@zamansizim84
|
Hesna'dan,
Üzerimde ki bedenimi saran triko siyah elbisenin üzerine yaklaşan kışın etkisiyle fazlasıyla soğuyan havadan etkilenmemek için sıcak tutacak ama çokta kalın olmayan şalı omuzlarıma doladım. Elindeki çanta ile ayağımdaki butiler gayet uyumluydu.
Saçlarımı sabahtan düzleştirmiş akşam üzeri ise uçlarına dalga vermiştim. Süslenme işini gözlerimin yeşilini ortaya çıkaracak zarif göz makyajımı becerebilecek kadar ilerletmiştim.
Bu kadar hazırlık niyeydi peki?
Hanoğlu konağına gidiyorduk maaile... Evet, Zelal ve hatta Cihan abi bile iki dirhem bir çekirdek hazırlanmışlardı.
Boran ağaya geçmiş olsun gitmek için haber verilmiş fakat Bayram Ağa'nın yemeğe davet etmesi ile iş büyümüştü. Şüphesiz bundan en hoşnut kişi Zelal'den başkası değildi.
Bekir ise bu telaşımıza inat son dakika konağa gelmiş ve hiç acelesi yokmuş gibi hâlâ duştaydı.
Anka kuşu kolyemi de boynuma takıp yatağın ucuna oturdum, banyo kapısına diktim gözlerimi, sanki duştan daha hızlı çıkacaktı böyle bekleyince...
Etkisi oldu mu bilmem ama Bekir belinde havlusu, saçlarını kurulayarak çıktı, ayıptı ama bu kadar giyindik süslendik ateş bastırmaya utanmıyor muydu?
Kuruyan boğazıma inat gözlerimi kaçırdım. Mahsus yapıyordu...
Zelal'in planlarından bahsettiğim için asla Hanoğlu konağına gitmek istemiyor, bilerek ayağını sürüyordu.
Şu kısa zamanda anladığım en net şey Bekir yalandan dolandan, yapmacık ortamlardan yani kısacası samimiyetsiz her yerden nefret ediyordu. Cihan abi ile konuşsa da, anlamazdan gelen kardeşi işini iyice zora sokmuştu.
Üzülüyordum onlar için Bekir gibi bir abim olsa örnek alır, akıl sorardım. Gel gelelim Zelal burnunun dikine gidiyor, peşi sıra Cihan abiyide bir cehenneme bencilce sürüklüyordu.
"Hesna'm..." diyen sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım.
Tam karşımda büst gibi duruyor olması haksızlık değilde neydi?
"Efendim." Dedim gözlerine odaklanmaya çalışarak.
"Gel gitmeyelim güzelim, bak koca konak ikimize kalır. Tadını çıkaracak faaliyetler buluruz." Deyip göz kırptı.
Yeminle irademe oynuyordu. Yatağın üzerine hazırladığım kıyafetlerinden elbiseme uygun seçtiğim gömleği alıp kalktım yataktan etrafında dolanarak giymesini sağladığımda sessizce uyum sağladı.
Önüne dikilip düğmelerini iliklerken,
"Çok isterdim Bekir Ağam ama bu akşam olacakları çok merak ediyorum. Dahası ben hiç Hanoğlu konağına gitmedim. Kim bilir bir daha ne zaman kısmet olur." dedim sonlara doğru nazlanarak.
Omuzları düştü yenilgiyle,
"Madem hanım ağam çok istiyor." deyip yanağımı okşayarak saçlarımı geriye attı. "Onun isteği benim için emirdir. Hem bu kadar hazırlık boşa gitmesin hımmm?" dedi beni eriterek.
Yüzüme yerleşen gülümsemeye mani olamadım etrafımda döndüm usulca,
"Güzel olmuş muyum? Yakışmış mı?" Dedim onaylanma ihtiyacı ile.
Aynı gülümseme onun da yüzüne yayıldı, boynuma sokulup derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu,
"Az daha nazlanarak konuşursan özenerek sürdüğün rujun bozulacak haberin olsun." diye fısıldadı tenime.
Belimde dolanan eli aklımı yeterince karıştırıyordu zaten, ruj falan gözüm görmeyecek böyle giderse ben yapışacağım dudaklarına.
İrademin son kırıntısı ile boğazımı temizleyip uzaklaştım biraz,
"Ben Gülhan anneme bir bakayım en iyisi." deyip kapıya doğru kelimenin tam anlamıyla sıvıştım.
Küçük bir kahkaha attı bu halime,
"Sen bi Gülhan annene bak en iyisi..." dedi keyifle.
Gülhan annede en az Bekir kadar gergindi, tüm gün Zelal'i Derya hanımdan uzak tutmanın, elinden geldiğince muhatap etmemenin hesaplarını yapmıştı ama hepimiz biliyorduk ki Zelal boş durmayacaktı.
Bekir'in de avluya inmesi ile hep birlikte yola çıktık, çok uzun sürmeyen yolculuğumuz görkemli tarihi konağın önünde son buldu.
Tamam Karacahan konağı da şatafatlıydı ama burda ki olay bambaşkaydı, tarih kokuyordu resmen...
Oymalı iki kanatlı kapıyı açtı korumalar, önce Bayram Ağa olduğunu tahmin ettiğim ellilerinin ortasında ama dinç bedeniyle bize yöneldiğinde simsiyah gözleri dikkkatimi çekti.
Onun arkasında Dilber hanım yanıbaşında gelini Derya ile yan yanaydı.
Hüseyin Karacahan, Bayram Ağaya doğru adımlayıp sarıldı. Geçmiş olsun dileyerek sırtına vurdu erkeksi bir tavırla.
O sırada uçuşan elbisesi özenli makyajı ile yirmilerinin sonunda olduğu belli bir genç kadın gelip, bizi karşılayan ahaliye heyecanla karıştı.
Cihan abi önünden geçerken süzülmesine bakarsak Şilan denilen kız bu olmalıydı.
Hiç de yakışmamıştı benim aslan gibi kaynımın yanına...
Şu Zelal'in yörüngesinden bir kurtarsam ben ne güzel kızlar bulurdum Cihan abiye, mis gibi de eltim olurdu, geçinir giderdik...
En son Bekir kolunda benimle Bayram Ağa'ya doğru yürüdü. Konağa girdiğimizde kolumu çekmek istemiştim ama müsade etmemişti. Ev sahiplerine bir kaç adım kala kolundan çıktım, eli belimi buldu bu kez. Beni yanı başından ayırmadan saygı ile eğilip el öptü, tabii peşi sıra bende el öpmek için uzandım ama Bayram Ağa elini öptürmedi. Dilber hanım ise bu ritüelleri seviyordu belli ki elini burnuma doğru uzattı öpmem için.
Onlardan sonra Derya hanımım samimi karşılaması ile hanımlar bir yana beyler bir yana büyük salona yerleştik.
Hanoğlu konağının büyük hanım ağası baş köşesinde oturuyordu, Zeynep hanım ilerleyen yaşına rağmen oldukça dinç ve farkındalığı yüksek bir kadındı.
Ortamda ki her ayrıntıyı dikkatle izlemesi ve Şilan'ın Cihan abiden alamadığı bakışlarına hoşnutsuz göz devirmesi de benim gözümden kaçmamıştı. Orta yaşlı bir hanım küçük bir öksürük ile Şilan'ı uyarmasa bu hayran bakış belli ki daha sürecekti.
Silkelenip kendine gelen Şilan, Zeynep hanımın yanına doğru yöneltmişti, fakat yaşlı kadın elini yanındaki boşluğa hafifçe vurarak,
"Derya, gel otur yanıma güzel kızım." Diyerek ortamın gerilimini iyice tırmandırdı. Zelal, Şilan ve hatta Cihan abi bile bu çıkışla huzursuzca yerlerinde kıpırdandı.
"Geldim Sultan'ım." Diyerek konağın en temel taşının yanında yerini alan güzel kadın çoktan kaleyi içten fethetmişti.
Hal hatır faslından sonra kurulmuş olan ziyafet sofrasına geçildi, masada bir kuş sütü eksik gibiydi ama aslında eksik olan Selma'nın biz geldiğimizden beri gözleri kapıda beklediği kocası, hasta olduğu için kalabalığa karışamayan Boran Ağa'nın otoriter gölgesi eksikti. Dikkatli bakmasını bilene Bayram Ağa'nın iki omzuda düşüktü bu akşam.
Çorbalar servis edilmişti ki kapıda Bayram Ağa'ya benzeyen fakat göz rengini ve çene hatlarını annesi Türkan hanımdan almış olduğu için kim olduğunu çabucak tahmin ettiğim Devran Ağa belirdi. Eşi Selma yerinde dikleşip, kendine çeki düzen verse de kocasının gözleri ona değmedi. Kayınpederimin elini öpüp, Bekirle samimi bir şekilde tokalaştı. Cihan abi ile ise aralarındaki soğukluk hepimizi üşütecek kadar ortama yayılıyordu.
Bayram Ağa'nın yanına geçip oturan yeğeni ile keyfi yerine gelmiş gibiydi.
Derya hanım hizmet eden kızlara sadece baktı, Devran Ağa'nın gelişine şaşırmış kızlar kendilerini toparladığında hemen yerine yeni oturmuş olan genç adama çorba servisi yaptılar.
Selma hanım yıl olarak Derya Hanımdan önde olsa da, konakta Derya hanımın ağırlığı hissediliyordu. Ve esas üzücü olan Selma hanım Zelal'in tuzağına düşmüştü, gözü sürekli eşi ve eltisi arasında dolaşıyordu.
Derya hanım ise Zelal'in bir kaç laf çarpma çabasını bazen zerafeti ile cevap vererek, bazen duymazdan gelerek gayet ustaca savuşturmuştu.
Çaylar içilirken Şilan ve Zelal'in ortadan kaybolmasıyla Gülhan annem ve ben diken üzerinde duruyorduk. Zelal, Boran Ağa'nın odasına dalıp bir saçmalık yaptı deseler açıkçası hiç şaşırmazdım.
Benim gözüm kapıya takılmışken, Bayram Ağa'nın çocuksu bir nazla,
"Senin elinden daha tatlı oluyor kızım." demesiyle konuyu merak edip döndüm.
Boşalan çay bardağını gelinine uzatmış olarak kurduğu cümleye doğrusu imrendim. Kocaman bir gülümsemeyle bardağı alan gelini ise kayınpederini babası gibi sevip sayıyordu. Hüseyin Karacahan ile Bayram Hanoğlu arasındaki fark buydu demek ki.
Birinin yanında kendinizi evin kızı gibi hissediyordunuz, diğeri ise sizi hep yabancı hissettiriyordu.
Derya hanım kapıdan çıkıp gittiğinde Bekir ile göz göze geldik. Burukça gülümsedi ne hissettiğimi, ne düşündüğümü nasıl bu kadar iyi anlıyordu... Benim şansım Bekir'di ve o bana yeterdi. Bende ona samimiyetle gülümsedim.
Fakat benim duygusallığa kapıldığım anı ortama yayılan çığlık sesi ve peşi sıra koşan adım sesleri böldü.
Hepimiz elimizdeki bardakları önümüzdeki sehpalara nasıl bıraktığımızı bilemeden avluya çıktık.
Üst kattan inen merdivenlerin bitiminde yerde baygın yatan Dilber hanımı görünce elim ayağıma dolaştı. Etrafındakiler de benden farksız değildi.
Korku ve hayret nidaları birbirine karıştırken, tek soğuk kanlı davranan Derya hanımdı. Kayınvalidesinin yanında dizleri üzerine çökmüş başını tutuyordu.
Peşi sıra nefesini kontrol etti, yüzü korku ile gölgelendiğinde nabzına yöneldi bu kez... İstediği ritmi duyamamış olacak ki yaşlı kadının başını geriye yatırıp kalp masajına başladı.
Bir yandan başını kaldırıp etrafındaki kalabalığa baktığı sırada ilk şoku atlatan Devran ağa da koşup onun karşısına diz çöktü.
"Kalbi atmıyor ambulansı ara" dedi korkusunu saklamaya çalışarak.
Devran ağa kısa sürede telefonu kulağına almıştı.
Üst kattan aşağı bakan Zelal ve Şilan'ı o sırada fark ettim. Bunlar kadını aşağı itmemişlerdir değil mi? Her türlü kötülüğü beklerim bunlardan.
Ben kafamda kuradurayım,
"Ambulansın gelmesi 20 dk~25dk sürebilir dediler" diyen Devran'ın sözlerinin muhatabı Derya hanımdı.
Kısa bir süre durasadı ama çabuk toparlandı.
"Benim arabamın arka koltuklarını yatırın, Murat nasıl yapıldığını biliyor. Çabuk ol Devran!" dedi çözüm üreterek.
Denileni yapmak için koşar adım çıktı Devran ağa
"Ayşe koş battaniye getir!" diye bağırdığı sırada Boran Ağa girdi görüş alanımıza.
Çiftlikte gördüğüm adamdan çok uzaktı, zayıflamış ama adeta çökmüş bir hali vardı. Annesinin elini avucu içine aldığında sevdiği kadının gözlerine baktı medet umar gibi...
" İyi olucak, hastaneye yetiştireceğiz" diyen Derya hanım ise bu kriz ortamında herkesin ihtiyacı olan güvenin teminatı gibiydi.
Dilber hanım arabaya taşındı, hastaneye doğru yola çıktıklarında geride ne yapacağını bilmeyen bir grup insan olarak kalmıştık.
Zelal, Şilan'a birşeyler söyleyip uzaklaştı. Yan yana görülmek istenez gibi Gülhan annenin dibinde bitince kaşlarım havalandı.
Bayram Ağa ve konak ahalisi de hastaneye doğru yola çıktığında biz de konağa döndük. Beni kapıdan bırakan Bekir hastaneye geçerken, aklımız da duamızda Dilber hanım ile beraberdi.
Salondaki koltuklara geçtik, Gülhan anne kızlardan ağrı kesici istedi. Zelal ise orta şekerli kahvesini annesinin isteği peşine eklemekten geri durmadı.
Sessizce oturduk kızlardan biri bir bardak su ve elindeki ilaç kutusu ile geldi. Peşi sıra ise Zelal hanımın kahvesi getirildi.
Ben gerginlikten başıma giren ağrıyı azaltmak için şakaklarıma masaj yaparken görümcem kahvesinden höpürtülü bir yudum aldı. Gülhan anne sinirle göz devirdi bu hareketine.
"Hesna."Dedi gayet rahat "Sen de fark ettin mi Selma gözlerini Derya ve Devran'ın üzerinden bir saniye ayırmadı."
Bana neden soruyordu ki? İşin kötüsü aynen dediği gibi olayın farkındaydım... Ben ses etmeden annesi,
"Zelal!" Dedi uyaran bir tonda ama pek umrunda olmamış olacak.
"Ama ne yalan söyleyeyim Elif mıymıyın tekiydi, avukat hanım hem dişli hem cevval. Boran'dan çok Devran'ın dişine göre." diye yeni bir tespitte bulundu.
Gülhan anne daha fazla sabredememiş olacak,
"Ağzından çıkanı kulağın duysun, o ne biçim laf öyle. Bir daha duymayayım Zelal bu kez kötü olur!" Dedi alışık olmadığım sertlikte çıkan sesiyle.
Kahvesinden en umursamaz tavrıyla bir yudum daha aldı,
"Sen ancak bana kız, öyle bir kadın Boran'ın depresyondan depresyona geçişini mi izleyecek? İlla ki bir yerde ipler kopacak. " deyip elindeki fincanı yanındaki sehpaya bıraktı. "Neyse ben ne desem kötü oluyorum zaten, beraber izler görürüz neler oluyor."
Abartılı ve yalandan bir esneme ile,
"Ayyyğğğğ... Yatıyorum ben hanımlar huzurlu mutlu geceler..." Deyip çıkıp gitti.
"Tövbe estafurullah..." Diyerek ayaklanan Gülhan anne "Namazımı kılıp yatayım Hesna yoksa bu baş ağrısı geçecek gibi değil." Dedi.
"Korktuk, gerildik anne benim de başım ağrıyor." dedim.
"Sen de yat annem Bekir geç gelir bırakmaz oğlanları." deyip odasına çıktı.
Bende odama geçtim, ılık bir duş alıp yatağa uzandım.
Bu akşam olanları tekrar zihnimden geçirdim, Zelal ile Şilan'ın yakınlığı ve fısıldaşmaları bütün gece devam etmişti, ta ki Dilber hanım rahatsızlanıncaya kadar. Sanki birşeylerin üstünü örtmek ister gibi gecenin sonunda birden uzaklaştılar.
Bir insan hastade canı ile cebelleşirken kahve içip Derya~Devran yakıştırması yapabilen birinden her kötülüğü beklerim ama bir planları olduğu belli.
Plan ne?
İşte kilit soru, Cihan'ın Şilan'la olması Zelal'e ne kazandırır? Aileye yaklaşmak olsa Şilan denen kız kimsenin umurunda bile değil gibi...
Aklımda bu düşünceler ile uyuya kalmıştım. Saçımdaki ıslak havlu usulca çekilirken gözlerimi araladım.
"Yavrum ıslak saçla uyunur mu? Hasta olursun..." Diyerek saçlarımın nemini kontrol eden Bekir'i görünce içim sıcacık oldu.
Nazlanmak istedim bir çocuk gibi,
"Hasta olursam bakmaz mısın?" dedim uykulu mırıl mırıl bir sesle.
Alnıma kondu dudakları,
"Bebekler gibi bakarım ben güzelime de, hastalığı çekmene kıyamamıyorum." dedi teni tenimdeyken.
"Kurumuştur çoktan." deyip sıcak göğsüne sokuldum. Sarıp sarmaladı hemen. Saçlarıma öpücükler bıraktı, sevdi okşadı her telini. Açılmayan uykum tekrar bastırdı bu kez huzurla uyudum.
Aradan geçen üç günde herşey normal gibiydi. Dilber hanım ertesi gün taburcu olup evine dönmüştü. Sağlığı iyiydi ama dinlenmesi ve stresten uzak durması söylemiş doktorlar haberlerini almıştık.
Kahvaltıyı erken yapan beyler evden ayrılmış biz Gülhan anneyle koltuklarda keyif çayı içiyorduk.
Zelal keyifle gelip avangart tarzdaki abartılı berjere attı kendini,
"Güzel hanımlar nasılsınız?" dedi pür neşe.
"iyiyiz kızım da bu ne neşe rüyanda gelin mi oldun?" diye sordu annesi.
Şen kahkahası odayı çınlattı Zelal'in,
"Yok kız! Ne rüyamda gelin olucam gerçek hayat dururken." dedi imalıca sırıtarak.
Kendimi tutamadım,
"Bu neşeni neye borçluyuz?" diye sordum.
Bana döndüğünde dudakları daha da kıvrıldı,
"Bana neşe de sana ne olur bilmem pek hayrandın hanım ağaya ve Hesnacım." Dedi yalandan dudak büktü birde.
"Hanım ağa?" dedim kimden bahsettiğini anlamadığım için. Dilber hanıma mı birşey olmuştu? Zeynep babanneye mi?
"Derya hanım diyorum." deyip beni aydınlattı. "Gitmiş..." Diye ekledi keyfinin sebebini.
Gülhan anne araya girdi,
"Nereye gitmiş?" dedi şaşkınlıkla.
"Vallahi orasını kimse bilmiyor, niye gitmiş? Nereye gitmiş meçhul ama bak ben bile şaşkınım anne, dişli duruyordu. Böyle birden gitmesine üzüldüm biraz savaşırız diyordum." Dedi yalancı bir üzüntüyle.
Nasıl gitmişti ki? Evi gibi benimseyip çekip çevirdiği konağa, aşkla baktığı adama nasıl birden sırtını dönmüştü?
Merhabalar arkadaşlar, dananın kuyruğunun koptuğu bölümlere geliyoruz.
Zelal'e gün doğdu ama bakalım sonu nasıl olacak?
Zelfi ve Cihan bölümleri de gelecek merak etmeyin sırayla gidiyoruz.
Aladağ konağını özleyen yok mu?
|
0% |