, yasımıza bile saygın yok. Ne ölüme ne dirilme bundan sonra Arjin hanım!" dedim tıslar gibi.
Konağı başlarına yıkmak istesem de Canan'ın olanları duyup üzülmesini göze alamazdım. Muftak kapısını çarpıp çıktım, terasta sakinleşmek için soğuk havaya bıraktım bedenimi.
İçimde tutabilecek kadar sakinleşince odaya indim tekrar fakat kapıdan çıkan Narin'i görmeyi beklemiyordum.
Beni görünce afalladı, hızla yanımdan geçip gitmeye çalıştığında kolundan yakaladım,
"Ne işin var burda? Yine neyin peşindeysin?" dedim kolunu çekmesine izin vermeyerek.
"Geçmiş olsun dedim sadece, iyi mi diye merak ettim Miran." dediğinde bileğindeki elim sıkılaştı.
"Adımı anma... Bizden çaldığınız yılların affı yok, olmayacak Narin. Sen bizim en güzel zamanlarımızı çaldın. Bak biz daha iki aydır aynı yastığa baş koyuyoruz, senin hırsların yüzünden benim ömrüm hasretlikle geçti." Dedim tüm hırsımla.
" Dua et Canan'a birşey olmasın, sana merhametimin tek sebebi onun senin pişmanlığına inanması... Ona birşey olursa dönüşeceğim canavarı inan sen de sevmeyeceksin." deyip savurdum bileğini gözünden akan timsah göz yaşlarına aldırmadan Canan'ın yanına gidip kapıyı kapattım.
Yatağın üzerine açtığımız iki valize eşyaları koyuyordu,
"Geldin mi Miran? Seninkileri de hazırlıycaktım ama yoruldum hayatım." deyip yatağın ucuna oturdu.
"Bunları da ben toplardım niye yordun kendini? " dedim. Onun dolmuş valizine bakarak.
"Sağolsun Narin yardım etti, ben sadece yerlerini gösterdim. Eşyalarına dokunmasına kızarsın diye seninkini bıraktı." dedi tepkimi ölçmek amacıyla.
Cevap vermedim, kendi valizime eşyalarımı koymaya başladım.
Biraz sonra kapı tıklatıldı, Hediye kucağında Asım ile içeri girdi,
"Asım hoşgeldin paşam." derken Canan'ın kucağına geçen oğluma baktım kısa bir an "Narin getirecekti niye sen getirdin Hediye?" diye sordu şüphe ile.
Genç kız bana baktı göz ucuyla,
"Narin hanımın işi varmış da hanımım ben getirdim." dedi.
"Allah Allah... Neyse, babası bak kim gelmiş." deyip kucağında ki masumu sevmeye başladı.
Ben hâlâ olduğum yerde dikilmeye devam ediyordum,
"Miran gelsene biz geri dönene kadar kim bilir ne kadar büyümüş olur bu yakışıklı, azcık sevelim enerji depolayalım." deyip kucağındaki oğlumun boynundan koklayarak öptü. Dolan gözlerini saklamak için ayaklanıp odanın içinde Asım'ı gezdiriyormuş gibi dolanmaya başladı.
Ona zaman verip eşyalarımı toplamaya devam etsem de belli belirsiz burnunu çekince dayanamadım.
Kollarımı hayatımda ki en masum üç cana sardığımda Canan'ın hıçkırıkları odayı doldurdu, yanan genzim ve sızlayan burun direğime bende karşı koyamadım. Boynumu Canan ve Asım'ın arasına sokup o kokuyu çeke çeke ağladım.
Erkek adam ağlamazmış laf... Canı bu kadar yanan insan nasıl ağlamaz. Nasıl elinden kayıp gideni tutamamanın acizliğini yaşamaz. Canımdan can çekiyorlarken töre, adet, örf kimin umrunda.
"Miran bana birşey olursa evlatlarına sahip çıkacaksın, kimseyi suçlamadan, dağılmadan, yıkılmadan babalar gibi dik duracaksın. Bak onlar çok masum..." derken titreyen sesine dudakları eklendi devam edemedi. Alnım alnına yaslandı, soluğumuz birbirine karıştırken beklediği sözü veremedim...
Veremezdim...
İnsan yaşamadığı her günahın masumudur derler ya, ben de yaşamaktan korktuğum cehenneme sürükleniyordum. Bu acı ile imtihan olmamayı dilemekten başka çarem yoktu. Yoksa bu acı nasıl bir Miran doğurur ön görmek imkansızdı.
Ülkü'den
Mirza ile gel~gitli bir sürece girmiştik, Mardin'de kalırsak onunda bocalayacağının farkındaydım. Benim kadar o da olmak istemediği bir yerde yaşamak zorunda bırakılmıştı. Ama sabah beni annesinin önüne atmasını asla beklemiyordum.
Arjin hanımınsa benden bir torunu olsun isteyeceğini hiç sanmıyorum. Kadınla Mirza'nın yokluğunda oldukça restleşmiş, olan iletişimimizi de kaybetmiştik.
Acile gelen Miran Abi ve Canan'ı görmek ise beni kısa süreli bir şoka soktu. Yakının da olan insanların doktoru olamazsın derlerdi ama ben soğuk kanlılığıma güvenirdim. Anladım ki haklılarmış.
Canan'ın durumu iyi değil, iyi olacak mı? Oldukça düşük bir olasılıkla doğumdan sonra hayatta kalabilir. Rahmindeki tümör neredeyse bebekle aynı boyutta ve bir ay önceki ultrasonda görülmemiş olması arsızca büyümesine sebep olmuş. Doktoru ben olsam daha erken teşhis edebilir miydik? Belki...
Geçtiğimiz süreç hepimiz için yıpratıcı olmuştu, ben pek iyi değildim. Canan da rutin kontrollerine devam etmişti. Hangimizin aklına gelirdi ki binde bir bile görülmeyen bir hastalığın pençesine düşeceği. Maalesef ki genetik yatkınlığı da buna öncü olmuş olabilir... Annesini doğumda kaybetmiş bir çocuk olan Canan, belki de bebeğini hiç göremeyecek bir anne olacak.
"Ülkü..." Diyen sesle arabayı kullanan Mirza'ya döndüm. "İyi misin güzelim kaçtır sesleniyorum duymuyorsun?" dedi.
"Değilim Mirza, uzun bir süre de hiç birimiz iyi olamayacağız bence." dedim saatlerdir içimde tutmaktan yorulduğum gerçekler etrafa saçıldı.
"Bu kadar umutsuz olmayalım doktor hanım, Allah'tan ümit kesilmez... Hıı?" dedi beni düştüğüm umutsuz denizinden çıkarmak isteyerek.
Bizim aramızdaki fark da buydu işte, ben çok gerçekçi Mirza hep ümitleri olan...
Hep belki öyle değildirleri vardır kafasında, belki annemi aldatan babam masumdur...
Belki annesi Arjin hanım beni zamanla sever...
Belki Canan kurtulur...
Belki... Belki... Belki...
Mesleğim gereği ben daha soğuk kanlı ve gerçekçi bakarken onun beni dengeleyen yanını seviyordum.
Gerçi son sıra dengelerimiz oldukça şaşmış durumda ya...
"İnşallah Mirza... Senin umutlu bakış açına çok ihtiyacım var." diye itiraf ettim.
Reglimin ilk günü olduğunu için daha duygusaldım. Evet kayınvalidem benden bebek haberi beklerken aynı gün regli olmam ilahi bir mesaj olsa gerekti. Ağrılı geçen ilk günün üstüne yaşadıklarım tuz biber olmuş kasıklarımda ki ağrı daha da çekilmez olmuştu.
Konağa geldiğimiz gibi sıcak bir duş alıp nane çayı yapmak için mutfağa indim. Konakta belki en çok sevdiğim yer mutfaktan çıkılan küçük bahçesiydi. Nane, maydanoz, roka, kuzu kulağı... Taze taze toplayıp kullanıyorlardı.
Mutfakta kimsenin olmadığını görünce su ısıtıcısı çalıştırıp bahçeye çıktım. Taze nanelerden küçük bir tutam toplayıp içeri geri dönecektim ki Arjin hanımın mutfağa girmesi ile duraksadım. Bu çayı her yaptığımda regli olduğumu anlayıp laf çarptığı için mutfaktan çıkmasını bekledim. Tam kapıya yönelmişti ki çalan telefonu ile duraksadı, hergün konağın gündemini değerlendirdiği kız kardeşi ile dertleşmeye başladı, daha fazla beklememek için adım attığımda duyduklarımla buz kestim.
Canan, Narin ve Miran abi ile ilgili konuşuyordu, fakat asla üç evladı olan bir anneye yakışmayacak şekilde... Kız olduğu için önemsemediği bir bebek vardı mesela...Miran abinin Canan'ın yasını bile tutmayacağını söylediği noktada daha fazla tahammül edemedim. İçeri geçip haddini bildirmek istedim fakat benden önce davranan biri vardı.
Miran abi... Annesinin telefonunu aldığı gibi duvara fırlattı. Ben elimi ağzıma kapatıp sessiz kalmayı başarsam da Arjin hanım korku dolu bir çığlık attı,
"Senin bundan sonra Miran diye oğlun yok, benim de senin gibi anam yok. Yıllarımızı çaldınız yetmedi, yasımıza bile saygın yok. Ne ölüme ne dirilme bundan sonra Arjin hanım!"
Sesi yüksek değildi ama sözü çok kesindi. Annesinin göğsüne dayandığı parmak o kadar tehditkar duruyordu ki ben titredim.
Miran abi hep sakin, sağ duyulu tepkisi tepkisizlik olan bir adamdı. Öyle ki Narin'i yok sayıyordu, ne laf çarpıyor ne kötü davranıyordu. Yaptığı tek şey yok saymaktı.
Şimdi gördüğüm adamın ise gözlerinde şimşekler çakıyordu, tanımasam ben dahi korkardım.
Annesini tirtir titrerken arkasında bırakıp çıktığında Arjin hanım tezgaha dayanarak ancak ayakta durdu. Biraz evvel rahat rahat konuşan kendisi değilmiş gibi telaşla avluya bakıp kimse olmadığına emin olarak başını bahçeye çevirdi.
Sakınıp saklanmadım ayıbı konuşan oydu ben istemeden kulak misafiri olmuştum sonuçta ama o beni görmeyi hiç beklemiyor olacak ki taş kesildi.
Benim içeri girmek için hamle yapmamla eş zamanlı yerdeki parçalanmış telefonunu alıp hızlıca çıktı.
Naneleri yıkadım akan suya boş boş bakarken, benim çocuklarım bu kadına babanne deyip bu konakta mı yaşayacaklardı. Ben böyle bir insana güvenip, canımı evladımı emanet edip nasıl işe giderdim.
Mirza ne derse desin bizim Mardin'den gitmemiz lazımdı...
İyi de nasıl, şimdi Miran abi iyice oyun dışı kalacak, tüm yük Mirza'nın sırtına binecek. Mecburuz burda yaşamaya...
Kupaya taze nane yaprakları koyup üzerine sıcak su ekledim. Kupanın kapağını da kapatarak odamıza çıkan merdivenleri tırmandım. Miran abi terasın ayazına atmıştı kendini.
İnsanları iyileştirmek güzeldi, bir bebeğin doğuşuna, ailerin sevincine şahit olmak... Gel gör ki madalyonun birde bu yüzü vardı, tıbbın aciz kaldığı noktada izlemek zorunda kaldığım kayıplar ve kayıp yakınları.
Ölüm değil, unutulmak yamandır diyordu Atsız'ın bir kitabında. Annesinin söyledikleri Miran abiyi bu yüzden yıktı. Unutulmanın Canan'a büyük haksızlık olacağı gerçeği.
Bir tek Miran abi için kıymetli olan yapayalnız bir kadın, ne anne, ne baba, ne bir akraba...
Dudaklarım içini kemire kemire çıktım odaya, Mirza yoktu. Yatağa girip sıcağın etkisiyle bedenimi gevşemeye çalıştım, içtiğim çayında etkisiyle uykuya daldım.
Uyandığımda bedenimi sarmış kollar ve kasıklarımda sıcak bir el vardı. Uyandığımı fark edince ufak ufak masaj yapmaya başladı,
"İyi misin güzelim?" deyince başımı salladım sadece,
"İyiyim, sen neredeydin?" dedim sıcaklığına iyice sokulurken,
"Annem kötü Ülkü, tansiyonu fırlamış ilaçla zor düşürdük. Canan'ın durumuna üzülmüş, çok ağladı. Bir damla bebek ne yapar anasız, Allah korusun deyip deyip göz yaşı döktü."
Arjin hanım benim duyduklarım Mirza'nın kulağına kaçmadan tedbirini almıştı demek ki, doğrusun u anlatıp da kendimi yoracak halde değildim. Er yada geç annesinin gerçek yüzünü görürdü nasıl olsa. İnşallah Miran abi kadar acıklı olmazdı onun için.
Yorgunluğum beni tekrar uykunun kollarına bıraktım.
|
0% |