Yeni Üyelik
18.
Bölüm

16. Bölüm

@zamansizim84

Zelfi'den

 

Gün yavaş yavaş ağarmaya başlarken, artık yazın bittiğini haber eder gibi soğumaya başlayan geceyi hissetmeyen bedenimin tek odağı vardı sızlayan kasıklarım...

 

Beş yıldır defalarca kez pis nefesi tenime işlemiş olsa da, her defasında ilk yenilgim gibi canımın yanıyor olması normal miydi bilmiyorum.

 

Görmemem gereken şeyler görmüş, duymamam gereken şeylere şahit olmuştum. İki acımasız katilin Boran ağamın karısı Elif hanımı öldürdüğünün tek şahidi bendim. Okuldan ilk defa erken gelmiş, hesapta olmadığım için olayın göbeğine düşmüştüm.

 

Şilan dostu görünürdü ama elleriyle zehirlemekten bir an bile irkilmedi, olayı canlı bağlantı halinde Şilan'ın telefonundan dinleyen Zelal de bir o kadar soğuk kanlı olmalıydı ki daha konak ahalisi hastanedeyken beni ayak altından çekmişti bile...

 

Zelal ve ağabeyi Cihan hayatımı karartan iki insan, her ay beni yavaş yavaş öldüren celladıma bir tomar para gönderen Cihan ağa...

 

Nasıl bu kadar acımasız olabiliyor ki insanlar...

 

Ben yıllarca Hanoğlu konağında Boran, Devran ve Bayram ağamla yaşadığım için babam ve onun gibi zalimlerin varlığını unutmuştum.

 

Bayram Ağamın kaç defa beni sordurduğunu biliyordum, yalan söylemek benim için zordu. Başlarda gençten birini kocam diye karşısına çıkarmışlar, normalde aklına yatmayacak işi o cenaze karmaşasında bir şekilde kılıfına uydurmuşlardı.

 

Diyorum ya Cihan Ağa'nın eli kolu uzun heryere eli erip gücü yetiyor...

 

Ayşem, elimi kolumu bağlayan gül goncam bunca çileyi çekiyorsam senin için. Benim akıbetime uğrama diye...

 

Ayşe'yi anınca boğazıma oturan yumruyu zar zor bastırıp, sızlayan kasıklarıma rağmen doğruldum.

 

Yıkık dökük banyoya girdiğimde ağzımı kapatmak için kullandığı beş parmağının izi yüzündeydi, ettiğim hakaret ve çığlıkları duymamak için bulduğu çözüm buydu. Nefessiz kalmam pahasına ağzımı kapatmak.

 

Nefesini yine tenimde hissettiğimde öğürme refleksime engel olamadım. Zar zor önünde diz çöktüğüm tuvalette içinde ne var ne yok çıkardım.

 

Göz yaşlarım benden izinsiz tekrar akmaya başladığında taş zemine kalçamın üzerine bıraktım kendimi.

 

Bu zulmü hak edecek ne yapmıştım, bir insana yapılacak en büyük şerefsizliği yıllardır tekrar tekrar yaşıyordum.

 

Gözümde yaş kalmayana kadar ağladım soğuk banyoda. En nihayetinde şeref yoksununun homurdanmaları evin içinde yakılanmaya başlayınca yıkanıp çıktım.

 

Beni karşısında görünce perdelemeye çalıştığı korkusu ile yüzüme anlık bakıp salona geçti. Defalarca öldürmeye kalktığım için artık daha tedbirliydi. Bazen öyle gözüm dönüyordu ki anlık bir cinnet hali yaşayıp üstüne saldırıyordum. Kimi zaman elimde bıçak, kimi zaman bir cam parçası...

 

Elimi kana bulamaya değer miydi? Hele de böyle şeref yoksunu birinin kanına? Değmezdi ama canı yanınca can yakmak istiyordu insan oğlu.

 

Kendi canına da kıymaya kalkmıştım defalarca, Dünyamı bunlar yakmıştı zaten, ahiretimi de kendim yakıyordum az daha.

 

Benden hizmet beklemezdi etmedim, etmem ama geçinmek tarla işlerine gitmek zorundaydım. Yoksa yiyecek kuru ekmeği bile bulamıyordum.

 

Eline verilen tomarla para içkisi ve kumarına zor yetiyordu. Tarlada günrşin alnında diğer işçilerden uzakta ve onlarla asla konuşmamam şartıyla dayı başı lütfedip yevmiyemi veriyordu. Canım çıkana kadar çalışıp yorgun düştüğüm geceler ise insanların kocam sandığı adamın dört gözle beklediği zamanlardı.

 

Her zaman tilki uykusunda uyuyan bedenim yorgunluktan gerçek bir uykuya teslim olduğu her gece o pis nefesini üzerimde hissederek uyanıyordum. Ağzımı kapatan eli, bedenimin her yanında dolanan dokunuşları tüm çabama rağmen üzerimden sıyrılan çamaşırlarım, şakaklarıma süzülen göz yaşlarım, faydasız debelenmelerime rağmen bacak arama yerleşen ağır pis vucüt ve kaçınılmaz son ile tekrar tekrar ölüşüm.

 

Allah'ım sen büyüksün kurtar beni yarabbim...

 

Mutfakta bulanan midemi bastırmak için birkaç lokma kuru ekmeği tırtıkladığım sırada,

 

"Ağa'nın konağına misafir gelecekmiş, yemek yapmaya gelsin diye haber yolladı büyük hanım." deyip uzaklaştı.

 

"Büyük hanımın batsın..." diyerek söylendim.

 

Zalimin biri de oydu, bu köyün hanım ağası, ölen kocasından sonra tüm hüküm onun elinde, oğlan doğuramadığı için gelinine de etmedik eziyet bırakmayan Döne hanım.

 

Küçük yaşta Hanoğlu konağına geldiğim için, malzeme oldumu şaheserler ortaya çıkaracak kadar mutfak kültürüm vardı. Tabii bu Döne hanım için bulunmaz bir fırsat oldu. Ne zaman gösteriş yapmak istese beni çağırtır sofralar donattırırdı. Konakta ki her bir çalışan ondan ölümüne korktuğu için halimi bilse de kimse yardım etmezdi.

 

Bir tek gelin hanıma görünmem ve onunla konuşmam yasak, zaten o da asla çalışanlar ile konuşmaz. Her biri Döne hanımın ispiyoncusu olduğu için bunu yapmakta oldukça haklı...

 

Yüzümde beş parmağının izi öylece duruyordu ama kapatmadım, utanması gereken ben değildim. Açıkçası kimsenin de umrunda olacağını düşünmedim.

 

Üstüme eski elbiselerim içinde en iyi durumda olanı giydim. İsteksiz adımlarla gösterişi bol ama huzuru az konağa ilerledim. Kapıda her zaman duran adamlar olmaları gereken yerden daha uzakta başları önde bekliyorlardı. Bu hallerine dudak büküp ahşap oynalı büyük kapıya adımladığım da duyduğum erkek sesi ile ayaklarım olduğu yere çivilendi. Cemil ağa bu saatte konakta olmazdı ama onun sesiydi. Döne hanımın biricik oğlu...

 

İçeri girsem giremedim, uzaklaşsam adamların dikkatini çekmek istemiyorum. Mecbur karısı ile konuşmalarına kulak misafiri oldum.

 

"Nazlı'm..." dedi canı yanar gibi çıktı sesi. Severek evlenmişler duymuştum. Askerdeyken sevmiş kaçırıp getirmiş gencecik kızı.

 

Bilmediği bir aileye dahası törelerin ve Döne hanımın eline düşeceğini bilse, onsekizinde böyle bir cehenneme kaçıp gelir miydi? Sanmıyorum.

 

"Cemil boşuna dil dökme, ya resmi nikahımız kıyılır ya da ben yoluma sen yoluna." diyen kadın bu topraklarda nadir duyduğum şekilde dik ve korkusuz konuşuyordu.

 

Dertli bir nefesle nefeslendi, bütün aşiretin önünde el pençe divan durduğu adam. Belli ki sevdası belini büküyordu.

 

"Nazlı'm oğlumuz olmadan kıyılmaz o nikah, senin aramıza ördüğün duvarlarla nikahı imkansız ediyorsun. Anamı haklı çıkarma gel vazgeç şu inadından." dedi yalvarır gibi.

 

"Ben seninle evlendim Cemil, Döne hanımla değil. Annenin sözünü çiğneyemeyip bizi hiçeden sensin." dediğinde küçük bir öksürük ile kendimi belli ettim.

 

Cemil ağa dimdik omuzlarla kapı önüne çıktı, sanki biraz evvel mır modunda olan o değilmiş gibi baskın bir tavırla karısının şakağından öpüp, kapı önüne yakın bekleyen arabasına binip gözden kayboldu.

 

Bakışlarım ilk defa yakından gördüğüm Nazlı hanıma takıldı. Kim bilir ne hayallerle gelmişti kendi cehennemine...

 

Uzun düz saçları sarıya çalacak kadar açık bir kahveydi. Beyaz tenin de ilk dikkatimi çeken gamzeleri olmuştu. Açık kahve gözlerini sarmalayan siyah sınır çok netti, gözlerinde kuyu gibi içine çeken bir hüzün asılı duruyordu.

 

İçli bir nefes alıp usul ve umutsuzca verdi. Tam dönüp içeri girecekken bakışları bana takıldı.

 

"Sen?" dedi hafif kaşlarını çatarak.

 

"Yemeklere yardım için geldim hanımım." deyip onunla konuşurken kimseye yakalanma korkusuyla içeri doğru adım atmıştım ki kolumdan tuttu.

 

"Bak bakayım sen bana!" dedi baskın ve itiraz kabul etmez bir tonda.

 

El mecbur yüzümü ona döndüm,

 

"Ne oldu senin yüzüne?" derken zarif parmakları tenime incitmekten korkar gibi değdi.

 

Baktım, yıllar sonra ilk defa yüzüme laf söz için değilde gerçek bir endişe ile bakan gözlere boş boş baktım. Anlatsam ne değişecekti, daha nikahı olmayan bir hanım ağa adayı beni bu çıkmazdan çıkarabilir miydi?

 

Zor...

 

"Yok birşey hanımım, mutfaktan beklerler müsade et" deyip tutuşundan kurtulmaya çalıştım.

 

Misafirler pek kıymet verilen insanlar olsa gerek ortalıkta kimse yoktu, herkes bir işe koşmuştu. Çoğu da mutfakta Döne hanımın emirlerine yetişmek derdinde olmalıydı.

 

Nazlı hanım etrafı kısaca bir bakışla kolaçan edip beni tuttuğu kolumdan çekeleyerek yandaki küçük salona soktu. Eli yine çenemin altını tutup yüzüme yaklaştı.

 

"Kim yaptı bunu?" Dediğinde sustum, korkudan değil bir umuda tutunup yüz üstü düşmek fikrinin can yakıcılığından...

 

Buraya ilk kapatıldığım da önüme gelenden medet ummuş ama her seferinde celladımın eline tekrar düşmüştüm. İçimdeki dik başlı Zelfi yerli yerindeydi lakin ümitle cıvıldaşan yanını gömmüştüm.

 

"Kocan mı?" dedi olmamasına dua eder gibi. O da biliyordu gücünün yetmeyeceğini...

 

"Benim kocam yok!" dedim hemen itiraz ederek. İmam nikahı için çok çabalamışlarsa da direnmiştim. Öyle bir pisliği kimseye kocam diye andırmazdım, ne Allah katında ne de insan gözünde...

 

Elbisemin yakasını aşağı çekti korkarak, morluklar ve diş izleri gözünün önüne serildi. Ateşe değmiş gibi çekti elini.

 

"Kim yaptı anlat, Cemil'e anlatırım yardım ederiz sana. Korkma güzelim." Dedi şevkatle.

 

"Cemil ağamı aşar hanımım, Döne hanım görmesin benimle konuştuğunu seninde canını yakar." Deyip yanından geçmek istediğimde yine tuttu kolumu,

 

"Buna susacak adama bende kocam demem, sen anlat ben bir yol bulurum." diyerek ısrar etti.

 

Gözlerine baktım Döne hanıma karşı korku yoktu. Hatta kimseden korkacak gözü yoktu, öyle dik kendinden emin bakıyordu.

 

"Beni burdan sadece Bayram ağam kurtarabilir ama kardeşim ile tehdit ediyorlar. Ayşe'me birşey olursa dayanamam." dedim derdimi anlatmaktan çok saçmalayarak.

 

Heyecanla sesim yükselmiş olacak ki işaret parmağını dudağına bastırdı.

 

"Şişşş... Sakin ol. Tane tane anlat, Bayram Ağa dediğin Mardin'in büyük ağası olan Bayram Ağa mı?" dedi usulca.

 

Başımı salladım hemen,

 

"Evet o hanımım. Beni bir tek o kurtarabilir ama kimse duymamalı, düşmanları Hanoğlu konağının içinde. Benim kardeşim de o konakta. Ağama ulaşmaya çalıştığımı duyarlarsa zarar verirler." dedim bu kez daha derli toplu anlatmaya çalışarak.

 

Kaşları çatıldı,

 

"Kim düşmanları?" dedi.

 

"Boran Ağa'nın karısının katilleri." dedim bu olayı Mardin'de bilmeyen yoktu. Kaşları şaşkınlıkla havalandı güzel yüzü merakla doldu. "Ben katili bildiğim için susturulup burda bir zalime teslim edildim." derken benim de omuzlarım iyice düşmüştü.

 

Nazlı hanım kolumu bırakıp sağ elini yumruk yaptı işaret parmağının boğumunu dudaklarına vurarak iki volta attı küçük salonda. Nihayetinde gelip önümde durdu.

 

"Bu hafta Boran Ağa'nın düğünü var, Bayram Ağa'ya ulaşmam dikkat çeker ama karısıyla konuşabilirim, Dilber hanım soğuk duruyorsa da, akıllı bir kadın gördüğüm kadarıyla. Evinin içinde katiller varsa bunu ortaya çıkarmak en çok onun işine gelir." dedi akıllıca düşünerek.

 

Boran ağamın yıller süren yası bitmişti demek, burukça gülümsedim.

 

"Doğrudur akıllıdır ama yine de beklemez bu kadar yakınında olacağını. Siz sadece Zelfi'yi kurtarırsan katili söyleyecekmiş deyin ve kimseye güvenmesini sıkı sıkı tembihleyin. Özellikle Ayşe'ye dikkat etsin." dedim.

 

Kısıtlı zamanda anlatabildiğim kadar anlattım. Omuzumda ki yükleri Nazlı hanım ile bölüşüp, birazcık olsun ümit yüklenerek mutfağa geçtim.

 

Akşama kadar kimseyle konuşmadan içten içe dualar ederek yemekler, çeşit çeşit mezeler yaptım. İlk defa yaptığım iş zoruma gitmedi.

 

O gece yorgun ama huzurlu uyudum, tabii bunda kapının arkasına ne bulduysam yığıp faydasız bir barikat oluşturmuş olmamın da faydası vardı. Her ne kadar odada olan tek eşya küçük bir komidinle fazladan bir kat yer yatağı olsada. Bundan önce beni korumakta yetersiz kalsa da bu kez daha çok dayamıştım kapıya. İçimde yeşeren umuttan çok korksam da kapılmıştım bir kere.

 

Aradan günler geçti, düğün oldu. Nazlı hanımı günler sonra görebildim. Gözlerini usulca yumarak derdime elçi olduğunu Dilber hanım ile konuştuğunu belli etti. Dikkat çekmemek için dahasını soracak cesaretim olmadı.

 

Peşi peşine geçen günlerde Cihan Ağa'nın adamı çaldı kapımızı, kendi odamın kapı arkasından dinlemeye çalıştım.

 

"Kıza dikkat et Yakup, Boran Ağa'nın yeni karısı fena, senin baldıza da pek ilgili peşine çarşıya götürmeler, gezdirmeler. Samimiyeti ilerletmiş Ayşe hanımla, kurcalarsa Zelfi'ye çıkar işin ucu." dediğini duyabildim.

 

"Merak etme kimseyle görüşmüyor, konuşsa da kimse inanıp yardım etmez Döne hanımdan korkarlar. Cihan ağam rahat olsun benim suyumu kesmezse." Deyip elindeki zarfı salladı. " Onun suyu da bulanmaz."

 

Midem bulandı yine bu konuşmalarından, para için bu kadar küçülmeye değer miydi? Cihan denen adam kardeşi Zelal yanmasın diye yıllardır beni yakıyordu.

 

Yakalanmadan uzaklaştım kapıdan, tek umudum Dilber hanım oldu. Beklemekten başka şansım yoktu.

 

Aradan günler geçti ama benim beklediğimden çok daha farklı blr haber geldi. Boran Ağa'nın ortadan kaybolması...

 

Oğlu meydanda yokken Dilber hanımın benim derdime düşeceğini hiç sanmıyordum. İçimde ki tüm umut filizleri boynunu büktü, günler geçtikçe de solup gitti.

 

Ne işe gittim, ne de konağa yardıma. Kuru ekmek kemirdim ama kendimde yaşamak için çabalayacak gücü bulamadım.

 

İçine düştüğüm kuyu, umutlanmaya başlamadan öncesindekinden de derindi.

 

Sabahın ayazı yorganın içindeki bedenimi yavaş yavaş ısırırken, çıkıp odun almam gerektiğini, sobayı yakmazsam hasta olacağımı biliyordum ama saatlerdir boş gözlerle karşı duvarı izlemekten başka bir şey yapmıyordum.

 

Saatin öğlene yaklaştığını neçe sonra fark ettim, midem açlıktan kıyılıyordu ama için artık ekmek dahi kabul etmiyordu. Derin bir depresyonun pençesinde olduğumu fark etmem pekte birşeyi değiştirmiyor günlerim böylece geçip gidiyordu.

 

Hasta olursam güçsüz düşüp Yakup'un pis bedeni altında tekrar ezilirim korkusuyla istemeye istemeye ayaklandım. Köşedeki yıllanmış örgü yeleği sırtıma geçirdim. Başındaki eski yemeniyi geriden alıp yukardan bağladım.

 

Üşüyen ellerimi kollarımın altına sarıp dışarı çıktım. Köşedeki yıkık odunluktan soba kovasını doldurup geriye döndüğümde karşımda gördüğüm adam benim aciz aklımın bir oyunuydu. Burda olamazdı, olsa olsa hayal görüyor olabilirdim. Boş bulunup geriye iki adım atınca gözleri yüzümü turladı. Sanki ben olduğuma inanmak istemez gibi...

 

İsmi döküldü dudaklarımdan,

 

"Devran ağam!" derken sesimle beraber kirpiklerim de titredi.

 

Allah'ım nolur hayal olmasın...

 

"Zelfi?" dedi sesinde şaşkınlık, emin

olamama, merhamet bir arada saklıydı.

 

Kova elimden düştü,

 

"Ağam!" dedim 'benim' demek yerine ama kurtuluşum karşımdaydı işte.

 

"Seni almaya geldik..." deyip arkasında ki arabayı ve önünde bekleyen adamı işaret etti. Evin arkasında bir kör noktaydı olduğumuz yer. Zaten ev köy içine uzaktı birde arkada olunca olunca gözlerden iyice ırak olmuştuk.

 

Üzerimde ki yeleğe daha çok sarıldım güç almak için ama faydası olmadı, bedenin son gücünüde kaybetti. Dizlerimin üzerine düştüm usulca, tıpkı akan göz yaşlarım gibi...

 

Devran ağamında gözlerinin dalgalandığını gördüm. Bir an olsun göz temasımızı kesersem kaybolacaktı sanki.

 

İki adımda yanıma gelip belimden kavrayarak kaldırdı, çokta zor olmadı günlerdir aç kalmış bedenim kuş kadardı zaten.

 

Hızla arabaya ilerlerken sadece ona uyum sağlamaya çalışıyordum,

 

"Murat hemen geç direksiyona gidiyoruz burdan!" deyip beni arka koltuğa oturttu.

 

Ben gözlerimi ondan çekmiyordum ama o bana bakamıyordu.

 

"O mu?" diye soran şöförün sesinde hayret vardı.

 

Devran ağa başını salladı sadece, yönü pencereden dışarı bakıyor gibiydi.

 

Araba hareket edince geride bıraktığım cehenneme dönüp baktım, sönüp giden beş yılımdan geriye ayağımda terlikle sırtımdaki eski kıyafetlerden başka birşey sığdıramamıştım.

 

    

    

 

 

 

Zelfi'nin cehennemini yazmak çok zordu ama yapmak zorundaydım. Umarım okurken kafanızda o aciziyeti canlardırabilirim.

Kimseyi sınamasın Rabbim...

Olayların kilitlerinin çözüldüğü bölümlere geliyoruz.

Zelfi ve Cihan okumayı isteyen okurlarım kadar bende heyecanlıyım, kolay olmayacak ama güzel olcak inşallah ❤️

​​​​​​

 

Loading...
0%