Yeni Üyelik
20.
Bölüm

18.Bölüm

@zamansizim84

Cihan Karacahan,

 

Önümdeki ihale dosyasına boş gözlerle baktığımı fark ederek kapatıp ileri sürdüm. Zelal'in planına uyup bir yola çıkmıştım ama içime sinmeyen çok nokta vardı. İlki Şilan'ın bana ilgisi, benim ona hiç bir duygum yokken o bu evlilik için fazlaca hevesliydi. Belki ilgisini çeken benden çok Karacahan gelini olmaktı, inşallah öyledir yoksa benden kocalık beklemek hayatının hatası olur.

 

Huysuz, sinirli, çabuk parlayan çekilmez herifin tekiyim. Kim ne yapsın beni? Evlendipim kadına kendini prenses gibi hissettirecek incelikler bilmem mesela...

 

Bekir abimin de ben gibi olduğunu düşünürdüm ama Hesna ile oldukça mutlu görünüyorlar. Zelal'in yıldızı barışmasa da abimin eşinin yanlış bir hareketini görmedim. Kız kardeşim Bekir abiminden beklediği ilgi ve sevgiyi hiç bir zaman göremediği için eşine olan sevgi ve sahiplenmesi kıskanıyor. Her zaman ki Zelal işte, huyu öyle kötülüğünden değil. Biraz şımarıklık biraz da sevgi arsızı...

 

Biz öz kardeş olmasak da hiç ayrım etmeden büyütüldük. Zamanla babamla Bekir abimin arasında ipler iyice koptu. Annesinin ölümünü aklı erdikçe babama bağladı ki haklı yerleri yok diyemem.

 

Tıklatılan kapı ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım. İçeri giren ikili ise başımın daha çok ağrıyacağına delil gibiydi.

 

Zelal ve Şilan kol kola...

 

Zelal yanıma gelip boynuma sarıldı, yanağıma sağlam bir öpücük kondurdu,

 

"Abilerin en yakışıklısına sürpriz yapalım dedik." diyerek sebebi ziyaretlerini açıkladı.

 

"Hoş geldiniz." dedim gönülsüz çıkan sesime tezat olarak.

 

Şilan soğuk karşılanmasından memnuniyetsiz olsa da belli etmedi.

 

"Sana çok güzel haberlerimiz var." dedi tiz sesiyle kendince süzülerek.

 

Ama bu kadar neşeli olması normal değildi, gerçekten güzel bir haberi vardı belki de, kaşlarım hafifçe havalandı,

 

"Öyle mi?" dedim düz bir sesle.

 

Zelal Şilan'ın bu hallerinden haz etmediğimi bildiği için araya girdi,

 

"Ama hemen söylenir mi? Şilan sen de aşk olsun." deyip arkadaşını da alıp karşımda ki koltuklara yerleşti.

 

"Şimdi şöyle ki abicim, Boran Ağa'nın karısı Derya hanım kocasını da, konağı da terk edip gitmiş." dedi büyük bir keyifle.

 

Bu kez merakla sordum, o kadın kolay kolay Boran'ı bırakıp gidecek gibi değildi. Aileyle bağları da oldukça kuvvetliyken ne olmuş da gitmiş olabilirdi?

 

"Neden gitmiş? Yemeğe gittiğimiz akşam hem Boranla, hemde aileyle fazlaca iyi görmüştüm." dedim aklımdakini kendime saklamayarak.

 

Şilan beklediği soruyu bulmuş oldu,

 

"Ne oldu bilmiyorum ama Boran abim bulundu bulunalı Derya'ya soğuk davranıyordu. Dün gece de şirkette Devran ile Boran abim birbirine girmişler, yumruk yumruğa hemde." derken konunun gittiği yer hoşuma gitmemişti,

 

"Yani? Derya hanım ile alakası ne?" dedim.

 

Bu kez Zelal araya girdi,

 

"Ay abi anlasana Derya hanım için birbirine girmişler. Devran'ın karısı boşuna öldürecek gibi bakmıyormuş avukat hanıma." dedi söylediğinden hiç şüphe duymaz bir netlikte.

 

"Zelal, Devran kardeşinin karısına yan gözle bakmaz. Oldu ki baktı diyelim, Boran'ın karısı öyle bir kadın değil. Gözünden belli aşık kocasına." dedim.

 

"Çok aşık madem niye çekip gitsin, Derya hanım abisine mektup bırakmış. Bir mendili bile kalmadı topladı götürdü ailesi. Bitti o iş daha dönmez geri." derken Şilan keyiften dört köşeydi. Bu kızın abi dediği insanlarla zoru ne hiç anlayamamıştım. Devran da, Boran da küçüklüğünden beri kollar, gözetirdi.

 

Zelal konunun dağılmasından hoşlanmamış olacak,

 

"Neyse ne gitmiş mi gitmiş ötesi bizi ilgilendirmez, biz kendi işimize bakalım. O Boran'ı öyle bir dara düşüreceğiz ki bana ümit verip yüz üstü bırakmak neymiş görecek."

 

Evet, esas meselemiz... Boran efendi Zelal'in yıllardır gönlündedir. Elif ile evlenince Zelal önceleri yaşının verdiği çocuklukla gördüğü yerde sataşsa da bir zaman sonra köşesine çekilmiş, Boran'ın evli ve mutlu olduğu gerçeğini kabullenmişti. Tam sular duruldu derken Elif'in zehirlenip ölmesi, Boran'ın yıllarca süren depresyonu ile yıllar geçmiş, Zelal'in güç bela kapattığı defteri bu kez Boran açmıştı.

 

Attığı mesajları, buluşucaklarını sevinçle anlatan kardeşimin hevesi kursağında kaldı, Boran Ağa sanki Zelal'e hiç ümit vermemiş gibi iki ay içinde Avukat hanım ile nişanlanıp düğün yaptı. Bu da bende bardağı taşıran son nokta oldu. Zelal'e yaptığı gönül oyununa kadar evliliğine, karısına olan yasına saygı duymuştum. Efkarından Devran'ın yaptıklarına kör olduğunu sanmıştım ama öyle olmadığını da acı bir şekilde öğrendik.

 

"Planın ne Zelal?" dedim duyacaklarımı az çok tahmin ederek,

 

"İlk planı devreye sokacağız, sen kuma olayına karşısın diye razı olmamıştım ama avukat hanım çekip gittiğine göre en güzel plan sizin Şilan ile kaçmanız. Mecbur Berdel olacak Boran'ın kaçacak yeri kalmayacak, o Derya zaten gitmiş gelse de kumayı duyunca arkasına bakmadan kaçar gider."

 

Zelal'in planı kafasına yatmış olacak ki Şilan'dan ses çıkmadı.

 

"Bacım bir hırs uğruna yola düşüyorsun ama mutlu olamazsın, zorla yenen aş ya karın ağrıtır ya baş. Sen o konakta huzur bulamazsın." Dedim uyarmak için.

 

"Ben onun yüzünden bütün Mardin'in diline düştüm abi, bu saatten sonra mutlu yuva kuracak değilim. Yaptığım çocukluğun bedelini ben ödüyorsam, Boran Ağa da ödesin!" dedi sesi titreyerek.

 

Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup usulca verdim,

 

"Tamam ama Derya hanımın dönmeyeceğinden emin olalım, sonra dediğiniz gibi yaparız." deyip sıkıntıyla Şilan'a döndüm. Ben bu kızla evlenmek istemiyorum ki, kimseyi istemiyorum. Zelfi'den sonra bütün heveslerimi yitirdim, ne aşka inancım kaldı, ne sevdaya... "Zelal bizi biraz yanlız bırakır mısın?" dediğimde,

 

"Oooo... Çifte kumrular bırakmaz mıyım? Gittim bile!" deyip abartılı bir şekilde çıktı odadan.

 

Şilan bu isteğime şaşırsa da halinden memnun, makyaj ile dikkat çekmeye çalıştığı gözlerini bana çevirdi.

 

Bu diyeceklerim bir kadına, hele de size böyle bakan bir kadına asla söylenmemesi gereken sözlerdi belki ama dürüst olmaktan başka şansım yoktu.

 

"Şilan, bana ilginin, bakışının farkındayım ve bugüne kadar da ümitlenmemen için mesafemi korudum. Şimdi geldiğimiz nokta önemli bir kavşak, plan Zelal'in planı. Ne ben ne de sen buna hizmet etmek zorunda değiliz. Ben kardeşim için bu yola çıkıyorum ama sana ne aşk, ne de mutlu bir evlilik vaad etmiyorum. Saygı da kusurum olmaz ama benden fazlasını bekleme." dedim olabildiğince açık.

 

Yüzü düştü hatta gözleri doldu,

 

"Hâlâ o kızı mı seviyorsun?" Dedi zor bulduğu sesiyle.

 

Evet...

 

İçimdeki avaz avaz sesi susturamasam da dışıma yansıtmadım.

 

"Şilan evli bir kadın ile aynı cümlede bile adımı geçirmem. O yoluna gitti, ben yoluma. Onun yolu hiç bir zaman ben olmamıştım zaten." diyerek esas canımı yakan doğruyu söyledim. Zelfi beni de aşkımı da bilmiyordu ki...

 

Diyecekleri varmışta söylemek istemez gibi iki kez zorla yutkundu,

 

"Merak etme Cihan Ağa dediklerini zaten biliyorum. Zamanla herşey yoluna girer, ben seni ikimize de yetecek kadar seviyorum." Dedi kuyruğu dik tutarak.

 

Çıktığımız bu yolun sonu hayır olur inşallah...

 

 

Aynı gün Zelfi'den,

 

Açlıktan, yorgunluktan ve en çok da kurtulmuş olmanın sarhoşluğundan, gözlerim yıllar sonra huzurla kapandı.

 

Güvendeydim artık, sarsılan araba ile ara ara uykulu halimden sıyrılsam da Devran Ağa'nın varlığı rüyada olmadığımı kanıtlıyordu. Rüya değildi, hayal değildi kurtulmuştum. Nazlı hanım ile haber uçurduktan sonra Ayşe'yi güvene almadan bana gelmeceğini biliyordum. İlk bunları anlatıp rahat bir nefes almamı sağlamıştı.

 

Araba durunca yarı açık olan bilincimi toparlayıp yerimde kıpırdandım.

 

Devran Ağa ön koltuktaki bedenini olabildiğince arkaya doğru döndürdü,

 

"Zelfi seni aldığımızı fark etmişlerdir, davaya şahit olduğun için şimdilik en güvenli yer burası, savcı hanım burada kalmanı yarın ilk iş ifadeni almaya geleceğini söyledi." diyerek tane tane anlattığında başımı biraz eğip önünde duyduğumuz binanın tabelasını okudum 'Kadın Sığınma Evi'

 

"Ordan kurtuldum ya ağam daha bırakmazsınız biliyorum." dedim çocuksu bir güvenle.

 

Gülümsedi bu söylediğime ama buruk bir tebessümdü. Ona kırgın olmamı bekliyordu, belki sitem etsem kızsam içi daha rahat edecekti ama kimsenin ne yaşadığını bilmeden yargılanmayacağını acı tecrübeler ile öğrenmiştim.

 

"Zelfi..." dese de devamı gelmedi. Ben konaktan söküp alındığımda Devran Ağa deli fişek çapkının biriydi. Sorumluluklar genelde Boran Ağam ile Bayram Ağa üzerinde olur. Keyfi isterse bir işin ucundan tutardı. Anladığım, babasız büyüdü diye kıyılamadığı olsa da annesi Türkan hanım bu hallerinden çok şikayetçiydi.

   

Oysa karşımda bana yorgun gözlerle bakan adam bıraktığım gibi değildi, zaman ikimizi de hızlı büyütmüştü. Onun kırıkları da benim ki kadar keskinmiydi...

 

Sanmıyorum...

 

Ben hayatımın hiç bir evresinde onun kadar nazlandırılmadığım için güçlü durmaya çalışmıştım. Ta ki son kez umutlanıp, umudumu kaybedene kadar...

 

Olsun yine de en karanlık yerde güneş doğmuştu işte...

 

Kendi içimde bile çelişirken,

 

"Devran ağam, bana karşı suçlu hissetme, ben senin ne yaşadığını bilemem. Sende benim ne yaşadığımı... Bugün sen gelmesen, yarın ben belki olmayacaktım. Geç kaldın mı bilmiyorum ama en kıymetli anda geldin." dedim onun ne diyeceğini bilemez haline karşı.

 

"Hayat büyütmüş ikimizide." dedi yüzümde, örtüden kurtulmuş kısacık saçlarım da gezdi gözleri.

 

Normalde olsa bir erkeğin bakışı beni buz kestirirdi ama onlar benim abim gibiydi, yapamadığım ödevi sorduğum. Rahatsızlık vereni şikayet ettiğim, her daim koruyup kollayan.

 

"Boran Ağam iyi mi?" diye sordum. En son kayıp demişlerdi, onunla beraber benim umudum da kaybolup gitmişti.

 

Dişlerinin arasından kısık bir küfür kaçtı önce,

 

"Senin o akılsız ağan biraz zor iyi olur, kendini seven kadını ne etti yaptı kaçırdı elinden. Daha da iflah olur mu bilmiyorum." dedi öfkeli olduğu her halinden belli.

 

Boş bakışlarımı görünce,

 

"Konuşuruz sen biraz dinlen, şu işler hallolsun." dedi uzun lafın kısası olacak mevzular değildi demek ki.

 

Sonrası hızlı gelişti, savcı hanım haberdar olduğu için hemen içeri alınıp güvende olacağım bir odaya yerleştirildim. Akşam yediğim yemek konak sofralarından bile tatlıydı.

 

Yıllar sonra ilk defa korkusuzca, olacak her kıpırtıda yüreğim hop etmeden uyuduğum gecenin sabahında tıklatılan kapının sesi ile uyandım. Saat erkendi, içimi tuhaf bir telaş sardı erken mi sevinmiştim?

 

Yataktan kalkıp usulca kapıyı araladım, karşımda pantolon~ceket takımının içindeki şık bluzu özenle şekillendirip omuzlarına döktüğü kahve dalgalı saçları ve ela gözleri ile bakmaya doyulmayacak güzellikte bir kadın sıcak bir gülümseme ile bana bakıyordu.

 

"Günaydın Zelfi." dedi kendi kadar güzel ve naif sesi.

 

"Günaydın" deyip başıma acele ile aldığım yemeninin uçlarını çekiştirdim.

 

"Ben Savcı Ela, Devran bey geleceğimi söylemiş olmalı?" dedi sorar gibi, boş bakışlarımdan yola çıkarak.

 

Başımı sallayıp onayladım kısadan,

 

"Söyledi hanımım." dedim alışkanlıkla.

 

Hitabımı düzektecek gibi olsada , sonra ne düşündüyse,

 

"İfade için geldim." dediğinde başımı salladım "Bir üst katta görüşme odası var, seni orda bekliyorum." deyip gülümsedi. Elimden geldiğince karşılık vermeye çalıştım.

 

Nezaket ve tebessüm görmeyeli çok uzun zaman olmuştu.

 

O uzaklaşınca kapıyı kapattım, küçük gardrobun aynasına baktım, üzerimdeki basma etek, altında bana iki beden büyük pijamanın uçları görünüyordu. Eskiden süt beyaz olan tenim güneş lekeleri ile gölgelenmiş, belime kadar uzanan parlak saçlarımın yerini nerdeyse erkek traşı olacak kadar kısalttığım saçlarım almıştı.

 

Zelfi'den geriye ne kalmıştı?

 

Hiç...

 

Beline kadar uzanan saçlarımı savurdum mu, okulda ki oğlanların aklını başından alırdım ama tek derdim okumaktı. Ne okul kalmıştı elimde ne de güzellik.

 

Olduğu kadar çeki düzen verdim kendime, koskoca devletin savcısı ayağıma gelmişti bekletecek kadar hadsiz değildim. Biri dinlesin diye yıllardır her bulduğum açık kapıya dert yanmaya çalışmıştım ama Karacahanların eli kolu çok uzundu, hele de Cihan Karacahan'ın adının geçtiği yerde herkes hükümsüz oluyordu.

 

Üst kata çıktığımda savcı hanım ojeli tırnakları, zarif elleri ile ince belli çay bardağından çayını yudumluyordu. Beni görünce gülümseyerek karşısında ki sandalyeyi işaret etti,

 

"Gel Zelfi, otur şöyle."

 

Dediğini yapıp karşısında yerimi aldım. Gerisini o sordu ben anlattım, önce cinayeti sonra nasıl yıllarca gözlerden uzak tutulduğumu...

 

Bir yere kadar sakince dinledi Ela hanım söylediklerimden çoğunu biliyor yada tahmin ediyor gibiydi.

Ta ki yıllarca tecavüze uğradığımı duyana kadar, önce gözleri dalgalandı bakışlarını kaçırdı. Boğazından aşmayan birşey varmışçasına ard arda yutkundu. Teslim olmamak için çırpındıkça daha çok çekildi sanki içindeki çıkmaza. Ben bile onun bu haliyle kendimi unutup ona odaklanmıştım. Gerçi ben hep kendimi unutup yaşamaya alışmıştım yıllardır. Ayşe iyi olsun diye sustuğum, gördüğüm zulme yenildiğim beş yıl vardı.

 

O sırada imdanına yetişir gibi telefonu çaldı. Silkinip kendine gelişini şaşkınlıkla izledim,

 

"Efendim Devran Bey." dedi soğuk ve resmi bir sesle. Dakikalar önce göz yaşlarını savuşturmaya çalışan kadından eser yoktu.

 

Dinlerken kaşları çatıldı hafifçe, gözleri beni buldu. Sonra ayaklanıp camdan dışarı baktı.

 

"Zelfi." dediğin de dışarıya bakmamı işaret etti gözleri ile bende yanında yerimi aldığımda yıllardır bana kabusu yaşatan pisliği gördüm, insanların kocam sandığı şeref yoksunu dolanıyordu sığınma evinin sokağında. "Kocan bu mu?" diye sorduğunda,

   

"Beni yıllarca alı koyan adam bu!" Dedim. Asla kocam olmamıştı, hiç bir güç de onu o sıfatla bana kabul ettiremezdi.

 

Başını salladı usulca tekrar telefona odaklandı,

 

"Devran bey uzak durun, burada ki kameralara takılmanızı istemiyorum. O adam bu cinayetten haberdar, sizi görmeleri istemediğimiz sonuçlar doğurabilir." dedi tek düze bir sesle.

 

Karşıyı çok da dinlemeden telefonu kapattı. Bu kez benim kaşlarım havalandı, Devran ağa bu kadının sözüyle geri duracak mıydı? Üstelik neredeyse yüzüne telefon kapatılmıştı.

 

Hukuk okumak isterken kendini bir zalime esir bulan derinlerde ki Zelfi birazcık başını çıkardı saklandığı yerden. Ela hanıma hayranlıkla bakarak iç geçirdi.

 

"Evet Zelfi'cim rol yeteneğin var mıdır? Bu adam müsveddesini içeri tıkmak için üzerimize çekmek zorundayız." dediğinde duraksadım.

 

"Silahı vardır savcı hanım!" dedim onun adına bir korkuyla.

 

Belini açarak geriye sakladığı silahı görmemi sağladı,

 

"Silah bizde de var Zelfi'cim ama biz onda olmayan bir şey ile savaşacağız, gerçi erkeklerin çoğunda yok da neyse." Dediğinde boş boş baktım yüzüne.

   

Hafif tebessüm etti,

 

"Aklımızı kullanacağız tatlım, onların çoğunda olmayan aklımızı, hoş akılları olsada genellikle başka uzuvları ile düşünmeye çalıştıklarından işimiz zor değil." Dediğinde şokla baktım.

 

Benim halime aldırmadan devam etti,

 

"Şimdi ikimiz beraber dışarı çıkacağız, seni ve beni birlikte görmesi paniğe kapılması için yeterli olur diye düşünüyorum. Cinayeti bildiği için hem suç ortağı, hem de yıllardır bu iş üzerinden para yediği için seni susturmak tek amacı olacaktır. Ve buna engel olanın kim olduğunu umursamadan tehdit edeceği kesin. Kapıda beni bekleyen sivil polisler var." Deyip elimi tuttu.

 

"Benim için korkma Zelfi seni görmesini sağla ve ondan korkmuş gibi içeri kaç. Şansımız varsa o silahı bana doğrultur da, gün yüzü görmeden yılları parmaklıklar arkasında geçer." diyerek planını anlattı.

 

"Size zarar gelmesin Ela hanım emin misiniz?" dedim elimi tutan elini sıkarak.

 

Gülümsedi beni rahatlatmak ister gibi,

 

"Güven bana." dediğinde planına uymak elimden tek gelendi.

 

Beraber indik zemin kata o önde ben arkasında aşağı inen merdivenler de bir kaç basamak inmiştik ki Yakup bizi fark etti.

 

Volta attığı bahçe kapısından içeri girip bize doğru bir kaç adım attığında Ela hanımın kısık sesini duydum,

 

"Şimdi Zelfi."

 

Gerisin geri içeri kaçtım, indiğim bir kaç basamağı zor çıktım korkunun etkisiyle. Savcı hanıma birşey olursa ben ne yaparım.

 

Tam da Ela hanımın dediği gibi ben içeri kaçınca çılgına döndü Yakup efendi. Tartıştıklarını saklandığım perdenin arkasından izlediğim sırada etrafa bakındım sivil polisler var demişti neredelerdi?

 

Polisleri göremedim ama az ilerde ki sokağın başında kendine bir arabayı siper etmiş eli tetikte bekleyen Devran Ağamı görünce bir nebze rahatladım. Arkasında biri daha vardı ama uzaktan seçemedim kim olduğunu boyuna bakarsak Boran Ağam olabilirdi.

 

Onlarda olan bakışımı Yakup'un silahını çekip Savcı hanıma doğrultması böldü, korku ile öne atıldım fakat Ela hanım Yakup'un elindeki silahı kolaylıkla alıp, bir de üstüne kasıklarına şerefsizi iki büklüm edecek tekmeyi geçirdi. Önünde acıyla tortop olmuş adamın ensesine kendi silahını geçirip yere serdiğinde elim hayretle ağzıma kapandı.

 

Bu dayağı beklemiyorduk, ne ben, ne o şerefsiz, ne de benimle aynı hayreti yaşayan Devran Ağa bakıp kaldık şık giyimli minyon Ela hanımın iki darbede yere devirdiği adamı alıp giden polislere...

 

Usulca indim biraz evvel çıktığım merdivenleri, Ela hanım polislerle konuştu sonra telefonla Devran Ağama adliyeye gelmesini söyleyip kapattı. Polis arabası hareket eder etmez köşede ki bir arabadan iki kapı sesi peş peşe geldi. Başımı çevirdiğim gibi bana doğru koşar adım gelen Ayşemi gördüm. Ben daha gördüğümün o olduğunu idrak edemeden kolları boynuma dolandı.

 

"Ablam! Dünyalar güzeli ablam!" dedi hıçkırıkları arasında.

 

Sardım kollarımı kardeşime, onun içindi herşey. O iyi olsun diye, bedenine izinsiz değecek yabancı bir elin sıcaklığı nasıl buz tutturur bilmesin diye.

 

Ağladık, ağlaştık...

 

Üstümü başımı beğenmedi Ayşe hanım, yanında ki adamla çarşıya gidip ne eksiğim varsa almış olarak çıkıp geldi.

 

Sonradan fark ettim, yanında ki Devran Ağamla gelip beni köyden kaçıran adamdı. İsmi Muratmış, bizim kıza bakışı çekti dikkatimi sıcak ama tertemiz... Buruk bir sevinç hissettim Ayşem'i seven vardı, belli ki her konuda desteğini esirgemeyen bir adamdı.

 

Akşama kadar ayrılmadı kınalı kuzum yanımdan akşam üstü,

 

"Konakta çok karışık abla gitmem lazım, Derya abla olsa idare ederdi beni ama başkasına ağız eğmek zoruma gidiyor. Laf etmelerine fırsat vermeyeyim." deyip ayaklandı.

 

Derya abla dediği yeni kahya kadın mıydı? Sormaya fırsat olmadan telefonu çaldı,

 

"Ayşem." dedi telefondaki ses.

 

"Geliyorum Murat." diye kısıkça cevap verdi kapattı telefonunu. Al al olmuş yanaklarına bakılırsa utanıyordu benimle konuşmaya, ses etmedim. Daha çok zamanımız olacaktı inşallah.

 

Ayşe de gidince kaldım kendimle baş başa... Huzur bulduğum yatağa uzandım olanları düşündüm, hâlâ içimde rüya görüyormuşum da uyanıverecekmişim gibi garip bir tedirginlik vardı.

 

Bugün yaşadıklarım bana eski Zelfi'yi hatırlattı. Okuyacağım diye herkese kafa tutan, kardeşi ve kendisi küçük bir Dünya kurmayı hayal eden güzeller güzeli bir genç kız vardı benim içimde. Köşeye sinmiş, sindirilmiş olsa da bugün savcı hanımı görünce saklandığı yerden heyecanla başını uzatmıştı. Çok korksa da ümit etmek isteyerek kovuğundan çıkmayı bekliyordu.

 

    

  

    

 

    

 

   

   

 

Loading...
0%